5 Ocak 2024 Cuma

Marlo Morgan - Bir Çift Yürek (Türkçesi: Eren Cendey)


Arka Kapak

*
Bir Çift Yürek, Amerikalı bir kadının Avustralya'da yaşadığı ruhsal yolculuğun öyküsüdür. Göçebe kültürden Aborijinler eşliğinde, kabilenin kendilerini adlandırdıkları şekliyle, "Gerçek İnsanlar"la birlikte dört ay süren ve çölü boydan boya katettikleri uzun bir yürüyüşe çıkar. Bu süre boyunca, çölün çorak coğrafyasındaki bitkiler ve hayvanlarla uyum içinde yaşamayı öğrenir. Olağandışı insanlardan oluşan bu toplulukla birlikte yaptığı yolculukta Morgan, bu insanların 50.000 yıllık kültürlerinin felsefesi ve bilgeliğiyle tanışır.
*
Macerasının ilk gününden itibaren bu çetin yolculuğun zorluklarıyla mücadele etmek zorunda kalır. Dayanıklılığının hergün sınandığı bu zorlu yolculukta, karşılaştığı her zorlukla birlikte ruhu da değişime uğrar.
*
Aborijinler onu, büyük bir alçakgönüllülükle kendilerinden biri olarak kabul eder ve onun şefkat dolu öğretmenleri olurlar. Öğretmenlerinden her insanın eşsiz niteliklerini ve içsel ruhunu takdir etmeyi ve kutlamayı öğrenirken bir yandan da güçlü doğal şifa yöntemlerine tanık olup onların canlılarla ilgili farkındalıklarının ne kadar derin ve anlamlı olduğunu da anlamaya başlar.
*
Bir Çift Yürek, yazarın kendi bastırdığı ilk basımından itibaren uluslararası bestseller olmuş ve tüm insanlığa eşsiz, zamanın derinliklerinden gelen güçlü bir mesaj iletmiştir. Eğer tüm varlıkların, aynı evrensel birliğin bir parçası olduğunu anlarsak, dünyamızı yok oluştan kurtarmak için halen geç kalmış sayılmayız. Var olan her şey inanılmaz derecede güzel ve hassas bir karşılıklı bağımlılık dengesinde bulunmaktadır. Eğer bu mesajı alabilirsek, o zaman bizim yaşamlarımız da Gerçek İnsanlar'ınki gibi bu yüce amaçla dolabilir.
*
*
''Her birimizin içinde, gelişmemize katkıda bulunan deneyimleri yaşadığımız, kuytu bir nokta vardır.'' (Sayfa: 9)


''Çok sonra anlayacaktım ki, maddi nesnelerden ve bazı önyargılardan kurtulmak ''varolmaya'' doğru yapacağım o yürüyüşün gerekli ve vazgeçilmez bir adımıydı.'' (Sayfa: 22)
*
''Bir taş seç. Bunu bilgelikle seç. O senin yaşamını kurtarma gücüne sahiptir.'' (Sayfa: 23)


"Seçimlerini bilgelikle yap, çünkü istediğin şey eline geçebilir." (Sayfa: 39)
*
''İlgilendiğim sağlık programı nedeniyle, anakaranın bütün büyük kentlerinde çalışmalar yaptım. Amerika'da ayrışmamış kanı incelediğim özel bir mikroskobum vardı ve bununla tek bir damla kan alarak hastanın kimyasal pek çok özelliğini grafik olarak saptamam mümkün olurdu. Mikroskobumuz bir kamera ve video ekranına bağlanır ve hasta ile hekim yan yana oturur, akyuvarları, alyuvarları, bakterileri ya da yağları birlikte gözlemlerdik. Ben örnekler alır, hastaya kanını gösterir ve sonra sözgelimi eğer kişi sigara kullanıyorsa, dışarı çıkıp, bir sigara içip gelmesini isterdim. Sonra da bir damla daha kan alıp tek bir sigaranın kanda ne gibi değişiklikler yaptığını kendisine gösterirdim. Bu sistem hastayı bilinçlendirme ve kendi sağlığı konusunda sorumluluklarına sahip çıkmayı öğretmede çok yararlıdır. Hekimler bu yolla hastalarına kanlarındaki yağ oranını veya bağışıklık eksikliklerini gösterebilir ve sonra da bu duruma karşı ne gibi önlemler alabileceğini açıklar. Ne var ki Amerika Birleşik Devletleri'nin sağlık sigortaları koruyucu hekimlik ödemelerini karşılamadığından, hastalar bu çalışmanın ücretini ceplerinden ödemek durumunda kalırlar.'' (Sayfa: 49-50)
*
''..gerçek kültürel köklerini yitiren ve yaşamda bir amacı olmayan insanların elinden ancak ö*ümle kum*r oynamak gelir.'' (Sayfa: 55)


