18 Aralık 2019 Çarşamba

Yılmaz Odabaşı - Feride

#YılmazOdabaşı #Feride

Sunu:
*
''istasyonda konuşan iki dilsizdi onlar
ayrılığı söyleyen kara gürültülerde
şaşkındır buralarda ayrı düşmüş âşıklar
kış'ın ve silahların beyaz serinliğinde..''
*
- L. Aragon -
*
k(adın): feride,
uyruğun: dünya;
dinin yok, dilin var
ve sonrasını ben bilirim..

#YılmazOdabaşı #Feride

(..)
feride şiir huyludur, gül kokuludur
gül kokuludur gözleriyle gözlerime dokunur
dokunur
vaay.!

*****

/o aşklar ki hayatın teninde sonrasız bir oyundu
dağıtınca bir yangının alazında süngüler
birileri anlatmaya koyuldu../

*

''Bugün kimse konuşmuyor (eski söylediklerini yineleyenlerden başka), çünkü dünyayı sürükleyen kör ve sağır güçler, öğütleri, haber vermeleri, yalvarıp yakarmaları dinleyeceğe benzemiyor. Şu son yıllarda gördüğüm bizde bir şey kırdı. Bu şey, insanın güvenidir; o güven ki, insanlığın dilini konuştuk mu bir başkasından insanca karşılık göreceğimize inandırdı bizi. Gözlerimizin önünde yalan söylediler, insanı küçülttüler, sürdüler, işkencelere soktular. İnsanlar arasında sürüp giden uzun diyalog bitti..''

*
- A. Camus - (Sayfa: 9)


#YılmazOdabaşı #Feride


(herkesin bir feride'si vardır bilmez miyim
herkesin bir ayakkabısı gibi bir de şarkısı
herkesin bir kimsesi vardır ben bilmez miyim
bir de kimsesizliği..)
(..)
gözlerinle gözlerime dokunuyorsun
bir bilsen o an gözlerim oluyorsun
kaçalım beni gören sen sanacak..
(..)
adınla
adınla her şey; şarabın dökülüşü, sesimin eskimeyişi.. (Sayfa: 11)

*****

/ben nereye gitsem biraz senden gelirim
ardımdan kuşlar ve uykular gelir../

feride
ey yââr.! (Sayfa: 12)

*****

güne koşarken çocuklar güne erkenden
ya deniz ya da dağ kokmalı yolları
çocuklar çocuk olmalı
aç bakmamalı sevgiye
çocuklar bazen bir ülkedir
gözleri gök(yüzünde) (Sayfa: 13)

#YılmazOdabaşı #Feride

çarşılarda kalabalık yürüyor
her yanım kalabalık ve kabarık
duramıyorum böyle
çarşılara abanıyorum ben de:
-gülüşleri, konuşmaları, oturuşları nerede.?
hani çocuklar mavi esintilerde.?
bu kanlar da ne.?

*

bir bilsen o an gömleğimi parçalıyorum günün orta yerinde
çatırdayarak kopuyor düğmelerim
suçlular nerede.?

*

bıyıklarımı kemiriyorum, bitiyor
çekip koparıyorum saçlarımı
bir bilsen ter damlıyor yüreğimden yerlere
bileklerim kesilmiş, damarlarım dökülmüş caddelere

*

çarşılara abanıyorum işte
çarşılar yalnız, çarşılar yalan
çarşılar bana abanmıyor feride.. (Sayfa: 15)

*****

sonra bir susamışlık oldum gitgide
ağlamışlık, kanamışlık birdenbire
artık bütün sularda susuzluğum
yankısı yok sesimin caddelerde
''bir yudum'' diyorum sonra: ''bir yudum,
halkım.!'' (Sayfa: 17)

*****

sonra güne koştum, güne coştum kucağımda dünyaların
türküsü; çıkıp kentin en geniş meydanına boğazımı
gömleğim gibi yırtıyorum:
- susmayın.! bir şey bilmiyorsanız küfredin; düpedüz
küfredin işte.!
bir şey anlamıyorlar bile;
o an gökyüzünde dingin bir bulut duvarları aşabilen
rüzgârlar çarpıyor yüzüme.
(bakıyorum da yollarda kanım pıhtılaşıyor
üstüm başım kir karanlık vay balam..) (Sayfa: 19)

*****

- dikkat dikkat.!
ülkem dolaylarında yatmakta olan insanlar için
........ gruplarında kan
aranmıyor..
yitirdik infazlarda güllerimizi
can aranıyor.. can aranıyor.! (Sayfa: 21)

#YılmazOdabaşı #Feride

ey o kasırgalarda okyanuslar çiğneyen gemi
ayrılıksa: ''vur sineme öldür beni.! (Sayfa: 23)

*****

''..Yapılmamış, unutulmuş itirazlar mı vardı.? Kuşkusuz vardı böyle itirazlar. (..) Neredeydi şimdiye kadar görmediği o yargıç.? ''Neredeydi o yüksek mahkeme.? Konuşacaklarım var. El kaldırıyorum..''
*
- F. Kafka - (Sayfa: 24)

*****

feride,
şimdi yanaş kıyılarıma bir vapur gibi
çarpıp durayım güvertelerde gözlerine

(beni böyle bir eller
beni yollar, beni yeller
kelepçeler, hücreler beni
alıp gitmeye
inan ki feride inan
aşk,
önce.!) (Sayfa: 25)

