27 Mart 2023 Pazartesi

Nâzım Hikmet Ran - Yeni Şiirler 6 (1951-1959)


 Sen tarlasın

---ben – traktör,
sen kâğıtsın,
---ben – yazı makinası;
karım, oğlumun anası,
sen türküsün,
---ben – cura.
Ben nemli ılık bir lodos gecesiyim
---sen rıhtımda dolaşan kadınsın,
-----bakıyorsun karşıki ışıklara.
Ben suyum,
---sen – içensin.
Ben yoldan geçenim
---sen bana el etmek için
-----pencere açansın.
Sen Çin’sin
---ben – Mao Çe Tung’un ordusu
Sen Filipinli bir kız çocuğusun 14 yaşında
---ben kurtarıyorum seni
-----bir Amerikan deniz erinin elinden.
Sen bir köysün.
---Anadolu’da bir dağ başında.
Sen şehrimsin
---en güzel ve en acılı.
Sen bir imdat çığlığısın, yani memleketimsin,
Sana doğru koşan adımlar – benim.
*
1951(Sayfa: 7)


Karanfilli Adam
*
Seher karanlığında,
projektörlerin ışığında,
kurşuna dizilen beyaz karanfilli adamın
-----fotoğrafı
---duruyor üstünde masamın.
*
Sağ eli
-----tutuyor karanfili
--------bir ışık parçası gibi Yunan denizinden.
Karanfilli adam
Ağır kara kaşlarının altından
-----bakıyor cesur çocuk gözleriyle,
-------hilesiz bakıyor.
*
Türküler ancak böylesine hilesizdir
ve ancak komünistler
and içer böylesine hilesiz.
Dişleri bembeyaz:
gülüyor Beloyannis.
Ve elindeki karanfil,
-----bu yiğit,
-------bu rezil
---------günlerde
söylediği sözlerden biri gibi insanlara...
*
Mahkemede çekildi bu fotoğraf.
İdam kararından sonra.
*
Moskova, 26 Mayıs 1952 (Sayfa: 21) (Çizim Picasso)
*
Nâzım Hikmet Ran - LİDİ VANNA


Kaç kere beraberce yazmışız şiirlerimi,
kaç kere mavi dumandan avuçlarına onun
-----koymuşum yanan başımı.
Sanmıyorum kötülük edeceğini bana.
Ama ilminize hürmeten
-----ve güzel hatıranız için Lidi Vanna
-----peki, terkedeyim tütünü:
mapusane yoldaşımı.
*
Peki Lidi Vanna, kafayı çekmiyeyim.
ne şarap, ne votka, ne rakı,
-----hattâ yılbaşı gecesi,
-----bayramlarda hattâ,
-----hattâ Kosti'nin doğum günü.
Zaten evet,
-----en kolayı bu,
kırk yıl içmesem aklıma gelmez meret.
*
Peki, saat on dedi mi,
yatırayım yatağa hasta kalbimi
çocuklarla, kuşlarla beraber.
Halbuki, meselâ, geç vakit geceleyin,
-----kışın hele,
rahatsız etmeden
-----büyük uykudaki insanı,
usulcacık geçip Kızıl Meydan'ı
dolaşmıya bayılırım
-----rıhtımında Moskova nehrinin,
yahut da sabahlamıya, Lidi Vanna,
-----usta bir kitabın aydınlığında.
*
Peki, en azından altı ay daha
yârin dudağından uzak durayım.
Zaten ayrılık var arada.
*
Anlıyorum, Lidi Vanna, yoldaşım,
yüksek emirlerinize riayet gerek,
yoksa, üçüncü bir enfarkt,
ve el bombası gibi patlayıp dağılabilir yürek.
Anlıyorum.
Fakat,
"Sevinç,
---öfke,
-----keder,
tütünden de, diyorsunuz,
uykusuzluktan da beter."
İyi ama doktorcuğum, meselâ,
nasıl sevinmem dolu dizgin,
gördükçe ben komünist,
---burda komünizmin elle tutulur hale geldiğini,
yahut bu nisan ayında
-----Fransa seçimlerinde
------en çok bizimkilerin oy aldığını.?
Benim akıllı doktorum, insaf edin,
nasıl öfkelenmem düşündükçe memleketimi.?
Çırpınıyor ayakları altında bir avuç hergelenin.
Sonra, meselâ
-----belki görmiyeceğim bir daha
------anasıyla Memed'imi.
Kederlenmemek elde mi, güzel gözlü doktorum,
-----elde mi.?
*
Sözün kısası, Lidi Vanna,
şefkatli emeğinizi boşa çıkaracağım diye
-----kızmayın bana.
Ben vekarlı, sakin,
---vurdumduymaz bir kaya gibi
-----deniz kıyısında yaşamıya
-------söz veremiyeceğim.
*
Bırakın, doktor,
yürek bu,
bakın nasıl çarpıyor.
Çatlıyacaksa öfkeden,
---kederden,
----sevinçten,
---varsın çatlasın..
*
1953, 29 Nisan,
Barviha Sanatoryumu, Moskova (Sayfa: 22-24)
*
''23'' SENTLİK ASKERE DAİR
*
Mister Dalles,
sizden saklamak olmaz,
hayat pahalı biraz bizim memlekette.
Meselâ iki yüz gram et alabilirsiniz,
-----koyun eti,
--------Ankara'da 23 sente,
yahut iki kilo kuru soğan,
yahut bir kilodan biraz fazla mercimek,
elli santim kefen bezi yahut,
yahut da bir aylığına
-----yirmi yaşlarında bir tane insan,
----------erkek,
*
ağzı burnu, eli ayağı yerinde,
üniforması, otomatiği üzerinde,
yani öldürmeğe, öldürülmeğe hazır,
belki tavşan gibi korkak,
-----belki toprak gibi akıllı
------belki gençlik gibi cesur,
-------belki su gibi kurnaz
---------(her kaba uymak meselesi),
belki ömründe ilk defa denizi görecek,
belki ava meraklı, belki sevdalıdır.
Yahut da aynı hesapla Mister Dalles
-----(tanesi 23 sentten yani)
satarlar size bu askerlerin otuz beşini birden
-----İstanbul'da bir tek odanın aylık kirasına,
seksen beş onda altısını yahut
-----bir çift iskarpin parasına.
*
Yalnız bir mesele var Mister Dalles,
-----herhalde bunu sizden gizlediler:
Size tanesini 23 sente sattıkları asker
-----mevcuttu üniformanızı giymeden önce de,
-----mevcuttu otomatiksiz filân,
-----mevcuttu sadece insan olarak
-----mevcuttu,
-----tuhafınıza gidecek,
mevcuttu,
-----hem de çoktan mı çoktan,
daha sizin devletinizin adı bile konmadan.
Mevcuttu, işiyle gücüyle uğraşıyordu,
meselâ, Mister Dalles,
-----yeller eserken yerinde sizin New-York'un,
-----kurşun kubbeler kurdu o
-----gökkubbe gibi yüksek,
----------haşmetli, derin.
Elinde Bursa bahçeleri gibi nakışlandı ipek.
HalI dokur gibi yonttu mermeri,
ve nehirlerin bir kıyısından öbür kıyısına
ebemkuşağı gibi attı kırk gözlü köprüleri.
Dahası var Mister Dalles,
sizin dilde anlamı pek de belli değilken henüz,
-----zulüm gibi,
-------hürriyet gibi,
---------kardeşlik gibi sözlerin,
dövüştü zulme karşı o,
ve istiklal ve hürriyet uğruna
ve milletleri kardeş sofrasına dâvet ederek,
ve yârin yanağından gayri her yerde,
-----her şeyde,
------hep beraber,
--------diyebilmek için,
-------yürüdü peşince Bedreddin'in
O, tornacı Hasan, köylü Mehmet, öğretmen Ali'dir,
kaya gibi yumruğunun son ustalığı:
-----922 yılı 9 Eylülüdür.
Dedim ya, Mister Dalles,
herhalde bütün bunları sizden gizlediler.
Ucuzdur vardır illeti.
Hani şaşmayın,
-----yarın çok pahalıya mal olursa size,
-----bu 23 sentlik asker,
--yani benim fakir, cesur, çalışkan, milletim,
---her millet gibi büyük Türk milleti.
*
16.7.953
*
DİPNOT: Geçenlerde gazeteler yazdı: Amerika'nın Dışişleri Bakanı Mister Dalles, Atlantik Paktı'na en ucuz askeri Türkiye'nin sağladığını söylemiş. Bir Türk askeri 23 sent'e mal oluyormuş. Bu meselenin üzerine bir şiir yazdım. (Sayfa: 27-29)


Lehistan Mektubu:
*
''Sevgilim, gonca gülüm,
başladı Lehistan ovasında yolculuğum.
Lehistan’da millet
-----sosyalizmi kurmakla meşgul.
*
Sosyalizm,
yani şu demek ki, dayı kızı,
sosyalizm,
senin anlayacağın yani,
el kapısının yokluğu değil de
-----imkânsızlığı.
Ekmeğimizde tuz,
-----kitabımızda söz,
-------ocağımızda ateş oluşu hürriyetin,
yahut, başkası yel de,
-----sen yaprakmışsın gibi titrememek,
bunun tersi yahut..
Sosyalizm,
devirmek dağları el birliğiyle,
ama elimizin öz biçimini,
-----öz sıcaklığını yitirmeden.
Yahut, meselâ,
sevgilimizin bizden ne şan, ne para,
-----vefadan başka bir şey beklemeyişi..
Sosyalizm,
yani yurttaş ödevi sayılması bahtiyarlığın,
yahut, meselâ,
-bu seni ilgilendirmez henüz-
esefsiz,
-----güvenle,
------emniyetle,
gölgeli bir bahçeye girer gibi
-----girebilmek usulcacık ihtiyarlığa,
ve hepsinden önemlisi,
çocukların, ama bütün çocukların,
-----kırmızı elmalar gibi gülüşü..
Göğsümü kabartmıyor değil
dedelerimden birinin Lehli oluşu..'' 
*
1954 (Sayfa: 39-40)
*
Postacı
*
Macaristan'da yolculuk notlarından
*
İnsanın, dünyanın, yurdun haberini,
ağacın, kuşun, kurdun haberini,
seher vakitlerinde
-----yahut
-------gecenin ortasında
taşıdım insanlara yüreğimin çantasında,
şairlik ettim
-----bir çeşit postacılık yani.
Çocukken postacı olmak isterdim,
şairlik filân yoluyla değil ama
basbaya, sahici postacı.
Renkli kalemlerle çizilirdi bin türlü resim
-----hep aynı postacının, Nâzımın resmi,
Jül Vernin romanlarıyla coğrafya kitaplarına.
İşte, köpeklerin çektiği kızağı
-----sürüyorum buzun üzerinde,
Işıldıyor kuzey şafağı
-----konserve kutularıyla posta paketlerinde.
Bering boğazını geçiyorum.
Yahut işte bozkırda gölgesinde ağır bulutların
asker mektubu dağıtıp ayran içiyorum.
Yahut da büyük şehrin uğultulu asfaltındayım,
çantamda yazıları yalnız müjdelerin
-----yalnız umutların.
Yahut çölde, yıldızların altındayım.
Bir küçük kız ateşler içinde hasta.
Kapı çalınıyor gece yarısı:
-Posta.!
Küçük kızın gözleri açıldı mavi mavi.
Babası yarın akşam dönüyor hapislikten.
O karda kıyamette bendim bulan o evi,
komşu kıza bendim telgırafı getiren.
Çocukken postacı olmak isterdim.
Oysaki, Türkiye'mde postacılık zor sanattır.
Telgıraflarda envayi türlü acı
-----mektuplarda satır satır keder taşır
------o güzelim memlekette postacı.
Çocukken postacı olmak isterdim.
Muradıma, Macaristan'da erdim, ellisinde.
Çantamda bahar,
Çantamda Tuna'nın pırıltısıyla
-----kuş cıvıltısıyla,
taze çimen kokusuyla dolu mektuplar.
Moskova'ya Budapeşte'den,
-----çocukların çocuklara mektupları.
Çantamda cennet..
Bir zarfın üzeri:
"Memet,
Nâzım Hikmet'in oğlu,
-----Türkiye"
----------diye yazılı.
Moskova'da mektupları birer birer
kendim dağıtırım adreslerine.
Yalnız Memed'in mektubunu götüremem yerine.
hattâ yollayamam.
Nâzım'ın oğlu,
haramiler kesmiş yolu,
-----mektubunu vermezler.
*
Mayıs, 1954 (Sayfa: 42-43)
*
Benim Oğlan Fotoğraflarda Büyüyor


