16 Şubat 2023 Perşembe

Anaïs Nin - Albatrosun Çocukları, İçsel Kentler 2 (Çeviren: Püren Özgören)


Arka Kapak:

*
Anaïs Nin'den Albatrosun Çocukları, kökleri çocukluğun yaralarına kadar uzanan zaaflara, pusulasız kaybolmaktan korkacağınız içsel kentlere ve insanların sığındığı arzu adalarına dâir sarsıcı bir roman.
*
I. KISIM
*
MÜHÜRLÜ ODA
*
''Sayısız engel, çocukluğuna, yeniyetmeliğine acı yüklemişti..''
*
''Yoksulluktan ağırlaşmış, çıplak ayaklı, yayan çocukluğu..''
*
''Ne zaman ayak parmaklarını yere doğru gerse şöyle düşünürdü: Öksüzler yurdundan, fakirlikten, geçmişimden dans ederek, döne döne uzaklaştım.'' (Sayfa: 7)
*
''Dış dünyada, değiştirmeye gücünün yetmediği gizemli, dışsal felaketlere boyun eğmiş bir kadındı; iç dünyasında ise kimsenin uzanamayacağı kadar derinlere sayısız tünel kazmış, yok olmaktan kurtardığı hazinelerini oraya gömmüş ve orada, tanıdığı dünyanın tam da zıddını inşa etmiş bir kadın.'' (Sayfa: 8 )
*
''İçimde kırılmış bir şey var. Ben başkaları kadar kolay dans edemem, yaşayamam, sevemem. Birlikte dünyayı gezecek olsak muhakkak bir yerlerde bacağımı kırarım. Çünkü bu içsel kırık görünmediği gibi, başkaları için inandırıcı da değil.. Herkesin görebileceği, anlayabileceği bir yerimi kırmadan huzura ermeyeceğim.'' (Sayfa: 12)
*
''..hayvanlar yalnızlıklarını uluyarak kovar, çocuklarsa ana babalarını ve ışığı çağırabilirler. Oysa ben..'' (Sayfa: 13)
*
''..insan hiçliğe yuvarlanmadan hemen önce acı körelmeye başlamıştır ve beden otomatik olarak, aslında acıdan değil, onun anısından yakınmaktadır.'' (Sayfa: 14)
*
''Benliğinin bir parçası olgunlaşırken (örneğin sezgileri, kavrama ya da algı yetenekleri), bir başka parçası çocukken edindiği inancı sıkı sıkı korumuştu: Olaylar, erkekler ve otorite bir araya geldiğinde, insanın başa çıkamayacağı kadar güçlüydü ve insan kendi kalıplarının kurbanı olmaya yazgılıydı.'' (Sayfa: 18)
*
''Yüreğin Çin kırmızısı, vernikli odası; zihnin uçuk yeşil ya da felsefe kahverengisi salonu; bedenin deniz kabuğu pembesi odası, belleğin amberçiçeği kokulu, çok eski dolaplarla dolu tavan arası.''
(..)
''..içindeki çocuğun sesi.. Henüz gömülmemiştir ve uzun zaman önce tutturduğu nakaratı yinelemektedir: Sadece olağanüstüyü istiyorum.!
Sonra insan Djuna'nın alçak, yalın sesi: Aşkı istiyorum.!
Ve sanatçı Djuna'nın sesi: Olağanüstüyü yaratacağım.'' (Sayfa: 21)
*
''Çeyizini hazırlayan ebedi bir gelindi Djuna: Öteki kadınlar nasıl diker, işler, süslerse, o da içsel kentlerini süslüyor, donatıyor, boyuyor, döşüyordu; olağanüstü bir aşk için olağanüstü bir dekor hazırlıyordu.'' (Sayfa: 22)
*
''Yalnızdı; herkesin her sabah, her rüyadan sonra olduğu kadar yalnız.'' (..)
''o, söyleyecek anlamlı bir şeyi yoksa hiç ağzını açmazdı (tıpkı rüyalarda, kaçınılmaz olaylarla kaçınılmaz sözler arasındaki o suskunluk gibi. Rüyalarda tek bir boş, saçma sözcük sarf edilmez.!)'' (..)
''Kim gelip ''Bu benim rüyam, ilmeğin ucunu tut ve bütün yanıtları bul,'' der.?
Yoksa bütün rüyalar yalnız mı yaratılır.?'' (Sayfa: 24)
*
''Uykusuzluğun sıcak çarşaflarında yatarken, rüyanın aldattığı bir insan vardı.
Uykusuzluk, kulağı kirişte olanlar, önemli bir ziyaretçi bekleyenler içindi.'' (Sayfa: 25)
*
''..ne zaman böyle sarılıp sarmalanmış, korunmuş bir halde yürüyüşe çıksa, yürüyen iki kadın varmış gibi geliyordu ona hep: Biri, işgale karşı tuzaklar ve kapanlar kurmayı sürdüren; öteki, birinin giriş kapısını bulmasını ve onu yalnızlıktan kurtarmasını dileyen.'' (Sayfa: 26-27)
