Hayatta çok şey gördüm ve gördüklerim, yanımdakilerin gördüğünden çok daha fazladır. Görmeyi seviyorum, daha çok şey görmek istiyorum ve farklı görmek istiyorum.
*
Jack London, Martin Eden
Kemal Bayram Çukurkavaklı, 1934 yılında Konya'nın Dinek bucağına bağlı Apasaraycık Köyü'nde doğmuştur. Yoksul bir emekçinin oğludur. Küçük yaşında ana ve babasının ölümüyle kimsesiz kalmış ve önemli yaşam zorluklarıyla karşılaşmıştır.İçinden geldiği acı koşulları, sert bir dille kaleme alan ozan, bu yazı ve şiirleri nedeniyle okumakta olduğu İvriz Köy Enstitüsünden, Düziçi Köy Enstitüsüne sürülmüştür. Çukurkavaklı'yı bu sürgünlük de yıldırmamış, bozuk düzenin ve ona bekçilik edenlerin daha çok üstüne gitmiştir.Fakat bu öfkeli ve tek boyutlu savaşım ona iki linç olayını ve hapishaneyi getirmiştir. Henüz 17 yaşında bir çocukken yaralı olarak cezaevine girmiştir. Adana, Bahçe, Çumra cezaevlerinde yatan Kemal Bayram, içerden çıktıktan sonra, otel kâtipliği, garsonluk, gazete muhabirliği, inşaat işçiliği yapmıştır. 1954 yılından sonra çeşitli gazete ve dergilerde çalışmıştır. Evli ve iki çocuk babası olan Kemal Bayram Çukurkavaklı, 15.04.1992 tarihinde Ankara’da yaşamını yitirmiştir.
Zaman
*
Geri dönmüyor sessiz akışından
hızlı gürültüleri emzirse de
terketmiş yatağını mermi
kızıl yelesinde köpük köpük
fırtınaları oluşturur bir Arap atı
geri dönmüyor dört nala gidişinden
belki odur değişimlerin ölçülü anahtarı
doğayla güreş tutan terli yiğit
belki odur içine sığındığımız evrensel boşluk
sürer insan varsa bu sessiz akış
sürer zamanın değişmez saltanatı..
*
Siz ona uydunuz
-----bu yanlış mı
siz onunla varsınız
-----bu doğru mu
o alıyor su başlarının yeşilliğinden sizi
o veriyor nar kırmızısı sonbaharları
soluğunuz duman duman acı
geçişiniz duman duman yorgun
siz mi eksildiniz bu uğultularda
eskiyen yoksa zaman mı.? (Sayfa: 7-8)
YIL OLDU
*
Bunlar ölü günler
-----uğraşılarda can veremediğimiz,
----------var saymayın elin ayağın
-----voltaları birbirine ekleyen
özgür gibi
-----mutlu gibi
bir sonrayı umut edip bekleyen
öksüz kıpırdanışlarını..
*
Kısır döngü
-----ne namussuz bir yaşam
kısır döngü
-----yaşanmayan bir zaman
içimizde çadır kurmuş bin insan
-----bağırıyor vura vura
-----çırpınıyor çılgın çılgın
----------dürtüyor
susku göllerinde boğuluyor durmadan..
*
Sabır gül oldu, gül oldu
öfke göl oldu, göl oldu
mahpushane, gündüzü yitik gece
mahpushane,
-----yılgınlığın bekleyişte yaşam bulan durağı
----------günler yıl oldu, yıl oldu.. (Sayfa: 9-10)
GİTME
*
Anan mı bu kararmış kütük
-----pınarından böyle sular fışkıran
----------kızın mı bu, izbedeki okulsuz
-----bu kadın kim çocuk,
----------eli yüzü yokmuş gibi oturan.?
*
Ötesi düne uzanır eksikliklerin
-----gel gitme
----------burası harman yerindir
-----yorulur göz iç çekişlerde
bir ince tül aklığını yitirir
-----sarı ışıkları topaç yapar yalnızlık
kıvranırsın
-----arzu arzu duyarak
-----aranırsın
----------hiç bulmadan yanarak
erir damla damla özgül ağırlık
gel gitme çocuk..
