19 Aralık 2024 Perşembe

Kemal Bayram Çukurkavaklı - mezopotamya ''IRAK GEZİ NOTLARI''

 

Arka Kapak
*
''Kemal Bayram Çukurkavaklı'' uzun soluk isteyen adıyla, her ne kadar İspanyol soylularını andırıyorsa da, öyle değil, o yoksul bir emekçi köyün çocuğudur. 1950'de İvriz Köy Enstitüsü'nde okurken, yerel dergilerde -gazetelerde yazdığı şiir ve yazılar, fincancı katırlarını ürküttüğünden Haruniye- Düziçi Köy Enstütüsü'nde de, içinden çıktığı emekçi halkın sorunlarını yansıtan sanat ve düşünce çalışmaları yapmaktan geri durmadı. Bu yüzden, şimdilerde artık her gün rastlanan, ama o dönemde ''olağanüstü bir olay'' olarak karşılanan faşist bir tertiple karşı karşıya geldi. Linç edilmekten zor kurtuldu. Ağır yaralı ve bir ''GOMONİST'' olarak hapishaneye atıldı. Sırayla Bahçe, Adana, Çumra hapishanelerinde yattı. Böylece daha çocuk yaşında yıllarını içerde geçirdi. Ekmek parasını kazanmak için garsonluk, inşaat işçiliği, otel kâtipliği, gazete muhabirliği yaptı. Sonra büyük bir İstanbul gazetesinin İstanbul, Adana ve Ankara bürolarını yönetti. Şimdi Ankara'da gazete genel yayın yönetmeni olan Kemal Bayram, sanat ve düşün çalışmalarını sürdürüyor.
*
''Binbir gece masallarının yaşandığı tarihin bu en eski uygarlıklarına sahne olmuş ülkesinde, şimdiye kadar yüzlerce kavim hayat bulmuş ve silinmiştir.'' (Sayfa: 16)
*
''Fırat ve Dicle Bağdat yakınlarında birbirlerine selâm durur adeta. Bu selâmlaşma sahasının güneyinde kalan bölgeye asıl Irak, Kuzey tarafına ise EL-CEZİRE denir.'' (Sayfa: 17)
*
''Irak toplumunu Araplar, Türkler ve Kürtler oluşturmaktadır. Çoğunluğun Araplarda olması ülke yönetiminde bir etkinlik sağlamamaktadır. Baas Arap Sosyalist Partisinin diğer partilerle kurduğu birleşik cephe yönetimde eşitlik ilkesini benimsemiştir.'' (Sayfa: 17)

NOT: Görseller kitapta mevcut değildir.

