Arka Kapak
*
XI ile XIII. yüzyıllar arasında Batıda siyasi ve toplumsal hayatta, sanat, ekonomi ve teknoloji alanlarında köklü dönüşümler göze çarpar. Felsefe de bu dönemdeki maddi ve entelektüel uyanışın bir parçasıdır.
XIII. yüzyıl ise tercüme ve yorum (translatio) hareketinin etkisini gösterdiği dönemdir. Bu hareket, Batının bir yandan Araplar ve eski Yunan karşısındaki felsefi gecikmesini telafi etme çabası, diğer yandan “skolastik” döneme bakışını değiştiren tartışmaların kaynağıdır. Tezlerin ve karşı tezlerin sunulması neticesinde bir sonuca ulaştırılan bu tartışmaların mekânı ise “üniversite”lerdir.
*
Ancak XIII. yüzyılın sonlarında, bir açıklama modeli olarak kabul gören Aristoteles felsefesine güven sarsılır. Özellikle teoloji ile felsefe arasındaki zorunlu bağ kopar. XIV. yüzyıla yaklaşırken, kültür hakikatlerin çoğulluğuna açılır. Avrupa bir yandan da Yüzyıl Savaşlarının ve vebanın gölgesindedir. XV. yüzyılda ise yeni bir duyarlılık şekillenir: hümanizm. Artık insanın her şeyin ölçüsü sayılacağı zamanlara gelinmiştir.
*
KEŞİŞLER VE HOCALAR:
Latin Batıda 1000 yılından sonra bütün alanlarda Rönesans yaşandığına dair bir klişe söz konusudur; gerçekten de XI ile XIII. yüzyıllar arasında siyasi ve toplumsal hayatta, sanat, ekonomi, ve teknoloji alanlarında köklü dönüşümler yer alır. O dönemde yaşayan insanlar da enerji ve fikir alanında gerçekleşen bu Rönesans'ın bilincindeydi; felsefi düşüncelerin de hem maddi hem de entelektüel olan bu uyanışın bir parçası olduğu anlaşılır. Önceki yüzyıllarda bilgi, ağırlıklı olarak geleneksel bilgeliğe getirilen yorum olarak görülürken, bu yüzyıllarda yenilikçilik anlamında kültür fikri ortaya çıkar: O dönemde insanların kendilerini devlerin omuzlarındaki cüceler olarak gördüğüne, antikçağ insanlarına göre kendilerini kabiliyet açısından belki daha zayıf hissettiklerine, ama onlara göre daha geniş bakış açılarına sahip olduklarına dair o ünlü deyiş (nasıl yorumlanırsa yorumlansın) araştırmanın daima yenilikçi olduğuna dair fikrin ne kadar yaygın olduğunu gösterir.
*
Kentsel bağlamın bu Rönesans'ta önemli bir rol oynadığına şüphe yoktur: Ekonomik büyüme ve demografik gelişme sayesinde şehirler hem toplumsal hem de ona bağlı olarak kültürel açıdan yeniden merkezi bir konum edinir. Erken ortaçağın ormanların ve kırsal bölgelerin sessizliğine gömülmüş manastır okullarından şehir okullarına geçilir ve hocalık tüccarlığa ve zanaatkârlığa benzer şekilde gerçek anlamda bir meslek olarak ortaya çıkar.
*
Her halükârda, XI ile XII. yüzyıllar arasında, günümüzde ''dev'' dev sayılan düşünürler yaşamıştır: Çağdaş felsefe alanında, Aostalı Anselmus'un, Batı gelenekleri doğrultusunda ''ontolojik argüman'' olarak tanımlanan düşüncesinin tartışma konusu olmaya devam ettiğini veya düşünce tarihinin Abelardus'un araştırmaları sayesinde ne kadar geliştiğini veya evrenseller meselesinin felsefe tartışmalarında ne kadar önem kazandığını düşünecek olursak, bu iki yüzyılda ne kadar canlı bir düşüncenin söz konusu olduğunu anlarız.
