7 Aralık 2019 Cumartesi

Nâzım Hikmet Ran - Benerci Kendini Niçin Öldürdü.?

#NâzımHikmetRan  #BenerciKendiniNiçinÖldürdü.? #AdamYayınları
(..)
Benerci yatakta
Kalküta ayakta.
Benerci görmeden görüyor yattığı yerden
yürüyen Kalküta'yı:
''Adım
----------Adım.
Adım -- lar
adım -- ları..
Kal -- dırım
----------kal -- dırım.
Kal -- dırım -- lar
----------kal -- dırım -- ları..
Cad -- de..
Cad -- deler..
Kalabalık..
---------- Ka - la - ba - lık
----------itiyor
----------ikİ
----------yana
----------apar -- tıman -- ları..
*
Behey tram -- vay.!
----------çiğneneceksin:
sağa sola sap..
Geçit yok.
Rap
----------rappp
----------rappp.!!!!!
Ve..
----------Va..
----------Vey..
- Yol açın kamyonlara
amele çocukları
babalarını geçiyor..''
*
Haykıraraktan
----------Benerci fırladı yataktan.
Şimdi sokaktan
----------tek bir insan sesi yükseliyordu..
Benerci koştu pencereye:
----------Aşada sokak
----------kalabalık.
Yukarda masmavi bir hava
Aşada bir kamyonun üstünden
----------kalabalığa
Söz söylüyor en yakın arkadaşı SOMADEVA
(SOMADEVA, Benerci'nin en yakın arkadaşı olup, uzun bir müddetten beri Kalküta'da bulunmuyordu. Binaenaleyh, böyle bir zamanda onun sesini duyup kendisini görmek, elbette ki, Benerci'yi sevinçli bir hayrete düşürecektir. N.H)
''-- Arkadaşlar.!
----------Aylardır ki anamaız avradımız
----------uzun aç dişleriyle dişlediler
----------kendi memelerini.
Arkadaşlar..
----------Çıplak aç karnını kurşunlara vermek,
----------kıvranarak gebermek..
----------Tek ----------
----------Vaar.?
Hayır.!
Ar ----------lar----------
Önümüzde onlar
----------kalın enselerini kırıp
----------boynuzlarını saplayınca toprağa..
----------ağa...
*
Biz..
----------mizi.!
Patiska bir gömlek
----------gibi yırtarak
----------etimizi
kanlı kemiklerimizle
----------cağız.!!
O zaman gülleri koklıyacağız.
O zaman
----------tabiat
----------güzel bir ağız
----------gibi karşımızda gülümsiyecek..''
*
Benerci artık kendini tutamadı. Pencereden üç defa: SOMADEVA.. SOMADEVA.. SOMADEVA.. diye haykırdı. Bu haykırış o kadar kuvvetli idi ki, SOMADEVA sustu. Birdenbire esen rüzgârla bulutları dağılan bir yaz sağnağı gibi sokaktaki kalabalığın uğultusu kesildi. İnsanlar, başlarını enselerinin üstüne yatırarak, dikine müstatil apartımanın yedinci katındaki perdesiz pencereye baktılar. Ve orada, camın arkasında, Benerci'nin sarı yüzünü gördüler.
SOMADEVA, Benerci'yi tanıdı. Kolları ona doğru uzanır gibi oldu. Bu hareketi, yalnız yukardan Benerci ve kendi içinin içinden SOMADEVA gördü. Başka hiçbir göz, uzanmak, kucaklamak istiyen kolların hasretini göremedi.
Yukardan, yine Benerci, üç defa bağırdı:
- SOMADEVA.. SOMADEVA.. SOMADEVA..
Aşada SOMADEVA, kamyonun etrafına toplananlara:
- Bana bir taş veriniz, dedi.
Taşı verdiler. Ve en eski günlerin en yakın arkadaşı:
- Bu adam nefsini kurtarmak içi yoldaşlarını satmıştır. Benerci müstevlilerin casusu olmuştur. En yakınlarının kellesini satmasaydı, bunu yapmasaydı, onun kahrolası başını omuzlarının üstünde bırakmazlardı, dedi. Ve sağ kolunun bütün kuvvetiyle, yedinci kattaki perdesiz pencereden bakan sapsarı insanın yüzüne, taşı attı..
SOMADEVA'nın taşı, BENERCİ'nin alnına geldi. Benerci dimdik durdu. İki kaşının arasından sızan kan, çenesinden göğsüne aktı..
Ve Benerci'nin başı benim, ben Nâzım Hikmet'in dizlerine düşünceye kadar, en büyük, en iyi, en sevgili, kahreden ve yaratan KALKÜTA, onu taşladı.
Baygın çocuğumu, yatağına yatırdım. Camları paralanmıiş, pervazları kanlı pencereye çıktım. Arasıra arkasına dönüp bakarak uzaklaşan kalabalığın peşinden şu suretle feryada başladım:
Benerci benim oğlum..
Ben onun yüzünü
----------görebilmek için
kaç kerre gecemi gündüzümü
----------on birlik tütüne satarak
dumandan bir adam gibi dikilip durmuşum..
Benerci benim oğlum,
----------ben onu
----------uykusuz gecelerin
----------ellerine doğurmuşum..
*
Benerci sizi satmadı.
Benerci günlerdir yemek yemiyor,
gecelerdir yatmadı.
O yatmıyor, ben yatabilir miyim.?
Benerci sizi satmadı,
sizi ben satabilir miyim.?
Benerci benim oğlum.
Onu ben
----------kellemden, etimden, iskeletimden
----------sizin için doğurdum..
*
Dostlar.!
İçinizden bir çıban gibi şüphenizi yolunuz.
Benerci sizin oğlunuz,
----------benim oğlum..
*
Fakat, kalabalık, benim sesimi bile işitmeden ilerledi, kayboldu. O zaman, hâlâ baygın yatan çocuğuma döndüm, dedim ki:
*
Dostlar dinlemedi beni Benerci.
Benerci oğlum, küçücüğüm, büyüğüm,
başında dolaşan bu mel'un düğüm
----------çözülene kadar..