*
Vitrin olur açık pazarlara yollanır
depo olur
-----ardiye olur görkemli iskelelerde
ihanet eder bu güç, bu emek
-----silah olur ellerinde
durur bir gün sana karşı
-----gel gitme çocuk.. (Sayfa: 11-12)
YERİNE GEÇ.!
*
Göğe direk
-----denize kapak
----------ölüme çare
-----istemedim senden
Şırvan şahlar sarayında baş değilsin ki,
-----yalana kucak
----------suçsuza tuzak
---------------açma diyorum
açma, kan sızan yaramdaki kabuğu
-----onlardan olma
-----anla beni, bu keşmekeşte kızgınım
-----duy beni, yalnız değilim, kırgınım
sivriltilmiş kaç boyutlu öfke varsa bu fabrikalarda
hızla çekilmiş ne kadar bıçak varsa bu kavgalarda
ben onları boşaltmış kınım
bil artık, taş değilsin ki..
*
Sol göğsümde bir ferman var yazılı
-----kuşum-karıncam yorgun
kan-ter içinde insanım
bu fermandan sızılı
bir yanımda derisi yüzülür öldürülmeden
Bağdatlı Seyyid-i Nesimi'nin
üşür bir yanım buzlu Ağustosunda Şilinin
ateşlere yanar Nerudam
aysız bir gecede Aras nehrinde boğulur
bir yanımla, Samed Behrengi olurum.
*
Suçlu değilim, hayır geleneğim bu
Maydos'da İngiliz silah depolarını basan
gıcırtılı kağnılarla kurtuluşa uzanıp
Anadolu'ya silah yollayan benim
- İsmin ne senin.?
- Affan Hikmet
- Yoldaşların kimler.?
- Lütfü, Necdet, Hilmi oğlu Hakkı, Etem Nejat
ve Kütahya kentinde yıldızlı bir bozkırın
-----keven atlarının duldasında uykusuz
----------bir gönüllü Alayında erim ben
Zinetullah Nevşivan
Tersaneli Ahmet usta
Fatma bacı, Cemile kardaş
var bizim fermanda sözleri
bir sıcaklığı sürüklerler Kafkaslardan
yırtar zamanı delik deşik
yırtar da eskimez öfkeleri.!
*
Göklere direk
denizlere kapak
-----ölümlere çare istemiyorum senden
-----yerini bil bu yangının içinde
-----yerine geç
-----sen onlardan değilsin. (Sayfa: 13-14)
YARGI OLURUM
*
Buğdayım ben
-----un olurum
-----kaya iken
-----kum olurum
-----varsa tanrılığa gücün
-----inanır, kul olurum.
*
Dayanamam kötülüğe
-----patlarım
-----vurgun olurum,
sonsuz uykularda gibi
-----yalnız, kuytularda gibi
-----susarım
-----dargın olurum.
*
İçim dışım ateş yangın
-----bu yangına batar süngün
------gözlerim yaralarsa seni
-----yarana sargın olurum.
*
Çiğdim Yunus gibi piştim
bir yüceldim
-----bin kez düştüm
-----susuyordum gelip deştin
artık dilinde yargın olurum. (Sayfa: 15-16)
AVUÇLARIN MAHPUSHANE.!
*
Bu tedirgin us
aygıtlarıyla oynuyor zamanın
ölçülere vuruyor atar damarlarını
süzgeçlerden geçiriyor eksiksiz
yürüyen sensin kendi aydınlığına
oturan sensin, ölü bir gölde durgunluk
kolunu kaldırıyorsun yendiğin korkulardır
susuyorsun
gül bitmiyor suskuda
göstergeler sana bağlı yiğidim
göstergeler ak emeğin terden ıslak ürünü.
