1 Kasım 2020 Pazar

Bedrettin Cömert Hakkında Yazılanlar

 

Özdemir İnce - BEDRETTİN CÖMERT, TÜKENMEZ GÜZEL İNSANIN BAHARI
*
Çiçeklere sordum Bedrettin’i,
“O bir karanfildir,” dediler,
“kırmızı, yanık kokulu, durur çağımızın yakasında.”
*
Çağımıza sordum Bedrettin’i,
“Birken iki oldular, otuz, kırk oldular,
yüz oldular, bin oldular, çoğaldılar,” dedi,
“tükenmez güzel insanların baharı.”
*
Kurşuna sordum Bedrettin’i,
“Ben bir aracıydım,” dedi,
“bütün aracıları gibi yeryüzünün,
kimliksiz, kişiliksiz bir tutsak.”
*
Ölüme sordum Bedrettin’i,
“Gitti,” dedi, “ama yine gelecek,
bir gün tekrar geri dönecek,
ben istemedim, gönderdiler.”
*
Bedreddin’e sordum Bedrettin’i,
“Birlikte geleceğiz,” dedi, “sûr çalmadan,
etiyle, kemiğiyle,
soluğuyla halkımızın,
nasıl gittiysek öyle geleceğiz,
eksikli değil ama mutlaka fazla.”
*
“Sormam artık kimseye Bedrettin’i
Bedrettin böyle konuştuktan sonra,
Nasıl gittiyseler öyle gelecekler demektir;
Beden dağılmıştır belki yok olmuştur suret,
Ama tükenmez bir cevherdir onların baharı:
Etidir, kemiğidir, soluğudur halkımızın.”
*
(Ankara, Temmuz-Eylül 1978)
*****

Gülten Akın / Bedrettin Koçaklaması 
**************************************
Bir Türkmen kocası söyledi son kez
Hayattan değerli yoktur, bilesin
Ama körpenin, palazın kanıyla
Kanayan bir yol olduğunda hayat
Asma kendi ışgınını kuruttuğunda
Her Bedrettin ölümle uzlaşır
Uzlaşılacaksa
*
Erdem midir susma, öyle denildi
Ört kepenklerini sıkıca
Sana değmeyene karışma
Yüz alışılmışın sığ sularında
*
Bilim yumuşak bir döşekse
Bedrettin ayakta
*
Halk birikir cellat ölür
Zulum bir başına kalır
İp çürür, kurşun çözülür
Bedrettin yaşamakta
*
Onlar benlerinin kölesi oldular
Değiller
Bir kendi sözlerinin bile sahabı
Gülten çok dostu gördün
Kalsınlar sağlıcakla
*****

29 Temmuz 2010 tarihli, Tekin SÖNMEZ yazısı:
*
Anılar da mektup tomarları gibidir! Aradan yıllar geçer ve kağıt tomarları bir arada olmaktan sıkılır ve sararır. Nereden bakarsanız bakın, geriye dönemezsiniz! Döndüremezsiniz!
Geriye dönmek! Anılar dağarında kalanlarla yetinmek zorundasınız bir kez. Bu da güvenilir değildir. Anılar kandırabilir de insanı. Her anı kimileyin, düşman mevzilerinden çıkan patlamamış mermilere benzer. Ellerinizde oyalanırken, patlayanlar olabilir de. Şimdi bir de bu patlama sahnesini düşünelim! Mektup tomarlarından çıkan solgun yapraklar, güvenilmez anılar arasına güz yaprakları gibi düşer.
Tuhaf bir şaşkınlık da yaşarsınız enikonu. Neden! Neden?
O an anıların getirdikleri, elinizdeki bir mektupla sarsılır. Mektup elinizden düşer yere. Anılar sizi şaşırtmıştır. Yüzünüz de biraz sararmıştır! Tam tersi bir fırtına eser, bu kez mektup yaprağı ile anılar arasında. Bakın işte bir yerde yanıldınız! Nerede yanıldınız? Fakat! Hayır! Evet!
Çoğu sözcüklerin, solgun harflerin ve okunmaz durumda olan tümcelerin yerine bir şeyler kondurmak de yetmez. Şunu şöyle söylesem, şu sözcük yerine daha bir başkasını seçsem olmaz mı,diye düşünmeniz de boşunadır.
*
Değerli İzleyici,
Burada özel bir insan çıkıyor karşımıza. Daha özü mektup ve insan karşımıza çıkıyor. Mektup insanı çıkıyor karşımıza. Mektuplarla soluk alıp veren insanlar ötekilerinden farklı mıdır, sorusu bir an şimşek gibi oturur göğsünüze.
Siz, evet! Siz mektup insanı mısınız? Mektuplarla soluk alıp veren insanlar var mıdır? Nasıl olur da onları daha yakından tanıyabiliriz şimdi? Fakat ok yaydan çıkmıştır bir kez!
Keşif masasına şöyle bir ölçüt gelir. Tek sözcük; Hüzün!
Bu biraz da sararmış tomarlar açılırken insanı sarıp sarmalayan ve içten saran duygu olur. Gözyaşları ırmağı olur kimi yerde. Kimi yerde göz kapaklarına kuru parmaklar uzanmıştır. Dipten bir savrulma sahnesini daha düşünelim şimdi! Elleriniz neden bu kadar kuru, parmaklarınız neden göz kapaklarınızı diken yumağı gibi çiteler? Sertlik nerede?
Şimdi bir teknoloji canavarı düşünelim! El sürer sürmez özel düzenekle kendi içinde ikinci kez patlayan ve binlerce mikro parçaya bölünen mermi gibi bir mektup düşünelim.
Mektuplarla soluk alıp veren insanın yıllar sonra düştüğü hüzün, işte Bedrettin Cömert'in mektupları.
Sevgi, içtenlik..
*****

