GİRİŞ NEREDEN NEREYE.? |
Nautilus |
*
''..Öğretme memelilerde yoğunlaşmıştır. Ve güçlü bir belleğe sahip olan insanın anaatalarında (dil öncesinde) ''dayakla'' (acıyla) koşullandırma biçimini alabilmiştir. Dilden sonra ise, bu kötü alışkanlığın yanı sıra, sözle öğretme gelişecektir. Öyle ki ''sözle koşullandırarak'' öğretme biçimini alacaktır. Acıyla ve öcüyle koşullandırma.! Böylece sistemli ideolojik koşullandırmaya dek varacaktır.'' (Sayfa: 72)
*
''Australopithecus cinsi içine sokulan irili ufaklı türlerin kafatası parçalarının ve iskelet kemiklerinin bulunuşu sürdü gitti. Bunlaradan en coşku yaratanı (1974'te) Fransız Maurice Taieb ile Amerikan Donald Johnson'un yönettiği ekibin buluntusuydu. Böylece ''Lucy'', Doğu Afrika'da, Etyopya'nın Hadar bölgesinde bulundu. Bu ad ona, bulunuşunu kutlamak için o akşam verilen şölende dinlenen, Beatles grubunun bir müzik parçasında geçen kızın adından esinlenilerek verilmişti: ''Lucy şimdi yıldızlar arasında''. Çünkü buluntu, yetişkin yaşta ölmüş bir dişinin (neredeyse eksiksiz) iskelet kemiklerinin fosilleriydi. Daha sonra Australopithecus afarensis bilimsel adı konacak olan Lucy, 3,7 milyon yıldır gün ışığına çıkarılmayı beklemişti.'' (Sayfa: 76)
*
''Bulunduğu yerin adından gidilerek ''Nariokotome Oğlanı'' da denen kişinin kan zehirlenmesinden öldüğü sanılıyor. Ölüm acıları içinde nereye gittiğini bilmeden yürürken bataklığa saplanmış. Bataklık, bakterilerin cesedini sıfırlamasını önlemiş. Böylece insanlığın bir kaybı, İnsanlık Tarihi'nin bir kazancı olmuş. Eksiksiz iskeleti, erectus hakkında kesin bilgilerimizin kaynağını oluşturmuş. ''KNM-WT-1500'' olarak bilinen bir başka erectus fosilinin ise fazla karaciğer yemekten kaynaklanan Hypervitaminosis A (Avitamini fazlalığı) hastalığından öldüğü saptanmış. Bu bilgi ise topluluğunun etle beslenmekten öte avcı olduğunu gösterir.'' (Sayfa: 79)
*
''Kenya'daki erectus topluluklarının 1 milyon yıl önce arkalarında bıraktıkları izlere göre, Homo erectus, ateş kullanmış, elbaltaları, bolataşları gibi (standart) araçlara geçiş yapmıştır. Ve insanlığın barınak olarak kullandığı ilk yapıların kurucusu olmuştur. Damaktaki kubbeleşme belirtisine bakılarak (kesin olmamakla birlikte) konuşabildiği ileri sürülüyor. Richard Leakey, ana babasının bakımı olmadan yaşayamayacak derecede ''kendine yetersiz bebek'' olgusunun onunla başladığı kanısında.'' (Sayfa: 80)
*
''Homo erectus türünün ''yeni'' alttürünün ''Sinanthropus'' ırkının 40 kadar üyesinin kemiklerinin incelenmesi sonucunda, haklarında bildiklerimize yeni ve önemli bilgiler eklendi: Ancak 20-30 yaşlarına dek yaşayabildikleri anlaşıldı. İçlerinde çok az sayıda kişinin 50 yaşına ulaşabileceği çıkarsandı. İyi avcılar oldukları (mağaralarındaki 3 bin geyik kemiğinden) anlaşıldı. Bundan gidilerek ''takım avı'' örgütledikleri sonucu çıkarıldı. Cinsel ikibiçimlilik gösterdikleri saptandı. Buna dayanılarak avcılığı erkeklerin üstlendiği sonucuna varıldı.
