17 Kasım 2021 Çarşamba

Vedat Türkali - Güven 1

BİRİNCİ KİYAP
*
Savaş Yılları

 ''Kim yazarsa yazsın; suç mu Bağımsızlık Savaşı şiiri yazmak.? Suç olmayan ne var bu ülkede.? Niye yıllardır cezaevinde Nâzım.? Şiir yazdığından mı.? Komünist olduğundan. Ozanlığı ile Komünistliğini nasıl ayırırsın Nâzım'ın.? Bir Harbiye Davası, bir Donanma Davası, otuz yıl.. Kızgınlıkla karışık önleyemediği bir ürperti gezindi içinde. Daktiloyla ince kâğıtlara yazılıp çoğaltılmış İstiklal Savaşı Destanı onlardaydı birkaç haftadır. Refik getirmişti, bugün de alacaktı. Üstünde Nâzım'ın şiirleriyle yakalanmak hiç de öyle küçümsenecek olay değildi. Daha yayımlanmamış, gizli.  Anasını ağlatırlar adamın.'' (Sayfa: 10)


''Göz, hasmını tanır.'' (Sayfa: 13)


''Mallarına bile saygı duymak zorundasın burjuvaların.! Burjuva mı bunlar.? ''Finans kapitale satılmış ulusal kahramanlarımız bunlar monşer.'' (..) Monşer, finans kapital.. Aynı soydan olmalarına karşın şu iki sözcük bile uymuyor birbirine.'' (Sayfa: 15)


''Açlığı tanımak için acıkmak yetmiyor. Sen biliyor musun.? Ötesi, tüm yoksulluğu biliyorum, bir süre açlık ne ki onun yanında.! Bir çocuğun en doğal gereksinimlerini umutsuz özleme çeviren beş parasızlığı kim benden daha acı yaşamıştır.? İlaçsız, doktorsuz kişiler arasında kıvranıp durmanın ağırlığını iliklerimde duydum, insanı aşağılayan bir umarsızlıkla, hem de bomboş bekleyişler içinde.'' (Sayfa: 15-16)


''Nâzım Hikmet'ten söz ediyorlar ikide bir, büyük ozan diye.. Komünistmiş o da.! Atatürk çağırmış bir gün, ''Gelsin, bir şiir okusun'' demiş. ''Ben okur Efdalya Hanım değilim'' demiş, gitmemiş Nâzım Hikmet. Atatürk de ''İşte insan bu'' demiş yöresindekilere, ''siz değil.''..'' (Sayfa: 50-51)


''Yaptığı işin üstesinden gelmeli devrimci. Hem de elinden geliyorsa en iyisini yapmalı. Küçümsemeden. Üniversitede öğrenci olmak, hele bizim ülkede az şey mi.? İyi öğrenciler olmanızın devrimciliğe ne zararı var.'' (Sayfa: 66)

*****

''Beşiktaş tramvay durağına doğru yürürken fırının önüne birikmiş kalabalığa baktı; ekmek çıkmasını bekliyorlardı. Karneyle alacakları kapkara, üç yüz gram ekmek içindi bu sessiz, sabırlı bekleyiş. Ekmekleri için katlanmasını biliyor insanlar. İçinde umudu taşıyordu aslında bu ağızsız, dilsiz, sıkıntılı görünüm. Hem de, günü geldi mi nasıl olsa patlayacak olan devrim umudunu.'' (Sayfa: 80)


''Nâzım'ı tanıdım, Doktor Hikmet'i, Hasan Ali Ediz'i.. Tutturmuşlar bir Nâzım muhalefeti. Nedir, ne değildir demeden, Harbiye tutuklaması, ardından Donanma.. Alıp götürdüler iki Hikmet'i de. Hasan Ali'ler kaçacak delik arıyor. Bize de sinmek düştü. İçkiye o zaman alıştım. Reşat Fuat'la da içki masasında tanıştık. İyi içer o da. Doktor Hikmet ağzına koymazdı. Devrimcinin gövdesi vakıf olmalıdır, kendi mülkü değildir; koruyacaksın onu.! Sık sık dediği buydu onun. Doktorluğundan mı derdi, devrimciliğinden mi, bilmem. Yoksa ölçüsüzlüğünden mi.? Bazı düşünürüm de, sızı duyarım içimde. Bize zorla hain dedirttiler Nâzım için. En çok da bu Hasan Ali Ediz. Hain bir parti düşmanıymış Nâzım.! Dedik biz de.! Partili olmuşuz, ne yapacağız başka.? Düşünüyorum bugün de, kim hain.? Hain olmayan kim.? Koyun belli değil, kurt belli değil diyor ya ozan. Bize hain dedirttiler, şimdi de Reşat Fuat, Parti'nin genel sekreteri biliyorsun. Dinamo Nâzım'dan büyük ozandır diyenleri azarlayıp paylıyor. Kendi anlattı; Suphi Taşhan'ı bir haşlamış; ''Bu saçmalıkları sürdürürseniz Küllük Kahvesi'nin dibine batar kalırsınız; partiyi martiyi görmezsiniz. Parti Nâzım'ı tutuyor bugün'' demiş.'' (Sayfa: 131-132)

*
''Kimileri yakınlarını, en son görürmüş, gözü açılsa da. Sevdiklerine uzun süre toz kondurmak istemezmiş. Bilincin epey gelişmesi gerekirmiş, oraya varması için.'' (Sayfa: 135)

''Daha savunduğumuz ideolojiyi bile bilmiyoruz doğru dürüst. Ne okuduk Marks'tan.? Engels'ten.? Lenin'den.? Temel kitapları diyorum. Yanlış yorumlama sakın. Kuşkum filan yok tuttuğumuz yolun doğruluğundan. Ama yeter mi bu kadarı.? Bir iş yaptığımız yok, çeviri yapsak ya bari. Yok, yasakmış.! Nâzım'ın şiirleri de yasak, okunuyor işte, pek iyi. Korkaklık iyice beceriksiz etmiş; diyorum ya, midem bulanıyor benim artık bu boşluktan. Fakültesinin de içine. Bırakmayı bile geçiriyorum bazı. Yapmacık her şeyimiz. Halide Hanım'ın doğru dürüst bilmediği İngiliz edebiyatını ben öğreneceğim de başım göğe erecek.! Her şey iğreti bu ülkede. Minik bir sürü karınca, balon üstünde geziniyor.'' (Sayfa: 141)

*

''Halk çok acı çekiyor. Pahalılık canavar gibi. Doğanın eli açık, yoksa neylerdi yoksullar.? Balık bol, sebze bol. Kuzu gibi toriği bizim işyerinin önünden sürüyüp götürüyordu adam. İyi-kötü işi varsa karnını doyurabiliyor. O doğa, kavgayı da soğutup geciktiriyor ama. İş bulmak kolay mı.? Balığın ucuzluğu ondan. Pekmeziyle, bulguruyla, tarhanasıyla yuvarlanıp gidiyor ülke. Bizim atölyede bile çalışanların çoğunun yeygileri köyden geliyor. Gel de sınıf kavgasını anlat. En güç değişen kafa, kentteki köylü kafası.'' (Sayfa: 199)

*

''Kendimizi eleştirme gücümüz körelirse, neyimiz kalır.? Felsefemiz olmamış, ordan geliyor kafamızdaki darlık. Saplantıdan kurtulmanın yolu, kuşku; eleştiri de ilk adımı onun.'' (Sayfa: 203)
*
''Her türden tuzaklarla, boğulup gideceğin kuyularla doluydu yollar. Bir matbaa odasında, eski koltuk üstünde, yoksul, yapayalnız ölüp giden Şinasi'yi, Tanzimat'ın yenilik öncüsü Şinasi Efendisi'ni düşünürdü. O dönemler kapanıp gitti sanıyoruz. Nâzımlara matbaa odasını bile çok gördüler, zindanda öldürüyorlar. Ne güç iş insanlara yeni şey öğretmek bu ülkede.'' (Sayfa: 204)
*
''Geçmişte iyi şeyler bulup çıkaracaksın (var, olmaz olur mu.?), günlük kavganı yürüteceksin o mutlulukla.! Itrî'yi de dinleyeceksin, Bach'ı da. Marks'ı da bileceksin, Bedrettin'i de. Nâzım'ın şiiri olmasa nerden bilecektik Bedrettin'i.? Niye yalan söyleyeyim, adını bile duymamıştım. Başka nelerimiz var, kim bilir.?'' (Sayfa: 209)