Unutulan Adam: Bedrettin CÖMERT / Mustafa Şerif ONARAN
Papirüs, Aralık 1988, Sayı: 22
*****************************************************************
Edebiyattan anlamak ne demektir.? Bir edebiyat yapıtının tadına varmak, ondaki inceliklerin neler olduğunu bilmek, dil özelliklerinin ayırımını öğrenmek denirse, yeterince açıklanmış olur mu.? Belli bir birikim, belli bir beğeni anlayışına erişmeyen insan da kendisine göre tadına varabilir bir edebiyat yapıtının. Eskimiş, kullanılmış, alışılmış, artık değer olmaktan çıkmış öyle yapıtlar var ki, onların etkisinden kurtulamayan, onlardan başka değer ölçüsü tanımayan bir insana ‘’Edebiyattan anlar.!’’ denebilir mi.?

Bedrettin Cömert’in ‘’Edebiyatımızın zabıt kâtipleri.!’’ olarak andığı kimi yazarların adını açıklamak istemiyorum. Onlar çoktan göçüp gitti bu dünyadan. Bir kaç adı anımsamak neye yarar.! Hazır yargılarla yetinen içi boş iri sözlerle edebiyat yaptığını sanan öyle gereksiz yazarlar var ki, onlar da ‘’zabıt kâtipleri’’ değil mi edebiyatın.?

Yeniliklere açık olmalı bir yazar, kendinden sonra gelen değerleri anlamasını bilmeli. Hem kendini yetiştirir böylece, hem de yeni bir pencere açmış olur edebiyata.

Gene de Bedrettin Cömert’in ’’Edebiyatımızın zabıt kâtipleri.!’’ sözü nice yeteneksiz yazarı, ozanı kolayca tanımlayan anahtar bir söz gibi geliyor insana.

Bedrettin Cömert.. Bu adı iyi anımsayalım. Bellek unutkandır. Nice canlı anılar zamanla silinir gider. Hele Bedrettin Cömert gibi güzel bir insanı tanımamışsanız, yaşanmış bir anınız bile yoksa onunla, zamanın acımasız çarkı un-ufak eder, izi bile kalmaz onun.

Bedrettin Cömert; yeleli saçları, kalemle çizilmiş gibi özenli yüzü, ince uzun bedeni ile Olimpos ilahlarına benzeyen bir güzel insandı. Kimi zaman altına keten pantolon ya da blucin çeker; ayağına sandaletlerini takar; üstüne yakası açık bir gömlek ya da tişört geçirir; kimi zaman kruvaze lacivert giyimli, kırmızı desenli kravatıyla İtalyan moda dergilerinden çıkan bir model gibi görünürdü.

Öldürüldüğü zaman 38 yaşındaydı. Türk Dil Kurumu kurultayına geleceği sabah, 11 Temmuz 1978’de vosfogeninde kurşunlamışlardı onu. Demek ki yirmi yıl geçmiş aradan.