İçimde acısı var yemişi koparılmış bir dalın,
gitmez gözümden hayali Haliç'e inen yolun,
iki gözlü bir bıçaktır yüreğime saplanmış
-----evlât hasretiyle hasreti İstanbulun.
*
Ayrılık dayanılır gibi değil mi.?
Bize pek mi müthiş geliyor kendi kaderimiz.?
Elâleme haset mi ediyoruz.?
Elâlemin babası İstanbul'da hapiste,
elâlemin oğlunu asmak istiyorlar
-----yol ortasında
-----güpegündüz.
*
Bense burda rüzgâr gibi
-----bir halk türküsü gibi hürüm,
sen ordasın yavrum,
ama asılamıyacak kadar küçüksün henüz.
Elâlemin oğlu katil olmasın,
elâlemin babası ölmesin,
eve ekmekle uçurtma getirsin diye,
-----orda onlar aldı göze ipi.
*
İnsanlar,
iyi insanlar,
seslenin dünyanın dört köşesinden
dur deyin,
-----cellât geçirmesin ipi.
*
1954 (Sayfa: 55)
*
GERİLEYEN TÜRKİYE YAHUT ADNAN MENDERES'E ÖĞÜTLER


Nev York Tayms gazetesi 29 Aralık 1954 tarihli sayısında "Türkiye Geriliyor" başlıklı bir başyazı yayımladı. Bu başyazıda şöyle satırlar var: "O - Adnan Menderes - Basın hürriyetini yok ediyor... Basında kendisini tenkit edenleri hapse atıyor... Siyasi muhalefeti eziyor... Menderes işçilere grev hakkını tanıyacağını vaad etmişti... Halbuki en kısa grevler için işçileri takip ediyor..."
*
Ben, Nâzım Hikmet, Nev York Tayms gazetesinin satırları arasında kalan yazıları da okudum. Bu satırların arasındaki satırları aynen aşağıya geçiriyorum.
*
GERİLEYEN TÜRKİYE YAHUT
ADNAN MENDERES'E ÖĞÜTLER
*
Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes.
Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes.
İlle de asıp kesmek geliyorsa içinden
Ezmekte devâm et Barışçılar'ı, ama sen
Meselâ Yalçın'ı da tıkıyorsun deliğe (1)
İhtiyarcık sana azıcık cilve yaptı diye,
Git, koş, elini öp, af dile, yüzünü güldür,
O, yalnız altın kafeslerde öten bülbüldür.
*
O, matbaalar yıktırıp kitaplar yaktıran, (2)
O, büyük demokrat, O, hürriyetçi kahraman,
Moskova'yı atomlayalım diyen insancı...
Kendine acımazsan bize bir parça acı.
A be Adnan Menderes, böyle bir dal kesilmez,
Böyle şaşkınlıkların sonu da iyi gelmez...
Şu muhalefetle de alıp veremediğin ne.?
Niye öyle hışımla yürüyorsun üstüne.?
Kore'ye asker gönderdin de "Hayır" mı dedi.?
"Kan aktı hesabı sorulmalıdır.!" mı dedi.?
Orduyu emrimize verdin, ses çıkardı mı.?
"Olmaz olsun" mu dedi Amerikan yardımı.?
Feryat mı etti "İstiklâl elden gitti" diye.?
Zavallı, sımsıkı sarılmış demokrasiye:
"Başvekil merasimsiz karşılanmalı" diyor. (3)
Bir de bazan coşarak "Hayat pahalı" diyor.
Bu aksoylu muhalefeti ezilir görmek
Türkün Batılı dostlarını pek üzüyor pek. (4)
Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes.
Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes.
*
Hani, her işte bizden örnek alacaktın ya.?
Hürriyet nizamına sâdık kalacaktın ya.?
Vaadettin tanımadın işçinin grev hakkını.
O hakkı bizim tanıdığımız gibi tanı.
Elli istiyorlarsa ateş aç, sonra beş ver.
Ama ufak tefek grevlerde anlayış göster.
Sendika liderlerinizin birçoğu zaten
bizde olduğu gibi emir alır polisten.
Niye telaşlanıp kaybedersin vekarını.?
Hem de kırarsın liderlerin itibarını.?
Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes,
Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes.
*
Senin bindiğin dallar ve bindiğimiz dallar,
Unutma bu dallardan başka asıl ağaç var,
öfkeyle homurdanan yarı çıplak, yarı aç,
bizi silkip atmaya fırsat kollıyan ağaç...
*
1955
*
(1) Adnan Menderes tevkif ettiği gazeteciler arasında Hüseyin Cahit Yalçın'ı da hapise attı.
(2) 1945 yılında Tan gazetesi başta olmak üzere birçok gazete, dergi matbaası yıkılıp yağma edilmiş, meydanlarda kitaplar yakılmıştı. Bu faşist sürülerine "İleri" emrini Yalçın vermişti.
(3) Burjuva muhalefet gazeteleri ve partileri, Adnan Menderes'e İstanbul'a filân gelip gidişlerinde merasim yapılmasına itiraz ediyorlar.
(4) Nev-York Tayms yazısını şöyle bitiriyor: "Bu durum Türkiye'nin Batıdaki dostlarını kederlendirmektedir." (Sayfa: 64-66)
*
GÖZLERİN
*
Gözlerin gözlerin gözlerin,
ister hapisaneme, ister hastaneme gel,
gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte,
şu Mayıs ayı sonlarında öyledir işte
Antalya tarafında ekinler seher vakti.
*
Gözlerin gözlerin gözlerin,
kaç defa karşımda ağladılar
-----çırılçıplak kaldı gözlerin
altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak,
fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar.
*
Gözlerin gözlerin gözlerin,
gözlerin bir mahmurlaşmayagörsün
sevinçli bahtiyar
-----alabildiğine akıllı ve mükemmel
dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın.
*
Gözlerin gözlerin gözlerin,
sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın
ve yaz yağmurundan sonra yapraklar
ve her mevsim ve her saat İstanbul.
*
Gözlerin gözlerin gözlerin,
gün gelecek gülüm, gün gelecek,
kardeş insanlar birbirine
senin gözlerinle bakacaklar gülüm,
-----senin gözlerinle bakacaklar.
*
1956 (Sayfa: 68)
*
Karlı Kayın Ormanında


Karlı kayın ormanında
yürüyorum geceleyin.
Efkârlıyım, efkârlıyım,
elini ver, nerde elin.?
*
Ayışığı renginde kar,
keçe çizmelerim ağır.
İçimde çalınan ıslık
beni nereye çağırır.?
*
Memleket mi, yıldızlar mı,
gençliğim mi daha uzak.?
Kayınların arasında
bir pencere, sarı, sıcak.
*
Ben ordan geçerken biri:
"Amca, dese, gir içeri."
Girip yerden selâmlasam
hane içindekileri.
*
Eski takvim hesabıyle
bu sabah başladı bahar.
Geri geldi Memed'ime
yolladığım oyuncaklar.
*
Kurulmamış zembereği
küskün duruyor kamyonet,
yüzdüremedi leğende
beyaz kotrasını Memet.
*
Kar tertemiz, kar kabarık,
yürüyorum yumuşacık.
Dün gece on bir buçukta
ölmüş Berut, tanışırdık.
*
Bende boz bir halısı var
bir de kitabı, imzalı.
Elden ele geçer kitap,
daha yüz yıl yaşar halı.
*
Yedi tepeli şehrimde
bıraktım gonca gülümü.
Ne ölümden korkmak ayıp,
ne de düşünmek ölümü.
*
En acayip gücümüzdür,
kahramanlıktır yaşamak:
Öleceğimizi bilip
öleceğimizi mutlak.
*
Memleket mi, daha uzak,
gençliğim mi, yıldızlar mı.?
Bayramoğlu, Bayramoğlu,
ölümden öte köy var mı.?
*
Geceleyin, karlı kayın
ormanında yürüyorum.
Karanlıkta etrafımı
gündüz gibi görüyorum.
*
Şimdi şurdan saptım mıydı,
şose, tirenyolu, ova.
Yirmi beş kilometreden
pırıl pırıldır Moskova...
*
14 Mart 1956,
Moskova, Peredelkino (Sayfa: 69-71)
*
İSTANBUL'DAN MEKTUP



