28 Eylül 2022 Çarşamba

Turgut Uyar - Büyük Saat


Arka Kapak:

*

Türk şiirinin en yalnız, en mutsuz, en umutsuz..

bu yüzden de -mutlu değilse bile- en kalabalık, en umutlu şairinden kısa sürmüş uzun bir yolculuğun tüm konakları.! Öncü bir dil, sevgiyi bile acıtan bir duyarlık ve ''bütün mümkünlerin kıyısı''nda yaşanan çaresizliğin son sığınağı:
*
''Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum''
*
ya da
*
''Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Tanrınız büyük âmenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız''
*
Arz-ı Hal'den Dün Yok mu'ya bütün kitapları ve (unutulmaları ya da elenmeleri nedeniyle) kitaplarına girmemiş bütün şiirleriyle, Turgut Uyar külliyatı. 
*
ARZ-I HAL
*
SONNET
*
----------Yalnızlık için
*
Çekemezsin bir yere sineden başka.
Biliyorum günler hep böyle geçecek.
Ne akşamleyin komşu, ne bir akraba,
Ne bir dost, oturup karşılıklı içecek.
*
Yalnızlık sade şurda burda değil,
Düşüncede, hatırada ve dilekte.
Hangi taşı kaldırsan, nerde ''of.!'' çeksen,
Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte.
*
Bilmem rengi nasıldır, boyu ne kadar.
Biçen her kimse yıllardır yanlış biçiyor.
Bir elbise ki, alabildiğine dar..
*
Nedir bir türlü sırrını anlamadık,
Kimdir bizimle böyle şaka ediyor,
Hangi cebini karıştırsan yalnızlık.. (Sayfa: 23)
*
TÜRKİYEM
*
Turnam, Bir Gün Bırakmıyacağım..
*
''Hiçbir zaman dertsiz kalmadı gönlüm
Bir çift gözden, bir yapraktan, bir kuştan.
Daima daha taze, daima yeni baştan
Turnam bir gün bırakmıyacağım peşini,
Sen nereye, ben oraya, adım adım
İnsan sevdikçe iyileşiyor artık anladım..'' (Sayfa: 44)
*
KADERE VE GÖNLÜME DAİR
*
İşte ben hep böyle bildiğin gibi:
Kaderi öpüp başıma komuşum,
Gülüşüm, oturuşum, konuşuşum,
Belli efendim, besbelli
Yaşamaktan soğumuşum.
*
Yaz yağmurları misali yıllarca
Yağmış durmuşum kendi içime.
Zaten dünya öyle dünya ki kim kime
Herkes kendi derdine anca,
Herkesin yüreği lime lime..
*
Halbuki hayatı sevmem gerekirdi.
Acımayı, sevmeyi oldukça bilirim
Zamanla bir iş tutmayı da öğrendi ellerim,
Hem hayatıma bir de Havva kızı girdi,
Ama gel gör ki bu kaderim..
*
İşte ben böyle bildiğin gibi,
N’apalım bizi bir kez mimlemiş kader
Her zaman böyle, yağmur bulutundan beter.
İşte böyle hilafsız, gözümün elifi
Her zaman bir romantik portreye benzer..
*
Ben zaten bu dünyada tek başınayım, hey..
Bir sevdalı gönül bütün varım
Eğer o da olmasa ne yaparım,
Kimbilir hey
Ne yaparım.. (Sayfa: 62)


AKŞAMÜSTÜ RÜYASI:
*
''- Gidin gemiler, gidin
Vardığınız yerlere selâm edin
Gün olur bütün kaygılardan uzak
Ben de gelirim..'' (Sayfa: 74)
*
BİTMEMİŞ ŞİİRLER VI:
*
''Sen kadınsın, en tatlı çağında,
Ben en sevdalı yaşında erkek.'' (Sayfa: 101)
*
SEVDA ÜSTÜNE:
*
''Bu şiirde sevda sevda üstüne
Senelerdir veda veda üstüne
Yareli yüreğimde dağ dağ üstüne
Vakit Nisan ortasında bir akşam.
Mehtap ettiğinden bîhaber
Kuşlarla, çiçeklerle, balıklarla beraber
İki tel kumral saç olsa avucumda şimdi
Ağlayıp ağlayıp avunsam..'' (Sayfa: 109)
*
DÜNYANIN EN GÜZEL ARABİSTANI
*
GEYİKLİ GECE


Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk
*
Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabanî uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak
*
Bir yandan toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Glâdyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut döğüşerek
Geyikli geceyi kurtardık
*
Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden
*
---"Geyikli gecenin arkası ağaç
---Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
---Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli
*
Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor
*
Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar ve teoriler ışıtamaz yanını yöresini
Örneğin Manastır'da oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında
*
Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mi diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı ayrı olduğumuzdandı
*
Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk
*
---"Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
---İmdat ateşleri gibi ürkek telâşlı
---Sultan hançerleri gibi ayışığında
---Bir yanında üstüste üstüste kayalar
---Öbür yanında ben"
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
---"Halbuki geyikli gece ormanda
---Keskin mavi ve hışırtılı
---Geyikli geceye geçiyorum"
*
Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum. (Sayfa: 113-115)
*
TEL CAMBAZININ TEL ÜSTÜNDEKİ DURUMUNU ANLATIR ŞİİRDİR


Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Tanrınız büyük âmenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
*
Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama ağaçlar şöyleymiş
Ama sokaklar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
*
Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırılpırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim dizboyu sulara
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle döğüşemem
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Ben tam dünyaya göre
Ben tam kendime göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız (Sayfa: 121)
*
GÖĞE BAKMA DURAĞI
*
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
*
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
*
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Suların ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım (Sayfa: 135)
*
(BİR KANTAR MEMURU İÇİN) İNCİL:
*
''Ben yokum desem kimse bırakmıyor
Yokum diyorum inanmıyorlar
Yokum diyorum bulup çıkarıyorlar
Yokum'' (Sayfa: 152)
*
Yangın Toplantısı:
*
''Ben örneğin ben
Deli örümcekler gibi yalnızlığa vurgun
Yeni geceler kuruyorum
Pencereleri nasıl kapıyorum görseniz
Suları sürüyorum ekinleri düşünüyorum
Horasanla örülmüş surlarca heryerlerim sımsıkı
Ama bir yerden yine sızıyorlar
Bir şehir bir elbise çarşısı bir öbek çiçek bir başkasının isteği
Yine sızıyorlar
Çaresiz kuşanıyorum başkalarını''
*
''Ama onun yalnızlığı başka ürkütücü
Midyeler gibi kapanıyor mutluluğa ister istemez.'' (Sayfa: 158)
*
''Dağ başı yalnızlığı değil su kenarı yalnızlığı değil bir şehir yalnızlığı, boşluğu, ancak istekle takılan gerdanlıklar gibi boyunda göğüste pırıl pırıl, bizi yiyen geliş gidişlere sokak gecelerine kötü aşklara karşı kuşanılmış bir yalnızlık, yeniden doğurganlığımızı hazırlayan hatırlatan kırgın belki ama gitgide bizi hem kendimize hem insanlara iteleyen bir yalnızlık'' (Sayfa: 159)
*
Ara Parça
*
Kalkın davranın doğrulun
Bu boş oda birazdan dolacak
İnsanca yaşaması insanın
En güzel kalıtı atadan oğulun
İstekli ellerin avuçların
Verilen sıcaklığı araması
İlk canlıdan süregelen bu gerdek
Biz uygun gördük siz de kınamayın
Kolların bacakların istekle sarması
Vakit yok birazdan hepinize
O önüne durulmaz gece olacak
Sevmek bir bütün nereden baksan
Ne ayıp ne günah ne uygunsuz
Kolların da ağzın da yüreğe katılması
Tersi yarım tersi yalan tersi yapma
O umulmaz buğuyu yaratıyor
Sevginin soydan soya sürmesini
Bir küçük tohumda iletilen aşk
Saçların birbirine karışması
Biz o susturulan ağzı kişilerin
Gizliden güvendiğiniz düzensizlik
Nasıl belli bize hak verdiğiniz
Ne güzel eğik alınlarınızın
İnandığınız kuşkularla buruşması
Kalkın davranın doğrulun
Vakit yok birazdan her yerde
O önünde durulmaz gece olacak (Sayfa: 167)
*
TÜTÜNLER ISLAK
*
Yakıntısı:
*
''Ey bilene bilene tükenen bıçak.!
Bir şeyler yap,
Eskimeden gökyüzünün kutlu maviliği..'' (Sayfa: 210)
*
BİR BARBAR KENDİN TARTAR
BİR BARBAR AŞAĞLARDA,