O yılların kargaşa ortamını anımsamak gerek. 1970’lerin ikinci yarısıdır. 11 devşirme milletvekili ile ucu ucuna çoğunluk olan Ecevit, yönetimin başında görünmektedir.

Bülent Ecevit, özleşme dilinin güzelliğini rahatça kullanan az bulunur bir siyasetçi, içtenlikli bir ozandı. Türk Dil Kurumu’nun 8 Temmuz’da başlayan 16. Kurultayı’nda bir konuşma yapmış, Türk Dil Kurumu’nun Atatürk’ün açtığı yolda, dilimizin özleşmesine, gelişmesine nasıl katkıda bulunduğunu anlatmıştı. Kurumun üyesi olan Bülent Ecevit Kurultaya katılmış olmanın coşkusu içindeydi.

Bedrettin Cömert Kurultayın dördüncü günü, 11 Temmuz 1978’de, öldürülmüştü. O sabah; çalışmanın ilk saatlerinde, Kurumun üyesi olan, Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi bu genç bilim-sanat insanının, Kurultaya gelmek üzere yola çıkarken kurşunlanarak öldürülmesi haberi, şaşkınlıkla karşılanan bir üzüntü yaratmıştı. Kurultay çalışmalarına kısa bir ara verilmiş, daha sonra toplanıldığında saygı duruşunda bulunulmuş, Bedrettin Cömert’le ilgili görüşler, duygular dile getirilmişti.

Türk Dil Kurumu’nun üyesi Başbakan Bülent Ecevit o gün yeniden Kuruma gelmiş, Bedrettin Cömert’in öldürülmesi üzerine bir konuşma yaparak Kurultay’da şunları söylemişti:

‘’Ülkemizde birkaç yıldan beri insanlıktan uzaklaştırılmış ve cinayet aracı haline getirilmiş bazı kimseler var. Bu kimseler yıllar boyunca kendilerine işletilmiş olan suçların tutsağı haline gelmişlerdir. Kendilerine suçlar işletile işletile belki de çaresiz duruma düşürülen bu kimseler cinayet tertipçilerinin elinde her şeye alet edilebilen birer insanlık dışı robot durumuna dönüştürülmüştür. Ülkemizde hiç kuşkusuz Türk Devleti’ne karşı, demokrasimize karşı, ulusumuza karşı bir ihanet çemberi vardır. Bu ihaneti düzenleyenlerin, kışkırtanların kimler olduğu yıllar boyunca artık büyük ölçüde anlaşılabilir hale gelmiştir.’’

Bülent Ecevit sözlerini şöyle tamamlamıştı:

‘’Türk toplumu kendisini bölmek, devletini yıkmak isteyenlerin karşısında etkinliğini gösterecektir. Çağımızda faşist rejimler, bir avuç gözü dönmüş insan karşısında, toplulukların pasifize olmasından doğmuştur. Türk toplumu, bu oyuna, bu tuzağa düşmeyecektir.’’

Ecevit’in konuşmasından kısa bir bölümü buraya aktarışımın nedeni günümüz koşullarına da ışık tuttuğu içindir. Bu ‘’ihanet çemberi’’ günümüzde daha da genişlemiş, devlet içine sızan çetelerle etkisini daha da artırmış, ‘’faili meçhul’’ cinayetler sürüp gitmiştir.

O zamanlar ara seçimleri yitiren Ecevit, Yönetimi Demirel’in azınlık hükümetine bırakarak çekilmişti.
zamanlar ‘’Umudumuz Ecevit’’ ti o.! Bu umut kararmaya mı başlamıştı.? O zaman ki sosyal demokrat kimliğiyle yönetimde kalmanın olanaksızlığını anladığı için mi yeni bir ‘’sol’’ arayışına girişti.? O yıllardaki Ecevit’in yalnız bırakılmışlığını, içten içe yıkılmışlığını iyi bilmiyoruz. Yeni bir planlamaya geçişin arkasında kim bilir bilmediğimiz daha neler var.!

Aradan yirmi yıl geçmiştir Bülent Ecevit Başbakan Yardımcısı olarak yine yönetimin başındadır. Daha da genişleyen ‘’ihanet çemberi’’ kırılamamıştır. Ecevit biraz daha yorgundur. O ozanca coşkunun yerini biraz daha ölçülü olmak gereksinimi almıştır.