Homo erectus türü, eldeki verilere göre, zamanımızdan 1 milyon yıl önce Arkaik Tipte Homo sapiens türüne, o da 200 binyıl ile 150 binyıl öncesi arasında evrim göstererek Çağdaş Tipte Homo sapiens alttürüne dönüşmüş.'' (Sayfa: 81)
''İspanya'daki Altamira Mağarası 1879'da, amatör bir arkeoloğun kızı tarafından bulunmuş. Önceleri, Picasso'nun resimlerini anıştıran çizgileri nedeniyle, yakın tarihlerde uçuk biri tarafından çizildiği sanılmış. Sonra, 12 binyıl öncesinden kaldığı anlaşılınca, coşku ve sansasyon yaratmış. İçinde 25 bizon, 3 erkek yabandomuzu, 3 dişi geyik ve 1 kurt; sarı, siyah, yeşil renklerle boyanmış. Şenlikli ve renkli bir mağara.!
Bu ''tipik'' denebilecek mağara sanatı örnekleri bulunan mağaraların dışında, çeşitli bakımlardan sıradışı özellikleri olan şu mağaralara bakın: Perch-Merle [Perş-Merl] mağarasında, at resimleri yanı sıra negatif el baskıları bulunmaktadır. Bunların, ağza sulu boya ya da yağlı boya alınıp elin üstüne püskürtülmesiyle oluşturuldukları anlaşılıyor. Fransız Pyrene Dağları'ndaki Gargas Mağarası içindeyse böyle 200 el izi saptanmış. İzlerin birçoğunda birkaç parmak eksik.! Bu durum taş araç yontuculuğunun ve avcılığın gerçeğini yansıtıyor olabilir. Ama Avustralya Yerlileri'nde saptanan (yiten her bir yakının anısına parmaklardan bir kıvrım uçurmanın (ampütasyonun) ürünü olmaları olasılığı da var. Aynı mağaradan Venüs'lerin ele geçirilmiş olması, onu kullanan topluluğun oldukça yoğun bir tinsel kültüre sahip olduğunu gösteriyor.
Pozitif ve negatif el izleriyle, Avrupa Yukarı Paleolitik topluluklarının konakladıkları yerler dışında, dünyanın çeşitli bölgelerinde karşılaşılıyor. Avrupa'dakilerle hiçbir fiziksel ya da kültürel bağlantısı düşünülemeyecek bir yerdeki, Arjantin'in Santa Cruz bölgesindeki Rio Punturas resimleri bunlardan biri.
Güney Afrika'da Klasies Irmağı'nın denize ulaştığı koyda su altından girilen Cosquer Mağarası resimleri zamanımızdan 25 binyıl ile 17 binyıl arasına yerleştiriliyor. En eski resmin ise 31 binyıllık olduğu saptanmış. Bunun anlamı Yukarı Paleolitik kültürün ilk temsilcilerinin Avrupa'da değil Afrika'da ortaya çıkmış olabileceğidir. Cosquer Mağarası'nın resimlerinin denizaltı faunasını (deniz hayvanlarını) göstermesi kara avcılığı ve toplayıcılığı ile su avcılığı ve toplayıcılığının maddesel kültürlerindeki farkın simgesel kültürlerindeki yansımasıdır. Bu mağaranın resimleri içinde en çarpıcı olanı (çoğu mağara resimlerinde yansıtılan, genellikle hayvana yönelik şiddeti değil) insanın insana yönelik şiddetini yansıtanı: Ölümüne yol açan silahlarla birlikte gösterilmiş vurulmuş bir insan resmi.! (Sayfa: 183-184)
*
''..derinin altına çizilip boyanması tekniği olan döğmelerin somut kanıtını da Neolitik'ten (ileride ele alınacak olan, Tiroller'de 4-5 binyıl önce donarak buzul içinde zamanımıza kalabilmiş ''Ötzi'' olarak adlandırılan buluntudan) elde etmiş bulunuyoruz.'' Bu göreneğin geçmişinin de Aşağı Paleolitik'e kadar dayanmış olabileceği düşünülebilir.'' (Sayfa: 185)
Yukarı Paleolitik ''sanat'' yorumları:
*
''Mağara sanatı'' buluntularının, en güzellerinin en son yapılanlar olacağı (evrimci bakışla) düşünülmüştü. Bu görüşün ışığında, bu görüşü destekleyen tarihlemeler yapılmıştı. Resimle buna göre kronolojik bir sıraya sokulmuştu. Buna uygun yorumlar geliştirilmişti. Derken, 1994'te bulunan bir mağaranın resimleri, o zaman dek geliştirilen yorumları altüst etti.
