Hayatta çok şey gördüm ve gördüklerim, yanımdakilerin gördüğünden çok daha fazladır. Görmeyi seviyorum, daha çok şey görmek istiyorum ve farklı görmek istiyorum.
*
Jack London, Martin Eden
Her şeyden önce, bir aşk şairidir Sappho, bir aşk ve doğa şairi. Onun şiirinde kişisel duygular Lesbos coğrafyasından ayrılmaz. Sözgelimi,
*
Gel bana Giritlerden
bu kutsal tapınağa
güzelim elma koruna senin
sunakları günlük kokan
*
derken din, aşk, doğa örgüsü Sappho'nun kişisel tınısını birebir ele verir. Mitolojik göndermeleri aşkla ilgilidir. Himerios'un sözleriyle, ''bütün şiirini Aphrodite''ye ve Eros'a adamıştır. Şiirlerini-şarkılarını derleyenlerse, genellikle, bir genç kızlar çevresidir. Sappho'daki aşk duygusu Aphrodite tapımından ayrı düşünülemez. Aphrodite bir aşk tanrıçası, Sappho onun bir yakarıcısıysa, şair her zaman sevginin, aşkın hizmetinde demektir. Ve bu yaşam biçimini dizelerinde alabildiğine özgürce dile getirir.
Bir eğitmendir aynı zamanda Sappho. Şiir deneyimini Lesbos okulunda, ''Musa'lara hizmet edenlerin evi''nde Ada'nın ve İonia'nın soylu kızlarına aktarır. Arkadaşlarıysa, şiirlerini okuyan şarkıcılardır her zaman.
Alkaios ve Anakreon gibi, Sappho'da lirik bir şairdir. Şiirleri lir eşliğinde okumak üzere yazılmıştır. Kimi Yunan vazolarında Sappho lir çalarken tasvir edilmiştir. Bir tür lir çalma aracı olan plektrum'u Sappho'nun bulduğu söylenir; Athenaeus'a göre pektis adlı çalgıyı geliştirmiştir. Aristoksenos ise şairin mikso-lidya makamını bulduğunu yazar. Sappho'nun yaşadığı dönemde müziği şiirden ayırmanın olanaksız olduğu düşünülürse, bu durum doğaldır.
Solo şarkı ya da monodi, ölçü ve dil bakımından korallirik şiirden ayrılır. Sappho'nun yazdığı solo şarkılar, genellikle yinelenen kıtalar ve daha basit ölçülerden oluşur. Monodi şairlerinin bir özelliği de kendi lehçelerinde yazmalarıydı. Sappho'nun bulduğu söylenen vezin ise üç on birli ve bir beşlik dizeye dayanır.
Nedir Sappho'nun şiir tarihindeki yeri.? Burada sözü Azra Erhat'a bırakıyorum: ''Eusebius ozanın 45. Olimpiyat'ın ikinci yarısında (İÖ 600-599) en verimli çağını yaşadığını söylüyor. Bu dönemdde insanlık, yaşam görüşleri yönünden kökten değişiklikler geçiriyor. Bugün bu değişikliklerin amaçları çok aşılmıştır ama, o çağ için bir devrim söz konusudur. Uygarlığın önemli aşamalarından biri oluşmuştur. Birey bilincinin doğması, insanın içinde doğduğu koşulların gerektirdiği yaşayış ve düşünüş çerçevelerinden kurtularak, bilinciyle, istemiyle kendisine yeni gereksinmelerine uygun yeni bir yaşam, yeni bir düşünüş yolu yaratması dönemidir bu.. Bireyci dünya görüşü insan yaşamına önem verir. Kişiliğini, benliğini, kitleden ayrı bir bütün olarak görmek, bireyciliğin ilk ve açık eğilimidir. İşte bu bireycilik, kişilik bilinci, Yunan liriğini doğuruyor, geliştiriyor. Başta da söylediğim gibi, bu liriğin doruğunda Sappho vardır. Sappho kendi benliğinde yaşadığı duyumları dile getirmek gereksinimi duyan, bunu gerçekleştiren, insan duyumlarını özgürce açığa vurmak yoluna adımını atan kişidir.'' Şairin önemini vurgulayan bu sözler yeterince açıklayıcı. Sappho şu dizeleri söylerken kişisel deneyimi olanca yalınlığıyla yansıtıyordu:
*
Battı ay
yedi kandilli Süreyya;
gece yarısı, akıyor zaman
uyuyorum tek başıma
*
Sappho epik şiirden kişisel-lirik şiire geçişi simgeler. Onda betimleme, öyküleme yok, duyarlık vardır. Mitolojik öykülemeden bireysel deneyime yönelir. Yakarılarını, acılarını, sevinçlerini, tutkusunu neredeyse bir genç kız savunmasıyla doğrudan dinleyenin - okurun yüreğine iletir. Ay, yıldızlar, anasonlar, altın kupalar, tan vakti, Lidya işi sandallar, menekşe rengi giysiler, meşe ağaçları, bütün bunlar, Sappho'nun yapyalın tutkusunu dile getirmesine olanak veren nesne ve görüntülerdir.
