#Nietzsche etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#Nietzsche etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2018 Perşembe

Nietzsche - Cogito: Nietzsche Kayıp Bir Kıta


''Nietzsche'nin yaşamı hiç kuşkusuz ''hem esriklik, hem de acı çekmeydi -son derece üst düzey bir sanatsal bir birleşim'' di ya da mitolojik bir dil kullanmak gerekirse ''Dionysos ile Çarmıha Gerilmiş'in birleşmesi''ydi.''
*
Ernst Behler
Çeviri: Kemal Atakay
*
Thomas Mann'ın Nietzsche hakkındaki görüşlerinden (Sayfa: 36)
*****
*****
İnsan, dünyayı yeniden yaratabilir, onu işaretlerle inşa edebilir ve hatta bir ''öteki dünya'' yaratarak onu ret bile edebilir. Daha da kötüsü: insan güç istencini içine döndürebilir, olumsuzlayabilir, kendine karşı çevirebilir ve onu hiçlik istencine dönüştürebilir. Ayrıca insanın enerjisi ikirciklidir: etkin ya da geriletici olabilir ve bu ikirciklik Nietzsche'ye göre tarihin ''motorunu'' oluşturur. O halde, ''yaşama'' olan yakınlık ve uzaklıklarına göre etkin ve geriletici halklar vardır.
Acelecilik etmeyelim: Nietzsche fizikçi olarak ''başlar'', biyolog olarak sürdürür ve antropolog olarak bitirir.
*
Nietzsche'de aynı kategoriler tekrar tekrar karşımıza çıkar: durmadan yeniden ele alınırlar, yeniden değerlendirilirler, şu ya da bu perspektife yerleştirilirler. Bu, aynı öğelerin her harekette yön ve renk değiştirdikleri bir kaleydoskopu anımsatır. ''Ben'', nedensellik, ereklilik; antropolojide, tarihte, ahlakta, biyolojide, psikolojide sürekli yeniden ele alınırlar. Bu tek soykütüğü -mesela İyinin ve Kötününki- din, ceza, hukuk ve bilinçle olan ilişkilerine göre onlarca, yüzlerce soykütüğüne dönüşür. Sonuçta, Nietzsche'nin eserleri görüş açılarının devasa bir birleşimi olarak karşımıza çıkar.
*
Bernard Edelman
Çeviri: Ferhat Taylan (Sayfa: 54)
*****
*****
* ''Almanlar arasında ilk ustası olduğum aforizma bir bengilik biçimidir; yapmak istediğim, başkasının bir kitapta söyleyebildiğini, hatta bir kitapta bile söyleyemediğini on cümlede söylemek.''
* ''Ben bir sistem için, kendi sistemim için bile yeterince kısıtlı biri değilim.''
* Parçalı söz yeterlilik nedir bilmez, yetmez, kendisi hedef alınarak söylenmez, anlamı içeriği değildir. Ama öbür parçalarla biçimlenip daha eksiksiz bir düşünce, toplu bir bilgi de oluşturmaz. Parçalı olan, bütünden önce gelmez, bütünün dışında, bütünden sonra söylenir. Her ne kadar Nietzsche ''Bütünün dışında hiçbir şey yoktur'' derken tek başınalık suçumuzu hafifletmeye çalışıyor, yargıyı, ölçüyü, olumsuzlamayı reddediyorsa da (''çünkü Bütünü kimse yargılayamaz, ölçemez, bir şeyle karşılaştıramaz, hele hiç reddedilemez'') bütünle ilgili soruyu tek geçerli soru olarak ileri sürer ve bütünlük fikrine yeniden can verir. Eytişim, sistem, bütünlük düşüncesi olarak düşünce, böylece eski haklarına kavuşur ve felsefeyi tamamlanmış söylem olarak temellendirir. Ama şöyle dediğinde: ''Bütün'den, Birlik'ten kurtulmak önemli gibi geliyor bana; evreni ufalamak, Bütüne karşı saygıyı yitirmek gerek'', işte o zaman parçalılığın alanına girer, artık birliğin güvence altına almadığı bir düşüncenin riskin alır.
(..)
Dileğimiz ''evreni denetimimiz altına alma dileği'' dir, der Nietzsche.
(..)
Nietzsche karşısındakine aynı anda birçok bakış açısından saldırır çünkü bakış açılarının çokluğu tam da karşı düşüncenini göz önüne almadığı ilkedir.
*****
Nietzsche ve Parçalı Yazı
Maurice Blanchor
Çeviren: Ömer Aygün (Sayfa: 78-79)
*****
*****
Üstinsan düşüncesi, önce üstinsanın ortaya çıkışı değil, kendine insan diyen bir şeylerin ortadan kayboluşu demektir. İnsan ortadan kaybolur, özü ortadan kaybolmak olandır. Bu nedenle, biz onun daha başlamadığını söyleyebildikçe sürdürür varlığını. ''İnsanın daha bir hedefi yoktur (kein Ziel). Ama.. insanlığın hedefsizlikten acı çekmesinin nedeni, henüz insanlık diye bir şeyin olmaması değil midir.?'' Başlangıcına adım atar atmaz sonuna gelmiştir (hedefine varmıştır, bitmeye başlamıştır. İnsan hep çöküşün insanıdır ama bu çöküş yozlaşma değil, tersine, sevilebilecek, ayrılıkta ve mesafede ''insan'' hakikatini can vermek olanağıyla birleştiren eksikliktir. Son sıradaki insan, süreklilik insanıdır, varlığını sürdürme insanıdır, son insan olmak istemeyen insandır.
Nietzsche bireşimsel, bütünleştirici, doğrulayıcı insan'dan söz eder. Bütünleyen ve dolayısıyla, ister bütünü kursun, ister bütün üstünde egemenliği olsun, bütünle ilişkisi olan insan üstinsan değil, üstün insandır. Üstün insan tam anlamıyla dört dörtlük insandır, bütünün ve bireşimin insanıdır. ''İnsanlığın gereksindiği amaç'' budur işte. Ama Nietzsche Zerdüşt'te şöyle de der: ''Üstün insanda bir olmamışlık vardır (missgeraten). Üstün insanda bir omamışlık yoktur çünkü yenilmiştir; yenilmiştir çünkü başarmıştır: amacına ulaşmıştır (''Bir kezz amacına ulaştın mı.., kendi doruğunda sendeleyeceksin üstün insan.!'') Kendi kendimize şöyle sorabiliriz: üstün insanın dili nedir, ne olabilir.? Yanıtı kolay. Üstün insanın dili yine bütün haldeki söylemdir, bütünü dile getiren logostur, felsefi sözün ciddiyetidir (üstün insanın asıl özelliği dürüstlüğün ciddiyeti ve doğruyu söylemede kararlılıktır): kesintisiz ve boşluksuz, sürekli bir söz, rastlantıyı, oyunu, gülmeyi bilmeyen mantıksal tamamlanışın sözüdür. Ama insan ortadan kaybolur, yalnızca bir olmamışlık barındıran insan değil, ama üstün yani başarılı insan da, her şeyin, bütünün gerçekleştiği insan. Bütünün bu başarısızlığı ne anlama gelir o halde.? İnsanın -sonun insanı olan o gelecekteki insanın- ortadan kaybolması olgusu bütün anlamını bulur çünkü ortadan kaybolan aynı zamanda bütün olarak insandır, oluşumunda bütünün kendini varlık yaptığı varlıktır.
*
Nietzsche ve Parçalı Yazı
Maurice Blanchor
Çeviren: Ömer Aygün (Sayfa 81-82)
*****
*****
Gün ışığı sahte bir gün ışığıdır, daha hakiki bir gün ışığı var olduğundan değil, gün ışığının hakikiliğini, gün ışığı hakkındaki hakikati gün ışığının örtbas etmesinden; açık seçik görmemiz şu koşula bağlıdır: aydınlığın kendisini görmemek.
*
''Benim için 'dünya' nedir biliyor musunuz.? Aynamda size göstereyim mi.?''
Nietzsche dünyayı düşünür: bu onun kaygısıdır. Nietzsche dünyayı, ''bir güçler canavarı'', ''çifte şehvetlerin dünyası-gizemi'', ''benim Dionysos'çu dünyam'' biçiminde ya da dünya oyunu olarak dünyayı, bütün gizemlerin çözümü olan o gizemi düşündüğü zaman varlığı düşünmüyordur. Tersine, haklı ya da haksız olarak, düşünceyi bütünlük fikrinden olduğu gibi varlık fikrinden de, iyilik gereğinden olduğu gibi anlam gereğinden de kurtarmak için düşünür dünyayı: düşünceyi düşünceden kurtarmak için düşünür, bunu yapmak için de onu feragat etmeye değil, düşünebileceğinden fazlasını düşünmeye, elindeki olanaktan başka şey düşünmeye zorlar. Ya da her türlü sözden önce ve sonra gelen o ''fazlalığı'', o ''fazlayı'' söyleyerek konuşmaya zorlar. İzlediği bu yol eleştirilebilir, burada kendini duyuran şey yadsınamaz. Nietzsche için varlık, anlam, amaç, değerler, Tanrı, hem gün hem gece, hem bütün hem birlik ancak ve ancak dünya içerisinde geçerlidir ama ''dünya'' anlam olarak, bütün olarak, hele ötedünya olarak hiç düşünülemez, söylenemez. Dünya kendinin dışıdır: her türlü olumlama gücünden taşan ve kesintinin dur durak bilmezliğinde kendi sürekli çiftlenmesinin (şiddetlenmesinin) oyunu olan olumlama-güç istemi, bengi dönüş.