*
''Otları ezmedi; tek bir çakıl taşı onun ayaklarından yakınmadı, tek bir bitki boynunu bükmedi, kopmadı.
Danstan farksızdı; dans eşinin ruh haline uygun, duygulu bir menuet*; adımları öyle hafifti ki havada, boşlukta, sessizlikte usulcacık kayıyordu: Her bir ritmi yansılayan, yaprak yeşili gözleri, armoniye duyarlı bedeniyle, en küçük bir uyumsuzluktan, yanlış bir adımdan korkarak, partnerinin niyetini her an kollayarak. (..)
Talan etmeye, el koymaya, ezmeye gelmemişti.''
*
*Menuet: Üç tempolu, ağır ve eski bir dans, bu dansın müziği. (Sayfa: 27)
*
''..ışığını yitirenleri artık sevmiyordu. Bir türlü çözememişti: Duygu iplikleriyle, birlikte dokunmuş, bir yankı gibi birbirini yanıtlayan iki kişi, karanlıkta fosfor gibi ışıldayarak birleşmenin kimyasal kıvılcımlarını mı saçıyordu, yoksa biri ötekinin üzerine içsel rüyasının ışıldağını mı tutuyordu.?'' (Sayfa: 28)
*
''Genç oldukları ve hâlâ kendi arzularının etrafında körlemesine dolanıp durdukları için, birlikte yaptıkları dans, birinin ötekini tekeline aldığı bir dans türü değil, bir tür menuet idi: amacı el koymak, yakalamak, dokunmak, iki karaltı arasında azami boşluğun ve mesafenin akışına izin veren. Çarpışmalardan, birleşmelerden kaçınarak, uyum içinde devinmek. Birbirinin çevresinde dönmek, secde etmek, aynı saçmalıklara gülmek, kendileriyle dalga geçmek, duvarlara asla birleşmeyecek ikiz gölgeler düşürmek. Bu tehlikenin etrafında dans etmek: Bir olma tehlikesinin.! Dans boyunca eşinin kendi kulvarında kalmasına özen göstererek. Omuz omuza, yan yana salınmaya izin var ama kendini ötekine adamak, onun içinde eriyip gitmek yok. Bir evcilik oyunu; adım adım, birlikte aynı kitabı okuyarak, şehvetin hemen sınırında bir sakınma, kaçınma dansını sürdürmek; ışıl ışıl parlayan çemberin dışına çıkmayarak ama çemberi tutuşturacak olan nüveye asla değmeyerek.
Ustalıklı, hünerli bir ''sahiplememe'' dansı.'' (Sayfa: 29)
*
''Asla şöyle demedi: Acım var. Onun yerine, kollarını çaprazlayıp ağrıyan yerine bastırdı; isyankâr bir çocuğu yatıştırmaya, bu öfkeli sinir ucunu sallayıp tıpışlamaya çalışırcasına. Bir kez olsun, korkuyorum, demedi. Ama bir odaya hep parmak uçlarında gözleri pusuları tarayarak girdi.'' (..)
''Tarihsel kişilikler, edebi sevdalar sayesinde, birbirleriyle iletişim kurmanın en karmaşık, en muğlak yolunu bulmuşlardı da en küçük bir temas, parmak uçlarının değmesi bile bu düşsel dünyayı havaya uçurabilirdi sanki.'' (Sayfa: 30)
*
''Kendi aşklarına odaklanabilmek için önce tarihin ve edebiyatın bütün aşklarını yaşamak zorundaydılar sanki.'' (Sayfa: 31)
*
''..o günkü masumluğu ve cahilliğiyle şu büyük kehanette bulunması olanaksızdı: ..ondan kaçmakla arzusunu, tutkusunu ele veriyordu.'' (Sayfa: 33)
*
''..çocuğun doğallığı; söylediği, yaptığı hiçbir şeyin, karşısına dikilen olanaksız ölçütlere uymadığını, ulaşamadığını hissettiren ana babasının katılığı yüzünden her seferinde yenilmiş, başarısızlığa uğramıştı. Çinlilerin kız çocuklarının ayaklarını bağlamasından, doğal büyümeyi durdurmak için metrelerce bezle sıkı sıkı sarmasından daha korkunç bir baskı. Böyle zorba, zalim bir kumaş, çözülmeden, kesilmeden çok uzun süre kullanılırsa sonunda kişiyi mumyaya çevirirdi.'' (..)
*
''Cezalar bu kadar mı büyüktü.. Özünün yaşayan parçalarını, çok sevdiği bir hayvanı, iç dünyasını yansıtan bir günlüğü yok ettirecek kadar.?
''Kişiliğimizin, ebeveynimize gösteremeyeceğimiz ne çok yönü var.''..'' (Sayfa: 42)
*
