13 Ağustos 2024 Salı

Miguel-Angel Asturias - Sayın Başkan (Orijinal Adı: El Señor Presidente) (Türkçesi: Zeyyat Selimoğlu)


SUNUŞ

*
Benim romanlarımda her zaman bir siyasal protesto temi vardır. Güney Amerikalı diktatör prototipini çizdiğim Sayın Başkan romanımı ele alalım. Crada çizilen, bütün Latin Amerika ülkelerinde rastlanan diktatör tipidir. Bu, Hitlerler, Mussoliniler gibi reklam düşkünü olmayan, aksine loşluğu seven, ortalarda görünmeyen bir diktatördür. Halk onu hiç görmez, ama aynı doğa güçleri gibi acımasız varlığını her zaman üzerinde hisseder. Daha çocukluğum sıralarında, diktatörün ardından, o da evlerin en kuytu köşelerinde, ancak alçak sesle söz edilirdi. Bu tip başkanlar elle tutulur hiçbir şey bırakmamışlardır. Aksine, ülkelerini yoksullaştırmışlar, öksüzleştirmişlerdir. Bu koşullar altında yazara tek yol kalıyordu: Tepki. Bu yol da, onu kaçınılmaz bir şekilde ya sürgüne ya da hapse götürüyordu. Ben her iki cezayı da tattım. Dahası yurtsuz kaldım. 1954'ten 1959'a kadar kimlik belgem yoktu. O sıralarda hukuk fakültesi dekanı olan bugünkü başkanımızın didinip çırpınması sonunda Guatemala pasaportumu alabildim. Böyledir.. Latin Amerika yalnızca folklordan oluşan bir gerçek değildir.
Latin Amerika'daki kargaşa, birinin çözümü ötekinden güç binlerce sorunla karşı karşıya oluşundandır. Örnek olarak önce, çocuk ö*lümü ve eğitimsizlik sorunlarını verebilirim. Böyle olunca bizde romanın da, siyasal ve toplumsal gelişmeler içinde halkın hayatını izlemesi doğaldır. Edebiyatımız bu yüzden ptoreks olmaktan çıkmıştır ve yine bu yüzden dünya bize ilgi duymaya başlamıştır.
Benim tehlikeli kitaplar yazdığım söyleniyor. Onu bilemem. Ama öyleyse, romanlarımdan en tehlikelisinin Sayın Başkan olduğunu söyleyebilirim. Güney Amerika ülkelerinde ne zaman bir devrim ya da darbe havası esse, kitapçı vitrinlerinden ilk kaldırılan kitap Sayın Başkan olur. Onun için bu romanı Güney Amerika'da siyasal bir barometreye benzetirler.
*
DİPNOT: Asturias'ın bu konuşması 11 Ağustos 1966'da yayımlanan bir röportajdan alınmıştır. (Sayfa: 5-6)
*
TANRININ KAPISI ÖNÜNDE:
*
''Parlasana mavi ateş, müthiş şeytan..''
*
''Gece indi mi dilenciler de yıldızlar gibi, Tanrının Kapısı önünde uyumak için bir araya gelirlerdi. Yalnızca yoksulluktu onları birbirine bağlayan.'' (Sayfa: 9)
*
''Kendi aralarında birbirlerine yardımcı oldukları duyulmuş, görülmüş şey değildi; bütün dilenciler gibi hasistiler; ellerindeki artıklar üzerine titriyor, dert ortaklarına bir şey vermektense köpeklere vermeyi yeğ tutuyorlardı.'' (Sayfa: 10)
*
''Nöbetçiler bu gece de her geceki gibi tetikteydi; kent dolaylarında oturduğu, sürüyle villası olduğu için nerede bulunduğu bilinmeyen Cumhurbaşkanının güvenliğini sağlamaktaydılar. Başkanın nasıl, ne vakit uyuduğu da bilinmiyordu; çünkü anlatılanlara bakılırsa, elinde kırbaç, sürekli telefonun başındaydı ve arkadaşlarının söylediğine göre de hiç uyumuyordu.'' (Sayfa: 14)
*