*
Nietzsche ve Parçalı Yazı
Maurice Blanchor
Çeviren: Ömer Aygün (Sayfa: 91-92)
*****
*****
Nietzsche'nin olumlu ödevi iki yönlüdür: Üstinsan ve değeraşkınlığı. İnsan kimdir.? değil, ama kim insanın üstünde yer alacak.?
*
''En kaygılı olanlar bugün soruyorlar: insanı nasıl korumalı.? Ama Zerdüşt, tek ve ilk soranı olduğu şeyi soruyor: insanın üstüne nasıl çıkılacak.? Üstinsan benim için çok önemli, insan değil, ama Tek olan benim için odur: hemcins değil, en sefil değil, en dertli değil, en iyi değil'' (Böyle Buyurdu Zerdüşt)
*
Üstüne çıkmak, muhafaza etmenin karşısındadır, ama aynı zamanda da sahiplenmenin, yeniden sahiplenmenin karşısındadır. Değeraşkınlaştırmak, yürürlükteki değerlerin karşısındadır, ama aynı zamanda sözde-diyalektik dönüştürmelerin de karşısındadır. Üstinsanın, diyalektikçilerin cinsil varlığıyla, tür olarak insaanla ya da ben'le hiçbir ortak yanı yoktur. Tek olan ne benim, ne de insan. Diyalektiğin insanı en sefil olandır, çünkü o, olmayan şeydeki her şeyi yok etmiş olarak, insandan başkaca hiçbir şey değildir. Aynı zamanda da en iyi olandır, çünkü yoksunlaşmayı ortadan kaldırmış, Tanrı'nın yerini almış, mülkiyetlerini yeniden kazanmıştır. Nietzsche'nin üstinsanının bir vaat olduğunu sanmayalım: o, insandan, ben'den doğası içinde ayrışıktır. Üstinsan, kendini yeni bir hissetme tarzıyla tanımlar: insandan başka bir özne, insan tipinden başka bir tip. Yeni bir düşünme tarzı, tanrısaldan daha başka öncülleri düşünme; çünkü tanrısal yine de insanı muhafaza etmenin, ve Tanrı'nın esasını, yüklem olarak Tanrı'yı muhafaza etmenin bir tarzıdır. Yeni bir değerlendirme tarzı: bir değerler değişikliği değil, soyut bir yer değiştirme ya da diyalektik bir tersyüz oluş değil, ama değerlerin değerinin türediği öğenin içindeki bir değişiklik ve bir tersyüz oluş, bir ''değeraşkınlığı''.
Bu olumlu ödev açısından Nietzsche'nin bütün eleştirel niyetleri birliklerini kazanırlar. Hegel'cilerin pek sevdikleri yöntem olan amalgam, bizzat Hegel'cilere karşı çevrilmiştir. Nietzsche, aynı polemik içinde Hıristiyanlığı, hümanizmayı, bencilliği, sosyalizmi, nihilizmi, tarih ve kültür kuramlarını, diyalektiği bizzat çevreler. Bütün bunlar, üstün insan'ın kuramını oluşturmaktadır: Nietzsche'gil eleştirinin nesnesi. Üstün insanda, ayrılık, düzensizlik ve bizatihi diyalektik momentlerin disiplinsizliği olarak, insani ve fazlasıyla insani ideolojilerin amalgamı olarak kendini gösterir. Üstün insanın çığlığı çok çeşitlidir:
*
''Bu uzun bir çığlıktı, garip ve çok çeşitli, ve Zerdüst, onun pek çok sesten bileştiğini mükemmelen fark ediyordu; uzaktan, tek bir ağızdançıkmışa benzese de.''
*
Ama üstün insanın birliği aynı zamanda da kritik bir birliktir: baştan sona diyalektiğin kendi hesabına toplamış olduğu parçalardan ve kırıntılardan yapılmış olarak, birliği, bütünü tutan bağdır, nihilizmin ve tepkinin bağı.
*
Üstinsan: Diyalektiğe Karşı
Gılles Deleuze
Çeviren: Turhan Ilgaz (Sayfa: 127-128)
******
*****
Nietzsche'nin modern devleti küçümseyen biri olduğunu söylemek, aynı zamanda hem sıradandır hem de değildir. Bu aslında sıradan bir şeydir, çünkü yönetilenlerin budalaca tutumlarını, yönetenlerin ikiyüzlülüğünü, iktidarın gülünçlüğünü ve devletin insan sürüsüne verdiği zararları ortaya koyan çok sayıda metin kolayca toplanabilir. Fakat bu aynı zamanda, hem de iki nedenle, o kadar da sıradan değildir: Çünkü bir yandan, bu Alman filozof, politik idealizmin, devletin yönetilmesinde Hegel'in doruk noktasına vardırdığı Alman felsefe geleneğiyle bozuşmaktaydı. Bir yandan da, güç isteminin savunucusu olarak, ''Yüce Siyaset''in en iyi uygulamasını tam da devlet iktidarı içerisinde görebilseydi, bu akla daha yakın gözükecekti. Nietzsche, hep kendisini gizleyerek ilerler ve bizi sürekli şaşırtır.
Uçurumların filozofu, deliliğin eşiğinde, şöyle der: ''Ben dinamitim.'' Onun ''dumansız ve barutsuz top darbelerinin'' Bismarck Prusya'sının kalesini parçaladığı gerçektir; ''çekiç darbeli felsefesinin'' Batı'da gelişen demokratik ve liberal siyasete saldırdığı da. Bununla birlikte, ne Prusya devletinin eleştirisi ne de siyasi bir kategori olarak devletin eleştirisi, Nietzsche için bir amaçtır; onun için söz konusu olan siyasi bir sorun bile değildir. Eserinde siyasi bir ideoloji ve a fortiori, hukuki bir iktidar doktrini aramak boşuna olacaktır. Modern devlete olduğu kadar, onun ''Yüce Siyaset''ine karşı da gösterdiği acı alaycılığı, bir siyaset düşünürüne ait değildir. Bunlar, her şeyden önce, ''korkusuz'' ve ''özgür bir kafa'' olmak isteyen ve şimdiye kadar kimsenin cesaret edemediğine -ne Voltaire, hatta ne de Faust- cesaret eden bir düşünürün genel yaklaşımı içinde yer alır: Onun deyimiyle çevresine ''bir göz atan'', fakat bunu yaparken hiçbir şeyi esirgemeyen ve ne önyargılı ne de öngörülü olan bir düşünür. Nietzsche'ci bakışın keskinliği, kâhince olduğu kadar, korkutucudur da: İnsanlığın yer altı gizlerini acımasızca açığa vurur. Modern devleti eleştiren Nietzsche, bir siyaset filozofu olmaktan çok, olağanüstü bir yaşam metafizikçisi ve insan ruhundaki derinliklerin psikoloğudur.
Nietzsche'nin maskeleri düşüren bakışını anlamak ve izlemek için, onunla önce bir hastalık teşhisi yapmamız gerekiyor: Toplum; Batı'da her yerde, modernite yüzünden hasta olmuştur; öyle hastadır ki, derisinin kabarıp döküldüğünün ve çoktan beri can çekiştiğinin bile bilincinde değildir. İkinci olarak, daima diğerlerinin görmediğini gören yalnız filozofun bakışının izinde kalarak, ''uygarlık hekimi'' gibi, kötülüğün semptomlarını ortaya çıkarmamız gerekir: Oysa, Nietzsche'ci göstergebilimde, devlet modern hastalığın en şiddetli göstergesidir. Devlet, Nietzsche'nin, ince bıçağıyla, sağlıksız dokularını kazıdığı bir ''siyasi canavar''dır. Filozofun ucubebilimi ürkütücü bir teşhisle son bulur. Böylece geriye ''tedavi olasılıkları var mı yok mu.?'' diye sormak kalır yalnızca. 
*
Nietzsche: Modern Devletin Eleştirisi
Sımone Goyard-Fabre
Çeviri: Özge Erbek (Sayfa: 149-150)
*****
*****
Tadını çıkarana, ağacın amaçladığı meyveymiş gibi gelir; oysa onun amaçladığı çekirdektir.
*
Büyük bir adamın izleyicileri, onun övgüsünü daha iyi düzmek için kendilerini körleştirirler: zavallı ötücü kuşlar.!
*
İnsan kırmızı yanaklı hayvandır: insan sık sık utanmak zorunda kalmış olan hayvandır. (Sayfa: 184)
*
Dediğinize göre, dinin gerekli olduğuna inanıyorsunuz, öyle mi.?
Dürüst olun.! Yalnızca polisin gerekli olduğuna inanıyorsunuz.
*
Bilen, kendini, Tanrı'nın-hayvanlaşması olarak duyar.
*
Bilen, insanlar arasında hayvanlar arasındaymış gibi yaşamaz-hayvanlar arasında olarak yaşar. (Sayfa:184-185)
*
''Kaç yüzyıl sürüyor parıldamaya başlaması.?''
Bu soruyla ölçülür, bir insanın uzaklığı ve yüksekliği. (Sayfa: 190)