Güney Fransa'nın Ardeche Geçiti'nde bulunan bu mağaraya bulucusunun adı verildi: Chauvet Mağarası. Chauvet'te [Şove okunur] gravür olarak kazınmış, kırmızı toprak boyası ile boyanmış ya da odun kömürü ile çizilmiş 300'den fazla resim durmaktaydı. Gösterilen hayvanların arasında gergedan, panter, aslan, yaban mandası (buffalo) ve geyik vardı. Ki bu hayvanlardan bazıları öteki Avrupa mağaralarındakiler arasında görülmeyen türlerdi. Bazıları ise o yörenin yerlisi değildi. Bu, oldukça yadırganacak bir durumdu. Daha şaşırtıcısı, bazılarının çiziliş tarihleri (resimlerden alınıp çözümlenen boya örneklerine göre) zamanımızdan 31 binyıl kadar gerilere gidiyordu. Uzmanlarına göre bunlar ''yalnızca en güzel değil, bilinen en eski resimler'' idi. En yenisi 13 binyıl önce yapılmıştı.
Bu durum, ünlü sanat eleştirmeni John Berger'i, Paleolitik sanatın kaba biçimlerinden incelmiş biçimlerine doğru geliştiği görüşünden kuşkulanmaya götürdü. Onu ''sanat kaba biçimleriyle başlamadı.. İlk resimlerin ve gravürlerin gözleri, elleri sonra çizileceklerinki kadar inceydi. Sanatta da başında incelik vardı'' görüşüne getirdi.'' (Sayfa: 185)
*
''Mısır, bilindiği gibi, önce (İÖ 332'de) Makedonya, sonra (İÖ 30'da) Roma fethine uğramıştır. Her iki fetih sonrasında Firavunluk kurumları benimsenip sürdürülmüş olsa da Mısır, Mısır uygarlığı olmaktan çıkmıştır. Yunan, Roma, Mısır karışımı bir uygarlık biçimini almıştır. En sonunda (İS 642'de) İslam uygarlığına teslim olmuştur.
Burada, Eski Mısırlıların siyah ırktan olmadıkları gibi Arap ya da başka bir Sami halkı da olmadıkları belirtilmeli. Mısırlılar Araplaşmadan önce, Sami değil Hami dili konuşan, dolayısıyla Hami kültürlü bir halk sayılırlar.'' (Sayfa: 467)
*
V. Kesim Notları: V.12/19: Tevrat'ın (İÖ yedinci-beşinci yüzyıllarda) derlendiği dönemin Ortadoğu'sunun belli başlı dilleri ve kültürleri, Nuh'un üç oğlunun soylarından geldikleri söylenen halklara ilişkin bir gelenekle yansıtılmıştır. Buna göre Sam'ın soyundan Sami halkları (Araplar ve İbraniler), Ham'dan Hami halkları (Mısırlılar), Yafet'ten ise Yafetik halklar çoğalmıştır. Yafetik halklar denmesine yol açan benzer dilleri konuşan halklara, ondokuzuncu yüzyıl filolojisinde Hint, Fars ve Avrupa dillerinin ortak bir kökten geldiklerinin saptanmasından sonra Hint-Avrupa halkları denmeye başlanacaktır. (Sayfa: 569)
*
Hanedanlar öncesi (İÖ 2920 öncesi):
*
''Hanedanlar öncesi Dönem'i yansıtan arkeolojik buluntuların en önemlisi, Narmer'in (Menes'in) olduğu söylenen asa başlığıdır. Üzerinde Yukarı Mısır'ın kırmızı tacını taşıyan (Narmer olduğu sanılan) egemenin hem savaş utkularını hem tarımsal etkinliklerini gösteren kabartmalar bulunmaktadır. Örneğin Narmer, kürekle toprak kesip kanal açarken gösterilmektedir.'' (Sayfa: 468)
*
Erken Hanedan dönemi (İÖ 2920-2575):
*
''..(değil mi ki ancak Firavun'un kızıyla evlenen Firavun olabiliyor) Firavun oğullarının Firavun kızlarıyla (bazen kızkardeşleriyle) evlendirilmeleridir. Oysa kardeş evliliği Mısır toplumunda da tabudur. Ama Firavun tanrı olduğuna göre, uyruklara uygulanan kurallar onun için geçerli değildir. Hatta kimi firavunların (tanrısal yönetici soyuna yabancıların katılması olasılığını engellemek için olduğu sanılıyor) kızlarıyla evlendikleri görülmüştür. Gene de Firavunluk soyundan bir kadının kendisi tahta geçebilecektir. Onsekizinci Hanedan'dan Firavun Hatşepsut.! Ama erkek (Firavun) sanı alarak, yontusunda görüldüğü gibi, trensel erkek başlığı ve törensel sakal takarak ve erkek giysileri giyerek.!'' (Sayfa: 471)
*
Eski Firavunluk (İÖ 2575-2134):
*
''İlk (basamaklı) piramidin bulunduğu Sakkara'ya yakın bir yerdeki bu piramidler, yalnızca Firavunların görkemini değil, dönemin Mısır toplumunun sıradüzenli (piramitsel) yapısını da yansıtmaktadır.
