*
''Kaldırın beni,'' demek ister durmadan düşen bir kişi.
(Sayfa: 72)
*
Ama güçlüler güçsüzleri incitemeyecek kadar güçsüz olunca, güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmak zorundaydılar.
(Sayfa: 86)
*
Göz kararmasına güçsüzlerin esrimesi de diyebiliriz. Güçsüzlüğün farkına varan bir kişinin güçsüzlüğüne karşı çıkmak yerine ona boyun eğmeye karar vermesi.. Güçsüzlükten sarhoştur, daha güçsüzleşmek ister, kentine en büyük meydanında herkesin gözü önünde yere yuvarlanmak, daha da alçalmak, aşağının aşağısı olmak ister. (Sayfa: 87)
*
İnsan henüz epeyce gençse ve yaşam denen müzik parçası hâlâ açılış notalarındaysa, yaşamın şurasını burasını değiştirip yeniden yazabilir, karşısındakiyle motif değiştokuşu yapabilir. (Sayfa: 99)
Kadın olmak Sabina'nın seçmediği bir yazgıydı. Seçmediğimiz bir şeye kendi erdemimiz ya da başarısızlığımız gözüyle bakamayız. Sabina, seçmediği yazgısına karşı en doğru tavrı almak gerektiğine inanırdı. Kadın olarak doğmaya isyan etmek ona göre bundan gurur duymak kadar aptalca bir şeydi.
(Sayfa: 100)
*
İlk ihanet onarılmazdır. Başka ihanetlerden oluşan bir zinciri harekete geçirir ve bunlardan her biri bizi ilk ihanetimizden uzaklara, daha uzaklara götürür. (Sayfa: 103)
*
''Gürültünün iyi bir yanı var. Sözcükleri boğuyor.'' (Sayfa: 105)
*
Müzik cümlenin olumsuzlanmasıyla, müzik, sözcüğün karşıtıydı. (Sayfa: 105)
*
Aşırı uçlar, ardında yaşamın sona erdiği sınırlar demektir ve sanatta da politikada da, aşırılığa duyulan tutku, ölüme duyulan örtük bir özlemdir aslında. (Sayfa: 106)
*
Ama onun için, karanlık sonsuzluk demek değildi; onun için, gördüğü şeyle uyuşmamak, gördüğü şeyin olumsuzlanması, görmeyi reddetmekti. (Sayfa: 106)
*
Her bir mezarın başucunda küçük evler, minyatür şapeller duruyordu bu mezarlıkta. Sabina, ölüler başuçlarına saray taklitleri kondurulmasından neden hoşlansınlar ki, diye düşündü. Mezarlık, kendini beğenmişliğin taşa dönüşmüş haliydi. Ölünce akıllanacaklarına, mezarlık sakinleri yaşadıkları zamankinden daha da ahmaklaşmışlardı. Anıtları, ne kadar önemli kişiler olduklarını belirtmek için dikilmişti. Burada gömülü olanlar babalar, kardeşler, oğullar ya da nineler değil, yalnızca kamusal önemi olan kişiler; unvanları, dereceleri, nişanları olan kişilerdi; şuradaki postacı bile seçtiği meslekle, toplumsal yeriyle -saygınlığıyla- gösteriş yapıyor, övünüyordu. (Sayfa: 137)
Modern helalarda klozetler yerden yukarı doğru beyaz nilüferler gibi yükselir. Beden ne kadar değersiz olduğunu unutsun, insan sifondaki su, bağırsaklarından çıkan artıkları silip götürdükten sonra bu artıkların başlarına gelenleri bilmezlikten gelsin diye mimar elinden geleni yapar. Lağım boruları yapışkan kollarıyla evlerimizin ta içine dalsa da, özenle gözlerimizden gizlenir bunlar ve bizler banyolarımızın, yatak odalarımızın, dans salonlarımızın ve parlamentolarımızın altında yatan bu görünmez bok Venediklerinden habersiz memnun mesut yaşarız. (Sayfa: 170)
Orta Avrupa'daki komünist yönetimlerin sadece mücrimlerin eseri olduğunu düşünenler temel bir gerçeği göz ardı ediyorlar demektir; suç üzerine kurulu bu yönetimler mücrimler değil, cennete giden tek yolu bulduklarını sanan coşkulu yandaşlar tarafından kurulmuştur. Bu yolu öylesine yiğitçe savundular ki bunlar, sürüyle insan öldürmek zorunda kaldılar. Sonraları ortada cennet filan olmadığı anlaşıldı, demek ki coşkulu yandaşlar birer katilden başka bir şey değildiler.
