23 Kasım 2021 Salı

Oruç Aruoba - Meşe Fısıltıları

 

On and on the rain will fall

like tears from a star -

On and on the rain will say

how fragile we are -

*

Yağar da yağar yağmur

sanki ağlar bir yıldız -

Söyler de söyler yağmur

ne kadar kırılganız - (Sting - Fragile) (Sayfa: 4)



Güneş devrildi bir Meşeye

Sıcak Rüzgarlarla çekişerek

Ölüm içre de geldi Neşeyle

Ergin Günçe kadar bir Çiçek (Sayfa: 5)


BUGÜN DE GİTTİM ORAYA

*

Mayıs'tı hâlâ - ama

hiçbir şey kalmamıştı

sen

ile

ben

den - den

iz

den

iz -

bel

ki

bir

tek

kal

an

dalgalar -

ne çağlarlar

ne iskeleye bağlı sandal

ne çakıllar

da yo

sun -

yok

tu -

yok 

tun

yok

tum -

yok

tu

sen

ile

ben

den

iz

. (Sayf: 7-9)

EACH AND EVERY

*

Var

lar.


U

çuk da

ol

sa

lar -

var

lar.


U

nu

ta

mam.


A

ta

mam. 

----------''Let me show you

----------I love you -''


Ta

mam.


Lar

... (Sayfa: 15)


Would you hold my hand

If saw you in heaven.?

Would you help me stand

If saw you in heaven.?

Eric Clapton

Tutar mıydın gene elimi

Cennette görseydim seni.?

Tutar mıydın ayakta beni

Cennette görseydim seni.? (Sayfa: 17)




NE
ses
siz
lik
sin
sen
- (Sayfa: 25)


LEYLEKLERİ

giderken
göremedim -
oysa
ne de çok
görmüş
tüm
gi
diş
le
ri
... (Sayfa: 26)


Meşeler dingin, gün ardından
Sessiz yapraklarıyla, güneş yorgunu
Dalları bezgin, yük taşımaktan
Issız yalnızlıklarıyla, dün bungunu
(Sayfa: 40)


İSKELESİZ
''When the rain begins to fall -''

O kıyıya şimdi dalga vururken
O günden hiç iz kalmamışken
yosun çürümüş
martı üşümüşken
denizimiz
bizsiz
kal
mış
ken -

N
eye
yara
r - -

''How can I forget to miss you''
-? (Sayfa: 54)


one girl
one boy
some grief
some joy -
memories are made of these
*
Terry Gilkyson/Frank Miller
(Dean Martin)
*
bir kız
bir oğlan
biraz keder 
biraz neşe -
bunlardan yapılır anılar.
(Sayfa: 59)



Tatlım benim
güzelliğin senin
ölümde bile enfes
*
Son kez yıkıyorum
senin çıplak bedenini
gözyaşlarımla
*
Seni yakacak ateş
beni yakan sevgiden
daha harlı olamaz
*
Benden sonra
ölümden başka
hiçbir âşık
bilmeyecek seni (Sayfa: 71)
*
Herman Portocarero
(Nicholas Lens, Flamma Flamma IX)


HAVA
Karayel'den Yıldız'a döndü
Dalgalar renksiz
Güneş de doğmadan söndü
Yorgun martılar artık öksüz
*
Kasım (Sayfa: 83)

17 Kasım 2021 Çarşamba

Vedat Türkali - Güven 1

BİRİNCİ KİYAP
*
Savaş Yılları

 ''Kim yazarsa yazsın; suç mu Bağımsızlık Savaşı şiiri yazmak.? Suç olmayan ne var bu ülkede.? Niye yıllardır cezaevinde Nâzım.? Şiir yazdığından mı.? Komünist olduğundan. Ozanlığı ile Komünistliğini nasıl ayırırsın Nâzım'ın.? Bir Harbiye Davası, bir Donanma Davası, otuz yıl.. Kızgınlıkla karışık önleyemediği bir ürperti gezindi içinde. Daktiloyla ince kâğıtlara yazılıp çoğaltılmış İstiklal Savaşı Destanı onlardaydı birkaç haftadır. Refik getirmişti, bugün de alacaktı. Üstünde Nâzım'ın şiirleriyle yakalanmak hiç de öyle küçümsenecek olay değildi. Daha yayımlanmamış, gizli.  Anasını ağlatırlar adamın.'' (Sayfa: 10)


''Göz, hasmını tanır.'' (Sayfa: 13)


''Mallarına bile saygı duymak zorundasın burjuvaların.! Burjuva mı bunlar.? ''Finans kapitale satılmış ulusal kahramanlarımız bunlar monşer.'' (..) Monşer, finans kapital.. Aynı soydan olmalarına karşın şu iki sözcük bile uymuyor birbirine.'' (Sayfa: 15)