*
Bir soluk ışımasın bu değişmedi
ırmaklara daldın çırılçıplak karanlıklarda
bu değişmedi
yedi katlı yapılarından Babil'in
ateşler düştü yüreğine yıldız yıldız
Sibir'de
apış aralarından yapıştı buzul
Alacahöyükte ve Ehramlarında Mısır'ın
bu değişmedi.
*
Altın uzantıda ipekli ışıltılar
seni eğiriyor iplik iplik
seni çürütüyor yumak yumak
sancılar çoğul
sancılar zorlu
değişimlerin karşı konuşmaz titreşiminde
kendi dilimlerini bölüp çarparak
zaman sana getiriyor çağın ağırlığını
varlığını var gibi
yokluğunu yok sayarak.
*
İşte us, işte aygıtlar
İşte hiç alınmayanın, uyku
ve
gerinmelerindeki ibre atması
bir de yiğidim
üzgün bir kız çocuğu gibi
avuçlarında ışıltılı yarınların
mahpus yatması.! (Sayfa: 17-18)
BEN-ZAMANI İDRİS GİBİ ÖLÇEMİYORUM
*
Ağaçlar da aldanıyor
-----suç güneşin
----------çiçekler de aldanıyor
-----suç ağacın
karanlığın arkasında kar fırtınası
zamanın koynunda kıpırdayan bir şey var
insan da aldanıyor
suç bakışın
-----doğru bilinen çizgiler eğri
-----duldur yeni sanılan nice umutlar..
*
Elle tutulanı okşa hele
-----gözle görüleni kokla hele
-------uzak gibi bilinse de öyle değil
---------içindeki seslerdir yüz vermediğin
-----------içindeki sessizlik duyamadığın
-------------o istasyon güç pınarı
---------------o son durak
-----------------o iskele..
*
Sen yarama bakma, aldırma
baksan da pek bir şey göremiyorum
uyumsuz belki
-----belki de ezik
-----öfkeyle çekilmiş bir ince tetik
-----ben zamanı İdris gibi ölçemiyorum.. (Sayfa: 19-20)
''Timur Selçuk'un müziğe adanmış ömründe ''komple müzik adamı'' tanımının bütün yanlarını buluruz; besteci, yorumcu, şarkıcı, orkestra yönetmeni, öğretmen müzik yazarı.. Bunların her biri onun aydınlanmanın ışığındaki yolunun birer kilometre taşıdır.
*
Feridun Andaç, 1 Haziran 1997 (Sayfa: 8 )
TİMUR SELÇUK İLE DÜNDEN BUGÜNE
Feridun Andaç, Söyleşi:
''..çevre nice yeteneksiz çocuğa org, piyano gitar, flüt, onu bunu almıştır; hiçbir şey olmamıştır. Ancak; yetenekli çocuklar her dalda; resim olsun, matematik olsun, çalışkanlık olsun, bilim olsun, müzik olsun.. bu çocuklar çevrelerini uyarıyorlar. Davranış biçimleriyle, çevrelerinde olan olaylara gösterdikleri ilgiyle uyarıyorlar. Dolayısıyla yetenekli çocuk kendini keşfettiriyor, ana-babalar keşfetmiyor. Ben bunu, 50 yaşından, 20 yıllık öğretmenliğimden sonra anladım. Çocuk dürtüyor ana-babayı..''
