3 Ekim 2018 Çarşamba

Aziz Nesin - Taşlamalar



Onlara
*
Zannetme ki dâim bi şekcesine
Siz her anırdıkça huu çeker millet
Alkış beklerken siz eşşekçesine

Verir hakkınızı, yuu çeker millet.!
''Aziznâme I''den 1948

*
Aziznâme III
*
''Aziznâme I''i 1948'de yayımlamıştım. ''Aziznâme I''deki taşlamalarda ''Hükümetin manevî şahsiyetine hakaret'' ve ''Komünizm propagandası'' olduğu iddiasıyla bu suçlardan sanık olarak tutuklandım. Sultanahmet Cezaevinde dörtbuçuk ay tutuklu kaldıktan sonra, İstanbul 2 inci Ağır Ceza Mahkemesinin kararıyla beraaat ettim.
1960 yılında ''Aziznâme II''yi yayımladım. Şimdi yayımlanmış olan ''Aziznâme III''de, tek parti iktidarı olan Millî Şeflik döneminde, on yıllık Demokrat Parti İktidarı döneminde, Millî Birlik ve sonraki koalisyon iktidarları dönemlerinde ve en son AP iktidarı döneminde, 1944-1970 arası yazıp dergilerde yayımladığım ve önceki Aziznâme'lerde olan taşlamalardan seçmeler derlenmiştir.
Edebiyatın bir manzum türü olan taşlamayı, sanat değeri taşımasından çok, edebiyat yoluyla bir politik ve sosyal mücadele silahı olarak değerlendirmek daha doğru olur. Taşlamaların sanat ve estetik değerleri yoktur, demek istemiyorum ama taşlamayı biçim benzerliğinden ötürü şiir sanmamak gerektiğini anlatmak istiyorum. Taşlama, kendi ölçüleriyle değerlendirilmelidir. Önce öz bakımından taşlama, şiir sayılmamalıdır. Çünkü taşlamada mizahın en acısı olan yergi vardır; yergi ise sanatçının duygusal değil, zihinsel bir ürünüdür. Taşlamalarda zihinsellik önde gelir, daha ağır basar.
Mizah genellikle zihinsel bir sanat işlemidir. Mizah da, karamizaha ve yergiye dönüştükçe, zihinsellik artar. Taşlama ise mizahın en acı, en düşünülerek, tasarlanarak yapılan türüdür.
Biçim bakımından taşlama, yerginin manzum olanıdır. Manzum ama ille de ölçülü, uyaklı olması gerekmez. Ancak, ölçü ve uyağın ezberlemeyi, akılda tutmayı sağlayan önemli bir araç olduğunu düşünürsek, bir mücadele silahı olarak kullanılmak istenilen taşlamanın, halka kolay yayılması için ölçülü ve uyaklı olması yeğ tutulmalıdır. Örneğin Ziya Paşa'nın beyit beyit akılda kalmış olan taşlamaları, düzyazı ya da ölçüsüz, uyaksız olsalardı, bu oranda ezberde kalamazlardı.
Politik ve sosyal mücadele silahı olarak kullanılan taşlamalar, satir tiyatroları, kabare tiyatroları, kimi eylemci tiyatrolar, müzikal politik tiyatrolar gibi, tiyatronun yergi türlerinde şarkı olarak kullanılmaya çok elverişlidirler.
Nitekim bu kitaptaki taşlamaların pek çoğu bestelenmiş, tiyatrolarda şarkı olarak söylenmiştir.
Politik bunalımın ve gerilimin arttığı dönemlerde taşlamaların mücadele silahı olarak birden önem kazandığını görüyoruz. Gazeteler bile olağanüstü dönemlerde hemen Fikret'in, Eşref'in taşlamalarına el atarlar. 27 Mayıs 1960'dan önceki biriki ay içinde, sıkıyönetim baskısı altında, bu kitaptaki taşlamalardan bikaçı, daktiloda, teksir makinesinde çoğaltılarak, bir yapraklık kâğıtlara basılarak sokaklarda, gizli gizli halka dağıtılıyordu. Daha önce dergilerde yayınlanmış olan bu taşlamaları yayanlar ve halk bunları gizlice yazılmış sanıyordu. Bu taşlamalardan binlerce bastırılıp yayılanlarından birinin altına, kimbilir hangi erekle, Behçet Kemal adı konulmuştu. Yönetimin baskısı arttıkça gizlilik de artıyor.
Divan edebiyatımızın büyük taşlamacıları vardır. Ama Divan Edebiyatı taşlamacılarının, genellikle, en belirgin üç niteliği; çıkarlarına göre övgü düzdükleri kişileri, çıkarları ozulunca yermiş olmaları, kişisel nedenlerle taşlama yazmaları, bir de ağızlarına yada akıllarına gelince, kendilerini ve ağızlarını tutamayıp nükte için nükte oturtmaları, yergi için yermeleridir. Bu genellemenin dışında kalan ayrıcaları pekçok değildir. Bu bakımdan Divan Edebiyatımızın Nefî gibi, Osmanzâde Tâib gibi büyük taşlama ustaları tutarlı görünmüyorlar. Ziya Paşa, Namık Kemal, Fikret, Nâzım gibi salt taşlamacı olmayan şairleri dışta tutarak, sanat çalışmalarının ağırlığı taşlama olanlar içinde, en tutarlı görünenler Eşref'le Neyzen Tevfik'tir. Eşref, ağız bozmada ve nükte için nükte yapmada, eski kötü geleneği sürdürmekle birlikte, zorba yönetime ve baskıya karşı başkaldırmada bir tutarlılık göstermektedir. Aynı geleneklere bağlı kalan Neyzen, yobazlığa karşı gelişinde tutarlılık göstermiştir.
İkinci Aziznâme'nin önsözünde, ''Dileriz, bundan sonra eski günleri özletmeyecek, gerçekten iyi günler gelsin...'' dileğinde bulunduktan birkaç ay sonra, tıpkı eski dönemlerde olduğu gibi, Millî Birlik iktidarınca da tutuklanmıştım.
Muallim Naci, ''Lugat-i Naci'' adlı sözlüğünde, yergi ve taşlamayı ''hicv'', ağza alınan çok acı bişeyi yutamayıp da tükürmeye enzetir. Çok yerinde bir benzetiş... İşte buyüzden olacak, kendimi tümüyle taşlamaya ve yergiye veremedim. Hiçbir zaman istekle, hevesle taşlama yazmadım, taşlama yazmak zorunda kaldım yada bırakıldım. Özlemimiz, yutulamayacak acı şeylerin ağza alınmaması için, bozuk düzenin sağdüzene dönüşmesi, mutlu bir topluma kavuşmamızdır.

Perşembenin Gelişi 

*
Ne Çin, ne Japon işi, ne yapan iki kişi
Bunu yapan çok kişi, yapılan da Türk işi..
Siyaset pazarında görüp alışverişi
Bana sorma ''N'olacak memleketin gidişi.?''
Çarşambadan bellidir, perşembenin gelişi.!
*
İlerlemeyiz diye yemin etmişiz sanki
Bir adım ileriye, hemen geriye iki..
Mehter adımlarıyla biz de gideriz belki
Kokaryakıt tezekle sıvamaya güneşi..
Çarşambadan bellidir, perşembenin gelişi.!
*
Basın hürriyeti var: Baldır, toto ve ilân..
Hapsi var: İnsan hakkı, sosyal adalet filân..
Üç beş yıllık değildir, kırk yıldır hep bu plân..
Kırk yıllık plânlama: Sık kemeri, sık dişi..
Çarşambadan bellidir, perşembenin gelişi.!
*
Yırtıldı, kalmadı, ne elbise ne papuç..
Umut, Ortakpazar'a satmaktır, mangal, marpuç..
Bir umut var: Açarak Sam Amca'ya el avuç
Gelsin de kalkınalım, Amerikan bahşişi..
Çarşambadan bellidir, perşembenin gelişi.!
*
Derler ki, erenlerin olmazmış solu sağı..
Şapkalı kafamızın içi örümcek ağı
Yirminci yüzyılda biz yaşayıp ortaçağı
Bir mucize yarattık yoktur tarihte eşi..
Çarşambadan bellidir, perşembenin gelişi.!
*
Kıblesi para onun, ne Kâbe, ne Mekke'dir..
Şapkasının altından görünen şey takkedir
Dernek, birlik sanırsın, hepsi birer tekkedir;
Bizler de tekkelerin demokrasi dervişi..
Çarşambadan bellidir, perşembenin gelişi.!
*
Gövdeye indirerek anaforu, beleşi
Memnun oluyor, yeter, milletin yüzde beşi..
Sarmış geçim derdinin alevlenen ateşi
Yüzde doksanbeş halkın suratı bundan ekşi..
Çarşambadan bellidir, perşembenin gelişi.! (Sayfa: 30-31)

Ne Sağcıyız Ne Solcu.!


*
Kim demokrasi derse, sırtımızda taşırdık
Onları taşımaktan sabrımızı taşırdık
Ne aklımız vardı ki, olanı da şaşırdık..
Eloğlu bayram eder, bize kalmış orucu..
Ne sağcıyız, ne solcu.. Futbolcuyuz, futbolcu.!
*
Resmî dairelerde süründük bir imzaya
Elin oğlu durur mu, gidiverdi uzaya
Yol almak şöyle dursun, giremedik hizaya..
Yolcu yolunda gerek, artık Abbas da yolcu:
Ne sağcıyız, ne solcu.. Futbolcuyuz, futbolcu.!,
*
İşimiz rast giderse bakarsınız kazara
Bu pazara olmazsa mutlak öbür pazara
Evvelallah gireriz biz de ortak pazara
Satacağız nargile, elimizde marpucu..
Ne sağcıyız, ne solcu.. Futbolcuyuz, futbolcu.!
*
Ahenk olur denildi olursa çok çeşitlik
Sosyal adalet diye yem borusu işittik
Oduncu kantarında yoktur böyle eşitlik:
Kimi inmez otodan, kiminin yok papucu..
Ne sağcıyız, ne solcu.. Futbolcuyuz, futbolcu.!
*
Yiğit malı meydanda, işte servet beyanı:
Sayın bayın serveti, koynundaki bayanı..
Yoksul halka gelince, denk atsın ayağını
Çünkü vergi ödemek onun boynunun borcu..
Ne sağcıyız, ne solcu.. Futbolcuyuz, futbolcu.!
*
Cevapsız bırakmadı bu halkın sorusunu
Maliye bakanımız söyledi doğrusunu:
Zengin yüksek perdeden öttürür borusunu
Yoksullar kıvrandıkça girer kazığın ucu..
Ne sağcıyız, ne solcu.. Futbolcuyuz, futbolcu.! (Sayfa: 32-33)

Han Duvarları

*
Faruk Nafiz'in ''Han Duvarları'' adlı şiirine naziredir:
*
Uyuz eşek anırdı, meşin kırbaç şakladı
Tam elli yıl araba yerinde durakladı
Aç susuz insanlarla hep dikildi saraylar
Kırılmıyor bitürlü, koltukta paslı yaylar
Gidiyorum açlığı midemde duya duya
Gecekondu evlerden şu meşhur Ankara'ya
Yolculuğun elemi içimde bir hıçkırık
Yürümüyor araba, teknenin kıçı kırık
Sıtma, frengi, verem.. çıplak insanlar sarı
Arkada zincirlenmiş bütün insan dağları
Önde asalet akan Hint kumaşı etekler
Bu eteği öpecek, hep köpoğlu köpekler
*
Uyuz itler havladı, meşin kırbaç şakladı
Tam elli yıl araba yerinde durakladı
''Bir sarsıntı..'' Uyandım, uzun süren uykudan
Nutuk verirmiş biri, meğer havadan sudan
Tam elli yıl araba bilmem nasıl dayandı
Birdenbire duvarda şöyle dört mısra yandı:
*
Hakkım yok almaya, bıktım hep ver'den
Kovdular nedense gittiğim yerden
Bir imza almadan dairelerden
Masadan masaya atılmışım ben..
*
Açlığa, susuzluğa tam elli yıl dayandım
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım:
*
Garibim namıma illet diyorlar
Yok şeker, pahalı yağ, et diyorlar
İstesem yiyecek diyet diyorlar
Uç buçuk dolara satılmışım ben
*
Sana kimler acısın, haline senin yazık
Yetişmez mi bunca yıl yediğin bunca kazık.?
Az değil senin gibi gidiveren tantuna
''Post verenler yabanın hayduduna kurduna.''
''Ey garip çizgilerle dolu han duvarları.!''
Daha çok güdecektir bir çoban davarları.! (Sayfa: 40-41)



Kalmadı

*
Yıkıldı ''devr-i sabık'' eski ümûr kalmadı
Bir oturan kalkmıyor, gel sen buyur kalmadı
*
Herkes refaha erdi alarak hakkı huzur
Karaborsaya bindi bize huzur kalmadı
*
Sıkıyı görüp oldu muhalifler muvafık
Muhalifler içinde benden muzur kalmadı
*
Servi endam oldular Gökay ile Kalafat
Boydaşlarım içinde benden bodur kalmadı
*
Şu ahvale bakarak sabah akşam okurum
Hep okuya okuya gözümde nur kalmadı
*
Siyaset sahasına geçeli tekme yumruk
Top sahasında artık eski kır vur kalmadı
*
Ne kadar çamur varsa attılar birbirine
Sokaklarda çok şükür, çirkef, çamur kalmadı
*
Yıkarak her ne varsa şimdi imar başladı
Karaborsadan gayrı bitek mamur kalmadı
*
Alarak yeni tedbir kambur kambur üstüne
Memlekette ilaçlık bitek kambur kalmadı
*
İkramiye maaşlar, tıkamaz bu deliği
Deliği tıkanmamış şimdi memur kalmadı
*
Fırıncılar hepsini pişkin ekmek yaptılar
Arasan merhem diye eski hamur kalmadı
*
Söylenecek ne varsa hepsi söylendi, bitti
Kahvede konuşacak avur zavur kalmadı
*
İstanbul'da iki gün havalar sisli gitti
Çarpmadık, çarpılmadık bitek vapur kalmadı
*
Oy almak için oldu bînamazlar Müslüman
Mumla arasan bile bitek gâvur kalmadı
*
Sazlar, sözler mecliste coşturdu hepimizi
Patladı dümbelekler, kanun, tambur kalmadı
*
Bakarak barajlara gökte bulut ağladı
Barajlara yağmaktan bize yağmur kalmadı
*
İnanın bıktım artık böyle manzum yazmaktan
Bitti hece, kafiye, uydur uydur kalmadı (Sayfa: 42-43)

Giden Gelen

*
Başka kavga yok, kavgamız: sen ben
Bizde gideni aratır gelen
Kim gelecekse belli önceden
Sakın sanma ki bir bikes gelir
Bir teres gider, bir teres gelir.!
*
Önce olanı son gelen bozar
Planını buz üstüne yazar
Yaz boz tahtası, değmesin nazar
Nevheves gider pürheves gelir
Bir teres gider, bir teres gelir.!
*
Yapılmış şeyi yenisi söker
Sonra da kalkar geçmişe söğer
Yapar eder de bir de tüy diker
Gider, ardından bir ses de gelir
Bir teres gider, bir teres gelir.!
*
Model Almandır, sonra Fransız
Ondan da döner, cayar imansız
Amerika'ya benzer amansız
''Vıy mösyö'' geçer, ''olrayt, yes'' gelir
Bir teres gider, bir teres gelir.!
*
Bir koltuk için bu ne emektir.!
Bilinmez, nasıl nane yemektir
Maksat bizleri kafeslemektir
Bir kafes gider, bir kafes gelir
Bir teres gider, bir teres gelir.!
*
Önce geçmişi etmeli inkâr
Demokraside yoktur ihtikâr
Din ticareti, bire beşbin kâr
İnkılap diye başta fes gelir
Bir teres gider, bir teres gelir.!
*
Her taraf harap, her taraf gülşen
Her zaman böyle, birkaç kişi şen
Nutuklar aynı, yalnız değişen:
Tiz sesli gider, sesi pes gelir
Bir teres gider, bir teres gelir.!
*
Tam sözün şimdi geldi sırası
Sızlar içimin derin yarası
Görüp âlemde bu ihtirası
Dostlar, aklıma son nefes gelir
Bir teres gider, bir teres gelir.! (Sayfa: 60-61)