Eski Yunan tarihçisi Herodotos, Gize'deki Keops piramidinin, her biri 2,5 ton ağırlığında, 2,5 milyon taşın, sürekli olarak çalıştırılan 100 bin kişilik bir köle ordusunun otuz yıl çalışmasıyla tamamlanabildiğini yazmıştı. Bu sayılar, günümüzün Mısır uzmanlarınca abartılı bulunsa da işin niceliği ve niteliği hakkında bir düşünce vermektedir.'' (Sayfa: 472-473)
*
Piramitler, tapınaklar, saraylar:
*
''Mısır uygarlığının gelişmesini sağlayan itici güçler kentlerde değilse, nerede üretiliyordu.? Piramitlerde, tapınaklarda, saraylarda. Bu kısa yanıt bile, Mısır uygarlığının niteliği hakkında ipuçları vermektedir. Toplumsal artı (Mezopotamya'da olduğu gibi kent ekonomisinde üretici güçleri geliştirici yatırımlardan çok) ölü yatırımlara dökülüp taşlarda donduruyordu. Bunun sonucu, büyük bir toplumsal kararlılık (istikrar) ile ağır bir kültürel gelişme ve tutucu bir kafa yapısı olacaktır.'' (Sayfa: 473)
*
Katmanlar savaşımı ve Birinci Ara Dönem (İÖ 2134-2040):
*
''Daha sonra Sami kültürlü halklarda görülecek ''peygamberlik'' geleneğine örnek olacak bilgelerin, durumdan ya da düzenden yakınan sözleri, yazıya geçirilince zamanımıza gelebilmiştir. Örneğin İÖ 2170 dolaylarında yaşamış ''Bilge Iphuver'' adıyla tanınan kişinin durumdan yakınmalarını dile getiren şu sözlerinde katmanlar savaşımı yansıtılmış olmaktadır:
''Kapı bekçileri gidip yağmalayalım derler.. Çölün kabileleri her yerde Mısırlı oldular.. Nil taşıyor, tarlaları süren yok.. Gerçekten, varsıllar yas tutuyor, yoksullar sevinç içinde. Her kasabanın halkı ''aramızdaki güçlüleri ezelim'' diyor. Evin hanımefendisinin çocuğu ile köle kızın çocuğu bir tutuluyor. Değerli taşlardan kolyeler köle kadınların boynunda.. Prensler aç, açık, sokaklarda dolaşıyorlar; hizmetçilerine hizmet ediyorlar.. Mısır'ın tahılı ortak mülk olmuş. Yargı salonunun yasaları [mahkeme kararları dosyaları.?] sokaklara atılmış çiğneniyor.'' (Sayfa: 478)
Harris Papirüsü |
Hypatia, Mısır'ın Eski Yunan kültürünün etkisi altına girdiği dönemde Aleksandria'da yetişmiş bir felsefeci ve matematikçi olan Theon'un bilge kızıydı. Başkentteki Yeni Platoncu felsefe çevresinin başkanı oldu. Felsefeyi, Atina Yeni Platonculuğu olan Plotinusculuğun gizemci ve metafizik aşırıcılığından kurtarmaya çalıştı. Yeni Platonculuğa araştırmacı ve bilimsel denebilecek bir yön vermek için çok uğraştı.