Sappho'dan günümüze eksiksiz bir tek şiirin kalması alevler yüzündendir: Yanan kitaplıkların ve bağnazlığın alevleri.
*
Alova, Lesbos Boğazı, Eylül 2008 (Sayfa: VII-IX)
1 Halikarnassoslu Dionysios,
Edebi Kompozisyon Üzerine
''Gel, şimdi bana yeniden
kurtar beni zulmünden kaygının
söndür yanıp tutuşan gönlümü
kavgaya katıl benim safımda.'' (Sayfa: 4)
16 Aynı papirüs
*
''Kimi der, en güzel şey kara toprağın üstünde
bir süvari birliği; piyadelerden bir ordu;
kimi, gemilerden bir filo; derim ki
gönül verdiğidir insanın en güzel şey.'' (Sayfa: 8 )
47 Tyreli Maksimos
Söylevler
*
''Meşelere binen rüzgâr gibi dağlarda
sarstı yüreğimi Eros.'' (Sayfa: 28)
48 Iulianos
Iamblikhos'a Mektup
*
''Geldin, gözümde tütüyordun
söndürdün arzudan tutuşan yüreğimi.'' (Sayfa: 29)
50 Galenos,
Bilime Özendirme
*
''güzeldir güzel olan göz gördükçe
ama iyi olan da güzel olacak sonunda'' (Sayfa: 31)
51 Khrysippos,
Yadsımalar
*
''N'eylesem, ikiye bölünmüş aklım'' (Sayfa: 32)
94 Yaklaşık 6. yüzyıl parşömeni
*
''Bırakıp giderken beni, dedi:
''Ah Sappho, ne talihmiş bizimkisi
İnan, geri geri gidiyor ayaklarım.''
*
Ben de dedim ki: ''Güle güle git,
unutma beni, hatırla
nasıl titredik senin üstüne.'' (Sayfa: 40)
129 Apollonios Dyskolos
Zamirler
*
''(a) ya unuttun beni
(b) ya da bir başkasını seviyorsun benden çok'' (Sayfa: 63)
130 Haphaestion,
Ölçüler Üzerine Elkitabı
*
''Elimin dizimin bağını çözen Eros
bir kez daha sarsıyor beni
kaçsan kaçılmaz, o tatlı-sert yaratık'' (Sayfa: 64)
137 Aristoteles,
Retorik
*
''Bir şey söylemek istiyorum sana...
ama söyleyemiyorum utancımdan.''
''Onurlu ve iyi olan çekseydi seni yalnız
ve dilin eğilimli olmasaydı kötü söze
kaplamazdı utanç gözlerini böyle
apaçık derdin diyeceğini.'' (Sayfa: 66)
138 Athenaeus,
Bilginler Akşam Yemeğinde
*
Öylece dur (önümde.?) beni seviyorsan
saç dört yana gözlerinden güzelliği (Sayfa: 67)
147 Dio Khrysostom,
Söylemler
*
Diyorum, gün gelir, bir hatırlayan çıkar bizi. (Sayfa: 72)
148 Skholiastes,
Pindaros Üzerine
*
Erdemsiz varsıllık zararsız değil komşuya;
ikisi bir arada, doruğundasın mutluluğun (Sayfa: 73)
158 Plutarkhos,
Öfkeyi Engellemek Üzerine
*
-----tutmayı bilmek zevzek dilini
göğsüne yayılınca öfke (Sayfa: 79)
168B Hephaestion,
Ölçüler Üzerine Elkitabı
*
Battı ay
yedi kandilli Süreyya;
gece yarısı, akıyor zaman
uyuyorum tek başıma (Sayfa: 84)
Notlar:
*
2) Halikarnassoslu Dionysos bu şiiri parlak ve canlı üsluba örnek gösterir. Sappho'dan günümüze eksiksiz kalan tek şiirdir. Şiir için şöyle diyor Azra Erhat: ''Bir de 'Hymnos' denen, tanrıya övgüler vardır. Ama benim bildiğim, okuduğum yakarışların hiçbirinde bu canlılık, bu tanrıçayı karşısına getirip de, onunla karşılıklı 'diyalog' kurma olayı yoktur. Bu şiir ilkçağ yazınında çok ayrı bir yer tutar; Halikarnassoslu Dionysos'un bunu tüm olarak vermesi boşuna değil.'' (Sayfa: 93)
"Haktan bahseden namuslu insanları, yağmurlu bir Mart akşamı topladılar; karanlık mahzenlerinde şehrin, cellatlara gün doğdu.'' (Sayfa: 8)
*