''Milattan önce 8. yüzyılda Musul'un 32 kilometre ötelerinde imparatorluk kurmuş Nemrut'un efsanevi kanatlı boğalarından başlayarak diğer köşeleri incelemeye devam ediyorum.
Devam ediyorum, çünkü on binlerce yıl önceki insanların kinini, sevgisini, kavgasını ve korkusunu taşlara nakış yapar gibi işleyip, ölmezlik sağlayan bu ellere saygı duyuyorum. İnsan onurunu yücelten, gerçek sanat eserleri bunlar. Sahiplerinin yüzyıllarca önce yaşaması, kavimlerinin yitip gitmesi bu saygımızı azaltmaz, üstelik daha da çoğaltır.
İlk kanunların yapıldığı, tekerleğin icat edildiği, gökyüzünün, yıldızların gözlenip sonuçlar çıkarıldığı insan toplulukları, insanlık devam ettiği sürece, canlı olarak devam etmez mi.?
İnsan hak ve hukukunun korunması için çıkarılan ilk yasalar, örneğin, Milâttan Önce 2750 yıllarına kadar uzanırsa ve bu yasaların günümüz hukuk anlayışından çok daha ilerlerde olduğu söylenirse ilginç olmaz mı.?
Urgakina bakın ne diyor, Milâttan Önce 2750 yıllarında çıkardığı yasada: ''ÜLKEMDE SUİSTİMALLERİN KÖKÜNÜ KAZIDIM, KENDİ HALKIMI HIRSIZLIKTAN , SEBEPSİZ YERE ÖLÜMDEN, HAKSIZ SATAŞMALARDAN KORUDUM. ZAYIFLARI KUVVETLİLERİN EZMESİNDEN KORUDUM. ÜLKEMDE BU HEP BÖYLE GİDECEKTİR..''
(Sayfa: 21-22)
*
''Sümerler, sanata, edebiyata, dile, yontu resime de çok önem verirlerdi. Büyük Tanrıları ENLİL için yazdıkları bir ilâhi şöyle:
*
..BÜYÜK TANRI OLAN ENLİL OLMASAYDI,
ŞEHİRLER YAPILMAYACAKTI, YÜKSEK RAHİP DOĞMAYACAKTI.
İŞÇİLER NE VALİ, NE DE BAKAN OLABİLECEKTİ,
IRMAĞIN KABARAN SULARI TAŞMAYACAKTI,
DENİZİN BALIĞI KAMIŞLIĞA YUMURTALARI BIRAKMAYACAKTI,
GÖĞÜN KUŞLARI DÜNYADA YUVA KURMAYACAKTI,
OALARIN GÜZELLİĞİ OLAN OTLAR VE YEŞİLLİKLER BÜYÜMEYECEKTİ,
TARLADA VE ÇAYIRDA ZENGİN ÜRÜN ÇİÇEK VERMEYECEKTİ..'' (Sayfa: 23)
*
''Üçüncü Ur Sülâlesinin Sümerlileri en iyi iktisadi yaşam koşullarına ulaştırdığı bu sülâlenin başında da ''Yedi İklim Hükümdarı'' unvanını alan ŞULGİ'nin bulunduğu bilinir. Bayındırlık çalışmalarına, kanal yapımına, tapınaklar kurulmasına ve sulama işlerine önem veren bu Hükümdar, tarihin derinliklerinden şöyle seslenmektedir:
*
BEN ŞULGİ, DOĞDUĞUMDAN BERİ GÜÇLÜ ADAMIM,
BEN EJDERDEN DOĞAN VAHŞİ BAKIŞLI BİR ASLANIM,
SİYAH BAŞLI SÜMERLERİN, ÇOBANLARIN ÇOBANIYIM,
DOĞRULARI SEVERİM, İYİLİKTEN YANAYIM,
FENALIKLARDAN NEFRET EDERİM,
DÜŞMANCA GÖZLERE KİN BAĞLARIM,
YOLLARIN UZUNLUĞUNU SAPTADIM,
ARALARDA KALELER KURDUM, GÜVENİLİR İNSANLARI ORALARDA OTURTTUM,
AŞAĞIDAN YUKARIDAN GELEN DÜŞMANLAR
ONUN HEYBETİNDEN KORKMALI,
YOLA ÇIKANLAR GECE DE GİTMELİ GÜNDÜZ GİBİ,
KRALLIĞIMIN KUVVETİNİ ARTTIRDIM,
YABANCI ÜLKELERE BAŞ EĞDİRDİM,
HALKIMI EMİN OLARAK YAŞATTIM,
DÖRT BİR YANDA HALKIM
UZUN ZAMAN YALNIZ BENİM ADIMI SÖYLEYECEK.'' (Sayfa: 23-24)
*
''Benderoğlu sanat anlayışını şöyle belirtmektedir: ''Bence şiir dünyayı değiştiren, insanlar arasında dostluk ve kardeşlik bağlarını yaratan bir araç olmalıdır. Şiirin tüm haksızlıklara bir barut gibi kullanılması gerekir. Şiir, sözcükleri yan yana sıralamak değildir. Ozan, çağından, çağının tüm sorunlarından, ülkesinin sorunlarından ayrı kalamaz. Şairin yüreği bu sorunlar ve sosyal olaylar içinde bir barometre gibi ve tüm hassasiyetiyle atmalıdır. Şiir, insanların içinde olan devrimci düşünceyi koruyan önemli bir korugandır. Şiir, özgürlükleri uğrunda kavga veren halkların, bu kavgalarını yansıtan, parlak ''Güzgü'' -Ayna- olmalıdır. Şiir insanın özünü okşamazsa, insanda heyecan yaratmazsa şiir değildir. Ben şiir yazarken bütün insanları düşünürüm. Ve şiiri, bütün iyi duygu ve düşüncelerin, halk kitlelerine ulaşım aracı olarak görürüm.''..'' (Sayfa: 27)
*
''Hasan Hüseyin Korkmazgil ile telefonda yarım saate yakın konuştuk. Ertesi gün Tanıtma Bakanlığı'nda Abdüllâtif Bendreoğlu'nun yanında buluşmak üzere randevulaşıp telefonu kapattık.'' (Sayfa: 36)


