25 Şubat 2025 Salı

Kostas Mourselas (Κώστας Μουρσελάς) - Hüzün Nedeniyle Kapalıyız (Özgün Adı: Κλειστόν λόγω μελαγχολίας) (Çeviren: Kosta Sarıoğlu)


Arka Kapak:

*
Küçük bir kasabada yaşayan bir grup insan; akrabalar, arkadaşlar, tanışlar... Herkes kendi kıskacında kıvranmakta, bu dar çevrenin sıkıcı, delici gözlerinden, ne olacağı çok önceden belirlenmiş gibi duran sakinliğinden kaçmaya, daha zengin, daha dolu bir hayal kurmaya çalışmaktadır. Ama düşledikleri yerler birer kartpostal resmidir çoğu kez, ya da tutunarak uçmak istedikleri insanlar birer gölge... Küçük Akdeniz kasabası, renklerini içinde saklayan, görünenin dışında en az bir de gizli kapaklı hayatları olan sakinlerinin ani cinnetleriyle çalkalanmaktadır: Kaçmayı başaranlar, içlerindeki ateşe teslim olanlar, hüzünlerine neden olarak gördüklerini öldürmeye çalışanlar, korkunç bunaltıya dayanamayıp aklını kaçıranlar, esrarengiz yabancılar, söylentiler, dedikodular... Geleneklere, "olması gerekenlere", "uygun görünenlere" karşılık, içimizden fışkırıp gelenler kısacası... İnsanlık halleri...
*
Kostas Mourselas Atina, Pire'de doğdu ve lise öğrenimini aynı yerde tamamladı. 1951'de Hukuk Fakültesi'nin birinci sınıfında okurken Epon (Yunanistan Birleşik Gençlik Örgütü; Nazi işgali sırasında, Yunanistan'da kurulan ve gençlerden oluşan direniş örgütü) üyesi olmakla suçlandı ve dönemin askeri mahkemesi tarafından yargılandı (Beloyanis davası). Yıllardır aldığı keman eğitimini tiyatro aşkı baskın çıkınca bıraktı. Hukuk öğrenimini tamamladıktan sonra, baroya kaydını yaptırmadan avukatlıktan vazgeçti. Bu tarihten sonra (profesyonel anlamda) kendini tamamen yazarlık mesleğine adadı.
*
Kızıla Boyalı Saçlar'dan Hüzün Nedeniyle Kapalıyız'a..
*
Galiba artık şunu söyleyebilirim: Kostas Mourselas Türkiye'de en sevilen yazarlardan biri. 30 baskı, 60.000 adet resmi kitap satışı ve (ne yazık ki) 100.000 adet korsan kitap bunu kanıtlıyor. Kızıla Boyalı Saçlar'ı okuyan herkes bana yeni kitabın ne zaman çıkacağını sordu. İşte Mourselas'ın yeni romanı, iki yıl sonra, biraz gecikmeyle de olsa karşınızda.


Kızıla Boyalı Saçlar'ın yayımlandığı 2000 yılından bugüne sadece binlerce okur bu romanı okumakla kalmadı.. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer kitabı satın aldı; Bandırma'daki bir lokantanın sahibi lokantanın duvarına kitaptan bir alıntı yaptı; internet üzerindeki pek çok site romana yer verdi; roman hakkında pek çok yazı yazıldı, üzerinde en çok tartışılan kitaplardan biri oldu. Mourselas'ın dediği gibi ''Her insan eşsiz ve tek olduğuna göre, her okurun kitabın içinde bulacakları da eşsiz ve tek yani farklı olacaktır. Herkes aynı kitabı farklı biçimde 'yaşar', algılar.''
*
Hüzün Nedeniyle Kapalıyız'da, belki de tiyatro yazarı olduğu için Mourselas bizleri bir ''tiyatro sahnesine'', küçük bir kasabaya götürüyor. Bu sefer, romanda belli bir zaman ve mekân belirtmekten özellikle kaçınarak, ''kendi malzemelerini kullanarak, hepimizin az çok yaşadığı, gördüğü ama tam olarak neresi olduğunu saptayamadığı'' bir kasaba yaratmış. Belli bir döneme de göndermede bulunmayarak sürekliliği vurgulamak istemiş. Hüzünlü bir dönemde mi yaşıyoruz sorusunaysa, ''İnsanoğlunun doğası değişene dek, hepimiz hüzüne sığınıyoruz. En azından bazı temel insani özelliklere sahip olanlarımız'', yanıtını veriyor.
*
Kanımca Mourselas'ın bu kadar sevilmesinin nedeni, çok zevkli biçimde, okuru da romana katarak, onunla konuşarak, insanoğlunun temel sorunlarını irdelemesi. Bu yüzden Hüzün Nedeniyle Kapalıyız hem zevkle okunan bir roman, hem de insanoğlunun bir portresi. Kitaptaki kahramanlardan herhangi biriyle, yaşadığımız sokakta, mahallede karşılaşabiliriz.