*
Ortaçağ düşüncesinin auctoritates'lerin [otoriteler], Aristotales'in ve Kilise Babalarının özgünlükten uzak bir şekilde tekrarlanıp durduğuna dair önyargıyı ortadan kaldırmak için, XII. yüzyılda ''Arap hocaların dostu'' Bathlı Adelard'ın botanik alanında araştırmalar yürütmek için merhametli Tanrı'nın iradesine atıfta bulunmak yerine olguların doğal nedenlerinin incelenmesi gerektiğini ilan ettiğini hatırlatmak yeterli olacaktır; Bretonyalı Abelardus da aynı yüzyılda yazdığı akılcı Ethica'da [Ahlak] kötülüğün ve günahın tanımına Kitabı Mukaddes'i değil de mantıksal bir argümanı temel alarak ulaşmıştır. Chartres Okulunda Platon'un o dönemde bilinen tek diyaloğu olan Timaios okunduktan sonra baş döndürücü bir kozmoloji geliştirilir; mistik düşünce Saint Victor Okulu düşünürleriyle, Clairvauxlu Bernard'la ve Bingenli Hildegard'la çok yüksek zirelere ulaşır; Salisburyli John'un eserleriyle modern siyasi düşüncenin temeli atılır; Pierre Lombard'ın yazdığı Sententiae [Hükümler] adlı eser sonraki yüzyıllarda aralıksız olarak yorumlara konu olacaktır.
*
Ansiklopedi geleneği de Bartholomeus Anglicus ve Alexander Neckham gibi yazarlarla zenginleşir ve XII. yüzyılın en büyük ansiklopedik sentezi olan Vincent de Beauvais'nin dört Speculla'sı [Aynalar] için zemin hazırlanmış olunur. XI. yüzyılda faaliyet gösteren İbn Cabir, Aristotales'in hilomorfizm öğretisini, yani gerçekliğin tamamının madde ve formdan oluştuğu fikrini teolojik açıdan ele alır: Bu öğreti özellikle XIII. yüzyılda felsefe tartışmalarında önemli bir rol oyanayacaktır. X ile XII. yüzyıllar arasında İslam dünyasında Fârâbî, İbn Sînâ, İbn Rüşd ve Gazzâlî gibi düşünürler ile El Batruci ve İbn Heysem gibi bilim insanları ortaya çıkacaktır; bu arada hekim ve filozof İbn Meymûn da Yahudi geleneğini Aristotales'in akılcılığı ışığında yorumlayacaktır.
*
Erken ortaçağda neredeyse sırf logica vetus [eski mantık] adı altında toplanan eserleriyle (yani Aristotales'in Kategoriler ve Yorum Üzerine eserlerinin tercümeleri ile Porphyrios'ın Isagoge'si [Giriş] ve Boethius'un bazı inceleme eserleri) bilinen Aristotales'in diğer eserleri XII. yüzyılda Batıda keşfedilmeye başlanır. Arapçadan veya doğrudan Yunancadan tercümeleriyle Birinci Çözümlemeler, Topikler, Sofistlerin Çürütmeleri Üzerine ve İkinci Çözümlemeler dolaşıma girer, ayrıca Aristotales'in doğa felsefesi konulu eserleri de tercüme edilir. Cluny başkeşişi Muhterem Pierre, Kuran'ın Herman Dalmatin ile Kentonlu Robert tarafından Latinceye tercüme edilmesini teşvik eder. Daha çok İber Yarımadası ile Palermo sarayında yürütülen bu devasa tercüme faaliyetleri ve Arap ile Yahudi düşüncelerinin giderek daha nüfuzlu hale gelmesi, XII ile XIII. yüzyıllar arasında translatio studii [bilginin aktarımı] adı verilen o kapsamlı felsefi e bilimsel etkileşim süreci üzerinde etkisini güçlü bir şekilde hissettirecektir. (Sayfa: 13-14)
*
İNANCIN ARDINDAKİ AKIL: BERENGARİUS VE LANFRANC, Luigi Catalani:
İtalyan-Bizans ustası, Son Akşam Yemeği, y. 1072-1087, Sant'Angelo in Formis (Sayfa: 15)
1000 Yılı Korkusu ve Sahte İsa, Umberto Eco
*
Aziz Yuhanna'nın Vahyi
İlahi Kudüsi zafer takından bir ayrıntı, VI. yüzyıl, Roma, Santa Maria Kilisesi (Sayfa: 20) |