''Açlığı tanımak için acıkmak yetmiyor. Sen biliyor musun.? Ötesi, tüm yoksulluğu biliyorum, bir süre açlık ne ki onun yanında.! Bir çocuğun en doğal gereksinimlerini umutsuz özleme çeviren beş parasızlığı kim benden daha acı yaşamıştır.? İlaçsız, doktorsuz kişiler arasında kıvranıp durmanın ağırlığını iliklerimde duydum, insanı aşağılayan bir umarsızlıkla, hem de bomboş bekleyişler içinde.'' (Sayfa: 15-16)


''Nâzım Hikmet'ten söz ediyorlar ikide bir, büyük ozan diye.. Komünistmiş o da.! Atatürk çağırmış bir gün, ''Gelsin, bir şiir okusun'' demiş. ''Ben okur Efdalya Hanım değilim'' demiş, gitmemiş Nâzım Hikmet. Atatürk de ''İşte insan bu'' demiş yöresindekilere, ''siz değil.''..'' (Sayfa: 50-51)


''Yaptığı işin üstesinden gelmeli devrimci. Hem de elinden geliyorsa en iyisini yapmalı. Küçümsemeden. Üniversitede öğrenci olmak, hele bizim ülkede az şey mi.? İyi öğrenciler olmanızın devrimciliğe ne zararı var.'' (Sayfa: 66)

*****

''Beşiktaş tramvay durağına doğru yürürken fırının önüne birikmiş kalabalığa baktı; ekmek çıkmasını bekliyorlardı. Karneyle alacakları kapkara, üç yüz gram ekmek içindi bu sessiz, sabırlı bekleyiş. Ekmekleri için katlanmasını biliyor insanlar. İçinde umudu taşıyordu aslında bu ağızsız, dilsiz, sıkıntılı görünüm. Hem de, günü geldi mi nasıl olsa patlayacak olan devrim umudunu.'' (Sayfa: 80)


''Nâzım'ı tanıdım, Doktor Hikmet'i, Hasan Ali Ediz'i.. Tutturmuşlar bir Nâzım muhalefeti. Nedir, ne değildir demeden, Harbiye tutuklaması, ardından Donanma.. Alıp götürdüler iki Hikmet'i de. Hasan Ali'ler kaçacak delik arıyor. Bize de sinmek düştü. İçkiye o zaman alıştım. Reşat Fuat'la da içki masasında tanıştık. İyi içer o da. Doktor Hikmet ağzına koymazdı. Devrimcinin gövdesi vakıf olmalıdır, kendi mülkü değildir; koruyacaksın onu.! Sık sık dediği buydu onun. Doktorluğundan mı derdi, devrimciliğinden mi, bilmem. Yoksa ölçüsüzlüğünden mi.? Bazı düşünürüm de, sızı duyarım içimde. Bize zorla hain dedirttiler Nâzım için. En çok da bu Hasan Ali Ediz. Hain bir parti düşmanıymış Nâzım.! Dedik biz de.! Partili olmuşuz, ne yapacağız başka.? Düşünüyorum bugün de, kim hain.? Hain olmayan kim.? Koyun belli değil, kurt belli değil diyor ya ozan. Bize hain dedirttiler, şimdi de Reşat Fuat, Parti'nin genel sekreteri biliyorsun. Dinamo Nâzım'dan büyük ozandır diyenleri azarlayıp paylıyor. Kendi anlattı; Suphi Taşhan'ı bir haşlamış; ''Bu saçmalıkları sürdürürseniz Küllük Kahvesi'nin dibine batar kalırsınız; partiyi martiyi görmezsiniz. Parti Nâzım'ı tutuyor bugün'' demiş.'' (Sayfa: 131-132)

*
''Kimileri yakınlarını, en son görürmüş, gözü açılsa da. Sevdiklerine uzun süre toz kondurmak istemezmiş. Bilincin epey gelişmesi gerekirmiş, oraya varması için.'' (Sayfa: 135)

''Daha savunduğumuz ideolojiyi bile bilmiyoruz doğru dürüst. Ne okuduk Marks'tan.? Engels'ten.? Lenin'den.? Temel kitapları diyorum. Yanlış yorumlama sakın. Kuşkum filan yok tuttuğumuz yolun doğruluğundan. Ama yeter mi bu kadarı.? Bir iş yaptığımız yok, çeviri yapsak ya bari. Yok, yasakmış.! Nâzım'ın şiirleri de yasak, okunuyor işte, pek iyi. Korkaklık iyice beceriksiz etmiş; diyorum ya, midem bulanıyor benim artık bu boşluktan. Fakültesinin de içine. Bırakmayı bile geçiriyorum bazı. Yapmacık her şeyimiz. Halide Hanım'ın doğru dürüst bilmediği İngiliz edebiyatını ben öğreneceğim de başım göğe erecek.! Her şey iğreti bu ülkede. Minik bir sürü karınca, balon üstünde geziniyor.'' (Sayfa: 141)