''..aile ortamı önemli; ama asıl önemlisi malzeme; kumaş çok önemli. Aynı ana-babadan üç çocuk olur, her biri farklıdır. Niye birisi Münir Nurettin'dir.? Babamlar dört kardeşmiş. İki erkek, iki kız. Amcam var, halam var; babam ve onun küçüğü halam. Niye bir tane Münir Nurettin.? Hadi bakalım, genlerle açıkla bunu.!'' (Sayfa: 9)
*
''..anneme babama , çok şey borçluyum. Zaman kaybetmedim. Bende de kumaş varmış.'' (Sayfa: 10)
*
''..yazlık olarak, Caddebostan'da kaldığımız pansiyon otelde, o sıcakta, garsonların servis yapması beni çok etkilerdi; yemeğimi yedikten sonra onlara yardım ederdim. Onların her gün bu şekilde çalışmaları beni derinden etkilerdi. Müşteriler bana bahşiş verdiklerinde ise; ''Ben Münir Nurettin'in oğluyum'' der, bahşişi iade ederdim. En çok hoşuma giden de buydu. Onlar beni orada yardımcı filan sanıyorlardı. (..) ..hükmeden konumundaki insanlara daima anarşistçe dahi olabilir, bu, hep başkaldırı duygusu olmuştur içimde. Bugün de aynı şey vardır. Yani bir şeyin başında olan insan her zaman beni rahatsız etmiştir nedense.'' (Sayfa: 12)
*
''Paris'e gittiğim ilk yıl hariç, 65'ten itibaren kendim çalışıp, kazanıp okumak mecburiyetinde kaldım. Ne yapabilirdim.? Aklıma bu geldi; yani pop müzik şarkılarıyla, bir kulüpte şarkı söyleyerek ya da onları pazarlayarak tahsil paramı çıkarabilirim diye düşündüm. Gerçekten de doğru yere parmak basmışım; 20 yaşından itibaren bu güne kadar, kendim çalışıp kendim kazandım. Ailemden para almadım.'' (Sayfa: 13)
''Örneğin semahlar form olarak, içindeki kendi devinileri, farklılıkları ve sürekli değişkenlikleri açısından bana halk müziğinin en akıllı örnekleri gibi gelir. Spontane duyarlılığın, naif duyarlılığın akılla tecrübeyle bütünleşmiş şekilleri gibi gelir. Örneğin Ruhi Ağabey (Su) neden her türküyü okumamıştır.? Çok salak türküler vardır, kusura bakmayın. Dört tane nota yarım saat tekrarlanır, değişik laflarla. İçiniz daralır. E, şimdi ben bu halk müziğine saygı duyamam. Bunun benim kafamda hiçbir değeri yoktur. Ben bu anlamda müziğin popülizmine de karşıyım. Ne işçi sınıfı yardakçılığı yaparım, ne de halk müziği yardakçılığı.. Popülizme tamamen karşıyım. Ruhi Ağabey Dadaloğlu'nu, Pir Sultan'ı, Karacaoğlan'ı, Yunus Emre'yi almıştır. Bütün o türkülerin hepsinin bir akıl yanı vardır. Sadece spontane duyarlılık değil. Onun için Ruhi Su'nun halk müziğine bakışı, bana birçok açıdan örnek olmuştur.'' (Sayfa: 15)
''Benim ahlaklı yolum; buralıyım, bu coğrafyada doğdum. Buralı derken; garip bir milliyetçiliği yansıtma adına buralı değilim, elbette ki..
- Sanırım, kimlik belirleme adına söylüyorsunuz bunu.
