16 Şubat 2023 Perşembe

Kalevala, Fin Halk Destanı (Türkçesi: Riitta Cankoçak)


Arka Kapak

*
Kalevala, kuzey insanın yalın hayatlarını anlatan bir halk destanıdır. Diğer destanlardan daha gerçekçi bir tarzda yazılmış olan bu uzun şarkı, doğadan başka bir yaşam kaynağı olmayan halkların dertlerini anlatır.
*
Tolkien’in Silmarillon’undan Ursula Le Guine’in Yerdeniz Öyküleri'ne kadar birçok çağdaş edebiyat eserinde izlerini gördüğümüz Fin halk destanı Kalevala’yı diğer destanlardan ayrı kılan en önemli özelliği dünyayı “sözlerle değiştirmek” iddiasıdır. Kalevala’daki 50 şiirin neredeyse tamamında yer alan ozan Väinämöinen, koşuk/şarkı söyleyerek büyü yapar, sözlerle savaşır ya da tekne yapmak için sözler arar. Fin halkının o topraklara yerleşme ve paganlıktan Hıristiyanlığa geçiş sürecini anlatan destanda, Homeros’un İlyada’sından farklı olarak sadece iki halkın çatışmasını değil aynı zamanda dostlukları, evlilikleri ve kültürlerinin kaynaşması da anlatılır.
*
Kalevala’nın Fin kültüründe ve Fin ulusal bilincinde ayrı bir yeri vardır. İlk kez 1917’de bağımsız bir devlet kuran Fin halkının, dillerini yaşatmaları belki de büyük ölçüde Kalevala sayesindedir. Yüzyıllardır halk arasında sözel olarak anlatılan destanların derlemesi olan Kalevala’nın çok çeşitli versiyonları vardır. Elinizdeki bu kitap 1849 tarihli Lönnrot’un derlemesidir ve günümüzde resmileşmiş tek Kalevala’dır. Özgün dilinden titiz uğraşlar sonucu yapılan Kalevala çevirisi, İlyada gibi, Gılgamış Destanı gibi dünya kültürünün kurucu başyapıtlarından biri olarak nihayet Türk okurlarıyla buluşuyor.
*
TÜRKÇE BASKIYA ÖNSÖZ
*
GİRİŞ:
*
Tolkien'den Ursula K. Le Guin'e kadar birçok çağdaş edebiyatçıyı derinden etkilemiş olan Fin halk destanı Kalevala'nın pek çok farklı boyutu vardır. Her destanda olduğu gibi, efsanelerden, masallardan gelen mitolojik ögelerin süzülmesiyle ortaya çıkmış bir dünya anlayışına sahip olmasının yanı sıra, aynı zamanda tarihsel bir kurguyu da içinde barındırır. Kalevala'nın tarihsel vurgusunu Fin halkının Finlandiya topraklarına yerleşme süreci sırasında, bu topraklardaki Samilerle (destanda Laponlar olarak geçer) ilişkileri oluşturur. Ancak Homeros'un İlyada'sından farklı olarak bu kurguda sadece iki halkın çatışması değil aynı zamanda dostlukları, evlilikleri ve gelenek-göreneklerinin de kaynaşmasını görebiliriz. Kalevala'da esas olarak iki önemli yer vardır: Kaleva ve Pohjola. Destanın üç ana kahramanı Vainamöinen, Ilmarinen ve Lemminkainen Kalevalıdır. Yarı tanrısal yarı büyücü olan bu kahramanlar Pohjola'daki diğer insanlarla, büyücülerle ve yarı tanrılarla hem bir mücadele hem de dostluk ilişkisi içindedir. Her üç kahraman da Pohjola halkından kadınlarla evlenmek isterler; evlenirler, boşanırlar, Laponlarla savaşa tutuşurlar ya da onlardan yardım isterler. Kaleva ve Pohjola bölgelerinin coğrafi konumları üzerinde tartışmalar günümüzde devam etmektedir. Kimilerine göre Kaleva, şimdiki Karelia'yı da içine alan ve bir kısmı Finlandiya sınırlarının doğusunda, bir kısmı da Rusya'nın içinde kalan bir bölge olup, Pohjola günümüzde Samilerin yaşadığı, Finlandiya'nın kuzey kısmıdır. Kimileriyse Kalevala'daki Pohjola'nın aslında mitolojik bir yer olduğunu savunur.'' (Sayfa: 7)
*
''Kalevala'yı diğer destanlardan ayrı kılan bir diğer özelliği de dünyayı ''sözlerle değiştirmek''tir. Kalevala'daki 50 şiirin neredeyse tamamında yer alan ozan Vainamöinen, koşuk/şarkı söyleyerek bir çeşit büyü yapar, sözlerle savaşır ya da tekne yapmak için sözler arar. Kalevala'daki kavgaların büyük kısmı kılıçla değil sözle yapılır. Diğer mitolojik öykülerde pek karşılaşılmayan bu özellik Tolkien'e Silmarilon'da ilham vermiştir. Le Guin'in Yerdeniz öykülerinde de Roke büyücüleri sadece sözlerle gerçekleştirirler büyülerini.'' (Sayfa: 8 )
*
Fin tarihi içinde Kalevala:
*
''Kalevala'yı İlyada'dan farklı olarak anakronik değerlendirmek gerekir. Tek bir olayın ya da kısa bir dönemin öyküsü değildir Kalevala. Belki de bin yıla yayılan bir dönemin öykülerinin harmanlanmış, eskiyle yeninin, paganizmle Hıristiyanlığın iç içe geçtiği bir tarihsel art alan içinde kaynaşmış öyküler bütünüdür.'' (Sayfa: 9)
*
Kalevala'nın Tarihsel Önemi:
*
''600 yıl İsveç krallığı, 100 yıl da Rus çarlığının hakimiyetinde yaşayan Fin halkı ulusal kimliğini Kalevala destanı sayesinde korumuştur.'' (Sayfa: 9)
*
''.. Lönnrot, eski şiirlerimizin kökeninin çok eski zamanlara dayanıyor olabileceğini ve Kalevala şiirinin eski Hint tanrı şiirleriyle karşılaştırılması gerektiğini öne sürmüştür.'' (Sayfa: 10)
*
KALEVALA'DAKİ ÖNEMLİ KİŞİLER
*
Kalevala'da birkaç şiir hariç, üç kahramanın maceraları yer alır: Väinämöinen, Ilmarinen, Lemminkäinen. Bu üç kahraman da Kaleva bölgesindendir ama evlenmek için hep Pohjola'ya giderler. Günümüzün Laponları oldukları tahmin edilen Pohjalılardan hem kız alırlar hem de onlarla savaşırlar.
*
Väinämöinen

Väinämöinen, Ilmatar'dan doğan, suyun rahminde otuz üç yıl bekleyen, yarı tanrı, ozan kahraman. Koşuklarıyla (şiirleriyle) yaratma gücüne sahip olan çok yaşlı bir adam. Kaleva'nın öz kahramanı. Väinämöinen hep genç kızlarla evlenmek ister ama bir türlü bunu başaramaz. Väinämöinen pagan dininin temsilcisi, ulusu hatta bir nevi peygamberidir.

Ilmarinen

Ilmarinen (demirci), sonsuzluğu yaratabilen usta. Tüm kâinatta sampo yapabilen tek demirci. Pohjola karısı Louhi'nin güzel kızlarından biriyle evlenir. Kalervo, sevmediği oğlu Kullervo'yu Ilmarinen'e çırak olarak gönderir, ama oğlan kötü kalpli kadını öldürür.

Lemminkäinen

Lemminkäinen, yakışıklı kahraman. Kadınları ve savaşı sever. Anası onu takip edip belalardan kurtarır. Tuonela'nın nehrinde ölür ama anası onu kurtarıp canlandırır. Kavgacı olduğundan dolayı düğüne davet edilmez. Lemminkäinen buna kızıp düğünü basar ve gelinin babasını öldürür.

Joukahainen

Joukahainen, Väinämöinen'i kıskanan Lapon genci. Väinämöinen'i öldürmek ister. Anası engel olmaya çalışır. Şiirden de anlaşıldığı gibi aslında Kaleva halkı ile Lapon halkı (Pohjalılar) karşılıklı evliliklerle akraba olmuşlar, birbirlerine karışmışlardır.
*
''Vurma sen oğlum Väinämöinen'i,
Kalevalıyı yok etme.!
Vainö'nün yüksek soyunu:
kanı bizimle karışık.''

Aino

Aino, Joukahainen'in kız kardeşi. Özgürlüğüne düşkün genç kız. Joukahainen kavgada yenilince kız kardeşini Väinämöinen'le evlendirmeye söz verir. Ancak, Aino yaşlı ozanla evlenmek istemez ve intihar eder. Boğulduğu gölde Vellamo'ya dönüşür. Vellamo suların anasıdır.

Louhi

Louhi, Pohjola'nın hakim kadını ya da Pohja'nın caddı karısı, uğursuzluğun, kötülüğün taşıyıcısı.