*****

(bir güzel renk değiştiriyorum; korkma, yürek değil,
renk değiştiriyorum sadece..) (Sayfa: 26)

*****

(sonra gözlerim açılıyor; korkma, dilim değil,
gözlerim sadece..) (Sayfa: 27)

*****

aldırma, bir kedere sevkolunmuş sûretim
kadınım,
kardelenim,
gülenim..
(bir de sen.. sen feride olmasan
bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kanmasam
kanmasam mahvolurum kız, mahvolurum.!) (Sayfa: 29)

*****

oysa ki ben aşkla inanıyordum
hep ölüm bu(yurdunuz)
ya-
zı-
yo-
rum:
ey devlet,
ey tanrı, artık o(kulun) yok senin.! (Sayfa: 30)

*****

bir örümcek sabrıyla sevdam örerken kendini
yüreğim bir uzun hava, sabrım uçurum şimdi.. (Sayfa: 32)

*****

(ben bu çiçeği bölsem, koklasam sen çıkar mısın.?) (Sayfa: 33)

*****

(kıyılarıma varsan ben çıkarım
halkımı tanısan yurtsuz çıkarım.!) (Sayfa: 34)

*****

(sen bir şeyler bilsen bildiğinden ben çıkarım
çocukluğuma dokunsan öksüz çıkarım..) (Sayfa: 36)

*****

şimdi sokaklardayım
sokaklarda.. içimin sokaklarına adın yürüdü
adın satırbaşlarında ayrılıkların
oysa ben bu geceyi bilmiyorum, yolları bilmiyorum
unutmayı hiç;
şimdi sokaklar bile esniyor uyumayı bilmiyorum.. (Sayfa: 37)

*****

ben seni, seni diyordum feride; nasıl gelirim.?
hangi sokaklar çıkar sokak, desene.?
yine o gitmelere gitmeden
seni yorumluyor, sana yoruluyorum işte
başka nereye giderim söylesene.? (Sayfa: 38)

*****

bak ıssız bir ada gibiyim beni çevrele
beni sar, beni sor, beni ağlat bu gece (Sayfa: 41)

*****

gözlerini sil
ve bu sevda kadar koyu bir çay tutuştur ellerime
yok, gitme..
gitme, sen gidince sevmek yüreğimde düğümleniyor
özlemeyi yutkunuyorum
sonra pencerene ürkek kuşlar konuyor
şu gök var ya şu gök, birden üstüme çöküyor
yok, gitme..
gitme aç göğsünü ısınıp kalayım öyle.. (Sayfa: 42)

*****

bana bir ülke getir feride
üstünde masmavi bir gök olsun (Sayfa: 43)

*****

/feride,
sen bu kadar akıllının içinde nasıl..
nasıl delisin böyle.?/ (Sayfa: 47)

***bir gün değil, her gün her şey kirlenir
çalarak bir şeyleri hayattan ve insandan
yenibaştan
yenibaştan
kirlenmeyen tek şey ise
kirdir.. (Sayfa: 50)

*****

tüyleri dökülen bir kuşun yüreği kadar sıcak
ve bir kez ağzımızdan çıkmış bir küfürdü hayat.! (Sayfa: 55)

*****

bana bir ölüm tarif et feride
yakma cigaranı
çek şu kibriti de.!
olur ya,
dinamit gibiyim bu gece.
*
aldırma, bir kedere sevkolunmuş suretim
kadınım,
kardelenim,
gülenim.. (Sayfa: 58)

*****

sana bir bıçak vereyim rüyalarımı dağıt
bir rüzgâr vereyim külümü,
bir sevda vereyim kuraklığımı dağıt (Sayfa: 61)

*****

(biz on ikiden vurulmuş eylüllerde üşüdük
hey gidi kirli günler ne çok üşüdük.!) (Sayfa: 62)

*****

ölümün taht kurduğu varoşlarda nasıl da kirlenir aşklar.. (Sayfa: 63)

*****

hayat, hep böyle düşünmek, düşmek
''düşmek'' dedim de
düştüğüm çok oldu biliyor musun.?
ve düşürüp bir şeyleri düşündüğüm çok oldu..
*
ağlar gibi olup
da ağlamadığım;
ağlamaz gibi durup
da ağladığım, çağladığım çok.!
*
yurtsuzdum bunu yazdı bültenler de
yurtsuzdum da yeni bir yurt kurdum kalbime
sana bile vize koydum, kimlik sordum feride
*
(ben kendimde feodal bir yaraydım belki de..) (Sayfa: 69)

*****

hiçbir aşkı mevsimsiz yaşamadım
da kaç mevsim aşksız feride.. (Sayfa: 70)

*****

/ve akşamüstleri taşıtların amansızca zırladığı bu kentte
geceler karanlık, çiçekçiler uzak, aşklar dağınık
beni anlamıyorsun.!/
ve biz seninle soğuklar gibi yoksul;
çünkü bir ekmeğin öyküsü ilişmiş kimliğime.. (Sayfa: 71)

*****

(bilirim cesedimin üstünde bir dal kırılır, bir yaprak
hışırdar yine; orada ''kime ne''sin sen; alıp gidensin
kendini kendinle..) (Sayfa: 73)

*****

benim ömrüm hep beyaza kandı ey ''şarkısı beyaz''
ama hangi beyazı tutsam gri oluyor
sonra boğuluyor
ve kararıyordu..

hiçbir beyaz
bembeyaz;
hiçbir yaz,
yaz
kalmıyordu.!