EY Sussam.! EY KARANLIK.! EY Borçlarını Ödemeyenler.!
sen o ses misin en aşağılardan gelen.!
karıştırın bütün otları o aşağlarda
yıkın benim güvenimi,
soğuk bir at olsun seslendiğim ses, yıkın.!
*
ben koşarım aşağlara, koşarım
yıkanacak boğulacak su bulsam..
*
Ey Her şey.! EY Beni Gülünç Eden Bitki Sapları.!
Sessiz katlanmalarıyla.. İçimde ölmüş çocukları sallayan
vazgeçilmez uğursuz şarkının salıncağı.!
Ben durmadan en utandırıcı şeyleri hatırlasam
nasıl camsı gürültülerle olacak her şey,
ve sularla,
ve nasıl artık arınamaz kirlenmiş olurum o zaman, yıkın.!
*
ben koşarım aşağlara, koşarım
yıkanacak boğulacak su bulsam
*
EY Bütün Kadınlar Uzak.! Güneşi övmüyorum. Ve
kanım ne güzel akıyor.. ıslak taşlıklarda. Sanki her şey,
sanki her şey.! katıyürekli kârcıların, yani büyük
tecimenlerin
uzaklardan getirip sunduğu kanlı pahalı bir tabak..
Ey Yanan Bir Şey,
yanan ve içilen bir şey,
karanlıktı kanım bir şey,
güneşe baş kaldırmıştı kanım (...) sanarak.
Ben artık büyük kıyıları boylasam.
*
ben koşarım aşağlara, koşarım
yıkanacak boğulacak su bulsam..
*
Ey Kimse Yok.! Ey Bir Mavinin Unutulmasından
Arta Kalan.!
EY Sen Var Mısın.?
EY Olma.!
Ah, yağmur başlayacak
Ah, yağmur başlayacak
Ah, yağmur başlayacak
Ah, yağmur başlayacak
Ah, yağmur başlayacak
Ah, yağmur başlayacak
Ah, yağmur başlayacak,
*
gece olsa da sussam..
*
ben koşarım aşağlara, koşarım
yıkanacak boğulacak su bulsam..
*
Ey Sür Atlarını Bacaklarımdan Bağlayıp Karışık ölümsıkıntııslakgülünçlüğü renkleri camların.! Bir göl bulacağız sonunda
develerin suyunu içip tuzunu bıraktığı,
kirli ayakparmak aralarını yıkadığı cünüp adamların, burunları kıllı..
Benim kanım gülünç ve kahraman lekeler bırakacak
öbürkülerin yanında,
camlar nasıl olsa kırılacak
sonra yatacağı geceye gidecek herkes
*
ben ne yapsam ne yapsam ne yapsam..
*
Senden Haber Ver, Ey Yaralı Kahraman Atlar.! Ey Büyütüp Yaralarını Yalayan Atlar.! Otoburlukla kana karışmayan atlar.!
arabanızı çekiyordunuz,
aygırlarınızı iştahla uyandıran kalçalarınızda büyük yaralar..
Kuyulara eğiliyoruz, ve büyük övgüsünü yapıyoruz küçük yıkıntısının soğuk ışıklı kulüplerin, ve kara küplerin ve etekleri kısa, koltukları tüylü kadınların ve kötü dükkânlar
karanlığının..
*
eğilmiş çiçek toplayan bir çocuk bulsam..
*
ben koşarım aşağlara, koşarım
yıkanacak boğulacak su bulsam.. (Sayfa: 214-216)
*
HER PAZARTESİ (62-67 MNOTLARI)
*
SON ÜÇÜ BEŞ


''Son çamaşırları ipten aldılar,
çorapları ve patikleri ipten aldılar.
Nasıl olsun.? Onlara göre değil.
Bu böyle bir karanlık -iyi. Her şey ölü.!
Gibi.
Çizmelerin ve pudraların düşkün göründüğü
ve ay-altında alım satımın.
Üstelik,
Çocukların bile diabetis mellitüs'ten
öldüğü.
Ey yaşlı kararsızlık, anla tenhalığını,
korkunç sessizlik,
ve işte son akşam saati
yıldızlara geç kalmış olmanın.''
*
Hepsi geldi - yerlerini aldılar - memesini tutan bir kadın-
çocuksuzluğunu ve memesizliğini tutan bir kadın
çocuklarını andı ansızın - başkaları katlanır metrelerini cepleri-
ne koydular - ölçtüler biçtiler- öyle koydular- gök onlardan-
dı - Toplantı üçe kadar sürdü - yani üçe kadar toplandılar-
belki de üçü geçiyordu - ama onlar üçe kadar sandılar-
Karşılıklı olmak yoktu - karşılıklı değildiler- tek-
ya olmak ya olmamak - yoktular- yok gibi vardılar-
Artık su geçmişti - (bir anı sanılan su) yapılar
bitmişti - Ah, çirkin sonuç
olağan ve çirkin akustik yetersizlik -ve son akşam saati-
hurmaları, uzun ovaları -uzun ovaları- her şeyin bugüne olduğu-
kır resimlerini -Yalnız Pan- andılar-ve-
ölülerini -sonra Akdeniz- bütün bir şey- sonra bir deniz- sonra-
ve - gömecek olduklarını andılar-
*
(Kıyılardan gelen gelin, ne güzelsin.!
Ne güzel bir alayın var ardında. Ne güzelsin.!
Gelişin, o sonsuz biçim.! Seni övmeli.! Yaşadığımızsın,
gizlice..
Göklere, dumanlara, sertliklere karşı, seni övmeli.!
Mutlu gemilerin son akşamı, son dirlik.!
Son belli belirsiz umutsuzluğu yaralı kalplerimizin..)
Son bayrak - Hurmaları- ölülerini ve gömecek olduklarını andılar-
Oturum üçte bitti -yani tam üç'e kadar toplandılar-
Ah, yaralı kalpler-
-belki de üç'ü beş geçiyordu -ama-
onlar üç'e kadar sandılar-
*
''Birden. Çamaşırları ütülemediler, buruşuk.
Artık nehirler mi kapandı.. Ne yazık.!
Sahi,
bir resimden. Artık. Mutluluğun ayıp göründüğü
birden geçip yiten son eski zaman.
Son akşam saati. Son buğu. Her şey
ölü. Öfkenin sonsuz bir anlam gibi
göründüğü. Çocukların bile öldüğü..
Son.''
*
Oturum nehirlerden konuşularak bitti -üçte- evet- belki-
üçü beş geçe -belki üçü beş geçe-
radyolar yazmadı -gazeteler söylemedi-
evlerde - üçte - kalktılar-
zaten ayaktaydılar -oturum sözgelimi-
söz istemediler - evliliklerini yaşadılar sadece.
(Ah, kolkola gece saatleri, daha ileri saatler,
saatleri o vakte kurmalar. Her şey ne kolayken
pazar gömlekleri kolalıyken,
arada bir, birbirine anlamlı dirsek vurmalar
öldüğümüzü, çocuksuzluğumuzu bir hatırlamasalar..
*
Nehirler,
kapanınca saat kaç.? Üçü beş.!
Bu son muydu.? Üç'ü beş.? Ne yazık üç'ü beşe..
Bir daha yok mu üç'ü beş.?
Demek, bu, son üç'ü beş.!
-Senin salatanı seviyorum sevgilim,
geceni de,
Demek bu son üç'ü beş.? Geç kalmayalım, çabuk
olalım.!)
Ne yaptılar.? Ah sonsuz sonuçsuzluk -yaşlı kararsızlık-
ne yaptılar - ne yapardılar-
Oturum üçte bitti -Belki üç'ü beş geçe -Ne-
oturdular-
söz istemediler -yakındılar -inandılar-
*
''Sakin akşam kimi olsa götürürdü
bir yüzün,
bir diri hüznün ağır ağır öldürüldüğü
kimin öldürüldüğü.
Son akşam saati. Bitmez sevecenlik.
Yıkanmış çamaşırları giydiler
giydiler.
kadehler ve çatal -bıçaklar, kunduralar ve
bir şeyin sadece kendi anlamında görüldüğü..''
*
Gece geldi -gelmişti- sevindiler -oturum bitti -bitmişti-
söz istemediler -söylemişlerdi çünkü,
Kim.?
(Sen ne iyisin, dediler.
o kadar dediler.) (Sayfa: 237-239)
*
(AHD-İ ATİK) göç:
*
uzakta. Kimsenin ölmediği o yerde
Uzakta. Hayvanat Bahçesinde
doğurur kendine aykırı fil
yıkanmaya su dağıtılırdı, herkes,
kendi akşamını çıkarırdı karanlıktan.
*
Kargış, o güzel bitki, ona tapardık.!
Kalabalık ölülere, dirilere bölünürdü
Uzakta. Çok kesilen kağıtlar ülkesinde..
*
sular o yanlış kökleri çürütürdü.
*
ve kimsenin hiç görmediği yerde
onun bir kan tadı idi sesinde
benzin ve banka dağıtılırdı, herkes,
göçen, yerleşen bir şey değil
herkes kaçışandı yalnızlıktan
Kadınlar erkeklerle idi, yalnızlıktan
herkes herkesle idi yalnızlıktan..
*
Kargış, o güzel bitki.!
*
ve sonra duvarları dibinde ölünürdü.
Ölüm idi kolayca yenen kişiyi,
uzakta. Hayvanat Bahçesinde.
bir çocuk, bir öyküde, bir düşü yürütürdü. (Sayfa: 247)
*
ATLARI SEVEN ÇOCUK:
*
''..''Siz bize hiç inanmadınız ki, hiç inanmadınız ki, hiç
Oysa bir aktır karaya dönen, oysa çocuklar daha lirique'dir
Shakespeare'den. Sonra,
Makedonya falanjistlerinden daha kahraman.'' (Sayfa: 253)
*
KADIRGA
*
Kendisi
*
Bir şafak artığı gibi sanki yoktu. Kullanılırdı.
İçkisi ve eti kötüydü, Tanrı
Çabuk kocaltırdı kadınını.. (Sayfa: 255)
*
tükenmez kafiyenin kazandırdığı:
*
''Karanlık yaşıyor bizi, belki biraz korkuyorum, benim
her şeyim biraz su içer gibi öyle kolay, biraz da
işer gibi, sonsuzluğa.
Halbuki ben sonluluğa.'' (Sayfa: 262)
*
''Deniz uzar şimdi mavi haritalarda, uzamalıdır.
Oysa ne gereği var ölümden konuşmamanın, biraz
Böylece biraz daha yoğun yaşar olmanın, biraz
kafiyeli. Ne var.?
Sadece korkuyorum biraz, yani korkağıyım
Bir güzel sonuca uygun olmanın..'' (Sayfa: 263)
*
FREDERICO GARCİA LORCA İÇİN ÜÇ ŞİİR