Kullervo

Kullervo, Kalervo'nun talihsiz oğlu. Amcası Untamo, Kalervo'ya karşı savaşa kalkar, onu tüm halkın desteğiyle yok eder. Kullervo'yu amcası öldürmek ister ama yapamaz. Sonunda onu demirci Ilmarinen'e satar. Birçok acı maceradan sonra Kullervo amcasını öldürür ama bu arada tüm ailesi de yok olmuştur. Sonunda intihar eder. Tolkien'e ilham veren Kullervo karakteri üzerine çok sayıda kitap, makale ve tiyatro oyunu vardır.

Marjatta

Marjatta, bakire genç kız. Yaban mersininden gebe kalır, Karelia'nın kralını doğurur. İlkin evlilik dışı çocuğun babasını ararlar, bulamayınca Väinämöinen'i çağırıp ona danışırlar. Väinämöinen çocuğu öldürmesinin emirini verir. O zaman çocuk konuşmaya başlar, kendisini savunur. Kendisini yargılayan Väinämöinen'in suçsuz olmadığını söyler. Väinämöinen bölgeden uzaklaşmak zorunda kalır. Kalevala'nın son şiirinde yer alan bu öykü, Fin halkının Pagan dinlerden Hıristiyanlığa geçişini anlatır.
*
Sampo, Kalevala'daki ana olay ''sampo''nun yapılması ve Pohjala'dan çalınmasıdır. Araştırmacılar, samponun aslen ne anlama geldiğine dair farklı fikirler öne sürmüşlerdir..'' (Sayfa: 13-14)
*
''İlmarinen mitolojide ateşin ve rüzgârın tanrısıdır. Tarihçilerin araştırmalarına göre 1800'lü yıllarda Finler güzel hava için İlmarinen'e dua ediyorlardı. İlmarinen'in karşılığı, Yunan mitolojisinin ateşi tanrılardan çalıp insanlığa getiren Prometheus'tur.'' (Sayfa: 16)
*
Riitta Cankoçak
Nisan 2017 Jyvaskyla

Ilmatar
1. Şiir:
*
Gökyüzünde yaşamakta olan havaların bakiresi Ilmatar, sudan ve rüzgârdan hamile kalmış çocuk beklemektedir. Coşkun denizlerin sularında yıllarca çalkanır, ıstırap çeker. Efsanevi bir kuş bakirenin dizini görür, oraya yuvasını yapar, yumurtalarını bırakır. Yumurtalar kırılır, denize dökülür. Parçalarından gökyüzü, güneş, ay ve bulutlar meydana gelir. Ilmatar da sonradan yeryüzünü yaratır. Ölümsüz ozan Väinämöinen, Ilmatar'dan dünyaya gelir.
*
Canım ister, ey canım
akıl almak, söz bulmak
yola çıkmaya koşuklarım,
ister gönül dilini saymak,
ah, adlarına ataların,
türkülerine halklarının.
Durmaz hiçbir söz, düşer
bal gibi erir, ağzı ağlar,
dilime düşüp döner, dağılır
diş ezer, kırık kalır kelam.
Sen ey kardeş, güzel dost,
yoldaşı yurdumun.!
Gel sen, gel ey çıkalım
şu türkülerin diyarına
iki gönül birdir dünyada,
kol kola girelim, dost ey dost.!'' (Sayfa: 33)
*
''ve açsam sandığı sözlerle dolu,
ayarlayıp hazırlasam ahengini,
ve çözmeye başlasam mı,
düğümünü dünyanın.?''
*
''yalnız doğdu Väinämöinen de,
ölümsüz ozan anasından,
narin taşıyanından,
Ilmatar'dan doğdu geldi.
*
Semada bakire bir kızdı o ana,
güzel mi güzel hafifliğinde.
El değmemiş bekledi haftalarca,
sonsuz bakire havaların
bitmeyen zamanların bahçelerinde,
yüksüz yerlerin yakınlarında.'' (Sayfa: 36)
*
''Ve yel aldı kızı kollarına,
dalga coştu, gezdirdi bakireyi
sırtında meneviş suların,
şapkalı dalga tepelerin ardından:
yel hışırdıyordu, deniz girdi içeri,
hamile bıraktı bakireyi.
Karnında kaygılı, uzundu zaman,
rahminde ağırdı taşıdığı zulüm
yedi yıl geçti, yedi hasat,
geçti dokuz adam ömrü;
doğmadı doğuracağı,
rahmini bırakmadı dünyaya.
*
Döne döne suların şuurunda.
Yüzdü doğuda, yüzdü batıda,
karayelden güneye,
ufuktan ufka,
aldı ateş sancılı an,
karnında kaygılı uzunca zaman;
sürdü sürdü doğumun doğuşu,
rahminden çıkmadı Yaradan'ın.'' (Sayfa: 37)
*
''Ve başladı yaratmaya,
yayıldı, serdi kâinatını
düz deryanın sırtına,
engin ufkunun önüne.
Değdi bir eliyle hiçliğin yerine,
körfez çıktı temiz, sakin;
vurdu mu dibe ayağıyla,
pul çene, balıklar çıktı;
kabarttı mı hava,
orada oldu çukuru.
*
Yattı toprağa dönük kıvrak:
yeri oldu sahilin;
toprağı mı çevirdi:
oradaydı somon suyunun ilk yeri;
yüz yüze attı mı yere:
koyları sığındı kenarlarda.
Yüzdü, yüzdü daha da uzak,
ufkun en uzaklarına:
durduğu nefessiz, orda oldu ada;
etrafta sığlıklar,
gemiler kalsın dursun,
denizcileri aldatırdı.
*
Böylece yaratıldı taze adalar,
körfezleriyle güzel,
doldu hava, kalmadı delik,
yaratıldı yurtlar ve kıtalar,
taşlarda yazılı yapıtları,
çizgiler kayalara kazıldı.
Daha doğmamış Väinämöinen,
âlemin ölümsüz ozanı.
Vakur koca Väinämöinen,
gezerdi rahminde anasının.'' (Sayfa: 41)
*
2. Şiir:
*
''O zaman vakur koca Väinämöinen
söyledi sözleri söyleyeceğini:
''Anam, deryanın rahmi,
yaratanı, yüksek yarının.!
al, bu sularını halkının,
doldur su bir yerlerden
çağır onları neşeye düşürmeye,
şu lanetli ağaçtan kurtulmaya
önünden parlayan gününün,
ayın ışığını kapatan.''..'' (Sayfa: 48)
*
''Vakur koca Väinämöinen
yaptırdı yeni baltayı.
Yıktı ağaçların tümünü,
adam etti vahşi toprağı.
Bakmadı ağacın türüne neydi;
söktü, bir tek huşa değmedi
aşiyanıydı kuşların,
guguk kuşunun yuvası.
*
Uçtu kartal, göğü deşti,
üstünden salim semanın.
Gelen geldi bakmaya:
''Neden kaldı tek bir tane
huş ağacı devrilmemiş,
ağaç âleminden alınmamış.?
*
Väinämöinen sözünü döktü:
''Bırakıldıysa neden vardı:
dinlensin kuşlar yolunda,
hava herkese kalsın diye.''..'' (Sayfa: 53)
*
3. Şiir:
*
''Dedi delikanlı Joukahainen:
''Atanın sözünü almak iyi,
ananın daha da önemli,
ve kendi aklım onların üstü.''..'' (Sayfa: 58-59)


6. Şiir * Joukahainen, kız kardeşi Aino yüzünden ozana kin tutmuştur, öldürmek için fırsat kollar. Annesi önlemek ister, başaramaz. Delikanlı, ozanı bir gün denizde yakalar; okuyla atını devirir, öldürdüğünü sanır. Väinämöinen, ölmemiştir; uzun zaman sularda çalkanır, bir yere ulaşır. (Sayfa: 99) * ''Ve geldi sıra üçüncü oka: üçüncü kararı okun, buldu mavi geyiğin yanındaki vakur koca Väinämöinen'i; rüzgârı deşen atını, nohut sapından ince bacaklı atının bacağına girişti ok, sol karnı altına. * Vakur koca Väinämöinen kaybetti dengesini ozan, dalgalara yuvarlandı, baş üstü aşağı sırtında mavi geyiğin, nohut sapından ince bacaklı atının.'' (Sayfa: 104-105) * ''Vurdun mu sen Väinämöinen'i, Kalevalıyı kovdun mu yerinden.?'' * Öylece delikanlı Joukahainen sürdü yanıtını söyledi: ''Vurdum ben Väinämöinen'i öldürdüm Kalevalıyı, uçtu o denizin dibine, dalgaları süpürmeye. Girdi köprülerine denizin, dev dalgalarının içine kaydı moruk atasından, düştü parmak, avucun üstüne; döndü yana sallana sallana, sırt üstü kaldı denizin içinde ihtiyar, köpüklerinde koca kara suların.'' * Ana söyledi sözünü: ''Kötü ettin oğlum vay vay, Väinämöinen'i vurdun vay, Kalevalıyı kovdun yerinden, Soylu adamını Suvantola'nın, En büyüğünü Kalevalı'nın.!'' (Sayfa: 106) * 9. Şiir: * ''Ben bilirim demirin doğuşunu, aklımda çeliğin keşfi: hayatın anası hava, kadim kardeşi sudur, genç kardeşi demirdir, arada da ateş vardır.'' * ''O bakireler dolanıp, dururlardı bulutlarında göğüsleri kâinat dolu, uçları çatlamaktaydı. Sütünü dökerler toprağa, uçlardan damlatırlar, saldılar sütü bataklığa, topraklara, denizlere.'' (Sayfa: 130) * ''Demir dile geldi, yemin etti, söz verdi tırmığa, tarağa, örse çekiçlere yemin etti; konuştu diyeceğini,'' (Sayfa: 134) (..) ''yakmam ben dostumu, kendi halkımı harcamam.'' (Sayfa: 135) * ''Hemen koca Väinämöinen merhemin haline kapıldı. İyileşti sonunda sayrısı ozanın; eti kemiği güçlendi sağlık döndü yerine'' (Sayfa: 145)
*
11. Şiir