(bütün griler eskiden beyazdı feride..) (Sayfa: 77)

*****

her deniz bir martı, her ömür bir tufan, her rüya bir uyku,
her nota bir şarkı, her mezar bir ölüm, her ağaç bir kök,
her dağ bir duman, her güneş doğacak bir kuytuluk bulur
ya kendine;
bulur ya;
ben
senden
başka
sen
bulamam;
bulamam.! (Sayfa: 80)

#YılmazOdabaşı #Feride

*
''..Toplam elli dört bölümle tek bir şiirden oluşan Feride'de, duyarlığımı yazmaya, olabildiğince yalın olmaya ve biçim denemeleriyle şiirimizde destan geleneğine yaslanmaya çalıştım. Yazarken bir tür infilak ettim ve kendi depremimi yaşadım..
Feride'de, kapitalizmin pornografiye karılmış ve metalaşmış ''aşk'' anlayışına karşı, aşkı bir alternatif olarak koruyorum.
Aşkta(da) yabancılaşma, insanın doğasına yönelik bir tehdit değil midir.? (Sayfa: 87)

En Güzel Yunan Masalları - Komşudan Masallar 2

#EnGüzelYunanMasalları #KomşudanMasallar2 #DerleyenVeÇevirenŞebnemArslan #ResimleyenAdaTuncer Sayfa: 16-19 #NesinYayınevi
Zenginlik, Mutluluk ve Sevgi
*
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde bir gün kadının biri bahçesindeki çiçeklerle uğraşırken üç yaşlı kişinin yaklaştığını görmüş.
Onları tanımamasına rağmen kapısına gelen bu insanları çağırıp,
- Karnınız acıkmış olmalı. Buyrun isterseniz bir şeyler yiyin için, demiş.
- Eşiniz evde mi.? Diye sormuş yaşlılar.
- Hayır, evde yok, deyince,
- O gelene kadar bekleyelim öyleyse, demişler.
Akşam olup da adam evine döndüğünde karısı olanları anlatmış.
- Evdeyim arttık, şimdi gelsinler, demiş kocası.
Kadın hâlâ bahçenin önünde bekleyen yaşlıları yeniden yemeğe davet etmek için dışarı çıkmış.
Kadının onları içeri çağırmasıyla yaşlılar bu kez de üçünün birlikte eve giremeyeceklerini söylemişler.
Şaşıran kadın nedenini sormuş.
Üç yaşlıdan ilki söze başlamış:
- Ben Zenginlik’im. Yanımdaki Mutluluk. Onun yanındaki de Sevgi. Şimdi kocana gidip üçümüzden hangimizin sizinle birlikte yemek yemesini istediğini sor, demiş.
Bunun üzerine kadın eve dönmüş.
Duydukları karşısında sevinen adam karısına,
- Ne kadar şanslıyız. O zaman zenginlik gelsin soframıza. İstediğimiz kadar, bol bol yiyeceğimiz olur, demiş.
Kadın kocası gibi düşünmüyormuş:
- Peki neden evimizde Mutluluk’un getireceği sevinci yaşamıyoruz.?
Bir köşeden onların konuşmalarını dinleyen kızları yanlarına gelip sormuş;
- Sevgi’yi davet etmemiz daha iyi olmaz mı.? Evimiz hep sevgi dolu olur.
Kızlarını çok seven karıkocanın aklına bu düşünce yatmış. Sonunda adam karısına,
- Sevgi’yi soframızda bizimle yemeğe davet et, demiş.
Yine evin bahçe kapısına çıkan kadın üç yaşlıya seslenmiş.
- Aranızdan hanginiz Sevgi.? O kimse, bizimle sofraya oturmak için içeri buyursun.
Kadının daveti üzerine üç yaşlıdan sevgi olanı öne çıkıp evin bahçe kapısına doğru ilerlemeye başlayınca öteki ikisi de onu izlemeye başlamış.
Bunu gören kadın merakını gizleyememiş. Zenginlik ve Mutluluk’a sormuş:
- Ben sadece Sevgi’yi davet ettim. Siz neden geliyorsunuz.?
Üç yaşlı bir ağızdan sorusunu cevaplamak için kadına dönmüşler.
- Zenginliği ya da Mutluluğu davet etseydin içimizden ikisi burada kalacaktı. Ama sen Sevgi’yi davet ettin. Sevgi neredeyse biz de onun yanındayız.

16 Aralık 2019 Pazartesi

Rıfat Ilgaz - Karartma Geceleri

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Karartma Geceleri 1944'lerin İstanbul'unda, Alman faşizminin azgınlaştığı, dünyayı ateşe veren savaşın kapımıza dayandığı günlerde, hakkında iki tutuklama kararıyla İstanbul sokaklarına sığınan bir devrimcinin serüven dolu yaşamını anlatıyor.
Karartma Geceleri, Rıfat Ilgaz'ın anılarından kaynaklanır ama, bir anı-roman değildir. Anılar harmanlanıp bir zaman kurgusunda yeniden oluşturulmuştur.
Yurdumuzda ve uluslararası yarışmalarda birçok birincilik ödülü alan Karartma Geceleri'nin filmi de romanı kadar büyük bir ilgi görmüştür.