''Şoför Dicle Nehri'nin kenarlarından şehrin batısına doğru hızla yol alıyor. Tell Agar Guf, milattan önce 1530-1160 yıllarında bölgeye hakim olan Kassit'in bir parçasını teşkil etmek üzere kurulmuş. Kassit Kulesi'nin ve oymalarının kalıntıları az çok kendisini gösteriyor. Pek enteresanlığı kalmamış ama ovanın sessiz derinliği içinde yükselip duruyor. Bağdat'a 20 km mesafede. Restoresi için hızlı bir çalışma var. Etrafını en iyi şekilde ağaçlandırmaya başlamışlar.
Irak'ta turistin görebileceği her kalıntının, her tarihi yerin başında üniformalı bir Turizm Polisi var. Dil bilen ve bulunduğu yerin tarihi devrelerini değerlendirip korumasını sağlayan, turiste yardımcı bir Polis.'' (Sayfa: 51)


''El Savra Gazetesi'nden ayrılmadan önce, bir gözü arızalı olan ve gazetede çalışan Adil Abdülcebbar yanıma yaklaştı bir şeyler sordu. Tarık o sırada Cemalettin ile birlikte başkalarıyla konuşuyordu. Söyledikleri Arapça olduğu için bir anlam veremiyor karşılıklı bakışıyorduk. Iraklı dost kelimelere bastıra bastıra tekrar konuştu. Dikkatle dinledim, söylediklerinin arasında ''Hassan Hüseyin'' geçiyordu ama sorduğu neydi.? Hasan Hüseyin'e küfür mü ediyor, övüyor mu, yoksa onunla ilgili başka bir şeyi mi anlamak istiyordu.? Belli değildi.
Hemen gidip Tarık Abdülbaki'nin kolundan yakalayıp getirdim. ''Bu arkadaş bana çok önemli bir şey soruyor ama anlayamadım'' dedim. Karşılıklı konuştular. ''Hasan Hüseyin nasıl bir ozan.? Kaç tane kitabı var.? Bugüne kadar ozan olarak adını hiç duydunuz mu.? diye soruyor dedi.
''Hasan Hüseyin Türkiye'nin önde gelen ozanlarındandır. Şiirleri yüzünden takibat geçirmiş, hapsedilmiş, çile çekmiştir. Aynı zamanda bizim gazetenin yazarıdır. Hasan Hüseyin'in kitaplarına halkımız gerekli ilgiyi gösterdiği için yayınevleri de kendisini tutmaktadır. Bu güne kadar 15 civarında kitabı yayınlanmıştır. Halkımızın öz sorunlarını, açmazlarını ve çözüm yollarını bilen bir ozandır. Çok saçlı ve pos bıyıklıdır. Kalabalıkların ozanı olan bu güldür güldür insan, aynı zamanda çok duyarlı öz yapıya sahip bir kadın kadar hassastır'' dedim.
Soruyu soran genç, konuştuklarım Tarık Bey tarafından çevrilince tatlı tatlı güldü ve fısıldar gibi:
- Kavgadan kurtuldunuz, dedi.
- Ne kavgası.?
- Bir insan, bir tek şiiriyle, bu kadar sevilebilir. Kaç gündür Hasan Hüseyin'in şiirinin etkisi altındayım. ''Mezopotamya 74'' adlı bir şiiri var. Bilmem okudunuz mu.? Merbet festivalinde okuduktan sonra televizyonlar, radyolar üst üste yayınladılar. Bugünlerde bizim sanat çevrelerinde konuşulan tek konu Hasan Hüseyin'in şiiri. Bir tek şiiriyle sevdiğim bu insan için ''Hiç tanımıyorum'' ''Bizde pek ünlü değil'' gibi sözler söyleseydiniz hem sizinle, hem kendimle kavga edecektim. Ancak söylediklerinizle doğruları ortaya koydunuz.
- Doğruların hepsini değil ama.
- Olabilir. Ancak kafamda Hasan Hüseyin şimdi daha da büyüdü. Tam bir bütünlük kazandı.
- Kendisiyle tanışmadınız mı.? Şu anda Bağdat'ta olduğuna göre Ambassador Otel'de kalıyor. Gidip görüşün.
- Bir defa görüştüm ama soramadım bunları. Size çok teşekkür ederim.
- Rica ederim.'' (Sayfa: 65-66)
*