''Gölge olduğu yerde durdu, suratı bir gülümsemeyle kasıldı, parmaklarının ucuna basarak yürüyüp Aptal'a yaklaştı, alay olsun diye bağırdı:
''Anne..''
O kadar. Yükselen bu sese yattığı yerden fırlayan Pelele, si*lah kullanmasına zaman bırakmadan parmaklarını gölgenin gözlerine daldırdı, burnunu dişleriyle paraladı, gölge yere cansız düşünceye dek dizleriyle cin*sel organlarını ezdi durdu.
Dilenciler gözlerini korkuyla kapadılar, baykuş yeniden kanat çırparak geçti; ve Pelele korkunç tutkusunun yaptığından korkuya düşerek, sislere batmış sokaklarda yok oldu. Kör bir güç, ''Katırlı adam'' diye tanınan Albay Jose Parrales Sonriente'nin ca*nını almıştı.
Gün ağarıyordu.'' (Sayfa: 15)
*
''Bazıları en gerekli şeyden yoksundular, ekmeklerini kazanmak için çalışmak zorundaydılar; ötekiler ise bolluk içindeydiler, ''boş vakit''ten yana da zengindiler. Bay Başkan'ın dostları, kırk, elli evin sahibi kimseler, yedi ya da sekiz görevi tek başına yüklenen memurlar, ruhsat, unvan, tasarruf sandığı, kumarhane, horoz dövüştürme sahaları, işçi fabrikaları, gene*levler, lokanta ve ''ödenek''e bağlanmış gazete sahipleri..'' (Sayfa: 23)
*
''Ama ben suçsuzum..'' Ve yüreğinin inançlı sesiyle yineliyordu; ''Suçsuzsam neden korkuyorum.?''
Vicdanı, Cara de Angel'in sesiyle ''Çünkü..'' diye yanıt veriyordu ''Çünkü.. her şey bambaşka olurdu bu suçu işlemiş olsaydınız. İşlenmiş bir suçun değeri vardır; çünkü hükümete yurttaşların hoşgörüsünü sağlar. Ülke mi.? Canınızı kurtarın General, ben ne dediğimi biliyorum. Yurt kavramının yerini tutacak hiçbir şey yoktur. Yasalar mı.? Gülünecek şey.. Kurtarın kendinizi General, sizi ö*lüm bekliyor.'' (Sayfa: 85)
*
''Ruh ilk dakikada ne mutluluğu kavrayabilir ne de mutsuzluğu. İnsan daha önce, gözyaşına batırılmış bir mendili tutkuyla ısırmalı, o mendili dişleriyle paramparça etmiş olmalı.'' (Sayfa: 98)
*
''Her evde sahibine yakışmayan sürüyle eşya vardır.'' (Sayfa: 99)
*
"İnsanın resmini yapan zamandır, dedikleri, doğruydu." (Sayfa: 106)
*
''Ev, yenen ekmeğin gizli gizli yenmesini sağlar; rahat yenen ekmek ''makbul''dür, bilgeleştirir insanı. Ev, sürekliliğin güvenini simgeler ve toplumsal saygı uyandırır. Babanın boyunbağı düğümünün parladığı, annenin en güzel süsünü taşıdığı, çocukların kolonyayla taranmış göründüğü bir resim gibidir ev. Sokak öyle değildir; o, ne olduğu bilinmeyen şeylerin, tehlikenin, cüretin dünyasıdır; ayna gibi yanıltıcıdır, çevredeki kirin, pisliğin herkese açık çamaşırlığıdır.'' (Sayfa: 168)
*
''Ah özlem.. İnsan, özlenen şeye hem sahiptir, hem değildir. Ellerimizin on parmağıyla çevresinde bir kafes ördüğü altın bir bülbüldür o..'' (Sayfa: 188)
*
''Olmaz görünen şey gerçekleşince ağlarız; duyduğumuz sevinçten ya da üzüntüden.'' (Sayfa: 194)
*
''sevmek umudunu yitirip, yalnızca sevilmekle yetinen sevdalılar gemisine götürün onu..'' (Sayfa: 195)
*
''Hasta ile günah çıkartan rahip bir ölüler mağarasında konuşuyor gibiydiler. Şeytan, İyilik Meleği ve Ö*lüm bu günah çıkarmaya katılmışlardı. (..)