Vaftizci Aziz Yuhanna'ya atfedilen Vahyin XX. bölümünde şöyle yazar: ''Sonra bir meleğin gökten indiğini gördüm. Elinde dipsiz derinliklerin anahtarı ve büyük bir zincir vardı. Melek, ejderhayı -İblis ya da Şeytan denen o eski yılanı- yakalayıp bin yıl için bağladı. Bin yıl tamamlanıncaya dek ulusları bir daha saptırmasın diye onu dipsiz derinliklere attı, oraya kapayıp girişi mühürledi. Bin yıl geçtikten sonra kısa bir süre için serbest bırakılması gerekiyor. Bazı tahtlar ve bunlara oturanları gördüm. Onlara yargılama yetkisi verilmişti. İsa'ya tanıklık ve Tanrı'nın sözü uğruna başı ke*silenlerin canlarını da gördüm. Bunlar, canavara ve heykeline tapmamış, alınlarına e ellerine onun işaretini almamış olanlardı. Hepsi dirilip Mesih'le birlikte bin yıl egemenlik sürdüler. Ölülerin geri kalanı bin yıl tamamlanmadan dirilmedi. İlk diriliş budur. İlk dirilişe dahil olanlar mutlu ve kutsaldır. İkinci ölümün bunların üzerinde yetkisi yoktur. Onlar Tanrı'nın ve Mesih'in kâhinleri olacak, onunla birlikte bin yıl egemenlik sürecekler. Bin yıl tamamlanınca Şeytan atıldığı zindandan serbest bırakılacak. Yeryüzünün dört bucağındaki ulusları -Gog'la Magog'u- saptırmak, savaş için bir araya toplamak üzere zindandan çıkacak. Toplananların sayısı deniz kumu kadar çoktur. Yeryüzünün dört bir yanından gelerek kutsalların ordugâhını ve sevilen kenti kuşattılar. Ama gökten ateş yağdı, onları yakıp yok etti. Onları saptıran İblis ise canavarla sahte peygamberin de içinde bulunduğu ateş ve kükürt gölüne atıldı. Gece gündüz, sonsuzlara dek iş*kence çekeceklerdir. Sonra büyük, beyaz bir taht ve tahtta oturanı gördüm. Yerle gök önünden kaçtı, yok olup gittiler. Tahtın önünde duran küçük büyük, ölüleri gördüm. Sonra kitaplar açıldı. Yaşam kitabı denen başka bir kitap daha açıldı. Ölüler kitaplarda yazılanlara bakılarak yaptıklarına göre yargılandı. Deniz kendisinde olan ölüleri, ölüm ve ölüler diyarı da kendilerinde olan ölüleri teslim ettiler. Her biri yaptıklarına göre yargılandı. Ölüm ve ölüler diyarı ateş gölüne atıldı. İşte bu ateş gölü ikinci ölümdür. Adı yaşam kitabına yazılmamış olanlar ateş gölüne atıldı.''
Harfiyen yorumlandığında bu bölümde insanlık tarihinin belirli bir ânında Şeytan'ın hapsedileceği ve tutsak kaldığı dönemin tamamı boyunca yeryüzünde Mesih'in krallığının yaşanacağı, bütün seçilmişlerin bu krallığa dahil olacağı ve ilk dirilişle ödüllendirilecekleri anlatılıyor gibidir. Bu dönem Şeytan'ın tutsak olduğu bin yıl boyunca sürecektir. Sonra Şeytan bir süreliğine serbest bırakılacaktır, dolayısıyla yeniden bir çatışma dönemi yaşanacaktır. Bu noktada tahta oturan İsa, kıyamet gününü başlatacaktır, yeryüzünün tarii tamamlanacak (21. bölümün başına geçtik), yeni bir gökyüzü ve yeni bir yeryüzü, yani İlahi Kudüs oluşacaktır.
İlk Hıristiyanların problemi şuydu: Mesih'in krallığının bin yılı henüz başlamamış mıydı, yoksa içinde yaşadıkları dönem miydi.? Vahyin ilk yorumlama şekli doğruysa Mesih'in İkinci Gelişini ve bir tür Altın Çağı beklemek lazımdı (bunlar zaten birçok kadim din tarafından da vaat edilmişti), sonrasında Şeytan'ın ve Sahte İsa'nın (genelde bu isimle bilinecekse de Vahiy'de sadece Sahte Peygamberden söz edilir) endişe verici dönüşü yaşanacaktı. Ardından da kıyamet günü ve zamanın sonu gelecekti. Augustinus dönemine kadar bu yorum şekli hâkim olacaktır.