Sessiz akan sulara gazel
*
Ah işte her şey orda..
Ben severim omuzlarımı bir gün
Sırmaları, apoletleri olmasa da.
*
Ben severim omuzlarımı bir gün
Göçen bir maden direğinin altında
*
Su akar kendir tarlalarından
Ah her şeyim..
Ben severim omuzlarımı bir gün
Savaşta, bir başka omuzun yanıbaşında
Yatakta bir ince omuzun yanıbaşında
*
Yol uzun, hava sıcak
Kırbaçlarım atımı varırım Kurtuba'ya..
*
İndiğini görürsem bir gün sığırcıkların
ve sürüler halinde, ovaya
İnsanların dünyayı bölüştüklerini hatırlarım
Bir daha..
*
Sevişirim ölürüm, savaşırım ölürüm
Doldururum çantama kara ekmek ve peynir
Varırım Kurtuba'ya..
*
saat beşte akşamleyin
*
Ah ellerim ve kalbim
Her şey orada kaldı.
Keçeler keçeler ve portakallar
Kireç döktüler yere. Kara gözlüm, kalbim,
Halkımın fakir akşamlarıdır, biliyorum
Kanlı bir mendil diye bağlanan gözlerime
Kireç döktüler yere,
Bir duvarın dibinde
Bir deppoy'un önünde
Kiraz ağaçlarına ve sığırcıklara karşı..
..................................
Bir halkın gösterişsiz, sessiz cömertliğinde
Ölüm nasıl söylenirse öyle
İspanyol dilinde
ve her dilde..
*
obras
completas
*
Artık kat'iyen biliyoruz;
Halk adına dökülen kan
Sapı güldalı güzelliğinde bir bıçaktır.
Dişlerin arasında..
İspanya'da
ve her yerde.. (Sayfa: 301-302)
*
(tomris'e ağıt):


''Beni bir yanlışlık bağlar rıhtıma
Birisi olmasa ben ne olurum'' (Sayfa: 318)
*
HER İKİ ADIMDA BİR UYGUNSUZLUĞUNU (YALNIZLIĞINI) ALGILAYAN BİRİSİNE GAZEL:
*
''Ben neyim varsa taşırım neyim varsa taşırım
Bir marangoz gibi kulağımın arkasında
Ah benim güzel cahilliğim
Ağaçlar enikonu bir silâh olmadıkça
*
Belki bir kuruntudur yaralayan kalbimi
Her insan bir uyumsuzluktur ölü olmadıkça'' (Sayfa: 329)
*
DİVAN
*
münacat:
*
''seni bağışlamam çünkü ben büyük bir dirim taşırım
çünkü ben ey derim ve severim ey demeyi bilenleri
*
biz bir aşk nedir biliriz seninle, biz biliriz
ey kim varsa orda o tek olanın adına çekin kürekleri'' (Sayfa: 344)
*
iyimser bir sonuç'a
*
ben bir gün giderim ki neyim kalır
eksik bıraktığım her şeyim kalır
*
yaz günü kim ister ki öldüğünü
eksik bıraktığım her şeyim kalır
*
yaşamam bir beyazlık gibi sanki
eksik bıraktığım her şeyim kalır
*
genişlerim dağılırım beyazım
ben bir gün giderim ki neyim kalır
*
ben bir gün giderim ki ey diri at
elbette benim de bir şeyim kalır (Sayfa: 350)
*
karışık saatler'e:
*
''adın bir güzelliğe yakışır elbet yakışır
bir intiharda mı, bir şiirde mi bilmiyorum'' (Sayfa: 353)
*
sonsuz biçim'e:
*
''oysa son provasını yapıyoruz bir büyük destanın
sonsuz bir biçim olacak herkes katılınca'' (Sayfa: 356)
*
su yorumcuları'na I:
*
''bir sürekli kaşınmadır yaşadığım
törelere ve alışkanlığa karşı'' (Sayfa: 357)
*
bağırma'ya:
*
suyun çekirdeği nedir elbet yine bir sudur
insanın gözü ve gözyaşı engine bir sudur
*
bağırdık neler beslenmedi ki sesimizden
ki bizim böyle bağırmamız yangına bir sudur
*
gül aldı geldi hazdan yelpazesini tavşan ürktü
bağırdık ama bağırmamız tavşan yüreğine bir sudur
*
bağırdık sokak ve kır kesimleri kulak verdiler
bağırmamız çünkü bir herifin tüfeğine bir sudur
*
bunca yıl karşılaştık ama yetmedi demek bize
çünkü sandık ki herkes kendine bir sudur
*
eşikleri öğrendik sonra aştık koskoca yapıları
bağırmamız bir karşı koymanın çeliğine bir sudur
*
hoşgeldin başlangıçsız dönem yakıştın kendine
şu bizim bağırmamız senin dengi dengine bir sudur (Sayfa: 361)
*
baharı bekleyen'e:
*
''şu. hiç kimse durmazsa her şey yürür, bu aşk demektir
her şey kullanılmazsa dirim bir ihanettir ölüme'' (Sayfa: 366)
*
beklemiş bir paket cıgaranın son umudu'na:
*
''bir çiçek bahçesinin elinden tutarız biz, biz olmazsak kim ne
kim pundunu bulup paralara kötü pazarlıklara böyle sövecek
*
ey eski camekân ey diri çiçek
biz olmasak şunlara bunlara kim sövecek'' (Sayfa: 371)
*
salihat-ı nisvandan saffet hanımefendi'ye:
*
''herkes ne zaman ölür elbet gülünün solduğu akşam'' (Sayfa: 388)
*
anneler kaçar gibidir:
*
''saçlarımı hep kestim tutacak kadar kalmasın dedim
çünkü bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur'' (Sayfa: 390)
*
çokluk senindir:
*
''ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir'' (Sayfa: 396)
*
gemi, gemi:
*
''- bir çocuk neden korkar, yaşayamamaktan
bir kadın çocuğunun başını kaşıyamamaktan'' (Sayfa: 397)
*
TOPLANDILAR (70-73 NOTLARI)
*
BİR YILIN EN SOĞ UK AKŞAMINDA AŞK ÖVGÜSÜ:
*
''hem insan ne kadar taşıyabilir şuncacık yüreğinde
bunca gemiler bunca tirenler bunca gazeteler
oradan oraya taşırken en kötü haberleri.'' (Sayfa: 410)
*
KAVŞAKTA:
*
''ilâç milâç bok püsür
şuramda bir şeyler var
sahiden bir şeyler var
haykırmadan anlatamam.'' (Sayfa: 418)
*
ACININ TARİHİ:
*
''ben şimdi diyorum ki
buna inanmak gerek
bir susam gibi boyuna sulamak umutsuzluğu
ve direnmek
hep direnmek devam etmek adına
*
diyorum ki acılığı eksilmesin ağzımızdan
boyuna tükürmek için
boyuna'' (Sayfa: 426)
*
HAYRİ BEY