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Bunlar öyle küçük insanlıklardı ki, anlamını ancak bu cezaevlerinden gelip geçenler bilirdi. Sözgelimi, kapısız bir helanın önünde bir nöbetçinin arkasını dönüp dikilmesi bile bu tür insanlıklardan biri, belki de en önemlisiydi.(Sayfa: 8)
#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Sınırların ötesinde kalan uygar bir dünya, şimdi, aydınların boğazlandığı bir tutsaklar ülkesiydi. Bu topraklar üstünde kelepçe vardı, türlü işkenceler de vardı ama, henüz ölüm kampları, fırınlar, kurşuna dizilmeler yoktu. (Sayfa: 10)
***
"..Bir şair üzerine düşen işi yapmalı.
(..)
"..Aylığımız kaç lira bugün.? Seksen üç lira seksen beş kuruş.! Şurda, tramvay deposunun karşısında karnesiz ekmek satıyorlar, torbalar içinde. Tanesi.."
"Bir lira. Aldım geçen gün.!"
"Demek seksen dört ekmeğe öğretmenlik yapıyoruz."
"Buğdayımızı Almanlar'a veriyoruz, savaşa katılmamak için.."
"Savaşa girmemek için haraç.! Ama Hitler'i bize savaş açmaktan bu buğday alıkoymaz. Koşullar gerektirmesin yoksa.!" (Sayfa: 26)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

".. Ben henüz solcu olup olmadığımı bilmiyorum kesin olarak.Bildiğim bir şey varsa ezilen halktan yana oluşum. Halkın çektiği sıkıntıların benim çektiklerime tıpatıp uygun oluşu. Kurtuluşumu da halkın kurtuluşunda görüşüm. Bu birkaç düşünce kırıntısı solcu olmam için yeterse kendimi hiç de temize çıkarmaya çalışacak değilim." (Sayfa: 29)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Bilsem ki kimsenin parmağı yok
Bu sürüp giden işkencede,
Kılım bile kıpırdamadan bir sabah
Çekerdim darağacına kendimi
Bilsem ki suç bende.! (Sayfa: 42)

***
''(..) Sen yalnız sıradan bir öğretmen değilsin.! Şiirleri üzerinde durulan bir şairsin.! Sorumluluğun var.'' (..)
''Olumlu bir aydın olarak.. Bir şair, bir sanatçı.. Bırakalım bunları da kendi sağlığımdan sorumlu bir aydın olarak.. İnsan ileride utanmamalı, yaptıklarından.. (..)'' (Sayfa: 49)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

''Ne üzerine yemin ettirdiler.?''
''Önce müslümanca yemin ettirdiler. Şeflerinden biri, bu adamların böyle yeminler nesine dedi, buna şerefi üzerine yemin ettirelim..''
''Ettin mi.?''
''Ettim.!''
''Demek haber vereceksin öyle mi.?''
''Söz verdim vermesine ama..''
''Eee.?''
''Sen şerefin üzerine söz vermiş olsaydın, ne yapardın.?''
''Orada şerefin bir anlamı var mı.? Şerefli bir kişi olman dayaktan kurtarabildi mi seni.?'' (Sayfa: 88)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

''(..) Ama eğer sen önem verirsen şöyle de düşünebilirsin, bir şairin karısı olduğunu.! Bırak şairliğimi, halkın çilelerden kurtulmasını isteyen, onu seven, onun parasıyla okutulduğu için halkına, ulusuna karşı borcunu ödemeye çalışan bir öğretmenin karısı.. (..)'' (Sayfa: 96)
#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Onları ancak ''Öz''e önem veren şairlerden sayarlardı, aylak sınıfın eleştirmenleri. Şu içinde bulundukları darboğazda önemli olanın, biçim değil söylenecek söz olduğunu onlar da bilmez değillerdi. Bir de sorun çıkıyordu biçim için. Konu halka indikçe, tekdüzeliğe gidiliyordu ister istemez. Alışılmış biçimlere başvurarak, anlatılacak olanı yadırgatmadan verme çabası başlıyordu sanatçıda. Biçimcilik, halkı beğenisine aykırı bir uğraşıydı.
Ortaya konulan ürün, yazılıştan ötürü değil, yazılandan ötürü değerli olmalıydı. Biçimin hiç mi önemi yoktu sanat ürünü için.? Olmaz olur mu.? Halkla ilişki kurulmaya kalkışıldı mı en iyi biçimde, onun yadırgamayacağı biçimde verilmeliydi.. Ta ki bıkana kadar.! Eğer yeni biçimlere geçilecekse, halkın beğenisine uyarak geçilmeliydi. Yenilik her zaman için gerekli değildi. (Sayfa: 101)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