- Evet, evet kimlik adına buralıyım. Buralı olmak nedir.? Sevgili Nâzım'ın dediği gibi: Küçük Asya'dan geçen, Akdeniz'e kısrak başı gibi uzanan; buradan kimler geçmişse; Bizanslısı, Doğu Romalısı, Mezopotamyalısı.. Orta Asya'dan gelip Finlandiya'ya giden hepsi dahil buralıyım'a.. Hiçbirini inkar etmiyorum. Onun ötesinde buralı değilim. Dolayısıyla buralı olunca da ne oluyor; ben aynı zamanda dünya vatandaşıyım.'' (Sayfa: 16)
''..bütün müzik tarihini alın, güzel bir bahar ya da yaz sabahı, çok güzel, ağaçlıklı, deniz kenarına bir yere gidin, orada kuşlar ötsün, çiçekleri seyredin, denizin görüntüsünü seyredin, böceklerin hışırtısını dinleyin.. Bütün müzik tarihini üst üste koyun hiçbiri bu gördüğünüz tablonun binde biri kadar değerli değildir. Bütün müzik tarihini üst üste koyun, size o ulvi duyarlılığı, mutluluğu veremez. Mümkün de değil.. Doğanın güzelliklerine bakın bütün bunları kavrayabiliyorsanız, bütün sanat tarihi bunların birer yansımasıdır.'' (Sayfa: 19)
*
''Baba, dedim, böyle böyle yapmış Mustafa Kemal, siz tartışmışsınız. ''Yok'' dedi; ''tartışmadık, dedim ki, ya ben devam edeyim, ya da siz söyleyin''. Sonra plaklarınızı kırmış vb.. ''Öyle bir dönem olmuştu'' dedi. ''Benim işim ayrıydı, onun devlet işleri vardı, görüşemedik''. Kadehi başına koyma, ateş etme hikayesini sordum: ''Yo, hayır hayır.! Çelik Palas'taki toplantıya beni de davet ettiler, gittim. Ta masanın öbür ucunda oturdum. Barıştıracaklar. Paşa'nın da onayını almışlar. Atatürk bu, çünkü, ne yapacağı edeceği belli olmaz. Ortalık yumuşayıncaya bir şeyler içmişler. Peder Bey şarkı söylemeye başlıyor. Anlatılan kadehi başının üzerine koyuyor, Paşa yaverden tabancasını alıp yukarı nişan alıyor, kurşun tavana saplanıyor. Babama sorduğumda da: ''Hayır'' dedi, ''şerefe kadeh kaldırdık, elinde tut kadehi'' dedi, silahı aldı, zaten boştu ateş eder gibi yaptı. Ateş etmedi. ''Aferin, sesin gibi cesaretin de güzelmiş'' dedi. ''Hadi bakalım, fon dip'' demiş. Karşılıklı rakılarını içmişler, gidip elini öpmüş. O da babamı alnından öpmüş. Fakat ben babamın çok nazik, kibar bir insan olduğunu bildiğim için, sanıyorum Mustafa Kemal'i Yılmaz Güney gibi bir şehir kovboyu haline sokmak istemedi. Mustafa Kemal'i çok seven bir insandı. Sanıyorum Paşamız iki kadeh içip yukarıya bir yere sıktı.
Ona gönülden bağlı bir insandı. Fakat mesleğini de seven, ona saygı duyan biriydi. Onurlu da bir insandı. Öyle kimsenin karşısında kafa sallayacak bir tip değildi. Onun için iki ışık çarpışmış, küsmüşler.'' (Sayfa: 23-24)
*
''..sanatçılar ikinci derecede peygamberdirler. Yaradanın insanlara verdiği duyarlılıkları kullanmayı öğretirler insanlara. Güzel şeylerin habercisidir., insana güzel şeyleri öğütler sanatçılar. Ama politikacılar öyle mi.? Onlar duyarlılıkları tek tip yapmak isterler ki; dizginler kendi ellerinde olsun. Böylece de halkı yönlendirebilsinler. Halkı tekrar o ürünü aramak zorunda bıraksınlar. Onun için ben hayatta ne sağcı, ne solcu hiçbir politikacıyla anlaşamamışımdır.'' (Sayfa: 27)
''..sanat, özveri demektir bir kere. Özveri ne demek.? Çok şematize edersek; hayır demeyi bilmek. Gerek kendi içimizdeki birtakım isteklere hayır demeyi, gerek çevrenizde, size uzanan isteklere hayır demeyi bilmektir özveri. Yani çalışkanlık, üretkenlik. Onun için sanatçının işi özveridir. Yaratmak için yalnızlığı seçmektir. Üretmek için, sizi, o an mutlu edebilecek birçok şeyden vazgeçmektir. Bazen sevdiklerinizden uzak kalmaktır.'' (Sayfa: 28)