Bre ağalar bre beyler paşalar
Şöyle dağlar kimlerin dağlarıdır
Ölenler ulu Tanrının kulları
Kalanlar bu dünyanın sağlarıdır
*
hey hayri bey hayri bey
bir gelin aldın soylu bir evden
elinde gül gölgesinden mendili
sandığında sedefli nalını
su içerken görkemli
ayışığında ince
ve soğuk pencerelere dayamış alnını
senin suyun işkodra'da falan ısındı
varsın artık selânikte soğusun
sen ki salıpazarlı bir kerimin oğlusun
*
''hatırla hayri bey hep
hep yalnız kaldığımız.
bu dünya kimin olsa bizim
değildir. uzaktır bize.
bizim olmadıkça tepeden tırnağa.''
*
hey hayri bey hayri bey
bir elinde dikiş iğnesi öbür eli acemi
alıp götürdüler bir dalgınlığa
bir dalgınlığa o güzel gülü
büyük anısını yaşıyamadan
dünyaya utkuyla geldiği günün
davul sesleri tiren sesleri top sesleri
kocamustâpaşa'da şurda burda
arnavut çalımınla bir kuşağın sonusun
*
''oradan oraya taşınan kanları hatırla, kılıçları.
hatırla yemen'leri, içkileri veresiye aldığımızı
hatırla. hatırla hep en son gidenleri. kimin nesiydi
götürdüğün. taşıyıp getirdiğin kime. bir
bayram gecesinde lime lime. üniformanda sıcak,
pera'da buz gibi, tabancanla. ve soğuk ikliminde
aşksızlığın, sana bir tarih gibi geldiğini
hayri bey.''
*
hey hayri bey hayri bey aslında
yüreğin akıntıda bir balık gibi diri
uzar durur bir yemin gibi karanlıkta
bıyığının çekiştirdiğin her teli
serin mart geceleri nemli koğuşlarda
avanos testileri gibi terler durursun
*
hey hayri bey hayri bey
sen bu gidişle harbiyeden kovulursun
ya da bir gün bir miralay olursun
korursun ara sokakları ahşap evleri
yıldızlar ağır ağır gelirken geceleri
ay gibi taptaze atlarla uzaktan
ve dağlar ve mavzerler ve kurşunlar
hey hayri bey hayri bey
bir eli kurşundan hızlı
öbürü daha yavaş
bak şu utkulu savaşların ettiğine
kaçınırsan ettiğini bulursun
*
Bre ağalar bre beyler paşalar
Yağız atlar kıraç yeri eşeler
Vuruşmaya gel gel eder köşeler
Durmak değil dövüşmek çağlarıdır
*
hey hayri bey hayri bey
osmanlıda kolağası hayri bey
ayışığında kırbıyıklı güneşlerde deli
eli her silâha yatkın ayakları çizmeli
hey hayri bey hayri bey
hey gözleri yaradılıştan sürmeli
tophane karakolunda isyandan maznun
seni bir de elâziz'de filân görmeli
*
''iklim bozuldu, yenilendi belki. akşamın vakti erken
tiren iki günde geliyor van'dan. sular
hemen ısınıyor. soğuk artık ayışığında daha görkemli.
her şey biliniyor ve hiçbir şey kalmadı hatırlanmayan
hayri bey. gemileri kıyıya çektik hayri bey,
susuzları sulamadık hayri bey. meşrutiyet rakısı
ve hareket ordusu hayri bey. uzun bir gerinmenin
gözyaşartan sonrası hayri bey.
veliaht prens reşat. sadrazam prens halim.
hayri bey, bir karanlık
bir karanlık.
aldığım bir avuç deniz suyu bir boğucu göl oluyor
elimde. sanki kimsesizim.''
*
hey hayri bey hayri bey
tabancan fransız çıplağı
bıyığın alman
esnafın biraz selçuk biraz ermeni
tüccarın galatadan camilerin mahyalı
kalk hayri bey hayri bey
seslendir bir yerinden bu suskun ormanı.
*
Bre ağalar bre beyler paşalar
Su üstünde yüzüp durur şişeler
Bu durgunluk yazımızı kışeyler
Bu buğular öfke buğularıdır
*
hey hayri bey hayri bey
bir eli bomboş, birinde dikiş iğnesi
kendisi hep kendisi, değişen güveyisi
solgunluk ve hatırlanmayan bir şey
artık hatırlanmayan
sonu çok değiştirilmiş bir masal gibi
bütün bunların en iyisi
ben bu gece ölürüm
gider yastığımı bulurum.
*
''biliyorum her şeyi birlikte gördük, yaşadık.
hürriyet delisiyle tütün rejisi. eşkıya
denenleri dağda ve şehirde. sonraları şehirde.
uzun boylu adamların atlara binişi. sonraları
senin bir elinde zeynelabidin'in cümbüşü.
bir elinde sabah kahvesi. kendine biraz aykırı
ama çok çok kırmızı. ovalardan getirilen bitkilerden
sulardan damıtılan.
içine akışını bilmediğin bir katı sızı
ipek yüklü bir kervanın dağlı moğolların
eline düştüğünde, keçi saçlı moğolların,
duyduğun öfke. hayri bey
ve durmadan hepyek gelmesi bir zarın.''
*
hey hayri bey hayri bey
artık ne olursa bu gece olur
sinekler siner
solgunluk allığını bulur
bütün bunlar olmazsa ne olur
en iyisi ben bu gece ölürüm
hey hayri bey hayri bey
bu gece mutlaka ay tutulur
bu gece mutlaka ay tutulur
ben bu gece ölürüm
ben bu gece ölürsem hayri bey
senin gibi ölürsem
ölünce seninle yaşıt olurum
*
''hatırla her zaman yalnız kaldığımızı.
bir gemi kalksın, senin uysal
başkaldırmanı götürsün. draç'tan beyrut'a
bir gemi navlunsuz götürsün.
anılman her zaman bir sızı olsun uzakta.
çok uzakta. tabancalı hayri bey
çok uzakta.
hep yalnız kaldığımızı.''
*
Bre ağalar bre beyler paşalar
Sizin mi hep bu sevinçler neşeler
Bir gün olur kırılırsa şişeler
Dağlar bildik celâlî dağlarıdır (Sayfa: 441-445)
*
ELLİ İKİ HANE


su gelir çiçeklenir
yazmalar çarşılanır
türküyle karşılanır
bizim orda kaysılar
oy farfara farfara
su verin çayırlara
*
ay durur menziliyle
herkese ak yüzüyle
sen aysan açık davran
ya ondan ya bizimle
*
oy farfara farfara
ateş düşer çarşılara
*
ve bir gün şunu buldum
aşka benzer neşesi
yalnızdım çok yalnızdım
aşk başka mavi başka
*
oy farfara farfara
herkes düştü yollara
*
ve karpuzlar ve bostan
kırk gün yaşanan destan
su da önemli ama
ateştir benim ustam
*
oy farfara farfara
ateşli silahlara
*
ben seni kaç yıl sevdim
aya kattım ve sevdim
yalnızdım çok yalnızdım
ay başka mavi başka
*
oy farfara farfara
öldüm yalvara yalvara
*
oy farfara farfara
ateş düştü şalvara
hadin ağalar dedim
hadin herkesler dedim
öldüm yalvara yalvara
öldüm yalvara yalvara
öldüm yalvara yalvara (Sayfa: 447-448)
*
AÇLIK ÇOĞUNLUKTADIR
*
gülü çiğdemi filân bırak
sardunyayı karidesi filân bırak
acıyı ve ölümleri bırak
oy pusulalarını ve seçimleri bırak
evet
seçimleri özellikle bırak
çünkü açlık çoğunluktadır
*
her kişinin ukalâ ömrü
yeter sanılır çiçeklenmeye
ve dünyanın karanlığından
bir aşk bahanesiyle kurtulmaya
kaçıp giden baharların anısı
elden ele devredilen bir gençlik duygusu
laleler sümbüller bütün öbür boklar püsürler
hakkım var mıdır bunları söylemeye
-vardır
güneş doğarken ve batarken
yazdan kışa girerken ve kıştan çıkarken
ve dağda ve kırda
hakkım vardır-
çünkü en azından dünyadan
dölsüz katırlar geçer
yüklü vagonlar geçer
demir yüklü şilepler geçer
yedenleri işletenleri ve tayfalarıyla
ve onların karıları ve çocuklarıyla
ve bilinmez sanılır geleceği
bir demiryolu makasçısının
oysa kesinlikle yazılmıştır
her sevgi kitabında
asıl olan açlıktır
çoğunluktadır
*
sevişmek o yüzden gereklidir
evet açlık, yok olsun bütün incelikler
mendiliniz var mı, kabak ograten
bof strogonof mantar fileminyon
güneş görmemiş midye
midye görmemiş güneş
ve soygun halindeki otel malzemeleri
ve altın arayıcılar
ve istedikleri yerlerde
yüksek graviteli petrol bulanlar
hem thames kıyısında
hem mekong deltasında
bir kalça fotoğrafına bunlarla birlikte bakanlar
çoğunlukta değildir
açlık çoğunluktadır
*
artık her şeyi yaşadık
ve birlikte düşündük
ve düşündük ki her şey cehennem
bir bakışta
ve cehennem
başarılmamış bir savaştır
dünyanın ortasında kullanılmamış bir su
cehennem, insanın kendi ciğeri
at sırtında taşınan ölü
kundağa girmeyen bebe
karanlıklarda açan çiçeklerin
bir insanın ölümüne dönüşü
bir insan ölümü olmaya
çünkü açlık çoğunluktadır
*
-işte o zaman diyorum ki-
gelişin şen olsun senin
her şey esirgesin seni
çünkü açlık çoğunluktadır
ve ezecektir gücüyle dünyayı
-ikimize bir aşk elbette yetmez
türlü şeylerin savunulduğu-
diriliğe eşitliğe tokluğa
artık ayıp olan tokluğa
çünkü açlık çoğunluktadır
Açlık. (Sayfa: 463-465)
*
BİR ŞEYLE MUKAYYETİZ SERBEST DEĞİLİZ EFENDİM:
*
''şaştım, senin hançerin bu kadar mıydı
vurmadı yüreğime'' (Sayfa: 470)
*
FERİDE'YE NİNNİ
*
feridenin simidini aldılar
ninni de feridem ninni
feridemi gül dalında buldular
ninni de feridem ninni
gül dalı nerde kalsın
bıraktığımız yerde
ninni feridem ninni
uyu feridem ninni
ölümden korkma ninni
*
kimin de hakkı var ninni
soldan sağa saymaya
ninni feridem ninni
uyu feridem ninni
sokaklar orman gibi
uyu güzelim ninni
kimin hakkı var ninni
ninni feridem ninni
bir kasket ormanı ninni
trampet borazan ninni
yirmiüç nisanlarda bunları aldatmaya
ninni bebeğim ninni
ölümden korkma e mi
*
elinde naylon torba
Vakko markalı, ninni
üstelik de taburda
nesi var torbasında:
okuma kitabıyla değişmez fakirliği
ninni de feridem ninni
ölümden korkma ninni
ben ölüyüm feridem
benden mi korkarsın, ninni
eski ağabeyinden ninni
evet de feridem ninni
*
sokakta kalma diye
horlanma diye ninni
ölüp gitmez mi bir ağabey
ninni feridem ninni (Sayfa: 477-478)
*
KAYAYI DELEN İNCİR
*
YAPI