İKİNCİ KİTAP
*
Kara Duvarın Gölgesinde
*
''Kıskanmasında bile bir dostluk, bir sıcaklık var bu oğlanın; arkadaş sevgisi var. Yüceltip onurlandırıyor insanı. Çoğun sertçe kapışmaları, kendine en yakın bulduğu kişi olmasına gölge düşürmemişti hiç.'' (Sayfa: 267) * ''Almanlar Kafkasya'ya inmişlerdi. Türkiye'nin tüm faşistleri sevinç içindeydiler. Peyami Safa ''Kaf Dağı'nda Bayrak'' adlı bir yazıyla kutluyordu olayı. Stalingrad'a dayanmış Almanlar, işin bittiğini yayıyorlardı.'' (Sayfa: 270)
*
''Dimitrov'un bir sözü var. Anahtar söz: Bir komünistin diyor, ne biçim komünist olduğunun tek ölçüsü bugün, Sovyetler Birliği'ne karşı tutumudur.'' (Sayfa: 274)
*
''Ne diyordu Lenin, yalnız sindirim saatlerinde değil tüm yaşamının her ânında düşüneceksin devrimi.'' (Sayfa: 283)
*
''- Beni seviyor musun.? dedi.
- Çok.. Sen.?
Bu kız niye hep böyle kısa kısa konuşur.?
- Çok çok çok seviyorum. Büyük kavgamı sevdiğim gibi seviyorum seni.'' (Sayfa: 284)
*
''Devrimciler için kavga günleri arife günleridir Hocam.! Bayram bizim sokağımıza da gelecek.'' (Sayfa: 306)
*
''Kişiler kim olursa olsunlar kendilerini kuşatmış toplum yargılarının elverdiğinden öte, kanatlanıp uçamıyorlardı kolay kolay.'' (Sayfa: 334)


''Nâzım'ın ''Çar'a dokunma.!'' öyküsü hiç çıkmazdı aklından. Eski Bolşeviklerden biri anlatmış: Çarlık döneminde bir bölgede tutuklayıp jandarmalara vermişler bunu, ille götürecekler. Jandarmalar mujik. Yolda acıyorlar buna. Sıkı emir var; elinde kelepçe, ayağında zincir. Ne yaptı da böyle davranıyorlar bu okumuş adama.? ''Ben,'' diyor adam, ''kasabanın ileri gelen hükümet memurlarına hırsız dedim,'' diyor. ''Doğru demişsin,'' diyor mujikler. ''Hepimiz biliyoruz hırsızlıklarını.!'' ellerindeki zincirleri gevşetiyorlar biraz, acıyarak. Ertesi gün gene duruyorlar üstünde, onlara hırsız demekle başa gelmez bunlar. Bolşevik diyor ki, ''Vali de hırsız,'' dedim. Başlarında da bakanlar, nazırlar var bunların, hepsi hırsız.'' ''O da doğru,'' diyorlar. Ayaklarını da gevşetiyorlar biraz. Epey bir zaman sonra gene yokluyor jandarmalar. ''Hükümetin hırsızlığını bilmeyen mi var.? Sana nasıl kıydılar.?'' deyince, Bolşevik, ''Bakın,'' diyor, ''O hırsızları biliyorsunuz ya, hepsinin başında da Çar var,'' diyor. ''Onu söyledim ben.!'' Jandarmalar fırlıyor, ''Hah,'' diyorlar, ''Şimdi anladık senin ne namussuz herif olduğunu. Kutsal Çar babamıza söversin ha.!'' Bütün zincirleri eskisinden daha ağır biçimde sıkıyorlar. ''Ülkene gidiyorsun Nâzım'' demiş eski Bolşevik. ''Sakın Çar'a dokunma.!''..'' (Sayfa: 423)


''- Halk acınacak koşullar içinde. Savaş var deyip uyutuyorlar milleti. Hele şu son bir yıldır soygun, vurgun gırla. Halk perişan. Ama örgütsüz. Hırsızlarla ortaklarının eline kalmış ülke. Aydınlar dersen, herkes kendi dümeninde. Zaten aydın denecek kaç kişi var ya..'' (Sayfa: 451)
*
''Gelen sıkıp duruyor mengeneyi. Böyle batırdılar bizi; hep de ''kurtarıyoruz'' diye diye.'' (Sayfa: 461)


''Size şu kadarını söyleyeceğim; gazeteci hiçbir gün, korkusuzca, şöyle bir oh demedi bu ülkede.'' (Sayfa: 463)
*
''- Bakın Sahir Bey, dedi. Benim bir ortağım vardı, Allah rahmet eylesin, Şükrü Bey. Atatürk'ün hastalık günleri.. Bir yazı çıktı gazetede, Ata'nın sağlık durumuyla ilgili. Ertesi günü, bir telefon; Ankara'ya çağırdılar Şükrü Bey'i. Kalkıp gitti rahmetli. Güpegündüz, elektrikle aydınlatılan karanlık bir odaya almışlar; tam üç saat sorgu. Ne maksatla yazıldı bu yazı.? Sordukları bu.! Ağır sözler edip ağır bir gözdağıyla da bırakmışlar sonunda. Bir ay sonra inme indi sağ yanına Şükrü Bey'in. Bir yıl sonra da öldü..'' (Sayfa: 464)

''Okumak, kitaplara sığınmak yetmiyordu artık. Çözüm getirmiyor, bir ışıklı yol açmıyor, birkaç adım olsun attırmıyorsa, ne yararı var o yaptığın işin.? Kitapların aydınlığı saklı kalmamalıydı içinde.'' (Sayfa: 466)
*
ÜÇÜNCÜ KİTAP
*
Daldaki Kiraz
*
''Ağzı süt kokan bir kız olarak değil, ayırıp değerlendirmesini bilerek onu seçmiş olmasının üstünlüğünü nasıl göremiyordu, öyle büyük savlarla ortaya çıkan biri.'' (Sayfa: 503)


''Toprağın altına sinmiş tohum gibi yapayalnız yaşamasını bileceksin böyle bir dünyada, çürümeden.'' (Sayfa: 553)


''- Para almam ben, dedi.
Adamın bir şey demesine kalmadan,
- Para kazanmak için başka iş bulurdum kendime, dedi.
Karanlık sokakta dönüp baktı Mihail,
- O zaman da para kazanmak için iş yapmış olurdunuz efendim, dedi. Komünist olmazdınız.!'' (Sayfa: 556)

''- ..Baksana şuraya: Adam Kürt, Kürt'üm demeye korkuyor.
Kötü bozulmuştu, taş gibi bakıp duruyordu Nedret. Veysel ne diyeceğini bilmeden sallanıp kımıldadı bir iki,
- Korkmuyorum Hocam da, dedi, çekingen bir sesle, yani ben şoven değilim.
- Türk'üm deyince olmuyorsun da, Kürt'üm deyince şoven oluyorsun öyle mi.? Terslik yok mu burda.?'' (Sayfa: 571)
*
''..o gece, yemekte karşı çıkmıştı Doktor Nurettin'e; ama belki de doğruydu adamın dedikleri. Binlerce, on binlerce köylü; kadın, erkek, çoluk, çocuk ya makineliyle taranmış ya da süngülenip Murat suyuna atılmış. Subaylardan bile delirenler olmuş dayanamayıp. Tam bir canavarlık Dersim'de.'' (Sayfa: 572)


''Nâzım, o günler edebiyat alanında parlamış yıldız Türkiye'de; komünizmin de simgesi olmuş. Özellikle aydınlar, öğretmen, avukat, doktor, mühendis gençler arasında, kimi bürokrat katlarda bile, geniş hayran yığını var.! Asıl önemlisi de komünizme yakınlık duyan işçiler, emekçiler arasında taparcasına seviliyor. Ayakkabıcısı, marangozu, demircisi akşam oldu mu, usta topluyor tezgâhın başına çırağı, kalfayı; bir şişe de rakı açıp başlıyorlar Nâzım'dan şiirler okumaya.! Ben de kendimden geçiyorum o günler Nâzım şiirlerini okurken; Bahri Hazer, Salkımsöğüt, Piyer Loti, Berkley, Emperyalizm. Nasıl geçmeyelim; edebiyatta ilk kez bizim sesimiz bu şiirlerle çıkıyor ortaya, adam yerine konuyor işçi.! Tarihsel maddeciliği, devrimi anlatıyor bizlere.! Çoğu bugün de belleğimdedir. ''Şarktan geliyorum - Şarkın dertlerini haykıraraktan geliyorum,'' diyen bir şiiri vardır. Komintern'in 25 Plenium'da, Lenin'in önceki tezlerine dayanarak devrimci atılımın Doğu'ya kaydığını bildiren kararlarını anımsatıyor.! Hep bir şey öğretiyor bize yani.! KUTV'da, Doğu İşçileri Komünist Üniversitesi'nde çevirmenlik yaptı Moskova'da Nâzım. Doktor'la, özellikle de Baytar Cevdet'le ilk çalışmaları da orda başlamış, başıboş ozan tavrı, parti disiplinine ters görülüyor. Bir de, o günlerin aydınlarını çok etkilemiş olan Troçki'yi seviyor; o da süzme aydın çünkü. Ama Troçkist değilim, diyor Nâzım.'' (Sayfa: 625-626)
*
''Bir kadını sever insan.! Ona da kavuşamaz çoğu kez.!'' (Sayfa: 661)
*
''Dini, imanı da bu, aşkı da. Kimseye düşmanlığa kalkışma boşuna.! Parayı sen de seviyorsun çünkü.'' (Sayfa: 664)
*
''Bir Köy enstitüleri çıkardılar İnönü'yü kandırıp, komünist yuvası diyorlar onlar için de. Batıracaklar devleti.!'' (Sayfa: 729)
*
''- Valla anlamıyorum, ayıp değil ya, dedi. Hepimiz biliyoruz, isteseydin bakandın. Ne bileyim, genel müdürdün, müsteşardın belki.. Yani, bu olmayacak yolu tutup da, böyle..
Gerisini Reşat'a bırakmış gibi, kesti sözünü.
- Ben, fukara halkımın yanında olmaktan mutluyum, dedi Reşat Fuat sessizliği pek uzatmadan.
Birden doğruldu Sait, patlamış gibi yüksek perdeden bir sesle,
- Biz de o fukara ulus için çalışıyoruz Reşat Bey, biz de, dedi. Bu fukara ulusu Atatürk kurtardı. O yoldayız biz de.
Bu coşkulu sözlere alaylı bir gülümseme oldu ''Reşat Bey''in ilk yanıtı. Aynı güvenli ağırlıkla aldı yavaşça,
- Verilen emirleri yerine getirmekle yükümlü biri olarak şuraya oturtulmuş görevlisiniz siz, dedi. Soyulan halkın yararına olan önerilere niye karşı çıkıyorlar, sorsanıza yukarıya, fukara ulus için çalışıyorsanız. Kaç kez önerildi bu onlara; neden yanaşmıyorlar.?
Beklemediği bir engele çarpmış gibi duraladı Sait; Galip'e baktı, ''Görüyor musun.?'' gibisine. Reşat'a kızmasına karşın, Sait'in şaşkın bakışına gülecek oldu Galip. Versene yanıtını herifin, geri zekâlı, ne bakıyorsun bana.?
- Neymiş o öneriler.?
- Gördünüz yazdıklarımızı. Halkın acılarını biraz olsun dindirmek için düşünülmüş önlemler hepsi de. Hırsızlık, vurgun, talan, karaborsa önlesin, halk soluk alsın biraz. Halkın demokratik hakları tanınsın. Ülkede..
Sözü böldü Sait,
- Moskof'la birlik olalım; Bolşevik gelsin kurtulalım.! Acımız böyle dinecek.!
Sait'in kızgınlıkla giriştiği alaylı saldırganlığı sessiz karşıladı Reşat Fuat. Kuru, soğuk bir sesle,
- O yazılanları okuyup da böyle anlamışsanız, neyi anlatabilirim ben size.? dedi.''
(..)
''- Niye bırakmadın, konuşsun.?
Duraladı Sait; ciddi mi söylüyor gibi baktı bir,
- Konuşulmaz bunlarla oğlum, dedi. Valla şeytanı bile kandırır.
Tutamayıp güldü Galip. Bizi de kandıracağından korktun demek.!
- Askeri yargıç dalga geçiyor geçende: Yahu bunların ağzından bal akıyor. Okuyun şu yazıları.! Biz niye bunların yanına geçmiyoruz Sait Bey.? diyor.! Şaka maka kandırır insanı bunlar.!'' (Sayfa: 743)