''Her bebeğe doğduğunda bir ad veriyorlardı ama yıllarla beraber bu ad gölgede kalıyor, kişi kendine yakışan adı özgürce seçiyordu. Kaldı ki alınan adlar da bir ömür boyu kişiye takılı kalmıyor, bilgelik, yaratıcılık ve belirleyicilik arttıkça yeni adlar kazanılıyordu. Bizim grubumuzda pek çoğunun yanı sıra bir Masal Anlatıcı, bir Alet Yapıcı, bir Sır Saklayıcı, bir Dikiş Ustası ve bir de Büyük Müzik vardı.'' (Sayfa: 66)


''İnsan yüreğinden akan tek şeyin kan olmadığını öğrenmiştim.
(..) Kampın ötelerinde birisi bir şey söyledi, sözü yanındaki tekrar etti ve sonra herkes aynı sözcüğü sırası gelince yineledi. En sonunda sözcük benim yanımda yatan Ooota'ya geçti. O da bana döndü ve şöyle dedi: ''Rica ederim, güzel bir gündü.''
Sessiz ve içten teşekkürüme beklenmedik bir biçimde yanıt alınca, bu kez yüksek sesle yineledim duygularımı: ''Teşekkür ederim.''..'' (Sayfa: 70)


''Bu insanlar yazılı bir dil kullanmayı reddetmişlerdi çünkü onlara göre, yazı, belleğin gücünü yok ediyordu. Eğer sürekli alıştırma yapılırsa bellek mükemmel bir işlerlik sergilerdi.'' (Sayfa: 79)


''Bir gecelik uykuyla yenilenmenin, bir yudum suyla susuzluğumu gidermenin ve tatlıdan acıya uzanan lezzetlerle doymanın tadını çıkarmaya başladım. Bütün ömrüm boyunca bana güvenli bir iş edinmem, enflasyona karşı korunmam, bir mülk satın almam ve emekliliğim için para biriktirmem gerekliliği anımsatılmıştı. Burada bizim sosyal güvencemiz asla düzenini bozmadan doğup batan güneşti. Benim standartlarıma göre dünyanın en korunmasız ırkı ne ülserden, ne yüksek tansiyondan, ne de kalp hastalıklarından yakınıyordu.'' (Sayfa: 80)