Canım,
uzandığım yerden yazıyorum,
yorgunum pek,
aynada yüzümü gördüm, âdeta yeşil.
Havalar soğuk, yaz gelmeyecek.
Haftada otuz liralık odun lâzım,
-----başa çıkılır gibi değil.
Demin, sofada iş görürken,
battaniyemi aldım sırtıma.
Camlar çerçeveler kırık,
kapılar kapanmıyor,
burda barınmamız imkânsız artık,
-----taşınmalı,
ev yıkılacak üstümüze.
Kiralarsa pahalımı pahalı.
Sana bunları ne diye anlatırım.?
Üzüleceksin.
Derdimi kime dökeyim.?
Kusura bakma.
*
Isınsa, iyice ısınsa ortalık ama,
-----hele geceler.
Bıktım usandım üşümekten.
Rüyalarımda Afrika'ya gidiyorum.
Cezayir'deydim bir sefer.
Sıcaktı.
Alanımı bir kurşun deldi.
Bütün kanım aktı,
-----ama ölmedim.
*
Bana bir hal geldi,
çok ihtiyarladığımı hissediyorum,
- halbuki biliyorsun
-----henüz kırkıma basmadım -
çok ihtiyarladığımı hissediyorum,
söylüyorum da,
söyleyince de kızıyorlar,
-----konferans dinliyorum herkesten.
Her neyse bu bahsi kapat.
*
Filme alınmış Çehof'un ''Ağustosböceği''.
Paris'te de göstermişler. Beğenilmiş.
O zavallı hoppa kadında mı bütün kabahat.?
Ben doktoru hem severim,
-----hem de affetmem eşeği.
Eninde sonunda kim daha bedbaht.?
-----Kim kimin yüzünden.?
*
Paraguvay halk türkülerini çaldı radyo.
Bunlar, dikenli bir yaprağın üzerine
aşkla, güneşle, insan teriyle yazılmış,
acı da, umutlu da.
Bayıldım Paraguay türkülerine.
*
Adviye'den mektup aldım,
beni çok göresi gelmiş,
beni hiç unutmuyormuş..
Şaştım da kaldım.
Yıllardır, sen memleketten kaçıp gittin gideli,
ne kapımı çaldı,
-----ne bir haber yolladı hattâ,
hattâ sokakta karşılaştık,
bir bayram sabahı,
başını çevirip geçti.
En yakın arkadaştık.
Ama, arkadaşlık ağaca benzer
kurudu mu
-----yeşermez artık.
Ben cevap yazmadım.
Neye yarar.?
Evime bile gelse şimdi,
söyleyecek lakırdım yok.
Düşmanlığım da yok elbet.
Otursun güle güle,
zengin bir koca bulmuş.
Hastalıklı bir şeymiş adam,
-----manyağın biri.
Halbuki Adviye ne canlı kadındır.
*
Gidip baktım oğlumuza,
Pembe, kumral, uyuyor mışıl mışıl.
Yorganı açılmış. Örttüm.
*
Bir kara haber de verdi bu akşam radyo:
Iren Jolio Küri ölmüş.
Daha gençti.
*
Yıllar var
bir kitap okudumdu
ölenin anası üstüne yazılmış.
Bir yerinde iki kız çocuğundan bahseder,
- satırlar gözümün önüne geldi -
sarışın iki Yunan heykeli gibi, der.
İşte bu çocuklardan biri öldü.
*
Bilmem ki nasıl anlatsam,
büyük bilgin, büyük adam,
ama şimdi lösemiden ölen
O sarışın kız çocuğu da.
Bu ölüm bana çok dokundu.
İren Jolio Kuri için
-----ağladım bu akşam.
Ne tuhaf,
---İren deselerdi, İren
-----öldüğün zaman,
-------deselerdi,
İstanbullu bir kadın
hem de hiç tanımadığın,
ağlayacak arkandan,
-----deselerdi,
------şaşardı.
Kocası geldi aklıma,
bir mektup yazsam,
başsağlığı dilesem
-----diye düşündüm.
Adresini bilmiyorum ama.
Paris, Frederik Jolio Küri, desem,
-----gider miydi.?
*
Bir de Fransız yazarı öldü.
gazetede okudum.
Adını bile duymamışsındır.
Çok ihtiyardı zaten,
üstelik de egoist,
-----sinik,
------cenabet herifin biri.
Her şeyle alay etmiş ömrü boyunca.
hiçbir şeyi, hiç kimseyi sevmemiş,
bir köpeklerle kedileri,
ama yalnız kendininkileri.
Mülakat vermiş ölmeden bir kaç gün önce,
ölümü alaya alıyor aklınca,
ama belli dehşetli de korkuyor.
Resmi de var,
büyük annemizi erkek yap,
tepesine bir takke koy,
-----işte herif.
Korkunç bir yalnızlık içinde
-----sıska bir ihtiyar.
Ona da acıdım
Belki büyük annemize benzediğinden,
-----belki de yalnızlığına.
Acıdım,
ama aynı acıma değil elbet,
acıyorsun İren Küri'ye,
çocuklarını düşünüyorsun, kocasını,
ama daha çok dünyaya acıyorsun,
-----büyük bir insan öldü diye.
*
Sana bir müjdem var:
okumayı öğreniyor tembel oğlun,
epeyi söktü kerata:
tut, koş, kitap, kalem, çanta...
*
Mükemmel değil mi.?
Her harfi bir şeye benzetiyor:
A bir evmiş,
-----B göbekli bir adam,
-------T bir keser.
Ödüm kopuyor tembel olacak diye.
*
Hep ona iş yaptırmak istiyorum.
Kız olsaydı kolaydı.
Kadınların her yaşta her iş gelir elinden.
Ama beş yaşında bir oğlan,
-----ne becerebilir.?
Ah bir ısınsa havalar...
Isınacak.
Uzadıkça uzadı mektubum.
Kendine iyi bak,
bana hemen cevap ver.,
beni unutma.
Bana hemen cevap ver.
Akıllıdır Münevver,
nasıl olsa, ne yapıp eder,
falan filân diye kendini avutma.
Sensiz perişanım.
Beni unutma.
Kendine iyi bak.
Gözlerinden öperim canım.
Güzel geceler.
Kendine iyi bak.
Bana hemen cevap ver,
Dertlerimi aklında tutma,
-----unut,
--------Beni unutma...
*
1956 (Sayfa: 77-82)
*
İSTİKLÂL:
*
''İstiklâl sevgilimiz gibidir
---aldattın mı bir kere
-----zor döner bir daha.''
*
1956 Kasım (Sayfa: 93)
*
SOFYA'DAN:
*
''Sofya şehri, büyük mü.?
Şehirler, gülüm, caddeleriyle değil,
anıtını diktiği şairleriyle büyük oluyor,
-----Sofya büyük bir şehir..''
*
Ceviz Ağacı
*
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
*
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
koparıver gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
*
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
*
1 Temmuz [1957], Balçik (Sayfa: 126)
*
Son Otobüs
*
Gece yarısı. Son otobüs.
Biletçi kesti bileti.
Beni ne bir kara haber bekliyor evde,
-----ne rakı ziyafeti.
Beni ayrılık bekliyor.
Yürüyorum ayrılığa korkusuz
-----ve kedersiz.
*
İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telâşsız, rahat
-----seyredebiliyorum artık.
Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği,
-----elimi sıkarken sapladığı bıçak.
Nafile, artık kışkırtamıyor beni düşman.
Geçtim putların ormanından
-----baltalayarak
---ne de kolay yıkılıyorlardı.
Yeniden vurdum mihenge inandığım şeyleri,
-----çoğu katkısız çıktı çok şükür.
Ne böylesine pırıl pırıl olmuşluğum vardı,
-----ne böylesine hür.
*
İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telaşsız, rahat
-----seyredebiliyorum artık.
Bakınıyorum başımı kaldırıp işten,
karşıma çıkıveriyor geçmişten
---bir söz
---bir konu
---bir el işareti.
*
Söz dostça
---koku güzel,
-----el eden sevgilim.
Kederlendirmiyor artık beni hâtıraların dâveti.
Hâtıralardan şikâyetçi değilim.
Hiçbir şeyden şikâyetim yok zaten,
yüreğimin durup dinlenmeden
---kocaman bir diş gibi ağrımasından bile.
*
İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Artık ne kibri nâzırın, ne kâtibin şakşağı.
Tas tas ışık döküyorum başımdan aşağı,
güneşe bakabiliyorum gözüm kamaşmadan.
Ve belki, ne yazık,
-----hattâ en güzel yalan
------beni kandıramıyor artık.
Artık söz sarhoş edemiyor beni,
ne başkasının ki, nede kendiminki.
*
İşte böyle gülüm,
iyice yaklaştı bana ölüm.
Dünya, her zamankinden güzel, dünya.
Dünya, iç çamaşırlarım, elbisemdi,
---başladım soyunmağa.
Bir tiren penceresiydim,
---bir istasyonum şimdi.
Evin içerisiydim,
---şimdi kapısıyım kilitsiz.
Bir kat daha seviyorum konukları.
Ve sıcak her zamankisinden sarı,
---kar her zamankinden temiz.
*
Pırağ, 21 Temmuz 957 (Sayfa: 127-128)
*
GÜNLER
*
Geçip gitmiş günler gelin
rakı için sarhoş olun
ıslıkla bir şeyler çalın
geberiyorum kederden.
*
İlerdeki güzel günler
beni görmeyecek onlar
bari selâm yollasınlar
geberiyorum kederden.
*
Başladığım bugünkü gün
yarıda kalabilirsin,
geceye varmadan yahut
çok büyük olabilirsin.
*
6 Şubat 1958, Varşova (Sayfa: 135)
*
SEBASTİAN BAH'IN
1 NUMARALI DOMİNÖR KONÇERTOSU:
*
''Tekrardaki mucize gülüm,
tekrarın tekrarsızlığı..''
*
23 Şubat 1958, Varşova (Sayfa: 139)
*
İSVİÇRE'DEN GEÇERKEN:
*
''Niye böyle şeyler yazdım İsviçre için.?
Belki kıskandığımdan
---kanlı çölün ortasındaki küçük bahçeyi.
*
Çiçekleri küçük bahçenin
---çiçekleri biraz da,
---çölde akan kanımızla sulanmadı mı,
-----sulanmıyor mu.?
*
Ve rahat karlı gecelerinde İsviçre'nin
-----yıldızları biraz da
gözyaşımızla yıkanıp yanmıyor mu.?''
*
7 Mayıs 1958 İsviçre toprakları (Sayfa: 154)
*
ABİDİN DİNO'NUN ''YÜRÜYÜŞ'' ADLI BİR TABLOSU ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR


Bu adamlar, Dino,
ellerinde ışık parçaları,
bu karanlıkta, Dino,
bu adamlar nereye gider.?
Sen de, ben de, Dino,
onların arasındayız,
biz de, biz de, Dino,
gördük açık maviyi.
*
Paris 13 Mayıs 958 (Sayfa: 156)
*
AVNİ'NİN ATLARI


Bu atlar Avni'nin atları
Kuvâyi Milliye atları
kara yamçı altında ak sağrı dolgun
titrer burun kanatları,
bu atlar Avni'nin atları.
*
Kuvâyi Milliye gelecek yine,
şahin atlar aşarak yeli
çiğneyecek gâvuru da, Anzavur'u da.
Kuvâyi Milliye gelecek yine
hem bu sefer ay yıldızlı bayrağı da [...]
*
Bu atlar Avni'nin atları
Kuvâyi Milliye atları
titrer burun kanatları.
*
Bana Avni'nin atlarına
binmek nasip olmasa gerek
ama Memet binecek,
gelecek düşmanla topuz topuza.!
Gülüm, Kuvâyi Milliye atları
gözüm, Kuvâyi Milliye atları,
memleketi satanları bağlasınlar,
-----kuyruğunuza...
*
1 Haziran 958, Çekoslovakya (Sayfa: 168)
*

AVNİ ARBAŞ
*
Arbaş 1919’da İstanbul’da doğdu. Babası Kuvayi Milliye subaylarından Mehmet Nuri Bey, aynı zamanda amatör bir ressamdı. Arbaş’ın resimle tanıştığı yer , evlerinin atölye haline getirilen odası oldu. Galatasaray Lisesi’nde okurken Güzel Sanatlar Akademisi’ni keşfetti ve okulun orta bölümüne kaydoldu. Oda çoğu çağdaşı gibi Leopold Levy’nin öğrencileri arasında yer aldı. O yıllarda akademiyi bitirenlerin karşısına iki yol çıkıyordu: ya askerlik, ya resim öğretmenliği... İkisinde de gönlü olmayan Arbaş, bu yüzden dokuz yıla kadar uzattı öğrenim sürecini.
Dönem arkadaşları Nuri İyem, Kemal Sönmezler ve Selim Turan’la birlikte Yeniler Grubu’nu kurdular. Balıkçıların yaşamlarını konu alan ilk sergileri ’’Limon’’ bir süre ’’Limon Grubu’’ adıyla da anılmalarına neden oldu. 1942’de CHP’nin düzenlediği ’’Ressamlarla Yurt Gezileri’’ ne katılarak Anadolu gerçeğini gördü, resimlerinin düşünsel temelini pekiştirmesini sağladı.
Akademiden sonra Paris yolu göründü. Böylece kendi resmini yapma sevdalısı olan Avni Arbaş için hiç de kolay olmayan 30 yıllık bir süreç başladı. Bu uğurda vatandaşlıktan çıkarılmayı, hatta kızını 20 yıl görmemeyi bile göze almıştı. . Aynı dönemde Paris’te çalışmalarını sürdüren ressamlarımız Fikret Mualla, Abidin Dino, Nejad Devrim ve Mübin Orhan ile birlikte ’’Paris Okulu’’ sanatçıları arasında anılır.
*
Arbaş 1977’de Türkiye’ye döndü. Bir söyleşisinde şöyle diyordu:
*
’’Benim işim konuşmak değil resim yapmaktır.’’
*
Resimlerinden de somut olarak anlarız bunu.
1970 ve 80’lerde ağırlıklı olarak ’’Mustafa Kemal’’ ve ’’Atlar-atlılar’’ serileri üzerinde çalışır. Dönemin politik sürecine göre bir baş kaldırıdır bu. Pek çok ressam Atatürk portresi ya da Kurtuluş Savaşı sahneleri betimlemiştir. Ancak Avni Arbaş’ın bu konuları ele alışı görsel olarak çok farklıdır; her şeyden önce yalındır. Şahlanmış atının üzerindeki heybetli Mustafa Kemal’i bulamazsınız onun resimlerinde. Yüzünü bile seçmek zordur. Onun Mustafa Kemal’i cephededir. ’’İnsan’’dır. Portrenin silikliği her neferin Mustafa Kemal oluşunu simgeler. Görebileceğiniz en güzel bayraklarda buradadır. ’’Bayrak bayraktır işte’’ diyeceksiniz; ’’değilmiş meğer’’ diyeceğiz bizde.!
*
Tuvale boya sürerek değil, adeta yaklaştırarak çalışmıştır. Tuvalin dokusu okunur, her şeyde olduğu gibi tekniğini de sadelik üzerine kurmuştur Arbaş. Böyle olduğuna şaşmamalı , o hem bir Cumhuriyet hem de bir Kuvayi Milliye subayı çocuğuydu. Atlara tutkundu ama ille Kuvayi Milliye atlarına.! Bazen sıradan atlar, atlıları da sıradan atlılardı, bazen de Kuvayi Milliye atları ve atlıları... Anadolu bozkırlarında yol alırken o güzelim bayrağı da taşırlar. Bazen kırmızı bir leke olan bayrak, bazen ay yıldızla birlikte dalgalanır resmin merkezinde.
*
Nazım şöyle diyor onlar için:
*
Bu atlar Avni’nin atları,
Kuvayi Milliye atları
Kara yamçı altında ak sağrı dolgun
Titrer burun kanatları
Bu atlar Avni’nin atları.
*
*
Derya Arbaş'ın dedesiymiş Avni Arbaş. Bu da işin paparazisi. :))))
*
ORASI
*
Sayın halkları bütün ırkların,
Endonezyalısı, Almanı, Eskimosu,
Sudanlısı, Çinlisi, Türkü, Ermenisi,
Yahudisi, Arabı, Lehlisi, Rusu,
Meksikalısı, Norveçlisi, Kırgızı,
Abhazyalısı, Hintlisi, Kürdü, Fıransızı,
Farsı, Liberyalısı, İngilizi,
Amerikalısı: ak, kara, kırmızı,
tükenir mi saymakla
---ve adını duymadıklarım,
----hepinizi, hepinizi
--yerlere kadar eğilerek selâmlarım.
Saygıyla, şefkatle, bahtiyar, severim sizi.
Ne birbirinizden üstün
---ne birbirinizden aşağı,
gönlümün tahtında yan yana oturursunuz.
*
Ve bütün yurtlar,
dağlı, ovalı, ormanlı, karlı,
güneşli, dumanlı, rüzgârlı,
denizli, denizsiz,
çadırları yahut şehirleriyle ünlü,
kızları yahut ihtiyarları güzel,
çeliği yahut şarabıyla dillere destan,
hepiniz, hepiniz
tek dalda tek şeftalimsiniz.
Saygıyla, şefkatle, bahtiyar severim sizi.
*
Sayın halkları bütün ırkların
ve bütün yurtlar
bir de yurtlarımın yurdu var bu dünyada.
Ne Türkiye, ne Rusya,
Ne Japonya, ne Polenez Adaları, ne Azerbaycan,
orası ilk yeşeren umudum
orası ilk şafak vaktim.
Oranın pasaportunu taşıyorum
kâattan değil,
vizesi yüreğime yazılı
---damgası vurulu yüreğime.
Orası hem gözüm
---hem gözümün üstündeki kaş.
Oralı ilk yeni adamı yüzyılımın,
bütün yurttaşlarımın yurttaşı Lenin Yoldaş.
*
958 Mart - Haziran
Varşova - Berlin (Sayfa: 172)
*
BEN SEN O