''İstanbul Birinci Şube'de, falakalı, işkenceli soruşturma sürerken, dayağa yatırılmış avukat Münir Belen'in ağzından, İstanbul Ticaret Odası'ndan iki tüccarın, Cemal Kitaplı, İbrahim Baştımar'ın, kurdukları hücrede bülten alıp okudukları ortaya çıkıverince; iyice şaşkına dönmüştü tutuklamayı yürüten asker yargıç Mutlugil; ateş bacayı mı sarıyordu yoksa.! ''Nedir bu durum İbrahim Bey.? Sizi de mi tutuklayalım şimdi.?'' demişti. Yapacağından değil, söylüyordu işte. Kumaş tüccarı İbrahim Baştımar'la, TKP Merkez Komitesi üyesi Zeki Baştımar kuzen olurlardı ya, Halk Partisi'nin İstanbul'daki en güçlü kodamanının da varlıklı bir ''Baştımar'', Saffet Baştımar oluşu işin ağır basan yanıydı. Usulca örtbas edildi tüccarlar olayı. Reşat'ın yöresindeki kimi eski komünistlerle işçiler, öğrenciler, bir iki küçük memur, zanaatkâr ayakkabıcı, esnaftı kalan. İşçilerin çoğu da, Ortaköy, Kasımpaşa yöresindeki, babadan oğula aile boyu komünistlik sürdüren, Yunanistan göçmeni tütün işçileriydi. Bir yılı bile bulamayan bu devinime, hevesi kursağında kalmış atılım da denebilirdi. Ama, tohum topraktaydı; soyulan ülkenin emekçi sahipleri vardı demek. Onlar da bunlardı işte.! Hücrede, ayakları falakadan parçalanmış yatan tütün işçisinin başına dikilmiş Birinci Şube polisi, ''Beni sen mi yönetecen ulan.!'' diyordu. Çelik kasalı, tapulu soyguncular, kravatlılar, apoletliler yönetecekti elbet ülkeyi de, kanlı Birinci Şube görevlilerini de. Yok, doğru dürüst okuryazar bile olamayan bu sünepe herifler mi yönetecekti.!'' (Sayfa: 11)
*
''Yazı makinesinin, çoğaltma aygıtının, ev sahibi Mutena Gökper'le, Suat Derviş'çe götürülüp Kirkor Sarafyanlarda saklandığı soruşturmayla ortaya çıkıncaya dek de aygıtların yerini söyletemediler Reşat'a. Kim bilir kaçıncı falakadan sonra, çırılçıplak, kollarından çarmıha gerer gibi, arkası dışarıya dönük biçimde açık pencereye astılar. Kar yağıyordu sırtına. Bütün gövdesini kaplayan bir ter bastığını anımsıyordu sadece. Doktorların sonradan, ''yaşamını kurtardı,'' dedikleri ter. ''Artık ölürsün demiştik Reşat.!'' diye sırıtmıştı ertesi gün gelen Komiser Parmaksız Hamdi. Aslında Reşat da düşünmemiş değildi bunu. Ama inanç gücü yaşatıyordu işte.!'' (Sayfa: 12)
*
''Atsız iti, bir açık mektup daha yayımlamış Başbakan'a. Sadrettin Celal'i, Pertev Naili Boratav'ı, Sabahattin Ali'yi, Ahmet Cevat Emre'yi, devlete sinsice sızmış eski komünistler olarak duyuruyor, işlerine hemen son verilerek, onları üniversiteye, konservatuvara, bakanlıktaki göreve atayıp koruyan Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel'in istifa etmesini, hükümet dışı bırakılmasını istiyordu Nihal Atsız.'' (Sayfa: 29)
''- Bak Rahmi Usta, dedi. Leningrad'da bulundum bir günler ben. Bir bölük partili gençler, Paris'ten gittik, Fransız Komünist Partisi'nden. İlk kez sana açıklıyorum bunu. Kısacık sürede o kadar çok Stalin duyduk, Stalin resmi gördük, Stalin sözü ettik ki, Paris'e dönünce bir ağırlık kalkmış gibi oldu üstümüzden.! Daha doğrusu ben öyle duyumsadım. Kimseye söyleyemiyordum:! Fransızlar durmaz; Sorbonne'da Felsefede asistan bir kız aldı bunu, tartışmaya getirdi. O da, onun gibi düşünen iki öğrenci de, Parti gençlik kolundan ''Troçkist.!'' denip atıldılar hemen. Hiç unutmam, karar bildirilince acılıkla güldü kız, ''Stalin'i biz sizden daha çok seviyormuşuz'' dedi.! O günler sustuğuma çok üzüldüm sonra ben. Ama en çok da, Komünist Partisi'nin tutumuna üzüldüm. Bu tutumla ancak mezarını kazar bir parti. Bunu ben söylemiyorum Rahmi Usta, Lenin söylüyor. Tarihte batan partilere üstünlüğümüz, otokritik yapabilmemizdir, diyor. Neyimiz kalır bu üstünlüğümüz gitti mi.? Herkes biliyor ki, Lenin böyle değildi.'' (Sayfa: 99)
*
''- Her duyduğuna senin gibi salaklar inanır Mithat, dedi. Yalan yok da yanlış var.!