''Kişi yalnızca kendi çocuğuna hamiledir'':
böyle der bütün yaratanların bencillikleri. (Sayfa: 190)


Bir yalnız dedi: ''Gittim gerçi insanlara, ama hiçbir zaman ulaşamadım.!'' (S
ayfa: 190)


Tanrının mezarlarından, türbelerinden başka nedir ki kiliseler.?
Böyle Buyurdu Zerdüşt (Sayfa: 253)
*****
*****
''Sayısız güneş sistemlerine pırıl pırıl dökülmüş uzayın ücra köşelerinden birinde bir gezegen vardı ve bu gezegende akıllı hayvanlar kavramayı bulmuşlardı.'' Nietzsche
*
Oysa Nietzsche için bu dünyayı ve bu dünyadaki yaşamın cisimleştiği bedeni olumsuz sıfatlarla aşağılayan, tiksinç bulan yaklaşımın kendisi tiksinçtir. Yeryüzüne ve yeryüzündeki yaşama karşı duyulan tiksintiden iğrenen Nietzsche'nin bu ruh halini anlatan bir tanımı vardır: ''Tiksintiden tiksinmek''. Dolayısıyla, 
Nietzsche'de tiksinti olgusunu tartışırken, bu duygunun iki boyutta yaşandığına dikkat etmek gerekir.
Birinci boyut, insanın çevresine, çevresini saran insanlara baktığında içinde engellenemez bir şekilde yukarıya doğru çıkan tiksintidir: ''İnsan ilişkilerinde zaman zaman yoksunluğun bütün renklerini görmeyen, tiksintiden rengi griye ve yeşile çalmadan, bıkkınlık, duygudaşlık, yalnızlık hissetmeyen, kuşkusuz, yüksek zevk sahibi bir insan değildir. Bu tiksintiyi hissetmeyen kişi, ''ortalama'' insandır, sıradandır ve sürüdendir. Dolayısıyla Nietzsche için tiksintinin birinci boyutunda iki türlü bir iğrenme söz konusudur. Bunlardan ilki, insanları ''ide'' dünyasına ya da tanrısal bir aşkınlığa yönlendirebilmek için yeryüzüne karşı soğutan telkinlerin sonucu olarak, insanda yeryüzündeki yaşama ve kendi bedenine karşı kaçınılmaz bir şekilde oluşan bir tiksinti. Ötekisi ise, amacı aşkın bir dünyayı yüceltmek uğruna yaşamını değersizleştiren bir insanın tersine, dünyevi yaşantıyı yüceltmeye çalışan insanın diğerlerine karşı duyacağı (Nietzsche'ye göre duyması da gereken) tiksinti.
''Ortalama'' insan karşısında içinde engellenemeyen bir tiksintinin yükseldiğini duyumsayan Nietzsche için kişinin kendi bedeni, sevgisini yöneltmesi gereken yerdir. Ne var ki oyunu aşkın bir dünya için değil de, kendi tarafında kullanan bir kişinin sevgisini kendine yöneltmesi, Nietzsche için kendini sevmenin tüm boyutlarını kapsamaz. Kendini sevmek kadar, kendini (sürüden) korumak da önemlidir. Bu koruma edimi bir insanın varlığını sürdürmesi için gerekli olan gıda tüketimi ve barınma/ yaşama koşulları gibi konularda özen gerektirdiği gibi, (bunun için Ecce Homo'daki ''Ben neden o kadar zekiyim.?'' başlıklı bölümüne başvurulmasını öneririm.) kişi kendisini başka insanların etkisinden de korumayı bilmelidir. Nietzsche, yoğun çalıştığı dönemlerde hiçbir şey okumadığını anlatır; ''yakınımda birisinin konuşmassına ve hatta düşünmesine izin vermekten sakınırım'' Dolayısıyla kişinin kendisini korumak için çevresinde bir nevi duvar örmesi gerekir. Öte yandan nelerden etkilenip nelerden etkilenmeyeceğini bilmelidir. Zamanını kime ve nasıl ayıracağına titizlikle karar vermelidir. Aslında Nietzsche'nin arzuladığı, yeme içme gibi gereksinimlerini karşılarken çeşitli olanaklar arasından seçimde bulunan insanın, tinsel gereksinimlerini karşılarken aynı titizliği göstermesidir. Bunun kolay olmadığının farkındadır Nietzsche ve bu yüzden '' Kendini Muhafaza Etme Sanatı''ndan söz eder.
İnsandan kendini gerektiğinde ''çekmesini bilmesini'' bekleyen Nietzsche, insanlara karşı tahammülsüzlük yaşamayan kişileri küçümser. Sıradan insanlara karşı duyduğu tiksinti, bu sıradanlığın bulaştığı tüm nesneleri de kapsar: ''Herkese hitap eden kitaplar hep kötü kokarlar: küçük insanın kokusu bulaşmıştır onlara. Halkın yiyip içtiği, hatta hayranlığını gösterdiği yerlerin kötü kokması âdettendir. Kişi temiz hava almak istediğinde kiliseye gitmemelidir.''
*
Elif Daldeniz (Sayfa: 254-255)
*****
*****
Aynı metin sayısız yoruma izin verir:
''doğru'' bir yorum yoktur.
Nietzsce, KWG VIII I (120)
*
Nietzsche anlaşılamaz.
Böyle bir önermeyi temellendirmek için çok şey gerek - hem de, böyle bir önermede bulunduktan sonra, söylenecek çok şey yok..
Tek bir tutarlı, birlikli bakışı; bir ''kuram''ı olmamasından dolayı mı-
Hayır: ne kadar 'kuram'ı varsa (ki, çeşitli konularda çeşitli 'kuram'ları vardır) hepsi 'birlikli' ve ''tutarlı''dır; bunların hepsinin toplamı bir 'dizge' oluşturmasa da, tek bir dizgeli bakışın ürünüdür(ler) - o zaman.?
Niye anlaşılamaz olsun.?-
*
**
Nietzsche'nin her yazdığı 'stratejik'tir- düz, 'Lojistik'teki anlamıyla: bir meydan savaşı'nın nasıl 'kazanıla'bileceğine, bir 'düşman'ın nasıl 'yenile'bileceğine yöneliktir- bir sorunun nasıl çözülebileceğine.