''Sahnenin sol tarafındaki tavan aralığında bir güvercin var. Ara sıra gözüm takılıyor. Alkışlar ortalığı çınlatmaya başladığı zaman başını sağa sola çevirip bir ürküntü geçiriyor. Ama şiirler okunurken sessiz ve kınalı gagasını hafifçe oynatarak dinliyor. İçimden ''İlhami Soysal bu güvercini, bu Mihrican Şiir Festivali'nde görseydi, mutlaka ''Venedik'te San Marko Meydanı'ndan dinleyici olarak gelmiş, şiir okumadı ama Arapçayı, Türkçe ve Kürtçeyi biliyordu o güvercin'' derdi diyorum.'' (Sayfa: 101)
*
''Iraklı dostlarımız gezimizin bitmesine bir-iki gün kala Bağdat'ın kenar mahallelerinde kurulmuş bir Halı Fabrikası gezdirdiler. Bu fabrikada dünyanın en pahalı, en güzel halılarını altı ile 12 yaşları arasındaki kimsesiz çocuklar dokumakta idi. Karşımıza usta emekçilerin çıkacağını beklerken, yüzlerce mini mini okul çocuğunu görünce, doğrusu hayretler içinde kaldık. Bu minik eller halıcılıkta adeta şaheser yaratıyorlardı. Binlerce desenin, çiçeğin ve Doğu stili nakışın en küçük kusura olanak vermeden işlenmesi görülmeye değer, övülmeye değer bir düzen içinde yürütülüyordu. Mezopotamya mavisinin en güzelini, hurma sarısını, nar çiçeğini, Türk, Afgan ve Çin örnekleriyle zenginleştirip melezleştiren ve yepyeni bir halı karakteri çıkaran bu küçük sanatkarlar için fabrika Müdiresi şöyle diyor:
''Bunlar yoksul ve kimsesiz çocuklarımızdır. Her birinin küçük yaşta bir sanat yeteneğine ulaşması gerekiyordu. Ayrıca okumaları da önemliydi. Yarım gün burada okula gidiyorlar. Okuldan sonra da çalışıp, gördüğünüz gibi dünyanın en ünlü ve satış değeri çok yüksek halılarını dokuyorlar. Bu çalışmalarından dolayı kendilerine ücret tahakkuk ettiriyoruz.''
- Peki, bir çocuk ne kadar sürede öğrenebiliyor dokuma işini.?
- En çok iki hafta içinde.
- Halı dokumacılığında büyüklerle küçükler arasında herhangi bir yarım söz konusu olabilir mi.?
- Evet, küçüklerin eli daha yatkın. Bu işi sanki bir oyun oynuyormuş gibi yapıyorlar. Hem de kendilerini hiçbir şekilde yormadan. Yaptığı oyuncakların önemini düşünerek.'' (Sayfa: 103-104)
*
''Komşumuz Irak'ın milli hudutları içindeki bu topraklarda, şimdi bu ülkenin temel yapısına etken olan Araplar, Kürtler ve Türkmenler yaşamaktadır. Doğal zenginliğin özünde, sanayi e teknolojinin itici gücü olan petrol vardır. Çağdaş emperyalizm dünyadaki sömürü ağını, önemli ihtiyaç maddelerini karşılayabildiği yerlere kurduğu için, bu bölgeye de egemen olmuş, Araplar, Kürtler ve Türkler geri kalmışlığın mutsuzluğunda birleşmiştir.
Emperyalizmin işbirliği yaptığı gerici yerli yönetimlerin ortadan kaldırılması çağdaş bir sorundur. İçeriğinde çelişkiler, zorluklar ve her şeyden önce toplumsal bilincin yoksunluklarından güç alan açmazlar vardır. Ayaklarını havada hisseden gerici yönetim ve ona destek olan emperyalizm bu defa ya kanlı bir faşizme çağrı çıkarmakta ya da aynı ülkede yaşayan halkları birbiri aleyhine kışkırtarak savaş ocakları açmaktadır.'' (Sayfa: 115)

Hiç yorum yok:

Sohrâb Sepehrî (سهراب سپهری) (Sohrâb-i Sipihrî) - Sekiz Kitap, Bütün Şiirleri (Farsçadan Çeviren: Mehmet Kanar)

Rengin Ölümü (1951)   GECENİN KATRANINDA * Nicedir bu yalnızlıkta Suskunluğun rengi dudakta. * Bir ses çağırıyor beni uzaktan Ama ayaklarım ...