Sustu bir an,
- Kızıl bayrak olsaydı keşke, dedi.
Gözlerini Sait'e dikmişlerdi. Biraz daha beklettikten sonra,
- Kocaman mahya gibi bir pano, dedi Sait. Adam boyu harflerle ''SARAÇOĞLU FAŞİSTTİR'' yazıyor üstünde. Kızıl bayrak diye biz çıkardık. (..)
- Kimmiş bunlar.?
Alaylı gülümsemeyle Mithat'a dönü Sait,
- Kimse kim, dedi. Sana ne.?'' (Sayfa: 104)
*
''- Evet Necla Hanım, dedi. Hitler zor durumda. Ama inananlar için çok önemli bir şeyi başardığı yadsınamaz. En ağır dersi o verdi komünistlere. İnsanlık bunu unutmayacak. Bolşevik sürüleri bugün Avrupa'ya koşturuyor. Ama bir duvara çarpacak sonunda. Bu duvarın temelini, Hitler'e bağlanan Almanlar attı.! Bunu da unutamaz insanlık.!
- İnsanlık mı.? Anlamadım, dedi Necla. Milyonlarca insanı doğradılar. Kitapları yakıp, bilim adamlarını kovdular. Kamplara yığdılar bir sürü düşünen başı. Yaktılar, yıktılar dünyayı, milyonlarca insana kıydılar. Hitler'i, itleriyle kuduz canavar sürüsü.! İnsan değiller ki insanlıkla ilgileri olsun bunların.
- Dediniz işte, dedi Necla. Hiç sevmem sinsiliği. Öyle diyorsanız öyle olsun.! Evet, önce komünistler söyledi bunları; şimdi dünya söylüyor. O ki inanıyorsunuz insanlık yolunda olduklarına, siz de ''faşistim'' desenize. Görüyorsunuz, zor durumda adamlar.! Dostlarından destek beklerler pek yerinde olarak. Siz de kromlarınızı satmak için İngilizlerden, Amerikalılardan öneri bekliyorsunuz. Yakışır bir yanı var mı bunun.?'' (Sayfa: 129)
''Pistte dans edenler vardı orta salonda. Küçük masalar çevresine yer yer koltuklar, kanepeler sandalyeler konmuştu iç salonlarda; yarı boştu; kadınlı erkekli çoğu kişi ayakta yiyip içmeyi, çene çalmayı yeğliyordu. Pamuk gibi bira francalalarından minik sandviçlerle, tavuklu, çirozlu, çeşitli peynirli kanepelerle dolu tepsilere uzanırken, elinde olmadan boğazında bir şey düğümleniyordu Turgut'un. Bir avuç çamur gibi ekmeğin karneye bağlandığı ülkeden, nerden bulmuşlardı bunları.? Bunca malı mülkü bulan bunları mı bulamayacak.!''
''Çocuk olmak güzel de, asıl, bir sürü çocuk bir arada olmak güzel. Büyüklerin yasasını çiğneyip kendi yasalarını koyuyorlar hemen.!'' (Sayfa: 190)
*
''Yaşamayı hak edenler ölüyor; ölümü hak edenler yaşıyor.!'' (Sayfa: 192)
*
Bahsedilen yazılar Hikmet Kıvılcımlı'nın Yazıları
*
''Tarihe çok yalan karıştırıldığından söz ederdi arada, kendine özgü alaylı diliyle. Alaturka musikiye konan yasağa kadar, devrimler adı altında yapılan reformlardan yana olmuştu, hele kadınlara verilen haklar konusunda. Yasak günlerinde radyoyu açmadı. Daha çok kanun çaldı evde. Okumaya düşkündü aslında; divan okurdu. Elinden düşürmedikleri Naili'yle Fuzuli'ydi. Sahirleri gösterdiği kâğıtlar da ilgisini çekmişti. Bir göz atayım deyip yanına altığı, Kürt sorununu inceleyen yazıların tümünü okumuştu Sahirler gelmeden. İlk sorusu, ''Kimindir bu yazılar.?'' oldu.
- Dedim ya, dedi Sahir. Anadolu'ya atanan tanıdık bir yaşlı öğretmenin. Götüremedi, emanet bıraktı bize.
- Ne öğretmenidir.?
- Tarih.
Başını salladı ağırdan; sağ başparmağıyla çenesini okşadı kaşır gibi,
- Kimseye göstermeyin bunları, dedi. Dert açar başınıza. Tekin değildir bu Kürt işi.
- Nasıl buldunuz.?