Rastlantı mı bilmiyorum ama sanki Kızıla Boyalı Saçlar yayımlandıktan sonra saçları kızıla boyalı kadın sayısında bir artış oldu. Acaba şimdi de kapılarına Hüzün Nedeniyle Kapalıyız yazısını asanlar mı çoğalacak.?
*
Kosta Sarıoğlu
*
"Ben seni, insanları anlayasın diye okuttum, onlarla eğlenesin diye değil." (Sayfa: 36)
*
"Zaten her şeyin sonu can sıkıntısıdır. Nasıl başlarsa başlasın, ne kadar güzel başlarsa başlasın, her şey bir gün can sıkıntısına varır." (Sayfa: 49)
*
''..iki tür insan var: Kurban eden ile kurban edilen, ya da başka türlü söylersek, iyiler ve kötüler. Şimdi bana bu ikisi de aynı diyeceksiniz, çünkü öteden beri, iyi, aynı zamanda kurbandır da, tıpkı kötünün de, ister istemez potansiyel bir kurban eden olduğu gibi.'' (Sayfa: 59)
*
''..günah Pandelis'i kurtaracak, daha iyi insan yapacaktır, hatta yapmaya başladı bile.'' (Sayfa: 68-69)
*
''Neden kendi hayatına sahip çıkmaya cesaret etmedi.? Neden salakça korkulardan dolayı ailesinin yüzüne tükürmeye, bu gerçeği yüzlerine vurmaya cesaret etmedi.? Neden korktu.?
*
''Sefil düşünceler, sefil bir yaşam sürerek ödenirdi.'' (Sayfa: 79)
*
''İnsan kaderini kendi seçtiğinde, kaderini değiştirmeye cesaret etmeye hak kazanır, onu değiştirebilir.'' (Sayfa: 82)
*
''Bay Mandudhis müşterilerini tıraş etmek, hangi saç stilinin yakıştığını bulmak ve yaptığı işi de angarya olarak görmemek için onları iyi tanımak isterdi. Tabii bunu başarmak için de binlerce yol denerdi.
Önce onları koklardı. Evet, evet, iyi duydunuz. Köpeklerin, insanları sonsuza dek belleklerine kazımak, dostla düşmanı her an ayırabilmek için kokladıkları gibi onları koklardı. Kısacası Bay Mandudhis, hayatlarını ve kişiliklerini tanıyabilmek için ilk karşılaşmadan itibaren ipin ucunu bulmaya, en azından soyları sopları nedir öğrenmeye çalışırdı.
''Hiçbir zaman kâğıtlarını açmayan insanlarla arkadaşlık etme. Uzak dur. Ne seni nereye sürükleyeceklerini, ne de ne zaman başına çorap öreceklerini bilirsin. Üstelik kim olduklarını göstermekten kaçınıyorlarsa, onlardan çabuk bıkarsın.''
Bay Mandudhis'in bu görüşlerini bildiğimizden, eğer birinci tıraşta, çok çok ikincisinde, adamın yaydığı dalga boyutunu saptayamazsa, onu müşteri olarak kabul etmesinin neden kesinlikle mümkün olmadığını anlayabiliriz.'' (Sayfa: 86)
*
''..ben şuna inanıyorum; insan ancak yaralarını dışarıya, temiz havaya çıkarırsa onları iyileştirebilir.'' (Sayfa: 90)
*
''İsa ne demiş.? 'Aranızda kim günahsızsa ilk taşı o atsın.' Ben hayatımda bundan daha önemli bir söz duymadım.'' (Sayfa: 168)
*
''..''O kadar yıl Yeorgia ile birlikte olsam da bana ait olduğunu hissedemiyorum'' dedi.
Mitsos yine de (bazen bu yalın insan kimsenin, ağzından duymayı beklemediği sözler söylerdi), ''Acaba Yeorgia'nın sana ait olmadığı duygusu yüzünden mi onu bu kadar arzulayıp, istediğini, hiç düşündün mü.? Yoksa Yeorgia'nın hizmetçin olmasını mı yeğlerdin.? Söz dinleyen küçük bir köpek olmasını mı.? O zaman onu artık arzulamamaktan korkmuyor musun.? Ayrıca öyle olsa, Yeorgia'yı rol yapmak, seni işletmek zorunda bırakmaktan korkmuyor musun.? Hiçbir kadını, hiçbir erkeği gerçekten kölen yapamayacağını bilmiyor musun.? Aslında kölenin efendisine karşı sadece kin beslediğini bilmiyor musun.? Anlamıyor musun.? Yeorgia sana teslim olduğunu, artık elinde olduğunu gösterse, belki o zaman yüzüne tükürmek bile istemeyeceksin. Böyle bir durumda sevgi de aşk da uçar gider. Anlamıyor musun.?'' diye sordu.'' (Sayfa: 175-176)
*
''..bu türden aile dramlarında , masumların suskun ve hiçbir şey yapmadan kalmadığını söyleyebilirdi. Tersine, genellikle suçlular suskun ve hiçbir şey yapmadan kalakalır..
Fakat biz bu kadar kanıtlanmamış uç noktalara varmaktan iki nedenle kaçınalım: Çünkü asla emin olamayız, insan ruhu dipsiz bir kuyudur, ayrıca okurun hayal gücün sınırlayıp, kendi yorumunu yapmasını engellemek istemeyiz.'' (Sayfa: 227)
*
''..Anlaşılmaza çok dayanamazsın, hayır dayanamazsın.'' deyip duruyordu. ''Sonunda ona sırtını döner, gidersin.''..'' (Sayfa: 235)
*
''Korkudan yararlanmayı doğru bildiğinde pek çok sorunu çözersin. Tabii kendi korkundan değil, başkasının korkusundan. Korkuya sen kapıldığında, o zaman sıçtın, faka bastın, teker meker yuvarlanır, sen de şansını kaybedersin.'' (Sayfa: 239)

24 Şubat 2025 Pazartesi

Sinemanın Tüm Öyküsü - Genel Editör: Philip Kemp (Çevirmenler: Profesör Nuray Yılmaz - Profesör Ertan Yılmaz)