Enayi

*
İğnelidir sözlerin hep kinayi kinayi
Hele bir koparsınlar kuyruğundan danayı
İğne bile yaparız kurup ağır sanayi
Sana mı kaldı seçmek iyi ile fenayı.?
Bunca yıl anlamadın şu yalancı dünyayı
Devir küfeyi yan gel, keyfine bak enayi.!
*
Neye dayanacaksın, yok dikili ağacın
Bitmez mi hiç baş ağrın, dinmez mi yürek sancın.?
Ne başlara taç oldun, ne başında var tacın
Bunca yıl yazdın, çizdin, neydi senin amacın.?
Sen mi düzeltecektin bu yalancı dünyayı.?
Devir küfeyi yan gel, keyfine bak enayi.!
*
Kimi göz göre göre sözünü inkâr eder
Milyonlar vuruyorsa sanma ihtikâr eder
Namuslu ticaretle yüzde yüzbin kâr eder
Öğrenemedin gitti hanya ile konyayı
Akılını başına al, a dümbelek enayi.!
*
Kiminin ablası var, bulmuş zengin enişte
Kiminin sayın eşi kullanışlı her işde
Dımdızlak, düdük gibi ortada bir sen işte.!
Sen de az eğil, bükül, bir dahaki gelişte
Boşuna çiğnemişsin bu yalancı dünyayı
Devir küfeyi yan gel, bak keyfine enayi.!
*
Takdir etmemek ayıp basının çabasını
Gıcıklayıp duruyor duygunun kabasını
Yalan dolanla dolu bizdeki hür basını
Görünce şaşıp kaldım, dedim: Vay babasını.!
Sen bir garip ozansın, bırak gümüş zurnayı
Devir küfeyi yan gel, bak keyfine enayi.!
*
Ağaların gözleri halkın yırtık donunda
Yine halk alta düştü siyaset oyununda
Ne telkinde hayır var, ne koalisyonunda.!
Derdi sana düşüyor onlar yakar kınayı
Enayi, ah enayi.! Ah enayi, enayi.! (Sayfa: 62-63)

Yarabbi Şükür

*
Üfür rüzgârım üfür.!
Doğru söz oldu küfür
Bir insan değilse hür
Nasıl geçer o ömür.?
Ömrün içine tükür
Kimine şapur şupur
Bize Yarabbi şükür.!
*
Ahmet, Mehmet, Bay Hasan
Sen de onlardan olsan
Ederler bol bol ihsan
Ne dert kalır, ne tasan
Dalkavuksa bir insan 
O zaman şapur şupur
Bize Yarabbi şükür.!
*
Şahidiz çok vakaya
Muhtaç iken hırkaya
Rozet taktı yakaya
Başladı fiyakaya
Sen de gir bu halkaya
O zaman şapur şupur
Bize Yarabbi şükür.!
*
Bütün işler aksine
Dünya gitse mersine
Gideceksin tersine
Boş ver halkın sesine
Herkes nefsi nefsine
Hepsine şapur şupur
Bize Yarabbi şükür.!
*
Toplamalı ihvanı
Gılmanları, civanı
Ürkütürsen kervanı
Bir haysiyet divanı
Yapar sonra yuvanı
Onlara şapur şupur
Bize Yarabbi şükür.!
*
Sendeki yok, onda var
Sana kış, ona bahar..
Ne bol gelir, ne de dar
Ah iktidar, iktidar..
Sen de olsan ona yâr
O zaman şapur şupur
Bize Yarabbi şükür.! (Sayfa: 64-65)



Kırkbirbuçuk Maşallah 

*
Ne eşik aşındırdım, ne de açtım bir kapı..
Olmam kimseye balta, ne de baltanın sapı
Şerefimle yaşadım, en sonra yuttum hapı
Ne altımda bir koltuk, ne başımda bir külah
Yaşım kırkbirbuçuktur, kırirbuçuk maşallah.!
*
Yükseliyor çıkarsa kim çizmeden yukarı
Biraz yırtmak gerekir haya denen damarı
Atı alanlar çoktan geçtiler Üsküdar'ı
Ben yerimde sayarak ilerlerim inşallah..
Yaşım kırkbirbuçuktur, kırbirbuçuk maşallah.!
*
Kara cümlesi kıtlar kaparken yağlı kuyruk
Ne bigün kuyruk oldum, ne de kuyruğa uyruk
Kendi sırtımda kendim, kendi başıma buyruk
Ne kimseye yük oldum, ne de ettim eyvallah...
Yaşım kırkbirbuçuktur, kırkbirbuçuk maşallah.!
*
Kiminde acemilik bir ustalık oluyor
Bende şişmanlık bile bir hastalık oluyor
Bir gül fidanı sevsem, salatalık oluyor..
Bendeki bu kör talih, neden böyle simsiyah.?
Yaşım kırkbirbuçuktur, kırkbirbuçuk maşallah.!
*
Öyle adamlar gördüm farkı yoktu sırıktan
Keskin nutuk çektiler öksürük, aksırıktan..
Kimi fabrika kurdu bir kırık çıkırıktan
Kıskanıp da onları demedim bigün: Vah vah.!
Yaşım kırkbirbuçuktur, kırkbirbuçuk maşallah.!
*
Yıldırımçeker gibi başımda hergün bela...
Yürü kulum, demedi, bir kere olsun Mevla
Bendeki bu dik kafa varken daha da hâlâ
Metelik mi veririm, şahbaz değil olsa şah.?
Yaşım kırkbirbuçuktur, kırkbirbuçuk maşallah.!
*
Bunca yıl yaşadım da, el elde, baş baştadır
Akıl hep paradaymış, ne başta, ne yaştadır...
Onlar yere basmazken, bastığın yaş tahtadır
Memnunum hayatımdan, üstümde kalmadı ah...
Yaşım kırkbirbuçuktur, kırkbirbuçuk maşallah.!
*
Öyle bir atarlar ki arşın gelir Halep'ten
Anlamadım bitürlü, leblebiyi ben leb'ten...
Yarı yolu geçtim de bilmem hangi sebepten
Doğmadı Fikret'in doğar dediği sabah...
Yaşım kırkbirbuçuktur, kırkbirbuçuk maşallah.!
*
Ekmek parası dedim, vakit bulmadım aşka
Elimden bişey gelmez yazı yazmaktan başka
Kalsa kalsa arkamdan kalacak bikaç şaka
Onu da benden sonra anlamazlarsa eyvaah.!
Yaşım kırkbirbuçuktur, kırkbirbuçuk maşallah.! (Sayfa: 74-75)

İtiraf

*
Sorsalar bana, derim: ya insan ol ya çakal
Dördüncü kuvvet denen basına bak, ibret al
Doldurur sayfaları sosyeteden kıyl-ü-kal
Doğru söz acı olur, tatlı gelir martaval
Yukarı tükür bıyık, aşağı tükür sakal
*
Tatlı yazmak isterim ama yazım sert olur
Döneğin bir adı da siyasette mert olur
Söylesem başkasına, sussam bana dert olur
Hâlâ prensip diye bağladığım yerde kal
Yukarı tükür bıyık, aşağı tükür sakal
*
Cesur sanmayın beni, bende yürek selânik
İnsan üç buçuk atar yüreği olsa çelik
Ben de doğru yazardım, olmasa sonu delik.!
Hem de parmak yalardım, tutsam eğer ben de bal
Yukarı tükür bıyık, aşağı tükür sakal
*
Bir uğultu yükselir hatiplerin sesinden
Tecrübe gösterdi ki umut yok birisinden
Karar veremiyorum, geçeyim hangisinden
Kafamda bir beyin var, evde evladü ayal..
Yukarı tükür bıyık, aşağı tükür sakal (Sayfa: 77)

Tezekten Terazi

*
Dilimizden düşmedi demokrasi, hürriyet
Bu uğurda kalmadı ne pantolon, ne ceket
Öyle kazık yedik ki, kimlerden umduk medet..
*
Kendi başına sürer kelin olsa merhemi
Tezekten terazinin böyle olur dirhemi.!
*
Aldılar nemiz varsa, kalmadı bir metelik
Verdikten sonra kalan donumuzu üstelik
Vadedip aldattılar, kaldık böyle cep delik
*
Kendi başına sürer kelin olsa merhemi
Tezekten terazinin böyle olur dirhemi.!
*
Sütçü beygiri gibi kimi ayakta uyur
Kimine koltuk hazır, gel biraz böyle buyur
Bir atasözü vardır, bunu millete duyur:
*
Kendi başına sürer kelin olsa merhemi
Tezekten terazinin böyle olur dirhemi.!
*
Yiyip yiyip doymayan kuyu gibi bir mide
Kimi körpe genç, kimi piri mugan bir dede
Nerde kalmış kendinden gayrıya himmet ede
*
Kendi başına sürer kelin olsa merhemi
Tezekten terazinin böyle olur dirhemi.! (Sayfa: 81)

Battı Balık

*
(Aşağıdaki taşlama, millet adına 
yabancılardan aldıkları borç paraları bile 
yine milletten çalan devlet hırsızlarından 
birinin ağzı ile söylenmiştir.)
***
Kahpe dünya böyledir, insan doymadan gider
Göz açıp kapamadan bakarsın, insan gider
Bazısı insan gelir, dönüşte hayvan gider
*
Sırıtmama bakma sen, içerimden kan gider
Çalalım, oynayalım, battı balık yan gider.!
**
Borçlar bini aşınca, kim düşünür borcunu
Nasıl olsa kaçırdık artık ipin ucunu
Alsın alacaklılar oğlumun pabucunu
*
Bugün var, yarın yokuz, bay gider bayan gider
Çalalım, eğlenelim, battı balık yan gider.!
**
İster başında şapka, isterse gelsin fesle
Önüne kim çıkarsa, hemen onu kafesle
Baktın ki zora geldin, gidersin bir nefesle
*
Keyfine bak dünyanın, bigün tenden can gider
Çalalım durmayalım, battı balık yan gider.!
**
Borç bulursak alırız, dinleme onu bunu
İşi yoksa ödesin torununun torunu
Nasıl olsa gelecek bu devranın bir sonu
*
Pırasalar gelince, artık patlıcan gider
Durmayalım, çalalım, battı balık yan gider.!
**
Borç gırtlağa dayanmış, ne ilki bu, ne de son
Sen ondan yüz istersin, o isterse versin on
Neyimi alır benim, ayağımda yırtık don..
*
Kime kalmış bu dünya, Sultan Süleyman gider
Çalalım, oynayalım, battı balık yan gider.!
**
Tahtalı köye gider sonunda bigün bu yol
Sağolsun ense kulak, gerdanla göbek sağol.!
İçelim bitek daha, doldur, doldur Apostol.!
*
Meclise Canan gelir, kalkar Cavidan gider
İçelim, eğlenelim, battı balık yan gider.!
**
İsterse Ahmet Beyin, isterse Mehmet Beyin
Sağolsun işkembeler, lazım değildir beyin
Kurttan olmaz korkusu böyle ölmüş eşşeğin
*
O eşşek cennetine insanlar yayan gider
Çalalım, durmayalım, battı balık yan gider.! (Sayfa: 82-83)

Bir Tane Olsa

*
Elin andavallısı ne yol bilir, ne yordam
Daha dün bulamazken başını sokacak dam
Hilton'a gittim diye sanır kendini adam
*
Şimdi onlar çoğunluk, azınlıkta kaldık biz
Bitane olsa böyle, bal börekle besleriz.!
*
Kalmadı ortalıkta gerekli orta insan
Uşak Hasan'lar şimdi oldu sayın bay Hasan
Ya uşak, ya efendi.. Kurtuluş yok ne yapsan
*
Şimdi onlar çoğunluk, azınlıkta kaldık biz
Bitane olsa böyle, bal börekle besleriz.!
*
Herkes sana buyurur, yabancısı, yerlisi
Külâh değiştirirler, Ali ile Veli'si
İpi geçirmiş ele elin hınzır delisi
*
Şimdi onlar çoğunluk, azınlıkta kaldık biz
Bitane olsa böyle, bal börekle besleriz.!
*
Eşekler önde gider, arkadan gelir kervan
Sıra için kuyruğa girmez kuyruklu hayvan
Mangalda kül bırakmaz, konuşur yavan yavan
*
Şimdi onlar çoğunluk, azınlıkta kaldık biz
Bitane olsa böyle, bal börekle besleriz.!
*
Dün yaya gidemezken, bugün dünya gezgini
Sen ne yapsan yontulmaz karaborsa zengini
Terbiye dersen eğer, sanır beygir dizgini
*
Şimdi onlar çoğunluk, azınlıkta kaldık biz
Bitane olsa böyle, bal börekle besleriz.!
*
Sen adalet, hak diye çürütürsün bir ömür
Onlar her hapşırdıkça dört yana hak püskürür
Caddenin ortasına hak tuu diye tükürür
*
Şimdi onlar çoğunluk, azınlıkta kaldık biz
Bitane olsa böyle, bal börekle besleriz.! (Sayfa: 84-85)

Bayram

*
Burnumda tüter ama kahve, çay buram buram
Şeker, kahve almaya gelmez bitürlü sıram
Geçmez karaborsada benim kâğıt bir liram
Onlara helal olan bize nedense haram
Halka hergün ramazan, onlara hergün bayram.!
*
Fıkrayı bilirsiniz, vergi almış Timurlenk
Çırılçıplak kalınca halkta başlamış ahenk
Ben de öyleyim şimdi, ağzı kulağına denk
Şakır şakır oynarım yoksa bile beş param
Halka hergün ramazan, onlara hergün bayram.!
*
Aylığı aldığım gün tamtakır olur kese
Kimi çorap istiyor, kimi ister elbise
Evde borum ötmüyor, nutuk çektim herkese
Demokrasi icabı kimse dinlemez meram
Kimine hayat oruç, kimine hergün bayram.!
*
Ne çürük lastik sattım, ne de oldum milyoner
Ne vadedip de döndüm, değilim yanardöner
Saman alevi gibi parlayan çabuk söner
Ne bir kuruk acım var, ne gocunacak yaram
Bana hergün ramazan, onlara hergün bayram.!
*
Çalışılsın efendim, neden böyle yatılsın.?
Demokrasi temeli barajlarla atılsın
Cıgarayı, dediler, beş kuruşa satılsın
Nefesi beş kuruşa gelir şimdi cıgaram
Ramazan bize hergün, onlara hergün bayram.!
*
Biyandan sondajları, biyandan barajları
Yaptılar çalışarak doldurup plajları
Bu kadar yükle nasıl dönecek virajları.?
Bir merakım bu kaldı, benim gözleri karam
Hergün ramazan bize, sizlere hergün bayram.! (Sayfa: 86-87)


Ederler
*
Sermayesi onsa doksan ederler
Senin tartın tamsa noksan ederler
Kiminin alınır bir yırtık donu
Kimine bin türlü ihsan ederler
*
Torpili, pistonu, varsa dayısı
Servetinin artık yoktur sayısı
Avcıdan kaçarken dağın ayısı
Yakalayıp onu insan ederler
*
İşine gelmezsen derler haşarı
İstediğin kadar kazan başarı
Bir geğirse hâşâ burdan dışarı
Vecize diyerek destan ederler
*
Ne yapsan olmazsın kendinden emin
Değilse yan bakmak senin niyetin
Edecekse eğer canına senin
Bakmasan ederler, baksan ederler
*
Her tarakta vardır sağlam bezleri
Su başında durur hep çömezleri
Hatiptir bakarsın dil bilmezleri
Çıkartıp kürsüye saksağan ederler
*
Ona bişey demez kitap tayfası
Maşallah taş gibi kalın kafası
Olursan onların sen de tayfası
Bütün zorlukları âsân ederler
*
Elifi direk sanır, direği elif
Köy, Mehmet Ağanın, onundur keyif..
Benim gibi sen de olma muhalif
Seni de hak ile yeksan ederler (Sayfa: 88-89)


Uzatma Sözü 

*
Kırk yıllık ömrümüzde ne insanlar görmüşüz
Görülecek ne varsa, bir zamanlar görmüşüz.!
*
Bu kalemden medhiye çıkmamış, işte bundan
Ne atiyye almışız, ne ihsanlar görmüşüz.!
*
Şaşılacak çok şeyler görmüşüz bu diyarda
İnsanlardan sürüler, kurt çobanlar görmüşüz.!
*
Hayvan-ı natıkların söylev, nutuk çektiği
Hayvanat bahçesinde ne hayvanlar görmüşüz.!
*
El etek öpmek için kalmayınca bir insan
Dalkavukluk edilen patlıcanlar görmüşüz.!
*
Makam otosu ile giderken tuvalete
Şimdi yayan yapıldak kodamanlar görmüşüz.!
*
İblis ile şeytana ters giydirip papucu
Beş vakit namazında Müslümanlar görmüşüz.!
*
Makâmına muvafık orman kibarlarından
Nezaket dersi veren ne nadanlar görmüşüz.!
*
Demokrasi tarihi yazacak bunu yarın
En yüce makamlarda saksağanlar görmüşüz.!
*
Aptal dostlarımızdan yıllarca çektiğimiz
Derdimizi anlayan ne düşmanlar görmüşüz.!
*
Gıdıklayıp güldüren meşhur mizahçılar mı.?
Buzdolabından farksız nüktedanlar görmüşüz.!
*
Bir kâfiye uğruna uzatma artık sözü
Daha sen lep demeden, anlayanlar görmüşüz.! (Sayfa: 98-99)

Diye Diye

*
Aklı olan geçmeli hep partiden partiye
Siyaset hayatında yükselmeli part diye..
*
Demokrasi devrinde kahraman olmak kolay
Dünkü öptüğün eli ısırmalı hart diye..
*
Dalkavukluk edeyim diye eğildim bigün
Pantolonun arkası yırtılmaz mı cart diye..
*
Sosyete almaz beni, her meclise giremem
İlçe başkanlarından yok elimde kart diye
*
Yirminci tamirinde zavallı sol pabucum
Tramvaya koşarken çıkmasın mı fart diye..
*
Yaşım kırk bir diyerek, genç diyorlar eskiler
İlik gibi kızlar da beğenmiyor kart diye..
*
Hiçbir parti kalmadı, girip de çıkmadığı
Adam olmadı ama, aday oldu zart diye..
*
Zülf-ü yare dokunma, kuyruğu sıkışmıştır
Kaba kâğıt yırtıyor bir kızdı mı cart diye.. (Sayfa: 113)

Makasa Övgü

*
Düşünürüm de bazı, sen olmasan ey makas
Basın dünyamız bizim çoktan etmişti iflas..
Gelince Avrupa'dan, burda kesip kesip bas.!
Yabancı dergilerden apartmak bize hastır
Velinimet efendim makastır, ah makastır.!
*
Yabancı dergilerden artistler ayartırız
Yazı lazım olursa onlardan apartırız
Resim, fotoğraf desen sayfalar kopartırız
Amerika, Avrupa göndersin, sen de bastır
Velinimetim benim makastır ah makastır.!
*
Keşiflerden, icattan hangisi payendedir.?
Bizde kültür dediğin senin himayendedir
Ressam, yazar olduksa, hep senin sayendedir
Bu işler bize vergi, ancak bizlere hastır
Suç aletimiz bizim makastır, ah makastır.!
*
İnan mertek sanırdı görse eğer elifi
Hep kestin biçtin de sen, meşhur ettin herifi
Kimin evinde sordun, hangi hakk-ı telifi.?
Telif hakkı burada çiğnenen bir paspastır
Benim hocam, üstadım, makastır, ah makastır.!
*
Senin iyiliğini ne radar, atom yaptı
Sen olmasaydın eğer, durumumuz haraptı
Dur, yeni posta gelmiş, yazar makası kaptı..
Gazetecilik bizde nevi şahsına hastır
Düşünen yazan çizen, hep makastır, makastır.! (Sayfa: 118-119)

Baktın Zaman Uymuyor.!