- Nasıl bulacağım evladım.! Söyledikleri doğru. Derleyip toparlayıp güzelce anlatmış. Komonist.! Namuslu bir adam. Kimsenin eline geçmesin yalnız.! Bu adamın adını da vermeyin sakın kimseye.! Bir sürü adam asıldı bu yüzden. Bizim bahçenin ötesindeki konak, biliyorsunuz, İsmail Müştaklarındır. İpe gidiyordu onlar da İstiklal Mahkemesi'nde; güç kurtardılar kellelerini. Ebuzziya Velid, Ahmet Emin, Ahmet Şükrü filan..'' (Sayfa: 201)
''Durağan bir şey var bu toplumda. Kafalara hep üniforma giydirilmiş.'' (Sayfa: 207)
*
''Konuşmadan, yazmadan nasıl bulacağız doğruları.? Sopa kimin elindeyse o konuşacak; doğruları da o söyleyecek.!'' (Sayfa: 208)
*
''Bir yere varacağına inanman için, düştüğün yolun doğruluğuna güven duyacaksın.'' (Sayfa: 217)
*
''Onurlu kaldığına pişmanlık duyuyorsa biri, korkulur ondan.''
(..)
''- Çocuklar, dedi. Siz bizden çok biliyorsunuz belki; biz de sizden çok yaşadık, çok gördük. Ne aşırı güvenin insanlara, ne de umudunuzu kesin.! Bir çarktır dönüp gidiyor işte.! Uyanık olacaksınız.!'' (Sayfa: 224)
*
''Sorun sende; insanlarda değil. Yarıp içine bakmak istiyorsun insanların.! İçinde ne olduğunu, kendi bile bilmez. Bilir bilmesine de, ''hasır altı'' eder.! Bilinçaltı diyorsun.! Bilinçaltında ne olduğunu kim biliyor ki.? Senin bilinçaltında neler var, biliyor musun.?'' (Sayfa: 225)
*
''Benim yanılmam bana zarar verir. Yığınların tapar gibi bağlandığı birinin yanılması, benim yanılmama benzemez.'' (Sayfa: 243)
*
''Sermaye birikimi için tek olanak emekçi halkın iliklerine kadar soyulmasıydı. Ücretlerin en alt düzeyde tutulması için yedek işsiz ordusu gerekliydi. Yardımı olamadan yaşayamayacağını bildiği yabancı sermayeye dişe dokunur pay ayırmak için artıdeğer vurgununda ölçü tanınmamasıydı istediği. Bunlar oldu. Bütün bunlara karşı koyan tek siyasal örgüte, Komünist Partisi'ne yabanıl saldırısının asıl nedenleri bu. İşçileri bölüp parçalamak, örgütsüz bırakmak, satın alamayacağı bilinçli önderleri temizleyip başıboş sürüye döndürmek emekçileri; ya da kendi emirlerindeki önderlere bağlamaktı.'' (Sayfa: 253)
''Karı bağırıp çağırmaya başlayınca yan salona geçtim. Tutuklatmam gerekecek yoksa. Öyle şeyler söylüyor ki, komünist dersin.! Hırsız pezevenkler.! Soyguncu orospu çocukları.! Böyle bağırıyor. Yetmedi mi fakir fukaranın kanını emdiğiniz. Millet ekmek bulamıyor.! Bok yiyin.! Şarkınıza da sıçayım, ağzınıza da.! Yeri göğü inletiyor.!'' (Sayfa: 331)
*
''- Hoş geldin Halil Yoldaş.! dedi, çok da ciddi bir tonda.!
Ses çıkarmamıştı Halil,
- Nerde olduğunu biliyor musun.?
Halil gene sessizdi. Ağır ağır aldı Nazif,
- Önce şunu bil.! dedi. Öyle bir yerdesin ki, burda, ne insanlık var, ne yasa var, ne devlet var, ne Allah var.!'' (Sayfa: 406)
*
''- Hey, durun, dedi Nazif.
Nuri iverek masadaki öteberiyi toplarken yavaşça kayıp masa dibine düşen En'am takılmıştı gözüne,
- Bunu da alın, dedi.
Pabucunun burnu ile iteleyip beton üstünde kapıya doğru kaydırdı En'am'ı.
- Yanına koyun onu da, dedi. Öbür dünyada işine yarar belki.! Ölü çıkarılıp da kapı kapanınca durulur gibi oldu Galip.
- Eğitim zaiyatı.!
Nazif'e baktı anlamadan.