IV. yüzyılda yayılan Donatusçu sapkın görüş, resmi kilisenin litürjisinin büyük kısmının geçerliliğini reddeder ve Kutsal Ruh tarafından aydınlanmış, katı erdemlere sahip bir cemaatin (Donatusçu Kilise) saflığını savunur ve kilisenin temsil ettiği Yeni Babil'e, geleceğin İlahi Kudüs'üyle karşılık verir. (Sayfa: 19-21)
AOSTALI ANSELMUS, Massimo Parodi:
GÖRSEL: Canterbury Katedrali'nin haritası, ''Edwine'in Mezmurlar Kitabı,'' y. 1150, Cambridge Trinity Koleji (Sayfa: 29) |
Mantık ve Hakikat:
*
''Özellikle nesneler daima hakikidir, çünkü daima amaçlandıkları hedefi yerine getirirler; nesneler facere veritatem'den (hakikati yapmak) dolayı varlık sahibidir ve aynı amaç, hatırlanan tüm durumlar için söz konusu olmalıdır, dolayısıyla insanlardan mantığı ve ahlakı hakikat üretmek için kullanmaları beklenir.'' (Sayfa: 37)
PIERRE ABELARDUS, Mariateresa Fumagalli Beonio Brocchieri:
GÖRSEL: Abelardus Soissons Konsilinde, minyatür, ms 26, f. 227r, XIV. yüzyıl, Chantilly, Musee Conde. (Sayfa: 39) |
Entelektüel Bir Hayatın Hikâyesi:
*
''Abelardus'un entelektüel hayatını yeniden kurgulamak için elimizde, kırk yaşını geçtikten bir süre sonra ''bir arkadaşa mektup'' şeklinde yazdığı Historia Calamitatum [Başıma Gelen Felâketlerin Hikâyesi] adlı otobiyografik eseri vardır: O dönemde çok ender rastlanan otobiyografi yazarlığı, kendi hayatında yer alan olaylara bir kimlik ve üstün bir anlam atfetmek isteyen bilinçli bir insana işaret eder.
Abelardus'un ailesi alt düzey aristokrasi sınıfındandı ve gelenekler doğrultusunda askerlik kariyerini seçmesi gerekirdi. Ancak Abelardus kendini felsefeye adamaya karar verir: Onun ''akıl'' lehine ve kendi ahlaki bakış açısında göre insanları ahlaki açıdan zayıf kılan ''örf ve âdetler,'' yani gelenekler aleyhine attığı ilk adım budur.''
*
''Abelardus ayrıca defalarca, hayatının sürekli olarak mücadeleyle geçtiğini söyler. Aşkı da geç yaşta bulur: neredeyse kırk yaşındayken, Paris'te sever ve sevilir; baştan çıkardığı, henüz yirmi yaşına basmamış güzel ve kültürlü öğrencisi Heloise, şehrin önemli bir piskoposunun yeğenidir. Abelardus mantık öğretmeniyken şair olur ve bestelediği aşk şarkılarını öğrencileri ''şehrin sokaklarında söyler.'' Heloise'le olan aşk hikâyesi herkesin diline düşer ve çok geçmeden bir trajediye dönüşür: Kadının ailesi olanları onur kırıcı olarak görür ve intikamını almak için Abelardus'u hadım ettirir. İki sevgili çaresiz bir halde Paris kapılarındaki iki ayrı manastıra, Saint-Deniz'e ve Argenteuil'e kapanır. Neredeyse yirmi yıl sonra ruhsal olarak yeniden birbirlerine yakınlık duyarak birbirlerine dokunaklı anılarla ve felsefi düşüncelerle dolu mektuplar yazacaklardır.'' (Sayfa: 41)
Tümeller ve Yüklemlenebilenler: Devam Edegelen Bir Tartışma, Riccardo Fedriga:
GÖRSEL: Leonardo da Vinci, Tırpanlı araba çizimi, 1487-1490, Torino, Biblioteca Reale. (Sayfa: 331)
*
GÖRSEL: (s. 387): Leonardo da Vinci, İmola Haritası, facsimile del Codice Windsor el yazmasının tıpkıbasımı (y. 1502), Vinci, Museo Vinciano. (Sayfa: 333)
LEONARDO DA VİNCİ'DE FELSEFE VE BİLİM, Giorgio Stabile:
*
Zanaatkâr ve Mühendis:
*
''Leonardo, keşfettiği [inventio) ve yapılacak bazı değişikliklerle gelecekte işine yarayabilecek alet, argüman, mekanizma veya makinelere rast geldikçe onları kâğıda dökerek kayıt altına alır. Bir mühendis zekâsıyla bu hafıza birikimini bir hazine gibi muhafaza edip somut durumlarda işine yarayabilecek şeyleri arayıp bulabileceği bu katalogda hazır tutar. Leonardo deneyim birikimini, kanıtlar veya ölçüler değil, resimler yoluyla ifade ederek geliştirir. Leonardo'nun dehası, önerebildiği, ama o dönemde henüz karşılık görmeyen teknik çözümlerinin çokluğunda yatar.'' (Sayfa: 331)
*
Matematik Bilimlerinin Üstünlüğü:
*
Leonardo'ya göre mekanik, ''matematik bilimlerinin cenneti''ni temsil eder, çünkü hem nihai sebeplerin ve temellerinin bilgisi hem de inşaat ilkelerini üreten bilim anlamında matematiğin meyvelerinin tadı ancak mekaniğin verimli bahçesinde çıkarılır. Bir şeyleri inşa etmesini bilenler sadece bilgi sahibi olmasını bilenlerdir; ancak, bilgi sahibi olmak aynı zamanda deney yapmak, yani bir deneyin sebeplerini açıklayabilmek demektir. Leonardo'ya göre sebepler matematikseldir ve onlar konusunda bilgi sahibi olununca doğanın yasalarına sahip olunur. Matematiksel açıklamaların üstünlüğünün anlaşılmasıyla, Galilei'yle ve modern fiziğin doğuşuyla sonuçlanacak olan, zanaatlerin teknolojiye, teknolojinin de bilime dönüşüm süreci başlar. Leonardo'ya göre makineler ile doğa arasında yapısal açıdan benzerlik, dolayısıyla da ortak yasalar söz konusu olduğundan, geriye doğanın kendisinin mekanik olduğunu kabul etmekten başka bir şey kalmaz. O halde mühendislerin araştırmaları fizikçilerin ve bilim insanlarının araştırmalarıyla özdeşleşir. Ancak, Leonardo'ya göre her şeyin mekanik ve matematiksel yönleri henüz birbirini dışlamaz; makineler doğanın iskeletini oluşturursa da doğa eti, yani süsün somut güzelliğini muhafaza etmeye devam eder. Sebeplerin zihinsel evreni artık bilim insanlarının alanına girerken, Leonardo'ya göre doğanın gizli ve sonsuz hazinesi olan somut biçimler hâlâ sanatçının hâkimiyetindedir. (Sayfa: 335-338)
*
Optik, Perspektif ve Görme Kuramları:
*
Işık ve Renkler:
*
''Leonardo da Vinci altı basit rengi belirler ve renklerle elementler arasında tespit ettiği bağıntıyı Codex Urbinas'ta açıklar: Buna göre beyaz olmadığı taktirde hiçbir rengin görünmediği ışıktan, sarı topraktan, yeşil sudan, mavi havadan, kırmızı ateşten, siyah da ateş elementinin üzerinde yer alan karanlıktan kaynaklanır.''