ÖNSÖZ

*
1950'lerin başında Güney Londra'da büyürken, raflarımızda ''yedi sanat'' üzerine bir bölümü içeren bir çocuk ansiklopedisi vardı. Dokuz Musa değil ama yedi sanat. Bu sanatlar Edebiyat, Müzik, Opera, Dans, Dram, Görsel Sanat ve 20. yüzyılın sanat formu olarak tanımlanan ve eğlencenin bir tür kenar ayağı olarak kökeni olsa da, teknolojik değişim, moda, endüstriyel organizasyon ve insanın yaratıcılığı karışımı sayesinde uzun süredir yedinci sanat biçimine doğru olgunlaşmış olan Film'di. İsimsiz ansiklopedi yazarı uzun süre önce sinema tarihinin -sanat tarihi gibi- müzeler, sergiler, birincil, ikincil ve üçüncül kaynaklara dayanan bilimsel araştırmalar ve diğer altı sanata rutin olarak uygulanan ciddi eleştiri aracılığıyla kültürün kutsal kapılarından kesinlikle gireceğini öngörmüştü. 10'lu yaşlarımın başında beni ciddi film eleştirisiyle tanıştıran süreç içinde ''yedi sanata'' ayrılmış yayınların istikrarlı bir parçası olarak buna özen gösteren Film and Filming adlı derginin meraklı bir okuyucusuydum.
*
Yarım yüzyıl sonra bu öngörülerin yalnızca bazıları gerçek oldu. Yerleşik sanatlar söz konusu olduğunda, hâlâ ''sanatlar'' (altı tane) vardır, sanatçılar yalnızca birkaç film yapmıştır ve ayrıca sinema ya da film denen bir şeyler vardır: tam bir belirsizlik hali. Tiyatro grupları iyi bilinen filmlerin canlı uyarlamalarını oynadıklarında, popüler kültür nedense sanata dönüşür. Tate Modern, ressam Edward Hopper ile ilgili bir sergi düzenlendiğinde, onun film üzerindeki etkisini gösteren imgeler serginin dışında, gerçekten de yakındaki kafeteryaya yerleştirildi. Walt Disney (1901-66) ve Alfred Hitchcock (1899-1980) üzerine malzemeleri içeren bir sonraki ''Dali ve Film'' sergisi için yapılan tanıtımda sanatseverleri soğutur korkusuyla ''ve Film'' sözcüklerinin harfleri küçültüldü.
*
Kültürel hiyerarşinin bu anlamının nedenleri karmaşıktır ve diğer birçok şeyin arasında filmin geleneksel anlamda koleksiyona dahil edilebilir olmaması gerçeğini içerir. Normal olarak ne kişilerarası iletişimle ilgilidir ne de metaforik bir düzey hariç, bireysel sanatsal yaratıcılıkla ilgilidir. Kültürden çok işle ilgili görülebilir ve çoğu kez de öyle görülür. Gördüğünüz tam olarak insan yapımı değildir. Frankfurt Okulu toplumsal araştırmacılarının ve filozoflarının iki dünya savaşı arasında otantik bireysel deneyimle karşılaştırma eğiliminde oldukları kitle kültürünün bir parçasıdır. Yüzyıllarca geriye giden bir kataloğu yoktur. Canlı değildir. Ve demokratiktir. Bunların çoğunun çağdaş sanatın büyük bölümü için söylenebileceği gerçeği sessizce unutulur. Bu tip hiyerarşiler, kültürel sınırların başka yerlerde nasıl belirsiz hale geldiği düşünüldüğünde, özellikle benzeri olmayan Britanya kültüründe derinlere iner. Ancak bunlar, yüksek öğretimde standartların gerilemesinin yasını tutmak isteyenlerin tercihine uygun şamar oğlanı olarak sosyolojiden devralınmış olan medya incelemeleri üzerine kuru gürültüyle birleştiğinde, ciddi olmaya başlarlar.
*
Bütün bunlar yayımlanan birçok film incelemesinin biraz savunmacı tonunu açıklayabilir: akademik referansları gururla gösterme ve etraftaki daha fazla yerleşmiş disiplinler -sanat tarihi ve görsel incelemelerden ziyade genellikle edebiyat ve tarih- tarafından ciddiye alınma arzusu. Bu savunmacılık film incelemeleri için -arşivlerin, sözlüklerin, ansiklopedilerin ve anlatı tarihlerinin farklı yöntembilimsel nedenlerinden üst düzeyde şüphe duyan- hazır, entelektüel bir yeniden başlangıç sağladığı görülen Avrupa'dan gelen yeni teori dalgalarıyla aynı zamana denk geldi. Sonuçta film incelemeleri daha var olmalarından önce kendi temel inşa bloklarından bir şüpheyi miras aldı.
*
Film incelemelerinin -en sonunda.!- olgunlaşmasıyla birlikte ev eğlencesinin (televizyon, DVD, bilgisayar vs.) ortaya çıkması ''...yapımı'' ile ilgili DVD eklerinin çoğunun yavanlığına karşı koymak, izleme deneyimini bir tür daha geniş sinemasal ve kültürel bağlam içine yerleştirmek ve yağcı bir şekilde tanıtım niteliğindeki film değerlendirmelerine, yıldız oyuncu reytinglerine ve bütçeler ya da setteki tartışmalar hakkındaki dedikodulara iyi araştırılmış bir alternatif sağlamak için sinema tarihiyle ilgili net bir şekilde yazılmış, jargonsuz, güvenilir referans kitaplarına yönelik güçlü bir talebi yaratmıştır. Ve belki de en önemlisi dağıtım ve gösterim teknolojilerin ve filmlerin izlenişinin tam bir dönüm noktasında olduğu bir dönemde durum değerlendirmesi yapmaktır. Dondurulmuş görüntü çoğu durumda yönetmenlerin istediğinden daha yakın bir detaylı incelemeye yol açmıştır, ancak bu genellikle izleyiciyi üstün duruma getiren devamlılık hatalarının ve kronolojik sorunların daha yakından detaylı incelenmesi olmuştur: Hoşgörüsüzlük'te 8Intolerance: Love's Struggle Throughout the Ages, 1916) Persler Babil'e saldırırken bir asistan ceketli ve kravatlıdır; Casablanca'daki (1942) bir geçmişe dönüşte Ilsa, Paris'te bir elbise değil, takım elbise giyer; On Emir'de (The Ten Commandments, 1956) kör bir asker ve Spartacus'te de (1960) çok sayıda asker kol saati takar; Cehennem Dönüşü (Stagecoach; 1939) dahil çok sayıda westernde modern lastik izleri vardır. Siz de Doktor Jivago'da (1965) David Lean (1908-91) ve ekibinin aynadan yansımasını saptayabilirsiniz. Bu kitap tek tek filmlerden ''önemli sahneleri'' akıllıca seçerek ve onların önemini açıklayarak, dondurulmuş görüntüyle çok daha ilginç bir şeyler yapıyor.
Sinemanın Tüm Öyküsü Lumiere Kardeşler'in 1895'teki ilk insanlara açık gösteriminden 9/11 sonrası Amerikan filmlerine, bilgisayarda yaratılan görüntülere, üç boyutlu filme ve milenyum sonrası Avrupa sinemasına kadar sinema tarihinin kronolojik bir açıklamasını veriyor. Hollywood hakkında ''isimler ve tarihler'' öyküsü -genel yaklaşım- değil ama tekilden ziyade çoğul film kültürü içinde kültürlerini öne çıkarak dünya sinemasının senfonik bir anlatısını sunuyor. Zengin malzeme tematik olarak döneme, bölgeye ya da türe göre düzenleniyor. Kitapta uzmanlar tarafından filmleri tarihsel bağlamları içine yerleştiren giriş yazıları, tek tek filmler üzerine makaleler, önemli olayların zaman çizelgeleri, yönetmenlerin profilleri ve ortaya çıkan konular üzerine ek bilgi kutuları bulunuyor (''romandan filme,'' o dönemin sanat hareketiyle ilişkisi, müzik, sinematografi vb.) Sinemanın Tüm Öyküsü''nün bir özelliği bugünden geçmişe dönüşlerle ve ileriye sıçramalarla her bir yönetmen kuşağının kendilerinden öncekilerle nasıl ilişki kurduğu konusunu vurgulamasıdır. Başka bir özelliği de sanat tarihlerinde zaten yer alan ancak yakın tarihe kadar sinema tarihlerinde bulunmayan fotoğrafların yüksek kalitesidir.
Ernst Gombrich'in Sanatın Öyküsü adlı eserinin başındaki ünlü sözler şöyledir: ''Gerçekten sanat diye bir şey yoktur. Yalnızca sanatçılar vardır ... S harfli Sanat bir öcü ya da fetiş gibi bir şey haline gelmiştir.'' Aynı şekilde, bu kitap kavram olarak ''Sinema'' ya da ''film'' hakkında değildir; filmleri yapanlar ve filmler ve onların yaşamlarımızdaki hâlâ yeterince değer verilmemiş önemleri hakkındadır. Bu kitap yapması her zaman cesaret gerektiren örnek incelemelerin çok dikkatli bir seçkisini içermektedir.
*
PROFESÖR SIR CHRISTOPHER FRAYLING
TARİHÇİ, ELEŞTİRMEN ve TELEVİZYON YAYINCISI, LONDRA, BİRLEŞİK KRALLIK (Sayfa: 6-7)
*
*
*
İLGİNENLERİN DİKKATİNE:
*
Bu kitaba ait paylaşımlar bundan sonrasında 
*
https://seherceyolculuk2filmler.blogspot.com/?fbclid=IwY2xjawHLkU1leHRuA2FlbQIxMAABHS0t_qyjJtuf_lLfD2TnyZNXCAAuytaFTf5CYbziTxgU_1-CZMHUeGDdNA_aem_Kn_aSSeYWC-co4IPYNVzCg
*
sayfasında yapılacaktır. Devamı için oradan takip edilebilir.