Bedrettin Cömert niye öldürüldü.? Demokrasimize, ulusumuza, cumhuriyetimize karşı düzenlenen bu ihaneti kışkırtanların kimler olduğu büyük ölçüde anlaşılabildiği halde neden yok edilmiyor.?

Bedrettin Cömert cinayet örgütlerinin üniversitedeki eylemlerini soruşturan bir kurulda mı görev almıştı.? Karşıtları için sakıncalı olabilecek bilgiler mi edinmişti.? Bu nedenle mi öldürülmesi gerekiyordu.?

Artık bu soruların yanıtı alınamayacak. Öldürüldükten sonra Bedrettin Cömert’le birlikte gömüldü bu sorular.

Yara almış demokrasi gemimiz yalpaya yalpaya hangi kıyıya doğru sürüklenmekte.?

Ama bu sorular hep sorulacak. Önce kendimizi, sonra çevremizi sorgulamadıkça iç erincine ulaşamayız. Önce kendimizde kusur bulmamız gerekmeli. Şükrü Erbaş’ın şiirine kulak vermeli, ‘’Kimse temizim demesin’’ diye kendindeki yanlışı araştırmalı.

Kalküta’daki bilge kadın ne diyordu öteki insanı aramaya çıkan hekime.?

‘’Ya gerçeklerden kaçarsınız, ya bir köşede durur öylece bakarsınız, ya da savaşıma girişirsiniz.’’

Bir bakıma durup bakmak da, kaçmak anlamına gelmez mi.? İnsan o zaman temiz kalabilir mi.?

Bedrettin Cömert belki de olayların üzerine yürüdüğü için öldürüldü.

Zamanla bu sis dağılır, gizli ilişkiler ortaya çıkar, ortalık aydınlanır. Biz kendi gerçeğimizi Bedrettin Cömert’in gönül penceresinden görmeye çalışalım.

Bedrettin Cömert 1940 yılında Vezirköprü’de doğmuştu. Liseden sonra Roma Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirmişti. Suut Kemal Yetkin sahip çıktı ona, oğlu gibi sevdi. Bedrettin’le konuşurken yüzü aydınlanır Suut Hoca’nın, içine sevinç dolardı. Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’ne girdi, orada doçent oldu.

Bedrettin Cömert edebiyat eleştirileri, inceleme yazılarıyla ilgi çekti. ‘’Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’’ ın Mandıralı Roman Ödülü’nü kazandığı törende, Nisan 1978’de, Aziz Nesin üzerine kapsamlı bir konuşma yapmıştı. Şimdiye dek Aziz Nesin üzerine böylesine dizgeli, ayrıntılı bir çalışma yapılmamıştı.

Sanat tarihçisi olarak dilimize kazandırdığı önemli yapıtlar var. Bunlar arasında 1977 Türk Dil Kurumu çeviri ödülünü kazandığı Gobrich’in ‘’Sanatın Öyküsü’’ adlı yapıtını özellikle anmak gerek.

Şiirleri ile kimi yazıları ölümünden sonra kitap haline getirildi. Şiirleri 1979’da ‘’Ellerim Sizlerden Uzak’’ adı altında toplandı. Yazılarının bir bölümü ‘’Sanat Edebiyat Üzerine’’ adıyla, 1991’de, Damar Yayınları arasında çıktı.

Bize sanat tarihinin önemli yapıtlarını çeviren Bedrettin Cömert’e ‘’Çeviri yapmaya neden gerekseme gördüğü’’ sorulduğu zaman anlamlı bir yanıt vermişti.

O yanıtı bir kez daha dinlemek yararlı olacak:

‘’Ben de birçok insan gibi, sahip olduğum iyi ve güzel şeyleri başkalarıyla paylaşmaktan haz duyarım. Hele bu başkaları dostlarım, sevdiklerimse, duyduğum hazzın ölçüsü yoktur. Armağan vermeyi çok severim. Armağan verme olayı, benim iç dünyamda, basit bir alıp verme eylemi değildir. Vereceğim armağanın ilkin benim beğenimi doyurması gerekir, ilkin kendime yakıştırmalıyım onu. Bu yüzden, gücümün yettiğince, vermek istediğimin en iyisini seçip armağan etmeye çaba gösteririm. Çaba sözcüğü de pek yakışmadı aslında. Çünkü azıcık da olsa bilinçli bir davranışı içeriyor. Oysa benim en güzel armağanı seçip sevdiklerime sunuşumda doğal bir kendiliğindenlik, güdüsel bir endişe vardır. Evimin mutfağında güzel bir yemek mi yapılıyor, hemen en çok sevdiklerim gelir usuma. O yemeğin lezzetini dostlarımla birlikte tatmak isterim. Güzel ve iyi bir şeyi başkalarıyla birlikte yaşamak, mutlulukların en özgecisi, en katıksızı olsa gerek.