15 Kasım 2021 Pazartesi

Binbir Gece Masalları Cilt 4/2, Fransızcaya Çeviren: Joseph Charles Mardrus, Fransızcadan Çeviren: Âlim Şerif Onaran

 

ON BEŞİNCİ KİTAP:

*

Şehzade Elmas'ın Harika Öyküsü:

*

''..yüreğimin kabuğundan dökülecek olan sözleri dinle, onları topla ve giysinin eteğine koy.!'' (Sayfa: 403)

*

''Aşk varlığını sezdirmeden kulağımdan geçerek içime sızdı;

Ve bilinmeyen sevgili ile yüreğim arasında ne olup bittiğini anlayamadım.'' (Sayfa: 405)

*

''..kuşkuları yüreğimin çekmecesinde sakladım ve suskunun kilidini dilimin kapısına taktım.'' (Sayfa: 436)

*

''Ve bu öyküyü çok büyük bir dikkatle dinleyen Şah Şehriyar ''Ey bal ağızlı, sana övgüler olsun.! Sen bana acı kaygılarımı unutturdun.! diyerek Şehrazad'a ilk kez teşekkür etmiş.'' (Sayfa: 447)


Özdeyişler ve Nükteler Ustasından Bazı Latifeler ve Nükteler:

*

Cûha: (Mısır, Suudi Arabistan ve Yemen'de Gûha) ya da Cûhi: Nuh Duceyn bin Sabit (Haris) ya da Abdullah olarak da bilinir. İslam dünyasının Nasrettin Hoca'sı. Eski İslam kaynaklarında yüz yıl yaşadığı, Kûfe'de öldüğü belirtilir. Adına ilk kez Câhizî'nin IX. yüzyılın başlarında yazdığı Risale fi'ş-Hakameyn adlı yapıtında rastlanır. Fıkraları Nasrettin Hoca'nınkilerle sık sık karşılaştırılır. (Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi. (A.Ş.O)

*

Günün birinde, dostları ona ''Ey Cûha, yaşamını avarelik içinde geçirmekten ve elinin on parmağını sadece ağzına yiyecek doldurmak için kullanmaktan utanmıyor musun.? Ve de artık bu serseri hayatı bırakıp herkesin yaşamına uygun şekilde yaşamanın zamanı geldiğini düşünmüyor musun.?'' demişler. Onların bu sorularına Cûha hiç yanıt vermemiş. Ama günün birinde, kendisini göklerde yücelere uçurmaya yatkın şahane kanatlarla donanmış ve kuşlara dehşet veren harika bir gagası ve iki zambak sakına benzer ayakları olan büyücek ve güzel bir leylek yakalamış. Onu yakalayınca da kendisine sitemde bulunanlarla birlikte eline bir bıçak alarak taraçasına çıkmış ve leyleğin muhteşem kanatlarını, harika gagasını ve incecik olan güzelim bacaklarını kesmiş ve onu havaya fırlatarak ''Uç, uç bakalım.!'' diye haykırmış Dostları buna çok kızarak kendisine ''Allah belanı versin, ey Cûha.! Neden bu çılgınlığı yaptın.?'' diye haykırmışlar. O da ''Bu leylek, öteki kuşlara benzemediği için canımı sıkıyor ve bakışımı incitiyordu. Ama ben onu şimdi herkese benzer yaptım'' diye yanıt vermiş.'' (Sayfa: 448-449)

Kuşların Başkanı Genç Kızın Öyküsü:

*

''İç çek, ey sabah, ta ki bu iç çekmelerden biri dalgalanarak sevgilinin toprağına yol alsın.'' (Sayfa: 465)

*

''Daha nice zaman, ey zalim, yaramı alaya alacaksın.? Yüce Tanrı, şu koskoca yeryüzünde, senin alaylarının mızrağına hedef olarak benden başkasını yaratmış mıdır acaba.?'' (Sayfa: 469)


''Euklides'in kendisi, benim peteğimin hendesesine hayran olarak bilgilenmiştir.'' (Sayfa: 495)

*

''Aşk, ağır olanı yeğniler. Anladıysan beri gel, anlamadıysan olduğun yerde kal.'' (Sayfa: 496)

*

''Şah Şehriyar, Şehrazad'ın bu öyküsüne, özellikle çiçeklerin ve başta Hüthüt Kuşu'nun ve karganınkiler olmak üzere kuşların şarkılarına hayranlığın sınırında hayran olmuş. İçinden ''Vallahi.! Vezirimin bu kızı benim için büyük bir lütuf oldu. Onun erdemlerini ve niteliklerini taşıyan birisi ölmeye layık değildir. Onun hakkında kesin bir karara varmadan önce, bir süre daha düşünmem gerek. Ve sonra.! Belki de onun hâlâ bana anlatacağı kim bilir daha ne harika öyküleri vardır.!'' diye düşünmüş. Ve ruhunda o güne kadar duymadığı bir coşkunluk duymuş; öyle ki, ansızın Şehrazad'ı yüreğine bastırmaktan kendini alamamış..'' (Sayfa: 505)

Sekizinci Kolluk Amirinin Öyküsü:


''..''İşte dövüşçü karşında.! Kim gelip dövüşecek onunla.?'' diye haykırmış. Genç kız da, herkesin önünde gelip avlunun ortasında halının üzerinde oğlanın karşısında yer almış. O da hemen ''Bizimle birlikte Kaf Dağı'nın tepesine uç.!'' diyerek halıya değneğiyle vurmuş. Halı da herkesin şaşkınlığı içinde, göklere doğru yükselmiş, göz açıp kapayasıya kadar bir zaman bile geçmeden, onları Kaf Dağı'nın tepesine kondurmuş.'' (Sayfa: 563)

ON ALTINCI KİTAP

Deniz Gülü İle Çinli Genç Kızın Öyküsü:


''Bu bahçeden kan ağlayan laleler gibi, aşkın yarasını yüreğimde taşıyarak ayrılıyorum.

Bahtsız o kişidir ki, dünya bahçesinden, urbasının eteğinde hiçbir çiçek taşımaksızın çıkar gider. (Sayfa: 594)

*****

''Şehriyar da ''Yoksa benim zevkimden kuşku mu duymaktasın, ey Şehrazad.! Ben acaba senin sözlerin kulaklarıma akmadan ve gözlerim seni görmeden herhangi bir geceyi geçirebilir miyim.?'' demiş.'' (Sayfa: 605)

Bilgiye ve Tarihe Açılan Pencereler:

*

''Konuş ve ruhunda ne varsa boşalt ki, dinleyenin kulağı bunlarla beslensin.! Kim bilgiyi elde etmişse, büyük bir servet edinmiştir. Ve Nasip Dağıtıcı, isteyene bilgi verir ve zekâ da onun buyruğuyla var olur; ama insanoğulları arasında ancak küçük bir miktarı ruhsal verilere sahip olur.''