Çünkü Nietzsche'nin her yazdığı 'perspektif'lidir: belirli bir açıdan bakılınca nasıl görünüyor, diye düşünür, bir konuyu ele aldığında.
Çünkü aradığı ''hakikat'' değildrir- bilir ki, insanın zaten her ''hakikat'' saydığı yalnızca kendi bakış açısından öyledir; ''mutlak hakikat'' diye bir şey, yoktur.
Felsefe, hakikat arama işi değildir- yaşam sorunlarını çözme işidir; bu da, çeşitli açılardan çok çeşitli biçimlerde yapılabilir.
***
Felsefe böyle anlaşılınca, nasıl yapılabilir.? -Belki önce, yapılabilir mi, diye sormak gerekirdi, ama, Nietzsche'yle -Nietzsche'den- biliyoruz ki, yapılabilmiş:-
O yapmış-nasıl.?
Zerdüşt ''kendi omuzuna tırman: başka türlü nasıl yükselebilirsin ki'' der- bu eğretilemeyi izleyebiliriz:-
Felsefe kendi omuzuna tırmanma işidir. Sırasıyla gidelim: kendi omuzuna tırmanma; yani kendini, kendinde olan bir şey olarak arama, ve ulaşmağa çalışma; ulaşınca da onu aşma- ötesine geçme..
***
Soruna dönelim:-
Sorun benden kaynaklanan bir şeydir; ben yaratırım sorunu - dolayısıyla, sorun çözme, kendimdeki bir şeyle uğraşma, kendimde bozuk duran bir şeyi düzeltme, kendimi eğri durduğum bir noktada doğrultmadır - felsefe 'kendi'yle didişmedir: Şu kişilik özelliğim nereden geliyor.? Şu inancımı nasıl edinmişim.? Şu tutkumun temeli ne.? Şu düşünceme nasıl ulaşmışım.?
Felsefe en temelinde ''Ben neyim.?'' sorusuna yanıt bulma çabasıdır- felsefe kendini sorun olarak görebilen bazı kişilerin, kendi üzerlerinde yürüttükleri bir bilme çabası, kendini anlama uğraşısıdır.
Nietzsche bu uğraşıyı XX. yüzyıla taşımış olan bilinçtir: Nietzsche'den ancak kendini anlamağa çalışanlar bir şeyler anlayabilirler; anladıklarında da, Nietzsche'yi değil, kendilerini anladıklarını anlayarak..
*
Nietzsche'yi Anlamak
Oruç Aruoba (
Sayfa: 267-268)
*****
*****
Okumak ve Yazmak Hakkında
*
Bütün yazılanlar içinde kişinin kendi kanıyla yazdığını severim. Kanınla yaz: göreceksin ki, kan tindir.
Kolayca mümkün değildir yabancı kanını anlamak: Nefret ederim okuyan aylaklardan.
Okuru tanıyan hiçbir şey yapmaz artık okur için. Bir yüzyıl boyu daha okur-tinin kendisi kokuşacaktır.
Okumayı herkesin öğrenebiliyor olması, zamanla, yazmayı bozmakla kalmaz, düşünmeyi de bozar.
Bir zamanlar tin tanrıydı, sonra insanlaştı, şimdiyse gitgide ayaktakımı haline geliyor.
Kim ki kan ve özdeyişlerle yazar, o okunmak değil, ezberlenmek ister.
Zirveden zirveye en yakın yol dağlardır: Ama bu yolu kat etmek için uzun bacakların olmalı. Özdeyişler zirve olmalı: kendilerine hitab edilenlerse , büyükler ve büyümüş olanlar.
Hava ince ve arı, tehlike yakın, tin neşeli bir muziplikle dopdolu: bunlar birbirine uyar.
Çevremde masal cinleri istiyorum çünkü cesurum. Hayaletleri ürkütüp kaçıran cesaret, kendi kendine cinler yaratır, -cesaret gülmek ister.
Sizlerle birlikte duyumsamıyorum, algılamıyorum artık: altımdaki şu bulut, beni güldüren şu ağırlık ve ağarmamışlık -işte tam da bu fırtına bulutunuzdur sizin.
Sizler, yücelmişlik isteyince yukarıya bakarsınız. Bense aşağıya, çünkü yücelmişim ben.
İçinizden kim aynı anda hem gülebilir hem de yücelmiş olabilir.?
Kim ki en yüksek dağlara çıkar, güler bütün acıklı oyunlara ve acıklı gerçeklere.
Cesur, kaygısız, şakacı, şiddet dolu - böyle ister bizi bilgelik: bilgelik kadındır, ancak bir savaşçıyı sever.
Bana diyorsunuz ki: ''Yaşamı zordur taşımak''. Ama neye yarardı öyleyse sabahları bu gururunuz, akşamlarıysa teslimiyetiniz.?
Yaşamı zordur taşımak: bu kadar nazlı olmayın siz de.! Biz hepimiz yüke dayanıklı, güzel eşekleriz.
Ne ortak yönümüz var, üzerine bir damla çiğ düştüğü için titreyen gül tomurcuğuyla.?
Doğrudur: Yaşamı seviyoruz, yaşama alışmış olduğumuzdan değil, sevmeye alışık olduğumuzdan.
Hep biraz delilik vardır sevgide. Ama hep biraz da akıl delilikte.
Ve bana da, yaşama karşı iyi olan bana da öyle geliyor ki, kelebekler, sabun köpükleri ve insanların içinde onların türünden ne varsa -mutluluğu, en çok onlar biliyor.
Bu hafif, budala, narin, kımıltılı ruhların uçuştuğunu görmek Zerdüşt'ü baştan çıkartır, gözyaşları döktürür, şarkılar söyletir ona.
Ancak dans etmekten anlayan bir tanrıya inanırdım ben.
Şeytanımı gördüğümdeyse, onu ciddi, titiz, derin, coşkulu buldum: ağırlığın tiniydi, -bütün şeyler onun içinden düşüp gidiyor.
Öfkeyle değil, gülmekle öldürür insan. Hadi, gelin ağırlığın tinini öldürelim.!
Yürümeyi öğrendim: o zamandan beri koşuyorum.
Uçmayı öğrendim: o zamandan beri havalanmak için arkamdan itilsin istemiyorum.
Artık hafifim, artık uçuyorum, artık kendimi kendimin altında görüyorum, artık tanrı dans ederek geçiyor içimden.
Zerdüşt böyle diyordu. 
*
Çeviren: Dürrin Tunç, 2000 (Sayfa: 278)