Çeviriye de aynı duyguyla yaklaşıyorum. Bildiğim yabancı dilde okuduğum, beni duygulandırıp coşturan ya da yepyeni duygularla donatan yapıtları, orada, oldukları yerde, tek başına bırakmaya gönlüm razı olmuyor. O güzelliklere bu kez yalnız dostlarımı değil, tüm başkalarını ortak etme hummasına giriyorum. Hazların en güçlüsü, en insancası oluyor bu tutku benim için. Ne yazık ki insan ne her okuyup sevdiği yapıtı çevirebiliyor, ne de bir yapıtın yazıldığı dilde taşıdığı sanatsallığı ya da düşünselliği yeterince aktarabiliyor. Ama bütün güçlüklerine ve engellerine karşın çeviri yapmak, tanıdığım tanımadığım tüm dostlarıma, yüreğimden süzerek ilettiğim bir armağan gibidir benim için: Aydınlık bir merhabadır örneğin, bir bardak taze çaydır, bir dizi renk renk boncuktur, köstekli eski bir saattir, kardeş payı edilmiş bir parça ekmektir, kanımda ısıtılmış kırmızı bir güldür.’’

Bedrettin Cömert böyle içten duygularla yaklaşıyor çeviriye. Bu emekleri Türk Dil Kurumu’na seçilmesine yol açıyor.

Toplumsal sorumluluğu olan bir yazar için yaşamın anlamı, inandıklarını yazmak, diye yorumlanmalıdır. Bedrettin Cömert çeviri yaparken de bu sorumluluğu duymaktadır. Yaşamın göstergesi olan eylemin yazmak anlamına geldiğine inanırken; sevdiklerine bir armağan verir gibi, aydınlık bir merhaba der gibi, iyi bir şeyi başkalarıyla yaşamak ister gibi çeviri yapar; bir başka dildeki güzellikleri dilimize kazandırmayı özendirdi.

İşte yirmi yıl önce böyle güzel bir insanın canına kıyıldı. Daha 38 yaşındayken kurşunladılar.
Bu yüzden mi canına kıydık Bedrettin Cömert’in.?

‘’Sanat uzun, yaşam kısa’’ diyor bir Latin sözü: ‘’Ars longa, vita brevis’’. Bedrettin Cömert’in ‘’zabıt kâtibi’’ diye nitelendirdiği edebiyatçılar yüksek sözler söylemekle nasıl kofluğunu örtemiyorsa, ama hep onların sözü geçiyorsa; bağnaz düşüncelerinin arkasında çıkarlarını korumaya bakan, ‘’ihanet çemberi’’ oluşturan insanların düşmanlığı da kırılamıyor.

Cumhuriyetle gelen Anadolu ayaklanmasının karartılmasına izin verilmemelidir.
*****