H. Turgut Uyar'a
*
bir çocuk -adı Hayri'ydi onun
bir çocuk için hayli büyük bir ad
ama büyüyecekti nasılsa
severdi adını ayrıca
-görmediği dedesinin adıymış-
Hayri çocuk
bir apartmanın yapılışını izliyordu
evlerinin karşısındaki arsayı iyice
kazdılar önce
bir sürü adamlar gelip
bir kamyonun üstünde
sarı bir kamyonun
sonra kocaman bir araç getirdiler
kazmaya adamların gücü yetmeyince
bir adam ölçtü biçti güzelim arsayı
bir başkası imli bir sırık tutuyordu elinde
birden aklına geldi Hayri'nin
bir atın artık acıkmış olabileceği
örneğin
geçen yaz yağmurlarının yağdığı dönemde
Kınalar köyünde gördüğü ıslanmış atın
derisinden buğular çıkan atın
-bir keresinde kendi de
yağmurda ıslanıp çok acıkmıştı
birinde de annesiyle babası
uzak bir yere gittiklerinde
ama ne kadar uzak kimbilir
ama sonra ne sevinmişti
akşam olmadan döndüklerinde
babaannesini hatırlamıştı o zaman
hiç görmediği babaannesini
ama yine de çok sevinirdi
ondan söz edilince-
*
hemen evine koştu Hayri
atın acıkmasını düşleyip
kendi açlığını duydu belki
kendi vücudunun ülkesinde
tıpkı atın acıktığı gibi
*
ertesi gün bahardı
yani her yerde kirazlar vardı
Hayri uyup kendi vaktinin ölçeğine
geçti arsanın karşısına yine
arsa oyulmuştu -ya da kazılmıştı-
kazılan yerlere uzun demirler atılmıştı
bir kişi kaldıramayınca bir demiri
onun yardımına koşuyordu öbürü
sonra üçü beşi derken hepsi
yeniyorlardı demiri
demir ve toprak yenildikçe
pazularının sertliğini duyuyordu Hayri
geçmişte yaşadığı bir gün gibi farkediyordu ama
pazular tek tek değil
hep birlikte ve hepsi
çileğin çilleri
bileycinin kıvılcımları
kuşların kış sıcaklığı gibi
bir gün annesinin dedesi de
böyle şeyler duymuştu belki
biraz uykuya benzeyen
kiraz tadında bir şey sanki.
*
biraz uzundu galiba
biraz zordu
sahipli ağaçlara benziyordu
buğusu ve her şeyi kendine bağlı
iki adam ellerinde teskereyle
-babasından öğrenmişti teskereyi
askerlik tezkeresi değil
inşaat teskeresi elbet-
karılmış harcı taşıyorlardı yukarı
tam bu sırada suların aktığını
bir çocuğun dondurma yediğini düşlüyordu Hayri
her şeyin en tazesi dururken içinde
*
ertesi gün yazdı
artık ne demeli
Hayri duramazdı
bir adamın sendelediğini görünce
koştu
teskerenin koluna yapıştı
sağ kolunda pazusu olanca güçlü
sol kolu onu geçme çabasında
katıldı
katılmanın sevincine ulaştı
sonra birden
eski evler ve eski çarşılar
bir daha eskidiler
*
pek abartma olmasın ama
Hayri akşama kadar çalıştı
asılsız bir hüzündü vardığı
varlığı
varla yok arasında
kiremit gibi bir duygu turuncu
kiremit taşıdı kum taşıdı
yoruldu çocuk uykusunda
*
-simit ve balon
ağacında zeytin
babasının kaşları
kumla kireçle karıştı-
*
hiç de kötü sayılmazdı oysa
dünyada bir şeylerin birbirine benzerliği
örneğin sendeleyen adamın yerini
bir başkasının hemen alıverdiği
sular da benzerlerdi birbirlerine
bazan ağaçlar da
*
bütün halılardaki güzelliği
bütün örgülerdeki güzelliği
uykusunda gördüğü bir çiçekle
farkediverdi birdenbire
*
-bu çiçek yarın açacak
koskoca bir tarih olacak
koskoca bir yatak
koskoca bir halı-
*
Hayri o halıda yuvarlandı durdu
-annesi uyandırmasa ne olurdu-
dördüncü kat bitti
adamlar -Hayri işçiler sözünü bilmiyor daha-
borular çıkardılar yukarı
sular kesildi
güneş çöktü
Hayri ansızın bir yunusu hatırladı
kendi derisi içinde terleyen
kendi derisine dar gelen
beşinci kata çıktı
beşinci kata çıktı
onikiye kadar saydı orda
doğruydu
gökyüzü dünya ve sokaklar
işte apaçıktı
*
tam
bilinen bir bilmece gibi
Hayri'nin önünden tirenler gemiler
elele çarçabuk hiç durmadan
hiç durmadan
bir limon gibi kendiliğinden
bir elma gibi tatlanarak
bütün elmalar gibi tatlanarak elbirliğiyle
Hayri'nin önünden
ertesi gün kıştı
sevgiye bir güzellemeydi yıl
bitmişti
Hayri yapıya baktı.
tek başına ama
sevgilerle yüklü:
kapılar ve pencereler takıldı
sıvalar ve boyalar yapıldı
yıldızlar ve bulutlar da takıldı
gün bir sevinç olarak bitti
Hayri de sevinçle )titredi derinden
anladı
bu yapıda
onu yapanlar
oturacaktı (Sayfa: 535-539)
*
Acıyor
*
Mutsuzluktan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
sevgim acıyor
*
Biz giz dolu bir şey yaşadık
Onlar da orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak
*
En başta mutsuzluk elbet
Kasaba meyhanesi gibi
Kahkahası gün ışığına vurup da
ötede beride yansımayan
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı firengi
Öbürünün bir kadından aldığı verem
Bütün işhanlarının tarihçesi
Bütün söz vermelerin tarihçesi
sevgim acıyor
*
Yazık sevgime diyor birisi
Güzel gözlü bir çocuğun bile
o kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar
*
Tavrım bir şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
Kış geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazan yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse
*
Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filan da gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar (Sayfa: 548-549)
*
ALINTILARLA
*
“insan en çok sabahları arar sevdiği kadını” 1
diyor birisi, katılıyorum o sabahlara
öğleler kaba yaşanır, kalındır
akşamüstleri ince hüzünlü
çiçekler alınıp verilebilir
sabahtır yalnızlık
nasıl sabah nasıl yalnızlık
ve şiirsel hiçbir yanı yok sanılır
var mıdır, vardır
vardır, ama çiçeklerle değil
kendi başına
zımpara taşı gibi acımasız
*
ne aklıma gelse bir bakıyorum unutmuşum
tren penceresinden bir tarla
eskiyip atılmış bir gömlek - hiç unutmam
*
“hiç unutmam hiç unutmam hiç unutmam” 2
diyor birisi, yineliyorum
hiç unutmam hiç unutmam hiç unutmam
çünkü hiç unutmam hiç unutmam hiç unutmayın
insan nasıl direnir başka
“hiç unutma”
*
bir zamanlar Kars’ta bir otel odasında
bir gezgin kokucunun bana verdiği
bir alüminyum şişeyi unutmuyorum
*
“ölümü geciktirmek sonsuzluğu kısaltmaz” 3
diyor birisi, evet ama
hayatı uzatır sanki
sanki ama ne adına
-hayatın kendisi adına
sonsuz bir törenle susuyorum
sonsuz dirim için, o sonsuz adama
*
sonra duyguya, ele benzer şeyler giriyor hayatıma
el midir duygu mudur
evet bazı kişiler kararsız ama
benim seçmediğim sanılır hayatımda
*
“el altından el ilânı dağıtıyor” 4
birisi, almıyorum allahaşkına
alamam, neden alamam
biliyorum hiçbir şey yapamam kendi başıma
biliyorum beni kendi başıma sanan birisi
durmadan hata yapıyor
serçeye kumruya öküze sormadan
*
insanın kendi seçtiği toprak
-doğrusu, toprağın kendi seçtiği insan-
dirimin geleceğini doğruluyor durmadan