Lemminkäinen adında bir delikanlı vardır; evlenmek kararındadır. Komşu adalardan birinde yaşayan bir güzel kızı, ailesinden istemeye gider. Adada, kızlar bir araya toplanmışlar eğlenmektedirler; delikanlı ile alay ederler, sonunda da dost olurlar. Lemminkäinen, kızların en güzeli Kyllikki'yi kaçırır. (Sayfa: 163)
*
''Ana konuştu engel oldu,
uyardı koca avrat:
''Hey evladım, duy sözümü,
gitme yükseklerin yerine.!
Senin gibi alçak adam
Soylu sandığı açamaz.''
(..)
Anası vah vah akıl almaz
Lemminkäinen'in fikrini
Saari'nin yüksek yerleri,
soylu türden gelin almaya:
''Orada makama maymun olursun,
kadınlar gülerler sana.'' (Sayfa: 165)
*
''Kyllikki, kendisi güzel,
söyledi sözünü, derdini dedi:
''Sen ey, orta malı,
boşuna kıyıda, kürekte,
kız avlarsın ahmak,
kurşun kemerleri çözersin.?
Vaktim yok, istemem de,
değirmen taşı aşınmadıkça
elimden tokmak alınmadıkça,
tekne boşalmadıkça.
*
''Bakmam yüzüne yüzsüzün,
bulaşır her yere sözü, eli;
benim dik gövdemin yanına,
can olsun etin de ruhun da
yanında etimin ve ruhumun
ve yüzü güzel olsun
güzel yüzümün yanına.''..'' (Sayfa: 168-169)
*
12. Şiir:
*
''Ocak başından çığlık sesi bir cadalozun,
çivi diliyle söyledi..'' (Sayfa: 187)
*
13. Şiir:
*
''Ve kulak verdi orman milleti,
duymaya, bakmaya yetişti.
Hiissi halkı düşledi çağırdı,
yarattı ren geyiklerini:
bir koç kafası çağırdılar
yaptılar onu kütükten,
boynuz çatal çatal dallardan,
bacak sulu toprağın sazından,
sırtı da kalça da kamıştan,
bağırsak ölü ağaçlardan,
gözleri sarı nilüferden,
kulaklar gölün zambaklarından,
tilkinin ladin sırrından da,
etleri çürük kargalaklardan
Hiissi üfledi canını geyiğin,
sözü verdi nefesine:
''Koş koşabildiğin,
çap çapabildiğin,
bacakların tutana kadar,
Ren yurduna; Laponya dibine.!
Peşinden gelen terde donsun,
gebersin avcı Lemminkäinen.!''
*
Can aldı Hiissi'nin geyiği,
coştu, koştu karaca geyik..'' (Sayfa: 196-197)
*
15. Şiir:
*
''Ey sen arı, bal avcısı âlemin,
orman çiçeklerinin efe elçisi.!
Çık yola, bal peşine düş,
bul limon suyu damlası
Metsola'nın müşfik ormanından,
Tapiola'nın öz alanından,
çiçeklerin yelpazesinden tam,
her bir otun eteğinden
acı çekenin merhemini yap,
kötüden ayrılmanın ilâcı.!'' (Sayfa: 231)
*
''Öylece tanrının yağından,
sürdü yarasına yaşamın.
Kemikleri kapladı,
sinirlerin arasını yağladı,
altı üste geçirdi,
bir de özüne ulaştı.
Ve söyledi sözünü,
derdini dedi:
''Kalk şimdi cansız yerden,
yüksel dışarı düşten çık
kötü yerlerden uzaklaş,
bırak ölüm döşeğini.!''
*
Kalktı adam doğumdan,
düşten çıktı dışarı.'' (Sayfa: 235)

Akseli Gallen Kallela - The Lamenting Boat, 1924

16. Şiir:
*
''Vakur koca Väinämöinen
ezeli ozanı kâinatın,
tekne yapmak niyetinde,
yeni kayık yapar
burnunda sisli körfezin,
gür adanın gölgesinde.
Ama ağaç uygun düşmez,
tahta olmaz, el yetişmez.'' (Sayfa: 239)


17. Şiir: * Tuonela'da aradığı kelimeleri bulamayan ozan, çok şeyler bilen, sözü bol dev Vipunen'e başvurmak ister. Bir çobanın salık verdiği yoldan deve ulaşır; lâkin dev Vipunen, ozanı yutuverir. Väinämöinen ejderhanın karnında demirci kılığına girer; döver çekiçler. Dev, çaresiz bilgilerini ozana verir. Väinämöinen evine döner, kayığını tamamlar. (Sayfa: 253) * ''Fırladı gitti yanı başına demircinin, konuştu diyeceğini: ''Oy oy demirci Ilmarinen.! Vur bana çarık sağlam, demir elçek elime vur, zırhlar işle çelikten.! Yap bana çelik sapı, çelik çerçeve üstüme: kalbin önüne demir kapı, tepeden tırnağa çek demir.! Ben ey koca ozan çıkarım yola, söz aramaya, derdime derman bulmaya canavarın karnından sav dilini, ağzından Antero Vipunen'in.''..'' (Sayfa: 254) * ''Geldi yerine Vipunen'in, geveze adamın, ulu devin, ki yatıp uykuda durur, yarı gömülü toprakta; titrek kavak omuzunda, huş kaşlardan çatmış, kızılağaç çene kemiği ucundan, sakalından çıkmış çalılar, alnından büyür ladin, dişlerinden çam.'' (Sayfa: 255) * ''İşte söyledi sözünü, başlangıçtan başladı, tabiatın tarlasından, yüce varlığın adına hava kendi kendine doğdu, havadan ayrıldı su, sudan kıta koptu gitti, kıta kaplandı yaşamla.'' (Sayfa: 269)

Görsel: Ilmarinen Ploughs a Field of Vipers, Akseli Gallen-Kallela, 1916

20. Şiir:
*
Demirci Ilmarinen'in düğününde Pohjola halkı büyük hazırlık yapar. Âdetleri uyarınca bir kocaman öküz de keserler. Dolaylarda kim varsa davet edilir, yalnız çapkın Lemminkäinençağırılmaz. Yenilir, içilir. (Sayfa: 311)
*
''Kim vurur kim eder,
dev danayı kim devirir
Karelia'nın güzel köünden,
Ulu arazisinden Finlandiya'nın,
puslu Rus ülkesinde mi
yoksa cesur İsveç'ten mi,
tenha Laponya'dan mı,
Turja'nın engin yaylalarından mı;
Tuonela'dan mı gelsin,
toprak altı Manala'dan mı yoksa.
Ara ara bulunmadı,
gör bak, adam yok.'' (Sayfa: 313)