''Hiçbir hüzün onun her gün bol keseden dağıttığı bu sevgi ziyafetine, bu delice karnavala direnemezdi; her sabaha ilk kahvesini yudumlamanın, yeni bir günün keyfiyle başlayan, karşısına çıkan ilk kişiye ânında yönelttiği sevgiyle süren, erkek, kadın, çocuk ya da hayvan, herhangi bir canlıdan gelen en küçük bir işaretle alevlenen bir tutku, bir yaşama sevinci. Şanssızlıklar, dertler, güçlüklerle toslaştığı zaman bile sarsılmayan, hiç azalmayan bir yaşama coşkusu.'' (Sayfa: 45)
*
''Dans ederek yaralarını sararlardı; coşku ve ateşte kusursuzca birleşerek birbirlerini sağaltırlardı.'' (Sayfa: 46)
*
''Hiçbir zaman sağlam bir ev, dayanıklı mobilyalar istememişti. Bütün bunlar birer tuzaktı. Onlara sonsuza kadar bağlanabilirdin. O, yerinden kolayca oynatabileceği, en küçük bir pişmanlık duymaksızın içeri ya da dışarı sürebileceği dekorları, sahne donanımlarını yeğlerdi. Az sonra dağılıp giderler, sen de herhangi bir şeyi yitirmiş olmazdın. Geride kalan, yaşamayı sürdüren tek şey canlılık, parlaklık olurdu.
Bir keresinde, koltukların artık yirmi yıl bile dayanmadığından yakınan bir kadına şöyle demişti: ''İyi ama bir koltuğu yirmi yıl boyunca sevemem ki.!''..'' (Sayfa: 49)
*
''O derin, mavi gözleriyle, hiç ağlamamış gözleriyle kadına baktı; kadının gözleriyse ıslak, parlak ve duruydu; bu gözler daha önce ağladıklarını unutmuştu.'' (Sayfa: 60)
*
''Kendini bildi bileli gizliliğe zorlanmıştı çünkü dışa vurduğu her şey kınamayla ve cezayla sonuçlanmıştı.
1001 Gece'yi gizlice okumuş, sigarayı gizlice içmiş, hayallerini gizlice kurmuştu.
Ana babası onu sadece, daha sonra suçlamak için sorgulamıştı.'' (Sayfa: 64)
*
''İnsanların çoğu sadece engeli görür ve zınk diye durur.'' (Sayfa: 66)
*
''Erkeklerin bütün kişisel güçlüklerden paçayı sıyırmak için başvurdukları o uzaklaşma, uzaktan bakma yeteneği.'' (Sayfa: 69)
*
''Beyaz atkı, ona dokunamayan sayısız şeyi simgeliyordu..'' (..)
''Eve bir kez daha, erkeklerin sıradanlığı aşmak için başvurdukları nesnelerden biriyle dönerdi: bir kitap, bir resim, bir müzik parçası; dünyaya bakışını değiştirecek, genişletip derinleştirecek bir şey.
Beyaz fular yalan söylemezdi.'' (Sayfa: 71)
*
''Annesi bir doğum günü pastası yapmış, üzerini yayılmaya, genişlemeye karşı uyarılarla, yeni arkadaşlara ilişkin öğütlerle süslemiş, kenarına da kremadan, şu, resmî bahçelerdeki çitleri andıran bir bant çekmişti; serüveni engellemek, alt etmek için gereken bütün töreleri, kuralları vurgulamak istercesine.
Babası satrancı sessizce oynuyordu; özenle hesaplanmış, ölçülüp biçilmiş hamleleri, yüreğin her türlü aykırı, dik başlı dansını, bedenin kaprislerini nasıl şiddetle kınadığını dile getirmekteydi: Özellikle de Paul'ün şu an, şurada olmasını sağlayan o temel dürtüyü; sofralarını paylaşan bu göz alıcı, ışıl ışıl delikanlıyı dünyaya getiren o birleşme eylemini.!
Ona yedirdikleri şey, uyarı pastasıydı: Bütün insanlardan kork; Toplum Rehberi'nde adı bulunmayan bütün erkek ve kadınların niyetlerinden kuşkulan.
Mumlar onun yaklaşan özgürlüğünü kutlamak için değil, şu gerçeği bir kez daha hatırlatmak, başına kakmak için yakılmıştı: Bir tek bu mumların aydınlattığı çember içinde, yalnızca anneyle babanın yörüngesinde tam anlamıyla güvende olabilirsin.!
Küçük bir çember. Bu çemberin dışı: Kötü.
Böylece annesinin eliyle yaptığı ve içine aşkı, genişlemeyi ve özgürlüğü köreltecek en güçlü büyüleri, iksirleri kattığı pastayı yedi.'' (Sayfa: 73)
*
''Gündoğumunu birlikte karşılamak, âşıklara tanınan tek düğün törenidir.''