- Orduda bir deyimdir bu.! dedi Nazif. Kuşkulu bir er temizlendi mi, raporuna öyle yazılır.'' (Sayfa: 430)
*
''Ben kendimi bilirim.! İçimdeki çoğu güzellikleri yerle bir ettikten sonra geçip gitti o kasırga.!'' (Sayfa: 448)
*
''Karmaşık görünümünün çekiciliğine kaptırmadan, derinliğine eğilip baktın mı, dayanılmaz biçimde yalınkattı yaşam denen öykü.!'' (Sayfa: 459)
*
''- Din konusunda önemli işler yaptı Kemalistler. Güç bir iş bu.! Çözümü kolay değil. Sorunu çözmekten çok azdırırlar bunlar da.! Bizim Doktor Hikmet, bir karikatür çizmiş Diyarbakır'da. Falakanın altında kafasında şimşekler çakan adam, ''Allah.!'' diye bağırıyor acıdan. Vuran pezevengin dediği de, ''Bakın görüyor musunuz gericiyi; ''Allah.!'' diyor.'' Acıdan umarsız kalmış insan başka ne bok yiyecek.? Soygunla birlikte yoksulluk, karanlığın en bitek toprağı. Öyle geliyor ki bana, bu ülkede din muhalefeti, bizim ilerici muhalefetimizden ne yazık ki, çok daha güçlü.'' (Sayfa: 511)
*
''Fransız Devrimi, burjuvayı da, işçiyi, köylüyü de yanına almış; kiliseye, dine de karşı devrim. Varına yoğuna el koymuşlar kilisenin. Sen benden iyi bilirsin bunları.! Büyük burjuvazi kiliseyle anlaşmış sonunda derler ama, temel sağlam oturmuş, maya tutmuş baştan.! Bizim burjuvazinin ideolojisi yamalı bohça; yıllar yılı Nazilerden akıl aldılar. Aslında da da ite kaka, gönülsüz başlamış işe; Kemalistlerin zoruyla.! Kemalistler de şaşkın bugün. Temel ne durumda belli değil.! Aynı bir yanımız da var. İslamlık yalnız egemen sınıfların dini olmamış; ezilen sınıfların, köylülüğün muhalefetine de ideoloji üretmiş, destek vermiş.! Babai başkaldırmaları, Baba İlyas, Baba İshak, Bedrettin, Pir Sultan, ne bileyim, bir sürüsü. Nâzım'ın da destanı var, biliyorsun.'' (Sayfa: 512)
*
''Kırmızı ibiğimizi saklasak da, sesimizden tanıyor herifler.!'' (Sayfa: 514)
*
''..Doktor Nurettin'i alıyorlar. Kalabalık bir odada Sahir'le yüzleştiriyorlar. Doktorun bir şey sakladığı yok ki. ''Ben Kürt'üm, bize yaptıklarınızı da bağışlamam; isterseniz asın beni.!'' diyor, Sahir'i gösterip, ''Kafası bana hiç uymuyor ama, içinize nasılsa, namuslu bir adam karışmış, ona da dayanamıyorsunuz.!'' diyor. Sille tokat girişiyorlar Sahir'in önünde. Sahir'e vurmamışlar.! Fakat Sahir'ciğim, dayanamıyor ondan sonra.! Bağırmalara başlıyor hücrede. Anlamsız sözler filan.! Anlıyorlar bozulduğunu. Bakırköy'e gönderdiler.'' (Sayfa: 533)
*
''..neyi aradığını bildiği kadar, seçmesini de biliyordu artık. Anahtar elindeydi.!'' (Sayfa: 536)
*
''- Doktor Nurettin'e, söylemeyi göze aldığı bir çift söz için, kuduz köpek gibi saldırdılar, dövüyorlar önümde.! O anda hemen aklıma gelen, bana da vurup vurmayacaklarıydı.! Adamı dövmelerine başkaldırmak değil.! Doğal.! Korunma güdüsü. Korkuyla, önce kendini düşünüyorsun.! Bana dokunmadan getirip hücreye kapatıldığımda, kendimle baş başa kalınca anladım asıl çirkin gerçeği.! Nedendi o tavrım biliyor musunuz.? Çünkü, Doktor'un gerici olduğuna inanıyordum. Düşüncelerine kızıyordum adamın. Dövenler bir şovenliğe karşı çıkmış oluyorlardı.! O koşullarda bile, beni onlardan ayırmıştı Kürt Doktor.! İçinizde bir adam var, diye beni göstermişti.! Öyle sanıyordu demek.! Yoktu oysa.! Ben de o saldıranlardan biriydim.! Bizim bu ülkede ilerici kafamız bu işte.!'' (Sayfa: 540-541)
*
''- Ne derdimiz varsa, pasaklı karıların süprüntüsü gibi, el çabukluğuyla, kilimin, hasırın altına ittik. Hasırlar, kilimler kalkınca ne olacak bakalım.?'' (Sayfa: 542)
*
''Marx ne diyor.? ''Tarih öldüreceklerinin önce gözlerini kör eder.!''
(..)