26. Şiir:
*
Lemminkäinen, düğüne davet edilmediği için gücenmiştir. Pohjola'ya davetsiz gitmeye karar verir. Anası karşılaşacağı tehlikelerden yakınır, ama onlar yersiz kalır. Lemminkäinen anasının sözlerine aldırmaz, yola çıkar ve varacağı yere ulaşır.
*
''yeryüzünün yüzkarası:
Syöjatar anandır,
Vetehinen atan.
*
''Syöjatar suya tükürdü,
salya saldı dalgalara;
rüzgâ^r ninni söyledi,
suyun ruhu salladı
bakıp çektiler altı yıl,
yedi yaz boyunca
açık denizin sırtında,
çırpınan dalgalarda sana.
Sular uzattı,
güneş yumuşattı,
fırtına toprağa attı,
dalgalar kıyıya sürükledi.
*
''Tabiatın üç kızı
kıyıda köpüklü gezerken,
deniz gürültülerinin arasında,
gördüler kumsalda ölüyü,
şöyle söyleştiler:
'Bundan da ne olur ki,
Tanrı bir can katarsa,
gözlerini de yaratsa.?'
*
''Tanrı duydu konuşmayı,
söyledi sözünü derdini dedi:
'Kötüden kötü çıkar,
çirkef olur çirkef öğürmesi.
Başına göz taksam,
vücuduna can katsam.'
*
''Hiissi bu sözü duydu,
bulup bakıp belaya.
Kendini Tanrı yerine koydu;
ruh verdi Hiissi
Syöjatar'nın salyasına,
kötülüğün kusmuğuna.
Yılan hasıl oldu,
kara sürüngen böyle doğdu.'' (Sayfa: 450-451)
*
''yaratık başlar kıvranmaya,
yüz gözlü kaydı yan tarafa.
Kalın yılan ters döndü,
yol kenarına çöreklendi;
yolcuya yol verdi,
Lemminkäinen geçip gitsin
Pohjola'nın törenine,
gizli halkın şölenine.'' (Sayfa: 452)
*
28. Şiir:
*
Lemminkäinen Pohjola'dan kaçıp evine döner. Anasının yardımını dilenir, gizlenebileceği yer sorar. Anası onu, vaktiyle babasının savaş yıllarında saklandığı bir adaya yönlendirir. (Sayfa: 467)
*
''Lemminkäinen'in anası
söyledi sözünü, derdini dedi:
''Al babanın kayığını,
tut saklanacağın yerin yolunu
dokuz derya ötesinde,
onuncu denizin yarı yerinde,
karşına bir ada çıkacak,
derin sularda, açıkta bir kaya.!
Baban orada saklandı eskiden,
kimselere görünmeden,
büyük savaş yıllarında,
zavallı zamanlarında,
orada atan da güvendeydi
ananın kanadı altında.
Bir yıl kal, belki iki,
üçüncü yılın içinde dön gel
geri özlediğin büyüklerin yanına,
atalarının yurduna.!''..'' (Sayfa: 475-476)
*
29. Şiir:
*
Lemminkäinen denize açılır, aradığı adaya ulaşır. Ada güzel kızlar ve yalnız kadınlarla doludur. Çapkın Lemminkäinen pek memnun, kızlarla dostluk kurar. Ama adanın erkekleri ona kızarlar ve öldürmeye kalkarlar. Lemminkäinen adadan kaçar, fakat yolda fırtınaya yakalanır ve kayığı parçalanır. Yüzerek karaya çıkar, kendisini kurtarır. Evine döndüğünde, kimseyi bulamayınca anasının öldüğünü sanır. (Sayfa: 477)
*
''Kayık tamam, tekne hazır,
sihirli sözlerle,
büyülü tezgâhta.
Aklını aldı eline
bir söz çaktı, kenar çıktı,
bir laf etti, yan bitti
üçüncü tekerlemesinde
tekne hazır oldu bitti.
*
İteledi sulara yelkenliyi,
keyfini buldu dalgalarda.'' (Sayfa: 487)
*
33. Şiir:

GÖRSEL: Akseli Gallen-Kallela, Kullervon sotaanlähtö (Kullervo savaşa gidiyor), 1899

''..''Eğlenir benimle koca karı,
dalga geçer benimle,
ne yapsam ki onlara,
utanmaz cadı karıya.?''
*
Bir karga çalıdan seslendi,
öttü de derdini dedi:
''Hey fukara, altın toka
Kalervo'nun tek oğlu.!
gönlün neye dar.?
Al bir dal huş ormanından,
boklu bacaklıları sürüver
bataklığa batır ineklerini.
Gömüver gitsin sığırları
yarısını kurt yesin,
yarısını ayılara.!''..'' (Sayfa: 546)
*
35. Şiir:
*
Kullervo, babasının evinde, bir şeyler yapmak ister. Lâkin, hiçbir konuda faydalı olamaz. Sonunda babası, onu ''mahsul harcı'' ödemeye yollar. Kullervo, bu işini bitirip evine dönerken rastladığı bir kıza tecavüz eder; bu kız kardeşidir. Olayın akabinde, iki kardeş birbirlerini tanırlar; kız, nehirde intihar eder; Kullervo, evine döner faciayı annesine anlatır; ölmek istediğini söyler. Ana, öğüt verir; uzak bir yerde yaşamasını sağlar. Kullervo, bu olayın da sebebini hazırlayan, Untamo'dan öç almaya karar verir. (Sayfa: 561)
*
36. Şiir:
*
Kullervo dövüş hazırlığına girişir; evde kalanlarla vedalaşır. Hiç kimse, annesi hariç, gidişine aldırış etmez. Kullervo, Untamo'nun köyünde kimi bulursa öldürür, evleri yakar. Köyüne döndüğünde, etrafı bomboş bulur; tek canlıya rastlamaz. Bir yaşlı kara köpek karşısına çıkar; onunla birlikte ormana avlanmaya gider. Yolu, tesadüfen kız kardeşini kirlettiği yere düşer; Kullervo, macerayı hatırlar ve kılıcı ile intihar eder. (Sayfa: 573)
*
''Ana mezarlığında kıpırdadı,
toprağın altından seslendi:
''Benden kalan Musti köpeği
orana al yanına.
Al, git orman ortasına,
git kalbine karanlığa
git yürü ormanın göbeğine
orman sirenlerinin yurduna,
mavi meleklerin bahçesine,
cam yurdunun yeşilliğine,
rızkını aramaya,
bereket bulmaya.!'' (Sayfa: 582)
*
''Kalervo'nun oğlu, Kullervo,
mavi çoraplı erkek çocuğu
çekti kılıcını kınından,
kabzasını toprağa,
diklemesine sapladı,
keskin ucu havada.
Göğsünü deşti ucu,
bağrına memat tuttu.
*
Öyle öldü delikanlı,
Kullervo kötü kaderli,
öcünü aldı, ölüm zaferiyle,
dost oldu ölümle gitti.'' (Sayfa: 583)
*
37. Şiir:
*
Demirci Ilmarinen ölen eşine ağlar durur. Altın ve gümüş karışımı bir heykeli, kendisine eş olarak hazırlamayı düşünür. Bu iş kolay olmaz. Heykel hazırlanır, ancak demirci buna can katamaz. Bir geceyi altın eşi ile geçirir; sabah uyandığında altın eşinden yana olan tarafının buz gibi donduğunu görür.
Ilmarinen heykeli ozan Väinämöinen'e vermek ister; ozan kabul etmez, demirciye öğüt verir; heykelden faydalı bir şey yapmasını ya da altın olarak başka yere satmasını söyler.
*
Demirci Ilmarinen
karısının ölümüne ağlar,
uykusuz gecede yaş döker,
günler ağlar yemek yemez;
gönlü ağıt dolar, sabahlar uzun
nefessiz yarınların seherlerine
genç kadının ölümüne,
aklından gitmez zamansız vefat.
Ulu ustanın elleri donuk
bakır çekici köşede,
ocaktan ses yok
ay boyunca tam.
*
Söyledi demirci Ilmarinen:
''Bilmem ben, zavallı adam,
ne yapsam, ne etsem.
Uyuyamam, bitmeyen gece,
ben ve gece aynı iki kara göz,
azabım yavaş yavaş yanan alev.

Ilmarinen Makes a New Wife of Silver and Gold

''Bana akşam hüzün huyu,
seher vakti kör kuyu,
esersiz efkârı yüreğimde,
Sönmez acılı gün ışığıdır.
Hiç gelmese akşam,
hiç gelmese sabah,
zaman dokunmasa bana:
giden günler onunla geçti,
biz bize, sevdiğimiz vakit
kara kaşlımı unutmam.'' (Sayfa: 585-586)
*
38 Şiir:



''Yanıt verdi Ilmarinen:
''Pohjola hayatını yaşar,
sampo durmaz çalışır,
oymalı kapaklı kâinat kutusu:
bir günde halkı tok tutar,
ikincide huzur ötüp durur,
üçüncüde şölen verir evlere.'' (Sayfa: 604)
*
''Söyledi koca Väinämöinen:
''Kardeş Ilmarinen.!
Peki bakireyi ne yaptın,
gelen güzel gelini,
ki eli boş döndün
yanında kız durmadan.?''
*
Buna demirci Ilmarinen
söyledi sözünü, derdini dedi:
O geveze karıya söyledim bir koşuk
martı yaptım onu.
O şimdi ufukta bir martı,
körfezin sonunda bağırır,
sığlıklarda çığlık atar,
en uzak kayada durur.'' (Sayfa: 605)
*
40. Şiir:


Sampo peşinden giderler ve koca turna balığın sırtına otururlar deniz ortasında. Balığı öldürürler. Väinämöinen balığın kemiklerinden bir çalgı yapar: kantele (kanun). Yeni çalgı pek güzeldir, fakat kimse onu çalmasını beceremez. (Sayfa: 621)
*
47. Şiir:


Ay ve güneş, Väinämöinen'in çalgısını dinlemeye, yere inerler. Pohjola'nın kadını, her ikisini yakalar; bir dağın içine saklar. Tanrı Ukko, böylece hasıl olan karanlığa şaşar kalır; ay ve güneş yapmak için yeniden bir ateş yaratır. Ateş yere düşüverir. Väinämöinen ve Ilmarinen yere düşen ateşi görür, peşinden giderler. Havaların bakiresi, ateşin Alue gölüne indiğini, onu bir balığın yuttuğunu kendilerine söyler. Väinämöinen ve Ilmarinen bu sefer de balığın peşine düşerler; lakin, balığı yakalayamazlar. (Sayfa: 719)
*
49. Şiir:
*
''Demirciye gitti bir.
Söyledi sözünü, derdini dedi:
''Oy sen demirci Ilmarinen.!
Üçlü çapayı yap bana,
on iki mızrak da yap,
bir de anahtardan bir demet,
taşın içinden ay çıksın,
güneş çıksın kayadan.!''..'' (Sayfa: 752)
*
50. Şiir:


Marjatta kız, yaban mersininden gebe kalır; bir oğlu olur. Çocuk pek küçük yaşında iken kaybolur; bataklıkta bulunur. Bir ihtiyarı, oğlanı vaftiz ettirmek için çağırırlar; adam oğlanı babası belli olmadığından vaftiz etmek istemez. Väinämöinen'e durumu anlatır, akıl danışırlar. Ozan Väinämöinen çocuğun öldürülmesi gerektiğini söyler. Küçük oğlan dillenir, ozana sert yanıtlar verir. Sonunda, yaşlı adam oğlanı Karelia Kralı olarak vaftiz eder. Väinämöinen buna pek kızar ve birçok büyülü sözler söyler; bir bakır kayığa binerek, gökle yerin arasından, küskün uzaklaşır gider. Yaşlı ozan hâlâ oralardadır. Kantelesini ve şarkılarını balıklara miras bırakmıştır. Ozanın son sözü. (Sayfa: 757)

V. Diakov - S. Kovalev - İlkçağ Tarihi 2 (Çeviren: Özdemir İnce)


Arka Kapak:

*
İlkçağ Tarihi, ilkel topluluk düzeni ile Ortaçağ arasında yer alan uzun bir tarih kesitini materyalist bir bakışla incelemektedir. Bu dönemin incelenmesi, insanın kökeni, dinin doğuşu, sanatların ve bilimlerin ortaya çıkışı, sınıfların ve devletin oluşumu gibi çok önemli sorunların aydınlatılmasını sağlar. İnsanlığın aştığı o güç yolu, atalarımızın doğa karşısında verdiği kahramanca savaşı inceler.
*
İki ciltlik eserin bu ikinci cildinde insanlık tarihinin karakteristik bir dönemini oluşturan Roma Uygarlığı inceleniyor. Antik Yunan uygarlığının yıkılmaya yüz tutmasından başlayarak öne çıkan Roma, katı, köleci özellikleriyle öne çıktı. Kıtalara yayılan bu imparatorluğu tüm yönleriyle mercek altına alan bu kitapta, cumhuriyetin doğuşu ve yıkılışı, monarşinin yükselişi, kitlesel köle ayaklanmaları, kültürel bunalım ve Hristiyanlığın doğuşu, onu yıkılışa götüren bunalım ve çelişkiler de irdeleniyor
*
M.Ö. III. YÜZYILDAN I. YÜZYILA KADAR ROMA CUMHURİYETİ'NİN VE İMPARATORLUĞUN TARİHİNİN KAYNAKLARI:
*
Engels: ''Roma cumhuriyetindeki mücadelelerle ilgili bütün eski kaynaklar arasında yalnızca Appianos, bize, gerçekte neyin, yani toprak mülkiyetinin, söz konusu olduğunu söylemektedir.''
*
Appianos'un ''..bu iç savaşların köklü maddi nedenini bulmaya çalıştığı''nı söyleyen Marx da bu görüşü doğrulamaktadır. (Sayfa: 20)
*
Ammianus Marcellinus

''Yaşadığı dönemde büyük bir kültür çöküşüne tanık olan Ammianus Marcellinus (330-400 dolayları) Roma'nın son büyük tarihçisi oldu. Grek kökenli (doğum yeri Antiokheia: Antakya) ve meslekten asker olan yazar, İmparator İulianus'un birçok seferine katıldı ve yaptığı sayısız yolculuklar sırasında birçok şeye tanık oldu. (..) Olayları değiştirmek kadar unutmanın da namussuzluk olduğu kanısında olduğu için, tarafsız ve doğrucu olmaya çalışır. ''Bilinçli olarak olayları görmezlikten gelen tarihçi, olmamış olayları uyduran tarihçiden daha az yanıltmaz.'' (XXIX, 1,5). Tarihin görevi, ona göre, olayları sıralamakla yetinmez, bunları büyük olayların çevresinde gruplandırması gerekir.'' (Sayfa: 21)
*
Tarih Yazıcılığı:
*
''Roma tarihinin incelenmesine Rönesans'tan itibaren başlandı. Oluşmakta olan burjuva sınıfının sözcüleri olan hümanistler, kendi sınıflarına özgü özellikleri aramak amacıyla, İlkçağ Roma devlet örgütü ve hukukunun incelenmesine büyük bir istekle giriştiler. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda, Avrupa'da mutlakiyetçi yönetimin yükselişiyle birlikte, bilginlerin dikkati özel olarak Roma İmparatorluğu'nun siyasi tarihine yöneldi. Roma İmparatorluk dönemini konu edinen ilk iki büyük yapıt bu evrede yazıldı: Fransız rahip Tillemont'un, 1690-1739 yılları arasında yayınlanan 6 ciltlik ''Kilisenin ilk 6 yüzyılında hüküm süren imparatorların ve kralların tarihi'', ve İngiliz Gibbon'nın 1776-1788 yılları arasında yayınlanan 7 ciltlik ''Roma İmparatorluğu'nun çöküşü ve düşüşü.'' Tasarılarının ilginçliğine karşın, bu yapıtlar, Tillemont ve Gibbon'ın küçük eleştirel bakış açısından yoksun safça bir güvenle yaklaştıkları eski metinlerin bir aktarmasından başka bir şey değildirler.'' (Sayfa: 24)
*
''Engels, Marx'ın bilim tarihindeki önemini çok iyi tanımlamaktadır: ''Darwin'in organik dünyanın evriminin yasasını bulması gibi, Marx da insanlık tarihinin evriminin yasasını buldu, yani son zamanlara kadar ideolojik alüvyonların altında saklanmış olan şu basit olguyu: İnsanlar, siyaset, bilim, sanat, din, vb, şeylerle ilgilenecek duruma gelmeden önce, en başta yemek, içmek, oturacak bir yer sağlamak ve giyinmek zorundadırlar.. Bunun sonucu olarak ve gene aynı olgu nedeniyle, bir ulusun ya da bir dönemin ekonomik evriminin her aşaması bir temel oluşturur ve bu insanların dinsel düşüncelerine varıncaya kadar, devletin kurumları, hukuk anlayışları ve sanat, bu temele göre gelişirler, ve bunların şimdiye kadar yapılmış olduğunun tam tersine, bu temele göre açıklanmaları gerekir.''..'' (Sayfa: 26)
*
ROMA KLANLAR DÜZENİNİN DAĞILMASI (M.Ö. VII-VI YÜZYILLAR)