“her şeyden biraz kalır” 5
diyor birileri, çoğulluk haklılıktır
kavanozda biraz kahve
kutuda biraz ekmek
insanda biraz acı
insanda biraz mutluluk
ama en geçerli söz
(1) numaranın söylediğidir
Türkiye’de ve Dünya’da 
*
1 - John Gordon Davies
2 - Metin Eloğlu
3 - Lucretius
4 -Turgut Uyar
5 - Bir İtalyan Atasözü 
(Sayfa: 572-573)
*
DÜN YOK MU
*
SONSUZ VE ÖBÜRÜ


en değerli vakitlerinizi bana ayırdınız
----------------------sağolunuz efendim
gökyüzünün sonsuz olduğunu bana öğrettiniz
----------------------öğrendim
yeryüzünün sonsuz olduğunu öğrettiniz
----------------------öğrendim
hayatın sonsuz olduğunu öğrettiniz
----------------------öğrendim
zamanın boyutlarının sonsuzluğunu
ve havanın bazan kuşa döndüğünü öğrettiniz
----------------------öğrendim efendim
ama sonsuz olmayan şeyleri öğretmediniz
----------------------efendim
baskının zulmun kıyımın açlığın
bir yerlere kıstırılıp kalmanın susturulmanın
aşk mutluluğunun ve eski hesapların
aritmetiğin bile
*
bunları bulmayı bana bıraktınız
----------------------size teşekkür ederim (Sayfa: 598)
*
Son Şiirler
*
SİZE OLMAYAN:
*
''sana olmayan özlem bir şeye benzemiyor'' (Sayfa: 630)
*
BAHARDA:
*
''evet önümüz bahardır biliyorum
leylâklar açacak biliyorum
kiraz da çıkacak yakında
iyi şeyler söylemek de gerek biliyorum
sevgilim güzelim birtanem biliyorum da
şimdilik beni bağışla.'' (Sayfa: 634)
*
DENİZ KENARINDA:
*
''Nasıl olur, bu koca yuvarlak ortasında
Ben kendi kendime, tek başıma, yapayalnız'' (Sayfa: 677)
*
Erkenci Ağıt
*
Bir adam balık tutuyordu
Sait Faik gördü
Bir kız adamakıllı güzeldi
Sait Faik gördü
Bir sokakta bir avuç güneş vardı
Sait Faik gördü
Bir güzel deniz yayılırdı
Sait Faik gördü
Yosma bulutlar vardı bilmezsiniz
Sait Faik gördü
Bir güzel yaşamak vardı bilmezsiniz
Sait Faik gördü
Şimdi sokaklar boş kaldı
Şimdi temiz defterler boş kaldı
Sait Faik öldü
Demek öldü. Öldü dediniz öyle mi
Sait Faik ölmüş anladınız mı
Sait Faik ölmüş anladınız mı
Ben anlamadım.
*
(Varlık, S. 408, Temmuz 1954, s. 9) (Sayfa: 684)
*
BİR AVCININ SON GÜNÜ:
*
''Giderayak boktan şarkılara dayanıyorum''
*
(Soyut, S. 82, Ağustos 1976, s. 20-21) (Sayfa: 717)

Feride Çiçekoğlu - Uçurtmayı Vurmasınlar


Arka Kapak:

*
Burnun büyüdü mü İnci.? Hani Pinokyo’nunki gibi.. Sen anlatmıştın, Pinokyo diye bir kukla varmış. Yalan söyleyince burnu uzuyormuş. Yalan söylersen senin de burnun büyür demiştin bana. Sen de yalan söyledin. "Seni bırakıp gitmem. Gidersem seni de götürmeye çalışırım." Hatırlıyor musun, böyle söz vermiştin. Ama "Hoşça kal,” bile demeden gitmişsin. Ben uyurken.
*
İlk basımı 1986 yılında yapılan Uçurtmayı Vurmasınlar, çağdaş Türk edebiyatına damgasını vurmuş romanlardan biri. Yalnızca okurun sürekli ilgisi nedeniyle değil, yalınlığı, içtenliği ve evrenselliğiyle de..
Feride Çiçekoğlu’nun, 12 Eylül karanlığını hapishanedeki bir çocuğun gözünden anlattığı romanı Uçurtmayı Vurmasınlar, beyazperdeye uyarlanmış ve yoğun bir ilgi görmüştü.
*
ÖNSÖZ
*
1984 yılının bir Haziran öğle sonrası, demir kapı beni dışarı kapayıp Barış'ın çığlıkları içeride kaldığında, gün olup onun sesinin bunca çok insana ulaşacağı hiç aklıma gelmemişti. Barış'la ilgili anıları kâğıda dökmeyi düşünmediğimden değil, kâğıda dökülü sözün okuma alışkanlığı olan sınırlı kişiye bile çoğu kez iletilmediğini sezmemden.
Uçurtmayı Vurmasınlar'ın 1986 yılında yapılan ilk basımı bu sezgiyi doğruladı. Öykü, bir rastlantılar dizisi sonucu 1989'da film olmasaydı, Barış alçakgönüllü bir kitabın sayfaları arasından mırıl mırıl konuşmayı sürdürecekti; taa ki kitabın ilk ve tek basımı kimbilir kaç yıl içinde tükenene
dek.
Beyazperde Barış'ın mırıl mırıl sesini yükseltiverince Uçurtmayı Vurmasınlar için yeni bir basıl şansı doğdu. Ak kâğıt üzerindeki kara yazılar herkese kendi düşlerini üretmenin ipucunu verdiklerinden midir nedir, resimlenmiş düşlerden daha renkli olabiliyorlar. Bir çocuğun gözlerinden, duvarları kendi düşlerinde sorgulama olanağını daha fazla okura sunabilmek, filmin armağanı. Kitabın bu nedenle beyazperdeye gönül borcu var.
Şimdi Barış'ın düşsel mektuplarını yeniden okuduğumda, onları da yer yer yüksek sesli buluyorum. Barış kimi şeyleri daha yumuşak söylerdi gibi geliyor. Ama, çocuklaşabilme yönünde ne kadar yol aldığımızı görmek için geçmişteki sözleri tanık bırakmak daha doğru galiba. O yüzden, beş yıl önce nasıl aktarmışsam, Barış'ın düşlerini öylece bıraktım. Böylesi daha içten geldi.
İçtenlik önemli, çünkü Barış da öyleydi.
*
FERİDE ÇİÇEKOĞLU
Ocak, 1990 (Sayfa: 9-10)
*
SUNU
*
Barış'ı tanıdığım yerde ne çiçekler vardı, ''ne de başı bulutlarda bir çınar.'' O gevrek sesiyle simitçi bile giremezdi oraya. Taş avluya yalnızca kuşlar konardı bazen.
Kuş kanadına binip çayırlara gitmeyi öğretti Barış bana. Düşle gerçek, onun o yarım sözcüklerinde öylesine iç içe geçerdi ki, dünyanın çirkinlikleri bir bulut gibi kayıp giderdi yarım göğümüzden. Taş avluda düşsel uçurtmaları uçurmayı işte öylece öğrendim Barış'tan.
Adını ne Barış yılını düşünerek koymuşlar, ne de savaşlar çıkmasın diye. Babasının sevdiği bir müzikçinin adıymış, yalnızca o yüzden.
Adının anlamı dünyayı kucaklasa, taşta büyümezdi Barış. Ama bunu ne anası bilirdi, ne de anası gibiler. Bilseler ''çocuklar şeker de yiyebilsinler'' diye gökyüzüne hasret çeken bizler, çayırlara yalnızca kuş kanadında uçmak zorunda kalmazdık belki.
Neden orada olduklarını bilenler de, bilmeyenler de Barış'ı sevdiler. Birbirlerini sevdikleri gibi. Bambaşka nedenlerle çiçeklerden uzak kalsalar bile çiçekleri sevdikleri gibi.
Barış da onları sevdi, hem de nasıl.! Her birini ayrı ayrı sevdi. Oradan çıkıp da artık başının üzerinde yıldız görebilenleri bile unutmadı. Mektuplar yolladı onlara.
Hiçbir zaman yerine varmayan, bazen kâğıda dökülmeyen ve hep demir kapılara takılan mektuplar.
Barış'ın kimi düş, kimi gerçek mektupları, gerçek adresine ulaşsın diye yazıldı bu kitapçık.
Adını taşıyan yılda hâlâ taşta büyüyen Barış'a bir armağan, hep yanıtsız kalan mektuplarına bir yanıt olsun diye.
Uçurtmayı Vurmasınlar, çocuklar uçurtma da uçurabilsinler diye..
*
FERİDE ÇİÇEKOĞLU
Şubat, 1986 (Sayfa: 11-12)
*
14 Temmuz:
*
''..''Nişanlın neden kafeste.?'' diye sordum. Halkını sevdiği içinmiş.
''Sen niye buradasın.?'' diye sordum Nevin'e.
O da halkını sevdiği için buradaymış. Ben büyüyünce halkımı hiç sevmeyeceğim. Halkını sevenler hep kafese giriyor.'' (Sayfa: 23)
*
21 Temmuz:
*
'Düşünmek ciddi bir işmiş. Hatta Nuran'ı düşündüğü için atmışlar buraya. Öyle söyledi.
''Yanına yatıp senle birlikte düşüneyim mi.?'' diye sordum.
Güldü o zaman. Büyüyünce beni de içeri atarlarmış, çok düşünürsem. Sahiden atarlar mı İnci.?'' (Sayfa: 25)
*
3 Mart:
*
''Geçen hafta Nevin'le odun taşıyorduk yine. Sordum ona, ''Senin de yüreğin çarpıyor mu.?'' diye.
Çarpıyormuş. Herkesinki çarparmış. Ama kimininki aydınlık olurmuş, kimininki karanlık. Dışarıdan hangisinin karanlık, hangisinin aydınlık olduğu nasıl anlaşılır İnci.? Nevin'e sordum:
''Dünyanın en zor işidir onu birbirinden ayırmak,'' dedi.'' (Sayfa: 79)
*
30 Mart
*
Bugün ne oldu biliyor musun.? Annemle birlikte hastaneye gittim. Annem babamın kucağına vermişti de, babam bana köşeden simit almıştı ya hani. O zamandan beri ilk çıktım dışarıya.
Dışarısı ne kadar büyükmüş.! Dışarısının gökyüzü de kocaman. Annemi üç tane ağabey götürdü hastaneye. Tüfekleri var hepsinin. Annem kaçarsa annemi vururlarmış. Ama annem kaçmadı.
Ağabeylerden biri hastanenin bahçesinde dolaştırdı beni. Sonra ne gördüm bil bakalım.! Bir uçurtma.!
İlk kez senle birlikte görmüştüm geçen yıl. Ben ne olduğunu bilememiştim de sen demiştin uçurtma diye. Kocamandı senle gördüğümüz. Bizim göğümüzdeydi hem. Bu seferki o kadar büyük değildi. Ama maviydi onun gibi. Ağabeye dedim ki:
''Bak, uçurtma kaçmış.!''
''Hani bakayım.! Nereden kaçmış.?''
''Bizim göğümüzden kaçmış. Ama sakın onu vurma.!''
Ağabeyin gözleri doldu ben böyle deyince. Bana simit aldı. Babam gibi.
Ağabey uçurtmayı vurmadı. Belki annemi de vurmazdı. O uçurtma nasıl kaçmış İnci.? (Sayfa: 85)
*
10 Nisan:
*
''Kuşlar tutsak yaşayamazlarmış. Ya çocuklar İnci.? Onlar tutsak yaşayabilirler mi.?
Kuşumun adını Barış koydum. Minik Barış.!'' (Sayfa: 88)
*
1 Mayıs:


''Kuşum gelmedi ama bir uçurtma geldi göğümüze bugün. Kocamandı. Senle birlikte gördüğümüzden bile büyüktü. Hem de kıpkırmızıydı.!'' (Sayfa: 97)

27 Eylül 2022 Salı

Jack London - Bir Dilm Biftek (İngilizce Aslından Çeviren: Levent Cinemre)


Arka Kapak

*

Jack London’ın Bir Dilim Biftek (1909) ve Meksikalı (1911) yapıtları, yüzyıl dönümünün çalkantılı toplumsal yaşamından çarpıcı iki kesit sunuyor. Gençlik ile yaşlılık arasında işleyen kanunlar, Meksika Devrimi’nin katı iklimi, kuşku ile güven arasındaki belirsizleşmiş sınırlar, iki boksörün öyküsünde buluşuyor. Saniyeler içinde verilen kararlar, kitlelerin yanılgıları, amansız kapışmalar ve tutmayan planlar Jack London’ın ustalıklı kalemi sayesinde nadir görülen bir durulukla sentezleniyor. London, okurunu bir kez daha çetin insanlık durumumuzun dönemini aşan, evrensel bir fotoğrafıyla karşı karşıya bırakıyor.

*

*

Bir Dilim Biftek:

*

''Sandel Gençlikti, Gençliğin o cömert vazgeçişiyle kuvvetini boşa savuruyordu. Ringin generalliği, uzun ve sancılı dövüşlerden edinilmiş hikmetse Tom King'e aitti.'' (Sayfa: 16)
*
''Seyircinin, Bondi Plajı'nın köpüklü dalgalarının sesi gibi kükrediğini duyuyordu.'' (Sayfa: 26)
*

DİPNOT: Sidney'in doğusunda bulunan ve gerek şehir sakinlerince gerekse yerli ve yabancı turistlerce çok sevilen bir kilometre uzunluğuundaki plaj. Plajın güney kısmı büyük dalgalara açık olduğu için sörfçüler arasında çok popülerdir. İnsanların gösterdiği her türlü yaratıcı toplumsal etkiye açık bir kişi olan Jack London'ın bu plajdan bahsetmesi çok normal çünkü onun Avustralya'da olduğu tarihin bir süre öncesinde, 1907 yılında, plajda ilginç bir olay yaşanmıştı. Şehir meclisinin aldığı bir karara göre erkekler plaja ''edepli mayo'' ile gelecekler, yani kadınlar gibi bacaklarını dizlerine kadar, kollarını da dirseklerine kadar örten plaj kıyafeti giyeceklerdi. Ahali buna çok bozulmuştu. Belirlenen günde yüzlerce erkek fırfırlı eteklerle, dönemin kadın giysileriyle, hatta kimisi iyice abartıp anneannelerinin yatak bereleri ve gecelikleriyle plaja gelerek bu yasağa topluca tepki göstermişti. Üstelik kadınlar da bu protestoya destek vermişti. Saçmalığı anlaşılınca karar geri çekilmişti. Bu esprili protesto Jack London'ın çok hoşuna gitmiş olmalı ki plajın adını öyküsüne geçirmiş. (Sayfa: 69)
*
Meksikalı:
*
''Yolu cehennemden geçmişler, kimselere benzemez.'' (Sayfa: 33)
*
''Devrim bir kez başladı mı, sonrasında kendi ayaklarıyla yürürdü.'' (Sayfa: 36)

Kalidasa - Ritusamhara (Mevsimler Geçidi), Meghaduta (Haberci Bulut) (Sanskrit Aslından Tercüme Eden: Yalçın Kaya)


Kalidasa (MS 4. yüzyıl): (..) ''Kalidasa'ya ''Hint'in Shakespeare'i'' yakıştırması yapılmaktadır. Mary Summer bir röportajında, ''Britanya Sezarların boyunduruğu altında inler, Keltler kuytu ormanlarda barınırken; Hint medeniyetin tadını çıkarıyordu. Zira Shakespeare, henüz çok uzaklardaydı. Hindistan'da seçkin bir seyirci kalabalığı Kalidasa adıyla ün yapan bir dram yazarını çılgınca alkışlıyordu. Shakespeare ve Kalidasa, iki hayat değil, iki tezattır. Kalidasa, yağmur taşıyan bir bulutun rahmet sayıldığı yakıcı bir ülkede doğmuştur. Shakespeare ise güneşin aydınlatmakta bile hassas davrandığı sisli bir adada. Şakuntala'nın yazarı zeki ve uyuşuk bir toplumun çocuğu; Hamlet'in yazarı ise, Orta Çağ'ın barbarlığından henüz kurtulan bir milletin. Ancak ikisi de aşkı canlandırmak ve betimlemekte emsalsizlerdi.'' şeklindeki ifadeleri kullanmıştır.'' (Sayfa: 5)

*
Sanskrit Dili ve Alfabesi Üzerine:
*
Sanskrit dilinin yazıldığı alfabeye Devanagari adı verilmektedir. Devanagari kelimesi Sanskrit dilinde ''Deva: Tanrı ve Nagari: Şehir'' kelimelerinin birlikte kullanılmasıyla meydana getirilmiştir. Bu alfabenin ve Hindistan'da kullanılan diğer alfabelerin hemen hepsinin kökeni Brahmi yazı karakterine dayandırılmaktadır. Devanagari'nin ise Gupta dönemi yazı biçiminden üretildiğine dair hâkim bir görüş yaygındır. Klasik Sanskrit dilinin yazımında kullanılan Devanagari alfabesinde 49 ses bulunmaktadır.'' (Sayfa: 9)

Can Yücel - Yazma (Mehmet Başaran)