Dante Alighieri - RIME (Çeviren: Kemal Atakay)

 

GİRİŞ (Bu giriş yazısı, Kaynakça'da anılan çalışmalardan, özellikle Foster'ın giriş yazısından yararlanılarak hazırlanmış bir çeviri-derleme niteliğindedir.)
*
Ama herkes bilsin ki, şiirin kurallarına göre
uyum verilmiş hiçbir şey, bütün tatlılığı ve
uyumu bozulmaksızın, yazıldığı dilden bir
başka dile çevrilemez.
*
Dante, Şölen, I, 7.
*
''Dante'nin Rime (Şiirler) başlığıyla sunulan yapıtı, Yeni Hayat ve Şölen'de yer verdiği şiirler dışında İtalyanca yazdığı bütün şiirlerini içerir. İtalyanca'da belli bir bütünlük ve gelişme çizgisi gösterilerek bir araya getirilmiş şiir derlemelerini göstermek üzere kullanılan canzoniere sözcüğü yerine; ''uyak'', kapsam genişlemesi yoluyla da ''şiir anlamına gelen rima'nın seçilmesinin nedeni, Dante'nin bu şiirleri herhangi bir düzenleme içinde bir araya getirmemiş, kitaplaştırmamış olmasıdır. Felsefe, Hıristiyanlık öğretisi, tarih gibi edebiyat dışı kaynaklar ve Latin edebiyatı bir yana bırakılacak olursa, Dante şiiri üç ana kaynaktan beslenir: Provans şiiri, Sicilya Okulu ve Toscanalı şairler. Dante'nin bir yandan bu kaynakları özümseyip yeniden yazarak, öte yandan yadsıyıp dönüştürerek kurduğu şiiri, kendinden önceki Batı edebiyatı geleneğiyle hesaplaşmaya dayalı, son derece tutkulu bir kuramsal düşünme ve sanatsal uygulamanın ürünüdür.'' (Sayfa: 11)
*
''Henüz İlahi Komedya'yı yazmamış olmasına karşın, on dördüncü yüzyılın başlarında Dante İtalyan dillinin en önemli şairi konumundadır; bunun yanı sıra, Halkdilinde Belâgat (1304-1305) adlı yapıtının göstereceği gibi, bu genç dilde yazılmış şiirin tarihsel durumunu da, Latince kökenli öteki dillerin, özellikle Provans dilinin şiiriyle ilişkisini de en açık olarak gören kişidir. Gerçekten de, Dante büyük bir şair olduğu gibi, son derece önemli bir eleştirmendir. İki nedenden ötürü Dante'nin bu yönünü vurgulamak gerekir: İlki, kendi şiirinin de eleştirel gözden geçirmenin, teknik sorunlara ilişkin bilinçli bir düşünmenin ürünü olması; ikincisi, eleştirel düşüncelerinin ortaya çıktığı tarihsel bağlamın kültürel bir dönüm noktası niteliği taşıması. Dante şiir yazmaya ve şiir üzerine düşünmeye başladığında, İtalyan edebiyatının olsa olsa yarım yüzyıllık bir geçmişi vardı; dili tam oturmamış, kapsamı son derece dar, büyük ölçüde Fransız ve Provans dillerinin gölgesinde kalan, Latince'nin büyük kültür ve dil mirasının ağırlığını üzerinde duyan bir edebiyattı. Dante 1321 yılında öldüğünde, Latince kökenli dillerdeki en büyük şiiri yazmakla kalmamış, o dönemde İtalyanca yazan bir yazarın içinde bulunduğu durumu eleştirel olarak her yönüyle değerlendirmişti. Edebiyat dilinin Latince mi, İtalyanca mı olması gerektiği tartışmasını büyük bir doğrudanlıkla ele alıp tavrını anadilden yana koymuş; bir eleştirmen olarak köklü bir çözüm getiremese de, İtalyan ağızlarının çeşitliliğinin şairi hangi sorunlarla karşı karşıya bıraktığını irdelemişti. Başlangıcından XIII. yüzyılın sonlarına kadar İtalyan lirik şiirinin tarihini ana çizgileriyle belirlemişti (çizdiği çerçeve o günden bu yana bir ölçüt haline gelmiştir).'' (Sayfa: 12)
*
''Dante, şiirin anlamını (sentenze) güzelliğinden (bellezza) ayırdıktan, böylece anlamın bütünüyle düzyazıya çevrilebilir olduğunu ima ettikten sonra, güzelliği çözümler; şiiri şiir yapan biçimsel yön demek olan güzelliği Özgür Sanatlar'dan alınmış üç öğe temelinde inceler: dilbilgisi ve hitabet ile müzik. Bu üç ''sanat'' şiirin oluşumuna farklı yönlerden katkıda bulunur ve her birinin sonuçta ortaya çıkan ürünle farklı ilişkileri vardır; ama burada dikkat edilmesi gereken nokta, Dante'nin bu çok yalın çözümlemeyle yetinmiş olması, şiirin güzelliğini yalnızca bu üç ''sanat''tan alınmış kuralların ustaca uygulanmasının bir sonucu olarak görmesidir. Petrarca daha sonra şiirin yedi Özgür Sanat'ın bir ürünü şeklinde görülmesine kesinlikle karşı çıkacak, felsefe gibi şiirin de bütün bu sanatları aştığını belirtecektir. Hiç kuşku yok ki Dante de bir bakıma şiirin kaynağını aldığı ''sanatlar''a göre ''aşkın'' olduğunu kabul ederdi; ama bu noktayı hiç ele almamıştır, biz de şiir konusundaki görüşünü daha genel bir kavramla bağlantılandırmak istersek, geleneksel belâgat (eloquentia) kavramına başvurmak zorundayız.'' (Sayfa: 13-14)