----------bizim ah.! demeğe hakkımız yok,
Onların taşlamağa hakkı var..
***
Taş hücre mahpusu Benerci'dir. Kitlelere heyecan, şuur ve hedef veren yazılar, vaktiyle Somadeva'nın başladığı ve şimdi Benerci'nin devam ettiği ''Hindistan'ın Yirminci Asır Tarihi'' isimli eserdir. Yalnız, Benerci bunu, bileğini kesip kanıyla yazmıyor.. Fkat, eğer icap etseydi, eserin bir tek satırını yazmak için damarlarındaki bütün kanını akıtabilirdi. Ve bu, pestenkerani bir lâf değildir. Bu işi yapabilecek insanların yalnız on dokuzuncu asır romanlarında yaşadığını zannedenler, yirminci asrın isimsiz, büyük kavga kahramanlarını tanımıyorlar demektir.
Benerci yazısını bileğinin kanıyla yazmıyor. Bu yazıları şehrin varoşlarından gelen meçhul adama vermiyor. Benerci yazılarını temiz beyaz kâatlara kurşunkalemiyle yazıyor. Ve bunları hapishane gardiyanlarının İngiliz dikkatlerine rağmen, dışardakilerin ellerine ulaştırıyor.
NASIL.?
Taş hücre mahpusunun, senelerdir, bu işi nasıl yaptığını anlatacak değilim. Romanda da olsa, Britanya polisine hizmet etmek istemem. (Sayfa: 80)
***
- Dünden itibaren katarın başında gidiyordum. Halbuki fizyolojim berbat.. Kafam elastikiyetini kaybetti. Dönemeçleri zamanında dönemiyeceğim. Ellerim lüzumundan fazla titriyor. Akıntıda dümen tutamıyacak bir hale geldiler. Akışın temposunu hızlılaştırmak nerde.? Onu yavaşlatmam muhtemeldir. İstemeden, irademin dışında, yanlış adımlar atacağım. Biliyorum, hareket beni belki altı ay sonra, bir sene sonra bir safra gibi fırlatacaktır. Fakat o beni fırlatıp atana kadar, ben ona fren olacağım. Halbuki ben kemiyette bile, bir sene değil, bir gün bile, irademin dışında, bilerekten ona ihanet edemem. Anlıyor musun.? Diyeceksin ki, yanılmıyan yalnız tembellerdir, budalalardır. İş yapan, yürüyen adam yanılır. Mesele yanlışın idrakindedir. Fakat, ya bu yanılma nesnesi katarın başındaki adam için bir kaide haline gelirse. Ve o adam katarın başında gidemeyeceğini bildiği halde, yerinde durmak için bir saniye olsun ısrar ederse. Bu bir ihanet değil midir.? Ben bir saniye olsun, ihanet edemem. Bu benim uzviyetimde yok.
Benerci yine durdu. Sonra birdenbire gülerek:
- Hem ben bu meseleyi arkadaşlarla konuştum. Hallettik. Sana haltetmek düşer, dedi. (Sayfa: 85)
***
BU KİTABIN SON SÖZÜ..
*
''Kavgada
----------kendi kendini öldüren
----------lanetli bir
----------cenazedir
----------benim için:
Ölüsüne
----------ellerimiz
----------dokunamaz.
Arkasından
----------matem marşı
----------okunamaz.''
*
Sen artık
----------bu kitapta:
noktaları
----------virgülleri
----------satırları taşımıyorsun.
Sen artık
----------bu kitapta
koşmuyor
----------bağırmıyor
----------alnını kaşımıyorsun.
*
Ve Benerci sen
----------bu kitapta:
kendi kendini öldürmene rağmen
benim ellerim senin
----------kanlı delik
----------şakağına dokunacaktır.
Cenazende
----------dosta düşmana karşı
----------matem marşı
----------okunacaktır: (Sayfa: 87-88)
***
MATEM MARŞI..
*
Çan
----------çalmıyoruz.
Çan
----------çalmıyoruz.
Yok
----------salâ
----------veren.!
Giden
----------o
biten
----------bir
şarkı değildir..
*
O
büyük
bir
ışık
gibi döğüştü.
Kasketli
bir güneş
halinde düştü.
*
Çan
----------çalmıyoruz.
Çan
----------çalmıyoruz.
Yok
----------salâ
----------veren.!
Bu
----------giden
----------bir
----------biten
----------şarkı değildir..
***
S O N (Sayfa: 89-90)
*
*
Daha hızlı bağır bebek.!
Uzun uzun memeyi em ve büyü..
Yalnız bir şeyi bil:
sen bir amelesin
-----
-----
ve elleri yumuşak olanlara
hiçbir zaman
----------sonuna kadar itimat etmemelisin.
-----
-----
----- (Sayfa: 144)
***
Ne binecek sırma palanlı bir atım,
ne bilmem nerden gelirâtım,
ne mülküm, ne malım var.
Sade bir çanak balım var.
Rengi ateşten al
----------bir çanak bal.!
*
Balım her şeyim benim..
Ben
mülkümü ve malımı
yâni bir çanak balımı
koruyorum haşarattan.
Bekle kardeşim bekle..
Çanağımda
balım olsun,
gelir arısı
----------Bağdattan.. (Sayfa: 149)
***
(..)
Hapislik olmuyor dalga geçmeden..
Halbuki ben..
Baktım ki, elimde bitmiş cıgaram
bir nefes içmeden. (Sayfa: 171)
***
Habeşistan bir yarı müstemleke. O, bu yarı müstemlekenin müstemlekesi Galla'dan bir zenci. Ben, kara gömlek giymiş bir emperyalizmin ak derili yerli kölesi.
Anamın yüzünü görmedim. Beni doğururken ölmüş. Bu zenci delikanlının yüzünü bilmiyorum. O bu kapıdan ölüme götürülmüş. Ben bu kapıdan içeri girdim. Birdenbire anladım ki o, bana anam kadar yakındır.
(..)
Önümde, Gallalı zencinin, TARANTA - BABU adındaki karısına yazdığı mektupları.. (Sayfa: 185)