''..Zaratustra, 19 asrın büyük mübeşşirlerinden Nietzsche'nin en şahsi eseri, onun ruhi hayatının, en iç macerasının hikâyesidir. Bu onun idealinin şiiridir.
Bir Fars peygamberini, Nietzsche, en yüksek ümitlerine, en uzak hedefine timsal yapmıştır. O bu timsali daha çocukken rüyasında gördüğünü kızkardeşine yazdığı bir mektupta söylüyor:
''Bu şerefi ben bir farsa vermeğe mecbur oldum: Çünkü tarihi, en önce, bütün ve büyük olarak düşünen Fars'lardır.''
Bununla beraber, Zaratustra -şiiri efsanavi Fars peygamberiyle yalnız bu mutantan ahenkli isimde müşterektir. Bunun ötesinde, Nietzsche, bu timsali, şair hürriyetiyle, doğrudan doğruya kendi ruhundan ve ruhunun yaşayışlarından, tahassüllerinden yaratmıştır.
Zaratustra, Nietzscje'nin kendisidir: İdealleştirilmiş kendisi. O, ahlaki idealini bu timsalde teşahhus ettirmiş ve bununla ilân etmiştir.
Bu ahlaki ideal fevkalbeşerdir..'' 
*
Hasan Cemil
Nietzsche'nin Zaratustra'sı
Ülkü Dergisi, 1933 (Sayfa: 283)

16 Ekim 2018 Salı

Nietzsche


Hepimiz bazen birileriyle o kadar yakınlaşırız ki hiçbir şey engellenemiyormuş gibi görünür. Bizi ayıran küçük bir köprü vardır, o kadar. Ama sen, tam bu köprüye adım atacakken sana şu soruyu sorsam:
''Bu köprüyü geçip bana gelir misin.?''
İşte o anda artık bunu istemeyiverirsin, sorumu tekrarlasam öylece suskun kalırsın. O andan itibaren aramıza dağlar ve azgın nehirler girer; bizi ayıran ve birbirimize yabancılaştıran duvarlar bitiverir önümüzde ve bir araya gelmek istesek de artık yapamayız. Ama, o küçücük köprüyü düşündüğünde, sözcüklere sığmayacak kadar büyüyüverir gözünde. Yutkunur ve şaşar kalırsın.