''Birlikte Cesar Franck'ın D minör senfonisini dinliyorlardı.
Ve aynı anda, böylesi müzik kavşaklarında hep olduğu gibi Djuna'nın çelişen, çatışan benlikleri birleşiyor, eriyip tek bir ruh haline dönüşüyor.
Senfoninin teması sevecenlik.'' (Sayfa: 74)
*
''Ölümcül bir darbe kadının hayat akışını kesmiş ama onu yerle bir edememişti. Yalnızca zaman duygusunu felç etmişti; o da oturup yitik aşkını bekleyecekti.'' (Sayfa: 76)
*
II. KISIM
*
KAFE
*
''Erkeklerin hayallerini karşılamaktan, onları doğrulamaktan daha zor bir şey yoktur. Bir kadın için erkeklerin rüyalarını gerçekleştirmekten daha kırılgan, daha çetin bir çaba olamaz.'' (Sayfa: 85)
*
''..insanın, göze alabildiği sıklıkta, başlangıç yapabileceğine inanıyordu. İçinde taşıdığı tek asit, hayatın onun duyarlılıklarının çevresinde oluşturduğu nasırları eritmek içindi.'' (..)
''Bir insan kendisine ve ona ihanet ettiği zaman, çektiği acıyı önemsemiyor, tam tersine küçümsüyordu - altı üstü doğum sancılarıymış gibi.'' (..)
''Bir araştırma yapılsa, ölenlerin çoğunun fiziksel felaketlerden çok, fırlatılıp atılan hayaller; bebek kürtajından çok hayal kürtajı; fiziksel hastalıklardan çok umutsuzluk mikrobu yüzünden öldüğü ortaya çıkardı.!'' (Sayfa: 105)
*
''Nesneler insan sıcaklığına gereksinir; tıpkı çiçek açmak için insanın insana gereksindiği gibi. Bir lamba, kişinin içsel aydınlanmasına bağlı olarak cılız ya da gümrah bir ışık saçar. Toz zerrecikleri yüzeylere, ev sahibinin meşrebine göre konarlar. Tozun bile ışıldadığı bazı odalar vardır. Umursamazlığın bile canlı, kıpır kıpır olduğu odalar vardır; tıpkı daha önemli bir şeylere koşturan birinin arkada bıraktığı dağınıklık gibi.'' (Sayfa: 109)