*

''Bakışlarımızı bilgiye ve tarihe açılan pencereden dışarı çevirerek yöremizi gözlemleyelim.! Ve oradan eski yüzlerin harika geçişini izleyelim; böylece, bu geçiş dolayısıyla ruhumuz aydınlansın ve ışık içinde yetkinliğe doğru yol alsın.!'' (Sayfa: 646)

12 Kasım 2021 Cuma

L. Frank Baum - Oz Büyücüsü, Çeviren: Volkan Yalçıntoklu


 Arka Kapak:

*
1900 yılında yayımlanan Oz Büyücüsü, yazarı L. Frank Baum’un ifadesiyle “merak ve eğlencenin korunduğu, kederin ve kâbusların dışarıda bırakıldığı modern bir masal” olmayı amaç edinir.
Amerikan edebiyatının ilk masalı olarak görülen eser, 1890’ların Amerika’sındaki ekonomik, politik ve toplumsal durumun sembolik bir alegorisi olarak değerlendirilir ve Batı’daki çiftçilerin durumunu, dönemin altın piyasasını ve İç Savaş’tan sonra çalışamayıp ekonomik sorunlar yaşayan işçileri sembolize eden unsurlar taşıdığı ileri sürülebilir.
Söz konusu alegorik özelliği ve hayali öğeleriyle hem çocuklara hem de yetişkinlere hitap eden bu klasikleşmiş eser, bir kasırgaya kapılan küçük Dorothy ile köpeği Toto’nun Kansas’ın uçsuz bucaksız çayırlarından fantastik Oz Diyarı’na uzanan yolculuğunu ve bu serüvende edindikleri sıra dışı dostları anlatır. Çıktıkları zorlu ve tuhaf yolculukta Korkuluk beynini, Teneke Adam kalbini, Aslan da cesaretini ararken Dorothy’nin tek istediği Kansas’a, teyzesiyle eniştesinin çiftliğine geri dönebilmektir. Ne de olsa insanın evi gibisi yoktur
*
Lyman Frank Baum: (1856-1919): 1856'da New York'ta doğan L. Frank Baum, kariyerine gazeteci olarak başladı. Kırklı yaşlarından itibaren çocuklar için yazan Baum, ilk kitabı Father Goose (Baba Kaz, 1899) ile büyük başarı kazandı. Ertesi yıl Baum'a ''Amerikan masallarının babası'' unvanını kazandıran Oz Büyücüsü yayımlandı. 1902 yılında Chicago'da müzikal olarak sahnelenen eser 1939'da sinemaya uyarlandı ve on yıllardır hem tiyatroda hem de beyazperdede pek çok yapıma ilham verdi.
Baum, 13 Oz kitabı daha yazdı. Ölümünden sonra da diziyi başka yazarlar sürdürdü. Baum'um kendi adıyla ya da çeşitli takma adlarla yazdığı, çoğu gençler için 50'den fazla romanı, onlarca kısa hikâyesi ve şiiri bulunuyor.

ÖNSÖZ
*
Halk bilimi, efsaneler, mitler ve masallar çağlar boyu çocukluğun peşini bırakmadı, zira her sağlıklı çocuk fantastik, doğaüstü ve açıkça gerçekdışı olan hikâyelere karşı faydalı ve içgüdüsel bir sevgi duyar. Grimm Kardeşler ile Andersen'in kanatlı perileri çocuksu kalplere insanlığın yarattığı başka her şeyden daha çok mutluluk getirmiştir.
Ancak eski masallar, kuşaklar boyu faydalı olduktan sonra, artık çocuk kütüphanelerinde ''tarihi'' olarak sınıflandırılabilirler; zira yazarların her hikâyede korkunç bir kıssadan hisseye işaret etmek için tasarladığı bütün o dehşetengiz ve kan donduran olayların yanı sıra basmakalıp cinler, cüceler ve perilere de artık yer vermeyen bir dizi yeni ''masal''ın zamanı geldi. Modern eğitim ahlakı da içerir; bu yüzden günümüz çocukları masallarda yalnızca eğlence arıyor ve hoşuna gitmeyen bütün olayları memnuniyetle bir kenara itiyor.
''Muhteşem Oz Büyücüsü''nin hikâyesi, bu düşünce göz önünde bulundurularak, yalnızca günümüz çocuklarını hoşnut etmek için yazıldı. Bu hikâye, merak ve eğlencenin korunduğu, kederin ve kâbusların dışarıda bırakıldığı modern bir masal olmaya talip.
*
L. Frank Baum, Nisan 1900, Chicago


''..kafamın içinde seninki gibi beyin değil de saman varken herhangi bir şeyi nasıl öğrenebilirim.?
(..)
''Sana bir sırrımı söyleyeceğim,'' diye devam etti yürürken. ''Dünyada korktuğum tek bir şey var.'' ''Nedir o.?'' diye sordu Dorothy. ''Seni yapan Kıtırsoy çiftçi mi.? ''Hayır,'' diye yanıtladı Korkuluk; ''yanan bir kibrit.'' (Sayfa: 16)


''Biliyorsun kafam samanla dolu, işte bu yüzden Oz'dan beyin istemeye gidiyorum.''
''Ah, anlıyorum,'' dedi Teneke Adam. ''Ama neticede beyin dünyadaki en iyi şey değil.''
''Sende var mı.?'' diye sordu Korkuluk.
''Hayır, benim kafam bomboş,'' diye yanıtladı Teneke Adam. ''Ama bir zamanlar beynim de vardı, kalbim de.. İkisini de denemiş biri olarak, daha çok bir kalbim olmasını tercih ederim.'' (Sayfa: 26)


''Sen neden korkaksın ki.?'' diye sordu Dorothy, neredeyse küçük bir at boyunda olan bu koca canavarı merakla inceliyordu.
''Bunu ben de bilmiyorum,'' diye yanıtladı Aslan. ''Sanırım doğduğumdan beri böyleyim. Aslan her yerde Hayvanlar Âleminin Kralı kabul edildiğinden, ormandaki diğer hayvanlar da doğal olarak benim cesur olmamı bekliyorlar. Yeterince yüksek sesle kükrersem bütün canlıların korkup yolumdan çekildiklerini fark ettim. Ne zaman bir insan görsem çok korkarım; ama tek yaptığım kükremek olur ve o da olabildiğince hızla kaçar. O kadar korkağım ki filler, kaplanlar ya da ayılar benimle dövüşmeye kalkışacak olsalar kaçan taraf ben olurdum; ama kükreyişimi duyar duymaz benden uzaklaşmaya çalışıyorlar, tabii ben de gitmelerine izin veriyorum.'' (Sayfa: 31)




''İhtiyacın olan tek şey kendine güvenmek. Tehlikeyle karşılaştığında korkmayan canlı yoktur. Gerçek cesaret, korkmana rağmen tehlikeye göğüs gerebilmektir..'' (Sayfa: 98)


''Şarlatanlıktan nasıl vazgeçebilirim ki,'' dedi kendi kendine, ''hele de insanlar aslında yapılamayacağını herkesin bildiği şeyleri yapmamı isterken..'' (Sayfa: 103-104)

7 Kasım 2021 Pazar

Gülten Akın - Deli Kızın Türküsü, Hazırlayan: Raşit Çavaş


 Gülten Akın'ı Okumak..