*
''Hitabet açısından bakıldığında, Dante'nin Şiirler'i Aziz Augustinus'un Hıristiyan Öğretisi Üzerine adlı eserinin Dördüncü Bölümü'nde belagât için belirlediği üç amaçtan en az ikisini gerçekleştirme girişimleri olarak okunabilir: öğretme, zevk verme, inandırma.'' (Sayfa: 15)
*
''Dante'ye göre ''parçaları birbirleriyle uyumlu ve ahengiyle zevk veren'' şeye güzel deriz. Bu tür bir karşılıklı ilişkiyi amaç edinen ve gerçekleştiren sanat müziktir; Dante'ye göre müzikte ''ahenkli sözlerde ve şarkılarda görüldüğü gibi her şey birbiriyle karşılıklı ilişki içindedir; söz konusu ilişki ne kadar güzelse, bu söz ve şarkılarda o kadar tatlı bir ahenk ortaya çıkar.'' Bu açıdan, sözler müzikal ise, güzeldir; onlara bu güzelliği verebilecek olan kişi de herkesten önce şairdir, çünkü onun sanatında -bir tek onun sanatında- müzik sanatı hitabet ve dilbilgisi sanatıyla birleşir.
Buna bağlı olarak, Dante'ye göre şair bir söz müzisyenidir; şairler ''sözcüklerle ahenk yaratan kişiler''dir, onlar sözcükleri ''esin perisi Musa'ların sanatı''yla birbirine bağlarlar.'' (Sayfa: 16)
*
''Dante'de çok güçlü bir toplum duygusu, insan zihinlerinin karşılıklı olarak birbirine bağlılığı duygusu vardır; onun için insanca yaşamak yaşamanın nedenlerini aramak demektir. Bir bakıma Dante ''kişiye özel düşünceler''e inanmaz; her düşüncenin kamusal bir önemi vardır, o düşüncenin ilgilendirdiği topluluk küçük olsa da. (..)
Yeni Hayat'ı okurken okur bir şeyin farkındadır hep: Yazar edebiyat ve ahlak alanlarında ortak bir zihni ve ortak varsayımları olan bir topluluk için yazmaktadır; ''sıradan okur''un kendisini anlamasını beklemez, belki bunu arzulamaz da. Ne var ki, kitabın seslendiği küçük çevre içinde anlamın son derece açık olması beklenir.'' (Sayfa: 18)
*
''Pek az şair kendi yapıtı konusunda konuşmaya bu kadar istekli olmuştur; belki de bunun nedeni, paradoksal olarak, pek az şairin bu kadar büyük bir kendine yeterlik duygusu duymasıdır. (..)
Bir bütün olarak Şiirler, İlahi Komedya'ya giden yolu gösterir, bir anlamda (denemeler olarak) nihai gerekçelendirilmelerini ondan alırken, Şiirler içindeki belli grupların da Yeni Hayat, Şölen ve Halkdilinde Belagât'a yansıyan izdüşümleri vardır.'' (Sayfa: 21)
*
''..Dante'nin bugün anladığımız biçimiyle edebiyat eleştirisine soyunduğu yapıtı Halkdilinde Belagât'tır. Yarım kalan bu risale, en üst düzeydeki biçimiyle, ''yüce'' konularda ''yüce bir üslupla'' yazma sanatı olarak anadil şiiri üzerinedir. (..) Dante bu konuların Savaş, Aşk ve Erdem olduğunu belirtir. Bu ''en üstün'' konuları ''en iyi şekilde'' ele almak uygun bir üslubu gerektirir.'' (Sayfa: 22)
*
''..Dante'nin söylediği şudur: ''Klasikler bizim örneklerimizdir, onları ayrıntılı olarak kopyalamamız gerektiği anlamında değil, ama bize genel olarak üslup güzelliğinin ne olabileceğini gösterirler.'' (Sayfa: 27)
*
''..Dante aşağı yukarı otuz dokuz ile kırk dört yaşları arasında yeni şiir yaratmaktan çok eleştiri, felsefe ve siyasi polemikle uğraşıyordu. (..)
İlahi Komedya da bir üsluplar bileşkesidir; üstelik Dante yaşamsal zenginliği hiç yitirmeden gerçekleştirmiştir bunu.'' (Sayfa: 29)
*
''Dante kullandığı ölçü biçimlerini kendisi keşfetmemiştir; anadilde yazılan şiirin kapsamını bildik aşk temasının ötesine taşıyan ilk İtalyan şairi de o değildir. Dante, seçtiği tema ne olursa olsun, onu son derece güçlü bir şiir söylemi halinde düzenleme konusunda olağanüstü bir yetisi olduğunu gösteren ilk şairdir; şaşırtıcı bir kurgusal -''mimari'' gücü sözcüklerin anlatımsal niteliğine dönük son derece incelikli bir duyarlıkla birleştirmiştir. Dante'nin bu iki yönü Şiirler'de her zaman aynı ölçüde belirgin değildir; kimi zaman bir yön, kimi zaman öteki yön ağır basar. Ama Dante'nin doğal eğilimi, güzelliği, bu iki yönün -ikisi de en uç sınırlarına vardırılmış akıl ile duyarlığın- uyumunun ürünü olan şiire doğruydu. Dante'ye göre insan ruhunun üzerinde düşünmesi, yazıya geçirmesi ve öykünmesi gereken tanrısal iyiliğin dış dünyadaki ve zihindeki ışıltılarını hiç olmazsa kısmen yansıtabilecek bir güzellikti bu.'' (Sayfa: 31)