O, yalnız ağaran tanyerini görüyor,
ben, geceyi de.
Sen yalnız geceyi görüyorsun,
ben ağaran tanyerini de...
*
30 Ağustos 958 / [Ekim 1958] (Sayfa: 174)

26 Mart 2023 Pazar

Anais Nin - Aşk Evindeki Casus, İçsel Kentler 4 (Çeviren: Püren Özgören)


Arka Kapak:

*
''Aşk Evindeki Casus'ta üzerindeki gözlerin farkında olan bir kadın yürüyor kalabalıkta ve Anaïs Nin sevginin peşindeki parçalanmış özü ne kadar iyi anladığını kanıtlıyor bir kez daha.''
*
''Bir düz yazı/şiir rüyası: İç hayatın ve çağrıştırdığı imgelerin lirik bir kutlaması.''
*
Daniel Stern
*
''Kim olduğumu biliyor musun.?''
''Hayır, öylesine bir numara çevirdim. Daha önce de yaptığım bir şey. Gecenin bir vakti, bir ses duymak iyi geliyor, hepsi bu.''
''Neden bir yabancı, peki.? Bir arkadaşını arayabilirdin.''
''Yabancılar soru sormaz.'' (Sayfa: 5)
*
''Suç, insanoğlunun tek başına kaldıramayacağı tek yüktür.'' (Sayfa: 6)
*
''Erkek asla ilk konuşan olmaz, duygularını, hoşlandığı, hoşlanmadığı şeyleri dile getirmezdi; beklerdi, önce ötekinin sözcüklerini ya da ruh hallerini yakalamak için; tıpkı günah çıkaran papazlar gibi.'' (Sayfa: 16)
*
''Kollarını açma biçimi, selamlarkenki ses tonu, şöyle derdi: ''Öncelikle seni sakinleştirecek, teselli edeceğim; ilk iş, seni yeniden bir araya getireceğim, çünkü dışarıdaki dünya seni yine hırpalamış.''..'' (Sayfa: 18)
*
"Sende, senin yerine başka şeyleri konuşturma yeteneği var." (Sayfa: 28)
*
''..belleği olan bir yeri tarif ediyordu, geçmiş orada anıları zapteden, uçsuz bucaksız bir yankıydı; oysa burası anıları çöpe atmak ve sadece şimdi'de yaşamak için müthiş bir kararlılığın hüküm sürdüğü yerdi; bellek sadece hantal, baş belası bir bavuldu burada.'' (Sayfa: 28-29) * ''Dünyanın gözlerinden kaçtılar, şarkıcının kehanet dolu, haşin, dölleyici öngörülerinden uzaklaştılar. Merdivenin paslı demirlerinden gecenin yeraltına kaydılar; dünyanın başlangıcında, ilk erkekle ilk kadına kucak açan gizli dehlizlere; sahip olmayı, el koymayı amaçlayan sözcüklerin, serenatların, gönül çelen armağanların bulunmadığı yere; etkilemeye ve boyun eğdirmeye yönelik turnuvaların, aracıların, madalyaların, rozetlerin, hükmeden taçların bulunmadığı, sadece tek bir ritüelin.....'' (Sayfa: 34)
*
''Bir keresinde, yoğun bir fırtına bulutunun, iki zirvesi göğüs uçlarına benzeyen bir dağa çöktüğünü görmüştü; tıpkı bir kucaklayış gibi, öyle yakın, öyle mahremdi ki kendini tutamayıp haykırmıştı: ''işte, olağanüstü bir çiftleşme; dağın kolları yok.!''..'' (Sayfa: 46)
*
''Yavaşça, usulca yataktan indi, erkek uyurken, çıt çıkarmadan giyindi. Parmak uçlarında banyoya girdi.
Rafta istiridye pembesi kılıfları olan yüz pudrası, tarak, dudak boyası buldu. Gülümsedi. Eş.? Metres.? Bu nesnelere en küçük bir pişmanlık, gıpta ya da kıskançlık ürpertisi duymadan bakabilmek ne kadar güzeldi. Özgürlüğün anlamı buydu işte. Bağlılıktan, bağımlılıktan ve acı çekme olasılığından muaf olmak. Derin soluklar aldı; yeni bulduğu bu zevk kaynağı artık sonsuza kadar onundu. Neden bu kadar zor olmuştu ulaşmak.? Öylesine zor olmuştu ki sık sık bu zevkin taklidini yapması gerekmişti.'' (Sayfa: 47)
*
''..hemen uzaklaştığı an; küçücük hatalar, minik kalp kırmalar, en hafif bir ilgisizlik, bir sadakatsizlik kokusu, en küçük, en sıradan bir ihanet; hepsi de ilerideki olası hatalara, daha büyük yanlışlara karşı birer uyarıydı ve eşit, belki biraz daha ciddi, hatta mutlak bir sadakatsizlikle karşılık verilmesi gereken eylemlerdi..'' (Sayfa: 48-49)
*
''İnsanın duygularıyla saptığı bazı yollar, merkezden uzağa yapılan ve kişiyi sonuçta mutlaka sürgüne götüren bu yolculuk, yüreğin haritasında da görülür.'' (Sayfa: 49)
*
''Daha sonra demek, çok geç demekti; sonra diye bir şey yoktu. Ulaşılamaz olana ulaşmak için aşılması gereken mesafe daima çok büyüktü.'' (Sayfa: 51)
*
''Biliyorum,'' dedi, ''Biliyorum..''
''Biliyor musun.?''
''Biliyorum ama mümkün değil,'' dedi, büyük bir tatlılıkla. Sonra ansızın öfke kabardı: ''Benim için ya hepsidir ya da hiç. Bunu daha önce de tattım.. Senin gibi bir kadın.. Arzu. Arzu duyuyorsun ama bana değil. Beni tanımıyorsun. Duyduğun istek benim ırkıma, sahip olduğumuz o efsanevi cinsel güce.''
Uzanıp kadının bileklerini tuttu, yüzünü yüzüne yaklaştırdı: ''Bu beni yok ediyor. Tepeden tırnağa istek fakat sıra kendini bütünüyle vermeye gelince geri çekiliş. Nedeni Afrikalı olmam. Hakkımda ne biliyorsun.? Şarkı söylüyorum, davul çalıyorum ve sen beni arzuluyorsun. Ama ben eğlencelik değilim. Matematikçiyim, bir besteci, bir yazarım.'' Kadına haşin gözlerle baktı; dolgun dudaklarının öfkeyle gerilmesi olanaksızdı fakat gözleri kırbaçlıyordu: ''Ile Joyeuse'e gelip eşim olmayı, bana siyah çocuklar doğurmayı ve zenci nineme sabırla bakmayı kabul etmezsin.!'' (Sayfa: 54-55)
*
''Ben aşk evinde uluslararası bir casusum.'' (..) ''Yaşamın katılıklarına karşı sergilediği alaycılığı, şakacılığı hiç kimse paylaşmayacaktı; kendi ustalığıyla yaşamın sınırlarını alt etmeyi başardığında alkışlayan tek bir kişi çıkmayacaktı.!'' (Sayfa: 68)
*
''..bu kadının infaz saatini bekliyorlardı sanki: Suçuysa yakalanmaktan, teşhir edilmekten paçayı kurtarmak, kesin, belirgin sınırları gözleyen nöbetçileri atlatmak, pasaportsuz, izinsiz bir aşktan ötekine geçmekti.
Her casusun hayatı rezil bir ölümle son bulur.'' (Sayfa: 69)
*
''Bir günün yüz yıllık bir yokluğa denk olduğu, çok eski mezarlara benzeyen yerler vardır.'' (Sayfa: 74)
*
''Telefon telleri sadece sözel iletileri taşır, yeraltındaki keder, umutsuzluk çığlıklarını ise asla. Telgraf gibi onlar da salt nihai ve sınırlı darbeleri iletir: varışlar, yola çıkışlar, doğumlar ve ölümler..'' (Sayfa: 75)
*
''Erkeğin utanç yükünü genellikle kadınlar sırtlanmaz mı -ayarttığı, baştan çıkardığı için üzerine taş yerine utanç fırlatılan kadınlar.?'' (Sayfa: 83)
*
''Az kaldı acıyla haykıracak, aya bağıracaktı; boş geceyi, boş yatağı alay edercesine aydınlatan bu sağır, duygusuz ihtiras tanrıçasına.'' (Sayfa: 84-85)
*
''Savaş haberleriyle ilgilenmiyor musun, gazete okumuyor musun.?''
''Savaşı biliyorum. Savaş hakkında her şeyi biliyorum.''
''Ona hiç yaklaşmadın ki.''
(Ben savaşla yattım; bir keresinde, bütün geceyi savaşla sevişerek geçirdim. Derin savaş yaraları aldım, sizlerin kılına bile dokunmayan savaş benim bedenimde yaralar açtı; asla madalya almayacağım bir kahramanlıktı.!) (Sayfa: 86)
*
''..Bazı eski masallarda, bilirsin, yetişkin kahramanlar yeniden küçültülür; tıpkı çocukluğunu bir kez daha yaşayabilsin diye Alice'in ufaltılması gibi. Rol yapanlar, asıl sahtekârlar bizleriz; hepimiz büyük ve güçlüymüş gibi yapıyoruz. Sense rol yapmayı bilmiyorsun, hepsi bu.'' (Sayfa: 97)
*
''Biri tutsun beni -tutun beni, böylece bir aşktan diğerine, beni çatlatan, dağıtan, ayrıştıran bir başka aşka koşmayayım.. Beni tutun, tek bir aşka bağlayın..'' (..) ''..günün sonunda huzurlu menzillere varan sıradan insanların aksine asla menzile varamayan, onlar gibi durakları, çölleri, sığınakları kabullenemeyen bir gezgindi.'' (Sayfa: 104)
*
''..öyle hızlı hareket ederdi ki hiçbir acı onda fazla oyalanmaz, bir elekten elenircesine akıp giderdi: Tıpkı çocukların anlık kederleri gibi, çabucak unutulan, yerini hemen bir başka ilgiye bırakan, kısa ömürlü bir hüzün. Mola denen şeyi hiç tatmamıştı; durmak, beklemek nedir bilmezdi.'' (Sayfa: 105)
*
''Duchamp'ın ''Merdivenden İnen Çıplak'' resmini ilk kez anladı. Basamaklardan hep birlikte inen şey, aynı kadının dış çizgilerinin sekiz ya da on çeşitlemesiydi; bir kadının kişiliğini defalarca dışavururcasına, pek çok katmana ustaca bölüştürülmüş benlikleri.'' (Sayfa: 119)
*
''Suçluluk duygusu insanın tek başına altından kalkamayacağı tek yüktür.'' (Sayfa: 121)
*
''..izin verdiğin an hayatın çevrene ördüğü o kalıpları kırmak istemişimdir hep.''
''Neden.?''
''Sınırları geçmek, bütün kimlikleri silmek istiyorum; kişiyi daimi olarak tek bir kalıba, tek bir mekâna sokuşturan, değişim umudu olmaksızın mıhlayan her şeyi ortadan kaldırmak istiyorum.'' (Sayfa: 125)
*
''Aşkın düşmanı asla dışarıda değildir; düşman bir erkek ya da kadın değildir, bizde eksik olan şeydir.'' (Sayfa: 126)