*

''Halk çok acı çekiyor. Pahalılık canavar gibi. Doğanın eli açık, yoksa neylerdi yoksullar.? Balık bol, sebze bol. Kuzu gibi toriği bizim işyerinin önünden sürüyüp götürüyordu adam. İyi-kötü işi varsa karnını doyurabiliyor. O doğa, kavgayı da soğutup geciktiriyor ama. İş bulmak kolay mı.? Balığın ucuzluğu ondan. Pekmeziyle, bulguruyla, tarhanasıyla yuvarlanıp gidiyor ülke. Bizim atölyede bile çalışanların çoğunun yeygileri köyden geliyor. Gel de sınıf kavgasını anlat. En güç değişen kafa, kentteki köylü kafası.'' (Sayfa: 199)

*

''Kendimizi eleştirme gücümüz körelirse, neyimiz kalır.? Felsefemiz olmamış, ordan geliyor kafamızdaki darlık. Saplantıdan kurtulmanın yolu, kuşku; eleştiri de ilk adımı onun.'' (Sayfa: 203)
*
''Her türden tuzaklarla, boğulup gideceğin kuyularla doluydu yollar. Bir matbaa odasında, eski koltuk üstünde, yoksul, yapayalnız ölüp giden Şinasi'yi, Tanzimat'ın yenilik öncüsü Şinasi Efendisi'ni düşünürdü. O dönemler kapanıp gitti sanıyoruz. Nâzımlara matbaa odasını bile çok gördüler, zindanda öldürüyorlar. Ne güç iş insanlara yeni şey öğretmek bu ülkede.'' (Sayfa: 204)
*
''Geçmişte iyi şeyler bulup çıkaracaksın (var, olmaz olur mu.?), günlük kavganı yürüteceksin o mutlulukla.! Itrî'yi de dinleyeceksin, Bach'ı da. Marks'ı da bileceksin, Bedrettin'i de. Nâzım'ın şiiri olmasa nerden bilecektik Bedrettin'i.? Niye yalan söyleyeyim, adını bile duymamıştım. Başka nelerimiz var, kim bilir.?'' (Sayfa: 209)

İKİNCİ KİTAP
*
Kara Duvarın Gölgesinde
*
''Kıskanmasında bile bir dostluk, bir sıcaklık var bu oğlanın; arkadaş sevgisi var. Yüceltip onurlandırıyor insanı. Çoğun sertçe kapışmaları, kendine en yakın bulduğu kişi olmasına gölge düşürmemişti hiç.'' (Sayfa: 267) * ''Almanlar Kafkasya'ya inmişlerdi. Türkiye'nin tüm faşistleri sevinç içindeydiler. Peyami Safa ''Kaf Dağı'nda Bayrak'' adlı bir yazıyla kutluyordu olayı. Stalingrad'a dayanmış Almanlar, işin bittiğini yayıyorlardı.'' (Sayfa: 270)
*
''Dimitrov'un bir sözü var. Anahtar söz: Bir komünistin diyor, ne biçim komünist olduğunun tek ölçüsü bugün, Sovyetler Birliği'ne karşı tutumudur.'' (Sayfa: 274)
*
''Ne diyordu Lenin, yalnız sindirim saatlerinde değil tüm yaşamının her ânında düşüneceksin devrimi.'' (Sayfa: 283)
*
''- Beni seviyor musun.? dedi.
- Çok.. Sen.?
Bu kız niye hep böyle kısa kısa konuşur.?
- Çok çok çok seviyorum. Büyük kavgamı sevdiğim gibi seviyorum seni.'' (Sayfa: 284)
*
''Devrimciler için kavga günleri arife günleridir Hocam.! Bayram bizim sokağımıza da gelecek.'' (Sayfa: 306)
*
''Kişiler kim olursa olsunlar kendilerini kuşatmış toplum yargılarının elverdiğinden öte, kanatlanıp uçamıyorlardı kolay kolay.'' (Sayfa: 334)


''Nâzım'ın ''Çar'a dokunma.!'' öyküsü hiç çıkmazdı aklından. Eski Bolşeviklerden biri anlatmış: Çarlık döneminde bir bölgede tutuklayıp jandarmalara vermişler bunu, ille götürecekler. Jandarmalar mujik. Yolda acıyorlar buna. Sıkı emir var; elinde kelepçe, ayağında zincir. Ne yaptı da böyle davranıyorlar bu okumuş adama.? ''Ben,'' diyor adam, ''kasabanın ileri gelen hükümet memurlarına hırsız dedim,'' diyor. ''Doğru demişsin,'' diyor mujikler. ''Hepimiz biliyoruz hırsızlıklarını.!'' ellerindeki zincirleri gevşetiyorlar biraz, acıyarak. Ertesi gün gene duruyorlar üstünde, onlara hırsız demekle başa gelmez bunlar. Bolşevik diyor ki, ''Vali de hırsız,'' dedim. Başlarında da bakanlar, nazırlar var bunların, hepsi hırsız.'' ''O da doğru,'' diyorlar. Ayaklarını da gevşetiyorlar biraz. Epey bir zaman sonra gene yokluyor jandarmalar. ''Hükümetin hırsızlığını bilmeyen mi var.? Sana nasıl kıydılar.?'' deyince, Bolşevik, ''Bakın,'' diyor, ''O hırsızları biliyorsunuz ya, hepsinin başında da Çar var,'' diyor. ''Onu söyledim ben.!'' Jandarmalar fırlıyor, ''Hah,'' diyorlar, ''Şimdi anladık senin ne namussuz herif olduğunu. Kutsal Çar babamıza söversin ha.!'' Bütün zincirleri eskisinden daha ağır biçimde sıkıyorlar. ''Ülkene gidiyorsun Nâzım'' demiş eski Bolşevik. ''Sakın Çar'a dokunma.!''..'' (Sayfa: 423)