14 Ocak 2023 Cumartesi

Nâzım Hikmet Ran - İlk Şiirler

Sağlığında yayımlamadığı, Eski Biçimli İlk Şiirleri (1913-1920)


FERYÂD-I VATAN

*
Sisli bir sabahtı henüz
Etrafı bürümüştü bir duman
Uzaktan geldi bir ses, ah aman aman.!
Sen bu feryâd-ı vatanı dinle, işit
Dinle de vicdanına öyle hükmet
Vatanın parçalanmış bağrı
Bekliyor senden ümit.
*
20 Haziran 1329 [3 Temmuz 1913] (Sayfa: 9)
*
VATANA.!


Ey zavallı vatanım
Neden böyle ağlıyor
Neden midir, çünkü ona
Evlâtları bakmıyor
*
23 Şubat 1330 [8Mart 1915] (Sayfa: 13)
*
''BENCE SEN DE ŞİMDİ HERKES GİBİSİN''
*
Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin
*
Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin
*
Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin
*
334 [1918] - Yaz - Kadıköy (Sayfa: 21)
*
''KUTUPYILDIZI''
*
Yaşlı duaların sessiz mâkesi
Sönmeyen ümidin sönmez yıldızı
Şulenden akıyor teselli sesi
Yıldızlar güzeli gemici kızı
*
Her billurî mavi gece denizde
Bize sevgiliden selâm getiren
Selâmet yıldızı sen gemimizde
Bir peri kızısın âşıkın da ben
*
Issız denizlerde teselli veren
Sonsuz âlemlerin gümüş merkezi
Ümit gibi parla, parla sönmesin
Işığından mahrum etme sen bizi (Sayfa: 26)
*
İNTİZAR
*
-----Bir müteverrimenin başucunda
*
''Bu kadının ruhu çok muammalı
Gülüyor ağzından boşandıkça kan'' (Sayfa: 31)
*
RÜYA
*
Dün gece rüyamda gördüm ben sizi
İkimiz sahilde berabermişiz
Enginde soluyan yorgun denizi
Saran ufuklara ruh olmuşuz biz
*
Ak benekli siyah tülüyle gece
Alırken bir solgun günü koynuna
Gözlerin mahmurdu senin gizlice
Bir bûse kondurdum güzel boynuna
*
El ele gülerken her şen yıldıza
Saadet çok uzun sürecek sandım
Hayat dediğimiz o fettan kıza
Aldanmak isterken birden uyandım
*
Şimdi ne gece ne deniz ne siz
Görmüyorum artık o nurlu yeri
Elemle inleyen kalbimde yalnız
Biçâre şiirimin kafiyeleri (Sayfa: 32)
*
Yaprak
*
Soluyan rüzgârın nefeslerinden
Bir sağa bir sola kımıldanarak
Sallanan bir kuru dal üzerinden
Omzumun üstüne düştü bir yaprak
*
Sararmış bir kadit el gibiydi bu
Omzumdan kayarak ilk okşayışı
Akıttı ruhuma soğuk ve kuru
Ölüm düşüncesi denilen kışı.
*
Demek ebediyen yattıktan sonra
Son damlamı emen bir dal üstünden
Kim bilir belki de uyup rüzgâra
Oğlumun omzuna düşeceğim ben
*
O akşam yollarda gezip boş yere
Bu fikre zıt çıkan bin sebep saydım
Yine teselliler bulurdum ömre
Yaprak olduğuma emin olsaydım..
*
1336 [1920] - Kadıköy - Kış (Sayfa: 36)
*
''Şair''
*
-----''Yahya Kemal'e''
*
Her gün daha dalgın görürdüm onu
Bu ıssız beldenin sokaklarında
En acı gülüşün sezdim yolunu
İri gözlerinin nemli akında
*
Bir gün bakmıştım da gittiği yere
Kim bilir diye sordum ben geçenlere
Dediler bir şair küskündür şehre
Mersiye dolaşır dudaklarında
*
1335 [1919] - Peyk-i Şevket Torpido Kruvazörü (Sayfa: 42)
*
DENİZLER ARZUYA EN FENA PUSU
*
Baktım da denizin boşluklarına
Sardı her uzvumu acı bir korku
Belki çıkmam dedim ben de yarına
Kim bilir kaç gözü cezbetti bu su
*
Boşluğa karışmış bugün her biri
Kaç ruhu dinledi derinlikleri
Gidenler bir daha gelmiyor geri
Denizler arzuya en fena pusu
*
1335 [1919] - Sonbahar - Peyk-i Şevket
Torpido Kruvazörü (Sayfa: 42)
*
TAŞYÜREK OSMAN
*
Uzak aksi sadalar yer yer silâh sesleri
Dörtnal giden atların soluyan nefesleri..
*
Dağın yamacında köy çatırtılarla yandı..
Tepede bir atlının gölgesi aydınlandı
Palasının ucundan damlıyor zulmete kan
İşte bir baskın verdi yine Taşyürek Osman.
Heyecana susayan ne kanlı bir gönül bu..
Haraç kesmiş kendine Çorum'a giden yolu
Ne bir kuş uçuruyor, ne kervan geçiriyor
Karşı koyan köyleri kılıçtan geçiriyor.
Yine bir köyü yaktı gazabının rüzgârı
Yangının ışığında göründü atlıları
Hepsinin arkasında sürünen gölgeler var
Kız erkek çoluk çocuk bağlanmış gidiyorlar
İbret olsun diyerek öteki köylere de
Bunları öldürecek şimdi kanlı derede
Bir sarp uçurum vardır gidilirken Çorum'a
Boşluklara açılan bu yalçın uçuruma
Uzak karlı dağlardan her akşam kurt inince
Daha siyah görünür ufuklarında gece
Daha yorgun gibidir semâsında yıldızlar
Bu yorgun yıldızların göklerde ruhu sızlar
Uçurumdan boşluğa baş dönmeden bakılmaz
Eğer kenarlarına yaklaşılırsa biraz
Ölgün bir dua gibi derinden bir ses gelir
Taşların arasından sarı bir su yükselir
Kanlı dere diyorlar işte bu akan suya
Bu gece dere dalmış rüyalı bir uykuya
Taşlarda inleyerek sayıklıyor bu derdi
Onun iniltisine ufuklar cevap verdi
Gitgide yaklaşıyor zulmette bir uğultu
Atlılarıyla gelen Taşyürek Osman'dır bu.
............................................................
............................................................ (Sayfa: 60)
*
SAĞLIĞINDA YAYIMLADIĞI ESKİ BİÇİMLİ İLK ŞİİRLERİ (1919-1925)
*
İMAN
*
-----İlk Yıldız
*
Loşlukta ararken elini, elim:
''Kırk akşam üst üste bakarsan eğer
İlk çıkan yıldıza , dedi sevgilim,
Dolarmış gönlünde boş kalan bir yer.!''
*
Kırk akşam üst üste: ''Sevsin.!'' sözünü
İlk çıkan yıldızla getirdim yâda
Yine aratıyor her yarın dünü
İmanım kalmadı yıldızlara da.!
*
[Üçüncü Kitap, Mart 1336/1920] (Sayfa: 65)