''Haydi dostum.! dedi, ''İçelim.! Bi daha nerde karşılaşırız belli olmaz.! Ama Tevfik Fikret ergeç haklı çıkacak.! Bir gün sabah olacaktır, mutlaka.!''
''Hocam.!'' dedi, ''Benim öyle büyük laflara aklım ermez. Ben iktisatçı olmak için yola çıktım. Bak, ''İşletme''ye çalışıyorum. Şu var ki, sabah kimileri için çoktan oldu. Sen halkın uyanmasını bekliyorsun, oysa o namussuzlar, geceyi uzatmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu yüzden derim ki geceler çok uzun olacak buralarda. Savaşın sonu görünür gibi oldu. Bizim aracılar, savaş sonrası ürünlerinin kendilerine gönderilmesini bekliyorlar, keselerini şişirmek için.. Halkı, yalnız kendi adlarına soysalar canım yanmaz.! Başkalarının hesabına yapıyorlar bu işi, daha çok.!''
''Senin kitapların, söylediklerini açık açık yazıyor mu böyle.?''
''Yook, hiç yazar mı.! Ben çıkarıyorum satır aralarından.! Biraz da Nazım'ın şiirlerinden çıkarıyorum bunları.''
''Bu doğru işte.! Profesörden önce sanatçı söylüyor gerçekleri. Bir iktisatçının, bir hukukçunun çaktığı çiviyi, ertesi gün öbürleri, elinde kerpeten söküp çıkarır. Basın savcıları onlarda bir tehlike görselerdi, şairlerden önce onların peşine düşerlerdi.!''
''Yani sen sanatçıdan bekliyorsun uyarma görevini.!''
''Bekliyorum ama, gerçek sanatçıdan. Fikret bize hiçbir şey vermiyor artık. O, babamı yetiştirmiş o kadar. Bu mavi gök size bir gün acır, diyen sanatçıya inanmak biraz zor.! Bu mavi gök, bugüne kadar kimseye acımadı, İsa'sına bile. Hem halkın acınacak nesi var ki, hele emeğiyle uygarlıklar kurmuş halka acınır mı hiç.! Uyansın da kendi sırtından gökdelenler kuranlardan alsın hakkını. Ben önce edebiyat öğretmeniyim. Şairlerden çok şey bekliyorum. Asya, Afrika kıpırdanmaya başladı, yalnız sana şunu sorayım, endüstri çağına girdi de mi uyandı bu adamlar.? İşte böyle zamanlarda halkı atılımlara, devrimlere götürecek güçlü sanatçılara iş düşüyor önce, iktisatçılara değil.! Hadi içelim en büyük şairimizin özgürlüğüne.!''
Bursa cezaevinde yatan şair için bardak kaldırdıklarını anlamış olacaktı Nihat:
''Eğer, iş şairlerimiz, romancılarımızla olacaksa, çook Nâzım'lar gerekecek bize.!'' dedi, ''Çok aydınlar, çok sanatçılar, romancılar..'' (Sayfa: 105-106)

***
(..) Gerçekten bu, tam anlamıyla gazete değil, paçavraydı. Almanların yenilgileri, geri çekilmeleri bile bir zafer öyküsüne çevrilerek anlatılıyordu. İç sayfalarda Doğu cephesine gidip gelen bir generalin anıları vardı. Hele başyazı.. ''Yeni Nizam''ın yeryüzü düzeni için en elverişli bir nizam olduğunu, dünya uluslarının artık silahlarını bırakmaları gerektiğini sağlık veriyordu başyazar. İlginçti bu başyazı.! Savaştan yorulan, acaba dünya ulusları mıydı, yoksa salt Almanlar mı.? Haberin özetinden, işgal bölgelerinden Alman askerlerinin belli bir oranda geri çekildikleri, üzerlerine düşen görevi yerli ırkçılara bıraktıkları açıkça anlatılıyordu.
(Sayfa: 110)
***
Portakallarını göreceksin Dörtyol'un
Mersin silolarında bitlenen
Altın sarısı buğdayları.
Turfandadır diye el süremediğimiz
Çavuşları, kınalı yapıncakları
Yani bağı sorulmadan yenilen üzümleri
Salkım salkım. (Sayfa: 113)

***
Şiir yazmak dünyanın neresinde suçtu, faşist ülkelerden başka.? (Sayfa: 119)
***
(..) Bu ülkeler onu bir gün buyur bile etseler kendi halkını kaderiyle baş başa bırakıp nereye gidebilirdi.? Bu halkın çocuğuydu, kurtuluşları da birlikte olmalıydı.! (..) Bu toprakların her ülkeden çok kendi aydınlarına gereksinimi vardı. (Sayfa: 120)
***
İşte şu en üst baştaki kitap da onun suçlanmış kitabıydı. Utanır gibi pembeleşmiş kapağıyla, Faris'in yazdığı kılıç gibi harflerle içeriğini belirtmeye çalışıyordu. Dört formalık kitaptan bile korkuyorlar, diye düşündü. Ne vardı içinde sanki.? Belirtmeye çalıştığı sınıf gerçeğinin en yalın dizelerle verilişi değil mi.? Gerçeklerden neden korkuyorlardı bu kadar.? Emekçinin uyanışından mı, yoksa işçinin uyanıp belli bir sınıfın adamı olduğunu benimsemesinden mi.? Peki, uyanırlarsa ne olurdu.? Hemen kendilerini sırtlarından silkeleyebileceklerine mi inanıyorlardı.? Bu, o kadar çabuk, o kadar kolay mı olacaktı.? (Sayfa: 159)
***
Halka dönük bir yazar oluşum çiziyor toplumsal kaderimi. (Sayfa: 161)
***
Şöyle bir sayfalarını çevirdi. Gözü Sabahattin Ali'nin adına takıldı satırların arasında.. Böyle bir dergide Sabahattin Ali'nin adı herhalde hayırla anılmayacaktı. Okudu:
''Bu hezeyanları yazan Sabahattin Ali, bugün kültür işlerinin mühim bir mevkiinde Marif Vekili Hasan Ali'nin şahsi sempatisi sayesinde Türk milletinin parasıyla rahatça yaşamaktadır.''
Batırmak istediği Türk milleti haaa.! Hangi toplumcu, Türk milletinin mutluluğu için işkencelere göğüs germekten yılmıştır bugüne kadar.? Hele Sabahattin Ali.. Pırıl pırıl yazılarıyla hep halkının geleceğine ışık tutmayı düşünmedi mi.?
Bilgisizlikten kurtulup insan gibi yaşaması için savaşmadı mı.?
Sayfaları şöyle hızla öfkeyle çevirdi. Başta Nâzım olmak üzere birçok toplumcu adlar karalanıyordu. Türk milletini batıran bu değerli sanatçılardı haaaa.! Gözlerini kırpmadan Almanların safına katılıp ulusun kaderini Hitler'in deliliğine teslim etmek isteyenler, ulusu soyup İsviçre bankalarına yatıranlar değil de, milleti batıranlar öyle mi.? Halkı için kafalarının ürünlerini ortaya döken aydınlar, sanatçılar, gazeteciler.. Çıkardıkları dergilerde ''Kelle kessem, kan içem.!'' diye şiirler yazıp, sen Çerkez'in, o Arnavut'tur, şunlar Laz'dır diyerek kendi halkını aşağılayanlar, sen bizdensin, bizim gibi Türkçü'sün diye zamanın Başbakanı'na açık mektuplar yayınlayıp Milli Eğitim Bakanı'nı solcu diye rapor edenler en değerli profesörleri, en seçme öğretmenleri isim isim jurnal edenler.. (Sayfa: 185)