''- Halk acınacak koşullar içinde. Savaş var deyip uyutuyorlar milleti. Hele şu son bir yıldır soygun, vurgun gırla. Halk perişan. Ama örgütsüz. Hırsızlarla ortaklarının eline kalmış ülke. Aydınlar dersen, herkes kendi dümeninde. Zaten aydın denecek kaç kişi var ya..'' (Sayfa: 451)
*
''Gelen sıkıp duruyor mengeneyi. Böyle batırdılar bizi; hep de ''kurtarıyoruz'' diye diye.'' (Sayfa: 461)


''Size şu kadarını söyleyeceğim; gazeteci hiçbir gün, korkusuzca, şöyle bir oh demedi bu ülkede.'' (Sayfa: 463)
*
''- Bakın Sahir Bey, dedi. Benim bir ortağım vardı, Allah rahmet eylesin, Şükrü Bey. Atatürk'ün hastalık günleri.. Bir yazı çıktı gazetede, Ata'nın sağlık durumuyla ilgili. Ertesi günü, bir telefon; Ankara'ya çağırdılar Şükrü Bey'i. Kalkıp gitti rahmetli. Güpegündüz, elektrikle aydınlatılan karanlık bir odaya almışlar; tam üç saat sorgu. Ne maksatla yazıldı bu yazı.? Sordukları bu.! Ağır sözler edip ağır bir gözdağıyla da bırakmışlar sonunda. Bir ay sonra inme indi sağ yanına Şükrü Bey'in. Bir yıl sonra da öldü..'' (Sayfa: 464)

''Okumak, kitaplara sığınmak yetmiyordu artık. Çözüm getirmiyor, bir ışıklı yol açmıyor, birkaç adım olsun attırmıyorsa, ne yararı var o yaptığın işin.? Kitapların aydınlığı saklı kalmamalıydı içinde.'' (Sayfa: 466)
*
ÜÇÜNCÜ KİTAP
*
Daldaki Kiraz
*
''Ağzı süt kokan bir kız olarak değil, ayırıp değerlendirmesini bilerek onu seçmiş olmasının üstünlüğünü nasıl göremiyordu, öyle büyük savlarla ortaya çıkan biri.'' (Sayfa: 503)


''Toprağın altına sinmiş tohum gibi yapayalnız yaşamasını bileceksin böyle bir dünyada, çürümeden.'' (Sayfa: 553)


''- Para almam ben, dedi.
Adamın bir şey demesine kalmadan,
- Para kazanmak için başka iş bulurdum kendime, dedi.
Karanlık sokakta dönüp baktı Mihail,
- O zaman da para kazanmak için iş yapmış olurdunuz efendim, dedi. Komünist olmazdınız.!'' (Sayfa: 556)

''- ..Baksana şuraya: Adam Kürt, Kürt'üm demeye korkuyor.
Kötü bozulmuştu, taş gibi bakıp duruyordu Nedret. Veysel ne diyeceğini bilmeden sallanıp kımıldadı bir iki,
- Korkmuyorum Hocam da, dedi, çekingen bir sesle, yani ben şoven değilim.
- Türk'üm deyince olmuyorsun da, Kürt'üm deyince şoven oluyorsun öyle mi.? Terslik yok mu burda.?'' (Sayfa: 571)
*
''..o gece, yemekte karşı çıkmıştı Doktor Nurettin'e; ama belki de doğruydu adamın dedikleri. Binlerce, on binlerce köylü; kadın, erkek, çoluk, çocuk ya makineliyle taranmış ya da süngülenip Murat suyuna atılmış. Subaylardan bile delirenler olmuş dayanamayıp. Tam bir canavarlık Dersim'de.'' (Sayfa: 572)