Herkes Gibi
*
Gönlümle baş başa düşündüm demin;
Artık bir sihirsiz nefes gibisin.
Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.
*
Mâziye karışıp sevda yeminim,
Bir anda unuttum seni, eminim,
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin. (Sayfa: 69)
*
Gölgesi


-----Suat Derviş'e
*
Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını;
Bir kere eğemedim bu kadının başını.
Kaç kere sürükledi gururumu ölüme
Fırtınalar yaratan benim coşkun gönlüme.
Cevapları o kadar heyecansız ki onun,
Kaç kere iman ettim, hiçliğine ruhunun.
Kaç kere hissettim ki, yine bu gece gibi
Güzelliğin önünde, dolup çarpmadı kalbi.
Ne mehtabın aksine yelken açan bir sandal,
Ne de ayaklarında kırılan ince bir dal,
Onun taştan kalbini sevdaya koşturmuyor.
Bir çiçeğin önünde bir dakika durmuyor...
*
Dönüyoruz yine biz bir uzun gezintiden
Gönlümün elemini döküyorken ona ben,
O bana kendisini, gülerek, naklediyor:
''Bilseniz mavi boncuk nasıl yaraştı'' - diyor.
Ya bu kadın delidir, yahut ben çıldırmışım,
Ben ki, birçok kereler kırılmışım, kırmışım,
Ömrümde duymamıştım böyle derin bir acı;
Birden onun yüzüne haykırma ihtiyacı
İçimde alev alev tutuştu yangın gibi,
Bir dakika kendimin olamadım sahibi;
Hiç olmazsa hıncımı böyle alırım, dedim,
Yola mağrur uzanan gölgesini çiğnedim.
*
[Yedinci Kitap, Kânun-ı evvel 1336/1920] (Sayfa: 102)
*