*
Bu seçim listesinde vermezlerse sana pay
Kontenjandan da eğer göstermezlerse aday
Sen de içyüzlerini dök ortaya, bir bir say
Dayanamadım, dersin, bu gidişe, sayın bay.!
İhtiyacın yok senin herhangi bahaneye
Baktın zaman uymadı, uyuver zamaneye.!
*
Sakın sesin çıkmasın savururken harmanı
Elbet gelir gerçeği söylemenin zamanı.!
Maksat demokrasinin doğru çıksın dumanı..
Olmak istersen eğer hürriyet kahramanı
O zaman dersin: Bakın.! Yedikleri naneye.!
Baktın zaman uymadı, uyuver zamaneye.!
*
Bağlılık, vefa, dostluk.. Vardır böyle his, deme.!
Erişemezsen eğer, hemen ciğer pis, deme.!
Aday yapmadılarsa başka koltuk isteme.!
Mademki girdik artık çok partili sisteme
Partiler çıkmalıdır yirmi, otuz taneye..
Baktın zaman uymadı, uyuver zamaneye.!
*
O parti olmadıysa bir başka partiye geç.!
Bilgi, fikir yok ama, parti çok, birini seç.!
Hazırlarsın basına çok gülünçlü bir demeç..
Bir basın toplantısı, demokratik bir skeç..
Düşünürsün acaba bilmem ki daha neye.?
Baktın zaman uymadı, uyuver zamaneye.! (Sayfa: 121)

Bayım

*
Usandık dinlemekten, o söyler usanmaz ki
''Artık yeter.!'' desek de, bizi adam sanmaz ki
''Az daha dayanın.!'' der, biz dayandık, diyelim
Bu kadar dayanmaya pantolon dayanmaz ki..
*
Zam üstüne zamlarla şap gibi yansak bile
Bugün dünden iyiyiz, diyerek kansak bile
Ucuzluk müjdesine bizler inansak bile
Evdeki çoluk çocuk, vallahi inanmaz ki..
*
''Biz bize benzeriz'' der, uyanlar hep o akla
Sorgu sual edersin, sen daha hangi hakla.?
Vadeder bol keseden, tükenmez adamakla
Üstüste aldananlar, her zaman aldanmaz ki..
*
Bazısı sırta biner, gerisi yayan artık
Şurda birşey kalmadı, az daha dayan artık.!
Bak, yem borusu çaldı, uykudan uyan artık.!
Memurlar uyansa da, bahtımız uyanmaz ki..
*
Teftiş haberi gelir, hep memurlar uyanır
Badanalar yapılır, iç duvarlar boyanır
Müfettişler tanımaz, başka bir bina sanır
Göz boyamak iyidir, bu kadar boyanmaz ki..
*
Hergün yapılan tören, yüzümüzün akıdır
Basın, dördüncü kuvvet, eskisinden sıkıdır
''Dayan başarırsın.!'' der, dayanmak da hakkıdır
Dayansın ama insaf, böyle de dayanmaz ki..
*
Neler çektim derdimi deşmemek için bayım.!
Sustum, içimdekini eşmemek için bayım.!
''Durmayalım, düşeriz.!'' düşmemek için bayım.!
İnsan abanır ama, böyle de abanmaz ki.. (Sayfa: 122-123)

Günün Adamının Türküsü

*
Nedir bilmem helal, haram..
Olsun yeter cepte param
O gün başta her kim varsa
Onunladır benim aram
Ben bu huyu bırakamam:
Giden ağam, gelen paşam.!
*
Demokratla demokratım
Muhalifle bir kıratım
İktidarda kim olursa
Huzurunda iki katım
İster olgun, isterse ham
Giden ağam, gelen paşam.!
*
Ben bakarım çıkarıma
İşlemesin zararıma
Ne isterse yapsın ama
Dokunmasın tek kârıma
İster papaz, ister haham
Giden ağam, gelen paşam.!
*
Girdim türlü kıyafete
İstibdata, hürriyete
Vatan için koştum durdum
Ziyafetten ziyafete
Nerde sabah orda akşam
Giden ağam, gelen paşam.!
*
Nabza göre şerbetim var
Eyvallahım, elbetim var
Para ile satın aldım
Dolduracak sepetim var
Bizler böyle olduk adam
Giden ağam, gelen paşam.!
*
İşler gitsin tıkırında
Benim gözüm mangırında
Arabamı aşırırım
Dağ başında, bozkırında..
Küpüm hele dolsun tamam
Giden ağam, gelen paşam.!
*
Getir Kulüp Rakısını
Oynat güzel bar kızını.!
Bindiğimiz arabanın
Söylüyoruz şarkısını:
Tirim tıram, tirim tıram
Giden ağam, gelen paşam.! (Sayfa: 124-125)

Nedir.?

*
Elinde zımbırtı girdi meclise
Çaldığı tek telli kanun mu nedir.?
Yalelli okuyor şimdi herkese
Bu herif belâ mı, tâun mu nedir.?
*
Bayatî okuyup çiğner makamı
Anlamaz çevirsem ona arkamı
Bastırdı milleti yine faka mı.?
Bu hava düm tek mi, oyun mu nedir.?
*
At artık elinden o zımbırtıyı
Yıllarca dinledik bu patırtıyı
Toplayıp da kaçma pılı pırtıyı
Yoksa bu mendebur Karun mu nedir.?
*
Dinleyici sana yazık değil mi
Buncadır yediğin kazık değil mi.?
Diyorlar ''vaziyet nazik'' değil mi.?
Koklasan bilinmez kavun mu nedir.?
*
Öyle hinoğluhin bir bestekârsın
Duymazdan gelirsin, amma duyarsın
Kendin çalarsın hem kendin oynarsın
Çingenelik senin soyun mu nedir.?
*
Nasıl da dinliyor seni eloğlu
Notasız yutturdun ulan köpoğlu.!
Desene bu dünya enayi dolu
Seni dinleyenler koyun mu nedir.?
*
Dilimde tüy bitti bak söylemekten
Hıncımı almadım kahpe felekten
Bıktık, bizar olduk mu dümbelekten
Kırılan bel midir, boyun mu nedir.?
*
Elaman ey kalem senin hicvinden
Neler yazdın yine hezel nevinden
Bu yüzden yuvandan oldun evinden
İnşallah kurusun huyun mu nedir.? (Sayfa: 128-129)

Herşeyi Var

*
Zenginin etlisi var, yağlısı, yavanı var
Yoksulların nesi var: tuzu var, sovanı var.!
*
Biz bulamazken yazın içmeye bir damla su
Ardını banyo için onun şadırvanı var.!
*
Sana gelince arı, eşek arısı olur
Ona eşek bal verir, binlerce kovanı var.!
*
Yüzümüze kapanan her kapı açık ona
Dünyada kapıcısı, cennette Rıdvan'ı var.!
*
Her iki dünyada da işi iş sayın bayın
Ötede huri, gılman.. beride, civanı var.!
*
Sosyal adalet sözü incitir, nazik çünkü
Özel sermayelerden ahbabı, ihvanı var.!
*
Neden kurtulamadık diye kızmak boşuna:
Her kılavuz eşeğin ardında kervanı var.!
*
Eşek olduktan sonra kim olsa sırta biner
İşte ondan yüzlerce uyuz marsuvanı var.!
*
Çoban istemiyoruz demek neye yarar ki:
Elbet çoban da olur, sürüyle hayvanı var.!
*
Yem borusu çalınca hemen dörtnala koşma.!
Ulan, bunun eşkini, tırısı, rahvanı var.!
*
Elbet hıyarağalar çoğalır hergün, çünkü
Siyaset bostanının usta bahçıvanı var.!
*
Nağra, nutuk atarlar vatan, millet uğruna
Bu çayırda ne de çok somun pehlivanı var.!
*
Ellerde füze varmış, atom bombası varmış
Bizde de Nuh Nebi'den kalma dağ havanı var.!
*
Üzülmeyin işlerin temeli yok diyerek
Temel, duvar yok ama, yaldızlı tavanı var.!
*
Bizdeki Planlama, havanda su dövmektir
Bu gürültü ondandır, hepsinin havanı var.!
*
İstanbul'dan çıkmayan zümbülbebek tohumu
Ülkenin yoksul Kars'ı, Ardahan'ı,Van'ı var.!
*
Kim demiş, son zamanda haysiyet buhranı var.?
Baksana, her partinin haysiyet divanı var.!
*
Sanırsın yürümeye kuvveti, dermanı yok
Fing atmaya gelince çok tab-ü tüvanı var.! (Sayfa: 130-131)

Ya Herro, Ya Merro.!

Seçimlerde bir sandalya
Ya alınır ya alınmaz
Düdük derler oğlum buna
Ya çalınır ya çalınmaz.!
*
Başı geldi miydi dara
Yüreklerde açar yara
Yapışınca koltuklara
Ya çözülür, ya çözülmez.!
*
Hesabı yok hiçbişeyin
Ali Beyin, Veli Beyin
hesapları haşre değin
Ya sorulur, ya sorulmaz.!
*
Kıyı, bucak, herbir yeri
Hep dolaştım köyü, şehri
Sırta binenlerin kahrı
Ya çekilir, ya çekilmez.!
*
Esen yelden hile sezer
Arabadan inmez, gezer
Düzenleri insan bezer
Ya sezilir, ya sezilmez.!
*
Kalemimi sivri kestim
Yoktur benim kötü kastım
Torba değil, ağzım dostum:
Ya büzülür, ya büzülmez.! (Sayfa: 132)

Doğru Söyleyenleri.!

*
Estek kösteğin adı olmuş bizde estetik
Betondan sefertası binalarla süsledik
Yollarda ezilirsin durmazsan biraz tetik
Böyle şehirciliğe doğrusu ya pes dedik
Lafımız kurşun gibi, duyar bizi duvarlar
Doğru söyleyenleri dokuz köyden kovarlar
*
Bize süs lazım değil, en güzel süs sadelik
Simokin mi giyilir cepte yokken metelik
Şurda bir İstanbul var, turiste göstermelik
Halkının bağrı yanık, şehrinin yolu delik
Söylemesen yutulmaz, laf gırtlağa tıkanır
Gerçeği de söylesen zülfiyare dokunur
*
Kalemim ok gibidir, hem ağır, hem de sakar
Dışı seni yakar da, içi de beni yakar
Delik borularından su akar, aptal bakar
Yağmur duası diye, gökte nutuklar çakar
Doğru desen söz olur, eğri desen göz olur
Ferman efendimizin, yaz ortası güz olur
*
Yumuşak da söylesek, lafımız gelir pek dik
Boru döşenecekmiş, yollar bu yüzden delik
Bir yağmur çiselese yollar olur Venedik
Biz de yarenlik ettik, serenatlar söyledik:
Gondol lazım mehtapta, yahut üç çifte kayık
Üste tükürsen sakal, alta tükürsen bıyık
*
Tozundan, çamurundan, çektiğimiz tasadan
Boğulmadan kurtulsak şu çöplükten, arsadan
İsteyip asasını ya Hazreti Musa'dan
Yahut çıksak göklere ibret alıp İsa'dan
Ya deveyi gütmeli, ya buradan gitmeli
Söyle ey Belediye.! Söyle ne halt etmeli.? (Sayfa: 138-139)

Gazel

*
-Nedim gibi-
*
Bütçeden geçmiş kazancım yağla bal olmuş sana
Her süzülmüş yurttaşın bak rengi al olmuş sana.!
*
Mey çeker liderlerin halkın delikken pabucu
Halk soyulmuş herşeyinden mülkü mal olmuş sana.!
*
El yutar altınları milli olur dış ülkede
Sen yedin zeytinle ekmek kim sual olmuş sana.!
*
Elaman ey zülf-i yar senden yeter çektiklerim
Halkı tuttuk, hapse attın, bak ne hal olmuş sana.!
*
İktidarın korkusundan öyle titrersin kalem
Suç değil yazdıkların amma vebal olmuş sana.!
*
Çok bu şehr içre Aziz vasfettiğin herzevekil
Var sanıp aldanma hürriyet, hayal olmuş sana.! (Sayfa: 143)

Bizdedir

*
İktidardan al haberi
Kürk ondadır, çul bizdedir
Koltuk onda, mangır onda
Dayanılmaz hal bizdedir
*
Sanki yoğuz, sanki varız
Ne deseler hep uyarız
Ne acaip mahluklarız
Ağız onda, dil bizdedir
*
Artık derman yoktur tende
Kahveye hasretiz şunda
Altın onda, inci onda
Geçmez akça, pul bizdedir
*
Kazılanlar hep kuyumuz
Çıkmaz artık, yok suyumuz
Yok arkamız yok dayımız
Kaşınacak kel bizdedir
*
Uymuyorlar şartımıza
Göz dikerler pırtımıza
Yıllar yılı sırtımıza
Hep binerler, bel bizdedir
*
Sabah akşam çeker nutuk
Ah şu koltuk, ah şu koltuk
Yaptığımız dalkavukluk
Harman onda yel bizdedir
*
Artık yeter bunca laklak
Kafam oldu allak bullak
Bigün gelir tepetaklak
Oylar veren el bizdedir (Sayfa: 148-149)

Dam Üstünde Saksağan

*
Öğren büyüklerinden kırktan sonra azmayı
İşe yaramaz bırak, okumayı yazmayı
Daha bunlar bir şey mi, gelsin de seçim ayı
Bak dinle nutuklar, gümbürdetir semayı.!
Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı.!
*
Yemesen yedirsen de, dolmaz boş avurtlara
Aç olan gözleridir, dönmüşler aç kurtlara
Sana bana bir kemik, kendine aslan payı..
Pek yüksekten atarlar, aldanma zart zurtlara
Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı.!
*
Bir biziz kazık yiyen, kazanacak hepsi de
Eskiden çantadaydı, şimdi keklik tepside
Sıvar paçalarını görmeden daha çayı..
Sanma kendin gibidir konuşan herkesi de
Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı.!
*
Düşmek istemiyoruz düştüğümüz hallere
Karnımız toktur bizim bu eski masallara
Dilinden hiç düşürmez, başüstüne hayhayı
İnanma pöh pöhlere, atılan mavallara
Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı.!
*
Bugün yarın diyerek insanı avuturlar
Lades değil ki bu, sonradan unuturlar
Köprüyü geçesiye ayıya derler dayı
Efendimiz, beyimiz diyerek uyuturlar
Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı.!
*
Avucunun içi gibi bilir karaborsayı
Milyon kere milyoner, daha bilmezken sayı
Sen durmadan yenile kıçındaki yamayı
Artık öğren birader hanya ile konyayı
Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı.! (Sayfa: 150-151)

Altı Kaval

*
Maksat koltuk mudur, neydi bahane.?
Şu demokrasiden sana bana ne.?
Düşünüp dururum filesofane:
Kalmadı yenecek başka bir nane
Hep eski mavaldır, eski terane
Alt tarafı kaval, üstü şişane.!
*
Seçim seçim dedik, geçti seçimler
Düzelmedi gitti yine geçimler
Don gömlekle kaldık, bozuk biçimler
Bu derde devayı bulacak kimler.?
Hep eski mavaldır, eski terane
Alt tarafı kaval, üstü şişane.!
*
Değişse de eller, hep eski gidiş
Olmazsa ucuzluk, tutulmaz dikiş
Taşıma su ile görülür mü iş.?
Yanmasın olur mu ne kebap ne şiş.?
Hep eski mavaldır, eski terane
Alt tarafı kaval, üstü şişane.!
*
Yaşına başına bakmaz ihtiyar
Baş başa vermişler yar ile ağyar
Kimi badanalar, kimisi boyar
Şarkıcılar varken seni kim duyar.?
Hep eski mavaldır, eski terane
Alt tarafı kaval, üstü şişane.!
*
Geldik kuyruğuna biz yüze yüze
Borsadan bir haber vereyim size
Ucuzluk misafir geliyor bize
Ispanak yüzelli, lahana yüze..
Hep eski mavaldır, eski terane
Alt tarafı kaval, üstü şişane.! (Sayfa: 152-153)