#NâzımHikmetRan  #BenerciKendiniNiçinÖldürdü.? #AdamYayınları

Babasının yirmi beşinci kızı
benim üçüncü karım,
gözlerim, dudaklarım,
----------TARANTA-BABU.
Sana bu
----------mektubu
içine yüreğimden başka bir şey komadan
yolluyorum
----------Roma'dan.
Bana darılma sakın
şehirlerin şehrinden sana gönderecek
kendi yüreğimden daha akla yakın
----------bir hediye
----------bulamadım
----------diye.
*
TARANTA-BABU;
onuncu gecemdir ki bu
başımı gümüş yaldızlı kitaplara sokuyorum
okuyorum
----------doğuşunu
----------Roma'nın.
Önde sıska dişi bir kurt
arkada tombul ve çıplak
----------REMÜS'LE ROMİLÜS
dolaşıyorlar içinde odamın.
Ağlanma TARANTA-BABU..
Bu ROMİLÜS
UAL-UAL çarşısında
----------güpegündüz
senin o incir memeli kız kardeşini
----------altına alan
mavi boncuk tüccarı Sinyör ROMİLÜS
----------değil
----------ilk Romalı, kral ROMİLÜS..
(..) (Sayfa: 187)

#NâzımHikmetRan  #BenerciKendiniNiçinÖldürdü.? #AdamYayınları

TARANTA-BABU'YA SEKİZİNCİ MEKTUP
*
Mussolini çok konuşuyor TARANTA-BABU.!
Tek başına
----------yapayalnız
----------karanlıklara
bırakılmış bir çocuk gibi
----------bağıra bağıra
kendi sesiyle uyanarak,
korkuyla tutuşup
----------korkuyla yanarak
durup dinlenmeden konuşuyor.
Mussolini çok konuşuyor TARANTA-BABU
çok korktuğu için
----------çok konuşuyor.! (Sayfa: 205)

Tomris Uyar - Yürekte Bukağı

''Gül, yeşilliğin, yeşilin çiçeğidir'' desem, hangi edebi sanata girer acaba:?
- Onu bilmem, yalnız, ben güzel şeyler duymak istiyorum demedim ki, sesini duymak istiyorum o kadar.
- Öyleyse ben de söylüyorum. Günümüzde gülün, birtakım yoksul, üçkâğıtçı çiçeklerin, üstüne su serpip zorla dirilttikleri bir meta olduğunu biliyorum. Böyle açık günlerde bile eldiven giyip ağır kokular sürünen burjuva kadınlarının satın aldıkları bir incelik olduğunu da. ''Tek gül'' sıfatına girdiğinde, ucuza getirilen bir zamparalık gereci olduğunu da. Yalnız elimde bir kayısı gülü varsa, bir bahçe duvarını, bir sokak adını daha iyi değerlendirebiliyorum, bir kadının yeni aldığı plastik, turuncu bir çöp kovasını. (Sayfa: 8)
#TomrisUyar #YürekteBukağı #AnlatBanaÖyküsünden
- Böyle güzelliği gözleri yaşartan havalar, sıkıyönetim ilanına uygun değildir, diye düşündüm çiçeklere bakarken. Böyle havalar aramalara, gece baskınlarına ve toparlanmalara uygundur.
(Sayfa: 8-9)
*
İçimdeki şu kaygan sıcaklığın, bir gün bilge bir öküzü besleyen yemyeşil bir ota, bir tür ulaşamayacağım köy evlerini ısıtan tezeğe dönüşeceğini duyuyorum iliklerime kadar.
(Sayfa: 9)
#TomrisUyar #YürekteBukağı #GüneşliBirGünÖyküsünden
Kimse, bir gün sonrayı bilemiyordu.
Öldürülenler, pusuya düşürülenler, kaçırılanlar, kan davası güdenler, soyanlarla soyulanlar ve bekçilerle veznedarlar, basılı kâğıtlara geçtikten hemen sonra gerçekliklerini yitiriyorlardı. Yaşanılan acılar, büyük bir hızla simgesel acılara, okunulan, düşünülen, yazılan acılara dönüşüyordu. Toplu bir sanrı gibiydi, olamazdı, bir sürçmeydi sanki. (Şu öykü bir başka şeyin simgesiydi sözgelimi, masal mıydı neydi.? Öylesine kaçılıyordu.) (Sayfa : 17)

#TomrisUyar #YürekteBukağı #SütPayıÖyküsünden
Süt bir toprak sanki de, ekiyorsun geceden, sabaha veriyor yoğurdunu. (Sayfa: 31)
*
Bilmezler ki Ahmet'in koru içinde yanar, dışarı sızmaz: kendi için, kendiliğinden. İçimizle besliyoruz dünyayı be.! (Sayfa: 32)
*
Atlar, burunları kıpır kıpır, durdukları yerde eşiniyorlar. Onlar da bekleyiş içindeler. Ara sıra, burunlarını birbirlerine sürtüp sevişiyorlar. İkisi de besili, bakımlı hayvanlar. Gözleri, kirpikleri bir tatilin tatlı düşleri içinde, ta uzaklara bakıyorlar. Kim bilir hangi su kenarına.? Hangi sonsuz kıra.? Kış-yaz, sabah-akşam demeden her gün saat sekizi çeyrek geçelerde, bütün sekizleri çeyrek geçelerde kendi mahallelerinden süt fabrikasına güğüm taşımaktan uzanmışlar. (Sayfa: 34)

#TomrisUyar #YürekteBukağı #AkanSularlaÖyküsünden
Sokağın iki yanına üst üste yığılmış bu hantal, sağır apartmanlarda oturanlar için tek açıklık, tepedeki göktü. Güzel havalarda, yeni ütülenmiş mavi, keten bir mendil gibi gerili duruyordu.
Hangi imparatorun, hangi çılgın mimarın, hangi serserinin akıl ettiği , hangi yapı işçisinin başarıyla uyguladığı bir cezaydı bu.? (Sayfa: 44)
***
Geçmiştir tencerenin başına, kepçeyle ha bire karıştırıyordur. Neyi acaba.? Günümüzde, çağımızda, artık başında durup karıştırılması gereken bir şey kaldı mı.? (Sayfa: 45)