''Orta İtalya'da, Khalkis kolonisi Cumae'nin etkisi çok erken başladı; önce Etrüksler ve onların aracılığıyla da Latinler, aslında Khalkis alfabesinin bir değişkesi olan alfabelerini Cumae'den aldılar (ilk Latin yazıları M.Ö. VI. yüzyılın ortalarına aittir). VI. yüzyılda, Roma kazılarında birçok Attika seramik parçalarının bulunmasına bakılırsa, Latium ve Roma üzerinde önemli bir Atina etkisi vardır. Grek üsluplu ilk Roma tapınağı (Demeter-Ceres tapınağı), Aventinus tepesine V. yüzyılın başında dikildi. Cumae sanatçıları, büyük bir olasılıkla aynı dönemde Capitolium'un ünlü dişi kurdunun dökümünü yaptılar. Helenik maddi ve manevi kültürü etkisi, hiç kuşkusuz, Roma'nın ekonomik ve toplumsal hayatının gelişmesini hızlandıran bir etkidir.'' (Sayfa: 44-45)
*
Decemviriler ve On İki Levha Yasası:
*
''Comitia centuriatalar, 452 yılında, yasaları yazmakla görevli ve diktatörce yetkilerle donanmış on üyelik (decemviriler) bir komisyon seçti. Bu komisyon iki yıl çalıştı. Komisyon 451 yılında yalnızca patriciuslardan oluşuyordu, ama 450 yılında, patrici sınıfının ünlü temsilcilerinden biri olan Appius Claudius'un başkanlığındaki komisyonda beş patrici ve beş pleb görev yapıyordu. Çalışmalarının sonunda, tunç levhalar üzerine yazılı bir yasa yayınlandı. Bu yasa özgün durumuyla bize kadar ulaşmadı, ancak daha sonraki dönem Roma hukukçularının yapıtlarında yer alan bazı madde alıntılarını biliyoruz. Bu yasanın birçok maddesi eskil (arkaik) bir nitelik göstermekte ve eski geleneksel hukukun önlemlerini sadakatle yansıtmaktadır. Örneğin, hukuk yargılama usulünde, yargılama taraflar arasında ancak arabulucu rolü oynuyordu. Davacının, davalıyı ''el koyarak'' (I. Levha, ı. Madde ve sonrası) zorla yargıç huzuruna getirme hakkı vardı. Davacının kendisi, tanıklarını göstermek zorundaydı. Ceza hukukunda kısas ilkesi egemendi: Birinin vücudunu sakatlayan kimsenin aynı şekilde sakatlanması gerekiyordu. Ölüm cezası sadece kundakçıya ya da geceleyin başkasının tarlasına zarar verene değil, aynı zamanda, ''hasadı büyüleyen''e, ''uğursuz büyüler okuyan''a da veriliyordu. Bazı cezalar dinsel lanetleme özelliği gösteriyordu, vb.
Ama bununla birlikte On İki Levha Yasası'nın bazı önlemleri ilerici eğilimlerden esinlenmişti, örneğin, amacı özel mülkiyeti savunmak olanlar, gens başkanlarının keyfi yönetimlerini zayıflatmayı ve borçlarla ilgili yürürlükteki eski yasaları yumuşatmayı hedef almıştır. Borcunu ödeyemeyeceğini bildiren borçluya otuz günlük süre tanınmıştır; hapse atılacak olursa, alacaklının ona açlık cezası vermeye hakkı yoktur; vurulacak lale ve prangaların ağırlığı yedi buçuk kiloyu geçmez. Borçlu, altmış günden fazla alıkonulmaz; isteyenlerin kurtulmalık ödeyerek kurtulabilmelerini sağlamak için Pazar günleri foruma götürülmek zorunluluğu vardır.
O zamanlar bile eskimiş durumda olan atadan kalma ''geleneksel hukuk''un önemli kalıntılarına karşın, yasanın ilerici yanının bulunduğunu kabul etmemiz gerekmektedir.'' (Sayfa: 60-61)
*
İTALYA'NIN FETHİ VE ROMA İTALYA KONFEDERASYONUNUN KURULUŞU:
*
''Köleliğin oluşması ve zengin pleblerin siyasal etkisi Roma'nın saldırgan bir politika izlemesine yol açtı. Roma, ordusunun kusursuz yapısı ve devletinin asker niteliği sayesinde, bir dizi güç savaştan zafer kazanarak çıktı ve bütün İtalya'nın en güçlü devleti durumuna geldi.'' (Sayfa: 66)
*
BATI AKDENİZ EGEMENLİĞİ İÇİN ROMA VE KARTACA ARASINDAKİ MÜCADELE:


''Roma, ticaretinin gelişmesi nedeniyle, yalnızca yerel mübadelede geçen eski bronz parasını 268 yılında bıraktı ve Greklerde çoktandır kullanılan gümüş ölçüsünü getirdi. Para, Iuno Moneta (''Haberci'') tapınağının mahzenlerinde basılıyordu; bu nedenle ''para'' (''moneta'', ''monnaie'', ''money'') sözcüğü ''haberci'' tanrıçanın adından türemiştir. Üzerinde Roma tanrıçasının başı bulunan gümüş ''dinar'' [denarius] para birimi oldu. ''Dinar'' değer bakımından Grek ''drahmi''sine eşitti; dörtte birine ''sestertius'' deniliyordu; ''as'', dinar'ın onda biri değerinde mangır [içinde biraz gümüş bulunan bakır] oldu; bu nedenle üzerine ''X'' sayısı basıldı ve denarius (dinar) sözcüğü de ''On as'' anlamına geliyordu.'' (Sayfa: 71)
*
Kartaca:
*
''Yöneticilerinin insanlık dışı eylemlerini aklamak için, rahipler halkın ruhuna bilinçli olarak zulüm tohumları ekiyorlardı.'' (Sayfa: 73)
*
Köle kaynakları, köle sayısı, köle fiyatları:
*
''Romalı hukukçular, köleciliğin temel kaynaklarını şöyle tanımlıyorlardı: ''İnsan köle doğar ya da köleleşir.''..'' (Sayfa: 97)
*
''En önemli pazarlardan biri Delos adasında bulunuyordu; Strabon'a göre bu pazarda, bir günde 10 bine yakın köle satılıyordu. Roma'da bile, Capitolium'un eteklerindeki ''kutsal yol''un kıyısında, parekende alış-veriş yapılan, sürekli açık bir esir pazarı vardı. Ağır işlere uygun bir kölenin değeri ortalama 2.000 sestertius, eğitim görmüş köleninki 8.000, iyi bir aşçınınki 10.000 sestertius dolaylarındaydı.
II. yüzyılda, Roma ve İtalya'da bulunan köle sayısını kesin olarak tahmin etmek güç, ama büyük bir olasılıkla köle sayısı, özgür insan sayısından fazlaydı. Bu sayı zamanla giderek çoğaldı ve imparatorluk döneminde birçok zenginin 20.000 kölesi, Cicero'nun alaylı bir şekilde dediği gibi ''köle orduları, köle sürüleri'' vardı. Bu tür mülkiyet öylesine yaygındı ki, yüksek mevkide bulunan kölelerin de kendi köleleri vardı. Kölelik bütün üretimin temeli olmuştu.'' (Sayfa: 98-99)
*
LATİFUNDİALARIN ORTAYA ÇIKIŞI; TOPRAKSIZLAŞAN KÖYLÜ SINIFI:
*
İtalya'da köle el emeği ile işlenen büyük tarım malikânelerinin oluşması:
*
''Zenginleşmiş soylular ve bir ölçüde atlılar, parasal kaynaklarının ve köle el emeğinin artan bölümünü, köleler tarafından işlenen büyük kırsal mülkler ya da ''villalar'' (çiftlikler) almaya harcıyorlardı.'' (Sayfa: 102)
*
Roma ve İtalik köylü sınıfının topraksızlaşması; ''kent plebi''nin ortaya çıkışı:
*
''Roma proletaryası toplumun kesesinden yaşıyordu, oysa çağdaş toplum, proletaryanın kesesinden yaşamaktadır.''
*
Karl Marx (Sayfa: 107)
*
III. YÜZYILIN SONU VE II. YÜZYILIN BAŞINDA ROMA'DA KÜLTÜR DEVRİMİ
*
''İtalya'nın dört bir yanından insanlar Roma'ya akın ediyor, çok sayıda yabancı bu kente yerleşmeye geliyordu, bunlar arasında Grekler, Suriyeliler ve özellikle Yahudiler başı çekiyordu. Roma, bütün Akdeniz dünyasının merkezi durumuna geliyordu. Kentte büyük kamusal yapılar ve özel evler yapılıyor, sokaklara taş, pazarlara ve alanlara parke döşeniyordu. Tiber nehri üzerine yeni köprüler atılıyordu. Ama aynı zamanda ve aynı dış görünüşüyle, Roma, kendisinin yaratmış olduğu bu uçsuz bucaksız imparatorluğunun temelinde bulunan derin çelişkileri açık bir biçimde doğruluyordu. Plebin pis kulübelerinin yanı başına, müteahhitler üç dört katlı ucuz evler dikmeye başlamışlardı. Ağaç iskelet üzerine pişmiş tuğladan yapılan bu evler bazen yıkılıyor ve sık sık yanıyordu. Dar merdivenlerle birbirine bağlanan ve nohut kadar odalara bölünmüş ve her türlü konfordan yoksun katlarda yoksul aileler üst üste yaşıyorlardı. Avlulara ve sokaklara atılan çöpler, salgın hastalıklara yuvalık yapıyorlardı. Ama bu karanlık kümeslerin yanı başında, yeni zenginlerin, ''sütunlu iç avluları'', şimşirli ve sanatlıca budanmış porsuk ağaçlı bahçeleriyle, helenistik üsluba göre tasarlanmış konaklarını (özellikle Palatinus'ta saray anlamına gelen ''Palatium'' sözcüğü buradan gelmektedir) diktirdikleri mahalleler yükseliyordu. Burada, banyolu, mozaik döşemeli, duvarları değerli mermerle kaplı ya da freskle bezeli, mobilyaları yaldızlı ve fildişi işlemeli daireler vardı.'' (Sayfa: 108)
*
Marius: Demokratik askerî diktatörlük girişimi:
*
''Gainus Gracchus'un ölümünden sonra, benzersiz bir gericilik Roma'ya on yıl egemen oldu. Optimatlar (Optimates: Memur aristokrasisi üyeleri), kamu mülkünden gasp edilmiş toprakları üzerindeki haklarını sağlamlaştırmak ve her türlü yeniden paylaşım girişimlerini engellemek için zaferlerinden yararlandılar. 118 ve 111 tarihli Baebia ve Thoria yasaları uyarınca, zilyet altında bulunan ve tarım komisyonu tarafından dağıtılmış topraklar, bunları ellerinde bulunduranların özel mülkü olarak kabul edildi ve komisyon dağıtıldı. Bunun sonucu olarak, köylülerin kurbanı olduğu topraksızlaşma hareketi, Appianos'un belirttiği gibi bütün hızıyla sürdü: ''Zenginler, yoksulların elinden yeniden paylarını aldılar ya da çeşitli bahanelerle bunlara el koydular'' (İç Savaşlar, I, 27), bu da öfkelerini kamçıladı.
''Muzaffer soylu sınıf, en utanmaz, en hayasız yöntemlerle zenginleşmek için, yeniden kurulan iktidarından yararlanmakta acele etti: magistratusların (yüksek memurların) zimmetine para geçirmesi, devlet parasını çalması, parayla satılması hiçbir zaman böylesine küstahça sergilenmemişti. Haksız kazançlar, görülmemiş lükste bir yaşantının masraflarını karşılıyordu. Birçok insan, başkalarından geri kalmamak için kendi olanaklarının üzerinde yaşıyor ve bir kez borçlanınca da, yasal olmayan yollardan zenginleşme çareleri arıyordu.
Yönetici soylu sınıfın bu kokuşması Roma'nın dış siyasetine de yansımaya başladı.'' (Sayfa: 130)
*
Spartacus İsyanı:
*
''Yıkılışını hazırlayan bu koşullar içinde, Roma cumhuriyeti, bu kez bütün İtalya'ya yayılan ve Spartacus tarafından yönetilen yeni ve büyük bir köle ayaklanmasıyla sarsıldı. Lenin Devlet Üzerine adlı kitabında bu olayları şöyle değerlendirmektedir: ''Spartacus, bundan iki bin yıl önce, köle ayaklanmalarının en büyüklerinden birinin en önemli kahramanlarından biri oldu. Tamamen köleciliğe dayalı ve çok güçlü görünen Roma imparatorluğu birkaç yıl, Spartacus'un yönetiminde ve büyük bir ordu halinde silahlanıp toplanan büyük bir köle isyanı tarafından temellerinden sarsıldı.''..'' (Sayfa: 156)
*
İç savaş (49-45). Caesar'ın diktatörlüğü:
*
''Monarşik iktidarın kuruluşuna, doğal olarak, merkezileşme ve yönetimsel bürokrasi eğilimleri de eşlik ediyordu. Caesar (Sezar) açıkça söylüyordu: Cumhuriyet ''gerçekliği olmayan bir isimden başka bir şey değildir ve.. benim sözlerimi birer ''yasa'' sayıyorlar,''..'' (Sayfa: 186)
*
İkinci cumhuriyetçi hareketin başarısızlığı. İkinci triumviratus, kara listeler ve İtalya'da büyük toprak mülkiyetine saldırılar:
*
''Komployu yapanlar, orduda yüksek görevleri olan ve Caesar'ın yakın çevresinde yer alan, tanınmış cumhuriyetçi senatorlardı; ayrıca, hepsi Caesar'ın bağışladığı eski Pompieus'culardı. Suikastçıların başında, zengin Romalı aile Iunius Brutus'un iki üyesi bulunuyordu. (..) Toplam olarak altmış kişiydiler.
Ama hazırlayıcıları, Caesar'dan nefret eden büyükler ve soylu sınıflarında bulunuyordu. Bu nedenle, Caesar'ı öldürmek için yer olarak ''tiran''ı öldürmek ve cumhuriyeti yeniden kurmak niyetlerini onaylamasını bekledikleri senatoyu seçmişlerdi. Gerçekten de, katiller kendisini sardıkları zaman, Caesar'ı savunmak için hiçbir senato üyesi en küçük bir girişimde bulunmamıştı. Suikast başarıya ulaşınca, senatorların çoğunluğu suikastçileri destekledi ve Caesar'ın buyruklarının tümünün iptal edilmesini istediler.'' (Sayfa: 187)
*
Augustus'un içeride tutucu, dışarıda saldırgan politikası:
*
''İç politikasında yalnızca, köleci toplumun temellerini güçlendirmeyi, cumhuriyetin eski zamanlarını diriltmeyi amaçladığının altını çizmek arzusu, Octavianus'un bu geçmişin ve tarihin incelenmesini desteklemesinde yansıyordu. Bulgulanan tarihsel yapı ve belgeleri Titus Livius'a bizzat haber veriyordu. Vergilius, Aeneis'i için onur ve ödüllere boğuldu. Gözden düşen Ovidius Naso, Octavianus'un yanında saygınlık kazanmak için Fatsi'sine güveniyordu. M.Ö. 9 yılına doğru, Halikarnassoslu Dionysios'un Rhomaike Arkhaeologia'sı yayınlandı.'' (Sayfa: 200)
*
''Principatus, aynı şekilde, ''eski töreler''in yaşatılmasıyla da ilgileniyordu. Babanın, evin bütün insanları ve köleler üzerindeki eski ''hayat ve ölüm'' yetkisini yürürlüğe koyarak, yıkılmakta olan Roma ailesinin diriltilmesi için bir dizi yasa çıkartıldı. ''Iulia yasaları'' uyarınca, en az üç çocuğu olanlar yönetim mesleğinde ayrıcalıklı statüden yararlandılar; bekarların hakları sınırlıydı; davranışları kusurlu olan eşlerin (kadın) mallarına el konulabiliyor ve sürgüne gönderiliyordu (Augustus'un kızının ve torununun uğradığı ceza).'' (..)
"Augustus, eski Roma yaşamının bir başka dayanağı olan dinsel anlayışı da diriltmek istiyordu. Yapmacık bir sofuluk (pietas) yurttaşlık erdemlerinin yemeli olarak kabul edildi." (Sayfa: 201)
*
''Augustus, M.S. 14 yılında ölünce, bir senato kararnamesiyle tanrılar düzeyine çıkartıldı ve cesedi olağanüstü törenlerle kendisinin ölümünden önce yaptırdığı anıtkabirine konuldu; öldüğü aya (sextilis), onun anısına, ''augustus'' (ağustos) adı verildi. Ama kurduğu siyasal düzenin uzun süre yaşayıp yaşamayacağını tahmin etmek henüz olanaksızdı. Her ne olursa olsun, vasiyetnamesinde, Augustus kendisinden sonra geleceklere artık silaha sarılmamalarını ve barışçı bir dış politika izlemelerini salık veriyordu.'' (Sayfa: 203)
*
CUMHURİYETİN SONU VE AUGUSTUS'UN PRİNCİPATUS'LUĞU DÖNEMİNDE ROMA UYGARLIĞI:
*
''Bir Epikuros hayranı olan Lucretius, insanlığı, karanlık çağların kalıtı olan eski boş inançlardan, dinsel önyargılardan, rahiplerin saldığı ölüm korkusundan ve boğucu öte dünya düşüncesinden kurtardığı için yüceltir. Din, insanların kurban edilmesi gibi suçlara yol açar ve bu nedenle de Lucretius'un gözünde ''iğrenç''tir. (impia).'' (Sayfa: 208)
*
Nero (54-58) ve Iulius-Claudius hanedanının sonu. *
''60 yılından itibaren, sarayın zırva eğlencelerini karşılamak için, Suetonius'un çok haklı olarak ''savurganlık çılgınlığı diye tanımladığı, akıl almaz masraflar dönemi başladı. Saray uşakları şatafatlı giysiler giyiyorlar, sarayın katırlarının nalları altından yapılıyordu, ama hazineyi asıl çökerten görkemli inşaatlar ve özellikle ''Yaldızlı Ev''di. Revakları, parkları, gölleri, ahırlarıyla, Palatinus ile Esquilinus arasında Roma'nın merkez mahallelerini kapsayan uçsuz bucaksız saraya ''Yaldızlı Ev'' adı veriliyordu. Yapımı tamamlanınca sarayı gören Nero şöyle demişti: ''Nihayet insana layık bir yerde oturacağım.''
Böylesine bir savurganlık mali kaosa ve müzmin açığa yol açtı. Hatta birliklerin ücretlerinin, eski askerlerin primlerinin ödenmesini ertelemek zorunda kaldılar. Devlet kasasını doldurmak için paraya hile katıldı. Yarım kilo gümüşten 84 yerine 96 dinar basıldı. Ve özellikle, en saçma sapan, en akıl almaz bahanelerle ve hükümdarlara karşı suç işleme savlarıyla zenginlerin mallarına el koymak gibi geçici önlemlere başvurdular. Hükümdara önemli bir miras payı bırakmadan ölerek ''nankörlüklerini kanıtlayanlar''ın miraslarının tümüne el konuluyordu.'' (Sayfa: 225-226)
*
''Gözdelerinin ihmal ve beceriksizlikleri, 64 yılı yazında, Roma'nın benzersiz yıkımıyla sonuçlanan felaketlere yol açtı: Dokuz gün süren yangın kentin on dört mahallesinden dokuzunu aşağı yukarı tamamen kül etti. Yöneticilerin şaşkınlık ve güçsüzlüğünden yararlanan hırsızlar alevler içindeki evleri soyuyorlardı. Nero'na gelince, bir kulenin tepesinden korkunç felaketi hayranlıkla seyrediyor ve o zamanlar ortalıkta dolaşan söylentiye göre, Troia'nın düşüşü üzerine dizeler söylüyordu. Ama yangının açtığı uçsuz bucaksız araziyi ''yaldızlı ev''inin yapımı için hemen kapması nedeniyle, halk arasında, bu korkunç felaketin faili olarak kabul edildi ve kendisine ''kundakçı'' adı takıldı. Bunu gören yönetim büyük bir gürültüyle ''gerçek kundakçılar'' davasını açtı. Şüpheliler kitle halinde tutuklandılar ve korkunç işkencelerle öldürüldüler.'' (Sayfa: 227)