''..çevremdekileri bu zihinsel telepati olayına inandırmamın çok güç olacağını seziyordum. Onlar, dünyanın her yanında insanların birbirlerini acımasızca öldürmesini kolaylıkla benimseyebilirlerdi ama yeryüzünde ırkçı olmayan, müthiş bir uyum ve dayanışma içerisinde yaşayan, kendi yeteneklerini bulup ortaya çıkarmak kadar, başkalarının yeteneklerini de onurlandıran insanlar olduğuna inanmakta güçlük çekebilirlerdi.'' (Sayfa: 86)
*
''..Gerçek İnsanların telepatiden yararlanabilmelerinin nedeni, onların asla yalan söylememesiydi. Bu kabilenin insanları gerçekleri gizlemek, minik ve zararsız yalanlar söylemek nedir bilmezler. Hiç yalan söylemedikleri için saklayacak hiçbir şeyleri de yoktur. Onlar, birbirlerini algılamak için zihinlerini açık tutmaktan ve başkalarına bilgi vermekten yüksünmeyen bir öbek insandır. Ooota bana zihinsel telepatinin işleyişini şöyle açıkladı: sözgelimi iki yaşında bir çocuk ötekinin bir oyuncakla -bir ipe bağlanarak çekilen bir taş olabilir bu- oynadığını görür ve onu elinden almaya niyetlenirse, büyüklerin bu durumu onaylamayan bakışlarını üzerinde hisseder. Bu durumda da başkasının malını izinsiz sahiplenme arzusunun bilindiğini ve de kabullenilmediğini anlar. İkinci çocuksa paylaşmayı ve nesneleri sahiplenmemesi gerektiğini öğrenir. Bu çocuk oyuncakla oynamış ve eğlencenin anısını belleğine kazımıştır, böylece öğrenmiştir ki, arzulanan şey mutluluğun heyecanıdır, nesnenin kendisi değil.'' (Sayfa: 87)


''Gerçek İnsanlar, sesin var oluş nedeni olarak konuşmayı görmezler. Konuşmak, yürek ve akılla yapılır. Ses, konuşma amaçlı kullanıldığı zaman ortaya dökülenler boş sözlerdir, ruhsal içerikli olamazlar. Ses, şarkı söyleme, kutlama yapma ve şifa vermeye yarar. (..)
Kendimi bağışlamayı, yargılamamayı, ama geçmişten ders almayı öğrenmem gerekiyordu. Bana kabul etmeyi, içten olmayı ve başkalarının da aynını yapabilmesi için kendimi sevmeyi öğrettiler.'' (Sayfa: 88)


''..sözlerini şöyle sürdürdü: ''Bu çok, çok uzun bir zaman dilimidir. Sonsuzluk. Biz biliyoruz ki, sizin toplumunuzda insanlar zamanlarını bileklerinde taşıyorlar ve yaşantınızı buna göre düzenliyorsunuz. İşte şimdi sana soruyorum, sen 'daima' ne kadar uzun bir zaman sürecidir, biliyor musun.?''..'' (Sayfa: 92)
*
''Beni gerçeklere döndürüp korkutacak bir aynam olmadığı için kendimi güzel hissetmekte özgürdüm. Elbette değildim, ama kendimi güzel hissediyordum işte. Bu insanlar beni olduğum gibi kabul etmişlerdi. Beni benimsemişler, özgün ve harika bir insan olduğumu düşünmüşlerdi. Koşulsuz bir şekilde kabullenilmenin ne demek olduğunu anlıyordum.'' (Sayfa: 95)


''Çölde yaşadığımız o günün akşamında Gerçek İnsanlar Kabilesine ait olan o genç kız, çiçek kolyesini yere bıraktı ve Doğa Ana'ya geri verdi. Çiçek ondan beklenen görevi yerine getirmişti. Kız minnettardı, o gün almış olduğu övgülerin anısı ona yeterdi. Çiçek, onun çekici bir insan olduğunu yeniden kanıtlamıştı. Ne var ki kolyesine bu nedenle bağlanması söz konusu olamazdı. Çiçek kuruyacak, ölecek ve humusa dönüşerek yeniden canlanmak için toprağa geri dönecekti.
Ülkemdeki hastamı tekrar geçirdim aklımdan, sonra da genç Aborjin kıza baktım. Onun mücevherinin bir anlamı, bizimkilerinse ekonomik değeri vardı.'' (Sayfa: 99)
*
''Sizlerin yaşama biçiminizi anlamıyor, onaylamıyor ve kabullenmiyoruz ama yargılamıyoruz da. Bizler sizlerin durumunuzu onurlandırıyoruz, çünkü geçmişte vermiş olduğunuz kararlar ve şu anda sahip olduğunuz özgür iradeniz nedeniyle olmanız gereken yerdesiniz.'' (Sayfa: 102)