ONBEŞLER İÇİN:
*
''Karadeniz.. bunu duysun derinliklerin:
O ateşli göğüsleri delen hançerin
Kabzasını alacağız biz elimize.!''
*
Batum 1922
Nâzım Hikmet - Vâlâ Nurettin
[''28-29 Kânuûn-I sâni 1921'', Moskova, 1923, s. 22] (Sayfa: 120)
*
DESTAN
*
Aldı sazı ele Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası,
bakalım ne dedi:
*
Bizim fırkaya derler
Cumhuriyetçi Terakkiperver
Hem fırkacıyız, hem berber
İşçiyi çiftçiyi tıraş ederiz
Perdah olmazlarsa telâş ederiz.
*
Yaldızlı bir kazık kakalım
İşçinin açlıktan kokan nefesine
Mavi boncuk takalım
Köylünün püskülsüz fesine
Fakat hürmetle riayetle bakalım
Ecnebi sermayesine
İşçiyi çiftçiyi tıraş ederiz
Perdah olmazlarsa telâş ederiz.
*
Aldı sazı ele Halkçı Cumhuriyet Fırkası,
bakalım ne dedi:
*
Terakkiperver'lere kanmayın
Onlar dostunuzdur sanmayın
Parmağınızı siyasete banmayın
Palan olsa da sırtınıza sırma hırkamız
Samansız bırakmaz sizi Fırkamız.
*
Çıkar elbet bir gün Mesai Kanunu
Yüz sene, bin sene bekleyin bunu
İşte buna derler Ali Cengiz oyunu
Palan da olsa sırtınıza sırma hırkamız
Samansız bırakmaz sizi Fırkamız.
*
Aldı sazı ele amele ve köylü,
bakalım ne dedi:
*
Semerkant elinden yollasanız da
İçini ipekle çullasanız da
Ne kadar telleyip pullasanız da
Sırtıma vurulan palandır palan
İnanmam yalandır, yalandır, yalan.
*
[Orak-Çekiç, 21 Kânun-ı sâni 1925] (Sayfa: 121-122)
*
ONBEŞLERİN KİTÂBESİ
*
Kazıdık Onbeşler'in ismini,
kanlı kızıl bir mermere.!
Bir çelik aynadır gözlerimiz,
Onbeşler'in resmini
görmek isteyenlere..
*
1925, Türkiye [Aydınlık, Şubat 1925] (Sayfa: 122)
*
SAĞLIĞINDA YAYIMLAMADIĞI YENİ BİÇİMLİ İLK ŞİİRLERİ (1922-1927)
*
KÜFRETMEK İSTİYORUM
*
Beyaz getrleri, beyaz eldivenleriyle o
karşımızda
beyaz tırnaklı bir katır gibi dolaşırken
sen
sopa çekmek istiyorsun.
Ben
küfretmek istiyorum.
Kızını, kısrağını, karısını sıradan geçirerek
rugan iskarpinlerinin
deliklerine dek..
Küfretmek istiyorum
ona bir an sövmesem
çişi gelmiş çocuk gibi sıkışıyorum.
Neyleyeyim be.?
İçimden geliyor bu:
küfretmek istiyorum..
*
Moskova, 16 Teşrin-i Evvel [1922] (Sayfa: 162)
*
GÖZLERİM
*
Mavi şimşekleriyle elektrikleşen
mavi gözlerime
iki lastik çizme geçirdim.
Yolladım
onları Anadolu'ya.
Gittiler,
geldiler.
Geldiler fakat nasıl.?
Lastik çizmeler
dizlerine kadar batmış çamura.
Mavi gözlerim
iki isli lamba gibi kapkara olmuş.
Ben hemen
batırdım diş fırçamı
sıcak kanlı beynime
gözlerimi
fırçaladım.
Onlar
iki kırmızı fener gibi
parladılar.
Şimdi benim
mavi gözlerim
kanlı.
Şimdi işte
kızıl bir perde önünden nasıl kaçarsa bir boğa
beni gören her burjuva
öyle kaçıyor.
*
17 Teşrin-i Evvel [1922] (Sayfa: 163)
*
BİZ - HAYATIMIZ - YAPTIĞIMIZ İŞ
*
''Dinle
hayatımızı, 9 kelimede.
Sabah saat sekiz
grevdeyiz.
Saat on
Fertiği çekti patron.
Akşam beş,
barikatlarda düşmana ateş.
Gece dokuz,
kodeste Kapital okuyoruz.''
*
9 Kânun-ı sâni (Ocak) 1923 - Moskova - (Sayfa: 167)
*
BİZDE PANTOLONLA ETEKLİK
*
Aynı kuvvetle inkılabın malıdır
''Radek''in pantolonuyla ''Zetkin''in etekliği..
Bizde
bizim içimizde
etekli de pantolon gibi
Marksizmin sahibi..
Eteklik de kodeste yatmış,
yatabilir.
Mavzer atabilir.
Eteklik de inanmıştır pantolon kadar.
Yok kafamızda fazlamız eksiğimiz bizim.
Küçücük farkımız
yalnız
bacaklarımızın arasında..
*
14 Kânun-ı sâni (Ocak) 1923 - Moskova - (Sayfa: 168)
*
2000 SENESİNİN SANATKÂRLARINA