''- Bizim tarihe yenik yanımız da bu, dedi. Niye biliyor musun.? Üstünde korkusuzca konuşamıyoruz çünkü.! Biz burdan yıkılacağız diye korkuyorum.!'' (Sayfa: 543)
*
''Acısı etine değmeden, kimse görmez doğruları.!'' (Sayfa: 545)
Kemal Bayram Çukurkavaklı, 1934 yılında Konya'nın Dinek bucağına bağlı Apasaraycık Köyü'nde doğmuştur. Yoksul bir emekçinin oğludur. Küçük yaşında ana ve babasının ölümüyle kimsesiz kalmış ve önemli yaşam zorluklarıyla karşılaşmıştır.İçinden geldiği acı koşulları, sert bir dille kaleme alan ozan, bu yazı ve şiirleri nedeniyle okumakta olduğu İvriz Köy Enstitüsünden, Düziçi Köy Enstitüsüne sürülmüştür. Çukurkavaklı'yı bu sürgünlük de yıldırmamış, bozuk düzenin ve ona bekçilik edenlerin daha çok üstüne gitmiştir.Fakat bu öfkeli ve tek boyutlu savaşım ona iki linç olayını ve hapishaneyi getirmiştir. Henüz 17 yaşında bir çocukken yaralı olarak cezaevine girmiştir. Adana, Bahçe, Çumra cezaevlerinde yatan Kemal Bayram, içerden çıktıktan sonra, otel kâtipliği, garsonluk, gazete muhabirliği, inşaat işçiliği yapmıştır. 1954 yılından sonra çeşitli gazete ve dergilerde çalışmıştır. Evli ve iki çocuk babası olan Kemal Bayram Çukurkavaklı, 15.04.1992 tarihinde Ankara’da yaşamını yitirmiştir.
Zaman
*
Geri dönmüyor sessiz akışından
hızlı gürültüleri emzirse de
terketmiş yatağını mermi
kızıl yelesinde köpük köpük
fırtınaları oluşturur bir Arap atı
geri dönmüyor dört nala gidişinden
belki odur değişimlerin ölçülü anahtarı
doğayla güreş tutan terli yiğit
belki odur içine sığındığımız evrensel boşluk
sürer insan varsa bu sessiz akış
sürer zamanın değişmez saltanatı..
*
Siz ona uydunuz
-----bu yanlış mı
siz onunla varsınız
-----bu doğru mu
o alıyor su başlarının yeşilliğinden sizi
o veriyor nar kırmızısı sonbaharları
soluğunuz duman duman acı
geçişiniz duman duman yorgun
siz mi eksildiniz bu uğultularda
eskiyen yoksa zaman mı.? (Sayfa: 7-8)
YIL OLDU
*
Bunlar ölü günler
-----uğraşılarda can veremediğimiz,
----------var saymayın elin ayağın
-----voltaları birbirine ekleyen
özgür gibi
-----mutlu gibi
bir sonrayı umut edip bekleyen
öksüz kıpırdanışlarını..
*
Kısır döngü
-----ne namussuz bir yaşam
kısır döngü
-----yaşanmayan bir zaman
içimizde çadır kurmuş bin insan
-----bağırıyor vura vura
-----çırpınıyor çılgın çılgın
----------dürtüyor
susku göllerinde boğuluyor durmadan..
*
Sabır gül oldu, gül oldu
öfke göl oldu, göl oldu
mahpushane, gündüzü yitik gece
mahpushane,
-----yılgınlığın bekleyişte yaşam bulan durağı
----------günler yıl oldu, yıl oldu.. (Sayfa: 9-10)
GİTME
*
Anan mı bu kararmış kütük
-----pınarından böyle sular fışkıran
----------kızın mı bu, izbedeki okulsuz
-----bu kadın kim çocuk,
----------eli yüzü yokmuş gibi oturan.?
*
Ötesi düne uzanır eksikliklerin
-----gel gitme
----------burası harman yerindir
-----yorulur göz iç çekişlerde
bir ince tül aklığını yitirir
-----sarı ışıkları topaç yapar yalnızlık
kıvranırsın
-----arzu arzu duyarak
-----aranırsın
----------hiç bulmadan yanarak
erir damla damla özgül ağırlık
gel gitme çocuk..
*
Vitrin olur açık pazarlara yollanır
depo olur
-----ardiye olur görkemli iskelelerde
ihanet eder bu güç, bu emek
-----silah olur ellerinde
durur bir gün sana karşı
-----gel gitme çocuk.. (Sayfa: 11-12)
YERİNE GEÇ.!
*
Göğe direk
-----denize kapak
----------ölüme çare
-----istemedim senden
Şırvan şahlar sarayında baş değilsin ki,
-----yalana kucak
----------suçsuza tuzak
---------------açma diyorum
açma, kan sızan yaramdaki kabuğu
-----onlardan olma
-----anla beni, bu keşmekeşte kızgınım
-----duy beni, yalnız değilim, kırgınım
sivriltilmiş kaç boyutlu öfke varsa bu fabrikalarda
hızla çekilmiş ne kadar bıçak varsa bu kavgalarda
ben onları boşaltmış kınım
bil artık, taş değilsin ki..