4 Ekim 2018 Perşembe

Friedrich Nietzsche - Ecco Home


Tek başıma gidiyorum şimdi, ey çömezlerim.! Sizler de gidin artık, tek başınıza gidin.! Böyle istiyorum.
Benden uzaklaşın, Zerdüşt'ten koruyun kendinizi.! Daha da iyisi: Utanın ondan.! Belki sizi aldatmıştır.
Kendini bilgiye adayan için yalnızca düşmanını sevmek yetmez; dostuna da kin duyabilmelidir.
Hep öğrenci kalan insan, öğretmenine borcunu kötü ödüyor demektir. Neden benim çelengimi yolmak istemiyorsunuz.?
Sayıyorsunuz beni: Ama saygınız devriliverirse günün birinde.? Bir yontunun altında kalmaktan sakının.!
Zerdüşt'e inandığınızı mı söylüyorsunuz.? Ama ne önemi var Zerdüşt'ün.! Bana inananlarsınız, ne önemi var ama tüm inananların.!
Daha kendi kendinizi aramamışken beni buldunuz. Böyledir tüm inananlar; inancın değeri azdır bu yüzden.
Şimdi size beni yitirmenizi, kendinizi bulmanızı buyuruyorum; hepiniz beni yadsıdığınız gün, ancak o gün geri döneceğim sizlere.. 
(
Sayfa: 5)
***
İnsanlarla alışverişimde bana az zorluk çıkarmayan son bir huyuma daha değinebilir miyim.? Arıklık içgüdüsünün hepten korkunç bir duyarlığı vergidir bana, öyle ki her ruhun dolaylarını, dolayları ne kelime, ta içini, ''ciğerini'' görür gibi sezerim, kokusunu alırım.. Bu duyarlık benim için psikolojik bir duyargadır; bununla her gize dokunur, yakalarım onu. Kimi yaradılışın derinlerinde yatan, belki de kötü kanın gerektirdiği, ama üstü eğitimle sıvanmış bir sürü pisliği hemen ilk dokunuşta fark ediveririm. Doğru gözlemişsem, arıklığıma zararlı bu gibi yaradılışlar da, kendi paylarına, benim iğrenip sakınışımı sezerler; böylelikle daha güzel kokulu olmazlar ya.. Bir kez böyle alışmışım, -kendime karşı aşırı bir açıklık temel koşuludur varoluşumun, arık olmayan çevrede yaşayamam-, sanki suda, dupduru, pırıl pırıl bir sıvıda yüzerim, yıkanırım, oynarım aralıksız. Bu yüzden insanlarla alışverişim hiç de kolay bir sabır sınavı değildir; benim insan sevgim, başkasının duygusunu paylaşmakta değil, paylaştığım duyguya katlanabilmektedir. Benim insan sevgim sürekli bir kendimi yeniştir. Ama ben yalnızlık olmadan edemem; yalnızlık, yani iyileşme, kendine dönüş, özgür, hafif, esinen bir havayı solumak.. Zerdüşt'üm baştan başa yalnızlığa ya da beni anladıysanız, arıklığa bir dithyrambos'tur.. (Dionysos'u öven dinsel yır; bu tür övücü, coşkun şiir) Arık deliliğe değil neyse ki.. Gözü renk görebilen ''elmastan'' der onun için. İnsandan, ayaktakımından iğrenme benim en büyük tehlikem oldu hep. 
(Sayfa: 19)
***
-Elden geldiğince az oturmalı; açık havada, yürürken doğmayan, kasların da birlikte şenlik yapmadığı hiçbir düşünceye güvenmemeli. Önyargıların hepsi bağırsaklardan gelir. -Bir kez daha söylemiştim, Kutsal Tin'e karşı işlenen asıl günah kaba etlerdir.- 
(Sayfa: 24)
***
İyice bir düşünürsem, Wagner musikisi olmadan çekilmezdi gençliğim, Almanların arasına düşmüştüm bir kez. Dayanılmaz bir baskıdan kurtulmak için afyon ister, işte böyle, bana da Wagner gerekti. Wagner Alman olan her şeye karşı en iyi panzehirdir, -zehir olmasına da zehirdir, o başka.. Tristan'ın bir piyano partisyonu olduğu andan beri -kutlarım Bay von Bülow.!- Wagnerciydim. Wagner'in daha önceki yapıtlarını kendimden aşağı, pek beylik, pek ''Alman'' buluyordum.. Ama bugün bile Tristan gibi yaman büyüleyen, o tüyler ürpertici, o tatlı sonsuzlukla dolu başka bir yapıtı tüm sanat dallarında boşuna arıyorum. Leonardo da Vinci'nin tüm gizemleri Tristan'ın ilk notasıyla büyülerini yitiriverirler. Bu yapıt Wagner'in non plus ultrası'dır (en üstün, daha ötesi olmayan); onun yorgunluğunu ise ''UstaŞarkıcılar'' ve ''Yüzük''le çıkarmıştı. İyileşmek, -Wagner gibilerinde bir gerilemedir bu. O yapıtı anlayacak olgunlukta olmam için tam çağında, hem de Almanlar arasında yaşamamı en büyük mutluluk sayıyorum. Psikolog olarak bilme isteği bende bakın nerelere varıyor. O ''cehennem tatları''nı duymak için yeterince hasta olmayan kişiye dünya nasıl yoksuldur. 
(Sayfa: 32-33)