Doğdun doğalı ne oyun gördün, ne oyuncak.!
Uyu benim maviş kızım
Dem geçecek, devran geçecek,
Keloğlan muradına erecek
Sökülecek hasbahçenin çitleri
Ağlayan nar gülecek.! (Sayfa: 186)
***
Alman ırkının üstünlüğüne inanan bizim yerli ırkçılarımız, kendi ırklarına bile güvenemedikleri halde nerden alıyorlardı bu coşup taşma hızını.? Biz yeryüzünde üstün ırk tanımıyor, kendi ırkımızı değil de kendi ulusumuzu hiçbir ulustan üstün görmesek bile, hiçbir ulustan da aşağı görmüyorduk. Eğer bir ulus bugün başka bir ulustan daha üstünse, bunun nedeni, ne kafa çevresinde ne de kanındaki alyuvarlarındaydı. Bu, bir ulusun egemen olma tutkusundan ileri gelmiyor muydu.? Afrika'yı, Asya'yı, biraz da Avrupa'yı sömürü düzenine zorla sokmuş bir ulusun kölesi olmaya özenmek övünülecek bir şey miydi.? (..)
''Biz..'' diyordu Mustafa, ''Halklar arasında, sınıflar arasında sömürünün sürüp gitmesini eleştiriyor, bir olanak eşitliği yaratılmasını istiyoruz. Onlar bizim bu kardeşçe isteklerimizin karşısına, kişiler nasıl eşit olabilirmiş diye kendi bencillikleri için çıkıyorlar.'' (Sayfa: 188)
***
''Her şair, biraz horoz değil midir, ötmesini bildiği için..''
''Evet. Vakitsiz öten bir horoz. Bu vakitsiz öten horozları tutarlar..''
''Beslemek için bir kümese kapatırlar..''
''Ama, sevimli bir kuş kümesin kapısını açıp salıverir. Sonra horoz, döner dolaşır, kendi çöplüğüne gelir, kanatlarını çırpa çırpa dolaşır..'' (Sayfa: 195)
***
''(..) İnsan, gireceği kavganın çapı kadar iyi olma gereğini duyuyor. Eğer insanın içinden geliyorsa kavgaya girmek, hazırlığı da o ölçüde başarılı oluyor.'' (Sayfa: 198)

11 Aralık 2019 Çarşamba

Rıfat Ilgaz - Hoca Nasrettin ve Çömezleri

#RıfatIlgaz #HocaNasrettinVeÇömezleri
Rıfat Ilgaz, Hoca Nasrettin ve Çömezleri'ni çağdaş bir yaklaşımla yeniden üretiyor ve kendi mizah anlayışıyla Hoca'yı şöyle değerlendiriyor:
''..Her şeyi tatlıya bağlamaya çalışan yöneticileri, çıkarcıları, eyyamcıları, dalkavukları yere vurmaktır amacı. Hoca bu yerden yere vurma işini kahramanlar gibi zor kullanarak, bedensel gücünü göstererek yapmaz. Filozofça yapar. Güçsüzler, arkasız kalanlar, dar zamanlarında onun fıkralarına sığınıp güçlenerek ayakta kalmaya, tutunmaya, yaşayışlarını sürdürmeye çalışırlar.
Hocamız, halkı tümüyle kapsayan mizah anlayışıyla, ezene karşı ezilenden yana, bilinçle sabırla direnen, işi oluruna bağlamayan, yatıştırıcı olmaktan çok uyarıcı, yerel olduğu kadar da evrensel bir yergi ustasıdır..''
***