25 Mart 2023 Cumartesi

Salvador Dali - Büyük Mastürbatör (Türkçesi: Gürhan Tümer)


''BÜYÜK MASTÜRBATÖR'' ÜZERİNE:

*
Sığınaklarımdan biridir kitaplıklar. Şöyle yazmıştım bir denememde yıllar önce:
(..) Bir kitaplığa girmeliyim, çok zengin bir kitaplığa; hiçbir işim olmamalı da, herkesin işinde gücünde olduğu bir iş gününde, dışarıdaki pırıl pırıl ilkbahar güneşine inat, kışın avluya lapa lapa kar yağarken, sonbaharda, kafamı ara sıra kaldırıp pencereden, incecikten ağlayan kurşuni gökyüzüne bakarak, kendi başıma, yalnızca kitaplarla baş başa, okumalıyım. Saatlerce, günlerce. İspanya'nın tarihini, eklembacaklıların gizini, Descartes'ın felsefesini, Jules Verne'in düşlerini okumalıyım.
''Tanrım, kitap dolu bir ev, çiçek dolu bir bahçe ver.!'' demiş Konfüçyüs. Ben de aynı şeyi istiyorum.
Bu, benim hiç vazgeçemediğim, sık sık aklıma gelen tatlı düşlerimden biridir.
Şükürler olsun ki, yalnızca düş olarak kalmamış, gerçek de olmuştur zaman zaman. Sokaklar, İzmir'in ya da Paris'in sokakları mutlu, delişmen bir ilkbahar güneşinin aydınlığıyla ya da hüzünlü bir sonbahar yağmuruyla yıkanırken, kendimi kütüphanelere kapattığım olmuştur. O saatleri en kazançlı saatlerim, o günleri en tadına doyulmaz günlerim saymışımdır hep.
Ve İzmir'in Alsancak semtindeki Fransız Kültür Merkezi'nin kitaplığı, o saatleri, o günleri en fazla yaşadığım kitaplıktır. Onun pek büyük olmayan, alçakgönüllü ama yeterince yeşil bahçesinden geçip mermer basamakları çıkmak, kapıdan girip sağa yönelmek ve kendimi kitapların arasında buluvermek güzeldir. (Sayfa: 5)
*
''..bir başka kitap buldum o kitaplıkta. Raflarda değildi. Dışarıda, kapının önüne konulmuş küçük bir masanın üzerindeydi. Öylece duruyordu ama, eğer gözyaşları olsaydı, mutlaka ağlardı. Çünkü, atılmıştı. Yeni yeni kitaplar gelince onlara yer açılması için, kimbilir kaç yılını verdiği kitaplıkta istenmez olmuştu. Çürüğe çıkarılmıştı, adı kayıt defterlerinden silinmişti. O küçük masanın üstündeki bu tür kitapları isteyen alabilirdi, bir daha geri vermemek üzere alıp gidebilirdi.
Ve onu alan ben oldum.
Bir süre durdu benim kitaplığımda, bekledi.
Sonra bir gece evimde, lambanın altında, o kitabı bu kitabı karıştırırken geçti elime;
SALVADOR DALİ
QUİ
yazıyordu kapağında..'' (Sayfa: 6)
*
''Resimlerimi yaparken, kendim de anlamıyorsam, bu, onların hiçbir anlamı yok demek değildir: tersine, anlamları, mantıksal sezgiyle kavranamayacak kadar derin, karmaşık, tutarlı, istem dışıdır.'' (Sayfa: 7)
*
''Nedenini pek iyi çözemediğim tuhaf, gizemli bir tutkudur bu benim için. O kadar ki, çok ünlü bir ozanın, çok ünlü bir şiirini, hiç bilinmeyen, kargacık burgacık, pek acemice bir resmine feda edebilirim.
Böyle örnekler epeyce vardır elimde. Biriktirmişimdir onları dosyalarda. Birkaç tanesini aktarayım sizlere: (..)
Sarkis Balyan da benzer bir örnek oluşturur. Beylerbeyi Sarayı'nın, Çırağan Sarayı'nın, Aksaray Valide Camii'nin, Gümüşsuyu Kışlası'nın ve İstanbul'daki daha pek çok yapının mimarı olan bu Ermeni mimarı, mimar olarak bilirdim. Ama onun da bir opera bestelediğini, bu operanın adının ''Kristof Kolomb'' olduğunu bir kaynakta okuyunca, yine çok sevindim, dünyalar benim oldu. ''Müzik ve Mimarlık'' başlıklı yazımda bu bilgiyi hemen kullandım.'' (Sayfa: 9-10)
*
''Onun on parmağında on marifet olduğunu biliyordum ama, doğrusu ya, şiir yazdığını şuncacık bilmiyordum. Oysa üç yüze yakın şiiri varmış Michelangelo Usta'nın. Çevirdim birkaç tanesini dilimize. İşte size iki örnek:


GECE KONUŞUYOR
*
Uyumayı seviyorum, bir taş olmayı daha da fazla
haksızlık ve utanmazlık var oldukça.
Hiçbir şey görmemek, hiçbir şey hissetmemek
büyük bir mutluluk benim için,
beni uyandırma sakın, yavaş konuş lütfen.'' (Sayfa: 10)
*
''Salvador Dali, çişli bir çocukmuş. Uzun süre yatağına işemiş. Hem de elinde olmadığından, tutamadığı için değil, hayır, o sıvının bacaklarının arasından akması hoşuna gittiği için. Henüz beş yaşındayken, çok şık üç bayanla kırlara gitmiş. Oralarda dolaşırlarken, kadınlar eteklerini kaldırıp çocuğun önünde fışır fışır işemişler. ''BÜYÜK MASTÜRBATÖR'' şiirindeki işeyen insanlar, büyük bir olasılıkla bu çocukluk anısından kalmadır.'' (Sayfa: 13-14)
*
''Kimi insanların, özellikle de bürokratların, yaşarken bile ölüler gibi pis koktuklarını söyleyen bu harika adam, bir gün de, ''İğrenme, en çok arzu edilen şeylere açılan kapının çok yakınında bulunan bir nöbetçidir.'' demişti.''
*
Gürhan Tümer, İzmir, 1996 (Sayfa: 16-17)

22 Mart 2023 Çarşamba

Thukydides - Peloponnesos Savaşları (Antik Yunanca Aslından Çeviren: Furkan Akderin)


Arka Kapak:

*
Herodotos “Tarihin Babası” ismiyle anılıyorsa Thukydides de “Tarih Biliminin Babası” olarak kabul edilmektedir.
*
Atinalılar ile Spartalılar arasındaki Peloponnesos Savaşları’nı çok ayrıntılı bir biçimde aktaran Thukydides, öncülerinden farklı olarak sadece belli bir konuya yoğunlaşması, kronolojiye önem vermesi, olayların neden-sonuç ilişkilerini ortaya koyması ve doğaüstü güçlere eserinde yer vermemesi sayesinde yepyeni bir tarih anlayışının kurucusu olmuştur.
*
“Atinalı Thukydides, Atinalılar ile Peloponnesoslular arasındaki savaşı anlatacak. Her şeyi başından itibaren anlatmasının nedeni, bu savaşın diğerlerinden çok daha önemli olduğuna inanmasıdır. Üstelik hem Atinalılar hem de Peloponnesoslular bu dönemde en parlak çağlarını yaşıyorlardı. Diğer kentler ise iki taraftan birisini destekliyordu. Bu savaş öyle bir savaş oldu ki hem Hellenler hem barbarların bir bölümü bundan etkilendi. Kısacası tüm dünyayı etkisi altına alan bir savaş oldu.”
*
''Thukydides, başta Herodotos olmak üzere kendisinden önce gelen tarihçilere göre tarih bilimine çok önemli yenilikler kazandırmıştır. Bu yenilikler arasında en önemlisi tarihsel monografyayı oluşturması yani belli bir konuyu seçerek sadece o konuyu anlatması kabul edilmektedir. Ayrıca kronolojiye önem vermesi, olayların neden sonuç ilişkilerini ortaya koyması ve doğa dışı güçlerin yaşama olan etkilerinden söz etmemesi de Thukydides'in tarih bilimine getirdiği yenilikler arasındadır.'' (Sayfa: 1)
*
Birinci Kitap:
*
''Troia Savaşı'ndan önce Hellas için bu isim kullanılmıyordu. Çünkü ülkenin bir birlik olduğunu gösterecek herhangi bir delil de bulunmamaktaydı. Deukalion'un oğlu Helle zamanında ilk defa Hellas isminin kullanıldığını sanmaktayım. Bu sırada ülkeye Pelasglar başka bir isim vermekteydiler. Daha sonraları Hellen ve oğulları Phtiotis ile birlikte yeni bir yönetim kurdular. Ardından da çeşitli kentlerden yardım istediler. İşte bu sırada Hellas adı kullanılmaya başlandı, ancak bu isim çok uzun bir süre boyunca kullanılmadı. Aslında bu anlattıklarımın doğruluğunu Homeros bize göstermektedir. Homeros destanlarında Akhilleus ve dostları için Hellen adı kullanılmasına karşın, onların tarafında savaşan diğer müttefikler Danaoslar, Argoslular veya Akhaialılar gibi isimler taşımaktadırlar. Hellenler'in karşılığı olan barbar kelimesi de sanırım bu dönemde kullanılmamaktaydı. Yani özetlemek gerekirse Troia Savaşı'ndan önce bu halklar bir arada hareket etmediklerinden ve yeterince güçlü olmadıklarından dolayı Hellen ismini kullanmamışlardır. Ayrıca birlikte bir eniz seferine çıkmaları da kendi aralarındaki bağları güçlendirmiştir.
Anlatılanlara bakılırsa denizlerde egemenlik kuran ilk kişi Minos'tu. (Girit'in efsanevi kralı) Hellen Denizi'nde egemenlik kurmuş, Kyklades Adaları'nın ele geçirmiş ve Karialı yerlileri kovarak buraya kendi oğullarını yerleştirmişti. Vergi toplamak amacıyla da korsanlığı yok etmeye çalıştığı da bilinmektedir.'' (Sayfa: 8 )
*
''Beden eğitimi çalışmaları için soyunup, vücutlarına yağ sürme geleneği de, Peloponnesoslular'dan çıkmıştır. Olimpiyat oyunlarında ilk zamanlar güreş müsabakalarında edep yerleri örtülürdü. Daha sonraları bu gelenek ortadan kalktı. Günümüzde barbarlar da boks müsabakalarında bir kuşak sererler. Eski Hellenler'in bugünkü barbarlar gibi bir yaşam sürdüklerini gösteren çok sayıda örneğimiz vardır.'' (Sayfa: 9-10)
*
''..Evet, Agamemnon'un güvendiği şey buydu. İnsanları isteyerek değil aba altından sopa göstererek bir araya toplamayı başarmıştı. Sefere çıkılırken en çok gemisi olan da Agamemnon'du. Hatta Homeros, onun Arkadialılar'a bile gemiler verdiğinden bahsetmektedir.'' (Sayfa: 11)
*
''..yiyecek sıkıntısı nedeniyle Hellenler sadece kendi ordugahlarını korumak amacıyla orada kalanlarla Troialılar'ın karşısına çıkmışlardı. Bu durum da savaşın süresinin uzamasına neden oluyordu. Aslında Troia kenti çok daha kısa bir süre içinde ele geçirilebilirdi. Ama yiyecek kıtlığı buna izin vermedi. Bu nedenden ötürü de çok da önemli bir sefer olmayan Troia Seferi sanki diğerlerinden çok daha önemliymiş gibi göründü ve haksız bir ün kazandı.'' (Sayfa: 12)
*
''Ionialılar'ın donanma kurmaları ise Pers Kralı Kyros (İ.Ö. 559-529) ve oğlu Kambyses zamanına denk gelmektedir. Bu sayede Pers egemenliği ile mücadele etmek niyetindeydiler. Kyros ile aynı zamanda yaşayan Samos tyranı Polykrates ise donanması sayesinde Rhenia'yı ele geçirdi. Bu arada Massilia kentini de kuran Phokaialılar Kartacalılar ile yaptıkları deniz savaşından zaferle ayrıldılar.'' (Sayfa: 13)
*
''Tyranların kovulmalarından önce Atinalılar ile Persler arasında Marathon Savaşı gerçekleşti. Barbar güçlerin Hellas'ı işgal etme girişimleri oldukça tehlikeli bir boyuta ulaşmıştı. Bu nedenle Lakedaimonialılar'ın da katılımlarıyla büyük ittifak kuruldu. Atinalılar tüm mallarını yanlarına alarak denize açıldılar ve adalara yerleştiler. Böylece kısa bir zaman içinde bir deniz devleti olup çıktılar. Ardından Hellas'taki kentler kendi aralarında bölünmeye başladılar. Bir kısmı Atinalılar'ın bir kısmı da Lakedaimonialılar'ın yanında yer alıyordu. Çünkü Atinalılar denizde, Lakedaimonialılar ise karada en güçlü kentlerdi. İlk zamanlar Lakedaimonialılar ile Atinalılar arasında bir ittifak vardı. Ancak daha sonraları araları açılmaya başladı. Diğer kentler de kendi aralarında bir sorun yaşadıklarında hemen yön değiştirerek diğerinin tarafına geçiyorlardı. Böylece Pers Savaşları ile Peloponnesos Savaşları arasındaki süre zaman zaman barış, zaman zaman da savaşlarla geçti.'' (Sayfa: 15)
*
''İnsanlar çoğu zaman araştırma yapmaksızın ilk gördükleri bilgileri doğru olarak kabul ediyorlar.
Bu nedenle anlattıklarımın doğru olduğu ortaya çıkacaktır. Şairlerin konuları ne kadar abarttıkları ve çeşitli tarihçilerin de gerçek dışı olayları sadece kulağa hoş görünmesi için değiştirdikleri bilinmektedir. Ancak benim anlattıklarım en eski bilgilerdir. Ayrıca son derece güvenilir yerlerden bu bilgileri toplamış olmam söylediklerimin doğruluğunu kanıtlamaktadır. Bir savaşa giren insanlar her zaman o savaşın en önemli savaş olduğunu düşünürler. Yine aynı şekilde savaş bittiğinde de eski savaşların ne kadar muhteşem olduğundan söz ederler. Fakat olayları anımsadığımızda Peloponnesos Savaşı'nın tarihteki en büyük savaş olduğu ortaya çıkacaktır.'' (Sayfa: 16)
*
''Daha önceki savaşların en önemlisi Pers Savaşları'ydı. Fakat karada ve denizde yapılan dört savaş sonucunda netice belli olmuştu. Fakat anlatacağım savaş en büyük etkiyi bıraktı. Daha önceleri bazı kentler barbarlar ve Hellenler tarafından ele geçirilmesine karşın bu kadar fazla zarar görmemişlerdi. Hiçbir zaman bu kadar fazla insan sürgün edilmedi ya da öldürülmedi. Eskiden inanılmakta güçlük çekilen felaketler artık kolayca onaylanabiliyordu. Ayrıca doğal felaketler de bunları izledi. O güne kadar hiç görülmedik şiddette depremler, güneş tutulmaları, kuraklıklar, kıtlıklar ve herkesi kırıp geçiren veba salgını da aynı zamanlarda yaşandı. Savaşla birlikte bütün bu felaketler Hellas'tan ellerini çekmediler. Atinalılar ve Peloponnesoslular arasında Otuz Yıl Barışı'nın bozulması savaşın başlangıcına işaret ediyordu. Gün olur da insanlar gelip bu savaşın nedenini merak ederler diye bunları anlatıyorum. Ancak hiç kimsenin itiraf etmediği asıl neden Atinalılar'ın aşırı derecede güçlenmeleri ve Spartalılar'ın da onlardan çekinmeleriydi.'' (Sayfa: 17)
*
Birinci Kitap:
*
''Atinalılar Korinthoslular'a şöyle yanıt verdiler: ''Anlaşmayı bozacak bir şey yapmadık. Sadece müttefikimiz olan Korkyralılar'ın yardımına geldik. Eğer başka bir yere gitmek istiyorsanız serbestsiniz. Ancak Korkyra'ya saldırmak niyetindeyseniz biz de onları korumak için elimizden geleni yaparız.
Atinalılar'ın yanıtını aldıktan sonra Korinthoslular ülkelerine geri dönmeye karar verdiler. Fakat Sybota adasında bir zafer anıtı diktiler. Diğer yandan çıkan rüzgâr gemi parçalarını ve ölüleri Korkyalılar'ın önüne kadar sürüklemişti. Onlar da bunları topladıktan sonra aynı yerde bir zafer anıtı diktiler. Her iki taraf da savaşı kendilerinin kazandığını iddia ediyordu. Çünkü Korinthoslular gemilerini toparlayabilmişlerdi. Ayrıca bin kadar esir almışlar ve düşmanın yetmiş gemisini batırmayı başarmışlardı. Korkyralılar da kazandıklarını düşünüyorlardı. Çünkü onlar da otuz gemi batırmışlar ve Korinthoslular gibi ölülerini toplama fırsatı bulmuşlardı. Ayrıca Atina'dan gelen yardımı gördüklerinde Korinthoslular geri çekilmişler ve yeniden savaşa girmemişlerdi. Bu nedenle Korkyralılar da zafer anıtı dikmişlerdi. Her iki taraf da savaşı kendilerinin kazandığını düşünüyorlardı.
Korinthoslular ülkelerine dönerken bir Korkyra kolonisi olan Anaktarion kentine saldırdılar. Burayı ele geçirdikten sonra adamlarını kente yerleştirdiler ve geri çekildiler. Ayrıca ellerinde bulunan sekiz yüz esiri sattılar. İki yüz ellisini ise hapishaneye koydular ve onlara çok iyi davrandılar. Çünkü bu insanlar Korkyra'nın en zenginleriydi. Savaştan sonra kentte kendilerinin taraftarı olan bir yönetim kurabileceklerini düşünüyorlardı. Ardından Atinalılar da ülkelerine geri döndüler. Evet, Atinalılar ve Korinthoslular arasındaki ilk savaş böyle gerçekleşmişti.'' (Sayfa: 29-30)
*
''Peloponnesoslular ve Korinthoslular Atinalılar'ın Potideia kentini kuşatmasından dolayı onları suçlarlarken Atinalılar da kendileriyle ittifak kurmuş olan bir kentin Peloponnesoslular ve Korinthoslular tarafından isyana teşvik edilmesinden rahatsızdılar. Öte yandan Peloponnessoslular bizzat gelip savaşmışlardı. Ancak tüm bunlara rağmen halen anlaşma bozulmamıştı. Çünkü bütün bunlar Korinthosluların başının altından çıkmıştı.'' (Sayfa: 34)
*
Korinthoslular'ın konuşmasından:
*
''Atinalılar'ın nasıl düşmanlar olduklarını bilmiyormuşsunuz gibi davranıyorsunuz. Atinalılar bir yenilikten çok hoşlanırlar. Hemen karar verip harekete geçerler. Siz ise bir konuda anlaşsanız bile harekete geçmekte yavaş kalırsınız. Atinalılar en büyük zorlukların içindeyken bile umutlu bir şekilde beklerler. Fakat siz kesin olan şeylerden bile kuşku duyarsınız. Zaten bir sıkıntı içine düştüğünüzde de kurtulamayacağınıza karar verirsiniz. Atinalılar bilmedikleri yerlerde dolaşmaktan hoşlanırlar. Sizlerin ise en çok sevdiğiniz şey evinizde oturmaktır. Bir kenti ele geçirdikleri zaman mümkün olduğunca toprak kazanmaya çalışırlar. Yolculuklarının amacı hep bir kazanç sağlamaktır. Ama siz evinizden çıktığınızda elinizdekini kaybetmemenin yeterli olduğunu düşünürsünüz. Onlar yenildikleri zaman ellerinden geldiğince az toprak kaybetmeye çalışırlar. Kentlerini savunmaları gerektiğinde kendilerini hiç düşünmezler. Planladıkları şeyi yapamadıklarında umutlarını kaybederler. Sanki evleri ellerinden alınmış gibi davranırlar. Savaşlarda ele geçirdikleri topraklar onlar için, planladıkları şeyin yanında değersizdir. Bir şeyi planlayıp da yapamadıkları zaman hemen yeni bir plan hazırlarlar. Başladıkları her işi tamamlayabilmek için sonsuz bir enerjiyle didinip dururlar. Bunun sonucunda da tehlikelere girmekten çekinmezler. Asla şimdiki zamandan keyif almazlar. Tek dertleri gelecekte neler kazanacaklarıdır. Bu nedenle de başladıkları işleri büyük bir istekle yerine getirirler. İş tamamlanmadıkça da oturup rahat etmezler. Kendileri rahat durmadıklarından dolayı başkalarını da rahat bırakmaları beklenemez.
Fakat Spartalılar böyle bir kente karşı bile beklemeyi tercih ediyorlar. Bir kent nasıl olur da haksızlığa uğramasına karşın savaşmayı düşünmez.'' (Sayfa: 36-37)
*
Atinalılar'ın Konuşmasından:
*
''Biz buraya müttefiklerimizle tartışmak için değil başka bir konu için gelmiştik. Ancak onların söylediklerini duyunca konuşmak istedik. Yine de söylediklerine cevap vermeyeceğiz. Çünkü bu konuda hakem olarak sizi kabul edemeyiz. İstediğimiz, sizin acele bir şekilde karar vererek sonradan pişman olacağınız bir karar almanızın önüne geçmek.'' (Sayfa: 37-38)
*
''Sizler de Peloponnesos'ta bulunan kentler üzerinde dilediğiniz gibi egemenlik sürmektesiniz. Fakat bizim başımıza gelenlerin aynısı sizin başınıza gelseydi onlara karşı, ya baskıcı bir yönetim kuracaktınız ya da ister istemez kendinizi tehlike içinde görecektiniz. Bu nedenle biz de, kendimize verilen gücü kullanmaya devam ettik. Yaptıklarımızı ne haksızlıktır, ne de çok önemli bir şeydir. Tarih boyunca güçlülerin, kendilerinden güçsüzleri yönetmeleri söz konusu olmuştur. Bunu yapan ilk kent biz değiliz. Çıkarlarınız olduğu sürece siz de aynı mantıkla hareket ettiniz ve kendinizde göre bazı adalet ilkeleri belirlediniz..'' (Sayfa: 39)
''Sanırız insanlar adaletsizlikten çok, güce baş vurulmasına daha çok kızıyorlar. İnsanlar kendileriyle eşit olanlar tarafından adaletsizliğe kızıyorlar ama, kendilerinden güçlüler tarafından zor kullanılmasına bir şey demiyorlar.'' (..) ''Savaş öncesinde rastlantıların payı büyüktür. Savaşa girildiğinde ise şans bir anda taraf değiştirir. İşte o zaman da akıl yürütmek zorunda kalırsınız. Biz böyle yanlış hareketlerde bulunmadığımızdan dolayı sizlere barışı ve yeminlerinizi bozmamanızı tavsiye ediyoruz. Aramızdaki sorunları dostça çözmeye çalışalım. Eğer bunu yapmazsanız, bize verdiğiniz örnekte olduğu gibi, bizler de kendimizi savunmak zorunda kalacağız.'' (Sayfa: 40)
*
''..Spartalılar durumu kendi aralarında görüşmek için tüm elçilerin dışarı çıkmasını istediler. Ardından çok akıllı ve ihtiyatlı bir adam olarak bilinen kral Arkhidamos konuşmaya başladı ve şunları söyledi. (..) (Sayfa: 40)
*
''Kentler ve insanlar arasındaki sorunlar çözülebilir. Fakat birilerinin çıkarları nedeniyle hesapsızca savaşa girersek bu işi istediğimiz gibi sonuçlandırmamız zor olacaktır.'' (Sayfa: 42)
*
''..asıl anlatmam gereken şeyin dışına çıktım. Ancak bu durumun nedeni, benden önce tarih üzerine yazanların, Pers Savaşları'ndan önceki ve sonraki döneme ait hiçbir şey anlatmamalarıdır. Hellanikos bunlardan biraz söz etmiştir. Ancak o da konuları yanlış bir şekilde anlatmıştır. Ayrıca kronolojik bakımdan da hatalar yapmıştır.''
*
DİPNOT: Hellanikos: İ.Ö. 480-400 yılları arasında yaşamış olan Mytileneli tarihçi. Sözü edilen eseri Attika Tarihi'nden sadece fragmanlar günümüze ulaşmıştır. (Sayfa: 48 )
*
''..''Unutmayalım ki en büyük tehlikeler zamanında, en büyük zaferler kazanılır. Pers savaşları sırasında şu anki durumumuza göre çok daha kısıtlı imkânları olan atalarımız zekaları sayesinde onları yenmişler ve ülkemizin büyümesine neden olmuşlardı. Biz de onlar gibi davranalım. Düşmanlarımızı yenerek gelecek nesillere şimdikinden çok daha güçlü bir devlet miras bırakalım.''
Perikles'in konuşması böyleydi. Atinalılar önerilerini mantıklı bularak kabul ettiler. Perikles'in yanıt olarak, söylenmesi gerektiğini ifade ettiği şeyleri, aynı şekilde Spartalı elçilere belirtildi.'' (Sayfa: 69)
*
İkinci Kitap:


''Artık Atinalılar'ın ve Spartalılar'ın müttefikleriyle birlikte girdikleri savaşı anlatmaya başlıyorum. Zaman zaman her iki kent haberciler aracılığıyla görüşmelerde bulundular. Ancak, savaş başladıktan sonra ilişkiler iyice gerildi. Şimdi bende olayları yıllık olarak ve her yılı da yaz ve kış olmak üzere ikiye bölerek anlatacağım.
Euboia'nın ele geçirilmesinden sonra yapılan Otuz Yıl Barışı on dört sene yürürlükte kaldı. On beşinci senede yani Khryseis'in Argos rahibeliğindeki kırk sekizinci senesinde ve Aeneias'ın Sparta'da ephoros, Pythodoros'un da Atina'da arkhon olduğu, Potideia olayından altı ay sonra ve ilkbahar başında Thebaililer, Boiotia Atina sınırından içeri girerek Atinalılar'ın müttefiki olan Plataialılar'a saldırdılar.''
*
DİPNOT: Savaş İ.Ö. 431 yılında başlamıştır. (Sayfa: 71)
*
Perikles'in savaşta kaybedilenlere yapılan cenaze töreni konuşmasından:
*
''Olanların, insanların akıllarında kalmasının bir hayli zor olduğu bu dönemde konuşma yapmak çok zor. Bilgili ve iyi insanlar, konuşan kişiyi, istediklerini tam anlamıyla ifade etmediği için suçlayabilirler. Bilgisiz olan dinleyiciler ise, her an konuşan kişiyi kıskanabilirler. Bir insan başka bir insanın övülmesine , sadece, o kişinin yaptığı şeyleri, kendisi de yapabileceğine inanıyorsa katılır.'' (Sayfa: 86)
*
''Bugün burada gömülenlerin çocukları, on altı yaşına kadar, yasalarımıza bağlı kalınarak devlet tarafından besleneceklerdir. Çünkü böyle bir savaşta kaybettiklerimizin çocuklarının geleceğini düşünmek, kentimize yakışan bir görevdir.'' (Sayfa: 91)
*
Veba Salgını:
*
''..hekimler de ne olduğunu anlamıyorlardı. Öte yandan hastalarla ilgilenen hekimlerin birçoğu da bu hastalığa yakalanmıştı. Bilim, bu konuda insanlara yardımcı olmuyordu. (..)
..hastalık ilk olarak Mısır'ın yukarı kesiminde bulunan Aitiophia'da ortaya çıkmıştı. Daha sonra yayılarak Mısır, Libya ve kralın ülkesine geçmişti. Sonra da Atina'da ve Pire'de görülmeye başlandı. Hastalığın Atina'dan önce Pire'de görülmesi Pelopnnesoslular'ın kuyulara zehir attıkları söylentisinin çıkmasına neden oldu.'' (Sayfa: 92)
*
''Bu öylesine bir hastalıktı ki bugüne kadar hiç görülmediği şekilde insanları etkilemişti. Hastalığın şiddeti ve etkileri hakkında bir örnek daha vereceğim. Ölen insanların yakınlarına gelen kuşlar onlara dokunuyorlardı. Zaten dokunan hayvanlar da kısa süre içinde ölüyorlardı. Böylece etraftaki ölülerin yakınlarında hiçbir hayvan kalmamıştı. Bu durumun en iyi örneği de, insanlara sokulgan bir hayvan olan köpeklerde gözlemlenmekteydi.'' (Sayfa: 93)
*
''Hastalığın yaygınlaşması kentte başka bazı sorunların da ortaya çıkmasına neden oldu. Örneğin, kısa bir süre için, ölen zenginlerin mallarından yararlanan bazı fakirlerin zenginleştikleri görüldü. Zenginleşen insanlar da, başka zevklerin ve kazanç kapılarının peşinden gitmeye başladılar. İnsanlar artık ahlaklı bir yaşam sürmek istemiyorlardı. Çünkü, ne kadar süreyle yaşayacakları belli değildi. Böylece, insanların hoşlarına gidecek her şeye ulaşma yolları, faydalı bir şey olarak görülmeye başlandı. Artık insanlar, tanrılardan da korkmaz olmuşlardı. Çünkü dindar olanlar da olmayanlar da salgından nasibini almışlardı. Suç işleyenlerin, yaptıklarının hesabını verecekleri kadar uzun bir süre hayatta kalamayacaklarına inanılıyordu. İnsanlar yargı kararlarını önemsemeksizin, sadece içinde bulundukları anın tadını çıkarmaya çalışıyorlardı.'' (Sayfa: 94)
*
Üçüncü Kitap:
*
''Klaenetos söz aldı. Klaenetos ölüm cezası verilmesi yönünde baskı kuranlardandı. Halk da en çok onun sözlerini dinlemişti. Şunları söyledi:
*
''Demokrasiyle yönetilen kentlerin başka kentleri yönetmesinin ne kadar zor olduğunu bugün bir kez daha görüyoruz. Çünkü kararınızın değiştiğini görüyorum. Günlük yaşamınızda yalan dolanla veya zorla bir iş yapmıyorsunuz. Aynı şeyi dış politikada da uygulamak istiyorsunuz. Düşmanlarımızın güzel bir şeyler söyleyerek sizlerin düşüncelerini değiştirmeye çalışmaları, sizin de tehlikeli olmayacağını düşünerek bunları onaylamanız iyi bir şey değildir. Eğer Atinalılar'ın diğer kentleri tiranca bir yönetimle değil de isteyerek yönettiklerini düşünüyorsanız, bunun sizin gücünüzden kaynaklandığını unutmayın. Bana kalırsa yapılacak en kötü şey fikir değiştirmektir. Çünkü yanlış, yasalar olsa bile, daha iyidir. Bir yerdeki insanların bilgisizlikleri konusunda diretmeleri, fikir değiştiren bilgililerden çok daha iyidir. Ortalama bir akla sahip olanlardan oluşan yönetim biçimi, çok akıllılardan oluşan yönetim biçiminden daha iyidir. Öte yandan diğerlerinden daha akıllı olan insanlar her şeyin tartışılmasını isterler. Böylece kendilerinin ne kadar akıllı olduklarını gösterme olanağı bulurlar. Ama böyle bir durum devletin sonunu hazırlar. Fakat ortalama bir akla sahip olan insanlar bilgilerini ön plana çıkarmazlar. Bu insanlar yasaların kendi akıllarından daha üstün olduğuna inanırlar. İyi konuşan bir konuşmacıyı eleştirmediklerinden, aldıkları kararlar da daha olumlu olur. Biz de bu şekilde davranmalıyız..'' (Sayfa: 136-137)
*
''Çünkü insanlar kendilerini övenleri daha çok küçümserler.
Kendilerine karşı zor kullananlara ise saygı gösterirler.'' (Sayfa: 138)
*
''..Eukrates'in oğlu Diodotos söz aldı. Diodotos Mytileneliler'e ölüm cezası verilmesinin karşısındaydı. Şunları belirtti: (..)
*
''En tehlikeli olanlar ise güzel konuşma yeteneğinizi eleştirenlerdir. İnsanlar sizi aptallıkla suçlarsa bir sorun yoktur. Çünkü o zaman, zaten aptal olduğunuzdan dolayı, herkesten daha az suçlusunuzdur. Fakat insanlar sizi rüşvet almakla suçlarsa o zaman işiniz zordur. Çünkü başarılı olsanız bile insanlar sizden şüphelenirler. Fakat başarısız olduğunuzda, hem beceriksizlik ve hem de rüşvet yemekle suçlanırsınız. Devletlerin de durumu aynıdır.'' (Sayfa: 140)
*
''Hellas'ın yasalarında, bir insan yalvardığında onu öldürmek yasaktır.'' (Sayfa: 148)
*
''İlkbahar aylarında Etna yine püskürdü. Lavlar Katanialılar'ın topraklarına kadar geldi. Katanialılar Sicilya'daki en yüksek dağ olan Etna'nın eteklerinde yaşarlar. Bir önceki püskürmenin elli sene evvel olduğu anlatılır. Hellenler Sicilya'ya yerleştiklerinden bu yana dağ üç defa püskürmüştür. Kış aylarında yaşanan olaylar bu şekildeydi. Böylece Thukydides'in anlattığı savaşın altıncı yılı tamamlanmış oldu.'' (Sayfa: 174)
*
Dördüncü Kitap:
*
''Rhegion ve Messina arasında bir boğaz vardır ve burada iki kara parçası birbirine oldukça yaklaşır. Aynı zamanda Odysseus'un geçtiği Kharybdis de burasıdır. Geçidin dar olması aynı zamanda Thyrrhen ve Sicilya denizlerinin taşmasına ve tehlike yaratmasına neden olur.'' (Sayfa: 184)
*
''..hiç kimse Peloponnesoslular'ın açlık ya da benzeri bir sıkıntı halinde teslim olacağını düşünmüyordu. Herkes onların savaşarak ölmelerini bekliyordu. İnsanlar ölenlerin daha cesur olduklarını düşünüyorlardı. Hatta bir Atinalı, esirlere şöyle bir soru sordu: ''Ölenler cesur muydular.?'' Esir de şöyle bir yanıt verdi: ''Bir ok, gerçekten de cesurları ve korkakları ayırt edebilseydi çok değerli olurdu.'' Esir adam bu sözleriyle Atinalılar'ın attıkları okların tesadüfen hedeflerine ulaştığını belirtmek istiyordu.'' (Sayfa: 191)
*
''..Köprüye yakın olan surlar, o zamanlar köprüye bitişik değildi. Fazla sayıda nöbetçi olmadığından Brasidas kolayca köprüyü ele geçirdi. Hem ihanet hem de hava koşulları köprünün beklenmedik derecede kısa bir süre içinde düşman eline geçmesine neden olmuştu.
Kette ise karmaşa artmıştı. Bir yandan köprünün ele geçirilmesi, bir yandan sur arkasına saklananlar bir yandan da dışarıda gezerken yakalananlar durumu iyiden iyiye karıştırmıştı. Öte yandan Amphipolisliler arasında da bir güvensizlik vardı. Kimileri Brasidas'ın başka bir kenti ele geçirmek için buraya geldiğini ve askerlerine yağmayı yasakladığını belirtiyorlardı. Fakat Brasidas bir ordugah kurdu ve yakınlardaki köylere saldırdı. Fakat kent içinden bir karşılık gelmeyince kuşatmaya girişmedi. İçeride Atina yanlısı daha fazla sayıda insan olduğundan dolayı kapılar kendisine açılmamıştı. Atina yanlıları ise strategoslar Eukles'in de kabul etmesiyle civardaki diğer strategoslara haber gönderdiler. Kendisine haber gelen strategos kitabımızın yazarı Oloros'un oğlu Thukydides'tir.'' (Sayfa: 217)
*
''Skioneliler Brasidas'ın konuşmasından çok etkilendiler. Eskiden Atinalılar'ın yanından ayrılma fikrine karşı gelenler bile artık düşüncelerini değiştirmişlerdi. Diğer yandan Brasidas'a Yunanistan'ın kurtarıcısı olarak altın bir taç hediye edildi. Sanki zafer kazanmış bir sporcu gibiydi. Brasidas kentte küçük bir birlik bıraktı ve yeniden denize açıldı. Skione'den sonra Menda ve Potidaia'yı da ele geçirmek istiyordu. Bu nedenle Atinalılar'ın yardımı gelmeden evvel harekete geçmesi gerekiyordu. Elbette ki her zaman olduğu gibi çeşitli kentlerden Peloponnesos yanlısı insanlarla gizli anlaşmalar yapmıştı.'' (Sayfa: 226)