*
Sol göğsümde bir ferman var yazılı
-----kuşum-karıncam yorgun
kan-ter içinde insanım
bu fermandan sızılı
bir yanımda derisi yüzülür öldürülmeden
Bağdatlı Seyyid-i Nesimi'nin
üşür bir yanım buzlu Ağustosunda Şilinin
ateşlere yanar Nerudam
aysız bir gecede Aras nehrinde boğulur
bir yanımla, Samed Behrengi olurum.
*
Suçlu değilim, hayır geleneğim bu
Maydos'da İngiliz silah depolarını basan
gıcırtılı kağnılarla kurtuluşa uzanıp
Anadolu'ya silah yollayan benim
- İsmin ne senin.?
- Affan Hikmet
- Yoldaşların kimler.?
- Lütfü, Necdet, Hilmi oğlu Hakkı, Etem Nejat
ve Kütahya kentinde yıldızlı bir bozkırın
-----keven atlarının duldasında uykusuz
----------bir gönüllü Alayında erim ben
Zinetullah Nevşivan
Tersaneli Ahmet usta
Fatma bacı, Cemile kardaş
var bizim fermanda sözleri
bir sıcaklığı sürüklerler Kafkaslardan
yırtar zamanı delik deşik
yırtar da eskimez öfkeleri.!
*
Göklere direk
denizlere kapak
-----ölümlere çare istemiyorum senden
-----yerini bil bu yangının içinde
-----yerine geç
-----sen onlardan değilsin. (Sayfa: 13-14)
YARGI OLURUM
*
Buğdayım ben
-----un olurum
-----kaya iken
-----kum olurum
-----varsa tanrılığa gücün
-----inanır, kul olurum.
*
Dayanamam kötülüğe
-----patlarım
-----vurgun olurum,
sonsuz uykularda gibi
-----yalnız, kuytularda gibi
-----susarım
-----dargın olurum.
*
İçim dışım ateş yangın
-----bu yangına batar süngün
------gözlerim yaralarsa seni
-----yarana sargın olurum.
*
Çiğdim Yunus gibi piştim
bir yüceldim
-----bin kez düştüm
-----susuyordum gelip deştin
artık dilinde yargın olurum. (Sayfa: 15-16)
AVUÇLARIN MAHPUSHANE.!
*
Bu tedirgin us
aygıtlarıyla oynuyor zamanın
ölçülere vuruyor atar damarlarını
süzgeçlerden geçiriyor eksiksiz
yürüyen sensin kendi aydınlığına
oturan sensin, ölü bir gölde durgunluk
kolunu kaldırıyorsun yendiğin korkulardır
susuyorsun
gül bitmiyor suskuda
göstergeler sana bağlı yiğidim
göstergeler ak emeğin terden ıslak ürünü.
*
Bir soluk ışımasın bu değişmedi
ırmaklara daldın çırılçıplak karanlıklarda
bu değişmedi
yedi katlı yapılarından Babil'in
ateşler düştü yüreğine yıldız yıldız
Sibir'de
apış aralarından yapıştı buzul
Alacahöyükte ve Ehramlarında Mısır'ın
bu değişmedi.
*
Altın uzantıda ipekli ışıltılar
seni eğiriyor iplik iplik
seni çürütüyor yumak yumak
sancılar çoğul
sancılar zorlu
değişimlerin karşı konuşmaz titreşiminde
kendi dilimlerini bölüp çarparak
zaman sana getiriyor çağın ağırlığını
varlığını var gibi
yokluğunu yok sayarak.
*
İşte us, işte aygıtlar
İşte hiç alınmayanın, uyku
ve
gerinmelerindeki ibre atması
bir de yiğidim
üzgün bir kız çocuğu gibi
avuçlarında ışıltılı yarınların
mahpus yatması.! (Sayfa: 17-18)
BEN-ZAMANI İDRİS GİBİ ÖLÇEMİYORUM
*
Ağaçlar da aldanıyor
-----suç güneşin
----------çiçekler de aldanıyor
-----suç ağacın
karanlığın arkasında kar fırtınası
zamanın koynunda kıpırdayan bir şey var
insan da aldanıyor
suç bakışın
-----doğru bilinen çizgiler eğri
-----duldur yeni sanılan nice umutlar..
*
Elle tutulanı okşa hele
-----gözle görüleni kokla hele
-------uzak gibi bilinse de öyle değil
---------içindeki seslerdir yüz vermediğin
-----------içindeki sessizlik duyamadığın
-------------o istasyon güç pınarı
---------------o son durak
-----------------o iskele..
*
Sen yarama bakma, aldırma
baksan da pek bir şey göremiyorum
uyumsuz belki
-----belki de ezik
-----öfkeyle çekilmiş bir ince tetik
-----ben zamanı İdris gibi ölçemiyorum.. (Sayfa: 19-20)