Hergün Bayram

*
Sanma ileri gittik
Yirmi yıl beri gittik
Hep geri geri gittik:
Bindokyüzelliye.!
*
Tere lelli tere lam
Demokrasi vesselam..
Hergün bayram deliye
Döndük terelelliye.!
*
Eski devrin devamı
Başka bir yolu var mı.?
Buldurunca kıvamı
El çektirdik valiye.!
*
Tere lelli tere lam
Demokrasi vesselam..
Hergün bayram deliye
Döndük terelelliye.!
*
Kimine bazı vermiş
Bize bu tarzı vermiş
Allah bu ağzı vermiş:
Ne bulursan ye diye.!
*
Tere lelli tere lam
Demokrasi vesselam..
Hergün bayram deliye
Döndük terelelliye.!
*
Eskiden farkımız var
Türlü bin çarkımız var
Kırk çeşit şarkımız var
Hürriyet diye diye.!
*
Tere lelli tere lam
Demokrasi vesselam..
Hergün bayram deliye
Döndük terelelliye.!
*
Kimleri düdükledik
Seçmeni sürükledik
İki ayda yükledik
Sermayeyi kadiye.!
*
Tere lelli tere lam
Demokrasi vesselam..
Hergün bayram deliye
Döndük terelelliye.!
*
Bez, Amerikan bezi..
Tez, Amerikan tezi..
İstersen bir dış gezi
Getir bize hediye.!
*
Tere lelli tere lam
Demokrasi vesselam..
Hergün bayram deliye
Döndük terelelliye.!
*
İktidarla her sefer
Sen de olup seferber
Etmelisin transfer:
Bak Ali'ye, Veli'ye.!
*
Tere lelli tere lam
Demokrasi vesselam..
Hergün bayram deliye
Döndük terelelliye.! (Sayfa: 158-160)

Ramazan Manileri I

*
Yağmur yağar taş üstüne..
Her ne desen başüstüne
Basma sakın sayın bayım
Karnın ağrır, yaş üstüne.!
*
Gayet yüksek hatırın var
Taşıt diye katırın var..
Daha fazla söyleyemem
Kırk hatırın, satırın var.!
*
Umut kestik ucuzluktan
Bari yakma susuzluktan
Konuşmaya hal mi kaldı
Kaşınmaktan, uyuzluktan.?
*
Duramazken biz ayakta
Karaborsa Kadillak'ta..
Utanırsın belki biraz
Halimize şöyle bak da..
*
Sevgi, saygı göbekliye
Sıska, cılız, ne bekliye.?
Göz üstünde kaş var desen
Ayrılırsın emekliye.!
*
Hürriyetin boyu, eni
Ölçüleli daha yeni..
Küçültürler, toz ederler
Yut dilini, tut çeneni.!
*
Davulumun ipi kısa
Bende tokmak, onda parsa
Başbakanlık kolay ama
Muhalifler ah olmasa.!
*
Minareler uzun uzun
Kandilleri düzüm düzüm..
Sömürgenler kökünüze
Kibrit suyu topunuzun.!
*
Önüm kıştır, arkam yazdır
Anlayana sinek sazdır
Vurdum duymaz olanlara
Davul zurna bile azdır.!
*
Nutuklardan söz dinlemiş
Bin söylemiş, bir dinlemiş
Kulağında davul çalsan
Elin oğlu kös dinlemiş.!
*
Güme de güm, güme de güm..
İşler olmuş bir kördüğüm..
Vadedilen ucuzluğu
Yıllar yılı yok gördüğüm.!
*
Davulumun tokmağı var
Ben çalarken bakmalı yar.!
Şu insanlar içersinde
Akıllısı, ahmağı var.!
*
Onun şansı kelindedir
Elalemin dilindedir
Davul halkın omzunda
Tokmak onun elindedir.!
*
Kızıyorlar tok yazana
Kaynamıyor bak kazana..
Hiç olmazsa oruç bozsak
Ramazandan ramazana.! (Sayfa: 161-163)

Ramazan Manileri II

*
Herkes beni şen bilir
Derdimi deşen bilir
Oysa mizah ne imiş
Deliğe düşen bilir.!
*
İrafa fincan koydum
İçine mercan koydum;
Hürriyet gelir diye
Yoluna bir can koydum.!
*
Koltuğunuz yücedir
Sözlerim derincedir
Âdil kanunlar olsun
Boynum kıldan incedir.!
*
Ne yıprandım yoruldum
Ne dinlenip duruldum
Doğru söyledim diye
Zincirlere vuruldum.!
*
Halak -Allah-ül-bakar
Can yakar, yürek yakar..
Boşuna dememişler:
''Su akar, aptal bakar.!''
*
Açıldın çiçek oldun
Millete köçek oldun
Eskiden sıpa iken
Büyüdün eşek oldun.!
*
Meşeden kütük olur
Sırtımıza yük olur
Yaşlanmış kütük ise
Yeri de büyük olur.!
*
Pek böbürlü hâlin var
Senin de zevâlin var
Çok çektirdin bizlere
Pek ağır vebâlin var.! (Sayfa: 164-165)

İnsanoğlu

*
Her işin bir yolu var, acele etme biraz
Hele politikada olacaksın çok kurnaz;
Düşmanın olsa bile çalacaksın ona saz
Son sözünü ilk deyip aklı olan saldırmaz.!
*
İnsanoğlu nâziktir, ağır sözü kaldırmaz
Eşek dersin kızar da, bin sırtına aldırmaz.!
*
Çalışır görünerek yan gelip de yatmalı
Şu ölümlü dünyanın anasını satmalı..
Din uğruna çek nutuk, olsan bile binamaz
Kazığı yağlamalı, nezaketle atmalı..
*
İnsanoğlu nâziktir, ağır sözü kaldırmaz
Eşek dersin kızar da, bin sırtına aldırmaz.!
*
Hart diye ısırmalı dünkü öptüğün eli
Külahını çıkarıp sakın gösterme keli
Yükselmek isteyenler olmalı perendebaz
Menteşeli olmalı, eğilip bükülmeli..
*
İnsanoğlu nâziktir, ağır sözü kaldırmaz
Eşek dersin kızar da, bin sırtına aldırmaz.!
*
''Merhaba kör kadı.!'' yok, fırsat geçmeden ele
Kozunu oyna ama, uygun zamanı bekle.!
Madem koltuk istersin, etme yavrum fazla naz
Efendi olmak için olmalı önce köle.!
*
İnsanoğlu nâziktir, ağır sözü kaldırmaz
Eşek dersin kızar da, bin sırtına aldırmaz.!
*
Bol keseden vadedip güler yüzle oy topla
Kasayı doldur para, cüzdanına koy, topla.!
Başarı yollarında olmalısın bir cambaz.!
Yüksek makam önünde perende atıp hopla.!
*
İnsanoğlu nâziktir, ağır sözü kaldırmaz
Eşek dersin kızar da, bin sırtına aldırmaz.!
*
Hak hukuk sever görün, belli etme işini
Karda yürüsen bile çaktırma gidişini..
Başarı kolay değil, olacaksın hokkabaz
Gül ama göstermeden bilediğin dişini.!
*
İnsanoğlu nâziktir, ağır sözü kaldırmaz
Eşek dersin kızar da, bin sırtına aldırmaz.! (Sayfa: 166-167)

Geliyor.!

*
Hergün arttıkça fiyatlar yaşamak ar geliyor
Ay otuz.. bir de bakarsın ki kiralar geliyor.!
*
Bakkalından, kasabından, manavından kaçalım
Hangisinden be birader, bu şehir dar geiyor.!
*
İktisadî planım var, o da ''Sıkmak kemeri''..
Tam sıkarken onu, destur demeden yar geliyor.!
*
Az hava almak için açsam eğer pencereyi
Şansa bak yaz günü sen, pencereden kar geliyor.!
*
Bu ömür böyle mi geçsin, yani havyar keserek.?
Bize hep eğri hıyar, onlara havyar geliyor.!
*
Eski sevda, o vefa nerde, sadakat nerde.?
Meteliksizsen eğer yar bile ağyar geliyor.!
*
Hızır'ı imdada çağırsam yetişir Azrail'im
Gelse şeytan, sanırım yar-ı fedakar geliyor.!
*
Az bulup, az daha hürriyeti istersem eğer
Yüz mü verdik diyerek arkadan astar geliyor.!
*
Biz tarafsız basınız, heryana birden döneriz
Söyleyin hangi taraftan bize rüzgâr geliyor.!
*
Ey Aziz.! Bitmeyecek taşlamalar, tut dilini
Gözlerinden sana bak, patronun işmar geliyor.! (Sayfa: 174)


Karagöz İçin Perde Gazeli

*
*
İşbu meydan başkadır, Şeyh Küşteri meydanıdır
Sanmayın oy avlanan bir müşteri meydanıdır
*
Perdemiz naylon değildir, ar ü namus perdesi
Söyleyen dil perdemizden herkesin vicdanıdır
*
Kıssamızdan hisseler, çok ders-i ibret almalı
Yoksa taşlaşmış beyinler kendinin zindanıdır
*
Güldürür sözler deriz amma ki gerçek söyleriz
Kim alınsa yergimizden toplumun nadanıdır
*
II
Mum erir içten yanar kalp, dışta şendir perdemiz
Dert bizimdir, neşemizden bir nişandır perdemiz
*
Bak, sıcak gözyaşlarımdan damlayan mum damlası
Kapkaranlık olsa dünya, kehkeşandır perdemiz
*
Kimse bilmez halimizden perdemiz gizler bizi
Gerçeğin söyler özünden nam u şandır perdemiz.!
*
III
Hayal, evet, ne var ki burda gerçeğin hayali var
Dışında perdenin gülünç, derinde çok melali var.!
*
Çıkar mıkar gözetmeden hayal deyip de herkesi
Bu perdeden eleştirin, ne olmak ihtimali var.!
*
Derin düşün, biraz da gül, alıp da ders bu perdeden
Küçüklerin, büyüklerin, görüp duyun ne hali var.!
*
Bu yükseliş sürer sanıp nedense halkı hor gören
Gelir bunun da bir sonu, bunun da bir zevali var.!
*
Görüntüler ki yansıyor bu perdeden hayatımız
Sizin, bizim mahallemiz, fakir, zengin ahali var.! (Sayfa: 175-177)

En Akıllımız Deli Ahmet

*
Elli yıldır tırmandık, çıkamadık yokuşu.!
Sebep ne bu, ne de şu..
Sanki oldu memleket tımarhane koğuşu
Düşünün sollu sağlı:
Ne yavan var ne yağlı
Akıl veren Del'Ahmet
O da direğe bağlı.!
*
Büyükler söylemişler: durmayalım düşeriz.!
Bu kafayla n'işleriz.?
Sıkıyı görünce de altımıza işeriz.!
Memiş memişhanede
İbiş Gümüşhane'de
Önderimiz Del'Ahmet
O da tımarhanede.!
*
Sam Amca'ya, Her Hans'a elâlemin borcunu
- Bırak sen şimdi onu-
Bilmem ki nasıl öder torunumun torunu.?
Yorulduk artık yeter.!
Bu yol ne zaman biter.?
Yol gösteren Del'Ahmet
O da bizden bin beter.!
*
Başımıza çıkardık zatıâlilerini
Pek beğendi yerini
Şimdi de arıyoruz suçlu diye birini
İşler gün günden batak
Kalmadı yorgan yatak
Başımızda Del'Ahmet
O da kafadan kontak.! (Sayfa: 182-183)

Beleş - Aziz Nesin

*
Sen yükünü tutmak için
Hazır lüpü yutmak için
Yan gelip de yatmak için
Şu gerçeği öğren keleş:
Nerde beleş, orda yerleş.!
*
Tertemizdir ar ü namus
Açma sakın ağzını, sus.!
Geçim derdi olmaz kâbus
Alçaklarla sen de birleş
Nerde beleş, orda yerleş.!
*
Bırak soyan halkı soysun
Kâr üstüne kârlar koysun
İstiyorsan karnın doysun
At zarını, gelsin düşeş
Nerde beleş, orda yerleş.!
*
Öyle olmaz behey şaşkın
Afur tafur pozlar takın.!
İşe yarar sanma sakın
Ne arkadaş ne de bir eş
Nerde beleş, orda yerleş.!
*
Hizmet ettin hangi akla.?
Ne hukukla, ne de hakla
Gördün olmaz çalışmakla.!
Kafana koy şunu gebeş:
Nerde beleş, orda yerleş.! (Sayfa: 184-185)

Zât-ı Devletinize

*
Ölümünüzden on ya da yirmi yıl
Hadi diyelim elli yıl sonra
Kimseler bilmeyecek adınızı sanınızı
Hatta torunlarınız bile..
Bu yüzden kaygılanmayın hiç
Size bir iyilik yapmaktır amacım
Sık sık adınızı andım kitabımda ki
Sonsuza dek bütün dünya
Ağız dolusu sövüp sayacak size
Sevinin, artık ölümsüzleştiniz
Benden iyilik budur zât-ı devletinize

*
Nesin Vakfı, 19 Haziran 1988 (Sayfa: 190)

Fahri Profesör

*
Çok şükür biçok fakültelerimiz varken üniversitelerimizde
Örneğin dişçilik, eczacılık
Tarım, veteriner ve orman fakülteleri..
*
Toplanıp profesörler bisürü
İçinde hertürlüsü
İyisi kötüsü
Pisi püsürü
Niçin hukukçular o zatı
Yaptı fahri hukuk pirefüsürü.?
*
Çünkü hakka hukuka büyük hizmeti vardır
Önce Anayasayı Kanun-u valide yaptı
Arkasından Anayasanın anasını belleyip
Yaptığı kanun dairesinde valdesini ş'aptı (Sayfa: 191)