*
OlağanüstüMakineler: Leonardo'nun Mirası:
*
*
GÖRSEL: Döner okuma standı (standı çeviren okurun elinin altında çeşitli kitaplar olur), Agostino Ramelli'nin Le diverse et artificiose machine.. eserinde resim CLXXXVIII, Paris, 1588, özel koleksiyon. (Sayfa: 341)
*
FICINO VE HÜMANİST HERMETİZM, Umberto Eco:
*
Orpheus İlahileri, Keldani Kehanetleri ve Corpus Hermeticum:
*
''Hümanist çevreler, Orpheus İlahileri, Keldani Kehanetleri gibi arkaik döneme ait metinlere ulaşır. Rönesans döneminde bilinen şekliyle Orpheus İlahileri muhtemelen II ila III. yüzyıllar arasında yazılmış olup büyü-afsun temelinde Güneş kültünü yüceltir ve Orpheus'a atfedilir. Kehanetler de II. yüzyılda yazılmış olup çok uzak bir geçmişe ait olduklarına inanılır ve Zerdüşt'e atfedilir. Bu eserlerden sonra da Batıya Corpus Hermeticum [Hermetik Külliyat] ulaşır.'' (Sayfa: 349)
*
PICO DELLA MIRANDOLA: FELSEFESİ, KABALA VE CONCORDIA UNIVERSALIS, Federica Caldera:
*
Concordia Universalis Projesi:
*
''..İbranice ve Keldanice bilen Pico, sonradan Hıristiyanlığı kabul etmiş olan Yahudi Flavio Mitridate'nin yardımıyla ve büyük bir coşkuyla, Kutsal Metinlerin ve dünyanın yorumlanması için gerekli anahtarı içerdiğine inandığı kabala metinlerini incelemeye koyulur. Kabala, gizli tefsir yöntemi yoluyla bütün bilgi biçimlerine ilk ve temel birliğini geri kazandırır. Kabala, gerçekliğin yorumlanması için gerekli anahtarın keşfedilmesini ve bütün inançların, bütün öğretilerin ve bütün dillerin bire indirgenmesini sağlayacak, ancak konunun uzmanlarının ulaşabileceği gizli ve gizemli bilgiler içerir. Dolayısıyla kabala, en üstün ve en saf gnosis [irfan] biçimi, tek hakiki gizli ilim, Hıristiyanlığın ilmiyle ve vehiyle filozofların öğretileri arasındaki en üstün buluşma noktası ve ebedi, değişmez hakikatin mutlak tezahürü olarak algılanır.'' (Sayfa: 357)
*
İnsan, Kaderinin Efendisidir:
*
''Dignitas hominis [insanın haysiyeti] doğru anlaşıldığı zaman insanoğlunun dünyadaki merkezi konumundan kaynaklanmaz ve yaratılış üzerindeki hâkimiyetinden veya buna bağlı özgürlüğüne bağlı değildir. Dignitas hominis özgürlük demektir, ama varlıkla ilgisi olmayan bir hedefe doğru dikey bir iradeyle gerçekleşecek bir özgürlüktür. Tanrı'ya ulaşmak için birçok yol vardır, içerikleri farklıdır, ama üçlü yapıları ve ortak amaçlarından dolayı eşbiçimlidirler. Dolayısıyla insanın büyüklüğü, ahlaki disiplin, tefekkür ve aşk/sevgi mantığı yoluyla Tanrı'yla ve en üstün mutlulukla özdeşleşmeyle sonuçlanacak güzergâhı tamamlama yeteneğinden kaynaklanır.
Diyalektik, doğa felsefesi ve teoloji yoluyla gerçekleştirilen bu ilmi yükseliş, evrensel barışa erişilmesini garantilemelidir. Dolayısıyla haysiyet, evrensel aşk/sevgi düzenine yaklaşma amaçlı bilinçli bir tercihtir; günahlardan dolayı bulanan doğal mutluluğun ancak gölgesi olabileceği Üstün İyiliğe hakiki katılım anlamına gelir.'' (Sayfa: 362-363)
*
POMPONAZZI'NİN FELSEFESİNİN SINIRLARI VE STATÜSÜ, Luca Bianchi:
*
''..Pomponazzi, Aquinas'ı temel alarak, zihnin tekliği öğretisinin felsefi açıdan sahte, tefsir açısından da kabul edilemez olduğunu savunur, çünkü Aristotales'e ona ait olmayan, ''icat'' sayılabilecek fikirler atfetmiştir. Nitekim Pomponazzi'ye göre Aristotales düşüncenin daima, somutluklarını kaybetmiş olsalar da, duyusal deneyimimizden kaynaklanan ''imgelere'' ihtiyaç duyduğunu söylemiştir: bu da insan ruhunun hiçbir faaliyetinin bedenden tamamıyla bağımsız olmadığı ve de zihnin ayrı ve ölümsüz olduğunun kanıtlanamayacağı anlamına gelir.'' (Sayfa: 368)