Bu yöndeki etkinlikleri, bağnaz Hıristiyanları rahatsız etmiş olmalı. İS 415 yılının Mart aynın bir gününde faytonunun önü kesildi. Kışkırtılmış bir kalabalık tarafından linç edildi. Böylece insanlığın ilk önemli kadın matematikçisi, felsefecisi ve şehit bilgini olarak tarihe geçti. Geçti de, varlığından günümüzde kaç kişi haberli.? Adına, Türkçede daha kolay anımsanabilmesi için ''Papatya'' dense işe yarar mı.? (Sayfa: 489)
*
HİNT UYGARLIKLARI
İnsanlığın (önce Eski Dünya'da) uygarlığa geçişi, kültürel evriminde (üretici geçim biçimine geçilmiş olması gibi) bazı ''tarihsel koşullar'' gerçekleşince olanak içine girmişti. İlk uygarlıkların belli yerlerde doğuşunda, olgunlaşmış tarihsel koşulların üzerine ''özgül coğrafya koşulları'' etmeninin binişi belirleyici etkeni oluşturmuştu. Söz konusu çevre, taşkın ırmağı vadileriydi. Uygarlık yolunda Mezopotamya'da Dicle ile Fırat Vadisi (ilk) uygarlığını, Mısır'da Nil Vadisi'nde doğan uygarlık izlemişti. Onları (kendi aralarında binyıllık bir zaman farkı bulunsa da) Hindistan'ın İndüs uygarlığı ile Ganj uygarlığı izleyecekti, ''uygarlığın vadi kuramı''na uygun olarak. (Sayfa: 491)
*
''Hint (Ganj) uygarlığının, öteki eskiçağ uygarlıklarından, hatta insanlığın öteki uygarlıklarından önemli bir farklılığı vardır: Uygar toplumun kastlar biçiminde katmanlaşmış olması.! Yani toplumsal katmanlaşmanın, katman (tabaka, zümre) toplumunda görülenden, sınıf toplumunda görülecek olandan çok daha keskin çizgileriyle katı bir biçim alması. Dolayısıyla, katmanların birinden ötekine geçiş (dikey toplumsal devingenlik) olanağı verilmeyen bir toplumun ortaya çıkması.
Varlığını yirminci yüzyıla dek sürdürebilen kast düzeninde, bir kastın üyeleri başka kastlardan kimselerle evlenemezler. Onlarla birlikte yemek yiyemezler. Bazı kastların insanlarına değmek bile yüksek kasttakini ''kirletir''. Onlar parya (İng. untouchables), dokunulmayacak kimseler sayılır. Kazayla dokunulmuş olması bile arınma törenlerine başvurulmasını gerektirir. Bir kastın insanlarının, birbirlerine ve öteki kastların insanlarına nasıl davranacakları, kast kurallarıyla belirlenmiştir.'' (Sayfa: 508-509)
*
''Gupta döneminde, imparatorluğun kentlerine akan artıların sağladığı olanakla beslenen bilginler, hukuk, din, felsefe, astronomi, matematik alanlarında çalışmışlardır. Giderek, tüm dünyada kullanılacak olan sıfır sayısını bulmuşlardır. Sayısal imlemenin ondalık yerleştirme yöntemi de onların matematikçilerinin (belki daha önce tacirlerinin.?) başarısıdır. Avrupa'da ''Arap sayıları'' olarak yanlış bilinen ve kullanışlı olmayan Romen sayılarının yerini alan sayılar da ilk önce Gupta imparatorluğu dönemi Hintli tacirlerin ve matematikçilerin kullandıkları simgelerdi. Kara ve deniz ticareti kanalıyla tüm dünyaya yayılmaya, Guptalar ile başlamıştı. Kalidasa, oyunlarını, şiirlerini; Panini, Sanskritçe dilbilgisi kitabını Gupta döneminde yazdı. Mahabharata bu dönemde son biçimiyle yazıya geçirildi.
William Jones |