*
Bir şairi okumak onun şiirlerini okumaktır. Oysa has şairleri okumak, şiirine kanını, canını, bütün bedenini katmış şairleri okumak, aynı zamanda bütün hayatıyla onu okumaktır.
Gülten Akın'ın siyasi bakış açısını şiirinde bulabilirsiniz. Kuşaktaşları gibi İkinci Yeni'ye ait olup olmadığını merak ediyorsanız, bunu da şiirlerinde bulacaksınız. Elbette doğa, aşk, ayrılık şiirlerinde de, '70 sonrası toplumsal sorunlarla (gözünün önündeki gencecik mücadeleci insanların da tanığıydı) dolu şiirlerinde de, modern şiire halk şiirinden ödünç alıp mükemmelleştirerek şiirine kattığı geleneksel formlarda da aynı Gülten Akın'ı hiç başkalarıyla karşılaştırmadan bulabileceksiniz.
Ülkede yasaklar artıyorsa, çağa ters düşen gelenekler hâlâ sürüyorsa, erkeklik kavramı ve baskısı kadınlar üzerinde hâlâ sürüyorsa, bütün bunlara, sadece ''kara saçları''nı keserek değil bütün dizeleriyle karşı çıkan bir Gülten Akın'ı baktığınız her yerde göreceksiniz.
Gülten Akın'ın duyarlığını şiirlerinden siz de hissedebilirsiniz. Ama bu duyarlıklar, ucuz duyarlıklar değil, kendisini var eden, bütün benliğiyle birlikte bizi de içine alan, çekip çeviren, okurken etkileyen, okuma bittikten sonra da aldığımız şiir lezzetinin yanı sıra bizi de şiirin sonunda değiştiren bir duyarlıktır.
''Ah kimsenin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya'' derken aslında anlamsız bir geçmişe özlem değildir söylediği. O eski günlerdeki güzelliklerin, günümüzün ''bencil hesapların buzlu sularında'' nasıl yok edildiğini söylüyordur o dizelerde. Bu eski günlere özlem dolu bir ağıt değil, yeni günlerdeki bencilliğe, bireyciliğe şiirle yapılmış en güzel (hatta hayli sert) eleştiridir.
Belki de toplum denilen o anlamsız ortalamanın dışında kaldığı için, ''bende bir gülten kaldı / hangi bağa diksem yabancı'' demesi bundandır. Elbette bu ''yabancı''lık, bu uyumsuzluk, bazı eleştirmenlerin baktığında gördüğü gibi karamsarlık değildir. Aksine, karamsarlığı reddeden, gelecekten umut dolu günler bekleyen, belki yaşadığı günleri sevgisiz ve sorunlu gören ama gelecekten de hem kendi umutsuz olmayan hem de bizi kendisiyle birlikte umuda çağıran şiirlerdir bunlar.
Şiirleri seçerken, Gülten Akın şiirine gençlerin ve onu ilk kez tanımaya yola çıkacakların seveceği, Gülten Akın'ı tanımaya uygun olduğunu düşündüğüm şiirler seçtim. Herkesin Gülten Akın'ı kendine. Bir başka seçici eminim bambaşka şiirler seçecektir. (Gülten Hanım, dosyayı gördüğünde, ''ben seçseydim başka şiirler seçerdim'' dedi.) Ama bunlar benim Gülten Akın şiirlerim.
Şiirleri seçerken, Gülten Akın'ın her döneminden, her kitabından, bütün opus'unu örnekleyecek bir seçme yaptığımı sanıyorum. Umarım başarılı olmuşumdur.
1933 doğumlu Gülten Akın, 1995'te, 62 yaşındayken yayımladığı aynı adlı kitabında, ''bir roman kadar uzun bir tümce / -Sonra işte yaşlandım'' diyordu. O kitaptan sonraki şiirlerine baktığınızda, 20 yıl sonra bile aslında ne kadar genç ve diri şiirler yazdığını göreceksiniz.
Ne demiştim başta: Bazı şairlerin şiirlerini değil şairi okursunuz. Bu yüzden, bu kitapta seçtiğim şiirleri okurken, Gülten Akın'ı okuyacaksınız.
Gülten Akın'ın şiirlerini değil, şiirlerindeki Gülten Akın'ı..
İyi Gülten Akın'lar..
*
Raşit Çavaş (Sayfa: 8-9)

RÜZGÂR SAATİ
*
Adam senin böyle ilk gündüzden
Sulayıp biçtiğin çayır çimen
Üç güne kalmaz tazelenir
Adam senin böyle kuşluk vakti
Ürküttüğün serçeler -iş olsun-
Akşama kalmaz unutur
*
Benim bir nokta kırılmışlığım
Gözlerimin ardında büyür durur
*
Aklım ıslıklarla türkülerle
Rüzgâr saatleri evde tutamam
Essin esmesin yollardadır
Rüzgâr saatleri evde tutamam
Serseriler gibi anılarımı
Sokaklar doldurur
*
Tepeden tırnağa bir usanmışlık
Anı ne bellek ne
Bu şehirden bu parktan uzakta
Neresi olsa olur
*
Yorgun çayırlar serçeler, yorgunum
Nasıl taşısam ellerimi şimdi
Damda saçakta bacada bir mavi
Sallana sallana uyur
*
Adam senin sulayıp biçtiğin
Çayır çimen değil bir başka
O makasında suyunda
Oturup kalktığın düşündüğünde
- Öleyim fal değil bilmişlik değil
Gün gibi ortalıkta -
Allahın şeytanın odur (1955) (Sayfa: 11-12)

KÖR AYNADAN İNCE KIZA
*
1.
*
Ben insanı tüm gösteren aynalardanım
Altı yönlü genişliğine derinliğine
Yüzünden ellerinden biliyorum
Yüreğinde tüm sevda
Yüreğin bana karşı
*
Şimdi sokaklarda sersefil düşünceli
Ya da pencerelerde yalnız göz
Gürültüler içinde güpegündüz
- Kanın öyle uzak damarlarından -
Uyusan kimseler uyandıramaz
*
Ilıya ılıya bir yaz gelse
Selim gelse - bak: bu park bu ağaç bu kuş -
Üç yaz tutmuş ellerine dokunsan
Ilıyıp ısınıp çözülsen
*
Senin sular gibi umudun var
Deniz hayvanları gibi kör karanlıkta
Bir küçük yalan ardından günlerce
Bölüne bölüne çoğalır
*
2.
*
Ben insanı tüm gösteren aynalardanım
Altı yönlü genişliğine derinliğine
Nerde o kız küçük ince güzel
Nerde içi içine sığmayan
Bir unuttum ellerini yüzünü
Ne yüreğinde sevda
Ne durur bana karşı
*
Senin sular gibi umudun var
Susuz yosunlar gibi kuytularda
Bir küçücük yalan ardında günlerce
Bölüne bölüne dağılır (1955) (Sayfa: 13-14)

BİR MEVSİM BİR DAL İKİ SERÇE * Son damla mavi gökyüzünde Kendi kendini içiyordu Bir dalda iki garip serçe Bir şeyler kayboluyordu biliyorduk * Bir dalda iki garip serçe İki kişi biribirini anlıyordu - Çiçeklere dokunmak yasak - Bekçi yalan söylüyordu biliyorduk * Güzün teselli kâr etmez Her şey kendiliğinden oluyordu Bir başka mevsimde ağaç Delice yeşilliğinden utanıyordu * Annecik terkedip gitmek istiyordu Şarkının başını unutmak istiyordu Terkedemezdi unutamazdı Biliyordu (1953) (Sayfa: 16)

SONBAHARDA SALI
*
Gün Salı haftanın en uzun günü
Saat diyordu, günün en güzel saati
Hürriyet canım Hürriyet ver elini
Kat kat duvarlar ardında
Kendimi bildim bileli bekledim seni
*
Kayıtsız seyrediyordu yol boyu
Yaprakların düşüşünü üçer beşer
Bilirim diyordu içinden, bilirim
Kişiye istediğini vermezler
*
Yürüdü düşünceleri bozbulanık
Ürkek serçeler geçti başının üstünden
Bir büyük şehrin kalabalığında
Yaşadığını duyuyordu her şeye rağmen (1952) (Sayfa: 17)

HAVADA BİR HOŞ AYDINLIK
*
Havada bir hoş aydınlık bir mavi
Sevgiyse büyük şarkıysa güzel yaşamaksa
Bir yeşil kurt hazla gerinir güne doğru
-----Toprakta
*
Ben şarkıları akıttım sana doğru
İçimdeki ırmağı akıttım
Anlarsan söyleme istediğimi,
-----Ölürüm
*
Bahar gelir alı-al moru-mor
Kuytu yerlerde deli mantarlar biter
Kaya kaya olduğun düşünmez
Yücelerde bir iner bir kalkar
*
Yürekte bir yavru serçe
Çırpına çırpına yorulur
Çay denize gitti gider
Yaban şehirlere giden unutulur
*
Bir yeşil kurt hazla gerinir güne doğru
-----Toprakta
Havada bir hoş aydınlık bir mavi
Sevgiyse büyük şarkıysa güzel
-----Yaşamaksa... (Sayfa: 18)

YAĞMUR ALTINDAKİ ADAM
*
Bir yıldız iliklerine kadar karanlık
Bir adam yağmur altında yalnız
Tahammül edilmez düşüncesine
O inadına yaslanır kayıtsız
*
Ne söyleyecek tek sözü vardır
Ne büyük hikâyesi yaşayanlara dair
Ağır sallanışını duyar yarasaların
Vakit gecedir
*
O çoktan affetmiştir unutanları
Alır götürür gözlerini bir deniz
Bırakır boşluğa kanatlarını
Bir yarasa gece vakti bahanesiz (1953) (Sayfa: 19)

KALDIĞI YERDEN
*
Ne varsa alır götürür bu mavilik
Bu perişan mavilik evler üstünde
Dünyadan habersiz bir böceğin
İlk defa gün vurur gözlerine
*
Birisi bütün düşüncelerinin sahibi
Hatırası kara elleri beyaz
Unutmak istersin unutursun
Gel gör ki yalnızlığa dayanılmaz
*
Sımsıkı bağlı geçen zamana
Dal gibi uzayan gündüzler içinde gözlerin
Gözbebeklerin yıllardır
Kendi kendisinin özleminde
*
Ürpertmez insanı bu saat
Ölüm alabildiğine sıcak
Kaldığı yerden devam eder
Bilinen hikâyesine toprak (1953) (Sayfa: 20)

KENDİ YALNIZLIĞINDA UNUTULMUŞ
*
Ağaç köklerinde böcekler vardı
Topraksa üç mevsim davetkâr
Büyük denizler vardı kuşlar vardı
Benimse düşüncelerimi bağladılar
*
İçesiye seyretmeli alacakaranlığı
Gri denizler üstündeki kuş
Gözlerimi ona bağışlıyorum
Kendi yalnızlığında unutulmuş
*
Bu sonsuz sarılık içinde
Serçeler dilsiz elmalar acı
Eski kıtalar vardı
Sıcak insanlar vardı
Şimdi birbirine yabancı
*
Gündoğuda bir nöbetçi şimdi
Eski kıtalar ardında mahzun
Ellerimi ona bağışlıyorum
Çaresizlik içinde upuzun
*
Dilekler büyütürdü gafil kızları
Azizleri vardı şehirlerin
Yer gök arasında çaresiz kalmışız
Gemiler gelsin eski çağlardan
Gemiler dolusu aydınlık gelsin (1952) (Sayfa: 21)