Derken herkes komünistlere bağırmaya başladı: Ülkemizin başına gelenlerden (yoksullaşmış, çoraklaşmış ülke), onun özgürlüğünü kaybetmesinden (Rusların eline düşmüştü), adalet önünde işlenen suçlardan sizler sorumlusunuz.!
Suçlananlar cevap verdi: Bilemedik.! Aldatıldık.! Bizler gerçekten inananlardık.! Yüreklerimizin derinliklerinde bizler masumuz.!
Sonunda tartışma gelip tek soruya dayandı: Gerçekten bilememişler miydi, yoksa öyleymiş gibi mi yapıyorlardı yalnızca.?
Tomas tartışmayı yakından (On milyon Çek'le birlikte) izliyordu; yaşanan acımasızca olaylardan habersiz olmayan komünistler vardı mutlaka (devrim sonrası Rusya'sında işlenen ve hâlâ işlenmekte olan korkunç suçlardan habersiz olamazlardı) ama o, komünistlerin çoğunluğunun gerçekten bunlardan habersiz olduğu görüşündeydi.
Ama, diyordu kendi kendine, haberli ya da habersiz olmaları değil asıl sorun; asıl sorun, insanın habersiz olduğu için masum sayılıp sayılamayacağı. Tahta çıkmış bir budala sırf budala olduğu için bütün sorumluluklardan arınmış mı demekti.?
Diyelim ki, 1950'li yılların başında masum bir adamın idamını isteyen Çek savcısı, Rus gizli polisi ve kendi ülkesinin yönetimi tarafından oyuna getirilmiş olsun. Ama şu anda hepimiz suçlamaların saçma olduğunu idam edilen kişinin masum olduğunu bildiğimize göre, nasıl olur da bu savcı kalkıp yumruğunu göğsüne vurarak, ''Benim vicdanım temiz.! Bilmiyordum.! Ben inananlardandım.!'' diyerek kalbinin temizliğini öne sürebilir.? Bu, ''Bilmiyordum.! Ben inananlardandım.!'' sözlerinin ta kendisi değil midir onarılması imkânsız suçunun temelinde yatan.?
Tomas, Oidipus hikâyesini bu bağlamda görüyordu işte; Oidipus anasının yatağına girdiğini bilmiyordu ama olup bitenlerin farkına varınca, kendini suçsuz saymadı. ''Bilmeyerek'' neden olduğu felaketleri görmeye dayanamadığı için gözlerini kör etti ve o kör haliyle Tebai'den çıktı gitti.
Tomas, komünistlerin kalbimiz temiz diye bağırarak kendilerini savunduklarını duydukça kendi kendine, ''Sizin 'bilmemeniz' sonucu bu ülke özgürlüğünü kaybetti, daha da yüzyıllarca kazanamayacak belki, hâlâ kalkmış kendinizi suçlu bulmadığınızı nasıl söyleyebiliyorsunuz.?'' diyordu. ''Yaptıklarınızı görmeye nasıl dayanabiliyorsunuz.? Nasıl oluyor da dehşete kapılmıyorsunuz.? Görecek gözünüz yok mu.? Gözünüz olsaydı, gözünüzü kör eder, Tebai'den çıkar giderdiniz.!'' (Sayfa: 190-191)