#TomrisUyar #YürekteBukağı #DüşSatmakÖyküsünden
- O satıcının oğlu musun gerçekten.?
- Ne fark eder ki.? diye gülümsedi oğlan. Sen aslında kim olduğunu düşündün mü hiç.? Güvenli bir evden gelmekten başka bir özelliğin var mı.?
- Beni nerden tanıyorsun.? Evimi nerden biliyorsun.? dedi genç kız, savrulan bir lunapark iskemlesinin telaşıyla, başıboşluğuyla.
- Üniversite hazırlık kurslarına gidiyorsun. Evine belli bir saatte dönmek zorundasın. Göbekli bir baban, durmadan ilenen bir annen var. Şu anda pencerede, seni bekliyor.
- Doğru, dedi genç kız bıkkınlıkla.
- Ama sen onlara aldırmıyorsun, diye sürdürdü oğlan.
- Nereden çıkardın bunları.?
- Bugün çarşamba, kurs günü.. Ve nasıl olsa geciktin.
Aralarına giren sessizlikte sözcüklerin anlamı iyice açığa çıktı.
- Yalnızlık çekmiyor musun hiç.? dedi genç kız.
- Yalnızlığıma dokunma. Yıllardır burada, karanlıkta çalışıyorum ben, yeraltında, yine de senin dünyanı tanıyorum, okuyorum.
- Hangi yazarları seversin.? Dostoyevski'yi mi.? Çehov'u mu.? Sahi, kaça kadar okudun sen.?
- Bana soru sorma, dedi oğlan. Adımı bile sorma. Kendimi bildim bileli hem zorbayım (Genç kız, onun çizmelerindeki mahmuzları ayırt etti).. hem tutsağım yeraltında.. (kolundaki demir bilekliği.)
- Yalnızlığıma katılabilirsin, dedi oğlan, yalnız soru sormayacaksın. Bir daha da geri dönmeyeceksin güvenli barınağına. O barınak, yıkıldı yıkılacak. Burada kalırsan, başka bir çağda yaşayabilirsin bir süre, azar azar ölerek uzatabilirsin yaşamını.
Sardığı kalın sigarayı uzattı. (Sayfa: 59)

#TomrisUyar #YürekteBukağı #DikkatKirılacakEşyaÖyküsünden
''İmzamı nasıl sevdiğimi anlatmayacağım ona. Her atışımda imzamın daha bir güzelleştiğini, yerli yerine oturduğunu, tutarlılık kazandığını. İmzama â^şık mıyım.? Belki.
Şu temizliğe, şu tertemiz odayı saran huzura tutkunum. Pırıl pırıl kül tablalarına, güneşi süzerek içeri salıveren şu hışırtılı perdelere de, kalın yaprakları birayla temizlenip parlatılmış kauçuk denen şu bitkiye de.
Bunlar, dünyanın değişkenliğine, bilinmezliğine, kirine-pasına karşı koruyorlar beni. Burada, bu odada, akşamın altısına kadar güven içindeyim. Güven tutkusu..
Öyle bir hastalık ki bu, tek belirtisine alışmak yıllar alabilir, yine de birlikte yaşamak ve geçinmek zorunda olduğum ölümcül bir hastalık.
Ona bunlardan söz etmeyeceğim.'' (Sayfa: 70)
***
Çevren geniş olacak, yüreğin de. O zaman sırtını sıvazlıyorlar. Hani fıkradaki gibi. Tanıdığının salık verdiği delikanlının hiçbir şey bilmediğini gören müdür sormuş dayanamayıp: ''Peki, bari cinsellikle yolculuğu seviyor musunuz.?'' Delikanlı evet deyince de, patlatmış, ''Öyleyse sittirin gidin.!'' (Sayfa: 71)
***
Neden şu yaşının çizgilerini daha o günlerde ele veren bu kadına âşık olmadım.? Neden.? (Sayfa: 72)
***
''Bir de âşık olmayı katmalıyım. Beceremediğim bir şey galiba. Bir eksiklik.
Ona karımdan söz ederken 'güvenilir', 'boynu eğik' dedim. Oysa hiç denemedim ki bu sıfatların geçerliğini, hiç ilgilenmedim ki, beni sevmesi yetti.
Resmi bıraktım. Tehlikeli olabilirdi.
Konuşmak da tehlikelidir. İçte biriken sözcükleri boşaltmak. Hele konuşmayı bir kere unutmuşsan.
Aslında dış görünüşümde değişen hiçbir şey yok. On sekiz yaşımdaki kilomdayım. Kadınların ilgisini çekiyorum. Ama ne önemi var..
Bir şey sızlıyor. Bir eksiklik. Bir özlem. Günlük cinselliğime yansıyan, tutkuyu silip götüren bir sızı.
Bir korku getiriyor yedeğinde: Ya bir gün, bunca yıl kafamda biriktirdiğim sözcükler boşalıverirse.? Çene kemiklerim açılırsa.? Beynime üşüşen imgeleri durduramazsam.? Ya eve, bir gün yirmi dakika gecikirsem.?''
*
Kitaba mı bakıyordun.? Niye gözlerin doldu ki.? Evet adı ''Romeo Yanılgısı''. Ne var bunda.?
Sen bizlerden bile isteye koptun.. Senin deyiminle, ''yoz ilişkilerden, kentsoylu hüzünlerinden.''
Anladığım kadarıyla, gönül verdiğin dünya görüşü doğrultusunda, sağlıklı bir çevreye girmişsin.
Kalıbımı basarım, aşk evliliği yapmışsındır. Okulun bahçesindeki çınara bir âşıktın sen. Ama bir dalını koparıp doğum gününde getirdim diye ne ''hanım evlâtlığım kalmıştı, ne ''burjuvalığım.''
Gittin işte, Biliyor musun, haklıydın. Ara sıra sana imrendiğim de oldu. Alabildiğine dürüsttün çünkü. Yalanın hemen belli olurdu, yüzünden okunurdu.
Kendini sertleştirme çaban da haklıydı.
Sevindim senin adına. Başarına.(Sayfa: 74)

#TomrisUyar #YürekteBukağı #UzunÖlümÖyküsünden
Bir ara eğildi, denize bir bakış baktı ki, bir adamın bir denizi ilk görüşü sanırsınız. Gözleri kısıldı, gülümsedi kendi kendine. Vurgun yemiş gibi sarhoş..
(..) Gök akşamüstüne doğru, kızıl duruyor tepelerde, altta morlaşıyor, derin bir maviye dönüşüyor, sonunda da ılık, mor, buğulu bir halkaya. Bu halka koruyor ya göğü, büsbütün denize karışmaktan. Yoksa her yer deniz; ADA. Her dilde dişil olan bir sözcük. Kapıcı, sarmalayıcı, değiştirici, acımasız.
Deniz iç geçiriyor: gök, çekip toparlıyor onu kendine doğru. Bir sessizlik. Sonra, soluğunu koyverdi mi, binlerce küçük, yuvarlak dalga, cam kadar pürüzsüz çakıllarla, törpülenmiş, saydam deniz kabuklarıyla yayılıyor kıyıya. Seyrek, güçsüz dalgalar. Bir balıkçı, sandalından eğiliyor denize, dinliyor bir süre. Havada binlerce rüzgâr çıngırağı. (Sayfa: 80)
***
Denize alışkın mavi gözleri, köpüklü beyaz saçları vardı. Gözleri, konuşurken, içtiği rakının duruluğundaydı. (Sayfa: 82)
***
Yorgunum. Verebileceklerimden, veremediklerimden yorgunum. Biriktirdiklerimden. Bir alsalardı, o yürekliliği gösterselerdi.
(Sayfa: 85)