Hasan Hüseyin Korkmazgil - Sonuçsuz Bir Telefon Konuşması
(Bedrettin Cömert'e)
*********************
Bak Bedri dinle beni,
Dinle beni ikigözüm kardeşim
Yücel diyor ki Bedri
(kapı çaldı bi dakka
...................)
Hayır Zeki değilmiş,
Akın'mış gelen.
Akın diyor ki Bedri,
'Haltetmesin gelsin' diyor.
'Gelsin de söyleşelim,
dadılık bitsin' diyor.
Kabarmış müzik damarı yine bizim Gürler'in.
Dalgaların, durakların dumanını attırıyor
Bağırıyor minör minör, barok dedikçe
Ve gülüyor majör majör,
dokundukça tellerine enformasyonun.
*
Bırak şimdi çalışmayı, Hacettepe'yi
Kemal'i de yatır artık be kuzum,
Yatsın kerata.
Sen dünyanın en iyi,
Sen dünyanın en doçent,
Sen dünyanın en baba
babasısın be Bedri.
Bilmez miyim ben seni.!
Bak şimdi dinle beni,
Agostina kızmaz bana boş lafı bırak
Hem kızacak ne var bunda be Bedri,
Kadın değil, kumar değil be gözüm
Biraz müzik,
Biraz sanat,
Biraz da laklak
Hepsi bu.
Geleceksin değil mi.?
Geliyorsun değil mi.?
Gelmelisin mutlaka.
Bırak şimdi gülmeyi de 'evet' de.
Hadi Bedri 'evet' de.
Çok da güzel çay demledim tam senlik,
vallahi çiçek gibi.
Bir de güzel peynir var ki, harika.
Bilmiyorum, ablan bulmuş,
Kaçtan almış sormadım.
Sormak neyi kurtarır ki be Bedri.!
Sele gitmiş değirmenin,
şakşağı mı aranır ki.!
Ekonomi filan değil bu bizimkisi,
Çürük yangın merdiveni be Bedri.
Geliyorsun değil mi.?
Geleceksin değil mi.?
Gelmelisin mutlaka.!
*
Domates, yeşil biber, maydanoz,
diri diri, kütür kütür
tam senlik.
Ekmek de taze Bedri,
Ekmek de be kardeşim ekmek de.!
Biz rakıya vuracağız besbelli.
Sen çaya yumulursun.
Ne yaparsın be Bedri,
Arada bir çekmeden de olmuyor.
Olmuyor be kardeşim olmuyor.!
Şu dinine yandığımın dünyası,
baka baka içine gözlerimizin,
ediyorlar içine günlerimizin.
Hidrojen sallasan gıkı çıkmıyor.
Sabır kayası da, sabır kayası..
*
Hadi, hadi atla gel, bekletme bizi.
Yücel'i bilmez misin be Bedri,
Doktor değil mübarek,
gecikmiş tanrı.
Çay devirir bardak bardak, üstüne rakı.!
Anlatırken sanırsın ki incesazdan Hüseyni,
Ak gömleği geçirmesin sırtına, 'Hipokrat Andı'.
Bir de bahar bahar gülmez mi sana,
Al başını çık dağlara.
Yücel'i bilmez misin be Bedri,
safi tümör celladı.
'Kızdırmasın, gelsin' diyor,
'Bin kelleyi bir cidaya dizerim
kızarsa beynim' diyor.
Gürler'se çoktan yerleşti enformasyon füzesine,
yıldızlar arasında mekik dokuyor.
Yüreğimi çıkartmış koymuş masaya,
beynimi çıkartmış koymuş masaya,
insan denen karmaşığın dibini kurcalıyor.
hayır hayır,
buz koymuyor rakısına filozof doktor,
DNA kullanıyor.
Bana öyle geliyor ki azizim,