''Nâzım, o günler edebiyat alanında parlamış yıldız Türkiye'de; komünizmin de simgesi olmuş. Özellikle aydınlar, öğretmen, avukat, doktor, mühendis gençler arasında, kimi bürokrat katlarda bile, geniş hayran yığını var.! Asıl önemlisi de komünizme yakınlık duyan işçiler, emekçiler arasında taparcasına seviliyor. Ayakkabıcısı, marangozu, demircisi akşam oldu mu, usta topluyor tezgâhın başına çırağı, kalfayı; bir şişe de rakı açıp başlıyorlar Nâzım'dan şiirler okumaya.! Ben de kendimden geçiyorum o günler Nâzım şiirlerini okurken; Bahri Hazer, Salkımsöğüt, Piyer Loti, Berkley, Emperyalizm. Nasıl geçmeyelim; edebiyatta ilk kez bizim sesimiz bu şiirlerle çıkıyor ortaya, adam yerine konuyor işçi.! Tarihsel maddeciliği, devrimi anlatıyor bizlere.! Çoğu bugün de belleğimdedir. ''Şarktan geliyorum - Şarkın dertlerini haykıraraktan geliyorum,'' diyen bir şiiri vardır. Komintern'in 25 Plenium'da, Lenin'in önceki tezlerine dayanarak devrimci atılımın Doğu'ya kaydığını bildiren kararlarını anımsatıyor.! Hep bir şey öğretiyor bize yani.! KUTV'da, Doğu İşçileri Komünist Üniversitesi'nde çevirmenlik yaptı Moskova'da Nâzım. Doktor'la, özellikle de Baytar Cevdet'le ilk çalışmaları da orda başlamış, başıboş ozan tavrı, parti disiplinine ters görülüyor. Bir de, o günlerin aydınlarını çok etkilemiş olan Troçki'yi seviyor; o da süzme aydın çünkü. Ama Troçkist değilim, diyor Nâzım.'' (Sayfa: 625-626)
*
''Bir kadını sever insan.! Ona da kavuşamaz çoğu kez.!'' (Sayfa: 661)
*
''Dini, imanı da bu, aşkı da. Kimseye düşmanlığa kalkışma boşuna.! Parayı sen de seviyorsun çünkü.'' (Sayfa: 664)
*
''Bir Köy enstitüleri çıkardılar İnönü'yü kandırıp, komünist yuvası diyorlar onlar için de. Batıracaklar devleti.!'' (Sayfa: 729)
*
''- Valla anlamıyorum, ayıp değil ya, dedi. Hepimiz biliyoruz, isteseydin bakandın. Ne bileyim, genel müdürdün, müsteşardın belki.. Yani, bu olmayacak yolu tutup da, böyle..
Gerisini Reşat'a bırakmış gibi, kesti sözünü.
- Ben, fukara halkımın yanında olmaktan mutluyum, dedi Reşat Fuat sessizliği pek uzatmadan.
Birden doğruldu Sait, patlamış gibi yüksek perdeden bir sesle,
- Biz de o fukara ulus için çalışıyoruz Reşat Bey, biz de, dedi. Bu fukara ulusu Atatürk kurtardı. O yoldayız biz de.
Bu coşkulu sözlere alaylı bir gülümseme oldu ''Reşat Bey''in ilk yanıtı. Aynı güvenli ağırlıkla aldı yavaşça,
- Verilen emirleri yerine getirmekle yükümlü biri olarak şuraya oturtulmuş görevlisiniz siz, dedi. Soyulan halkın yararına olan önerilere niye karşı çıkıyorlar, sorsanıza yukarıya, fukara ulus için çalışıyorsanız. Kaç kez önerildi bu onlara; neden yanaşmıyorlar.?
Beklemediği bir engele çarpmış gibi duraladı Sait; Galip'e baktı, ''Görüyor musun.?'' gibisine. Reşat'a kızmasına karşın, Sait'in şaşkın bakışına gülecek oldu Galip. Versene yanıtını herifin, geri zekâlı, ne bakıyorsun bana.?
- Neymiş o öneriler.?
- Gördünüz yazdıklarımızı. Halkın acılarını biraz olsun dindirmek için düşünülmüş önlemler hepsi de. Hırsızlık, vurgun, talan, karaborsa önlesin, halk soluk alsın biraz. Halkın demokratik hakları tanınsın. Ülkede..
Sözü böldü Sait,
- Moskof'la birlik olalım; Bolşevik gelsin kurtulalım.! Acımız böyle dinecek.!
Sait'in kızgınlıkla giriştiği alaylı saldırganlığı sessiz karşıladı Reşat Fuat. Kuru, soğuk bir sesle,
- O yazılanları okuyup da böyle anlamışsanız, neyi anlatabilirim ben size.? dedi.''
(..)
''- Niye bırakmadın, konuşsun.?
Duraladı Sait; ciddi mi söylüyor gibi baktı bir,
- Konuşulmaz bunlarla oğlum, dedi. Valla şeytanı bile kandırır.
Tutamayıp güldü Galip. Bizi de kandıracağından korktun demek.!
- Askeri yargıç dalga geçiyor geçende: Yahu bunların ağzından bal akıyor. Okuyun şu yazıları.! Biz niye bunların yanına geçmiyoruz Sait Bey.? diyor.! Şaka maka kandırır insanı bunlar.!'' (Sayfa: 743)