#TomrisUyar #YürekteBukağı #YürekteBukağıÖyküsünden
''Yaşam, bir çatlayıp dağılma işlemidir zaten, gelgelelim oyunun en çarpıcı bölümünü oluşturan vuruklar -dıştan gelen ya da dıştan geldiği sanılan büyük, beklenmedik vuruklar- anımsadıklarınız, özürlerinizi yükledikleriniz, zayıf anlarınızda dostlarınıza açtıklarınız -etkilerini hemen göstermezler öyle. İçten gelme bir başka tür vuruk vardır ki- ancak onunla başedemeyeceğiniz kadar geciktiğinizde duyarsınız varlığını, bir bakıma artık eskisi kadar sağlıklı biri asla olamayacağınızı sezdiğiniz bir gün. Birinci tür çözülüşün çabuk olup bittiği sanılır oysa ikinci, nerdeyse biz bilincine varmadan olup bitmiştir de ansızın fark ediliverir. (Sayfa: 86)
***
Çocuk, kovasına küreğiyle doldurduğu çakıl taşlarını tüyler ürpertici bir şakırtıyla deviriyor mermer kütlesine, sonra önündeki taştan tümseğe tükürüyor. Hiç usanmadan, her keresinde. Şimdiden öğreniyor varlığını bu yoldan belirtmeyi.
(Sayfa: 87)
***
Acıkmayı sahibine karşı bir ödev bilir, doyurulmayı da. Doymayı hiç düşünmez ama.. (Sayfa: 89)
***
[ (..) Roman yazmaktan kaçmam da buna bağlı belki. İlk romanın genellikle özgeçmişe dönük bir ürün olduğuna inanılır. Oysa özgeçmiş, yazarın bugününü, yarınını yönlendiren kısacık bir başlangıç noktası değil midir yalnızca.? Uzarsa kimi ilgilendirir.? Kendimizi temize çıkarmak ya da hırpalamak ezmek adına, genel akış içinde seçtiğimiz bir noktada durdurabilir miyiz yaşamı, dondurabilir miyiz.? İlk roman yazılmadan ikincisinin yazılmaması da doğal. Ver elini öykü öyleyse, dinmeyen devingenlik..] (Sayfa: 91-92)
***
''Atlıların amacı, sürüyü o otlaktan kovalayıp on kilometre güneydeki başka bir otlağa sürmekti. Bu iş, görüldüğü kadar basit değildi. Zorunlu göç, vahşi hayvanları doğdukları topraklara bağlayan doğal güçle mücadele demektir. Hayvanlar, gelişme çağında bağlandıkları yerlerden çıkmamak için vahşi bir direnç gösterirler. Oralarda edindikleri âdetlerince yaşarlar, üstelik kendilerini güven içinde duyarlar. Değişmez bir güvenlik kanunu, her hayvanı koruyucu bir kuşak gibi sarar. Bu kanun, sayısız insanların ölümüne yol açmıştır. Boğa, arenaya girer girmez, çocukluğunun o koruyucu kuşağı yeniden onu sarıverir ve İspanyolların Querencia dedikleri o alan, pistin en tehlikeli kesimi halini alır; çünkü onun hayali sınırı aşıldı mı, hayvan beklenmedik bir boşalma gösterir. Bu ölüm coğrafyası bilinmediğinden, matador, hasmını bu güvenlik kalesinden dışarı atamamışsa, tam ona hâkim olduğunu sandığı anda, vahşi hayvanın beklenmedik bir saldırısının kurbanı oluverir. (Sayfa: 96)

6 Aralık 2019 Cuma

Sophokles - Philoktetes, Çeviren: Ari Çokona

Sophokles, X. yüzyılda derlenen Souda sözlüğüne göre 123 oyun yazdı ve katıldığı yarışmalardan 24'ünde (24*4= 96 oyun) birinci, diğerlerinde ikinci oldu.
(..)
Sophokles'in ozanlık yeteneği çağdaşları tarafından takdir edilmiş, ona arı anlamına gelen ''melissa'' adı takılmıştı. Biyografisini yazan anonim yazar, Aristophanes'in onun hakkında ''dudakları balla kaplı'', Ksenophon'un da ''tragedya ozanlarının en mükemmeli'' olduğunu söylediklerini aktarır. Aristotales Poetika'da tragedyayı onun eserleri aracılığıyla inceler.
***
Tragedya MÖ V. yüzyıl Atina'sının üç önemli problemine değinir. Sosyal konuları işlerken Philoktetes'e, siyasal konularda Odysseus'a, eğitim konusunda da Neoptolemos'a odaklanır. Yani piyesin üç kahramanı birer sorunun cisimleşmiş hali gibidir.

#Sophokles #Philoktetes #ÇevirenAriÇokona

#Sophokles #Philoktetes #ÇevirenAriÇokona

Şehirlerle ordular onları yönetenlerin emrinde olur
Baştakiler kötülüğe bulaştı mı, halka da
kötülüğü öğretirler.. (Sayfa: 16)