Flavius'lar döneminde imparatorluk (69-96):


''Vespasianus yönetimi, Nero'nun har vurup harman savurması ve iç savaş yüzünden tamamen yıkılan devlet maliyesini yeniden düzenlemesi için etkin çalışmalar yaptı. Yaşam biçiminin basitliği ve gösterişsizliğiyle tutumluluk örneği vermek isteyen Vespasianus, saray yaltakçılarının hoşnutsuzluğuna ve alaylarına yol açıyordu. Aynı zamanda, hazinenin boş kasalarını doldurmayı amaçlayan yeni vergilerle de alay ediliyordu; bazı eski vergiler iki katına çıkartıldı, mezarlara, hela çukurlarına varıncaya kadar vergi konuldu. Son vergi önlemlerine kızan oğlu Titus'un burnuna bir avuç para tutarak, Vespasianus'un şöyle cevap verdiği söylenir: ''Paranın kokusu yok.'' Ama aynı zamanda, bütün imparatorlukta, yangınlardan ya da yer sarsıntısından zarar gören kentlere cömertçe yardımlar yapıldı. Roma'da halka iş sağlamak için Capitolium'da büyük onarım çalışmaları yapıldı ve kentin ortasında 85 bin seyircilik devasa Flaviuslar amfitiyatrosunun (Colosseum) yapımına başlandı.'' (Sayfa: 237)


''95 ve 96 yıllarında mücadele öylesine bir şiddet kazandı ki, Domitianus kendisini sıkıştırılmış bir yabanıl hayvan gibi hissetmeye başladı. Kendi sarayında bile güvenliği yoktu; arkasında ve çevresinde neler yapıldığını her an izleyebilmek için, içinde yaşadığı odalara aynadan duvarlar ve tavanlar yaptırdı. Fesat, en yakınlarını bile içine aldı ve Corbulo'nun kızı imparatoriçe Domitia Longina, iki imparatorluk muhafız birliği komutanı ve saray ileri gelenleriyle birlikte komploya katıldı. 96 yılı Eylül ayında, Domitianus yatak odasında öldürüldü.
''Senato sevince boğuldu. Tam kadro toplandı ve en acı, en ağır küfürlerle ölü hükümdarın anısını büyük bir keyifle parçaladı. Armalarını ve portrelerini indirerek ve yere çalarak parçalamak için merdivenler getirtti.'' (Suetonius, Domitianus, 23).'' (Sayfa: 240)
*
Hadrianus ve Antoninus Pius:


''Uzun ''Roma Barışı'' dönemi sona eriyordu; Roma İmparatorluğu'nun ''altın çağ''ı II. yüzyılın yarısının başında tamamlandı. Antoninus Pius'un 161 yılında ölmesi üzerine, Roma'nın aynı anda iki imparatoru oldu: Ölen imparatorun evlatlıkları olan Marcus Aurelius ve Lucius Verus. Hiç kuşkusuz iki hükümdar arasındaki anlaşmazlık tehlikesi, ilkçağ Stoacı düşüncesinin en büyük anıtlarından biri olan ''Kendine'' adlı bir kitabın yazarı olan ve daha ilkçağda ''tahttaki filozof'' olarak anılan Marcus Aurelius'un olağanüstü kişiliği sayesinde atlatıldı. Ortağının büyük yeteneksizliğine karşın, Marcus Aurelius Bu ikinciliğe sekiz yıl, yani Lucius Verus'un 169 yılındaki ölümüne kadar katlandı. Ama artık, iktidarın aynı anda egemen olan iki hükümdar arasında tehlikeli bir biçimde bölünmesi yinelenen bir olgu haline geldi.'' (Sayfa: 249)
*
M.S. II. YÜZYILDA TOPLUMSAL VE EKONOMİK İLİŞKİLER. BUNALIMIN ÖN BELİRTİLERİ
*
''..''Eski kölelik miadını doldurmuştu.. artık zahmetine değecek bir ilişki değildi..'' demektedir Engels.'' (Sayfa: 254)
*
''Aristotales zamanında, kendisinin de dediği gibi, ''köle mülkiyetin en mükemmel biçimi'' olmasına karşın, M.S. I ve II. yüzyıllarda, köle sahibi olmak mülkiyetin en tehlikeli, en güvenilmez biçimiydi. Giderek daha serkeşleşen köleler, efendilerine karşı gittikçe çoğalan bir kin gösteriyorlardı.'' (Sayfa: 255)
*
''Seneca, ''Kölelik doğal bir durum değildir, doğaya ve doğaya özgü özgürlüğe aykırıdır'' demektedir; ''köle de seninle aynı türdendir''; ''Köleler, bu insanlar.! Hayır, bunlar insandırlar, bizim varlık yoldaşımız, basit dostlarımızdır.'' Hadrianus ve Antoninus, efendilerin kölelerini öldürmelerini yasaklayan bir kararname yayınlamışlardı; karı-kocayı ayrı ayrı satmak da yasaklanmıştı; köleler vasiyet hakkını elde ettiler, vb. Bu insancıllığın (humanisma), hiç kuşkusuz, yaşam koşullarını iyileştirerek kölelerden mümkün olan en yüksek yararı sağlamaktan başka bir amacı yoktu.'' (Sayfa: 255-256)
*
Hıristiyanlığın ortaya çıkışı ve I. ve II. yüzyıldaki tarihi:
*
''Hıristiyanlık, başlangıçta, aşağı ve sömürülen toplumsal çevrelerde, ''çileli ve acı çeken'' halk, yoksullaşmış ve özgürlüğünü yitirmek üzere olan özgür insanlar, küçük zanaatkârlar, proletarya ve köleler arasında doğdu ve yayıldı.
Roma İmparatorluğu'nun köleleşmiş, ezilen ve yoksulluğa indirgenmiş halk kitleleri, başlangıçta, M.Ö. II. ve I. yüzyıllarda, açık mücadelede, ayaklanmada bir çıkış yolu aramışlardı. Ama ayaklanmalarının hepsinin başarısızlığa uğraması, Roma'nın gücüne direnmenin umutsuz olduğunu göstermişti. İşte bu nedenle, toplumun aşağı katmanlarında, dünyanın kötülüklerinden ve acılarından kurtaracak bir ''göksel kurtarıcı'' beklentisi doğdu ve geniş ölçüde yaygınlaştı.'' (Sayfa: 264-265)
*
''Vaftiz töreni ve kudas ayini, ''dinsel oyunlar''a dönüştürülen ve Kibele ile Adonis'e tapanların dinsel törenlerine benzediler; Mithraizm, İsa'nın mağarada doğuşu efsanesine kaynaklık etti. Stoacı öğretilerin ve özellikle, Engels'in ''Hıristiyanlığın vaftiz babası'' adını verdiği Seneca'nın öğretisinin halkın anlayacağı hale getirilmesi, alçakgönüllülük ve sabır ilkelerine dayalı bir Hıristiyan ahlak sisteminin yerleşmesini sağladı. Engels'e göre, ''Hıristiyanlığın babası'' olan İskenderiyeli yazar Yahudi Philon, Yahudilik ile Grek felsefesini bağdaştırmaya girişti; II. yüzyılda ortaya çıkan Hıristiyan öğretisinin, ''kelam''ın (logos), Tanrı ile insanlar arasındaki aracılar olan meleklerin, ''şeytan''ın, vb., eski kaynağı Yahudi Philon'dur.'' (Sayfa: 268)

Sohrâb Sepehrî (سهراب سپهری) (Sohrâb-i Sipihrî) - Sekiz Kitap, Bütün Şiirleri (Farsçadan Çeviren: Mehmet Kanar)

Rengin Ölümü (1951)   GECENİN KATRANINDA * Nicedir bu yalnızlıkta Suskunluğun rengi dudakta. * Bir ses çağırıyor beni uzaktan Ama ayaklarım ...