KADINSI
*
...Şimdi bilmem kaçıncı paralelde
Kuru topraklara yağmur yağıyor
Bir filmin orta yerinde kaç gecedir
Uzanıp elimi tutuyorsunuz
*
Elimi her sefer bir şey için
Elimi her sefer bir kere tutarsınız
Sonra bütün davalarımla ortalıkta
Sonra olanca kalabalığımla yalnız
*
Hava ve deniz arasında
Ekmekle barış arasında
İnanın hepiniz varsınız
Sonsuz şeyler uğruna mesela
Kırılıp dökülen şeyler uğruna
Kendinizi ne çok aldattınız
*
Dağlar bildiğince yüksek olsun
Gözden uzak tutamam sizi durun
Yaşamak küçük aldanışlarla güzel
Ölümü alın götürün (1954) (Sayfa: 22)

UZUN YAĞMURLARDAN SONRA
*
Sen yağmurlu günlere yakışırsın
Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler
Islanan yapraklar gibi yüzün ışır
Işırsa beni unutma
*
Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün
Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra bir gün
Bir yer sızlar yanar içinde büsbütün
Her şeye rağmen ellerin üşür
Üşürsen beni unutma
*
Yeni dostlar yeni rüzgârlar gelir geçer
Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular
Kahredersin başın önüne düşer
Düşerse beni unutma (1954) (Sayfa: 23)

KESTİM KARA SAÇLARIMI
*
Uzaktı dön yakındı dön çevreydi dön
Yasaktı yasaydı töreydi dön
İçinde dışında yanında değilim
İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi
Bu nasıl yaşamaydı dön
*
Onlarsız olmazdı, taşımam gerekti, kullanmam gerekti
*
Tutsak ve kibirli - ne gülünç -
Gözleri gittikçe iri gittikçe çekilmez
İçimde gittikçe bunaltı gittikçe bunaltı
Gittim geldim kara saçlarımı öylece buldum
*
Kestim kara saçlarımı n'olacak şimdi
Bir şeycik olmadı - Deneyin lütfen -
Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım
Günaydın kaysıyı sallayan yele
Kurtulan dirilen kişiye günaydın
*
Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi
Bir yaşantı ile karşılayanlara
Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum (Sayfa: 24)

O ELİNDEKİNİ
*
Ellerim tutmanın elleri gözlerim bakmanın
Benim değil ayaklarım yürümenin
Solumaya bir yerlerim sevmeye başkası
Ben yaşamanın olmalıyım öyleyse, değilim
*
Benim yaşamam mı ne, belki de şu:
Kesin bir şiirde kendi gibi olmak
Bir kapı hep nasıl açılır hani o
Yok bir değişmesi esnemenin hani
Ayna ayna, yankı yankı, akarsu su
Yaşama, hani apaçık ya işte o
O elindekini bitir gidelim
*
Biter bir yenisi gelir o elindeki mi.?
Benim yaşamam mı.? Ne gezer canım
Hep böyle kesin mi düşünür isterim
Bir şey aktarır gibi bir elden bir ele
Hayat hep birden ne istediğini bilmemeye
O elindekini bitir gidelim (Sayfa: 25)

BAŞKA YAŞAMA
*
Durdu rüzgârda sallanması
Durdu damarlarınızda kan
Çektiler karanlığa varlığınızı
İttiler aydınlık aşktan
*
Sizi sevdiğiniz havalara götürdüm
Bir yanınızı buldum usulca dokundum
Eğilip söyledim ben size, söyledim
Böyle bırakmayın kendinizi
*
Kaçtıkça kendinizden kendinizden
Dışarıya adandıkça
Çoğaldı güçsüzlüğünüz
Tutmadı kıskançlık sokaklardaki
Odalarda sevgi tutmadı
Yoksul ölümlere öldünüz
*
Ağaçtan maviden denizden uçar
Kendinden uçamaz kuş
Tutunmak ne yeryüzüne aşka
Ölümden korkmak ne
Başka yaşamalar var ucunda
Daha bir aydınlık bir kurtulmuş
*
Durdu rüzgârda sallanması
Durdu damarlarınızda kan
Çektiler karanlığa varlığınızı
İttiler aydınlık aşktan (Sayfa: 26)

YALNIZLIK CAMLARI
*
Açıktayız gözlerimizin ardı kapkara
Bir ayrılışta yıkılıyoruz
Bir ayrılışta bağlarımız kopuyor
Burası İstanbul
*
Bazı adamlar var şaşıyoruz.
Avuçlarındaki sıcağı nasıl
Düzenlerini nasıl yitirmiyorlar
Şaşıyoruz burası İstanbul
*
Akşam kuşlarını İstanbul’un
Damlar üzerinden bir kaldırıp
Başka damlara konduruyoruz
Bu camlar yalnızlık camları
Dışardan yukardan gözlerimizle
Bu camlara yağmur yağdırıyoruz. (Sayfa: 27)

KAPLAN
*
Tutman gerek kara köşelerinden ağır bu
Tutman gerek bir kez daha güçlenmeliyim
Ölümlerle o insanca yıkıntılarla gelen
Kışı başka nasıl durdurabilirim
*
Yalnızlık bakımlı otlar arasında
Kendiliğinden açan çiçek
Bir öğle kalabalığında yolda meydanda
Türlü şaşkınlıklar arasından
Yürüyen sarı ellik sarı atkı
Varsa da bir, bu benim
*
Güven mi o ağaç ayaklarıyla gelen
Yahut benim gittiğim boşalmış yerlerimden
Boşalmış hani ummaz - Belki de uman hani -
Güven mi, doldurursun becerikli ellerin
Ben sana güvenirim
*
Sevgi mi kaplan duruşlu
En büyük parçayı kendine ayıran
Bir kendi gözünün ışığında
Biçimsiz yağmurlar yağmurlar yağdırıp
Bütün ateşleri söndüren
- İnsan daha güç durumda olamaz
Bilmem ki ne diyeyim. - (Sayfa: 28)

AŞK
*
Sıfırda insancıl yaşamamız başladı
Sıfırda koptun kayboldun aradık
Sessiz ya da rüzgârlı kıyılardan
Sana seslendik kör kuyu
Yokluğun orda çiçeklerde
Dünya seninle de sensiz de aydınlık
Başka tutkularımız var beraber yalnız
Yokluğun orda yaşamamızda
*
Varlığın orda, yoksa gecelerimiz bizimdi
Ellerimizi bir yere koymayı bilirdik
Ağlamayı bilmezdik kendimizi öldürmeyi
Varlığın orda yaşamamızda (Sayfa: 29)

GÜVERCİNLİ KADIN
*
Bu yığınla boş göz içinden
Bu alayla eğlenmeye aç
Varlığınızın bir gizli köşesi olmalı
Rahatça kaçıp saklanıyorsunuz
*
Beraberliğiniz kimselerde yok
Kadınlığınıza seslenince ürkek
Dostluğunuzu tuttular mı cesur
Nerde geçirdiniz tüm ömrünüzü
Böyle karalanmamış çocuk
*
Elleriniz ne güzel güvercinleriniz
Sizi bıraksalar ha ne dersiniz
Olanlara şaşmamak size vergi
Bu kahrolası şeytan işi
Bitişleri başından duymanız. (Sayfa: 30)

ÜŞÜMEKTEN DEĞİL KORKU
*
Yorgun savaşçılarız, yengiler eskitti bizi
Utanırız tadına varmaktan içkilerimizin
Biri bütün güneşleri toplar, vermeye bekletir
Üşümekten değil korku, ısınır olmaktan
Yorgun savaşçılarız, sevgiler ürküttü bizi
*
Tutulmuş dağ yolları oklar ve tuzaklar
Biri dostluk adına bağışlar çirkinliğimizi
Düz yollara düşeriz yeniden oksuz ve tavşansız
Yılgın savaşçılarız, sevgiler ürküttü bizi (Sayfa: 31)
*
AYIKLAMA
*
Sokulurlar dalgınlığa, gövdeleri ıslak
Sayısız kolları yapışkan
Onlar gizlice çoğalırken
Ne çıkar ayıklamaktan
*
Getirip yığıyor rüzgâr
Bir yandan, bir yandan, bir yandan
Şaşkın ellerimle, yorgun ellerimle
Ne çıkar ayıklamaktan
*
Saçları kollamalı bir yandan
Yüzleri kollamalı bir yandan
Sıkıntıyı kollamalı bir yandan
Bu bir avuntudur, yoksa
Ne çıkar ayıklamaktan (Sayfa: 32)