Dante da Maiano'dan Dante Alighieri'ye:
*
''Ve en iyi şiirimle sizden dileğim,
söylemeniz bana en büyük acısı
nedir Aşk'ın, bilginiz ışığında.'' (Sayfa: 47)
*
Dante Alighieri'den Dante da Maiano'ya:
*
''Kesin olarak bildiğim benim,
sevilmeyen kişi, kendisi severken,
benzersiz bir acı taşır yüreğinde.'' (Sayfa: 49)

Görsel Kaynağı: Beatrice and Dante Alighieri > A Love Story


Dante da Maiano'dan Dante Alighieri'ye:
*
''Sevip de sevilmemek, dediğinize göre,
çekilen en büyük acı Aşk'ın elinden;
daha büyük bir acı var diyor birçok kişi.
Küçük bir ricamı çok görmeyin bu yüzden,
ilminiz bir daha aydınlatsın, dilerse,
doğru mu değil mi deneyimin bana gösterdiği.'' (Sayfa: 51)
*
Dante Alighieri'den Dante da Maiano'ya:
*
''Dostum (eminim bundan, sevdiğim için
gerçek bir aşkla), iyice bilin ki, seven kişi,
sevilmiyorsa, en büyük acıyı taşır yüreğinde;
çünkü bu acı hükmeder bütün ötekilere
ve ona hepsinin efendisi denir:
ondan gelir Aşk'ın her elemi.'' (Sayfa: 53)
*
Dante da Maiano'dan Dante Alighieri'ye:
*
''...ricam, pekiştirin, bilge kişi,
yetkili ağızlardan savınızı, nedir içeriği
gösterin, belirginleşsin bu yolla seçkinliği;
ondan söz edip, iyice anladıktan sonra onu,
aydınlatırız, hangi acının en ağırı olduğunu,
dostum, kanıtlarıyla aklın ve deneyimin.'' (Sayfa: 55)