ŞİİRİMİZİN CAN'I:
*
O gün, Gençlik Kitabevi'nde beraberdik ''badem ağacı''yla. İmza günü deniyor ya hani. Ortada bir masa. Günlerden Pazar. Gelen giden az, ama Can bi kalabalık bi kalabalık; elinde kızının eli varmış gibi değil de, 1 Mayıs'ta Taksim alanı gibi..
''Gorki, Tolstoy'la karşılaştıktan sonra: ''Tolstoy'un gözlerinden insana bin göz birden bakıyor'' demiş, Can'ın gözleri de öyle işte. Her zamanki gibi tuzlu biberli, alaylı, iğneli konuşmalarıyla hallaç pamuğu gibi atıyordu günü. İnsanları ''kurtarılacak duruma düşürenlerin'' ve de ''kurtarıcı'' geçinenlerin canlarına okuyordu.'' (Sayfa: VII)
*
''Okuyucuları ''uyur iken uyandıran'' ürünlerdir Can'ın şiirleri. Yaşamın nabzını tutan, ''günceli'' beyninin ocağından geçirip tarihselle buluşturarak şiire dönüştüren bir uğraştır onunki. Düşüncelere, duygulara çifte su veren zengin bir bilgi, bilinç ocağıydı beyni. Alayda, kalayda, lehimde usta bir ozandı. ''Akıllı şiir'' diyor da başka bir şey demiyordu. Yaşadığımız günlerin tuzlu biberli şiirlerini yazıyordu, biçimledikleri, sivrilttikleriyle dünyamızı kımıldatarak.. Şu dizeler, çarpıcı biçimde bugün de durumumuzu dile getirmiyor mu:
*
SHAKESPEARE ÜZRE
*
Türkiye'nin Manimarka'sında bişeyler kokuyor
Kimine göre tuz, kimine göre et,
Hamlet.!
Hamleeeet.!'' (Sayfa: IX-X)
*
KEYİF
*
Uyanacak olduktan kelli,
Gelen gece, gelen karanlık olsun;
Yeter ki erişsin uyku,
Varılacak sabah olsun.
*
Benden etsin siftahını,
Selâmım alsın güneş;
İşte gene çıktım, karşındayım
Çiçekli vişnem, aşılı vişnem.
*
Demek yetmemiş ömrümüz;
Yiyecek aşımız, görecek günümüz varmış;
Desene işimiz iş;
Değme gitsin keyfine.
*
Can Yücel
*
NOT: Orhan Burian'a gönderdiği şiir.
*
KÂFİR
*
Yosun yeşili bağlamış gözlerim,
Gayri topraktı görmez olmuş;
Süzülmüş de konuvermişim bir deniz üstüne,
Bir piç izmarite gönül vermişim.
*
Tanrıdan habersiz dünyaya gelişim;
İnsaneli değmemiş tuzlu derime;
Yazdı kışdı geceydi ömrüm suda,
Bir piç izmarite gönül vermişim.
*
Burian da sevmiş olmalı bu şiirleri ki, özenle saklamış. Seçkiye alamaması, geç gelmiş olmalarındandır sanırım. Şiir canlısı bir yazın ustasıydı o. Türk şiiri bir büyük yapıysa, kimi zaman bir şiir hatta bir dize bile kendince bir yer bulabilirdi o yapıda. O günlerin havası içinde bir şeyleri göze alan Nâzım'a en geniş yeri vermesi, pek çok kişinin Nâzım'ı onun seçkisiyle tanıması az şey miydi.?
Bir yıldız gibi göklerimizden kayıp giden güzel insan, beni geçmişimle, dostum Can Yücel'le yeniden buluşturan değerli öğretmenim, bir daha sevgiler, saygılar sana.. (Sayfa: XV)
*
Mehmet Başaran

26 Eylül 2022 Pazartesi

Orhan Veli Kanık - Bütün Öyküleri


 Arka Kapak:

*
Ne yazayım diye düşünmeye başladım. Acaba hikâye mi yazsam.? Hikâyede konunun pek o kadar mühim olmadığını söyleyenler de çıktı. Ama ne olursa olsun, bir vaka lazım. O vakanın bir başı bir sonu olması lazım. Üstelik vaka da, alışılmış bıkılmış vakalardan olmamalı. Küçük burjuvanın hayatını anlatan, onun zaaflarını, onun adiliklerini dünyanın en büyük kahramanlıkları, en asil heyecanları gibi gösteren hikâyelerden illallah dedik artık.
*
Orhan Veli’nin kısa bir hayata sığdırdığı eserleri ebedî bir gençliğin ve tükenmez yaşama sevincinin izlerini taşır. Şiir biçimine ve şiir üzerine düşünmeye getirdiği yenilikçi tavrı, yaşamı kıskıvrak yakalayan gözü ve şiirselliği Orhan Veli’nin düzyazısında da görmek mümkün.
*
Bütün Öyküleri, Orhan Veli’nin öykü türüne getirdiği renklerden oluşan, şairin geniş yelpazesinden izler taşıyan bir kitap.
*
Baharın Ettikleri:
*
''Küçük burjuvanın hayatını anlatan, onun zaaflarını, onun adiliklerini dünyanın en büyük kahramanlıkları, en asil heyecanları gibi gösteren hikâyelerden illallah dedik artık. Bütün ıstıraplar aşktan doğuyor. Oysa ki öte yandan milyonların, milyarların ıstırabı var. Ama ne yazık ki biz o insanı tanımıyoruz. Girmişiz küçük burjuvanın içine, yuvarlanıp gidiyoruz.'' (Sayfa: 21-22)
*
''Bir yazarın edebî hüviyetini sadece işçiliği tayin eder.'' (Sayfa: 23)
*
Seçilmiş Hikâyeler, Aralık 1948
*
Öğleden Sonra:
*
''..''Sevme'' sözü de geniş bir söz. İnsan bir yemeği seviyor, bir rengi seviyor, bir kadını seviyor. Hele kadını sevmenin türlü bin çeşidi var. Onu da, kendimizi de, sadece hayvan olarak gördüğümüz zaman, belki kötü gözle bakmış sayılabiliriz.'' (Sayfa: 31)
*
''Ah, biz küçük burjuvalar, ne sahte, ne yaldızdan ibaret insanlarız. Her şeyimiz yalan. En küçük yalanı, düpedüz yalan söylediğimiz zaman söyleriz. Ya söylemediklerimiz.? Korkunç.'' (Sayfa: 32)
*
Yaprak, 15 Nisan 1949
*
Şairane Bir Yazı, Denize Doğru:
*
''Hem, ne diye ukalalık ediyorum.? Biz bu dünyaya ecir gelmişiz, ecir gideceğiz. Ben de müteahhit olacak değilim ya.? Ne hakkım var: ''Ben neden beş lira kazanayım da o beş yüz lira kazansın,'' demeye. Ben işsizim, o müteahhit. Ben fakir bir aileden gelmişim, o zengin bir aileden. Ama benim okumuşluğum varmış da onun yokmuş; kimin umurunda.? O, işini biliyor, ben bilmiyorum. Madem ki biliyor, yaşamak da onun hakkı. Ben köylü cigarası içemem; o isterse, viski içer; ben kahveye gidemem, o bara gider; ben tramvaya binemem, o otomobile biner; hakkı değil mi.?'' (Sayfa: 41)
*
Yaşasın Aşk (William Saroyan):
*
''Aşk saçma bir şey. Hep öyle olmuştur zaten; daima da öyle olacaktır. Gerçi, tek var olan şey; ama saçma. Kuşlardan gayrı hiçbir mahluka göre değil; kuşlara göre. Çünkü kuşlar, yaşamak için, insanlar gibi birtakım aşağılık işlerle uğraşmaya mahkûm edilmemişler. Elbise giyen, dünyada oturan, çalışması, para kazanması gereken, havayla, suyla yaşayamayan mahluklar için aşk, fazla güzel bir şey. Konuşan hayvanlar için bu biraz fazla.''
*
DİPNOT: William Saroyan'ın ''Love, Here is My Hat'' (1938) öyküsünden Orhan Veli'nin ''serbest'' bir şekilde çevirdiği bu yapıt, Vatan gazetesinde yayımlanmıştı. (Sayfa: 47)
*
Vatan, 17 Kasım 1952

Émile Zola - Nasıl Ölünür (Çeviri: Aysel Bora)

 

Arka Kapak:

*

Ölüm gerçek, ölüm döşeği tabu, cenaze ortak, yas bireysel.. Peki ölüm herkesi eşitler mi.?
*
Romanlarından tanıdığımız Émile Zola’dan, toplumsal ve ekonomik koşulların ölümü nasıl şekillendirdiğini gözler önüne seren çarpıcı beş öykü. Aristokrat, burjuva, esnaf, köylü ve işçi ailelerinin bu süreci nasıl yaşadıklarını, olanca sadeliğiyle ve toplumsal çerçeveden kopmadan sergileyen beş tablo.

*

II:
*
''Para ölümü zehirlerse, ölümden bir tek öfke çıkar. Tabutların üzerinde insanlar dövüşür.'' (Sayfa: 24)
*
V:
*

''Toprak onlara böyle şeyleri kanıksamayı öğretmişti; ihtiyarı alacağı için kızmayacak kadar yakınlardı toprağa.'' (Sayfa: 43)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...