''Kız arkadaşımla ağız kavgası yapmış olmam..''
''Onurla ilgili sorunlardan mı.?''
''Hayır..''
''Sen Tanrıyı gücendirmişsin çocuğum..''
''Bir de erkek gibi ata binmekten suçluyum.''
''Gören oldu mu.? Bir rezalete neden oldun mu.?''
''Hayır, yalnızca birkaç Kızılderili vardı orda.''
''Ve bunu yapıp erkekle eşit olduğuna mı inandın.? Büyük bir günah bu.. Efendimiz Tanrı, kadını kadın yarattığı için, kadın kadın olarak kalmalı ve Tanrılığa özenip düş yıkımına uğrayan şeytan gibi erkekliğe özenmemeli.''..'' (Sayfa: 226)
*
''Güneşin incecik eleği içinde kaba kum taneleri gibiydiler; yürüyen pislik fabrikaları..'' (Sayfa: 227)
*
''Başkan'ın güvenini kazanmak için en etkili davranış bir suç işlemek, veya kendini savunamayacak kimseleri açıktan açığa aşağılamak, veya halka, üstün gücünü hissettirmek, ya da milletin sırtından zenginleşmektir.
K*an dökmek işlenecek en iyi suçtu. Bir insanın yok edilmesi hükümete yüzde yüz sadık olmanın kanıtıydı. Görünüşü kurtarmak için iki yıl hapis; ondan sonra karşılıklı güvene dayanan bir işe alıyorlardı insanı. Bu çeşit işler, hükümete karşı kolayca hapse atılabilmeleri için, mahkemelik olmuş memurlara veriliyordu.'' (Sayfa: 234)
*
''Ülküsüne, ülkesine, milletine ihanet eden hükümetlere bağlı kalmamızı biz askerlerden ne hakla istiyorlar.?'' (Sayfa: 249)
*
''..ülkesine ayıp üzerine ayıp getiren bütün bir toplumsal düzeni boğmak istercesine açıp kapadı yumruğunu. Demek bunun için cennet öneriyor düşmüşlere Tanrım, diye düşündü, bu alçakların her şeyini hoş karşıladıkları için. Hayır, yine de hayır.. Şantajcıların egemenliği artık yetti.. Aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya doğru, enine boyuna bir ihtilal yapmaya yemin ederim; halk bütün sömürücülere, bütün diplomalı zevk ve sefa düşkünlerine, tarlaları işlemeleri gereken boş gezenlere başkaldırmalı. Hepsi birden bu şeyi yıkmalılar, yıkmalılar. Bir kukla, başından oluncaya kadar..'' (Sayfa: 256)
*
''Geceleri ö*lülerin ağırlığıyla döner dünya; gün boyu da yaşayanlar ağır basar.. Günün birinde ö*lüler yaşayanlardan daha fazla olursa, o zaman gece sonsuz sürüp gidecek, artık son bulmayacak, çünkü gündüz yaşayanlar ağır basamayacak o zaman.'' (Sayfa: 292-293)
*
''..Ben ülküleri için yaşayanlardanım; yaşıyorum ben.. Ölmek hiçbir şey değildir..'' (Sayfa: 339)
*
''Ses, konuşanlar arasına büyük bir uzaklık koyar; gözkapakları bizi gördüğümüz şeyden ayırır..'' (Sayfa: 351)
*
''..''O gideli saatler geçti..'' Ayrıldıktan sonra, ''Gideli günler geçti'' deninceye kadar saatler sayılmaya başlanır. Ne var ki insan iki hafta sonra günlerin hesabını şaşırır ve ''gideli haftalar geçti'' denir. Bir ay oluncaya kadar. Sonra ayların hesabını şaşırır insan. Yıl doluncaya kadar.. Sonra da sıra yılların hesabını şaşırmaya gelir.'' (Sayfa: 364)

Hiç yorum yok:

Arthur Koestler -Spartacus (Çeviren: Zühal Avcı)

  ''Öğrencilere her vesileyle şunları hatırlatır Lentulus: ''Yaşamak herkesin elinin altında olan bir şey, ama ölmek ancak, ...