Masal

*
Her masal gibi başlıyor bu masal
Neyime ders alma, neyime ders al..
*
Bir zamanlar ülkenin birinde
Dünyanın bir güzel yerinde
Bir boğa vardı
Bir de sırmalı, yaldızlı bir herif
Herif ama ne herif
Herif-i nâ şerif
Herifçioğlunda bir keyif, bir keyif..
*
İşte böyle başlıyor bu masal
Neyime ders alma, neyime ders al..
*
Gelelim biz Boğa'ya
Boğa ama be Boğa
Görmemiş böylesini doğa
Günde üç çuval arpa, yulaf
İki balya ot, saman yerdi
Bir varil de su içerdi
Bir böğürdü mü yer gök inlerdi
Öyle kızgın, öyle azgın
Bir inekten iner, öbürüne binerdi
Böyle azılı Boğa olunca bir ülkede
Allaaaah, inekleri eksik etmesin
Aaamiiin..
*
Gelelim o yaldızlı herife
Tükenmez kalemler tükenir onu tarife
Bozulmuştu dilinin çarkı
Ağzıyla gerisinin yoktu farkı
Çünkü yellenir gibi konuşur
Affedersiniz
Konuşur gibi yellenirdi
Bir özelliği daha vardı:
Gece gündüz saçmalardı
Hastalığının adı bu herifin
''İshal-i kelam'' ile ''firar-ı efkâr''dı
Bir esnese
Ülkede meltem eserdi
Bir öksürse
Ülke buz keserdi
Bir aksırsa, bir hapşırsa
Fırtınalar eser
Ülkeye yağmur yağar
Herkes ona rahmet derdi
Ya mazallah bir yellense
Ülkede deprem olur
Ve hukuk profesörleri
Yasa diye kayda geçerdi
Yellendikçe dillenir
Dillendikçe yellenir
Öyle coşardı ki hazret
Her zartzurtunda bulurlardı keramet..
Küçük dağları o yaratmış
Büyükler babasından kalmış
Ağzından çıkanı kulağı işitmez
Her buyruğu kerametti
Ülkeye yasalar gerekti
Beklerdi kıçının dibinde hukukçular
Kılları ağarmış hocalar
Ah, bir zartzurt salsa
Hemen yapsalar diye yasa..
Hortlattılar bir zamanki Hitler'i
Biyerde ki yasalardır zartzurt
İşte orda böyle bir hırt
İnsan kılıklı itleri
Allah başımızdan eksik etmesin
Allah eksik etmesin
Amiiiiin..
*
Gelelim biz yine Boğa'ya..
İnekler memnundu Boğa'dan
İnek olduklarından..
Kızgın Boğa günden güne azdı
İple, halatla, zincirle zaptolmazdı
Umarsız kalınca insanlar
Ne yapsınlar
Çok akıllıca bir plan kurup
Yumurtalarını burup
Boğa'yı ettiler iğdiş..
Boğalık gitti gideeer..
*
Gidiş o gidiş
Söylemek gerekirse düpedüz
Boğa olmuştu öküz
Öküz olduğundan
Bilmiyordu öküz olduğunu
Hâlâ kendini boğa sanıyordu
İneklerin ardında dolanıyordu
Koca dilini sarkıtıp yalanıyordu
Atlıyorsa da ineklere
Ne gidiş, ne geliş..
Şaşıyordu öküz kendine:
Ne oldu bana.?
Bu ne biçim iş.?
Bir atladı: Yok iş..
Üç atladı: a-ah.!
Beş atladı: ı-ıh.!
Anladı sonunda ne demekmiş
Boğa'nın edilmesi iğdiş
Kesilince aşk ile meşkten umudu
İneklere uzaktan yalanarak bakıyordu
Öküz gözleriyle mahzuuun mahzun
Süzdü inekleri uzuuun uzun
Anladı ki artık ilkyaz değil
Yaşamında güz olduğunu
Artık boğa değil, öküz olduğunu
Ve öküz diliyle dedi ki ineklere:
''Boynuzlarım nasılsa sizler de öyle
Başımda tacımsınız
Bundan böyle sizler benim
Dünya ahıret bacımsınız
*
Şimdi de gelelim sırmalı sarmalı
Tüylü, tuğlu, armalı
Yaldızlı maldızlı herife
Bilmem ben onu bunu
Bu herifin de sonu
Günün birinde soyununca sırmalarından
Yaldızlarından, armalarından
İğdiş edilmiş boğa gibi tıpkı
Kalmadı öküzden farkı
Ha boğa iğdiş edilmiş
Ha herifin yaldızı dökülmüş..
İkisinde de kalmadı iş
Nasıl bilmediyse boğa
İlk zamanlar öküz olduğunu
Yaldızları dökülen herif de
Anlayamadı insanların buyruk diye
Artık dinlemeyeceğini zartzurtunu
Hâlâ yasaları zartzurt sanıyordu
Ne sırması vardı artık, ne yaldızı
İçinde işte öyle bir sızı..
Bir zart çekti: Tıssss.!
Bir zurt çekti: Pıss.!
Herkes güldü kıskıs
Dedikodular başladı fiskos fiskos..
Nerde o eski yellenmelerin gümbürtüsü
Nerde o eski yaşa varol gürültüsü..
Bir zart çekti: İpleyen yok
Üç zurt çekti: Dipleyen yok
Sonunda kafasına dank etti
Sırmasız mırmasız kaldığını fark etti
Demek, neymiş.?
Keramet öküzün boynuzunda değilmiş
*
Nasıl burulup
İğdiş edilince Boğa'nın alameti
Tıpkı öyle olup
Kalmamış herih-i nâ şerifin kerameti.!
Ve o herif kalınca sırmasız, armasız
O tilki gözleriyle mahzuuun mahzun
Seyretti yurttaşlarını uzuuun uzun
Ve o bozuk diliyle dedi ki yurttaşlarına:
''Sandım ki kendimi kâînatım.!
Şimdi anladım ki yurttaşlarım
Ben de sizler gibi
Anadan doğma bir demokratım.!''
*
Ey benim koyun gibi mazlum
Kuzu gibi masum
Yurttaşlarım.!
Ey bükemediği eli öpen
El etek öpmekle dudakları aşınmayan
Yurttaşlarım.!
Bir üsttekine kuzu
Bir alttakine canavar kesilen yurttaşlarım.!
Her masaldan alınmalı bir ders
Ne yapalım ki kimileri dersi
Anlıyorlar ters
İstemiyorsan zartzurttan buyrultu
Alkışlama öyle her zartzurtu
Aldanıp alkışladığını sanarak yiğit
Bir de bakarsın ki bir uyuz it
*
Her masal gibi bitiyor bu masal
Neyime ders alma, neyime ders al.! 
*
Düsseldorf, 5 Mart 1990 - Darmstad, 14 Mart 1990 (Sayfa: 192-197)


Sultan Palamut'la Ozan

*
Sultan Palamut’un saltanatında
İnin inim inlerken halk zorbalığın altında
Sultan Palamut tahtında
Astığı astık
Kestiği kestik
Öttürdüğü düdük
Dediği dedik..

O zamanlar bir de Ozan vardı
Başı her zaman dik
Ne ezilir büzülürdü
Ne eğilir bükülürdü..
Zorbanın karşısında dimdik.!

Sultan Palamut’un bir huyu vardı
‘’Huyunu sevsinler’’
Dik olan her şeye
Nedense düşmandı
Bütün dikleri, dikilenleri ve diklenenleri
Hizaya sokup yamyassı etti
Yassıkadayıfına döndü memleket..
‘’Ha bereket, ha bereket.!’’

Bitek kişi kaldı ülkede zorbalığa diklenen
O dikbaşlı Ozan
Ne baş eğiyor, ne bel kırıyor
Ne köçek gibi kırıtıyor
Ne boyun büküyor
Ne de girsin diye göze
Sultan Palamut’a diller döküyor

Sultan Palamut tilki mi tilki
Ozan’a başeğdiremez mi sanki..
Konuk diye çağırdı sarayına
Ozan’ı tavlamak için
Ama Ozan tınmadı
Ne tuzaklar kurdu, ne tuzaklar..
Ozan’ı avlamak için
Ama Ozan zokaları yutmadı
Sonra başladı türlü baskılar:
Sorgular, yargılar, sürgünler, zindanlar filan..
Ama Ozan bunları da takmadı
Öyle kızdı ki Sultan Palamut
Yerde kara toprak, gökte kara bulut..
Hop oturup hop kalkarak
Haykırdı avaz avaz:
‘’Bu millete iyilik yaramaz.!
Nankörler.!
Adam etmek için sizi
Nerde yeşerse bir umut
Tankla, panzerle bastırmadım mı.?
Başkaldıranları beslemektense
Hepsini gencecik astırmadım mı.?
Hepinizi sokup bir kalıba
Dümdüz etmedim mi.?
Vatan sathını dikensiz gül bahçesi
Ve dikenli tel tarlası yapmak için
Korku fırtınaları estirmedim mi.?
Öyleyse düğmelerinizi ilikleyin.!
Ve beni iyi dinleyin.!
Bulmalısınız ki öyle bir teknik..’’

Ve sonra aklına bir plân geldi yepyeni
Çağırıp Yok üniversitelerinden pürefüsürlerini
Onlara şöyle bir zılgıt verdi:
‘’Önce düğmelerinizi ilikleyin.!
Açın kulağınızı, beni iyi dinleyin.!
Bulmalısınız ki öyle bir teknik
O dik başlı Ozan
Sonunda düşmeli yenik
Huzuruma girerken başımı eğmeli
İşte böyle sizler gibi
O kopası başı yere değmeli
Bu görev hepinizin
Hepinize kırk gün kırk gece izin
Yiyin, için, her şey sizin.!
İster yatın, ister gezin.!
Yeter ki huzuruma girerken
O Ozan’a başeğdirin.!
Ya da o dik başı ezin.!’’

Pürefüsürler yangelip yattılar ama bilimsel
Devirip küfeyi uyudular ama bilimsel..
Dinlendiler kırk gün kırk gece
Ama bilimsel..
Dinlenmekten yorulunca
Vur patlasın, çal oynasın
Başlıyordu eğlence
Ayranları yoktu içmeye
Mersedesle gittiler McDonald’ı yemeye
Bol bol kokakola, pepsikola içmeye
Sonunda pürefüsürlerden beşon dalyaprak
USA marka modern teknolojiden yararlanarak
Buldular Ozan’a başeğdirmenin yöntemini
Sultan Palamut sarayının kabul salonunda
Tahtında oturacak
Salonun kapısı öyle alçak, öyle alçak
Öyle alçak yapılacak
Ozan kapıdan girmek için
İki büklüm olup
Başını eğmek zorunda kalacak
Böylece Sultan Palamut’un
Huzurunda alçalacak

Pürefüsürler buluşlarını bildirince
Sultan Palamut boğuldu sevince
Sultan Palamut’un tahtını daha da yükselttiler
Tahtı yüksek mi yüksek
Bir kapı yaptılar salona alçak mı alçak
Ozan bu kapıdan sokulacak
Eğerek başını iki büklüm
Onuru kırılıp süklümpüklüm
Alçaldıkça alçalacak

İki silahlı asker aldılar araya
Ozan’ı tutuklayıp getirdiler saraya..
Ozan görünce kapısını salonun
Anlayıp amacını O’nun
Arkasını kapıya dönerek eğildi
Kapıdan öyle girdi
Sultan Palamut’un ilk gördüğü
Ozan’ın kıçıydı, başı değildi
Sultan Palamut’un beti benzi uçmuştu
Kıçıyla girince salona Ozan
Kaldırıp dik başını konuştu:
‘’Kıçımla verdimse reverans
Bağışlayınız ekselans.!
Çünkü bir Hazret-i Dangalak
Zorla geçmişse başa
Onu kıçıyla selamlamak düşer
Her onurlu yurttaşa.’’
*
Nesin Vakfı (Dereboyu), Ağustos 1990 (Sayfa: 198-202)

Bir Çocuğun Sorusu

*
- Baba
- Evet oğlum
- Dün gece uyuyamadım hiç..
- Neden oğlum.?
- Varsayımlar kurdum
Düşünüp durdum
- Düşünmenin yararı var
Ama değil insanın
Uykusu kaçacak kadar
Herşeyin bir kararı olmalı
Her konuda olmalısın orta karar
Herşey gibi düşünmenin de
Azı karar, çoğu zarar.!
Filesoflar demişler ki:
''İnsan düşünen hayvan.!''
Neydi uykunu kaçıran.?
- Din öğretmenimiz demişti ki derste
Müslümanlar ölürse savaşta
Şehit olurmuş
Şehitler giderken cennete
Düşmanları da doğru cehenneme.!
- Öyledir elbette.!
Yaralanıp da ölmezse gazi
Ölürse şehit.!
- Yani Müslümansa insan
Ölse de kazançlı ölmese de..
- Ona ne şüphe.!
- Ben de bunu düşündüm dün gece
Iraklılar da Müslüman, Türkler de..
- Evet oğlum, elhamdülillah..
- Allah Allah.!
- Ne var bunda şaşacak.?
- Körfez'de savaş oldu ya
Türkiye'den kalkan uçaklar
Iraklının tepesine indi
Türk askerleriyle Irak askerleri
Savaşsalar ne olacaktı.?
Hangisi şehit olup
Gidecekti cennete.?
Iraklı mı, Türk mü.?
İşte bunu düşündüm bütün gece
- Bu da ne demek?
Hiçbir zaman
Savaşmaz iki Müslüman
- Ya Kuveyt'le Irak.?
Ya Irak'la İran.?
İşte hepsi de Müslüman
Her iki yandan
Öldü onbinlerce insan..
Hangisi gitti cennete
Hangisi cehenneme.?
- Sus.! Tövbe de..
Benim de karıştırdın kafamı
Düşün dedikse değil o kadar..
Herşeyin bir sınırı var
Dedim ya, aşırısı zarar..
- Ama merak ediyorum
Cennete hangisi gidecek.?
- Sus ulan eşek oğlu eşek.!
O senin cennet dediğin yer
İnönü stadyumu değil..
Cennet, Allah'ın bahçesi
Ne başı var, ne sonu
Alır içine bütün müslümanları
Yeter ki şehit olup aksın kanları
- Baba, ama insan..
- Sus dedim, ulan.!
Başlarım babanın şarap çanağından.!
Düşün oğlum dedik de haltettik
Boşuna mı demiş atalarımız:
''Düşün düşün, boktur işin.!''
Cennete kim girecekmiş.!
Bırak giren girsin, çıkan çıksın
İranlısı Turanlısı
Kuveytlisi Iraklısı..
Yeter ki Müslüman olsun.!
- Ama baba..
- Sus dedim, şimdi patlatırım
Bana akıl ver Allahım..
- Peki hangisi girecek cennete.?
- Sus ulan oğlum, sus.!
Sana mı kaldı karışmak
Yüce Allahın işine.?

*
Mülheim (Hotel Friederike-14), 23 Şubat 1991 (Sayfa: 208-210)


Cum
*
Öğretmen sordu öğrencisine:
- Say erlerin rütbelerini.!
Saydı çocuk:
- Er, rütbesiz asker
Sonra onbaşı, sonra çavuş
Sonra assubay, üstçavuş, başçavuş
- Aferin. Say subay rütbelerini.!
Saydı çocuk:
- Asteğmen, üsteğmen, yüzbaşı, binbaşı
Sonra yarbay, en sonra albay
- Aferin, say general rütbelerini.!
Saydı çocuk:
- Tuğgeneral, tümgeneral
Sonra korgeneral, orgeneral
Ondan sonra Cumgeneral
Öğretmen kızıp bağırdı:
- Cum ha.? Cumgeneral.?
Sıfırı al
Aklın başına gelsin, sınıfta kal.!
*
Nesin Vakfı, 1981 (Sayfa: 215)

Bilmece

*
Bir bilmecem var sizlere
Nice ileri mileri gelenler melenler
Nice büyükler müyükler
Genel menel müdürler falan filan
Bakan makan
Başbakan maşbakanlar
Vesair mesairler
Daha daha kimler mimler
Bir sorum var hepinize mepinize
Bilen parmağını kaldırsın:
Söyleyin lütfen
Kaçıncı yüzyılın
Hangi yılındayız.? (Sayfa: 224)

Çağlar Boyunca İnsan

*
İnsan, en mükemmel hayvan.!
İnsan, konuşan hayvan.!
İnsan, düşünen hayvan.!
İnsan, gülen hayvan.!
İnsan, öykünen hayvan.!
İnsan, aygıt yapan hayvan.!
İnsan, toplumsal hayvan.!
İnsan, siyasal hayvan.!
İnsan, ekonomik hayvan.!
Yüzyıllardanberi filosoflar
İnsanı türlü türlü tanımlamışlar
Ama nice tanımlasan
Hepsinin birleştiği şu:
Ne yapsan
İnsan, yine hayvan, yine hayvan
Ey hayvan oğlu hayvan
İnsan ol, İnsan.!
*
Nesin Vakfı, 18. Nisan. 1981 (Sayfa: 225)