5 Aralık 2019 Perşembe

Federico García Lorca - Kanlı Düğün

#FedericoGarcíaLorca #KanlıDüğün #ÇevirenRozaHakmen
ANNE: Tüfeğe de, tabancaya da, bıçağın en ufağına da, hattâ çapaya ve tırmığa da lânet olsun. (Sayfa: 4)
(..)
Daha yüz yıl da yaşasam, başka laf konuşmazdım. Önce baban; karanfil kokardı, ancak üç yıl varabildim keyfine. Sonra ağabeyin. Bir tabanca, bir sustalı, ufacık bir şey, nasıl olur da boğa gibi bir adamı yok edebilir; adalet mi bu.? Asla susmayacağım. Aylar geçtikçe umutsuzluk gözlerimi yakıyor, saçlarımın ucu bile acıyor. 
(..)
Hayır.Kesmeyeceğim. Babanı bana kim geri getirebilir.? Ya ağabeyini.? Hapishaneymiş. Hapishane nedir ki.? Orada yemek de yiyorlar, çalgı da çalıyorlar.! Benim ölülerimi ise ot bürümüş, suskunlar, toprak olmuşlar, sardunyanlar misali iki adam.. Katilleri hapishanede, dipdiri, dağları seyrediyorlar.. (Sayfa: 5)
*
LEONARDO: Susup için için yanmak, kendimize verebileceğimiz en büyük ceza. Gurur benim ne işime yaradı, seni görmemenin, geceler boyu seni uyanık bırakmanın ne faydası oldu.? Hiç.! Ateşimi körüklemeye yaradı.! Sen, zamanla yaralar iyileşir, duvarlar insanı saklar sanıyorsun, ama öyle değil, öyle değil. Bir şey insanın yüreğine yerleşince kimse onu yerinden sökemez.! (Sayfa: 29)

29 Kasım 2019 Cuma

Vincent Van Gogh - Theoya Mektuplar (Çeviren: Pınar Kür)

#VincentVanGogh #TheoyaMektuplar #ÇevirenPınarKür

Buralar öylesine güzel ki.. Tabii, insanın görmesini bilen, yalın ama kendinden ışınlı gözleri varsa.. Gerçi insanda öyle gözler varsa, her yer güzeldir zaten.. (Sayfa: 12)

*****

İnsan her şeyi açık seçik anımsayabilse ne iyi olur; ama işte uzun bir yolun görünümü gibi, uzaklaştıkça her şey küçülüyor, bir çeşit sise bürünüyor. (Sayfa: 30)

*****

Tüm içtenliğiyle yaşayan, türlü dertlerle, binbir düş kırıklığıyla karşılaşan, ama bunlardan yıkılmayan, bunlara boyun eğmeyen kişi, işleri her zaman rast gitmiş ve görece bir refah içinde yaşamış kişiden çok daha değerlidir. (Sayfa: 32)

*****

Gerçekten anlam taşıyan az söz söylemek, kuru gürültüden başka bir şey olmayan, kolay söylendiği kadar yararsız olan bir araba laf etmekten daha iyidir.
Gerçekten sevilmeye değer şeyleri sadakatle sevmeyi sürdürebilirse kişi, sevgisini anlamsız, değersiz, önemsiz şeylere ziyan etmezse, zamanla daha çok ışığa kavuşacak, güçlenecektir.

(..)
..yaşam kısa, zaman çok çabuk geçiyor. İnsan bir tek konuda tam anlamıyla ustalaşırsa ve o tek konuyu çok iyi anlamışsa, fazladan daha birçok şeyi de derinden kavrayabilecek, anlayabilecektir. Kimi kez insan içine çıkmak, şununla bununla bir sürü gevezelik etmek hoş olabilir, hatta bazen zorunlu bile oluyor bu, ama sessiz sedasız kendi işini sürdürmeyi yeğleyen, çok az sayıda arkadaş isteyen biri insanlar arasında da, dünyada yürüdüğü yolda da en güven içinde olandır. İnsan hiçbir zaman her şeyin iyi gittiği, sıkıntısız, dertsiz dönemlere güvenmemeli, rahatına da fazla düşkün olmamalı. En kibar ve kültürlü ortamlarda, en iyi çevrelerde, en rahat durumlarda bile kişi içinde Robinson Crusoe'nun esas özelliklerinden, doğaya bağlı münzevilikten bir şeyler taşımalı, yoksa kendi köklerini yitirir; ruhumuzdaki ateşi hiçbir zaman söndürmemeli, her an körüklemeyi sürdürmeliyiz. Kim kişisel yoksulluğu bilinçle seçer ve severse, büyük bir hazineye sahip demektir ve her an vicdanının sesini işitebilecektir.. (Sayfa: 33)

*****

Sanat ne büyük zenginliklerle dolu; insan gördüklerini unutmadıkça hiçbir zaman verimli düşüncelerden uzak, gerçekten yalnız ya da tek başına kalamaz. (Sayfa: 39)

#VincentVanGogh #TheoyaMektuplar #ÇevirenPınarKür

Tüylerini dökme -tüy değiştirme- vakti kuşlar için neyse, biz insanlar için de düşkünlük ve mutsuzluk dönemleri aynı zor zamanlar. Böylesi bir tüy dökme döneminde ömrü billah kalabilir kişi, ya da atlatır, yenilenmiş olarak yaşama döner.. Ama ne olursa olsun, başkalarının gözü önünde yapılamaz bu, çünkü hiç de eğlenceli bir şey değil.. Öyleyse saklanmaktan başka çare yok. İyi ya, öyle olsun. (Sayfa: 40)

*****

Shakespeare harika bir adam.! Kim onun kadar esrarlı olabilmiş.? Dili, üslubu, gerçekten de bir ressamın ateşle, duyguyla titreyen fırçasıyla kıyaslanabilir. İnsan okumasını öğrenmek zorunda, tıpkı görmeyi, yaşamayı öğrenmek zorunda olduğu gibi.. (Sayfa: 43)

#VincentVanGogh #TheoyaMektuplar #ÇevirenPınarKür

İnsanın ruhunda koca bir ateş yanıyor olabilir, ama hiçbir zaman kendi kendisini ısıtamaz onunla; gelip geçenlerse yalnızca bacadan çıkan cılız dumanı görürler ve yollarına devam ederler. (Sayfa: 44)

*****

..ne düşündüğüme değğin ufak bir ışık sana: Souvestre'in Philosophe sous les Toits (Damlar Altındaki Filozof)unda bulacaksın bunu. Halktan bir adamın, zavallı, basit bir işçinin kendisini kendi ülkesinde nasıl gördüğünü..
''Belki de kendi ülkenizin ne olduğunu hiç düşünmediniz,'' dedi adam elini omzuma koyarak; ''çevrenizi saran her şeydir; sizleri yetiştirmiş, beslemiş olan, sevmiş olduğunuz her şey -gördüğünüz şu tarlalar, şu evler, şu ağaçlar, gülerek yanınızdan geçip giden şu kızlar, ülkeniz bunlar işte. Sizi koruyan yasalar, emeğiniz karşılığında kazandığınız ekmek, söylediğiniz sözler, halkımızdan ve arasında yaşadığınız şeylerden size gelen sevinç ve acı, ülkeniz bu işte.! Bir vakitler annenizi gördüğünüz küçücük oda, onun size bıraktığı anılar, artık altında dinlendiği toprak, ülkeniz bu işte. Onu her yerde görüyor, havasını soluyorsunuz.! Haklarınızın ve görevlerinizin, sevgilerinizin ve gereksinimlerinizin, anılarınızın ve şükranlarınızın bir hesabını yapın, hepsini aynı ad altında toplayın, o ad vatanınızın adıdır. (Sayfa: 44-45)