Ey 77 yıl sonra
Şarkın ''Futurist abidesi'' yükselen meydanlarda
Mısralarını
Mikrofonlarla haykıracak şair.!
Ey suratları düzgünsüz aktörlerine
Kollektivizmin
Temiz optimizmini oynatacak rejisör.!
Ey yirmi birinci asrın mühendis bestekârı,
Ben
Size
1923 senesinde yazdım bu şiiri.
Elbette siz
Sizden
77 yıl evvel gelen
Proleter şairlerinin
Nasıl işlediğini öğrenmek istersiniz.
O zamanlar
Sınıfları kaynatan kazanın
Supapı tutmuyordu artık
Manometrenin ibresi
Fır dönüyordu mihverinde.
Bizimkiler geri onlar ileri
Bizimkiler ileri onlar geri
Faşistler komünistleri kovalıyordu,
Komünistler faşistleri.
Monarşizm
Liberalizm
Komünizm..
Yüzlerle içindeyiz
Biz proleter şairleri.
Elimizde badana fırçaları önümüzde kovalar
Amele kahvelerine destan
Kızıl bayraklara şiar
Fabrika duvarlarına ilan yazıyorduk.
Size istismarsız
Burjuvasız, hükümdarsız
Bir cemiyet veren sınıfımızın
Sesi sıtma görmemiş çığırtkanlarıydık
Ve
Daima öyle
Kaldık.
*
1923 (Sayfa: 170-171)
*
SAĞLIĞINDA YAYIMLADIĞI YENİ BİÇİMLİ İLK ŞİİRLERİ (1922-1927)
*
28 KÂNUNİSANİ
*
- Ta ta taa ta ta Ta ta taa ta ta
Tarih
sınıf-ların
mücadelesidir.
*
- 1921
Kanunisani 28
- Karadeniz
- Burjuvazi
- Biz
- On beş kassap çengelinde sallanan
on beş kesik baş
- On beş arkadaş
- Yoldaş
bunların sen
isimlerini aklında tutma
fakat
28 kanunisaniyi unutma.!
*
- “Siyah gece
“Beyaz kar
“rüzgar
“Rüzgâr.”
*
- Trabzondan bir motor açılıyor
- Sa-hil-de ka-la-ba-lık.!
- Motoru taşlıyorlar
- Son perdeye başlıyorlar.!
- [............................
.................................
.................................
.................................]
- Uluyorlar
- Hav… hav… hak… tü
- Yoldaş unutma bunu
Burjuvazi
---ne zaman aldatsa bizi
---böyle haykırır:
- Hav…hav…hak…tü
- Gördün mü ikinci motörü.?
– İçinde kim var.?
– Arkalarından gidiyorlar.
- İkinci motör birinciye yetişti
- Bordoları bitişti
- Motörler sarsılıyor
- Dalgalar sallıyor
Sallıyor dalgalar.
- Hayır
iki motörde iki sınıf çarpışıyor.
- Biz.!
Onlar.!
- Biz silahsız.
Onlar kamalı.
*
– Tırnaklanmız.
– Kavga son nefese kadar.
– Kavga.
– Dişlerimiz ellerini kemiriyor.
- Kamanın ucu giriyor.
– Girdi…
– Yoldaşlar, ey.!
Artık lüzum yok fazla söze:
Bakın göz göze...
– Karadeniz
on beş kere açtı göğsünü,
on beş kere örtüldü.
Onbeşlerin hepsi
bir komünist gibi öldü.
*
Moskova, 1923 (Sayfa: 193-195)
*
YİNE BU BAHSE DAİR: İLİM


Hayat-harekettir.!
Hareket-tezat.!
Cemiyet tabiatın yapışmış gırtlağına
sınıflar, sınıflara çekmiş bıçak.!
İşte bak.!
bu bizim dışımızda dönen
bizim oynadığımız sinema şeridinin
beynimizin perdesinde ''ilim'' denen
çizgileşmiş resmi var.!
''İlim'' kavgadan doğar
kavga içindir ''ilim''.
*
[1924/Aydınlık, Teşrin-i evvel 1924] (Sayfa: 203)
*
SAKKO İLE VANZETTİ:
*
''Biz nasıl bilirsek hep bir ağızdan gülmesini,
biliriz öylece yaşamasını ölmesini
hepimiz - birimiz için,
birimiz - hepimiz için.!''
*
Moskova, 12 Ağustos 1927 (Sayfa: 214)

Sohrâb Sepehrî (سهراب سپهری) (Sohrâb-i Sipihrî) - Sekiz Kitap, Bütün Şiirleri (Farsçadan Çeviren: Mehmet Kanar)

Rengin Ölümü (1951)   GECENİN KATRANINDA * Nicedir bu yalnızlıkta Suskunluğun rengi dudakta. * Bir ses çağırıyor beni uzaktan Ama ayaklarım ...