''..mesela kemikten doku alırsınız, binlerce sene önce ölmüştür, hâlâ bir şeyler vardır onda. İşte Münir Nurettin müziğinde bunlar var. Dolayısıyla dinleyenlere hâlâ bu bir elektrik olarak geçmektedir. Ve dinleyende birtakım metamorfozlar oluşturmaktadır.'' (Sayfa: 29)
*
YAŞADIKLARIM YAŞATTIKLARIM
*
Yaşadığım Günlerden, 1992
''Mücadele edebilmek için en iyi ve çağdaş silah bilgi ve emekti. Buna daha o zamanlar gönülden inandım. Bilgi artı emek için gerekli özveri, disiplin ve sınır tanımayan çalışma, halen benim en sevgili ve sadık dostlarımdır. Çok katı gözüken bu prensiplerimin ipek kılıfı ise insan sevgisi ve merhamet gibi duygulardır.'' (Sayfa: 35)
''Dünya, sevgi dolu tek bir ülke olana kadar, insan önce kendi vatanına hizmet etmeli. (Her insanı dönem dönem zorlayabilecek özel durumlar dışında.)'' (Sayfa: 35)
''Sanatçı bildiklerini aktarmalıdır. Sanatçının gönlü cömerttir, vericidir. Hiçbir şeyi yalnızca kendine saklamaz.'' (Sayfa: 36)
*
Timur Selçuk
YORUMDAN YAZIYA TİMUR SELÇUK
*
Müziği Düşünmek, Ekim 1993:
''..reklam bombardımanını güzel ve uzun süreli oluşturduğunuzda, bu kesim sizin zihinlere kazıdığınız müzik türlerini, grupları, sanatçıları, iyi-kötü demeden kabullenecek ve stadyumları ve cepleri dolduracaktır. Bu Türkiye'de çağ atladığımızın işareti değildir. Türkiye, müziğin iyisiyle kötüsüyle, halkın çeşitli kesitlerinde; köşe yazarından, cumhurbaşkanından işçisine, aydınına, memuruna kadar değerlendirebildiği gün, bir yerlere atlamayacak (ben bu tabiri sevmiyorum) çağını onurlu bir biçimde yaşayan bir ülke olacaktır.''
(..)
''Aklın duygu ve bilgi dağarcığı sığ ve ucuzsa, halk müzik tüccarlarının eline ve keyfine terkedilecek demektir.'' (Sayfa: 38)
*
Timur Selçuk
TEK SESLİLİK.. ÇOK SESLİLİK.. SESSİZLİK (I):
*
''Papa Büyük Gregorie (590-604) Kilisenin dil ve müzik birliğinin oluşması gerektiğine inanıyor ve gerçekleştiriyor. Bizans'ı ziyaretinde Ayasofya'da törenlere katılıyor ve oradaki koro ve din adamlarının müzikal yetenek ve eğitim sistemlerine hayran kalıyor.'' (Sayfa: 46)
*
Timur Selçuk, Ağustos, 1986
TEK SESLİLİK.. ÇOK SESLİLİK.. SESSİZLİK (II):
*
''Eski Yunanda filozoflar müziği evrensel bir sanat, evreni tanımlayan, yorumlayan bir sanat olarak görüyorlar. Müzik adeta bir bilgiler bütünü. Artistik olanı, güzeli, iyiyi bulmada yol gösterici. Ahlak, estetik, zeka, hepsini içeriyor, öğretiyor. Gerek Eflatun'da, gerek öğrencisi Aristo'da müzik, felsefelerinin temel öğesi. Eflatun müziği, kişiliğin oluşturulmasında ve yaradılışın tanımlanmasında bir anahtar sanat olarak görüyor.'' (Sayfa: 48)
*
''İleri sanayi ülkeleri, sosyal, politik, bilimsel ve kültürel alanlarda, paralel gelişmeler takip ederek bir yere geldiler. Biz bir kalkınma modeli uygularken, o modelin içinde saklı olan kültür, bilim ve sosyopolitik evreleri, birikimleri yaşamadan, özümlemeden uyguladığımız için mi, en son teknolojiyi kullanırken, kafamız, bilincimiz, bütün bunlara feodal bir biçimde bakıyor. En gelişmiş aygıtı kullanan ellerle, en ilkel müzikleri duyan, dinleyen, algılayan kulaklar ve beyin ayrı telden çalıyor.