(..) Ocak 1944'te ''Sınıf'' adlı şiir kitabı çıktı. Sıkıyönetim kararıyla toplatıldı. Pertev Naili Boratav ''Sınıf'' için:
''Yeni Türk şiirine inanmayanlara, Rıfat Ilgaz'ın kitabını okuyup anlamalarını dilemekten başka yapılacak bir şey yoktur.'' diye yazdı.
(..)
Yıllarca kendisini bizden uzaklaştırmaya çalışan yöntemlerden sonra, demokrasi yolundaki ülkemizdeki gelişmeler Rıfat Ilgaz adını yeniden yücelttiyse de, Sivas olaylarının acısına dayanamayan duyarlılığı 7 Temmuz 1993 günü aramızdan ayrılmasına neden oldu.
1991'de yazdığı son şiirinde şöyle der:
Elim eline değsin
Isıtayım üşüdüyse
Boşa gitmesin son sıcaklığım.!''
************************
''Doğru dersin, baba.! Kargaların beni adam yerine koymaları için senin kavuğunu oturtmam gerek.!''
Kızmıştı Hoca. Kızmıştı ya, kızdığını kimseye belli etmemişti bugüne kadar:
''Bırak benim kavuğumu da başına Timur'un askerlerine giydirdiğin bakır tolgayı geçir. Sonra çık köyleri talana.! Timur'u görünce de ''Yaşa Başbuğ'' diye kurtlar gibi ulu.! Hatun, sen bu densize bakıp da gümüş sikkenden olurum diye korkma. Bunlarda kurt olup eşek parçalayacak yürek nerde. Sen çıkar ahırdan bizim küheylanı da bağdakiler soylu bir eşek görsünler.'' (Sayfa: 8)
***
Geçenlerde bir ziyafete gittim, yüzüme bakmadılar bile. Bizim imamın kürkünü giyip gittim, başköşeye buyur ettiler. Çıkardım sırtımdan kürkü. Onu oturttum ben de başköşeye. Buyur imamın kürkü, dedim. Bu itibar bana değil, sana.! Sokak köpeğinden tazı, asker kaçağından gazi olur mu.? Üzerine uygun bir çul geçirirsem neden olmasın.? (Sayfa: 24)
***
''.. köpeğin köpeklik etmesi için, karnının hiç doymaması gerektiğini bilirsin.'' (Sayfa: 26)
#RıfatIlgaz #HocaNasrettinVeÇömezleri
''Elbet bir bildiğimiz vardı gölü mayalarken.. Bu sütü bozuk zorbalardan ayran bile olmaz. Ben görmem ama yaşayanlar görür. Dışardan gelen saldırgana güvenip kendi memleketlisini ezmeye kalkışanların başı ilk önce ezilir.'' (Sayfa: 35)
***
''Ne olacak,'' dedi Hoca, düştüğü yerden, ''yüksek mevkilerin adamı olmadığımızdan yukarıda tutunamadık.'' (Sayfa: 39)
#RıfatIlgaz #HocaNasrettinVeÇömezleri
"Köylü seni bekliyor, Hocam.!"
"Zorları neymiş alacakaranlıkta.?"
"Kalksın sabah namazını kılsın diyorlar.."
"Allah'la kulun arasına girmeyi kim öğretmiş onlara.? Fille Timur'un arasına beni sokarlar, Allah'la benim arama kendileri girerler. Sıkıysa Timur'la filin arasına girsinler bakalım, tabansız herifler.!" (Sayfa: 62)
#RıfatIlgaz #HocaNasrettinVeÇömezleri
Heybelerden, torbalardan çıkanları reisin atının ayaklarının dibine yığmışlardı. Haramilerin başı, bu döküntülere hiç sevinir görünmüyordu.
''Bizden önce kim soydu sizi.?'' dedi. ''Bu ne hal.?''
''Kim mi soydu.! İlk önce Selçuklu sultanları, Karaman beyleri, onlardan sonra da Timur'un adamları. Şimdi de Timur'un fili talan ediyor, bağımızı, bostanımızı.!'' 
(Sayfa: 70)
#RıfatIlgaz #HocaNasrettinVeÇömezleri
(..) ''Çok tuhaf adamsın sen.! Birini dinledin, hak verdin. Ötekini dinledin, haklısın, dedin. Ne biçim iş bu.?''
''Vallahi hatun, sen de haklısın.!''
Bu kez Ferhat atıldı:
''Baba,'' dedi, ''Herkese hak verirsin de bana hiç hak vermezsin sen.!''
''Vermem,'' dedi Hoca, ''Hak vermek başka, haklı göstermek gene başka.!''
''Anlayamadım.''
''Daha, çooook ekmek yemen gerek anlaman için.!''
''Yani kimseye hak vermiyor musun sen şimdi.?''
''Vermiyorum, evlat. Verildi mi sadaka olur. Hak dediğin söke söke alınır. Birini haklı görmek başka, ona hak vermek gene başka.! Vermeye gelince. Bizim gibi hocalar hep almayı bilirler.! Huyumuz kurusun.!'' (Sayfa: 87)
***
(..) Açıkçası yaşamayı kim hak ettiyse o yaşar, hakanlar, başbuğlar değil.! (Sayfa: 89)
***
Bağevinin avlusundan çıktıktan sonra eşeğin boynuna bir şaplak atan Hoca:
''Yavuz eşekmişsin haaa.!'' dedi. ''Kim öğretti sana arap atları gibi rahvan gitmeyi böyle.? Yorma kendini bu kadar. Hayvanın aptalı rahvan, insanın aptalı pehlivan olur derler. Sen biraz mektep medrese görmüşe benziyorsun. Olmaaaz.! Ya başlamışken tam okuyacaksın, yahut da hiç başlamayacaksın.! Okumuşun cahili, acemi çomara benzer. Sağa sola boşuna havlayıp sürüye kurt getirir. Ortalıkta bu kadar kurt dolanıyorsa, acemi çomarların boşa havlamasından. Eğer Timur denilen deli herif hâlâ ayakta durabiliyorsa, kendini tam adam sanan buçuklu kişilere dayandığındandır.'' (Sayfa: 91)