''Doğum günü partilerinden söz ettiğimde beni ilgiyle dinlediler. Onlara, pastayı, şarkıları, armağanları ve her yıl bir adet artan mumları anlattım. ''Bunu neden yapıyorsunuz.?'' diye sordular. ''Bizler için kutlama özel bir durumu dile getirir. Yaşlanmanın nesi özel anlayamadık, bunu sağlamak için bir çaba göstermeyiz ki.! Bu kendiliğinden olur.''
''Peki,'' dedim ben de, ''Sizler neyi kutlarsınız.?''
''Daha mükemmel olmayı. Bizler eğer geçen yıla oranla daha iyi, daha bilge olmuşsak, bunu kutlarız. Bunu da ancak sen kendin bilebilirsin ve kutlama partisinin ne zaman yapılabileceğini sen söylersin.''..'' (Sayfa: 106)


''Tarihsel bilgilerime ve bazı Avustralyalı dostlarımın şakalarına dayanarak aborjinlerin insan, hatta kendi bebeklerini bile yediklerini biliyordum. Bunun gerçek olup olmadığını onlara sordum. Bana yanıtları şöyle oldu:
''Evet. Zamanın başlangıcından bu yana, insanoğlu denenecek her şeyi denemiştir. Burada, bu ana karada bile bu önlenememiştir. Bu topraklardan gelip geçmiş olan bazı Aborjin grupların kralları, bazılarının da kadın hükümdarları olmuştur; kimi aborjin kabile bir başka kabileden insan kaçırmış, kimisi de insan eti yemeyi denemiştir. Mutantlar insanları öldürür, cesedi yerde çürümeye bırakıp giderler. Yamyamlarsa öldürür ve ölünün etiyle kendi canlarını beslerler. Elbette her iki tarafın yaptığının da anlaşılır bir yanı yoktur. Kendini koruma, öç alma, çıkar ya da beslenme uğruna bir insanoğlunu öldürmek tamamıyla yanlıştır. Gerçek İnsanlar Kabilesi'ni, mutasyona uğramış insanlardan ayıran tek ayrım asla cana kıymamasıdır zaten.''
''Savaşta ahlak yoktur,'' dediler. ''Ama yamyamlar asla bir günde yiyebileceklerinden fazlasını öldürmezler. Sizin savaşlarınızda, birkaç dakika içinde binlerce kişi ölüyor. Belki de sizin komutanlarınıza savaşın beş dakika sürmesi için anlaşmaları konusunda bir öneride bulunmak yerinde olur. Böylece tüm ana babalar savaş alanına gelirler, çocuklarından geri kalan parçaları alır, eve götürüp gömerler. Ondan sonra bir beş dakika daha savaşıp savaşmamak söz konusu olursa, eminim savaşlar biter. Baştan aşağı anlamsız olan bir olaydan anlam çıkarmak çok güç.''..'' (Sayfa: 110-111)
*
''Buluşların anası, gereksinimlerdir.'' (Sayfa: 117)


''Çocuklara özgü eğlence duygusunu yitirmemiş yetişkinler arasında olmak ne hoştu.!'' (Sayfa: 119)
*
''..bu insanlar gerçeğe, iyi niyete inanıyorlardı ve iyi olma inancına sahiptiler.'' (Sayfa: 125)
*
''Tüm insanlar bu dünyayı sadece ziyaret eden ruhlardır. Tüm ruhlar daima yaşayan varlıklardır. Öteki insanlarla tüm karşılaşmalar deneyimdirler ve tüm deneyimler sonsuza dek sürecek bağlantılardır. Gerçek İnsanlar her deneyimin çemberini kapatır. Mutantlardan farklı olarak bizler hiçbir çemberi açık bırakmayız. Eğer yüreğinde başka insanlara karşı kötü duygularla yürüyüp gidersen ve bu çember kapanmamışsa, bu yaşamın başka anlarında yinelenecektir. Bir kez değil, dersini alana dek defalarca acı çekersin. İncelemek, öğrenmek ve olanlardan ders alarak bilgelik kazanmak iyidir. Minnet duymak, senin deyiminle kutsamak ve huzur içinde yürüyüp gitmek iyidir.'' (Sayfa: 126)