*****

Kee bir melek olsaydı benim için çok yüce olurdu ve bir meleğe aşık olmayı uzun süre göze alamazdım. Şeytanın biri olsaydı onunla hiçbir zaman ilişki kuramazdım. Oysa şu durumda onu gerçek -bir kadın olarak görüyorum bir kadının tutkuları, iyi ya da kötü ruhsal tepkileriyle- ve onu çok seviyorum. Dediklerim doğru, bundan dolayı mutluyum. Kee meleğe ya da şeytana dönüşünceye kadar benim de tavrım ve elimizdeki sorun değişmeyecek. (Sayfa: 57)

*****

Onu seviyorum, ama onun uğruna kendimi donduramam, sinirlerimi harap edemem. Bizim gibileri uyaran, istediğimiz kıvılcımı sağlayan da sevgidir açıkçası -yalnızca tinsel sevgi de değil.! (Sayfa: 59)

*****

Seçkinliğe pek meraklı olan kimi kişiler, gerçekten seçkin olanı her zaman ayırdedebilirler mi dersin.? Hey tanrım, çoğu kez göklerde ya da yerin dibinde ararlar da, yanı başlarında olanı görmezler; ben bile ara sıra yapmışımdır bu yanlışı. (..) Küçük bir çocukken bile, sonsuz bir sempati, hatta saygıyla bakmışımdır, yarıdan fazla solmuş bir kadın yüzüne, orada sanki yazılmış olan şu sözleri okumuşumdur: Yaşam gerçeğinin bıraktığı izlerdir bu çizgiler.. (Sayfa: 60)

*****

Öte yandan, Kee'ye duyduğum sevgi çok yeni ve çok başka bir şey. Kendisi farkında değil ama, bir tür hapishanede oturuyor. O da yoksul; keyfinin istediğini yapabilecek durumda değil ve her şeyden vazgeçen bir tür tevekküle bırakmış kendini.. Ayrıca, din adamları, dindar hanımlar, sanıyorum beni etkilediklerinden çok daha fazla etkiliyorlar onu. Ben o gibilerin elinden kurtuldum artık, çünkü numaralarını çakmayı öğrendim; ama o hâlâ inanıyor ve de tevekkül, günah, Tanrı ve daha kimbilir nelerden kurulmuş olan sisteminin boş laftan başka bir şey olmadığı ortaya çıkarsa, yıkılır.

#VincentVanGogh #TheoyaMektuplar #ÇevirenPınarKür

Korkarım bir türlü anlamadığı şeylerden biri de gerçekte Tanrı'nın ne zaman, nerede var olmaya başladığı. Belki de Multatuli'nin İmansızın Duası'nı bitirirken söylediği sözleri söylediğimiz zaman vardır Tanrı: ''Ah, Tanrım, Tanrı yok.'' Din adamlarının tanrısı benim için bir kapı tokmağı kadar cansız. Bu durumda ate mi oluyorum şimdi.? Din adamlarına sorarsan, öyle görüyorlar beni -öyle olsun- ama ben seviyorum, yaşamasaydım, başkaları da yaşamasaydı, nasıl sevgi duyardım:? Ve eğer yaşıyorsak, işin içinde bir esrarlı yan var. Buna ister Tanrı de, ister insan tabiatı, ister başka bir ad ver, son derece canlı ve gerçek olduğu halde sistemtik biçimde tanımlayamadığım bir şey var ki bence Tanrı O -ya da en az Tanrı kadar önemli bir şey.. (Sayfa: 60-61)

#VincentVanGogh #TheoyaMektuplar #ÇevirenPınarKür

Ne yazık ki kendi gözümüzün içini bile göremiyoruz çoğu kez. (Sayfa: 62)

*****

Elim şu sırada söz dinlemiyor olabilir, ama o el, yakında kafamın dediklerini uygulamayı öğrenecek. (..) Ciddi bir etüd üstünde çok uğraşmak, halkın hoşuna gidecek birtakım şıklıklar yapmaktan çok daha iyi. Kimi kez, çok kaygılandığım anlarda, o şıklığı gerçekleştirecek koaylığa varmayı istemedim değil, ama üstünde biraz düşününce, hayır, diyorum, kendi kendime bağlı kalmalıyım kaba-saba bir yolla, sert, kaba ama gerçek şeyler anlatmalıyım. Resimseverlerin, aracı-satıcıların peşinden koşmayacağım, isteyen varsa bana gelsin. (Sayfa: 64)

#VincentVanGogh #TheoyaMektuplar #ÇevirenPınarKür

Bana çok dokunan başka bir şey daha oldu. Modele bugün gelmemesini söylemiştim, ama nedenini açıklamamıştım. Gene de geldi kadıncağız, ben itiraz ettim. ''Evet ama, poz vermeye gelmedim, akşama yemeğiniz var mı diye sormaya geldim'' dedi, bir kap fasulye ile patates getirmiş.! Yaşamı yaşamaya değer kılan şeyler de var bu dünyada, görüyorsun ya. Sensier'nin ''Millet'' sinde okuduğum bazı şeyler de çok dokunaklı geldi bana. Millet'nin dediği şeyler:
''L'art c'est un combat -dans l'art il faut y mettre sa peau.''
''Il s'agit de travailler comme plusieurs negres: j'aimerais mieux ne rien dire que de m'exprimer faiblement''
(Sanat bir savaştır, bu işe başını koymak gerek.)
(Birçok köle gibi çalışmak sözkonusu: Kendimi kötü ifade etmektense hiçbir şey dememeyi yeğlerim.) (Sayfa: 66)

*****

Yaşam ne gizemli bir şey; aşk ise o esrarın içinde bir başka gizem. Bir anlamda hiçbir zaman aynı kalmıyor, ama meydana gelen değişiklikler gelgit olayında suların alçalıp yükselmesi gibi -yani, denizde gerçek bir değişiklik olmuyor. (Sayfa: 100)