Dante Alighieri'den Dante da Maiano'ya:
*
Bilgi ve kibarlık, zekâ ve beceri,
soyluluk, güzellik ve zenginlik,
güç, gönül yüceliği ve cömertlik,
değer ve seçkinlik, birlikte ve ayrı,
bu iyi nitelik ve erdemler daima
üstün gelirler çekicilikleriyle Aşk'a:
biri diğerinden daha değerlidir belki
ona göre, ama ondan pay alır her biri.
*
Bu yüzden, dostum, yararlanmak istersen
doğal ya da edinilmiş erdemden,
onu sadakatle Aşk'ın arzusu için kullan,
karşı koymak için değil tatlı işleyişine:
çünkü ona karşı gücü yetmez hiçbir şeyin,
olur da, onunla savaşmayı seçerse insan. (Sayfa: 59)
*
''Sizsiniz her şeyden çok sevdiğim,
ve bana en büyük armağanı verebilecek kişi,
size bağlı bütün ümitlerim;
yaşamak isteyişim yalnızca size hizmet için,
ve yalnızca size onur veren şeyleri diler,
onları isterim: gerisi katlanılmaz benim için.
Başkasının veremeyeceğini verebilirsiniz bana,
evetimle hayırımı ellerinize bıraktığı için
Aşk; bu yüzden yüce görüyorum kendimi.
Size duyduğum güvenin
nedeni insanca tavrınız;
çünkü kim baksa size, kesinlikle bilir
dışınızdan, merhamet olduğunu içinizde.'' (Sayfa: 67)
*
''Artık asla bağışlatamazlar bana,
işledikleri o büyük suçu gözlerim,
kör olmazlarsa eğer..'' (Sayfa: 71)
*
Guido Cavalcanti'nin Yanıtı:
*
Aşk ne kadar vurursa size sopalarıyla,
o kadar acele edin ona itaat etmek için,
başkaca öğüt, kesinlikle belirtmeliyim,
verilemez size: bunu ezberlesin, isteyen.
Sonra, vakti gelince, tatlı yakılarıyla
kurtaracak sizi amansız her acıdan,
çünkü Aşk'ın acısı altıda biri etmez
tatlı iyiliğinin. Bu yüzden artık döşesin
*
kalbiniz şu yolu, izlemek için
o üstün gücü, böyle çarptıysa sizi,
güzel dizelerinizin gösterdiği gibi;
ve milim uzaklaşmayın ondan,
bir tek o verebilir çünkü sonsuz neşeyi
ve cömertçe ödüllendirir kulluk edeni. (Sayfa: 89)
*
Gözlerinden kadınımın yayılan
öyle soylu bir ışık ki, belirdiği yerde,
şeyler görülüyor, söze dökemeyeceği insanın,
öylesine yüce, görkemli oldukları için;
ve ışınlarından yüreğime öyle
bir korku yağıyor ki, titretiyor beni,
diyorum ki: ''Buraya dönmek istemem asla.''
Ama sonra yitiriyorum bütün gücümü
*
ve yenildiğim yere bir daha dönüp,
yatıştırıyorum korkmuş gözlerimi:
ilk onlar duydu bu büyük gücü.
Oraya ulaştığımda, ah, kapanıyor gözlerim;
tükenmiş onları buraya getiren arzu:
o yüzden bir baksın Aşk şu halime.! (Sayfa: 93)


''Gönlümü burkan o tatlı ad,
nerede yazılı görsem onu,
duyduğum acıyı tazeleyecek;
ve acıdan öyle zayıf düşüp
bedenim, öyle kederlenecek ki çehrem,
korkuya kapılacak beni gören.'' (Sayfa: 105)
*
''Ölüm, sen ki istediğini yapıyorsun bu kadının,
merhamet et, beni mahvetmeden önce,
ona git, söylesin sana:
neden ışığı o gözlerin,
bana acı veren, esirgendi benden:
bir başkası alıyorsa onu,
söyle bana, yanılgıdan kurtar beni,
çok daha az acıyla olsun ölümüm.'' (Sayfa: 107)
*
Forese'den Dante'ye:
*
''Bilge kişi, giysisiyle ölçmez insanı,
bir süsten ibaret olan,
aklıyla ölçer ve soylu yüreğiyle.'' (Sayfa: 133)
*
''Yemin ederim o adına
Aşk denen kusursuz kişinin,
erdem olmadıkça tutumu
hiç kimse gerçek övgüyü hak etmez:
o yüzden, konum iyi bir şeyse
herkesin dediği gibi,
ya erdem olmalı, ya erdeme ilişkin.'' (Sayfa: 135)
*
''......gelişimiz
acı çeken birisini haber vermek için,
diyor ki: ''Nerede arzusu gözlerimin.?''..'' (Sayfa: 143)
*
''Kendini genç ve güzel gördüğün için,
uyandıracak kadar zihninde Aşk'ı,
kibire kapılıp, katılaşmış yüreğin.
*
Bana karşı acımasız, insafsızsın,
beni öldürmeye, ah, çalıştığına göre:
sanırım emin olmak bunu yaparken amacın
Aşk'ın gücü ölüme yol açar mı diye.
Ama herkesten daha âşık bulduğun için beni,
hiç saygı duymuyorsun çektiğim eleme.
Umarım sen de yaşarsın onun gücünü.'' (Sayfa: 149)


''Aşk, sen ki gökten alırsın gücünü,
görkemini aldığı gibi güneşin,
o denli kusursuz olur etkisi onun,
ne denli soyluluğa rastlarsa ışını;
ve nasıl kovarsa karanlıkta soğuğu,
öyle, yüce efendimiz,
sürersin yürekten her bayağılığı,
öfke de uzun süre direnemez sana:
senden gelmeli her iyilik
tüm dünyanın özlemini çektiği..'' (Sayfa: 153)
*
''Duyur ona, ey Aşk, tatlılığınla,
onu görmek için duyduğum sonsuz arzuyu;
izin verme, gençliğiyle
beni sürüklemesine ölüme:
fark etmiyor çünkü verdiği zevki,
onu ne kadar sevdiğimi
ve huzurumu taşıdığını gözlerinde.'' (Sayfa: 155)
*
''..sevdiği kimse istemese de kulluk edebilir insan;
ilgi göstermezse bana gençliği yüzünden,
aklının ereceği zamanı beklerim,
yeter ki o kadar sürsün hayatım.'' (Sayfa: 161)
*
''Güzel şarkım, bana benziyorsan,
kibirli olmayacaksın,
iyiliğin buna değer kılsa da seni:
senden istediğim,
tatlı aşk şarkım,
sana yaraşır tarzı ve yolu bulman.'' (Sayfa: 165)
*
''Kederime verdiği değer onun,
geminin sakin denize verdiği kadar;
ve öyle ki bu ağırlık beni batıran
betimlemeye gücü yetmez hiçbir dizenin.'' (Sayfa: 197)
*
''Sol kolumun altından öyle çarpıyor ki beni
acı sıçrıyor yüreğime;
diyorum ki o zaman: ''Kaldırırsa elini
bir daha, Ölüm hapsedecek beni
vuruşu daha aşağı inmeden.''..'' (Sayfa: 199)

GÖRSEL: Dante and Beatrice in Earthly Paradise, Oil on Canvas, Ruggero Focardi, 1901.
*
GÖRSEL KAYNAĞI: https://www.reddit.com/.../dante_and_beatrice_in.../...