''Eğer bir kişi yedi yaşındaki inançları ile otuzyedi yaşında kendini hâlâ iyi ve mutlu hissedebiliyorsa, bu kişi ömrünü boşa harcamış demektir. Eski düşüncelerden, alışkanlıklardan, inançlardan ve sırasında eski arkadaşlardan sıyrılmak gereklidir. Bir şeyleri arkada bırakıp yürüyebilmek insanlar için güç bir derstir ama yine de yermek gerekmez. Bu onun için sadece bir zorunluluktur. Yenilikler ancak onlar için yer açtığınız zaman yaşantınıza girebilirler.'' (Sayfa: 135)
*
''Arkadaşlarım evrenle bütünleşmenin ustası olmuşlardı; ondan sonuna dek yararlanıyorlar ama onu asla rahatsız etmiyorlardı.'' (Sayfa: 140)


''..''Bir müzisyenin müzikal ifadeyi araması gibi, evrendeki müzik de ifade edilmeyi bekler.''
Yazılı bir dilleri olmadığından bilgiler, kuşaktan kuşağa şarkılar ve danslarla aktarılıyordu. Kumun üzerine çizilemeyecek, müziğe ya da mimiklere dayanan bir tiyatroya dönüştürülemeyecek hiçbir olay yoktu. Yaşantılarının her gününde müziğe yer vardı, çünkü olayları bellekte tazelemek gerekiyordu ve tarihlerini baştan sona dile getirmek ancak bir yılda tamamlanabilirdi.'' (Sayfa: 149)


''Her insan tektir, her birimize özel nitelikler verilmiştir ve bunlar güçlendirilerek ömür boyu süren yeteneklere dönüştürülebilir.'' (Sayfa: 155)
*
''Aborjinlerin açıklamasına göre olduğu yerde dönmek, insanın içinde bulunan yedi enerji girdabının dönüşünü de hızlandırıyordu: sadece kollarımı iki yana açmalı hiç durmadan kendi etrafımda sağa dönmeliydim. (..)
Kabile halkı özellikle bunu istemedikçe geceleri rüya görmüyordu. Uyku, dinlenmek ve bedenin kendini toparlaması için çok önemliydi ve bu zaman diliminde yeni tasarılar için enerji harcamamak gerekirdi. Mutantların sadece geceleri rüya görmelerinin gerekçesi olarak, bizlerin gündüz rüya görmeye iznimizin olmayışını gösteriyorlardı; hele birinin gözleri açık olarak rüya görmesi tamamen yanlış anlaşılıyordu.'' (Sayfa: 157)
*
''İlerleyen günlerde ustanın sanatını gençlere öğretişini izledim ve ona ağrılarını sorduğumda kırışıklarla dolu yüzünde bir gülümseme belirdi ve beni yanıtladı: ''Esnek düşününce, eklemler de esnek oluyor. Artık ağrım kalmadı.''..'' (Sayfa: 159)
*
''Bir olmak, hepimizin aynı olması anlamına gelmez. Her varlık biriciktir ve özgündür. İki varlık asla aynı mekanı kaplamaz.'' (Sayfa: 170)
*
''Kan ve kemik tüm insanlarda bulunur. Farklı olan yürek ve niyettir. (Sayfa: 171)
*
''En fazla parlayan yıldız bir mıknatıs gibi dikkatimi çekti ve bu insanların bizler gibi yaşlanmadıklarını düşünmeye başladım. Evet, belki bedenleri yıpranıyordu ama bu daha çok bir mumun erimesi gibi yavaş ve acısız oluyordu. Hiçbir zaman bir organları yirmi, öteki kırk yaşında iflas etmiyordu. Amerika'da adına stres dediğimiz şeyin bize nasıl bir oyun bozanlık ettiğini şimdi anlıyordum.'' (Sayfa: 174)
*
''Heykellerin pek çoğu inanılmaz ayrıntılıydı, ama içlerinden birinin göz bebekleri yapılmamıştı ve bu beni pek şaşırttı. Sanki, bakışsızdı ve körlüğü simgeler gibiydi. ''Sen Tanrısal Birliğin insanları gördüğünü ve yargıladığını sanıyorsun,'' dedi Ooota. ''Bizlerse onun, varlıkların niyetlerini ve duygularını hissettiğine inanıyoruz. O'nun, bizim ne yaptığımızla ve neden yaptığımızla ilgilendiğini düşünmüyoruz.''..'' (Sayfa: 198)


