Arka Kapak:
*
Antonio Gramsci İtalyan düşünür, siyasetçi ve sosyalist kuramcıdır. İtalyan Komünist Partisi kurucu üyesidir. Bir süre liderliğini yapmıştır. Gramsci İtalya´da Sardunya adası´nda bulunan Ales´te doğmuştur. Parlak bir öğrenci olan Gramsci, Torino´da edebiyat okumuş, dilbilime yakın ilgi duymuştur. Akademik çalışmalarında yetenekli olmasına rağmen, artan siyasi bağlantıları yanında mali sorunlar ve zayıf bünyesi nedeniyle 1915 başlarında eğitimini bıraktı. Torino işçilerinin eğitimi ve örgütlenmesiyle ilgilenmiştir.
Gramsci, yaşamının son on yılını faşizmin zindanlarında geçirmiştir. Hapisteyken, en önemli eseri olan ´´Hapishane Defterleri´´ni kaleme almıştır. Sağlık durumunun bozulması nedeniyle, Gramsci 1935´de Roma´da özel bir kliniğe kaldırılmıştır ve 27 Nisan 1937´de burada hayatını kaybetmiştir.
*****
..filozof olan hiçbir insan yoktur ki, düşünmesin (meğer ki hastalık derecesinde budala ola).''
Katolikler, başka herhangi bir görüşe de noktası noktasına uyulmadığını söyleyeceklerdir; haklıdırlar. Ama bu tarih bakımından bütün insanlar için aynı olan bir düşünüş ve hareket tarzı olmadığının ispatından başka bir şey değildir. (..) ''Felsefe'' açısından Katolikliğin doyurucu olmayan yanı, her şeye rağmen, kötülüğün nedenini, insana, birey olarak insana yerleştirmiş olmasıdır..''
1) Birey;
2) Öteki insanlar;
3) Doğa;
1. ve 3. öğeler görüldüğü gibi basit değildir. Birey, öteki insanlarla, yan yana bulunmakla değil, fakat organik olarak, yani en basitinden en karmaşığına kadar kuruluşlara katıldığı ölçüde ilişki kurar. Böylece insan, sadece kendisi de doğa olduğu için değil fakat etkin olarak çalışma ve teknik yoluyla doğaya girer.'' (Sayfa: 35)
Marx'ın belirli bir durum için zorunlu öğe olarak ''halk inançlarının sağlamlığı''nı sık sık belirttiğini hatırlamalıyız; bu konuda aşağı yukarı şöyle der: ''Bu görüş tarzı halk inançlarının gücünü kazandığı zaman'', v.b. etkin olduğunu da (ya da buna yakın bir şey) söylemiştir; bu çok anlamlı bir sözdür. Bu hükümlerin çözümlenmesi ''tarihsel blok'' anlayışını güçlendirir kanısındayım; işte maddi güçler bunun içeriği, ideoloji biçimidir(içerik ile biçim arasındaki bu ayıran tamamıyla öğretici bir amaç taşır, çünkü maddi güçler, tarih bakımından şekil olmaksızın tasarlanamayacağı gibi, maddi güçler olmaksızın da ideolojiler bireysel ham hayallerden başka bir şey değildir).'' (Sayfa: 59)
Bir kere bu ilk bilgileri ortaya koyduktan sonra çalışmamızı şu yönde yürütmeliyiz:
*
1) Düşünürün biyografisinin, yalnız pratik çalışmaları bakımından değil, düşünsel çalışmaları bakımından yeniden yazılması.
2) En önemsiz gibi görünenler de içinde olduğu halde, bütün yapıtlarının, bunların gerektirdiği nedenlere uygun olarak bölümler halinde listesinin düzenlenmesi; bu bölümler fikir hayatının oluşumuna, olgunlaşmasına, yani düşünce yöntemini benimseyip uygulayışına denk düşecek tarzda ayarlanmalıdır. Yapıtlarındaki Leitmotiv'e gelişme halinde bulunan düşünce ritminin araştırılmasına şu ya da bu şekilde rastgele ileri sürülmüş yargılardan ve metinden koparılmış aforizmalardan daha çok önem verilmelidir.
Bu ön çalışma daha sonraki araştırmalara büyük olanak sağlar. İncelenen düşünürün yapıtlarından tamamlayıp yayımladıklarıyla, tamamlanmamış olduğu için yayımlanmamış, fakat sonradan bazı dostları ya da tilmizleri tarafından yapılan düzeltmeler, yeniden elden geçirmeler, kesintilerle bastırılmış olan yapıtlarını birbirinden ayırt etmek de gereklidir. Şurası açıkça anlaşılır ki, düşünürün ölümünden sonra yayımlanan bu yapıtlarındaki görüşler, fikirlerinin bütününe, büyük bir titizlik, büyük bir ihtiyatla katılmalıdır; çünkü, bunlara olmuş bitmiş gözüyle bakılamaz; bunlar ancak, henüz işlenme halinde ve geçici bir malzeme sayılabilir; ama yine de bu yapıtların, hele uzun bir süreden beri üzerinde işlendikleri halde yazar, bunları bitirmeye bir türlü karar verememiş, ya tümünü ya da bir bölümünü beğenmediğinden yetersiz bulmuş olması da düşünülebilir.