Dante'den Cino'ya:
*
''Gelgeç gönül bunca değişken kılıyorsa sizi,
sizden ricam erdemle yola getirin onu,
eylemleriniz tatlı sözlerinize uysun böylece.'' (Sayfa: 231)
*
Cino'dan Dante'ye:
*
''..hep aynı tutku beni tutsak eden,
bu yüzden ne varsa güzellikte onu andıran
zevk veriyor bana birçok farklı kadında.'' (Sayfa: 233)
*
''..şöyle de: ''Artık
sizinle savaşamaz beni yazan:
geldiğim yere öyle bir zincirle
bağlı ki, acımasızlığınız azalsa bile,
özgürlüğü yok buraya dönecek.''..'' (Sayfa: 239)
*
''birden bir ses işitiliyor:
''Geri dön, güzel kadın, durma:
*
çünkü bir başka kadın oturuyor içerde,
hükümdarlık asasını istemişti
gelir gelmez, Aşk da vermişti ona.''
Lisetta geri çevrildiğini görünce
Aşk'ın yaşadığı yerden,
utançtan kıpkırmızı dönüyor geri.'' (Sayfa: 241)

RIME DUBBİE (Kesinleşmemiş Şiirler):

GÖRSEL KAYNAĞI: https://www.pagina21.eu/beatrice-la.../giusi-baldissone/

Gördüm yazıp söylemişler
Aşk'ı, yakan her kulunun gönlünü;
kâk övmüş, kâh görev bilmişler
her niteliğini eleştirmeyi;
kimi mutlu olur sevdiği için,
kimi de sıkça acı çeker sevince:
Aşk mı bilemem bunun nedeni,
aşktan pay almamış bir şey mi.
*
Bundan gene size danışmam, nazik ve bilge kişi,
Aşk konusunda bilgi verin bana
ve size söylediklerim hakkında.
Kanımca o efendinin saflarından
gelmeli, Aşk'ı soracağım her kişi;
söylesin hayır mı görmüş Aşk'tan, şer mi. (Sayfa: 245)
*
Dante'den Chiaro Davanzati'ye:
*
Üç düşüncem var bana acı çektiren,
onlara hapsettim bütün bilgimi;
her biri kendi başına acı veriyor bana,
hepsi birlikte ölüme sürüklüyor beni.
Birine kalırsa sevmek zorundayım
irademi bağışladığım güzeli;
razıyım ben de, unutmak istemiyorum onu,
onsuz neşeye kavuşamam çünkü.
*
Öteki ikisine güvenemem:
biri ateşli ve cesaret veriyor bana
sevdiğimin aşkını talep etmem için,
diğeri daha sakıngan olmamdan yana.
Bu yüzden, senden ricam, Chiaro, onurun adına,
göster bana, hangisi daha tehlikesiz olanı. (Sayfa: 247)
*
Dante'den Chiaro'ya
*
Pek haz etmem, Chiaro, talep etmekten,
sevip istememeyi yeğlerim daha çok,
çünkü hiçbir erkek istememeli kadınından
ona zarar verebilecek bir şeyi;
ama arzum, arzusunda kalmak
bir aşk ânının ve hep durmak orada,
arzu daha iyi kıldığı için insanı,
en kötü kişiyi zorlayacak kadar erdeme.
*
Oysa zevkine kavuşan kişi
o kadar arzulamaz değerli olmayı:
bu yüzden diretmiyorum kavuşmak için.
En aşkla öten kuşun kanıtladığı gibi:
olur da yerine gelirse arzusu,
ötüşünden hoşlanmaz olur kimse. (Sayfa: 251)
*
Puccio'dan Dante'ye
*
Ah sahte gülüşler, neden aldattınız
gözlerimi.? Ve ne yaptım ki sana,
böyle acımasızca aldattın beni.?
Yunanlılar bile dinlerdi sözlerimi.
Başka kadınların görüşünce, bilirsiniz
aldatanın övgüyü hak etmediğini.
Sen iyi bilirsin nasıl hoşlanır
çaresiz gönül onu bekleyenden:
ben onu bekliyorum hâlâ, o beni umursamazken.
Allahım, ne dertler
ne yıkıcı yazgı bekler
bekleyerek vakit yitireni,
çiçeğin goncasına bile dokunmayanı.
*
Yakınmam, bitkin yürek, sendendir önce,
çılgınca bir bakışı yüzünden gözlerin,
yitirmemen gerekirdi dengeni;
ama hoşlanıyorum oklarla vuruşların
hep beklenmedik anda belirmesinden,
bu olacak, ah, ölümümün nedeni.
Kahroluyorum kendim için,
cezalandırıldım, hiç suçum yokken;
o da demiyor ki: '2Kötüdür bu'';
son veriyorum yakınmama o zaman.
İyi bilir o, kalbim başlarsa
bir başkasını düşünmeye, aşktan usanmış,
çok acı verir aldatan yürek. (Sayfa: 269)
*
''Nasıl mutlu olabilir onu seven
o sayısız erdeme bakıp ondaki.?
''Nasıl biliyorsun.?'' dersen, duyduğum için.
Ama ''Ne kadar.?'' diye sorarsan bana,
söyleyemem sana, çünkü yüz değil yalnızca,
daha çok sonsuz sayıların iki katından.'' (Sayfa: 297)

Giovanni Scognamillo - Türk Sinema Tarihi (Kabalcı Yayınları)

  ÖNSÖZ, Giovanni Scognamillo * Bir tarih kitabını yazmak -ister bir çağın, bir ulusun ister bir sanatın tarihi olsun- sadece o çağın, ulusu...