*
Beşinci Kitap:
*
''Yaz aylarında Pythia oyunları sırasında barış anlaşmasının süresi doldu. Atinalılar Deloslular'ı kovduklarında ise anlaşma halen geçerliliğini sürdürüyordu. Deloslular'ın kovulmalarının nedeni daha evvelden bahsettiğimiz mezarların arıtılması konusunda Deloslular'ın kovulmasının gerekliliğine inanmalarıydı. Deloslular kovulduktan sonra Pharnakes tarafından kendilerine verilen Atromyttion kentine yerleştiler.'' (Sayfa: 233)
*
DİPNOT: Pythia Oyunları: Delphoi'de düzenlenen Pythia oyunları dört yılda bir yapılırdı ve Hellas'ın en önemli oyunları arasında yer almaktaydı.
*
''On yıl süren savaşın ardından Sparta'da Pleistolas ephorosken, Atina'da Alkaios arkhonken anlaşmayı kabul edenler imzaları attılar. Korinthoslular ve bazı Peloponnesos kentleri anlaşmadan memnun değillerdi. Kısa bir süre sonraysa Spartalılar ve müttefikleri arasında başka bir anlaşmazlık başladı. Ardından Spartalılar'ın bazı anlaşma maddelerine uymuyor olmaları Atinalılar'ı rahatsız etmeye başladı. Fakat yine de altı sene ve on ay boyunca her iki taraf da diğerinin ülkesine herhangi bir askeri seferde bulunmadı. Ancak kendi kentlerinin dışında muğlak anlaşma maddelerinden yararlanarak birbirlerini rahatsız etmeye devam ettiler. En sonunda her iki taraf da anlaşmayı bozdular ve düşmanlık kaldığı yerden devam etmeye başladı.
Atinalı Thukyidides olayları yaz ve kış mevsimlerine bölerek Spartalılar'ın Atina uzun surlarını ele geçirmesine kadar anlatmıştır. Savaş toplam yirmi yedi sene sürmüştür. Aradaki barış dönemini ise savaşla beraber hesaplamak yanlış olacaktır.'' (Sayfa: 245-246)
*
ATİMİA CEZASI: Yüz kızartıcı suçlar sonrasında vatandaşlık haklarının bir bölümünün kaybedilmesi. (Sayfa: 250)
*
Atinalılar ve Meloslular'ın konuşmasından:
*
''..her iki taraf birbirine eşitse adalet olur.'' (Sayfa: 275)
*
Altıncı Kitap:
*
''..Atina halkı kendi sırlarına saygısızlık yapan insanları cezalandırmak için yanıp tutuşuyordu. Yapılanların tiranlık ve oligarşi isteğiyle gerçekleştirildiğine inanıyorlardı. Her geçen gün önlemler daha da sıkılaştırıldı. Suçlu olduğuna inanılan insanlara karşı sert bir tavır uygulanıyordu. Bu sırada tutuklananlardan birisi arkadaşlarının sözüne inanarak bazı şeyler söyledi. Bunların doğruluğundan emin değilim. Bu dakikadan sonra hiç kimse aslında bir kişiye yönelik bir suçlama getirmedi. Tutuklanan insanlara sürekli olarak, kendisinin suçlu olduğunu itiraf etmesi yönünde baskı yapılmaktaydı. Böylece, üzerlerindeki baskıdan daha kolay bir şekilde kurtulabilirlerdi. Konuşan adam birkaç arkadaşıyla beraber bu işi yaptığını söyledi. İnsanlar bu haberden çok mutlu oldular. Artık demokrasiye karşı suç işleyenler ortaya çıkarılmıştı. Tutuklu adam ve kendisinin suçlamadıkları hemen serbest bırakıldı. İspiyonladığı insanlar ise yargılanarak öldürüldüler. Bu insanların cezalandırılmaları adil bir şey miydi.? Bilemiyorum. Ama sonuçta insanların içleri huzurla doldu.'' (Sayfa: 306-307)
*
Alkibiades'in konuşmasından:
*
''En büyük düşmanlarımız bize zarar veren düşmanlar değil, dostlarımızı elimizden alanlardır. (..) Gerçek anlamda vatanseverce davranış elinizden haksızlıkla alınan yeri korumak değil, o ülkeyi, elinizdeki tüm fırsatları kullanarak, yeniden korumaya çalışmaktır.'' (Sayfa: 321)
*
Yedinci Kitap:
*
''..Demosthenes yola çıktıktan sonra gelen Thrakyalılar geri gönderildi. Kendilerine Diitrephes eşlik edecekti. Euripos Boğazı'ndan geçerlerken mümkün olduğunca Atina düşmanına zarar vermesi emrini aldı. Tanagra topraklarının bir kısmını yağmaladıktan sonra Euboia ve Khalkis'e girdi. Euripos'u aştı ve Boiotia'daki Mykalessos'a saldırdı. Geceleyin kentin on altı stadion dışındaki Hermes Tapınağı yakınlarında bir ordugah kurdu. Sabaha karşı bu pek de önemli olmayan kenti ele geçirdi. Kentte yaşayanlar düşmanın hızla gelmesinden dolayı çaresizliğe kapılmışlardı. Surların bir kısmı ilk saldırıya dayanamadı. Diğer kısımlar da zaten yeterince yüksek sayılmazdı. Halk son derece rahat bir yaşam sürüyordu. Düşmanları geldiğinde kapılar açıktı. Thrakyalılar kente girdiler ve önlerine gelen her türlü canlıyı öldürdüler. Yaşlı, genç ya da hayvan ayırmıyorlardı. Zaten bu barbar insanlar korkacakları bir şey olmadığında her türlü saldırganlığı yaparlar. Açıkçası burada savaşın en büyük katliamlarından birisi gerçekleşti. Bölgenin en büyük okulu buradaydı. Thrakyalılar çocukları da öldürdüler. Tarihte hiçbir zaman bir kent böylesine beklenmedik bir saldırıya maruz kalmamıştı.'' (Sayfa: 339)
*
''Askerlere her şeyi hazırlamaları söylendi. Tam yola çıkılacağı sırada bir güneş tutulması yaşandı. Askerler bundan çok korktular ve hareket edilmemesini istediler. Nikias kehanetlere çok önem verirdi ve böylesine olaylardan çok korkardı. Bu nedenle tutulmanın ardından üç defa dokuz gün geçmeden yola çıkılmayacağını söyledi. Bu nedenle Atinalılar Sicilya'da kalmaya devam ettiler.'' (Sayfa: 349)
*
Sekizinci Kitap:
*
''Atinalılar'ın Sicilya'da aldıkları yenilgi Hellas'ta büyük bir sevince yol açtı. Tarafsız kalan kentler bile bundan sonra tarafsız kalmaya devam etmemeleri fikrindeydiler. Kentler, Atinalılar Sicilya'da zafer kazansalardı, sıranın kendilerine geleceğine inanıyorlardı. Zaten bundan sonra savaşın çok da uzun sürmesi beklenmemekteydi.'' (Sayfa: 367)
*
''Tissaphernes Alkibiades'in etkisiyle Spartalılar'a, kendilerinden denizcilik konusunda daha tecrübeli insanlar olan Atinalı tayfalara bile üç obolos ödendiğini söyledi. Aslında Atinalılar'ın böyle yapmalarının nedeni fakir olmaları değil, tayfaların çok para kazandıkça büyük sorunlar yaratmalarıydı. Bu nedenle tayfaların her zaman alacaklı kalmalarını sağlayarak gemilerden kaçmamaları için çaba harcıyorlardı.'' (Sayfa: 386)
*
''Peisandros ve yanındakiler Atina'ya geldiler. Son hazırlıkları tamamladılar. Halkı toplantıya çağırıp on kişiden oluşan bir meclis oluşturmalarını istediler. Bu meclis en iyi anayasayı yapıp, halkın onayına sunacaktı. Anayasa hazırlandıktan sonra Kolonos'ta bir araya geldiler. Kolonos Poseidon'a adanmıştır ve kentin on stadion dışında yer almaktadır. Peisandros'un elçileri dileyen kişinin istediği gibi konuşmasını, ancak, yasalara aykırı bir şeyler söyleyenlerin de ağır bir şekilde cezalandırılmasını istediler. Ardından memuriyetler, cezaların kaldırılması ve başkan seçimleri gibi konularda öneriler geldi. Buna göre beş başkan, yüz vatandaşı, yüz vatandaşın her biri de üçer kişi seçecekler ve böylece dört yüz kişiden oluşan bir meclis oluşacaktı. Dört yüzler meclisi kenti dilediği gibi yönetecekti ve ihtiyaç olduğunda beş bin kişiyi toplantı için davet edeceklerdi.
Peisandros'un hazırladığı bu öneri demokrasinin karşıtıydı. Fakat öneriyi asıl hazırlayan kişi Antiphon'du. Zamanının en iyi konuşan ve erdemli insanlarından biriydi. Ancak meclislerde konuşmayı pek sevmezdi. Halk, konuşmalarındaki becerisinden dolayı ondan kuşkulanırdı, fakat mahkemelerde insanlara büyük yararı dokunurdu.'' (Sayfa: 395)
*
''Aslında söylenen şeylerin tümü de halkı kandırmak içindi. Niyetleri bir demokrasiden doğmuş olan oligarşiyi ortadan kaldırmaktı. Hiç kimse eşit olmak istemiyordu. Herkesin aklındaki şey, diğerlerinden ön plana çıkabilmekti. Demokratik rejimlerde, insanlar seçilen kimsenin, kendilerini aşağıladığını düşünmezler. Bu nedenle de yönetenlere daha fazla tahammül edilir.'' (Sayfa: 405-406)
*
''Atinalılar çok büyük bir üzüntü içinde olmalarına karşın yine de yirmi iki gemi hazırladılar ve Pynks'te bir toplantı düzenlediler. Toplantıda dört yüzler iktidarının sob-na erdirilmesine ve beş binlerin yönetime geçmesine karar verildi. Bundan böyle hiçbir memuriyet için para alınmayacaktı. Para isteyenler de cezalandırılacaklardı. Aynı zamanda nomothetesler seçilmesi kararlaştırıldı. Benim yaşadığım zaman dilimi içinde Atina'nın gördüğü en iyi yönetim şekli buydu. Bu kez demokrasi ve oligarşiyi bilgece bir araya getirmeyi başardılar.''
*
NOMOTHETES: Beş yüz bir kişiden oluşan yasa koyuculara verilen isim. (Sayfa: 410)

Sohrâb Sepehrî (سهراب سپهری) (Sohrâb-i Sipihrî) - Sekiz Kitap, Bütün Şiirleri (Farsçadan Çeviren: Mehmet Kanar)

Rengin Ölümü (1951)   GECENİN KATRANINDA * Nicedir bu yalnızlıkta Suskunluğun rengi dudakta. * Bir ses çağırıyor beni uzaktan Ama ayaklarım ...