15 Kasım 2021 Pazartesi

Binbir Gece Masalları Cilt 4/2, Fransızcaya Çeviren: Joseph Charles Mardrus, Fransızcadan Çeviren: Âlim Şerif Onaran

 

ON BEŞİNCİ KİTAP:

*

Şehzade Elmas'ın Harika Öyküsü:

*

''..yüreğimin kabuğundan dökülecek olan sözleri dinle, onları topla ve giysinin eteğine koy.!'' (Sayfa: 403)

*

''Aşk varlığını sezdirmeden kulağımdan geçerek içime sızdı;

Ve bilinmeyen sevgili ile yüreğim arasında ne olup bittiğini anlayamadım.'' (Sayfa: 405)

*

''..kuşkuları yüreğimin çekmecesinde sakladım ve suskunun kilidini dilimin kapısına taktım.'' (Sayfa: 436)

*

''Ve bu öyküyü çok büyük bir dikkatle dinleyen Şah Şehriyar ''Ey bal ağızlı, sana övgüler olsun.! Sen bana acı kaygılarımı unutturdun.! diyerek Şehrazad'a ilk kez teşekkür etmiş.'' (Sayfa: 447)


Özdeyişler ve Nükteler Ustasından Bazı Latifeler ve Nükteler:

*

Cûha: (Mısır, Suudi Arabistan ve Yemen'de Gûha) ya da Cûhi: Nuh Duceyn bin Sabit (Haris) ya da Abdullah olarak da bilinir. İslam dünyasının Nasrettin Hoca'sı. Eski İslam kaynaklarında yüz yıl yaşadığı, Kûfe'de öldüğü belirtilir. Adına ilk kez Câhizî'nin IX. yüzyılın başlarında yazdığı Risale fi'ş-Hakameyn adlı yapıtında rastlanır. Fıkraları Nasrettin Hoca'nınkilerle sık sık karşılaştırılır. (Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi. (A.Ş.O)

*

Günün birinde, dostları ona ''Ey Cûha, yaşamını avarelik içinde geçirmekten ve elinin on parmağını sadece ağzına yiyecek doldurmak için kullanmaktan utanmıyor musun.? Ve de artık bu serseri hayatı bırakıp herkesin yaşamına uygun şekilde yaşamanın zamanı geldiğini düşünmüyor musun.?'' demişler. Onların bu sorularına Cûha hiç yanıt vermemiş. Ama günün birinde, kendisini göklerde yücelere uçurmaya yatkın şahane kanatlarla donanmış ve kuşlara dehşet veren harika bir gagası ve iki zambak sakına benzer ayakları olan büyücek ve güzel bir leylek yakalamış. Onu yakalayınca da kendisine sitemde bulunanlarla birlikte eline bir bıçak alarak taraçasına çıkmış ve leyleğin muhteşem kanatlarını, harika gagasını ve incecik olan güzelim bacaklarını kesmiş ve onu havaya fırlatarak ''Uç, uç bakalım.!'' diye haykırmış Dostları buna çok kızarak kendisine ''Allah belanı versin, ey Cûha.! Neden bu çılgınlığı yaptın.?'' diye haykırmışlar. O da ''Bu leylek, öteki kuşlara benzemediği için canımı sıkıyor ve bakışımı incitiyordu. Ama ben onu şimdi herkese benzer yaptım'' diye yanıt vermiş.'' (Sayfa: 448-449)

Kuşların Başkanı Genç Kızın Öyküsü:

*

''İç çek, ey sabah, ta ki bu iç çekmelerden biri dalgalanarak sevgilinin toprağına yol alsın.'' (Sayfa: 465)

*

''Daha nice zaman, ey zalim, yaramı alaya alacaksın.? Yüce Tanrı, şu koskoca yeryüzünde, senin alaylarının mızrağına hedef olarak benden başkasını yaratmış mıdır acaba.?'' (Sayfa: 469)


''Euklides'in kendisi, benim peteğimin hendesesine hayran olarak bilgilenmiştir.'' (Sayfa: 495)

*

''Aşk, ağır olanı yeğniler. Anladıysan beri gel, anlamadıysan olduğun yerde kal.'' (Sayfa: 496)

*

''Şah Şehriyar, Şehrazad'ın bu öyküsüne, özellikle çiçeklerin ve başta Hüthüt Kuşu'nun ve karganınkiler olmak üzere kuşların şarkılarına hayranlığın sınırında hayran olmuş. İçinden ''Vallahi.! Vezirimin bu kızı benim için büyük bir lütuf oldu. Onun erdemlerini ve niteliklerini taşıyan birisi ölmeye layık değildir. Onun hakkında kesin bir karara varmadan önce, bir süre daha düşünmem gerek. Ve sonra.! Belki de onun hâlâ bana anlatacağı kim bilir daha ne harika öyküleri vardır.!'' diye düşünmüş. Ve ruhunda o güne kadar duymadığı bir coşkunluk duymuş; öyle ki, ansızın Şehrazad'ı yüreğine bastırmaktan kendini alamamış..'' (Sayfa: 505)