Praxis felsefesinin kurucusunun özgül durumuna göre, yapıtlarında şu bölümler ayırt edilebilir:
*
1) Doğrudan doğruya yazarın sorumluluğu altında yayımlanan çalışmalar: Genel kural olarak, bunlar arasında doğrudan doğruya baskıya verilenlerden başka, yazar tarafından şu ya da bu şekilde ''yayımlanmış'' ya da elden geçirilmiş olan mektupları, bildirileri, v.b. de katmak gerekir (Tipik bir örnek: Gotha Programı Üzerine Notlar ya da mektuplar);
2) Yazarın doğrudan doğruya sorumluluğu altında değil de başkaları tarafından, ölümünden sonra yayımlanan yapıtları: Bu ikinci tip yapıtlar incelendiği zaman, metni henüz tamamlanma yolunda ise, ilk şekliyle ele almalı ya da hiç olmazsa özgün metin, bilimsel kriterlere göre ve inceden inceye çalışılarak hazırlanmış olarak ele alınmalıdır.
Yazarın, kendisinin doğrudan doğruya baskıya verdiği yapıtların temel gereçlerini nasıl işlediğini yakından inceleyip çözümlemek (analiz etmek) gereklidir. Bu inceleme en azından, yazarın ölümünden sonra, başka biri tarafından toplanıp bir araya getirilen metinlere hangi ölçüde güvenilebileceği yolunda eleştiriye dayanan işaret noktaları ve kriterler verir. Hazırlık evresindeki gereçler, yazarın kendisinin yayımladığı metinden ne kadar ayrı ise, başka birinin bu türden gereçlere dayanarak yayımladığı metne o kadar az güvenilir. Bir yapıt hiçbir zaman, yazılması için bir araya toplanan kaba gereçlerle bir tutulamaz: Asıl yapıtı oluşturan şey, kesin olarak yapılan seçme, bunu oluşturan öğelerin yerlerine yerleştirilmesi, hazırlık dönemindeki öğelerden birine ya da ötekine daha çok önem verilmiş olmasıdır.
Yazışmalar da aynı şekilde, oldukça ihtiyatla incelenmelidir. Bir mektupta yer alan kesin bir yargı, bir kitapta tekrar edilmeyebilir. Bir mektuptaki üslup canlılığı sanat bakımından, bir kitaptaki daha ölçülü ve daha dengeli üsluptan daha çok etki yaparak, zayıf kanıtlara dayanılmasına yol açar. Nutuklarda ve konuşmalarda olduğu gibi mektuplarda sık sık mantık hatalarına rastlanır, bunlarda düşüncenin kıvraklığı, sağlamlığının zararına olarak daha ağır basar.
Özgün ve yenilik yaratan bir düşünce incelendiği zaman, bu düşüncenin belgelendirilmesinde başka kişilerin katkısı ikinci planda gelir. Praxis felsefesinin kurucuları arasındaki uygunluk oranları sorunu, yöntem olarak böyle ortaya konulmalıdır. İkisinin arasında uyuşma bulunduğu yolundaki sözleri belirli bir konu için geçerlidir. Öyle ki, biri ötekinin kitabının bazı bölümlerini yazmış olsa bile bu, tüm kitabın tam bir anlaşma sonucu oluştuğunu düşünmek için su götürmez bir neden olmaz. İkincisinin katkısını küçümsememek gerekir. Fakat ikinciyi birinci ile özdeşleştirmek gerektiği gibi, ikincisinin birincisinin malı olarak ileri sürdüğü fikirlerin tamamıyla böyle olduğunu kabul etmemek ve kendi düşüncelerinin de bunlar arasına sızmış olacağını unutmamak gerekir. Hiç şüphe yok ki ikinci, edebiyat tarihinde bir eşine daha rastlanmayan bir özgeci ve kendini silme örneği vermiştir, fakat söz konusu olan ne budur ne de ikincisinin büyük bilim namusudur. Söz konusu olan şudur: İkinci, birinci değildir, eğer birinci öğrenilmek isteniyorsa, doğrudan doğruya kendi sorumluluğu altında yayımlanmış, katıksız yapıtlarına başvurulmalıdır. İleri sürdüğümüz bu görüşlerden yöntem hakkında birçok ipuçları ve yan araştırmalar için de bazı bilgiler elde edilmiş oluyor. Mesela Rodolphe Mondolfo'nun 1912'de Formiggini tarafından basılan F. Engels'in tarihsel maddeciliği hakkındaki kitabının değeri nedir.? Sorel, Croce'ye yazdığı bir mektupta, Engels'in düşüncesinin özgünlük bakımından zayıf olduğu göz önüne getirilirse, böyle bir konunun bu yoldan incelenebileceğini şüphe ile karşıladığını ileri sürüyor ve sık sık praxis felsefesinin iki kurucusunun birbirine karıştırılmaması gerektiğini tekrarlıyordu. Sorel'in ortaya attığı sorun bir yana bırakılsa bile, iki arkadaştan ikincisinin teorik yeteneğinin zayıf olduğu söylendiği (varsayıldığı) ve hiç olmazsa birincinin daha üstün bir durumda bulunduğu göz önünde tutularak, özgün fikrin hangisine ait olduğunun araştırılması gerekli oluyor. Aslında bu çeşitten sistematik bir araştırma (Mondolfo'nun kitabı bir yana) kültür dünyasınca şimdiye kadar yapılmış değil; dahası var: İkincinin bazıları oldukça sistemli olan açıklamaları artık asıl kaynak gibi birinci plana çıkarılmakta, hatta en sağlam, güvenilir kaynak sayılmaktadır. Bunun için, hiç olmazsa gösterdiği yön bakımından Mondolfo'nun kitabı çok yararlı görünmektedir.