KİM NEYİ
*
Bütün kapılar tutulur, uzun aralıklar
Usulca çekilir karanlığa, okşanır
Bir inanç, bir küpe, bir renkli cam bardak
Sezilsin peki, ama bilinmesin
Kim neyi kurtaracak
*
Az şeylerden koca gürültülerle
Karışılır dünya gürültüsüne
Bir sürçme, bir dolu bakış, bir dostluk
Birden ta yanında o kaçak
*
Sezilsin peki, ama bilinmesin
Kim neyi kurtaracak
*
Dünyanın kedisi incecik kapıya
Çizikler, vuruşlar, tırnaklar
Ölünsün yumuşak ellerle, tüylerle
Açılmayacak, açılmayacak
*
Sezilsin peki, ama bilinmesin
Kim neyi kurtaracak
*
Bir mutlu iğnenin yeri bu
Üç görkemli kedi şurada
Donsun kıpırtısız, sessiz
Deli kız kendiyle kalacak
*
Sezilsin peki, ama bilinmesin
Kim neyi kurtaracak (Sayfa: 34)

İLKYAZ
*
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
*
Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler
*
"Memelerinde biraz irin, biraz balık ve biraz gözyaşı
Bir dev oluyorsun deniz deniz deniz
sisin dere ağızlarından sokulup akşamları
Fındıklarımızı basıyor
Neyleriz kararan tomurcukları
Çocuklarımıza yalvarıyoruz: Aç durun biraz
Tecimenlere yalvarıyoruz:
Bir "Hotel" bir gizli evlenme az çiziniz
Bir banka az çiziniz bir yalvarma
Bizden size ve sizden dışardakilere
*
Karılarımızı yolluyoruz tırnaklarını kesmeye ve demeye
- Evet efendim -
Çocuklarımızı yolluyoruz dilenmeye
Bizler gidiyoruz yatağımız tanrıya emanet
Yazların motorlu çingeneleri
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
*
Baba evleri, ilk kez girilen ırmağa dönüş
Toprağa tutku, kendinden dolayı
Kulaklarımızı tıkıyoruz: Para para para
Kulaklarımızı açıyoruz: Kavga kavga kavga
Sorar belki biri: Kavga ama neden kavga
Komşumuza sonsuz balta, karımıza yumruklar içinde
- Bilmiyoruz neden kavga.
*
Sonra kasabanın cezaevinde
Silgimizi göz önüne yerleştiriyoruz
Günlerimizi iterek genişletiyoruz
Yer açıyoruz karılarımızı düşünmeye
Bizsiz geçen menevşeyi düşünmeye
*
Durup ince şeyleri anlatmaya
Kimselerin vakti olmasa da
Okulların kadın öğretmencikleri
Tatil günlerini çoğaltsalar da
Kutsal nemiz varsa onun adına
Gözlerimiz için bağlar dokusalar da
Birikimler ve çizgiler gitgide gitgide
Açmaya ilkyaz çiçekleri
*
Bir gün birileri öte geçelerden
Islık çalar yanıt veririz (Sayfa: 35-36)
OĞLANIN TÜRKÜSÜ
*
Bizim erkeklerimiz
Dört mevsim bahar gibidir.
Sevişirken yeniden doğar gibidir
Al atla savaşa girer gibidir
Güzel olur çocuklarımız
*
Çokturlar, çabuk boylanırlar
Bir aylıkken güler, ikisinde türküye dururlar
Beşinde sığırtmaç, yedisinde sevdalıdırlar
On birinde düğüne ve rakıya ve mavzere
Olursa kır, olmazsa doru.
Yirmisinde, dokuzu bir meydanlarda ölürler
*
Ey gerçek sesimiz ey büyük kavga
Umut iki midir, bir midir.?
Düşman şaşkın mıdır, kör müdür.?
Kurşun yediveren gül müdür.?
Vurulan ölmüyor, bu nasıl vurma.?
*
Ey gerçek sesimiz en büyük kavga
Dağlarda suskunluk sürmeli midir.?
Hayınlara aman vermeli midir.?
Marşlar alanlarda durmalı mıdır.?
Sesi iletmiyor, bu nasıl hava.?
*
Derken, mutlu uykulara yatamayanlar
Yirmilerde yâr elini tutamayanlar
Dağa başlarlar.
Dağa başlarlar, çete düşlerler
Burda olmazsa orda
Vurur gider yadellere varırlar
*
Bu gerçek sanımız, bu büyük sevda
Sabah ılımında üveyik midir.?
Akar suda kayık mıdır.?
Bir alaca geyik midir.?
Çeker götürür kana.
*
Haksızlık nerde olursa olsun
Zulüm nerden gelirse gelsin
Barışla, sevgiyle olmayacaksa
Ey gerçek sesimiz, ey büyük kavga
Yankılan dağdan dağlara
Yankılan dağdan dağlara (Sayfa: 38-39)
ŞU GİDEN ATLIYA TÜRKÜ
*
Ben demedim mi
Hazırlandılar
Onların yüz bin kolları var
Kırbaçları sert, yamçıları sağlam, atları kavi
Yeğin git kese sür atınla birleş
Ben demedim mi
*
Ben demedim mi
Tekin değil koyaklar, dağ yamaçları
Yağmur yağar ki sis basar ki kurt iner ki
Ay bulanığında gümüş rengi çakallar
Ben demedim mi
Yalnız gitme demedim mi
*
Çiğdeme sor, çeşmeye sor
Tek açan menevşeye sor
Ayrılık getirir ayrılıklar
Birleş demedim mi
Ben demedim mi (Sayfa: 40)
O KADINLAR İÇİN BEŞLİ SEKİZLİ
*
1
*
Canıyla ayrılık sürer
Kendi ölümünü kendi doğuran
Kocamız ilk oğlumuzdur
Güderken bizi tanrı adına
Yüreği kamaşır huysuzluktan
*
2
*
Derin bir boşluğu söylesin diye
Adımızı e ile a ile çağırırlar
Sesimiz kendi göğsümüze içerden
Çarpa çarpa incelmişse
Denizlerimiz sığ dağlarımız düzse
Nasıl yankı veririz
*
3
*
Sordu dışarıdaki: – Kaç kişisiniz.?
İçerdeki yanıt verdi:
– Siz kaç kişisiniz.?
Ya biz nece kişiyiz biz
Sayılara girmeyenler
Kuşumuz ne renktir, rüzgârımız nerde
Neden gizli çıkarırız kuzularımızı
Yaylaya güzleye (Sayfa: 42)
SESLİ AĞIT
*
Kim attı bu tuzu çocuğumuzun sütüne
Sularımızı bulandıran kim
Hey kim var orda.?
*
Masal mı yaşıyoruz bu kaçıncı çağda
Elmamıza tarağımıza zehir
Nerden girmiş olabilir.?
*
Gün ışığı çağrısız geliyor odamıza
Kaldırıp götürüyor elimize bir kazma
Bir kalem veriyor zorla
arabalar dolu geçiyor dolu geçiyor
itiyorlar gidiyoruz yokuşlara koşulmaya
Kırk haramilerden kaçırdığımız geceyi
Ninnileyip uyutuyoruz kollarımızda
Oysa okşayıp sallayacaktı
Uyutacaktı kollarında kim kimi
*
Ölüleri yürütüp götürüyorlar
Uzun törenleri unutmamacasına
Yel mi çıktı bir üfleyen mi var
Oysa diriler dolaplarda
Bu soluğu uzun da kim
Düzgün dosyaları kıpırdatan
Hey, kim var orda.? (Sayfa: 43)
ANNESİ ÇALIŞAN ÇOCUĞUN AĞIDI
*
Attım. Boyalar ne işe yarayabilir
Yalnızlık için karadan başka
Hangi rengi kullanabilirim
Kuru masa, donuk tavan, somurtuk halı
Solgun durmalı resimlerim
*
Pencerem kuşları çekmiyor
Soluğu azaldı nergislerin
Üç tarak olsa taranmaz Yuku-Lili'nin saçları
Ben annesi çalışan bir çocuğum
*
Yollarda damlarda eski yazdan kalma
Mavi çizgileri kar gelir kapatır
Sustum. Sevincin sesleri de
Bir iki deneyip susacak
Duvar diplerinde kedisel çığlıklar
Bahçelerde çirkin kasımpatları açmalıdır (Sayfa: 44)

YÜKSEK EVDE OTURANLARIN TÜRKÜSÜ
*
Evleri yüksek kurdular
Önlerinde uzun balkon
Sular aşağıda kaldı
Aşağıda kaldı ağaçlar
*
Evleri yüksek kurdular
On bin basamak merdiven
Bakışlar uzakta kaldı
Uzakta kaldı dostluklar
*
Evleri yüksek kurdular
Cama, betona boğdular
Usumuzdaydı unuttuk
Topraktan uzakta kaldı
Toprağa bağlı olanlar (Sayfa: 45)


BEBEK İÇİN KARŞILAMA
*
Geçirdin son güzü, yeli, yaprakları
Sırta omuzlara vuran güneşi
Geçirdin köklere çekilen özsuyu
Kardan önce geldin
*
Askerler çeksin asma köprülerini
Azgın sular üstünden
Silah bırakılsın demiş olabilirsin
Örtüp üstlerine kaputlarını
Kaygusuz uykularda üç gün üç gece
Dördüncü gün oyuna dursunlar diyebilirsin
Belki Güney Amerika, Asya ve Afrika
Ve Ortadoğuda
Halklar kendi marşlarıyla yürüsün dedin
Ama geç geldin geç geldin
*
İlerde, daha ilerde
Bir gün olacaksa da
Henüz hiçbiri olmadı istediğinin
Yeni yeni yöntemler buluyor
Dünyanın kiralık beyinleri
Çok paralı efendilerine
Çok yoksul tutsaklar iki dizleri üstünde
Ellerini bir parça oynatmayı düşünmeden
Tanrıya yakarıyorlar
*
Tanrıyı bir milyarder kılığında
Başkan kılığında
Papamız kılığında bazan
Çokça da general kılığında görüyorlar
Ellerini indirmiyorlar daha
Tutunmuyorlar biribirlerine
*
Bir gün tutunacaklar
Bir gün başları yukarda
Yüceltip kendileri kendilerini
İnanacaklar yalnız kendilerine
Bunun için
Onlara yol göstermelisin
Çok beklendin ama geldin
Ama hoş geldin (Sayfa: 46-47)