*****

Dikkatli bakarsan görürsün, ilkbaharın ilk günü Tanrı'nın gönderdiği bir iyi haber sanki..
Ve o gün, onca kurşuni, kırışmış yüzün açık havaya çıktığını görmek, -herhangi özel bir iş için değil, sanki baharın geldiğine kendi kendilerini inandırmak için- gerçekten acıklı bir şey. Örnekse, her türlü insan, böyle bir şey yapacaklarını aklına getirmediğin bir dürü insan pazar yerine doluşup, çiğdemi kardelen çan çiçeği ve benzer çiçekler satan adamın çevresini sarıveriyorlar. Bir de bakıyorsun ki, kara-kuru bir devlet memuru, eprimiş, yakası yağlanmış kara paltosuyla çıkagelmiş -böylesi bir adamı kardelenlerin yanında görmek öylesine güzel ki.! Bence yoksullarla ressamlar arasında ortak bir yan var: Hava değişimlerini, mevsim dönüşümlerini derinden duyumsama özelliği.. Herkes duyumsuyor bunu elbette, ama tuzu-kuru orta sınıflar için onca önemli değil ve genellikle onların ruh hallerini pek fazla etkilemiyor. Bir kanal işçisinden işittiğim sözler durumu çok güzel özetliyor bence: ''Kışları soğuktan çektiğim acıyı ancak kış mısırları çekebilir.'' (Sayfa: 102)

*****

Dokuma tezgahı gibi bir yaşam, çeşitli ipliklerin birbirinden ayrı tutulması gerekiyor. (Sayfa: 107)

*****

Yaşam cici çocuk masallarındaki ya da orta halli papazların bildik vaazlarındaki kadar basit ve karmaşıklıktan uzak olsaydı, başarıya ulaşmak pek kolay olurdu. Oysa gerçeklik bambaşka, her şey sonsuz derecede karmaşık ve doğada siyah ile beyaz nasıl kesinlikle birbirinden ayrı değilse, yaşamda da doğru ile yanlış kolayca seçilebilecek gibi uzak değil birbirinden. Kapkara siyahın içine düşmemeli insan, bilinçli kötülük demek çünkü bu.. Aynı şekilde yeni badanalanmış bir duvarın bembeyazından da kaçınmak gerek, çünkü bu da iki yüzlülük ve sonsuz kendini beğenmişlik demek. Aklın yolunu, özellikle de vicdan yolunu -aklın en yüksek, en yüce aşaması olan vicdanın yolunu- cesaretle izlemeye çalışan, dürüst olmak için elinden geleni yapan kişi, sanırım hiçbir zaman yolunu toptan şaşıramaz -bir sürü yanılgıya düşecek, engellerle karşılaşacak, kusursuzluğa erişemeyecek olsa da.. (Sayfa: 112)

*****

Görev mutlaktır. Peki, ya sonuçlar.? Onlardan sorumlu değiliz, ama görevimizi ''yapmak mı yapmamak mı'' seçiminden kesinlikle sorumluyuz. (Sayfa: 119)

*****

Ancak; insanoğlunun kökleri var; köklerin bir yerden başka bir yere aktarılması -yeni ekildiği toprak daha verimli olsa bile- acı verebilir. (Sayfa: 126)

''Ce qui ne pase pas dans ce qui passe'' (Geçici olanın içerdiği dayanıklı (temelli) öğe. Michelangelo'nun harika bir mecazla söylediği şeyi bence Millet mecazsız söylüyor ve belki de Millet bize görmeyi, bir 'iman'a varmayı en iyi öğretecek kişidir. İlerde daha iyi işler çıkarırsam, şimdi çalıştığımdan daha 'değişik' çalışacak değilim kesinlikle. Yani, elma aynı elma olacak, ama daha olgun.. Ta başından beri sürdürdüğüm görüşlerden vazgeçmeyeceğim. İşte bu yüzden, kendi payıma diyorum ki: Eğer şimdi değersizsem ilerde de değersiz olacağım, ama ilerde değerli olacaksam, şimdi de değerliyim. Çünkü mısır mısırdır, her ne kadar kentliler ilk bakışta onu ot sansalar da..

''Ce qui ne pase pas dans ce qui passe'' (Geçici olanın içerdiği dayanıklı (temelli) öğe.
Michelangelo'nun harika bir mecazla söylediği şeyi bence Millet mecazsız söylüyor ve belki de Millet bize görmeyi, bir 'iman'a varmayı en iyi öğretecek kişidir. İlerde daha iyi işler çıkarırsam, şimdi çalıştığımdan daha 'değişik' çalışacak değilim kesinlikle. Yani, elma aynı elma olacak, ama daha olgun.. Ta başından beri sürdürdüğüm görüşlerden vazgeçmeyeceğim. İşte bu yüzden, kendi payıma diyorum ki: Eğer şimdi değersizsem ilerde de değersiz olacağım, ama ilerde değerli olacaksam, şimdi de değerliyim. Çünkü mısır mısırdır, her ne kadar kentliler ilk bakışta onu ot sansalar da.. (Sayfa: 140)

#VincentVanGogh #TheoyaMektuplar #ÇevirenPınarKür

Resim yapmak bir tür sığınılacak yuvadır, demek istiyorum ve ressam olan kişi yuva özlemi çekmez. (Sayfa: 144)

*****

Gecenin, gündüzden daha canlı, daha zengin renklerle dolu olduğunu sık sık düşünmüşümdür zaten. (Sayfa: 200)

*****

Gelenek ve göreneklerle dolu bir dünyada aldığımız tüm eğitime ve yaptığımız çalışmalara karşın doğaya dönmeliyiz bence. (Sayfa: 206)

*****

.. kendini öldürmeye kalkmış ama suyun çok soğuk olduğunu ayrımsayınca var gücüyle kıyıya yeniden dönmeye çalışan bir adam gibiyim. (Sayfa: 230)

Sophokles - Elektra (Çeviren: Azra Erhat)

Yaşamıyor muyum.? Biliyorum sefil bir yaşam sürüyorum, ama bana bu da yeter. Onları rahatsız ediyorum..
Yaşamıyor muyum.? Biliyorum sefil bir yaşam sürüyorum, ama bana bu da yeter. Onları rahatsız ediyorum.. (Sayfa: 12)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...