Yannis Ritsos

Çeviri: A. Turan Oflazoğlu

Aziz Nesin, Memleketin Birinde - La Fontaine'in Yazamadığı Masal


Hayvanlar, kendi aralarında, en zeki hayvan yarışması düzenlemişlerdi. Her hayvan, kendini hayvanların en zekisi sandığından, bu yarışmayı kazanacağını sanıyordu. Ama hepsi de yarışmanın birinciliğine iki güçlü aday olduğunu bilmekteydi; bu adaylardan biri tilki, biri de sansardı. Kurnazlıkta, zekada, bu ikisine üstün başka hiçbir hayvan yoktu. Bu yarışmayı ya biri, ya öbürü kazanacaktı.
*
En zeki hayvan yarışmasının yapılacağı gün yaklaştıkça, yarışma birinciliğine iki güçlü aday olan sansarla tilki arasında korkunç bir rekabet başlamıştı. Bu iki zeki hayvan birbirlerine düşman olmuşlardı. Sansar tilkinin, tilki de sansarın kazanmaması için, elinden geleni yapıyordu. Sansar,
*
– Tek tilki kazanmasın da, zarar yok, ben de kazanmamaya razıyım… diyordu. Tilki de,
*
– Tek sansar kazanmasın da, kim kazanırsa kazansın… diyordu.
*
Durum bu denli düşmanlığa varınca, sansarla tilki, en zeki hayvan yarışmasının birinciliği için başka bir aday aramaya başladılar. Öyle bir hayvan bulmalıydılar ki, zeka konusunda kendileriyle yarışa çıkamasın, onlara bir zararı olmasın, yani hayvanların en aptalı olsun. Araya araya buldular bu hayvanı: Öküz… Bir sabah sansar, yemyeşil bir çayırlıkta otlamakta olan öküzün yanına gidip,
*
– Merhaba öküz kardeş, diye söze başladıktan sonra, öküzün zekasını övmeye başladı. Öküz büyük bir alçakgönüllülükle gülümseyerek,
*
– Benimle alay mı ediyorsun sansar kardeş? dedi. Sansar,
*
– Ne diye alay edecekmişim, dedi, hayvanların en zekisiyle alay etmek haddime mi kalmış…
*
Sansar, öküzü hayvanların en zekisi olduğuna inandırmak için diller döktü. Bununla da yetinmeyip öbür hayvanları da, öküzün en zeki hayvan olduğuna inandırmaya çalıştı. Sansardan sonra çayırda otlayan öküzün yanına tilki gitti. Kendisine bön bön bakan öküze,
*
– Ah öküz kardeş, dedi, gözlerinden zeka kıvılcımları çıkıyor. Öküz,
*
– Ben her ne kadar öküzsem de sandığın kadar da öküz değilim, kendimi bilirim, dedi. Tilki,
*
– İnan olsun öküz kardeş, dedi, senin o zeka kıvılcımları çakan pırıl pırıl gözlerine bakarken, ipnotize olup kendimden geçiyorum. En zeki hayvan yarışmasının rakipsiz tek adayı sensin.
*
Tilki, öküzün zekasını tanıtmak için, can düşmanı sansardan daha büyük bir reklam kampanyasına girişti. Hayvanlar, öküzün zeki olmadığını, yarışmayı kesinlikle kazanamayacağını elbet biliyorlardı. Ama sansarla tilkinin, kendilerinden baskın çıkıp en zeki hayvan seçilmemesi için, öküzün zeki olduğu yalanına inanmadıkları halde inanmış göründüler. Birbirlerine öküzün ne büyük zekası olduğunu ballandıra ballandıra anlatmaya başladılar.
*
– Aman zürafa kardeş, bizim öküz yok mu, ben onun kadar zeki hayvan görmedim…
*
– Hiç bilmez olur muyum, devekuşu kardeş, öküz benden bile zekidir. Sen ne dersin leylek kardeş?
*
– En zeki hayvan yarışmasında ben oyumu, gözümü kırpmadan öküze vereceğim. Dağlar, taşlar, ormanlar, çöller, kayalar, dereler, hayvanların öküz övgüleriyle yankılanıyordu:
*
– Hayvanların en zekisi öküzdüüüür!
*
– Öküzden daha zeki hayvan yoktuuuur!
*
– Bizim en zekimiz öküüüüz!
*
Bütün hayvanların bu yoğun propagandası karşısında öküz de yavaş yavaş, gerçekten hayvanların en zekisi olduğuna inanmaya başlamıştı. Kendi kendine şöyle diyordu:
*
– Çakal, sansar, tilki, bütün hayvanlar söylüyor, hayvanların en zekisi benmişim. Hepsi de aldanmıyor ya, öyleyse dedikleri doğru…
*
Yarışma günü geldi. Bütün hayvanlar, öküzün hayvanların en zekisi olduğunda anlaştılar. Böylece öküzün hayvanlar toplumundaki yeri, işi, görevi, düzeyi, yükselmiş oldu. Öküz artık kasıla kasıla yürüyor, şişine şişine böğürüyor, yayıla yayıla kuyruk altından mayıs bırakıyordu.
*
Gel zaman, git zaman… Hayvanlar arasında, çiftesi en pek hayvan yarışması yapılacaktı. Hiç kuşkusuz, çiftesi en pek hayvan, ya at yada katırdı. Eşek de,
*
– Benim de çiftem güçlüdür! diye araya giriyorduysa da, katırla atın çiftesi yanında eşeğin çiftesinin adı bile geçmezdi. Katır atın, at da katırın çiftesi en güçlü hayvan diye seçileceğinden korkuyordu. Bu iki hayvan arasında tarih boyunca süren kanlı bir çifte atma rekabeti vardı. Bu iki can düşmanı, yarışma günü yaklaştıkça birbirlerine atıp tutmaya başladılar. At şöyle diyordu:
*
– Hıh, katırın çiftesi de çifte mi sanki… Öküz bile ondan daha sert çifte atar. Babası eşek olan bir hayvanın çiftesinden ne çıkar.. Katır da şöyle demekteydi:
*
– Atın çiftesiyle sinek bile ezilmez. Öküzün çiftesi bile atınkinden daha güçlüdür. At derede su içmekte olan öküzün yanına gidip ona şöyle dedi:
*
– Ey sayın öküz, sen dünyanın yalnız en zeki değil,hem de çiftesi en güçlü hayvanısın! Art sol ayağıyla bastıgı taze fışkıdan fos diye bir ses çıkaran öküz,
*
– Aman at kardeş, dedi, sen varken benim çiftemin lafı mı olur. At üsteledi:
*
– Yoo, sayın öküz, sen bir çifteyle katırı devirirsin. Boşuna alçakgönüllülük gösterme. At gitti, arkasından katır, öküzün yanına geldi,
*
– Dünyanın çiftesi en güçlü hayvanı sayın öküze saygılarımı sunarım, dedi. Öküz, bu sözlere önce inanmak istemedi, ama katır,
*
– Benim çifte de, atın çiftesi de seninkinin yanında hiç kalır.. deyince,
*
– Ben onlardan daha iyi bilecek değilim ya… diyerek, çiftesinin pekliğine inanmaya başladı.
*
Her hayvan kendini çiftesi en güçlü hayvan sanıyordu. Horoz bile, mahmuzuyla çifte atabileceğini sanmaktaydı. İşte bu yüzden bütün hayvanlar, çiftesi zayıf bir hayvanın çiftesi en pek hayvan olarak seçilmesini istemekteydi.
*
Yarışma günü geldi. Bütün hayvanlar, öküzün çiftesi en güçlü olduğunda birlik gösterdiler.. Böylece en zeki hayvan olan öküzün çiftesi en güçlü hayvan olarak da hayvanlar toplumundaki yeri, işi, görevi, düzeyi daha da yükseldi.
*
Gel zaman, git zaman… Hayvanlar arasında hızlı koşma yarışı yapılacaktı. Her hayvan, hatta kaplumbağa bile, kendisini en hızlı koşan hayvan sanmaktaydı. Ama yine her hayvan içinden, en hızlı koşan hayvanın ya tavşan yada tazı olduğunu biliyordu. Hepsinin içinde de, her zaman, her yerde olduğu gibi, en güçlüye, en başarılıya düşmanlık, kıskançlık, çekemezlik duyguları vardı. Onun için, en hızlı koştuklarını bildikleri halde, tavşanla tazının yarışmayı kazanmasını istemiyorlardı. Hızlı koşmada en amansız rakip olan tavşanla tazı, yarışma günü yaklaştıkça birbirlerine can düşmanı olmuşlardı. Tazı,
*
– Ben birinci olmayacaksam, öküz olsun daha iyi… diyordu. Tavşan da aynı düşüncede olduğundan öküze gidip,
*
– Sen yalnız en zekimiz, en çiftesi güçlümüz değil, hem de bizim en hızlı koşanımızsın sayın öküz, dedi. Öküz, tavşana,
*
– Tazı da senin gibi düşünüyor… dedi.
*
Yarışma günü gelip çattı. Bütün hayvanlar koşmaya başladılar. Hızlı koşabilenler, rakipleri birinci olmasın diye birbirlerini çelmelediklerinden, önleyip engellediklerinden düşüp devriliyorlardı. Hepsi de, içlerinde en yavaş koşan öküzün birinci gelmesini istiyorlardı, ona yol veriyorlardı. Bunun sonunda öküz birinci oldu.
*
En zeki, en çiftesi pek, en hızlı koşan hayvan seçildiğinden, öküzün hayvanlar toplumundaki yeri, düzeyi, işi, görevi daha da yükselmişti. Öküzün burnu büyümüştü, yanına varılmıyordu artık.
*
Gel zaman, git zaman… En yakışıklı hayvan seçimi yapılacaktı. Bütün hayvanlar kendilerini en yakışıklı sanmaktaydı. Ama hepsi de en güzel hayvanın dağ keçisiyle geyik olduğunu da biliyorlar, bu iki güzel hayvanı kıskanıyorlardı. Tek onlar birinci seçilmesin de, isterse öküz en yakışıklı, en güzel hayvan seçilsin…
*
Geyikle, dağ keçisine gelince, bu iki rakip birbirlerinin aleyhine propagandaya girmişlerdi. İkisi de birbirlerinin çok çirkin olduğunu yayıp duruyordu. Dağ keçisi geyik, geyik de dağ keçisi için,
*
– Öküz bile ondan yakışıklıdır… diyordu.
*
Öbür hayvanlar da, yalan olduğunu bildikleri halde öküzün en yakışıklıları olduğuna inanmış görünmeye başlamışlardı. Seçim günü geldi. Bütün hayvanlar oylarını öküze verdiler. Böylece öküz en yakışıklı, en güzel hayvan seçildi. Bu seçimden hayvanların en güzeli, en yakışıklısı olan geyikle dağ keçisi bile memnundu.
*
Gel zaman, git zaman… Hayvanlar arasında en yırtıcı olanı seçilecekti. İki aday vardı, biri kurt, biri de kuş… Kuş deyince serçe kuşu değil, kartal. Kurtla kartaldan daha yırtıcı hayvan yoktu. Ama yine.de bütün hayvanlar, bu gerçeği bildikleri halde, kendilerinin en yırtıcı olduğunu sanıyorlardı. Kartal, yatıp geviş getirmekte olan öküzün yanına gitti:
*
– Sayın öküz, dedi, akılsız kurt, kendisini senden daha yırtıcı sanıyor. Öküz,
*
– Ben hiç yırtıcı değilimdir, dedi, çünkü ot yerim.
*
– Yooo, hiç alçakgönüllülük göstermeyin boşuna… Siz kurda göre çok daha yırtıcısınız. Az sonra da yanına gelen kurt, öküze,
*
– Dünyanın en yırtıcı hayvanını selamlarım… dedi. Öküz,
*
– Yanılıyorsun kurt kardeş, dedi, evet ben en zeki hayvanım. Evet, en çiftesi pek hayvan benim. Evet, en hızlı koşan hayvan benim. En yakışıklı hayvan da benim. Ama en yırtıcı değilim. Sen benden çok daha yırtıcısın.
*
– Hayır, hayır… İstersen sen benden üstün olabilirsin yırtıcılıkta…
*
Seçim günü gelip çattı. Öküz, hayvanların oybirliğiyle en yırtıcı hayvan seçildi. Bu birincilikten sonra, hayvanlar toplumundaki yeri, işi, düzeyi daha da yükseldi.
*
Gel zaman, git zaman… Hayvanların en düşünür olanı seçilecekti. Elbette bu yarışmada en güçlü iki aday kazla hindiydi. Her zaman olduğu gibi, bu iki güçlü aday birbirlerine düşünce, yine öküz en düşünür hayvan seçildi.
*
Gel zaman, git zaman… En koruyucu hayvan seçimi yapılacaktı. Elbette hak, çoban köpeğiyle kurt köpeğinden birinindi. Ama en koruyucu hayvan seçiminde çoban köpeğiyle kurt köpeği bile oylarını öküze vermişlerdi. Öküzün,
*
– Ben kendimi bile koruyamam… demesi, seçilmesini önlemedi. Ama seçimden sonra, öküz de kendisinin en koruyucu hayvan olduğuna inanıp böğürerek, köpek taklidi yapıp havlamaya çalıştı.
*
Gel zaman, git zaman… En büyük hayvan seçimi yapılacaktı. Ya fil, ya deve kazanacaktı yarışmayı. Ama karınca bile kendini hayvanların en büyüğü sandığından, fille deveyi büyüklükte çekemiyor, başka bir hayvanın birinci olmasını istiyordu. Fille deveye gelince, onlar da birbirlerine düşmüşlerdi. Seçim yapıldı. Çok demokratik bir seçim olmuştu. Öküz, seçimi kazanmış, hayvanların en büyüğü seçilmişti. Artık böbürlenmesinden, öküzün yanına varılamıyordu.
*
Gel zaman, git zaman… En sütlü hayvan yarışması yapılacaktı. Yarışmayı, ya ineğin ya mandanın kazanacağı biliniyordu Ama gelgelelim, memeleri olmayan, bütün yaşamında bir damla süt bile görmemiş olan tavuklar bile, kendilerini en sütlü hayvan sanıyorlar, bu yüzden de mandayla ineği kıskanıyorlardı. Aralarındaki rekabet yüzünden birbirlerine düşmüş olan mandayla inekse, tek rakibi birinci olmasın diye, öküzün en sütlü hayvan olduğunu söylüyorlardı. Manda, öküzün yanına gidip, ona en sütlü hayvan olduğunu söyleyince, öküz,
*
– Siz beni kızkardeşim inekle karıştırdınız galiba, dedi, ben hiç süt vermedim şimdiye dek… Memelerim de yok. Manda,
*
– Maşallah siz o kadar sütlü bir hayvansınız ki, dedi, süt vermek için memeye bile ihtiyaç yok. Arkadan inek, öküzün yanına geldi. Ağabeyine en sütlü hayvan olduğunu söyledi. Öküz,
*
– Yahu, memem bile yok ki, süt vereyim… dedi. Öküz böyle söylerken, biyandan da işiyordu. Bunu gören inek,
*
– İşte, işte bak ne güzel de süt veriyorsun! diye bağırdı. Öküz,
*
– Ne sütü yahu, işiyorum… dedi. İnek de ona,
*
– Demek sen şimdiye dek hep süt işiyormuşsun da haberin bile yokmuş… dedi.
*
Bütün hayvanlar, başta en sütlü hayvan olan mandayla inek, öküzün en sütlü hayvan olduğunu yaymaya başladılar. Dağ-taş onların yaydıkları reklamla inledi.
*
– En yağlı süt, öküz sütü!
*
– Sütlerin en temizi öküzün sütüdür.
*
– Öküz öyle sütlüdür ki, süt işer!
*
Bu yoğun reklamlarla artık öküz de sidiğinin süt olduğuna, sanrı renkli süt işediğine inanmıştı.
*
Seçim zamanı geldi. Bütün hayvanlar, en başta da inekle manda, oylarını öküze verdiler. Böylece öküz, en sütlü hayvan seçildi.
*
Gel zaman, git zaman… Hayvanlara yeni bir başkan seçilecekti. Oldum bittim hayvanların başkanı elbet aslandı. Yine bir aslanın başkan seçileceğine hiç kuşku yoktu. Ama ne var ki, kaplan da başkanlığa adaylığını koymuştu. Kaplan,
*
– Ya o, ya ben!… diyordu. Kaplan böyle diyordu ama, aslanın yine başkan seçileceğinden korkuyordu. Bunun üzerine “Ya o, ya ben!” diyen kaplan,
*
– Ne o, ne ben! demeye başladı.
*
Aslan da, kaplanın başkanlığa adaylığından sonra başkan olmaktan umutsıızluğa kapılmaya başlamıştı. Ya kaplanı başkan seçerlerse… Tek kaplan seçilmesin diye, aslan da,
*
– Ne o, ne ben! demeye başladı.
*
Bütün hayvanlar, hak etmediklerini, layık olmadıklarını bile bile hayvanların başkanı olmak istiyorlardı. Her başarılı, her güçlü kıskanıldığından, onlar da aslanla kaplanı çekemiyor, kıskanıyorlardı. İşte böyle böyle hayvanların başkanlığına öküz aday gösterildi. Çünkü hayvanlar, inanmadan öküzü en zekileri seçmişler, ama sonra sonra inanmaya başlamışlardı. Öküzü, yalan olduğunu bile bile, en sütlü hayvan, en güzel hayvan seçmişler, sonradan bu seçim resmileşince kendi yalanlarına inanmaya başlamışlardı. E böyle olunca, en zeki, en çiftesi pek, en hızlı koşan, en yakışıklı, en yırtıcı, en düşünür, en iyi koruyan, en büyük, en çok süt veren hayvan olan öküz, neden hayvanların başkanı olmasındı? Bu denli çok üstünlük ne aslanda vardı, ne de kaplanda… Kaldı ki, rakibi kaplan seçilmesin diye, tarih boyunca hayvanların başkanı olan aslan bile, öküzün başkanlığa kendisinden daha layık olduğunu söylüyordu. Yeni başkan adayı kaplansa,
*
– Başkanlık öküzün hakkıdır! diyor da başka bişey demiyordu.
*
Öbür hayvanlara gelince, nasıl olsa kendileri başkan olamayacaklarına göre, onlara en az zararı olan, hiç de rakip saymadıkları öküzün başkan olmasını istiyorlardı. İşte böylece seçim zamanı gelince, bütün hayvanların oybirliğiyle öküz başkan seçildi. Başkan öküz, kendini gerçekten başkan sanarak başkan gibi davranmaya başlayınca, hayvanlar da bu davranışı karşısında onu gerçekten başkan sanmaya başladılar.
*
Hayvanların tarihini yazan gergedan, çağını yazdığı tarih kitabına bu olayı şöyle yazdı:
*
"Atla katır tepişir, olan eşeğe olur. Öyle zaman gelir, güçlüler birbirine girer, arada öküz bile başkan olur."