''Kookaburra'nın bir özelliği de hayatta kalabilme konusunda çok inatçı oluşudur.'' (Sayfa: 198)
*
''Kabile inancı, Tanrısal Birliğin önce kadını yarattığı, dünyanın da bir şarkı halinde var oluşa adım attığı şeklindedir. Tanrısal Bir'lik bir insan değildir. O Tanrıdır, yücedir, bütünüyle olumludur, sevgi dolu bir güçtür. O, dünyayı, enerjiyi yayarak yaratmıştır.'' (Sayfa: 202)
*
''Yerlilerin inancına göre maddesel nesneler korkuya yol açar. İnsanlar ne kadar çok mala sahipse o kadar çok korkarlar. Ve olasılıkla sadece bu nesneler için yaşarlar.'' (Sayfa: 205)
*
''Onlar dinliyordu. Zihinlerindeki tüm düşünceleri siliyorlar ve mesajı almak üzere beklemeye başlıyorlardı. Sanırım bana söylemek istedikleri şuydu: ''Konuşmakla meşgulken, Tanrısal Birliğin sesini duyamazsın.!''..'' (Sayfa: 216)
*
''Tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etme gücü, değiştirebileceğim şeyleri değiştirme cesareti ve bu ikisi arasındaki farkı anlayabilme sağduyusu ver.'' (Sayfa: 227)
*
''Kabile, Tanrısal Birliğin planına göre hiçbir canlının yaşarken acı çekmemesi gerektiğine inanıyordu, eğer bir yaratık ıstırap çekiyorsa, bunu kendi istemiştir diye düşünüyorlardı.'' (Sayfa: 232)


''Lütfen bu bir çift yüreği yitirme dostum'' (..) ''Seninle yeniden karşılaşacağız ve bu kez insan bedenleri yükümüzden kurtulmuş olacağız.'' (Sayfa: 238)
*
''İnsanoğlunun oksijeni yaratamayacağı konusunda haklıydılar. Bunu sadece bitkiler ve ağaçlar başarabilirdi. Bana sık sık şöyle demişlerdi: ''Yeryüzünün canını yok ediyoruz.''..'' (Sayfa: 244)
*
''..üvey annem bana sevgi dolu bir sesle: ''Elbette. Bu ev senin anne babana ait eşyalarla dolu. Babanı anımsatacak bir şeyler alabilirsin,'' deseydi, bundan çıkaracağım hiçbir ders olmazdı. Benim beklediğim zaten böyle sözlerdi. Gerçekte benim olan şeylerin bana verilmemesi beni olgunlaştırdı ve o zaman bu ikilemi öğrendim. Gerçek İnsanlar bana bir sınavı geçmek için önce o sınava girmem gerektiğini söylemişlerdi. Şimdi yaşamımın öyle bir noktasındaydım ki, durum son derece olumsuz bile görünse, ruhsal bir sınavdan geçme fırsatını yakaladığımı görebiliyordum. Neler olup bitmekte olduğunu gözlemek ve onu yargılamak arasındaki ayrımı öğrendim.'' (Sayfa: 249)

Hiç yorum yok:

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...