#RıfatIlgaz #HocaNasrettinVeÇömezleri
''Onlar köpek ararlar havlatacak. Önce köpeğin, adını kendinden alan dişini sökerler. Sökemezlerse törpüleyip altın kaplarlar ısıramasın diye.. Hiç, midesi dolu, ağzında yağlıca bir but olan köpeğin ısırdığı görülmüş mü.? Ağzını açıp havlayamaz bile. Neden havlasın. Sonra but parçası düşüverir ağzından.''
(Sayfa: 92)
***
(..) Memleket çok laftan battı der köylümüz. Doğrudur bu. Laf üretmekten iş üretmeye fırsat bulamadılar başları kavuklular. Bu hale soktular, gül gibi Akşehir'i. (Sayfa: 94)
***
''Kavuğunu gördüm de uzaktan, ben de seni okumuş bir adam sandıydım..''
''O kavuk senin gibi daha kimleri kandırmadı ki..'' (Sayfa: 104)
***
''Tavuğu kadına mı kestiriyorsun.?''
''Kime kestireyim ya.?''
''Yenmez kadının kestiği tavuk.''
''Pişirdiği pilav yenir de, kestiği tavuk mu yenmez, haaa.?''
''Asla yenmez.''
''Ben yedim oldu, Muhzır Efendi. Sana buyur edersem yeme.!''
(Sayfa: 119)

#RıfatIlgaz #HocaNasrettinVeÇömezleri
Dünyaya insan gelip insan gideceğini sanırdı, birçok eşekler.
(Sayfa: 125)

#RıfatIlgaz #HocaNasrettinVeÇömezleri
(..) Körlerin dördü de ayağa kalkmış birbirinin üzerine atlıyor, keseyi bulmaya çalışıyordu. Kesenin ortaya çıkmayışı deliye döndürmüştü hepsini. Kese mutlaka dördünden birinde olmalıydı. İş adamakıllı kızışmış, tekmeden tokattan ağız burun kanamaya başlamıştı. Hoca uzaktan:
''Görüyorsun ya, Ferhat,'' dedi, ''Buna kördövüşü derler. İşte memleketin hali. Timur'un sizin gibilere yaptığı da bundan farklı değil. Hadi yolun açık olsun. Aslan gibi delikanlı kardeşlerin Timur'un mahpus damlarında yatarken sen Akşehir'den buralara gel, kızkardeşini elin itlerine satmaya çalış. Benim satılık kızım yok. Terslik edilecek yeri öğrendiğin gün Timur gibiler tası tarağı toplayıp giderler buradan.!'' (Sayfa: 140)

Furûğ Ferruhzâd - Yeryüzü Ayetleri

Furûğ Ferruhzâd - Yeryüzü Ayetleri Çeviri: Prof. Dr. Ali Güzelyüz

''Esir''de ben sadece dış dünyayı yalın bir şekilde açıklıyordum. O zamanlar şiir, ruhuma işlememişti. Aksine kendisiyle aynı evde yaşadığımız bir eş, bir arkadaş gibiydik. Sonraları şiir bende kök saldı. Böylece benim için şiirin konusu değişmiş oldu. Artık şiiri sadece kendi duygularımı açıklamak için bir araç olarak görmüyorum. Aksine şiirin kökü bende sağlamlaştıkça, ben parçalara ayrıldım ve daha yeni dünyalar keşfettim.''
*
''Bana göre şiir, ona yaklaştığımda kendi kendine açılan bir penceredir. Yanında oturuyorum, bakıyorum, şarkı söylüyorum, bağırıyorum, ağlıyorum.. Pencerenin öte yanında bir varlık olduğunu; orada birinin, belki de iki, üç yüz yıl sonra yaşayacak birinin beni dinlediğini biliyorum. Şiir, geniş anlamıyla ''varlık''a bağlanmak için bir araçtır. Onun en iyi yönü, insanın şiir söylerken ''Ben de varım'' ya da ''Ben de var idim'' diyebilmesidir. Ben, şiirimde bir şey aramıyorum. Aksine şiirimde kendimi yeni yeni buluyorum.''
*
Şair olmak demek, insan olmak demektir. Kimilerini tanırım, günlük davranışlarının şiirle ilgisi yoktur. Yani sadece şiir söyledikleri zaman şairdirler. Sonra iş bitiyor.. Ben bu kişilerin sözlerini kabul edemem.''
*
Ve bu benim
Yalnız kadın
Soğuk mevsimin eşiğinde
Toprağa bulanmış varlığı anlamanın başlangıcında
Ve sâde ümitsizlik ve gökyüzünün hüznü
Ve bu çimentolu ellerin güçsüzlüğü
Zaman geçti
Zaman geçti ve saat dört kez çaldı
Dört kez çaldı
Bugün Dey (Aralık-Ocak) ayının ilk günü
Mevsimlerin sırrını biliyorum ben
Ve anların sözünü anlıyorum..

Mikis Theodorakis (Μίκης Θεοδωράκης) - Yapayalnız Kalacaksın Gecenin Ortasında (Yaşamım ve Müziğim) (Türkçesi: Ahmet Cemal)

  ANILARIMIN TÜRKÇE BASIMI İÇİN * --------------MİKİS THEODORAKİS * Anılarımın Türkçeye çevrilen ilk cildine önsöz yazmaktan büyük sevinç du...