DNA da az gelecek böyle giderse,
bizimkinin hızına..
Gürler'i bilmez misin be Bedri,
alıyor da yüreğini insanın,
yerine bülbül yerleştiriyor.
Bu hekimsel coşkunluğa gülüyor Akın,
'Allah be' diyor.
Akın'ı bilmez misin be Bedri,
simyacılık uzmanı,
lokman çömezi.
Yeni dönmüş dağlardan güneş kokuyor.
Bol bol ot toplamış, keyfi yerinde
'lokmancılık oynuyoruz aman be abi'
deyip deyip emiyor aslan sütünü,
anasonla koklaşıyor kadehinde.
Of be, of be.!
Amma da sakızlattık sözü be.!
Pavez de senin olsun,
Maronetti de..
Hadi artık, bırak artık, bırak şu çalışmayı.
Kant da kalsın bu gecelik,
Sasür de,
Della volpe de..
Yahu bırak Kroçe' yi Bedri be
Çaydanlıkta su kalmadı kardeşim,
Bitirdi rakıları bu Doktor Gürler.
*
Alooo.!
Sesin gelmiyor Bedri.!
Kemal sen mi oynadın bu telefonla.?
Banyoda mı baban yavrum,
Dönmedi mi dedin daha,
Dönmedi mi Beytepe'den.!
Kemal yavrum, babanı istiyorum.
Baban yavrum baban yok mu.?
Baban Kemal,
Baban yavrum,
nerde babacan.?
*
Bak Bedri dinle beni
Akın diyor ki bedri
alooo.?
Yücel diyor ki
aloooo.?
Gürler diyor ki bedri
aloo.?
Sesin gelmiyor bedri
Bedri sesin gelmiyor
sustur şu gürültüyü
sustur şu asansörü
şu radyoyu, şu müziği
şu kenti sustur Bedri.!
*
Alooooo.!
Alooooo.!
Kemal sen çık aradan.!
Ergun oğlum baban nerede.?
Ben Hüseyin, Agostina
Agostina, ben Hüseyin.!
Kuzum neden yoksunuz,
Neden kimse konuşmuyor bu telefona.
*
Sıfırbirr dinle beni,
Sıfırüç dinle beni,
Heey ptt nerdesin.?
Sıfıriki nerdesin,
Bozukluk var nerdesin,
Konuşmuyor nerdesin.?
Sıfırsekiz, sıfırdokuz
Ahmet, Mehmet, Roma, Berlin, Moskova,
Ses vermiyor Ankara
Ses vermiyor nerdesin.!
Sen bakıver Gürler şuna,
Sen bakıver Yücel şuna,
Akın, şuna sen bakıver kardeşim,
Ses vermiyor bütün dünya,
Ses vermiyor nerdesin.!
*
Yoruldum be çocuklar.!
Bunaldım bağırmaktan
Kocaldım be çocuklar.!
Unuttum neresiydi,
Bilmiyorum nerdedir,
Nasıldır bilmiyorum.
Bir yerler vardır elbet,
bildirin bir yerlere çocuklar.
'Geceler bozuk' deyin,
'Gündüzler bozuk' deyin,
Yaşamak be çocuklar
'yaşamak bozuk' deyin.
Bildirin bir yerlere çocuklar,
Aylara, yıldızlara, mars'lara, merih'lere
bir bilen yok mu sorun,
bir gören yok mu sorun,
sorun Bedri kardeşi.!
*
Ne de güzel çay yapmıştım,
Ne de güzel peynir vardı,
Ekmek de taptazeydi..
*
(11.07.1979 - Ankara)
*
O akşam beş kişiydik orada / Biri Gürler İliçin'di biri O /Biri Yücel Kanpolat'tı, biri O / Biri Akın Çubukçu'ydu, biri O / Biri bendim, biri O.
O akşam dört kişiydik orada / beşinci yoktu / Bedrettin yatıyordu
Karşıyaka'da / Kurşun yemiş, karnı toktu.