Sekizinci Kolluk Amirinin Öyküsü:


''..''İşte dövüşçü karşında.! Kim gelip dövüşecek onunla.?'' diye haykırmış. Genç kız da, herkesin önünde gelip avlunun ortasında halının üzerinde oğlanın karşısında yer almış. O da hemen ''Bizimle birlikte Kaf Dağı'nın tepesine uç.!'' diyerek halıya değneğiyle vurmuş. Halı da herkesin şaşkınlığı içinde, göklere doğru yükselmiş, göz açıp kapayasıya kadar bir zaman bile geçmeden, onları Kaf Dağı'nın tepesine kondurmuş.'' (Sayfa: 563)

ON ALTINCI KİTAP

Deniz Gülü İle Çinli Genç Kızın Öyküsü:


''Bu bahçeden kan ağlayan laleler gibi, aşkın yarasını yüreğimde taşıyarak ayrılıyorum.

Bahtsız o kişidir ki, dünya bahçesinden, urbasının eteğinde hiçbir çiçek taşımaksızın çıkar gider. (Sayfa: 594)

*****

''Şehriyar da ''Yoksa benim zevkimden kuşku mu duymaktasın, ey Şehrazad.! Ben acaba senin sözlerin kulaklarıma akmadan ve gözlerim seni görmeden herhangi bir geceyi geçirebilir miyim.?'' demiş.'' (Sayfa: 605)

Bilgiye ve Tarihe Açılan Pencereler:

*

''Konuş ve ruhunda ne varsa boşalt ki, dinleyenin kulağı bunlarla beslensin.! Kim bilgiyi elde etmişse, büyük bir servet edinmiştir. Ve Nasip Dağıtıcı, isteyene bilgi verir ve zekâ da onun buyruğuyla var olur; ama insanoğulları arasında ancak küçük bir miktarı ruhsal verilere sahip olur.''

*

''Bakışlarımızı bilgiye ve tarihe açılan pencereden dışarı çevirerek yöremizi gözlemleyelim.! Ve oradan eski yüzlerin harika geçişini izleyelim; böylece, bu geçiş dolayısıyla ruhumuz aydınlansın ve ışık içinde yetkinliğe doğru yol alsın.!'' (Sayfa: 646)

12 Kasım 2021 Cuma

L. Frank Baum - Oz Büyücüsü, Çeviren: Volkan Yalçıntoklu


 Arka Kapak:

*
1900 yılında yayımlanan Oz Büyücüsü, yazarı L. Frank Baum’un ifadesiyle “merak ve eğlencenin korunduğu, kederin ve kâbusların dışarıda bırakıldığı modern bir masal” olmayı amaç edinir.
Amerikan edebiyatının ilk masalı olarak görülen eser, 1890’ların Amerika’sındaki ekonomik, politik ve toplumsal durumun sembolik bir alegorisi olarak değerlendirilir ve Batı’daki çiftçilerin durumunu, dönemin altın piyasasını ve İç Savaş’tan sonra çalışamayıp ekonomik sorunlar yaşayan işçileri sembolize eden unsurlar taşıdığı ileri sürülebilir.
Söz konusu alegorik özelliği ve hayali öğeleriyle hem çocuklara hem de yetişkinlere hitap eden bu klasikleşmiş eser, bir kasırgaya kapılan küçük Dorothy ile köpeği Toto’nun Kansas’ın uçsuz bucaksız çayırlarından fantastik Oz Diyarı’na uzanan yolculuğunu ve bu serüvende edindikleri sıra dışı dostları anlatır. Çıktıkları zorlu ve tuhaf yolculukta Korkuluk beynini, Teneke Adam kalbini, Aslan da cesaretini ararken Dorothy’nin tek istediği Kansas’a, teyzesiyle eniştesinin çiftliğine geri dönebilmektir. Ne de olsa insanın evi gibisi yoktur
*
Lyman Frank Baum: (1856-1919): 1856'da New York'ta doğan L. Frank Baum, kariyerine gazeteci olarak başladı. Kırklı yaşlarından itibaren çocuklar için yazan Baum, ilk kitabı Father Goose (Baba Kaz, 1899) ile büyük başarı kazandı. Ertesi yıl Baum'a ''Amerikan masallarının babası'' unvanını kazandıran Oz Büyücüsü yayımlandı. 1902 yılında Chicago'da müzikal olarak sahnelenen eser 1939'da sinemaya uyarlandı ve on yıllardır hem tiyatroda hem de beyazperdede pek çok yapıma ilham verdi.
Baum, 13 Oz kitabı daha yazdı. Ölümünden sonra da diziyi başka yazarlar sürdürdü. Baum'um kendi adıyla ya da çeşitli takma adlarla yazdığı, çoğu gençler için 50'den fazla romanı, onlarca kısa hikâyesi ve şiiri bulunuyor.