Aziz Nesin - Atlas, Tarih, Şubat-Mart 2015


Türk kültür ve düşünce hayatında yarattığı soru işaretleriyle toplumun ufkunu açan, eserleri yabancı dile en çok çevrilen ve ölümünden sonra da çok satan yazarlar arasında olan Aziz Nesin, bundan yüz sene önce, Birinci Dünya Savaşı'nın Osmanlı için en kanlı döneminde, 20 Aralık 1915'te dünyaya geldi. Asıl adı Mehmet Nusret olan Nesin, subayken makaleler kaleme aldığında ''Aziz'' takma adını benimsedi. 1989'da yazdığı ''Vur Damganı Zamana'' isimli şiirirndeki
Zaman izini bırakır sende
Senin de izin kalsın zamanda
Ölümün bile ziyan olmasın
dizelerinin hakkını verir şekilde ileri yaşlarında dahi yazılarını üretmeye ve yoksul çocuklarla ilgilenmeye devam etti. 1995'te 80 yaşında öldüğünde, sürgün ve hapislerle dolu yazı hayatına, yaşından çok eser sığdırmıştı. Ardında bıraktığı onlarca eser arasında en değerlilerinden biri de Nesin Vakfı. Babasının ölümünden sonra devraldığı vakfı daha da geliştirerek yönetimi yine vakıfta yetişmiş çocuklardan birine bırakan matematik profesörü Ali Nesin, ''Aziz Nesin 100 Yaşında'' etkinliklerinde babasını anlattı.
***
Vur Damganı Zamana / #AzizNesin
*
Boşuna geçmesin uykun
öyle rüyalar gör ki
şiirlik olsun..
*
Mutluluktan mutsuzluktan
öyle ağla ki gözyaşının
damlası boşa akmasın..
*
Yitirmeden bir anını
dolu dolu yaşa ki
ölüm hakkın olsun..
*
Derinden derine yaşa
sonunu bulacak gibi
ruhunda izi kalsın..
*
Neyin var zamanından değerli
zamanın tükenirken ölüm meleği
son seviştiğin olsun..
*
Zaman izini bırakır sende
senin de izin kalsın zamanda
ölümün bile ziyan olmasın.. (Sayfa: 93)
*****
*****
Gerçekten muhteşem bir insandı. İyi, çalışkan, zeki ve yetenekliydi. Hiçbir zaman ''Böyle yaparsam başıma şunlar bunlar gelir'' diye düşünmedi. Babama, geçmişte yazdığı mektuplarını okuyordum. Hapishaneler ve sürgünlerle ilgili kısımları da var tabii. O da beni dinliyor belli ki geçmişe dalmış gitmiş. Çok zor günler geçirmiş babam, ben bilmezdim önceden. Eski Türkçe öğrendim, ölümünden sonra babamın notlarını okudum ve neler yaşadığını anladım. Nâzım Hikmet'inki de zor ama bana babamınki daha da zor gibi geliyor. Kişisel notlarını okuduğum için belki de. Özel hayatı da dahil olmak üzere dayanılır gibi değil çektiği şeyler. ''Yaaa'' dedi bir gün ''bu kadar zahmet, bu kadar acı, sadece ben değil ailem de parçalandı, şu oldu bu oldu.. Ve Türkiye'nin geldiği yere bak benim mücadelelerime bak. Boşu boşuna yaptım bunları'' dedi. Sonra ''Ama boşu boşuna anlamsız bir şey. Çünkü ben isteyerek böyle yapmadım ki başka türlü davranamazdım. Başka türlü yapamayacağım için böyle davrandım, benim varoluş biçimim, karakterim böyleydi'' dedi. Haklıydı da. ''Hükümet çok baskı yapıyor, çok üstüme geliyor, biraz muhalif olmayayım, ben bunların suyuna gideyim de bana iş bulsunlar, ailemi geçindireyim'' diye düşünemezdi ki zaten. Asıl alkışlanması gereken korkak birinin cesaret göstermesi ya da cimri birinin bonkör olmasıdır. Aziz Nesin zaten bu karakterde birisiydi ve öyle davrandı. Ayrıca çok cesurdu babam. Bazen ''Ben de herkes gibi korkuyorum'' derdi. Ama bu doğru değil. Aslında hiç korkmazdı çünkü başına gelebilecekleri düşünmezdi. Düşünse herkes korkar. Linç edileceksiniz düşünsenize korkmaz mısınız.? Bir de acayip bir konsantrasyonu vardı. Masa başına geçip, yazıyla ilgilendiğinde, her şeyi bütün dertleri unuturdu. Ailesi parçalanmış olabilir, ev sahibi kapıya dayanmış olabilir, yarın mahkemesi vardır.. İdama bile gidecek olsa masa başındayken kendini unutur, kendinden geçerdi. Bizim evde, iki kardeş Ahmet'le ben, kedi köpek gibi sürekli kavga ederdik. Annem, ablam, abim, teyzem vardı, ev kalabalıktı. Polis peşindeydi, hapis yattı, sürgüne gönderildi. Gazeteler kapanıyordu. İşsiz kaldı, paramız pulumuz yoktu. Fakirdik küçükken. Ve o bu durumda mizah yazıları kaleme alıyordu. Yani bu kızgınlıkla devrimci yazılar yazsa anlayacağım. Mizah yazmak ancak bu kadar büyük bir konsantrasyonla gerçekleşebilirdi işte.!
*
Atlas, Tarih, Şubat-Mart 2015
Sayı:32, Sayfa: 95

Füsun Akatlı - Bilge'ye


Bilge'ye
*
Kavaklıdere'deki önü vişne ağaçlı evin balkonunda
havalandırdığın leylak rengi gömlek..
Kedi Macarcası konuşan yanaşma kızın Bıyık..
Balıkçı halinde, kırmızı tablada bekleyen ak levrek..
Samanpazarı'nın ve Nilgün sokağın ayağına alışık yokuşları..
Ankara'dan Bostancı'ya sabah 7.30'da varan Mavi trenler..
Uzatılmış kahvaltı törenlerimizin ve sözleri noktasız
gecelerimizin isli çayları..
Mete caddesindeki çocukluk evinin kim bilir nerelerde
yitip gitmiş piyanosu..
Lağımlaranası dediğin ihtiyar Beyoğlu..
O Beyoğlu'nun Kedili Meryem'i..
Edirnekapı'nın, Yedikule'nin, hele hele Tekfur sarayının
aşina Bizans'ı..
Kariye'nin ve Ravenna'nın mozaikleri..
Sevdiğin bütün zeytinyağlılar, tam istediğin gibi
kızartılmış patatesler, fıstıklı dondurmalar..
Otuziki kısım tekmilli, geceden geceye uzanan,
üst üste katlanan düşlerin..
Kapaklı teneke kutuların yanında uçları sivriltilmiş
boy boy kurşun kalemlerin..
Hepsini, daha pek çok yaşanmışları ve yaşanmamışları
bilgece bir aldırmazlıkla bırakıp gittin.
Ama tenha yolun ortasında, kolu kanadı kırık, alabildiğine
şaşkın, alabildiğine yılgın, bütün vazgeçmelere teşne
birini bıraktın ki.. Eminim, ta içimde duyuyorum, gözün
arkada kaldı. Tarih kadar uzun, ömür kadar kısa ortak
zamanımızda ilk ve son defa.. nasıl oldu.. incittin beni.!
Bir Turgut Uyar şiiri gibi oldu ölümün
Ölümün bir kandil olacak
Akşamlar, akşamlar, akşamlar olacak
Sevmenin en güzel yaşlılığı, ölümün
Yaşaman gibi sakin, sessiz, kendiliğinden
Hatıran bir güldür bana
Ellerin bir yakınlıktır
Geçmişi ular gecelerime
Hatıran bir güldür bana
Büyük caddeleri sevdiren bana
Bütün özürleri bulduran bana
Sağlam kılan soyumuzu
Ben artık herkesi tanırım
Çünkü kış geldi
Çünkü kış sonsuzdur, öğretir
Neredeyse kar başlar
Birini düşünür gibi oluruz. Biliyorum
Ellerin de üşür. Biliyorum ama
Isıtabilirsin onları o ateşte
Hazırsın da. Biliyorum. Ama
sana bir boyun atkısı gerek. Kış geldi.

Friedrich Nietzsche

Frıedrıch Nietzsche - Dionysos Dithyrambosları

Evet, Friedrich Nietzsche (1884-1900) dendiğinde, hemen ‘’tuhaf’’ bir filozof belirir düşüncelerimizde. Tuhaflıkları çeşit çeşittir. Ama en başta ‘’sistemsizliği’’ ya da belki daha iyi bir deyişle ‘’sistem düşmanlığı’’ gelir. Nietzsche’nin bu yönünü belki de en iyi anlatan Stefan Zweig olmuştur. ‘’Dünyanın Fikir Mimarları’’ başlıklı denemeler kitabında Zweig, Nietzsche üzerine kaleme aldığı nefis denemesinde sistemsizliği bu düşünürün neredeyse en önemli özelliği sayar. Zweig’a göre, felsefe tarihinde filozofların ezici çoğunluğunun ‘’normal’’ tavrı, kendilerine önce bir sistem inşa etmek, ardından da, çoğu kez hayatlarının sonuna kadar, ne üzerine düşünürlerse düşünsünler, neyi sorgularlarsa sorgulasınlar, hepsini bu sistemin çatısı altına yerleştirmek şeklindedir –ve sistem ile uyuşmazlık noktasında, sistemin ayakta kalabilmesini sağlamak uğruna düşüncenin feda edildiği de pek az rastlanır bir durum değildir. Oysa Nietzsche’de bu durum tam tersinedir. Anarşist bir tavrı düşünce hayatının son dakikalarına kadar korumuş olan bu filozof için her zaman birincil önem taşıyan, kafasında gelişme sürecini tamamlamış olan düşüncedir. Bu düşüncenin kendisinden önce oluşturulmuş bir sisteme ters düşmesi ise, Nietzsche’ye göre o sistemin idam fermanı ile eşanlamlıdır.
Bu ‘’tuhaflığın’’ nedenini Nietzsche’nin düşüncesinin olası ‘’dağınıklığında’’ değil, fakat düşünceye olan ‘’tutkunluğunda’’ aramak gerekir. Yirminci yüzyılın ilk yarısında dünya bale tarihinde eşsiz bir yer edinmiş ve tıpkı Nietzsche gibi sonunda iyileşmez bir akıl hastalığına yakalanmış olan Vaslav Nijinsky (1890-1950), hastalanmadan kısa süre önce yayınlanan güncesinin bir notunda şöyle der: ‘’Benim deliliğim, insanlığa olan sevgimdi..’’ Eğer Nietzsche böyle bir günce tutsaydı, kanımca büyük bir olasılıkla buna çok benzer bir söylem kullanabilirdi: ‘’Benim deliliğim, düşünmeye olan tutkumdur..’’ Nietzsche için ‘’düşünülmeye başlanmış’’ bir düşüncenin son bulması diye bir durum neredeyse olanaksızdır; bir kez düşünmeye başladıktan sonra ne kadar yetkin düzeye vardırmış olursa olsun, o düşünceyi düşünmeyi ‘’sürdürür’’. Bu savın haklılığını kanıtlayan en güçlü eserlerinden biri, aynı zamanda hastalanmadan önce tamamladığı son metin olan Dionysos Dithyrambosları’dır. Bu dithramboslar daha önce tamamlanmış olan İşte Böyle Dedi Zerdüşt’te ele alınmış olan düşüncelerin bir anlamda devamı ve eleştirisi niteliğindedir.  
*
Nietzsche ya da Bir ‘’Tuhaf Filozof’’ / Ahmet CEMAL, S: VII-VIII
*****
*****
Sürgüne yollanmalıyım
Ne varsa hakikat diye, tümünden
Yalnızca çılgın.! Şair, yalnızca.! (Sayfa: 7)
*****
Kendine en ağır yükü aradın:
bulduğun, kendindi-,
kendini sırtından atamadın.. 
(Sayfa: 24)
*****
*****
Dionysos
*
Aklını başına topla, Ariadne.!
Küçük kulakların var, benim kulaklarım var sende:
bırak da akıllı bir söz girsin içlerine.!-
İnsanın önce kendinden nefret etmesi gerekmez mi,
kendini sevecekse.?
Ben senin labirentinim.. (Sayfa: 36)
*
Theseus her yıl Girit' te Minotauros'a kurban edilen Atinalı gençleri kurtarmak için, onlarla birlikte Labyrinthos'a gider. Minotauros'u öldürüp insanlarını kurtarmalıdır, ancak canavarı öldürürse bile labirentten yolunu bulup sapasağlam dışarı çıkabilmesi gerekmektedir, ki bu da imkânsızdır ama bir yardımcısı vardır. Girit Kralı Minos'un kızı Ariadne. Theseus' a aşık olmuştur ve ona yardım eder. Theseus'a labirentten çıkmasını sağlamak için bir yumak ip verir. Bu ip sayesinde geri dönüş yolunu bulur ve labirentten kurtulur. İşte bu ipe, 'Ariadne İpi' denir.

Jean-Paul Sartre - Bulantı


Tutkum ölmüştü artık. Yıllarca onunla dolup sürüklenmiştim, ama şimdi içim bomboştu. Bu yetmiyormuş gibi tatsız tuzsuz, koskoca bir düşünce de kayıtsızca durmuştu karşımda. Ne olduğunu pek bilmiyordum bunun, ama içimi öyle daraltıyordu ki bakamıyordum. Bütün bunlar Mercier'nin sakalının kokusuyla karışıyordu. Kanım başıma sıçramıştı. Kendimi toparlayıp kuru bir sesle, ''Size çok teşekkür ederim. Yaptığım geziler yeter sanırım. Artık Farnsa'ya dönmem gerekiyor,'' dedim.
Ertesi gün Marsilya'ya giden vapurdaydım.
Yanılmıyorsam, üst üste yığılan bu işaretler, hayatımın yeniden altüst olacağını gösteriyorsa doğrusu korkuyordum. Korku, hayatımın serüvenli, dolgun ve değerli olduğundan değil. Ortaya çıkacak olandan, beni avucunun içine almasından, sürüklemesinden (Kim bilir nereye.?) korkuyorum. Araştırmalarımı, kitaplarımı, her şeyi yarıda bırakıp çekip gitmem mi gerekecek yine.? Birkaç yıl sonra, ezilmiş, umudu kırılmış olarak başka yıkıntılar içinde mi bulacağım kendimi.? İş işten geçmeden anlamalıyım bunu. (Sayfa: 21-22)
***
(.. Bu sevinçli, akıllı uslu insan sesleri arasında yalnızım. Bütün bu adamlar, vakitlerini dertleşmekle, aynı düşüncede olduklarını anlayıp mutluluk duymakla geçiriyorlar. Aynı şeyleri hep birlikte düşünmeye ne kadar da önem veriyorlar. Bakışı içe dönük, balık gözlü, kimsenin kendisiyle uyuşamadığı adamlardan biri aralarına karışmayagörsün, suratları hemen değişir..) (Sayfa: 25)
***
(..Benim bildiğim, nesnelerin insana dokunmaması gerekir. Çünkü canlı değillerdir. Aralarında yaşar, onları kullanır, sonra yerlerine koruz. Onlar sadece yararlıdırlar. Oysa bana dokunuyorlar. Çekilmez bir durum bu. Onlarla bağlantı kurmak korkutuyor beni. Sanki hepsi birer canlı hayvan.
Şimdi anlıyorum. Geçen gün deniz kıyısında, çakıl taşını elime aldığım zaman ne duyduğumu şimdi daha iyi hatırlıyorum. İçim bayılır gibi olmuştu. Ne tatsız şeydi bu. Bu duygunun çakıl taşından geldiğinden, ellerime ondan geçtiğinden kuşkum yok. Evet, evet ta kendisi, ellerde duyulan bir çeşit bulantı bu.
(Sayfa: 28)
***
''1787'de, Moulins yakınlarında bir handa, filozofların etkisinde yetişmiş ve Diderot ile arkadaşlığı olan bir ihtiyar ölmek üzereydi. Yöredeki papazlar, ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı, ama çabaları boşa gitmişti. İhtiyar, dinin son gereklerinin yerine getirilmesini bir türlü kabul etmiyordu, çünkü tümtanrıcıydı. Hiçbir şeye inanmayan Bay de Rollebon da o yöredeydi. İhtiyarı iki saat içinde Hıristiyan dinine döndüreceğini söyleyerek, Moulins Papazı'yla bahse girişti. Papaz, bahsi kabul etti ve kaybetti. Rollebon, sabahın üçünde işe girişti, ihtiyar beşte günah çıkarttı ve yedide öldü. Papaz, 'Tartışma sanatında ne kadar güçlüymüşsünüz.! Bizi bile geçtiniz.!' dedi. Rollebon, 'Onunla tartışmadım, cehennemden söz açıp içine korku saldım,' diye karşılık verdi.'' (Sayfa: 35)
***
Duvarda beyaz bir delik var. Ayna bu. Bir tuzak. Bu tuzağa düşeceğim, biliyorum. Düştüm işte. Aynada gri bir şey beliriyor. Yaklaşıp bakıyorum, kurtaramıyorum kendimi.
Yüzümün yansısı bu. Yapacak işim olmadığı günlerde onu seyreder dururum. Gördüğüm bu yüzden, hiçbir şey anlamıyorum. Başkalarının yüzleri bir anlam taşıyor. Benimki öyle değil. Güzel miyoksa çirkin mi, bunu bile söyleyemem. Çirkin galiba. Çünkü böyle olduğunu söylediler. Bana dokunan bu değil. Yüzüme böyle nitelikler verilebilmesine şaşıyorum aslında. Bir toprak parçasına ya da bir kayaya güzel ya da çirkin demek gibi bir şey bu.
Yanakların yumuşaklığının ve alnın üzerinde öyle bir şey var ki, yine de insanın gözünü okşuyor. Tatlı kırmızı alevden bir taç gibi süslüyor başımı: saçlarım bu. Bakmaktan zevk alıyor insan. Ne de olsa net bir renk. Kızıl saçlı olduğumdan hoşnudum. İşte, karşıda, aynada, ışıyıp duruyor. Talihliymişim. Saçlarımın rengi, sarıyla kestane arasında ne idüğü belirsiz bir renk olsaydı yüzüm silik bir yüz olacak, baş dönmesi verecekti bana.
Bakışlarım sıkıntılı bir şekilde alından, yanaklardan yavaş yavaş aşağı iniyor. Sağlam bir şeye rastlamıyor, kuma batıyor sanki. Karşımda bir burun, iki göz, bir ağız olduğu belli, ama anlamı yok bunların, insansal bir anlatımları da yok. Oysa hem Anny hem Velines, canlı bir halim olduğunu söylerdi. Belki de yüzüme fazla alışmışımdır. Küçükken Bigeois halam bana şöyle derdi: ''Uzun zaman aynaya bakarsan, orada bir maymun görürsün.'' Daha da uzun zaman bakmış olmalıyım. Çünkü, gördüğüm maymundan beter. Bitkiler acununun sınırında, poliplerin katında bir şey. Canlı bu, tersini söyleyecek değilim. Ama Anny'nin düşündüğü canlılık, bu canlılık değil. Hafif titremeler, zonklayıp duran, genişleyen sakil bir et görüyorum. Yakından bakınca gözler pek korkunç. Camdan yapılmışlar sanki; yumuşacık, kör, kırmızı kenarlı bir şey. Balık pullarını andırıyor.
Çerçeveye bütün ağırlığımla yüklenip değinceye kadar aynaya yaklaştırıyorum yüzümü. Gözler, burun, ağız hepsi siliniyor. İnsansal hiçbir şey kalmıyor ortada. Titreyen dudakların her iki yanında yağız kırışıklar, çatlaklar, köstebek yuvaları. Yanakların çıkıntısını sapsarı ayva tüyleri kaplamış, burun deliklerinden iki kıl fırlamış, bir kabartma harita sanki. Ayın yüzeyini andıran bu dünya, yine de yabancım sayılmaz. Ayrıntılarını tanıyorum diyemem. Ama bütün olarak onu daha önce gördüm gibime geliyor. Bu sersemletiyor beni, neredeyse uyuyacağım.
Kendimi toparlamak isterdim. Canlı ve keskin bir duyum kurtarabilir beni. Sol elimi yanağıma dayıyorum, derimi çekiştiriyorum, ağzımı burnumu oynatıyorum. Yüzümün yarısı yaptıklarımın etkisinde kalıyor; ağzımın sol yarısı burkulup şişiyor, bir diş ortaya çıkıyor, göz çukuru pembe ve kanlı bir etin, beyaz bir yuvarlağın üzerinde açılıyor. Aradığım bu değildi. Bunlarda hiçbir yenilik, hiçbir sağlamlık yok; hepsi yumuşak, belli belirsiz ve daha önceden görülmüş şeyler. Gözlerim açık, uyuyorum. Aynadaki yüz gittikçe büyüyor, büyüyor.. Işığın içinde kayan kocaman solgun bir hâle bu.
Dengemi kaybetmem uyandırıyor beni. Bir sandalyenin üzerine yığılmışım. Sersemliğim hâlâ geçmedi. Yüzlerini yargılarken başkaları da benim kadar güçlük çekiyorlar mı acaba.?
Vücudumu nasıl sağır ve organik bir duyumla duyuyorsam, yüzümü de öyle görüyorum gibime geliyor. Peki başkaları.? Örneğin Rollebon.? Aynada yüzünü seyretmek ona da uyku getiriyor muydu.? Bayan de Genlis o yüzden şöyle söz ediyordu: ''Çiçek bozuğuyla çopurlaşmış, ufacık, ak pak, kırışık dolu bir yüz. Özel bir kötülük dile getiriyor. Ne yapsa başkalarının bunu fark etmesinin önüne geçemiyor. Saç tuvaletine düşkündür. Bir kere perukasız görmedim. Ama pek beceremediği halde, kendini tıraş etmekten vazgeçmediği ve sakalları sık olduğu için, yanakları karaya çalar mavi bir renk alıyordu. Yüzünü, Grimm gibi kurşun karbonatla yıkıyordu. Bay de Dangeville, bu beyaz ve mavinin onu Rokfor peynirine benzettiğini söylüyordu.''
Hoş bir hali vardı herhalde. Ama Bayan de Charrieres'in gözüne hoş görünmemişti. Onu, perişan bir adam olarak görmüştü sanırım. İnsanın kendi yüzünü anlayabilmesi belki de elinde değil Belki de tek başıma yaşadığım için böyle oluyor. Topluluk içinde yaşayanlar, kendilerini, arkadaşlarına nasıl görünüyorlarsa aynalarda tıpkı öyle görmeyi öğrenmişlerdir. Benim arkadaşım yok. Tenimin bunca çıplak olması acaba bu yüzden mi.? Buna insansız.. Evet, insansız doğa denebilir. (Sayfa: 36-38)