Bir kimsede yalnızca içinin yoksulluğu, köşe bucağının ağır havası değil, asıl o işkembesinde yer etmiş korkaklık, pislik, sinsice öç gütmedir ona yolumu kapayan: Benim bir sözümle tüm kötü içgüdüler yüzüne vurur insanın. Tanıdıklarım içinde bir sürü denek hayvanım vardır; yazılarıma karşı gösterilen çeşit çeşit ve her biri son derece öğretici tepkileri onlarda incelerim. Yazıların özüyle hiçbir alışveriş yapmak istemeyenler, örneğin o sözde dostlarım hemen ''kişiliksiz'' oluverirler: Bir kez daha bunu başardığım için kutlarlar beni, -hem de bir gelişme varmış, daha bir keyifliymiş deyişim.. O hep kötüye işleyen kafalar, işi gücü yalan olan ''ince duygulular'' ise, ne yapacaklarını bilemezler bu kitaplarla, -dolayısıyla onları kendilerinden aşağı görürler: İşte ince mantığı ''ince duygulular''ın. Tanıdıklar arasında büyük baş hayvanlar da-yalnız Almanlar bunlar, hoş görün- demeye getirirler ki, benimle hep aynı kanıda değillermiş ama, gene de arada bir.. Bunu hem de Zerdüşt üstüne söylediklerini duydum.. Bunun gibi, insanda her türlü ''feminisme''; isterse erkek olsun benim kapılarımı kapatır ona; hiçbir zaman o pervasız bilgilerin labirentine giremez. Bu baştan başa sert doğrular arasında güle oynaya yaşamak için, insan gözünü budaktan esirgememeli, onun için alışkanlık olmalı sertlik. Tam istediğim gibi bir okuyucuyu tasarladığımda, hep ortaya yürekli, her şeyi bilmek isteyen bir canavar, ayrıca kıvrak, düzenci, sağgörülü birisi, doğuştan bir serüvenci ve bulucu çıkıyor. Kısacası, benim sözüm aslında kimleredir, bunu Zerdüşt'ten daha açık söyleyemem: Bilmecesini yalnız kimlere anlatmak istiyor o.?
*
Sizlere gözü pek arayıcılar, sınayıcılar,
-ve her kim kurnazca yelkenleriyle o kor-
kunç denizlere açılmışsa bir kez,
-sizlere, bulmacalar içinde esrimişler,
alacakarnlığı sevenler, ruhları flüt sesleriy-
le her tuzağa düşürülebilenler:
-Çünkü siz titreyen ellerinizle bir ipi
yoklayarak inmek istemezsiniz; ardında ne
olduğunu kestirdiğiniz yerde tiksi-
nirsiniz kapıyı açmaktan.. 
(Sayfa: 46/47)
*****
*****
İnsanca, Pek İnsanca
iki ekiyle birlikte
*
İnsanca, Pek İnsanca bir bunluğun anıtıdır. Özgür düşünürler için bir kitap: Budur kendine taktığı ad. Hemen her cümlesi bir yengi anlatır; yaradılışımda bana aykırı olan'dan kurtardım böylelikle kendimi. Bana aykırı olansa ülkücülüktür. Budur başlığın demek istediği, ''sizin ülküler gördüğünüz yerde, ben insanca, pek insanca şeyler görüyorum yalnız.!'' .. İnsanı ben daha iyi tanırım.. Burada ''özgür düşünür'' sözü bir tek anlama gelir: Özgürlüğüne kavuşmuş, kendini yeni baştan bulmuş bir düşünce. Sesin tonu, Çınlayışı baştan başa değişmiştir; kitabı kurnazca, soğuk, yerine göre de sert ve alaycı bulursunuz. Soylu beğeniden gelme bir tür tinsellik sanki derinde daha tutkulu bir akıntıya karşı direnmektedir. Bundan dolayıdır ki, kitabın 1878 yılındaki zamansız yayımlanışına özür olarak, Voltaire'nin 100. yıldönümüne rastlamasını göstermem bir anlam taşır. Çünkü Voltaire, kendinden sonra yazanların tersine, bir grand seigneur'dü (Soylu yüce kişi) düşünce alanında, tam benim de olduğum gibi. Kendi yazılarımdan birinin üzerinde Voltaire adı, -bir ilerlemeydi bu.. kendime doğru.. Yakından bakılınca, ülkünün yuvalandığı tüm köşe bucağı, yeraltı zindanlarını, en sonuncu sığınakları karış karış bilen, katı yürekli bir düşünce görülür burada. Elimde alevi hiç de ''titremeyen'' bir çırağı, kesin bir ışıkla ülkünün yeraltı ülkesi'ni aydınlattım. Savaş bu, ama barutsuz ve dumansız; ne savaşçı davranışlar var, ne duygulanıp coşma, ne de kırık kol bacak, -başka türlüsü gene ''ülkücülük'' olurdu. Yanılgıları birer birer, hiç acele etmeden buz üstüne koyuyorum; ülküleri çürütüyorum, donduruyorum.. Örneğin, şurada ''deha'' donuyor; az ilerde, köşe başında ''ermiş'' donuyor; şu kalın buz saçağı altındaki de ''yiğit''; sonunda ''inanç'' donuyor, o ''kanış'' dedikleri; ''acıma'' da az buz soğumuyor hani, -''kendiliğinde şey'' donuyor ne yana baksan..
(Sayfa: 65-66)
*****
''..O yıl, içinde olduğum durumun, o sonuna dek olumlayan tutkuyla, tragik tutku dediğim şeyle dolup taştığım durumun hiç de yabana atılmaz bir belirtisidir bu. İlerde bir gün beni anmak için çalıp söyleyecekler onu. -Sözleri (üzerinde duruyorum, çünkü bir yanılgıdır alıp yürümüş bu konuda) benim değildir; o sıralar dost olduğum genç bir Rus kızının, Bayan Lou Salome'nin şaşılacak esininden çıkmadır. Şiirin son bölümünden herhangi bir anlam çıkarabilen kimse, neden bu şiiri seçip beğendiğimi, neden ona hayran olduğumu anlayabilir:
Büyüklük var o sözlerde. Yaşama karşı bir itiraz sayılmıyor acı:
*
''Artık bana verecek mutluluğun kalmadı mı, ne çıkar.!
Acıların var daha''...'' 
(Sayfa:80)
*****
*****
(..Doğrunun yıldırımı, şimdiye dek en yüksekte olan şeyin üzerine düştü tam. Orada neyin yanıp kül olduğunu kavrayan kimse, elinde avucunda daha bir şeyler kalmış mı, bir de ona bakmalı. Bugüne dek ''doğru'' dedikleri ne varsa, yalanın en zararlı, en kalleş, en sinsi biçimi olarak açığa çıkarılmıştır; o kutsal ''sözde neden'', insanlığı ''düzeltmek'', aslında yaşamın iliğini, kanını emecek bir hile olarak, töre bir vampirlik olarak ortaya çıkarılmıştır. Töre'nin ne olduğunu bulan, onunla birlikte, insanların inandığı, inanmış olduğu tüm değerlerin değersizliğini de bulmuş demektir; insanlığın en çok saygı gören, giderek ermişler katına yükseltilen örneklerinde, artık saygıya değer hiçbir yan bulmaz, en uğursuz cinsinden sakat doğmuşlar olarak görür onları: Uğursuzdurlar, büyülerler çünkü.. ''Tanrı'' kavramı, yaşama bir karşıt kavram olarak uydurulmuş, yaşama zararlı, ağulu, kara çalıcı, onun can düşmanı ne varsa hepsi o kavramda bir ürkünç birlik olmuştur.! ''Öte yan'', ''gerçek dünya'' kavramları, var olan biricik dünyayı değerden düşürmek, yersel gerçekliğimiz için bir tek amaç, neden, ödev bırakmamak için uydurulmuş.! ''Ruh'', ''tin'', giderek ''ölümsüz ruh'' kavramları, bedeni hor görmek, onu hasta -ermiş- yapmak, yaşamda önemsemeye değer ne varsa, beslenme, konut, düşünce düzeni, hastalara bakma, temizlik, hava vb. hepsinin karşısına ürkünç bir umursamazlık koymak için uydurulmuş.! Sağlık yerine ''ruhun selameti'', yani tövbe çırpınmaları ve kurtuluş isterisi arasında gidip gelen bir folie circulaire (delilik).! ''Günah'' kavramı o kendinden ayrılmaz işkence aracıyla, ''özgür istem'' kavramıyla birlikte, içgüdüleri sapıttırmak, onlara karşı güvensizliği bizde ikinci bir yaradılış yapmak için uydurulmuş.! ''Çıkar gözetmezlik'' ve ''kendini yadsıma'' kavramları yoluyla, o asıl decadence (çöküş) belirtisi, zararlı olana doğru eğilim, kendine yarayanı artık bulamaz olmak, kendi kendini yıkmak, gerçek değerin ta kendisi, ''ödev'', ''ermişlik'', insandaki ''tanrısal yan'' katına yükseltilmiş.! Son olarak -en korkuncu da bu- iyi insan kavramıyla tüm zayıfların, hastaların, kusurluların, kendi kendinden acı çekenlerin, yok olması gereken ne varsa hepsinin yanı tutulmuş, -ayıklama yasası çarmıha gerilmiş; gururlu, yetkin, olumlayan, geleceğe güvenen, geleceği doğrulayan insanın karşısına bir ülkü çıkarılmış, -ona kötü denmiş bundan böyle.. Töre diye inanmışlar bunlara da.! Ecrasez l'infâme.!- (Ezin alçağı.!-Voltaire)
*
Anladınız mı beni.? Çarmıhtakine karşı Dionysos..
(Sayfa: 119-120)