*
İnsanın Doğadaki Konumu ve Farklı İnsan ''Tipleri''
*
Dolayısıyla Pomponazzi, usta bir eleştiri stratejisiyle İbn Rüşd ile Thomas Aquinas'ın zıt gibi görünen yaklaşımları arasındaki benzerlikleri vurgulamaya çalışır: Ona göre bu yaklaşımlar, zihne -tek olsun, bireyler için çoğaltılmış olsun- sahip olmadığı, olsaydı onu ilahi zihinler düzeyine çıkartacak ayrı ve ölümsüz bir kader atfetme iddiasında bulunan Aristotales'in hatalı ''ruhani'' yorumunun iki farklı versiyonunu temsil eder. Halbuki Pomponazzi'nin kesintisiz bir hiyerarşik yapı olarak düşündüğü doğanın aşamalı olduğu ilkesi, insan zihninin, maddeden tamamen ayrı olan zihinlerin bir basamak altında, ama duyusal yetilerin üzerinde yer alan bir ara form olduğunun kabul edilmesini gerektirir. İnsan zihni ne tamamen maddenin içinde ne de ondan tamamen ayrı olup bir organ aracılığıyla işlemez ve faaliyetleri için duyusal deneyimlerin sunduğu ''imgelere'' ihtiyaç duyar. Pomponazzi'ye göre Aristotales'in ruh konusundaki ''doğal organik bir vücudun ilk eylemi'' tanımından elde edilebilecek sonuç, Aquinas'ınkinin tamamıyla zıttıdır: İnsan ruhu ''mutlak anlamda'' ölümlüdür ve sadece ''göreceli olarak'' ölümsüzdür; başka bir deyişle ruh bedenin ölümünden sonra var olmaz, dolayısıyla da ''gerçekten ölümlüdür,'' ama ''hatalı olarak'' ölümsüz olarak tanımlanabilir, çünkü düşünme faaliyeti yoluyla maddi ve bozulabilir dünyayı aşmayı ve zihinle ulaşılabilen, maddi olmayan ebedi dünyayı tanımayı becerir. (Sayfa: 369)
*
İnsan ve Evren:
*
''..Ancak insan, gerçek bir psikofizik ünite olarak göz önüne alınırsa, ruhun da bedensel bir form olduğu ve her ne kadar Aristotalesçi geleneğe göre zihin yetileri bir organa gereksinim duymazlarsa da bedensel yetiler oldukları ve hiçbir zaman bedenden tamamen bağımsız olamayacakları sonucuna varılır. İnsan ruhu bedenin bir formudur sadece, bedenle birlikte yaşar ve ölür ve onunla birlikte faaliyet gösterir, dolayısıyla insanın kırılgan ve maddi bir varlık olduğunu ve doğa ile diğer insanların şiddetine tâbi olduğunu unutup ''insanı yüceltenlerin'' iddia ettiğinin tersine ayrı zihinlere ve Tanrı'ya özgü, söylemsel olmayan, saf bilince yükselemez.'' (Sayfa: 372)
M6 Pico della Mirandola:
*
İNSANIN HAYSİYETİ:
*
De hominis dignitate [İnsanın Haysiyeti Üzerine:
*
''Onun için de insanı doğası belirli olmayan bir eser olarak dünyanın merkezine yerleştirdi ve ona şöyle dedi: ''Âdem, sana ne belirli bir yer, ne kendine özgü bir görünüm ne de bir ayrıcalık verdim, isteyeceğin o yeri, o görünümü ve o ayrıcalıkları kendi eylemlerinle ve kararlarınla elde et ve muhafaza et diye. Diğerlerinin sınırlı doğası, benim tesis ettiğim yasalar çerçevesi içinde yer alır. Sen kendi doğanı hiçbir engelle sınırlanmadan, seni yetkisine emanet ettiğim kendi iradenle belirleyeceksin.
Seni ne ilahi ne de dünyevi, ne ölümlü ne de ölümsüz yaptım, kendi tercih ettiğin biçimi kendin özgürce biçimlendiresin ve yontasın diye. Senin altında bulunan kaba canlılara da dönüşebilirsin, iraden doğrultusunda senin üzerinde bulunan ilahi şeyler şeklinde yeniden doğabilirsin.'' (Sayfa: 383)