İçerisi ağzına kadar dolu. Islak elbiselerden tutan buhar ve içilen sigaralar yüzünden hava, masmavi kesilmiş. Kasiyer kadın yerinde. İyi tanırım onu; benim gibi kızıl saçlıdır, bir karın hastalığı çekiyor. Ayrışan gövdelerin kimi zaman çıkardıkları menekşe kokusunu andıran üzüntülü bir gülüşle orada, etekliklerinin altında çürüyüp duruyor. Tepeden tırnağa titriyorum, o... evet, beni bekleyen oydu. Tezgâhın arkasında, dimdik duruyor, gülümsüyordu. Bu kahvenin içinden bir şey gerilere, pazar gününün dağınık anlarına gidip onları birbirine yapıştırıyor; onlara bir anlam veriyor. Bütün bu günü, burada bitirmek, alnım şu cama dayalı, nar rengi bir perde üzerinde beliren şu incecik yüzü görmek için yaşadım. Her şey durdu, hayatım durdu işte. Şu koca cam, su gibi mavi şu ağır hava, suyun dibindeki şu etli ve beyaz bitki ve kendim, kıpırdamayan dopdolu bir bütün oluşturuyoruz. Mutluyum.
Kendimi yeniden, Redoute Bulvarı'nda bulduğum zaman içimde acı bir pişmanlıktan başka hiçbir şey kalmamıştı. Şöyle diyordum: ''Yeryüzünde şu serüven duygusu kadar bağlı olduğum başka şey yok belki. Ama bu duygu istediği zaman geliyor, sonra hemen kaçıp gidiyor. Gittiği zaman nasıl bomboş kalıyorum. Yoksa hayatımı boşa harcadığımı anlatmak için mi bu kısa ve alaycı ziyaretleri yapıyor bana.?''
Ardımda, kentin içinde, geniş ve dümdüz yollarda, lâmbaların soğuk aydınlığında, yaman bir toplumsal olay can çekişiyordu, pazar gününün bitişiydi bu. (Sayfa: 90-91)
***
Var olmak için onun bana, kendi varlığımı hissetmemek için de benim ona gereksinimim vardı. Ben, hammaddeyi, yeniden satmak zorunda kaldığım, ne yapacağımı bilmediğim şu maddeyi, yani varoluşu, kendi varoluşumu veriyordum. Ona düşen iş, ortaya koymaktı, yansıtmaktı. Marquis karşımda duruyordu ve kendi hayatını bana yansıtmak için benim hayatımı ele geçirmişti. Var olduğumu fark etmiyordum artık; kendimde değil, onda varoluşuyordum. Onun için yemek yiyor, onun için nefes alıyordum. Her hareketimin anlamı kendi dışımda, orada, tam karşımda, onda bulunuyordu. Kâğıdın üzerine harfler yazan elimi de, yazdığım cümleyi de görmüyordum artık. Ama kâğıdın ardında, ötesinde, bu hareketi istemiş olan ve bu hareketle varoluşunu uzatıp pekiştiren Marquis, varlık nedenim olmuş, beni kendimden kurtarmıştı. Peki şimdi ne yapacağım.?
En önemlisi kıpırdamamak, kıpırdamamak.. Ah.!
Şu omuz hareketinin önüne geçemedim..
Bekleyip duran şey toparlandı, üzerime atıldı, içime akıyor, dopdoluyum. Bir şey değilmiş, bekleyip duran şey kendimmişim. Özgürlüğe kavuşmuş, bağlarını koparmış varoluş üstüme taşıyor. Varoluşmaktayım.
Varoluşmaktayım. Tatlı; öyle tatlı, öyle ağır bir şey ki bu.! Hem de hafif, sanki kendi kendine havalarda uçup duruyor. Kıpraşıyor. Her yanda eriyip kaybolan değişler sanki. Öyle tatlı, öyle tatlı ki.! Ağzımda köpüklü bir su var. Yutuyorum, boğazımdan aşağı kayıyor; okşuyor beni. İşte yeniden doğuyor, dilime değip geçen küçük beyazımsı bir su birikintisi (yerli yerinde) eksilmiyor ağzımdan. Bu birikinti de benim. Dil de, boğaz da benim.
Masanın üzerinde açılmış elimi görüyorum. Yaşıyor; o da ben. Açılıyor; parmaklar ayrılıp düzeliyorlar. Tersine dönmüş.Tombul karnını gösteriyor bana. Sırtüstü düşmüş bir hayvanı andırıyor. Parmaklar bacakları. Ters dönmüş bir yengecin ayakları gibi onları hızla hareket ettirip eğleniyorum. Yengeç öldü; bacakları çekilip toplanıyor, elimin karnı üzerinde birleşiyorlar. Tırnakları görüyorum. Canlı olmayan tek parçam onlar. Bir kere daha. Elim dönüyor, karınüstü yayılıyor, sırtını gösteriyor şimdi. Gümüşlenmiş biraz parlak bir sırt. Parmak boğumlarında tüyler olmasa bir balık diyeceği geliyor insanın. Elimi hissediyorum. Kollarımın uzunda hareket edip duran bu iki hayvan da benim. Elim, bir ayağının tırnağıyla öteki bacaklarından birini kaşıyor. Benden bir parça olmayan masanın üzerinde, elimin ağırlığını hissediyorum. Bu ağırlık izlenimi sürüp duruyor, bir türlü kaybolmuyor. Kaybolması için sebep yok. Uzayınca dayanılmaz bir şey oluyor bu.. Elimi, çekip cebime koyuyorum. Ama kumaşın ardındaki baldırımın sıcaklığını duyuyorum birden. Elimi cebimden hızla çıkarıyorum, iskemlenin arkalığına dayayarak sallandırıyorum. Kolumun ucunda, ağırlığını duyuyorum şimdi. Biraz aşağı çekiyor, buna çekmek demek zor; tembel, uyuşuk, yumuşak bir çekiş. Elim varoluşmakta. Üzerinde durmuyorum bunun, çünkü nereye koysam varoluşmaya devam edecek, ben de onun varoluştuğunu duyacağım. Ortadan kaldıramam onu. Gövdemin geri kalan bölümlerini, gömleğimi kirleten yaş sıcaklığı, sanki birisi kaşıkla karıştırıyormuş gibi tembelce dönen şu sıcak yağlılığı da; içimde dolaşıp duran, gidip gelen, yanlarımdan koltuk altlarıma yükselen ya da her zamanki köşelerinde sabahtan akşama kadar körü körüne yaşayıp giden izlenimlerimi de ortadan kaldıramam.
İrkilerek ayağa fırlıyorum. Düşünmemin önüne geçebilsem, hiç de fena olmayacak. Düşünceler her şeyden daha tatsız. Yaşayan etten bile tatsız. Uzanıp dururlar, bitmez tükenmezler ve insanın ağzında acayip bir tat bırakırlar. Sonra, düşüncelerin içinde kelimeler var; tamamlanmamış kelimeler, eksik kalmış cümleler. Durmadan geri gelirler. ''Bitirmem gere.. Varolu.. Ölüm.. Bay de Rollebon öldü. Değilim.. Varolu..'' Böyle sürüp gidiyor, bitmek bilmiyor bir türlü. Bu hepsinden kötü, çünkü kendimi bu işe katışmış ve sorumlu buluyorum. Sözgelimi şu çeşit acılı geviş getirmeye benzeyen varoluşmaktayım yok mu, işte onu sürdüren benim. Evet ben. Gövde, bir kere yaşamaya başlayınca, bu işe kendi kendine devam edip gider. Ama düşünce öyle değil. Düşünceyi ben sürdürür, ben geliştiririm. Varoluşmaktayım. Varoluşmakta olduğumu düşünüyorum. Şu varoluşma duygusu ne kıvıl kıvıl bir şey.! Onu ben sürdürüyorum yavaşça. Düşünmemi durdurabilseydim.. Çabalıyorum buna, başarıyorum. Kafamın içi dumanla doluyor gibi.. ama işte yeniden başladı. ''Duman.. düşünmemek.. Düşünmemek istemiyorum. Düşünmek istediğimi düşünüyorum. Düşünmek istemediğimi düşünmemem gerek.'' Bitmek bilmeyecek mi bu.?
Düşüncem, ben'den başka bir şey değil. Bu yüzden duramıyorum. Düşündüğüm ile varoluşmaktayım. Oysa düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Şu anda bile ( korkunç bir şey) varoluşmaktaysam, bu, varoluşmaktan ürküntü duymamdan ötürüdür. Özlediğim hiçlikten kendimi çekip alan benim. Nefret ya da varoluşmak tiksintisi, kendimi varoluşturma, varoluşun içine oturtma biçimlerinden başka şey değil. Düşünceler, büyük bir baş dönmesi gibi ardımda doğuyorlar, başımın arkasında doğduklarını duyuyorum.. Karşı durmazsam, önüme geçiyorlar, gözlerimin arasına geliyorlar. Çoğu kere, karşı koyamıyorum, düşünce büyüyor, büyüyor ve birden sınırsızlaşarak, tepeden tırnağa dolduruyor beni, varoluşumu yeniliyor.
Tükürüğüm şekerli, gövdem ılık; tatsız duyuyorum kendimi. Çakım masanın üstünde. Açıyorum onu. Neden olmasın.? Hiç olmazsa biraz değişiklik olur. Elimi not defterimin üzerine koyup ayasına sallıyorum çakıyı. Sinirliydim, bu yüzden çakının ağzı yana kaydı; yara derin değil. Kanıyor. Peki sonra.? Ne değişti sanki.? Ama beyaz kâğıdın ve biraz önce yazdığım satırların üzerinde biriken ve artık ben olmaktan çıkan küçük kan birikintisine doygunlukla bakıyorum. Bir beyaz kâğıt üzerinde dört satır, bir kan lekesi, güzel hatıra dediğin budur işte. Üzerine şöyle yazmalıyım: ''Bugün Marquis de Rollebon ile ilgili kitabımı yazmaktan vazgeçtim.''
Elime bir şey sürecek miyim.? Duraksıyorum. Kanın yeknesak sızışına bakıyorum. İşte pıhtılaşmaya başladı. Bitti. Kesiğin çevresinde, derim paslanmış gibi bir renk aldı. Derinin altında ötekilere benzeyen, öteki de onlardan daha tatsız bir duyum kaldı geriye.
Saat beş buçuğu çalıyor şimdi. Kalkıyorum, bu gibi gömleğim etime yapışıyor. Çıkıyorum. Niçin.? Niçin mi.? Çıkmamam için sebep yok da ondan. Kalsam da, bir köşede sessizliğe gömülsem de kendimi unutamayacağım. Burada olacağım, ağırlığım döşemenin üzerine çökecek. Varım ben.


''Biliyorum. Bana tutku verecek herhangi bir şeye ya da kimseye artık rastlamayacağımı biliyorum. Birisini sevmeye kalkışmak, önemli bir işe girişmek gibidir, bilirsin. Enerji, kendini veriş, körlük ister. Hatta başlangıçta bir uçurumun üzerinden sıçramanın gerektiği bir an vardır. Düşünmeye kalkarsa atlayamaz insan. Bundan böyle artık bu gerekli sıçrayışı yapamayacağımı biliyorum.''
***
''Şimdilik, ölü tutkularımla çevrili olarak yaşıyorum. On iki yaşındayken, annemden dayak yediğim bir gün, kendimi üçüncü kattan aşağı atmama neden olan o korkunç öfkeyi yeniden bulmaya çalışıyorum..''
(Sayfa:214)
***
Duyduğum acıyı göstermemek yetmiyordu, acı duymamak gerekiyordu.
(Sayfa: 220)
***
Özgürüm: Hiçbir yaşama nedeni kalmadı artık bana; denediğim bütün nedenler beni bıraktı; başkalarını da tasarlayamıyorum. Daha genç sayılırım, yeniden başlamaya yetecek gücüm var. Ama nereden başlamalı.? En şiddetli korkulara, bulantılara düştüğümde beni kurtarır diye Anny'ye ne kadar güvenmiş olduğumu ancak şimdi anlıyorum. Geçmişim öldü, Bay de Rollebon öldü, Anny sadece bütün umutlarımı kırmak için geri geldi. Bahçeler boyunca uzayan şu beyaz sokakta yalnızım. Yalnız ve özgür. Ama bu özgürlük ölüme benziyor biraz. (Sayfa: 230)
***
Gri gökyüzü altında, şu duvarlar arasında unutulmuş ve bırakılmış bilinç. Varoluşunun anlamı da şu: Bilinç, fazlalık olmanın bilincidir. Genişler, dört bucağa yayılır, koyu renkli duvarın üzerinde, lambalar boyunca ya da karşıda akşamın sisleri içinde kendini kaybetmeye uğraşır. Ama hiçbir zaman unutmaz kendini; Bu durumda bile kendini unutan bir bilinç olmanın bilincidir. Onun alın yazısı bu. (Sayfa: 249)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...