3 Ekim 2018 Çarşamba

Friedrich Nietzsche

Frıedrıch Nietzsche - Dionysos Dithyrambosları

Evet, Friedrich Nietzsche (1884-1900) dendiğinde, hemen ‘’tuhaf’’ bir filozof belirir düşüncelerimizde. Tuhaflıkları çeşit çeşittir. Ama en başta ‘’sistemsizliği’’ ya da belki daha iyi bir deyişle ‘’sistem düşmanlığı’’ gelir. Nietzsche’nin bu yönünü belki de en iyi anlatan Stefan Zweig olmuştur. ‘’Dünyanın Fikir Mimarları’’ başlıklı denemeler kitabında Zweig, Nietzsche üzerine kaleme aldığı nefis denemesinde sistemsizliği bu düşünürün neredeyse en önemli özelliği sayar. Zweig’a göre, felsefe tarihinde filozofların ezici çoğunluğunun ‘’normal’’ tavrı, kendilerine önce bir sistem inşa etmek, ardından da, çoğu kez hayatlarının sonuna kadar, ne üzerine düşünürlerse düşünsünler, neyi sorgularlarsa sorgulasınlar, hepsini bu sistemin çatısı altına yerleştirmek şeklindedir –ve sistem ile uyuşmazlık noktasında, sistemin ayakta kalabilmesini sağlamak uğruna düşüncenin feda edildiği de pek az rastlanır bir durum değildir. Oysa Nietzsche’de bu durum tam tersinedir. Anarşist bir tavrı düşünce hayatının son dakikalarına kadar korumuş olan bu filozof için her zaman birincil önem taşıyan, kafasında gelişme sürecini tamamlamış olan düşüncedir. Bu düşüncenin kendisinden önce oluşturulmuş bir sisteme ters düşmesi ise, Nietzsche’ye göre o sistemin idam fermanı ile eşanlamlıdır.
Bu ‘’tuhaflığın’’ nedenini Nietzsche’nin düşüncesinin olası ‘’dağınıklığında’’ değil, fakat düşünceye olan ‘’tutkunluğunda’’ aramak gerekir. Yirminci yüzyılın ilk yarısında dünya bale tarihinde eşsiz bir yer edinmiş ve tıpkı Nietzsche gibi sonunda iyileşmez bir akıl hastalığına yakalanmış olan Vaslav Nijinsky (1890-1950), hastalanmadan kısa süre önce yayınlanan güncesinin bir notunda şöyle der: ‘’Benim deliliğim, insanlığa olan sevgimdi..’’ Eğer Nietzsche böyle bir günce tutsaydı, kanımca büyük bir olasılıkla buna çok benzer bir söylem kullanabilirdi: ‘’Benim deliliğim, düşünmeye olan tutkumdur..’’ Nietzsche için ‘’düşünülmeye başlanmış’’ bir düşüncenin son bulması diye bir durum neredeyse olanaksızdır; bir kez düşünmeye başladıktan sonra ne kadar yetkin düzeye vardırmış olursa olsun, o düşünceyi düşünmeyi ‘’sürdürür’’. Bu savın haklılığını kanıtlayan en güçlü eserlerinden biri, aynı zamanda hastalanmadan önce tamamladığı son metin olan Dionysos Dithyrambosları’dır. Bu dithramboslar daha önce tamamlanmış olan İşte Böyle Dedi Zerdüşt’te ele alınmış olan düşüncelerin bir anlamda devamı ve eleştirisi niteliğindedir.  
*
Nietzsche ya da Bir ‘’Tuhaf Filozof’’ / Ahmet CEMAL, S: VII-VIII
*****
*****
Sürgüne yollanmalıyım
Ne varsa hakikat diye, tümünden
Yalnızca çılgın.! Şair, yalnızca.! (Sayfa: 7)
*****
Kendine en ağır yükü aradın:
bulduğun, kendindi-,
kendini sırtından atamadın.. 
(Sayfa: 24)
*****
*****
Dionysos
*
Aklını başına topla, Ariadne.!
Küçük kulakların var, benim kulaklarım var sende:
bırak da akıllı bir söz girsin içlerine.!-
İnsanın önce kendinden nefret etmesi gerekmez mi,
kendini sevecekse.?
Ben senin labirentinim.. (Sayfa: 36)
*
Theseus her yıl Girit' te Minotauros'a kurban edilen Atinalı gençleri kurtarmak için, onlarla birlikte Labyrinthos'a gider. Minotauros'u öldürüp insanlarını kurtarmalıdır, ancak canavarı öldürürse bile labirentten yolunu bulup sapasağlam dışarı çıkabilmesi gerekmektedir, ki bu da imkânsızdır ama bir yardımcısı vardır. Girit Kralı Minos'un kızı Ariadne. Theseus' a aşık olmuştur ve ona yardım eder. Theseus'a labirentten çıkmasını sağlamak için bir yumak ip verir. Bu ip sayesinde geri dönüş yolunu bulur ve labirentten kurtulur. İşte bu ipe, 'Ariadne İpi' denir.

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...