ÖNSÖZ
*
Halk bilimi, efsaneler, mitler ve masallar çağlar boyu çocukluğun peşini bırakmadı, zira her sağlıklı çocuk fantastik, doğaüstü ve açıkça gerçekdışı olan hikâyelere karşı faydalı ve içgüdüsel bir sevgi duyar. Grimm Kardeşler ile Andersen'in kanatlı perileri çocuksu kalplere insanlığın yarattığı başka her şeyden daha çok mutluluk getirmiştir.
Ancak eski masallar, kuşaklar boyu faydalı olduktan sonra, artık çocuk kütüphanelerinde ''tarihi'' olarak sınıflandırılabilirler; zira yazarların her hikâyede korkunç bir kıssadan hisseye işaret etmek için tasarladığı bütün o dehşetengiz ve kan donduran olayların yanı sıra basmakalıp cinler, cüceler ve perilere de artık yer vermeyen bir dizi yeni ''masal''ın zamanı geldi. Modern eğitim ahlakı da içerir; bu yüzden günümüz çocukları masallarda yalnızca eğlence arıyor ve hoşuna gitmeyen bütün olayları memnuniyetle bir kenara itiyor.
''Muhteşem Oz Büyücüsü''nin hikâyesi, bu düşünce göz önünde bulundurularak, yalnızca günümüz çocuklarını hoşnut etmek için yazıldı. Bu hikâye, merak ve eğlencenin korunduğu, kederin ve kâbusların dışarıda bırakıldığı modern bir masal olmaya talip.
*
L. Frank Baum, Nisan 1900, Chicago


''..kafamın içinde seninki gibi beyin değil de saman varken herhangi bir şeyi nasıl öğrenebilirim.?
(..)
''Sana bir sırrımı söyleyeceğim,'' diye devam etti yürürken. ''Dünyada korktuğum tek bir şey var.'' ''Nedir o.?'' diye sordu Dorothy. ''Seni yapan Kıtırsoy çiftçi mi.? ''Hayır,'' diye yanıtladı Korkuluk; ''yanan bir kibrit.'' (Sayfa: 16)


''Biliyorsun kafam samanla dolu, işte bu yüzden Oz'dan beyin istemeye gidiyorum.''
''Ah, anlıyorum,'' dedi Teneke Adam. ''Ama neticede beyin dünyadaki en iyi şey değil.''
''Sende var mı.?'' diye sordu Korkuluk.
''Hayır, benim kafam bomboş,'' diye yanıtladı Teneke Adam. ''Ama bir zamanlar beynim de vardı, kalbim de.. İkisini de denemiş biri olarak, daha çok bir kalbim olmasını tercih ederim.'' (Sayfa: 26)


''Sen neden korkaksın ki.?'' diye sordu Dorothy, neredeyse küçük bir at boyunda olan bu koca canavarı merakla inceliyordu.
''Bunu ben de bilmiyorum,'' diye yanıtladı Aslan. ''Sanırım doğduğumdan beri böyleyim. Aslan her yerde Hayvanlar Âleminin Kralı kabul edildiğinden, ormandaki diğer hayvanlar da doğal olarak benim cesur olmamı bekliyorlar. Yeterince yüksek sesle kükrersem bütün canlıların korkup yolumdan çekildiklerini fark ettim. Ne zaman bir insan görsem çok korkarım; ama tek yaptığım kükremek olur ve o da olabildiğince hızla kaçar. O kadar korkağım ki filler, kaplanlar ya da ayılar benimle dövüşmeye kalkışacak olsalar kaçan taraf ben olurdum; ama kükreyişimi duyar duymaz benden uzaklaşmaya çalışıyorlar, tabii ben de gitmelerine izin veriyorum.'' (Sayfa: 31)




''İhtiyacın olan tek şey kendine güvenmek. Tehlikeyle karşılaştığında korkmayan canlı yoktur. Gerçek cesaret, korkmana rağmen tehlikeye göğüs gerebilmektir..'' (Sayfa: 98)


''Şarlatanlıktan nasıl vazgeçebilirim ki,'' dedi kendi kendine, ''hele de insanlar aslında yapılamayacağını herkesin bildiği şeyleri yapmamı isterken..'' (Sayfa: 103-104)

Giovanni Scognamillo - Türk Sinema Tarihi (Kabalcı Yayınları)

  ÖNSÖZ, Giovanni Scognamillo * Bir tarih kitabını yazmak -ister bir çağın, bir ulusun ister bir sanatın tarihi olsun- sadece o çağın, ulusu...