RED
*
Yırttı yüzlerce dizesini
Çekti duyulan şiirlerinden adını
Sildi şiire dönüşen sözleri
Yüreğinden
*
Kendi bedenine tutkunlar ey
Kendi aydınlığını sevenler ey
Yorgan gibi bürünüp geceyi
Kendi sıcağında uyuyanlar
Bu nedir bu nedir, bir gececik ozan
Yazdı ama size değsin istemedi
Sizi değmez gördüğündendir
Reddeti güzelim şiirlerini
Sizi reddetti (Sayfa: 65)
GÖRÜLDÜ
*
“Görüldü” kimi özlediğimiz
Neyi sevdiğimiz, istediğimiz “görüldü”
Öfkeliysek hangi dağlara vurup
Kederliysek hangi suları izlediğimiz
“Görüldü”
Selamımız ve dikenlerimiz
*
İçimizde, derinde
Derin denizlerin yaslı göllerin dibinde
Bir umumuz vardır sileriz
Parlatırız gece gece
Damgasız işaretsiz (Sayfa: 66)
SEVDA KALICIDIR
*
Kayboldum
Bir köpeğin bir çocuğu beklediği gibi
Hasretle kamaşık yüreği
*
Kayboldum
Bağırırlar, seslerinin yankısı
Dönemez bir türlü
*
Kayboldum
Çevrilir sayılar sonuncuya değin
Ansımaz sonuncu kaçtı, biter telefon
*
Kayboldum
Herkesin adı okunur, düşmüştür onunki
*
Kayboldum
Yıllarca beraber uyumak uyanmak
Suya ve ekmeğe uzanmak birlikte
Tartışmak, küsüşmek, sevişmek
Ama sevda nerde sevda nerde
*
Kayboldum
Kimlere hüzündü kimlere nostalji
Kimler tutkun idi kimler unuttu
*
Siz hepiniz ölüleri ve mezarları seversiniz
Çoğa sürmez bir gün ben de beklerim (Sayfa: 74)
AKVARYUM
*
Yok saymalıyım artık geçip gittiğini
Ve giderken önüme uzattığın
Hayatın kıyısında
Gizlice görüvereceğim
O birkaç dirhem eskimez gümüşü
*
Yok saymalıyım, karşılıksız ve cömert
Ismarlamadığım, biriktirilmiş
Çiçek izlerini
Çünkü yansız ve renksiz durayım isteniyor
*
Törenler ardarda törenler düzenlense
Ülkenin tüm çılgınları geçse önümden
Durmalıymışım
Belki ben durduğumda
Müzmin bir acemisi olarak hayatın
Öyle kendiliğinden
Yağmur kabartır kirleri
Kar temizler
Mi acaba
*
İyi ki şimdilerde
Yeni keşfedilmiş ülserimle
Bu tuzsuz ve edilgen akvaryumda
Başarılar dileyerek
Vizit defterine geçti adımı doktor
*
Böylece tarihten kovulmak
Ustaca gerçekleşti denebilir
Ne sille ne tokat ne devrim ne kargaşa
Bir dizi bitirim incelik eşliğinde
Örtün öleyim şimdi.. (Sayfa: 79-80)
DEDEM ÖLDÜĞÜNDE
*
Dedem öldüğünde
Yüz sürerek ayaklarına
Vedalaşmıştı ninem
*
Annem incecik bedenine
Deli vuruşlar indiğinde
Ağzından çıkan sözcükler şunlardı
“Bağırma, duymasın kimse”
*
Beni eğitmek içinse
Elini kullanmadı birileri, hayır
Buna teşekkür mü etmeliyim
Bir var ki alttan almalıymışım onlara göre
Bana yöneltilene karşılık
Bir aşağda olmalıymış sözlerim
*
Öldü barbar de köle de, ölsün
Toprağa karıştı zalim mazlum
Sabrı örseledi öfke, aşındı kendisi de
Egemene karşı evde dışarda dünyada
Şimdi sözüm davranışım özgürce, eşit eşite
Bunu çocuklarımızdan öğrendim (Sayfa: 82)
ÇOCUKLARI EŞİT TUTUN
*
Has ipek yanında pamuk giyinenler
Eşit tutulmayan çocuklar o güller
- Çocukluk aman çocukluk -
Üstünlüğün büyüsüne yanar dönerler
Sonra dar gelir utkular övmeler
- Çocukluk aman çocukluk -
Ağızlarındaki balı
Yaşama çılgınca tükürürler
Verseniz verseniz sevgiler az gelir
Sevgisiz sitemsiz öfke göllerinde
Ölürler (Sayfa: 83)

SENİ SEVDİM
*
Seni sevdim, seni birdenbire değil usul usul sevdim
"Uyandım bir sabah" gibi değil, öyle değil
Nasıl yürür özsu dal uçlarına
Ve günışığı sislerden düşsel ovalara
*
Susuzdu, suya değdi dudaklarım seni sevdim
Mevsim kirazlardan eriklerden geçti yaza döndü
Yitik ceren arayı arayı anasını buldu
Adın ölmezlendi bir ağız da benden geçerek
Soludum, üfledim, yaprak pırpırlandı Ağustos dindi
Seni sevdim, sevgilerim senden geçerek bütünlendi
*
Seni sevdim, küçük yuvarlak adamlar
Ve onların yoğun boyunlu kadınları
Düz gitmeden önce ülkeyi bir baştan bir başa
Yalana yaslanmış bir çeşit erk kurulmadan önce
Köprüler ve yollar tahviller senetler hükmünde
Dışa açılmadan önce içe açılmadan önce kapanmadan önce
Nehirlerimiz ve dağlarımız ve başka başka nelerimiz
Senet senet satılmadan önce
Şirketler vakıflar ocaklar kutsal kılınıp
Tanrı parsellenip kapatılmadan önce
Seni sevdim. Artık tek mümkünüm sensin (Sayfa: 84)

TUHAF BİR AŞK
*
Kırılıyoruz, ya sen ya ben
ya da kırılmışlığımız
öyle derin öyle onarılmaz
bir yol arıyor yüzeye vurmak için
bir bahane. Onarılamıyoruz
onaramıyoruz, ekimiz görünmeden
sen ve ben
*
aramıza gerilen sahte deri
katılaşmış, çatlayabilir ancak, çatlıyor
sızıyor kan senden ya da benden
bazen ikimizden
*
bilemiyoruz yaşamayı severek
ve sevmeden
belki hem severek hem sevmeden
*
böyle parçalanarak dağılarak
mı ölünür.?
dünyaya bir bütünlük bırakmadan
oysa ölüm bile usul usul
yaşama benzer yaşama benzer (Sayfa: 90)
SAKLAYAN KADINLAR ŞİİRİ
*
O telefona çıkma, o kapıyı açma
ona dokunma
sarnıcı besleyen suyu sonsuza
sakla, sende sürsün aşk (Sayfa: 92)
TAŞ
*
Dar günlerde usulca seslenişe
usul bir yankı arayan
umutsuz susarsa
taş kesilir dünya da
*
büyürüz
silahlar ölçmese boyumuzu
büyürüz erik
büyürüz badem
büyürüz akasya
elbet büyürüz
geç olmadan, sonsuz geceye girmeden
herkes döktüğü kederi toplasa
*
Sezen’in sesinden fado dinlesek
hangi dala düşer güneş
çiçeği söylese
bir gün konuşmadan bile bir
anlaşsak
ölüm o pervasız zalim
senin de odanda konukken
sen neyin zalimisin.? (Sayfa: 104)
AH ÜLKE
*
Demir akkor halinde, esas demirciler
yedi kat yerin dibinde ve görünenler sahte
önce evliyalar gibi resim veriyorlar
çerçeveden bir çıkınca bir çıkınca
kolları uzanınca örse
üstünde alanlar dolu zambak
vuruyorlar, vuruluyor düşüyor
zambak dönüşüyor lâl'e
*
Ferhad'ın kesik kolları bir değse toprağa
su uzakta birikiyor hâlâ
söylenti bu, kulaktan kulağa
Mavi Kuş'un sahibi esas demirciler
bir gün masallardan dönecekler
- şimdi mi, burda mı, bu durumda mı.?
şimdi aşk bile zorba (Sayfa: 105)

Giovanni Scognamillo - Türk Sinema Tarihi (Kabalcı Yayınları)

  ÖNSÖZ, Giovanni Scognamillo * Bir tarih kitabını yazmak -ister bir çağın, bir ulusun ister bir sanatın tarihi olsun- sadece o çağın, ulusu...