Eski Yunanda Ortaçağda yöneticiler, din adamları, soylular, güç sahipleri müziği baş tacı edip saygın bir yere koyuyorlar.
Biz müziği nereye koyuyoruz dersiniz.?'' (Sayfa: 50)
*
Timur Selçuk, Ekim 1986
DÜŞÜNCE, DİL, MÜZİK VE BİZLER..
*
''Halk müziğimizi dikkatli, akıllı bir biçimde dinlediğimizde, neredeyse tüm tarihimizi taramış gibi oluruz. Halkımızın başından geçmiş acı-tatlı birçok olay, bir sinema şeridi gibi gözümüzün önünden geçer. Umutsuz sevdalar, ölümler, göçler, savaşlar, özlemler, coşkular. Aklımız, bilgi ve duyguyu harmanlayarak bütün bunları süzmüştür, düşünceler oluşmuştur. Sonra düşünceler yeni bilgi ve duygulara öncülük etmişlerdir. Düşünceler dil gerçeğini doğurmuştur. Bir anlamda düşünce, dilin anasıdır.
Çocukluğumuzda doktora gittiğimizde önce dilimizi çıkarmamız istenirdi. Önceleri nedenini anlayamadığımız bu istek, ilerki yıllarda, dilin sağlığın aynası olduğu gerçeğini öğrenmemizle birlikte berraklaştı. Dilimiz, vücut sağlığımızın aynasıydı.
Bundan yola çıkarak, bir toplumun sağlıklı olup olmadığını anlamak için, onun kullandığı dile dikkatlice, akıllıca bakmamız gerektiğini kavradık. Kullanılan dil, bilgi ve duygunun akıl tarafından süzülmüş hali miydi; bu dil, düşünce toprağına ekilmiş tohumların ürünü müydü; yoksa günlük temel gereksinimlerin, ilkel bir iletişim aracı mı.?'' (Sayfa: 51)
''Politik çıkarlar adına, gözlerimizin içine bakarak yalan söyleyen, yolsuzluk yapan, her görüşten siyasiler; bunları daha iyi tanıyabilmemiz için gerçek tiyatro sanatçılarını çok izlememiz gerekir.'' (Sayfa: 56)
*
Timur Selçuk, Aralık, 1993
MÜZİK-ELEŞTİRİ:
*
''Müzik, aktif bir üretimdir. Bestecinin kaleminden dökülür, icracıyla bütünleşir ve gün ışığına çıkar. Bu açıdan resim, öykü, romandan çok, tiyatroya yakındır. Bu yanıyla diridir. Her yeni seslendirilişte, tad ve lezzetleri değişebilir. Devingendir, heyecanlıdır, sürprizlidir.'' (Sayfa: 57)
*
Timur Selçuk, Temmuz, 1986
''Ben sanatta hiçbir vakit tevazu tanımam. Oğlumun konserlerine de daima san'atkâr bir dinleyici olarak gittim. Ayakta alkışladım. Fakat bu ayağa kalkışım, sahnedeki san'atkâra ve yaptığı eserleredir, oğluma değil. Tebrik ettikleri zaman kendime gelir, sahi ben Timur Selçuk'un annesiyim, derim. Münir Nurettin Selçuk da oğlunu dinlerken aynı mutluluğu yaşardı.'' (Sayfa: 81)
Kavrayış, Hazal Selçuk, Boston, Mayıs 1997:
*
''Benim için Timur Selçuk, insan olmanın büyüsünü, yaşadığı yüzyıla ve yüzyılın insanına gösterdiği saygıyla birleştirip paylaşır. O saygıyı, zamanın değerinin bilincini barındıran sabırda, bilgisini paylaşımındaki cömertlik ve dürüstlükte; kendi dilinde söylemek istediklerinin, emek, deneyim ve yeniden arayışın suyunu emip buldukları o kıvamda gördüm.'' (Sayfa: 84)