Böyle bir bağ olmaksızın aydınla, ulusun halk kesiminin ilişkileri salt bürokratça biçimsel ilişkilere indirgenmiş olur; böylece aydınlar bir kastı ya da (örgütsel merkezcilik) adı verilen bir kutsal kişiler topluluğu oluştururlar.
Şayet, aydınlarla ulusun halk kesimi, yönetenlerle yönetilenler, hükümet adamlarıyla halk arasındaki ilişkiler, duygu-tutkunun anlayışa ve giderek bilgiye (mekanik olarak değil canlı bir biçimde) vardığı organik bir bütünleşme ile belirlenmiş ise, işte o zaman ve yalnız bu koşulla, yönetenlerle yönetilenler, hükümet adamlarıyla halk arasında bireysel öğelerin değiş tokuşu var demektir. Yani biricik toplumsal güç olan yaşam birliği gerçekleşmiş, ''tarihsel blok'' yaratılmış demektir.'' (Sayfa: 108-109)
1) Çünkü yalnız tutku, zekâyı bileyerek sezgiyi daha berraklaştırır.
2) Çünkü gerçeklik, insan iradesinin nesneler topluluğuna (makinistin makineye) uygulanmasıdır; iradeyi büsbütün bir kenara itmek ya da sadece başkalarının iradesini olayların akışında etkili saymak gerçekliğin kendisini bozar. İnsan bir şeyi kuvvetle isterse, ancak o zaman, isteğinin gerçekleşmesi için gerekli olan öğeleri görüp tanıyabilir.''
Bunalım, doğrudan doğruya, hemen o an için tehlikeli durumlar yaratır. Çünkü, halkın bütün tabakaları çabucak yönünü belirleyecek ve aynı hızla örgütlenecek yetenekten yoksundur. Geleneksel yönetici sınıf, elinde çok sayıda yetişmiş adam olduğu için, unsur ve program değiştirerek, altsınıfların yapamayacağı kadar hızla, kaybetmek üzere olduğu kontrolü yeniden ele geçirir: Bu uğurda gerekirse fedakârlık eder, demagojik vaatlerle dolu karanlık bir geleceğin tehlikelerini göze alır, ama iktidarı elinde tutar; o an için güçlendirir ve bunu hasmını ezmek ve zaten sayısı çok olmayan kendisine karşıt güçlerin tecrübesiz yöneticilerini dağıtmak üzere kullanır. Çok sayıdaki partilerin üyelerinin, tüm sınıfın ihtiyaçlarını daha iyi temsil eden ve özetleyen tek bir partinin bayrağı altına girmesi, sakin dönemlerdekinden daha hızla ve adeta yıldırım gibi meydana gelmiş bile olsa, organik ve olağan bir olaydır. Bu da bütün bir toplumsal grubun yaşamın en büyük sorununu çözebilecek ve bir ölüm tehlikesini uzaklaştırabilecek nitelikte olduğu düşünülen tek bir yönetim altına girmesi anlamını taşır. Eğer bunalıma böyle organik bir çözüm yolu bulunmaz da, bu çözümü gökten inme bir kurtarıcı önder getirirse; bu, durgun bir dengenin bulunduğunu gösterir (bunun çeşitli etkenleri olabilir, ama asıl neden ilerici güçlerin olgun olmayışıdır). Ne tutucu grup ne de ilerici grup bu ''kurtarıcıyı'' yenecek durumda değildir; üstelik tutucu grubun böyle bir ''başa ihtiyacı vardır. (Sayfa: 242-244)
1) Parlamento;
2) Yargı organı;
3) Hükümet.
Şuna işaret etmeliyiz ki, adaletin yürütülmesindeki yolsuzluklar halk üzerinde çok kötü bir izlenim bırakır.''