30 Ekim 2020 Cuma

Didem Madak - Pulbiber Mahallesi

 


*
''Pardon diyorum ayağıma bastığında dünya
Saçlarımın ucundan başlıyor artık kırılma
Kelimelerin tadına bakıyorum
Zehrinden korktuğum acı kelimeler yutuyorum yanlışlıkla.
*
Kahverengi bir delik açıyor sayfanın ortasında
Elimde tuttuğum sigara
Ucu olmayan dize yakışıyor şiire.'' (Sayfa: 16)
*****
*
''Bana artık büyü diyorlar
Bütün renkleri mezun etmişler hayatlarından
Karanlığa emekli öğretmenler gibi sanki insanlar.'' (Sayfa: 17)


*
''Acı yok bizim mahallede sanki hiç olmamış
Yalnız şarkılara fazla pulbiber atıyorlar.'' (Sayfa: 20)
*****
''Ferman tarihinse
Göğe doğru uzanan bu beden de bizimdir icabında.''
(Sayfa: 21)


*
''Beklemek üzerine felsefe kitabıydık'' (Sayfa: 25)
*****
''Ölü kelimelere minik mezarlar kazıyor
Ağlayarak gömüyor
Kibrit çöplerine taktığım mezar kâğıtlarına
Burada yatıyor yazıyordum.
Kelimelerin mezarlığında gece bekçisiydim.
Dirilecekleri günü bekledim.'' (Sayfa: 29)
*****
*
''Bazı geceler uyanıp sigara içiyorum karanlıkta
Odamdaki aynada yanıp sönen küçük kırmızı bir yıldızım.''
(Sayfa: 30)
*****
*
''Noel Babalara satmak için diktiğim gömleklere
Hristo teyel yaptım gün boyunca
Zeyna etrafımda sevinçle dolaşıp duruyordu
Bu sayede evin iaşesi sağlanacak
Zeyna'ya bir miktar mama alınabilecekti.
Noel Babalar sakallı değil sakarlar, biliyor musun dedim Zeyna'ya
Tıraş olurken yüzlerini kesip bir paket pamuk yapıştırıyorlar esasında
Aslında kaymak gibi adamlar.'' (Sayfa: 35)
(..)
''Gel zaman git zaman şiir falcısı olmuştum
İadeli taahhütlü erişim sistemlerini kullanıyordum
Ruhumla lavlar arasında.'' (Sayfa: 36)
*****
*
''Kırmızı tükürükler püskürtsem meşru müdafaa sayılır mıydı.?
Nesebime küfrettiler diyebilir miydi bir yanardağ.?
Küçük kırmızı saçmalar fırlatsam havaya
Cezalandırılırdım muhalefetten ateşli silahlar kanununa
Asaletimin pankartını taşımaktan yorgundum.
Beni dağıtmalarına engel olmalıydım.
Irkımın ebedi ve edebi geleneklerine sahip çıkmalıydım.
Asaletimin pankartını taşımaktan yorgundum.
*
Şiirin ortasında stiriptiz yapan kadına da
Bir şiir ithaf etmeye karar verdim.'' (Sayfa: 43)
*****
*
''Saklayacak bir yerim yoktu ganimetlerimi
Karanlık şiirlerden başka.
*
Kardeşim sevgilime mektup yazdı
Bir yıldız gibi kayıp gitmesinden korkuyorum diye
Yıldızımın sivri uçlarını törpülüyordum ben o sıra
Kullanılmayan tabut kapaklarıyla.'' (Sayfa: 46)
*****
*
''Sözlerin arasındaki boşlukta
Acı çekmemeyi öğrendim.'' (Sayfa: 50)
(..)
''Öldürülmüş kadınlar gülümsüyor
Piyano tuşları gibi arası kararmış dişleri ile
Çözülmemiş cinayetler oratoryosu yazıyoruz
Kadınlar öldürülmesin senfonisi
Şeker de yiyebilsinler notalarla.!
Cinayetler saçlarını çözüyor, beyaz kadınların omuzlarına
Ben yüzü kalpten kadınlar çizerek rahatlıyorum pastel boyayla
Nedense hepsinin yüzüne
Beyaz bir kedinin kara gölgesi düşüyor
Buna gözyaşı demek mümkün belki
Neme lazım güzel kadın sanatı yapıyoruz burada.
Aydınlanan vakaları Miss Marpple yazıyor
Karanlıkta kalanları taşeron usulü şaire veriyoruz.
Yetki belgemiz yok, yine de
Duruşmalara müdahil oluyoruz ara sıra
Doğrudan zarar gördük diyoruz
Doğrudan.!
Hakim bağırıyor
Atın bu isterik karıları dışarıya.!
Geçmiyor zapta nedense hiçbir sözümüz'' (Sayfa: 61)
*****
*
''İnsanlar aradığında gelmezler, aramadığında keşke beni çağırsaydın derler.''
(Sayfa: 85)
*****
''Hiçbir acının gücü sigaramın ateşini söndürmeye yetmeyecek.'' (Sayfa: 87)
*****
*
''Bir şiir senin ismini ağrı koyar mıydı sanıyorsun İstanbul.?
Ben bu şiiri kusarak yazdım.''
*
Yasak Meyve Şiir Dergisi, Sayı 1, Şubat/Mart 2003. (Sayfa: 101)

Nâzım Hikmet Ran - Kafatası

 

Arka Kapak:
*
Nâzım Hikmet'in çok güç koşullarda korunmuş, elden ele geçmiş, bazıları sağlığında basılamamış, bazıları özen gösterilmeden basılmış olan yapıtları, bu işe gönül vermiş eleştirmenlerin çabalarıyla, içerde ve dışarda, yıllardır derlenip toparlanmaya çalışılmış, ama çeşitli nedenlerden kaynaklanan yanlışların, karışıklıkların, tutarsızlıkların bir türlü önü alınamamıştır.
Şimdi Adam Yayınları size Nâzım Hikmet'in yepyeni bir toplu yapıtlar derlemesini sunuyor.
Bu yolda daha önce yapılan bütün olumlu çalışmalar, Nâzım Hikmet'in kitaplarının ilk basımları, arkasında bıraktığı müsveddeler - mekanik yaklaşımlara düşmeden, durumlara, türlere göre ayrı değerlendirmelere gidilerek - büyük bir özen ve duyarlıkla yeniden gözden geçirilmiş, konunun uzmanı eleştirmenlerin özverili katkıları ve ortak çabalarıyla, sanatçının özellikleri, kendine özgü kullanımları gölgelenmeden, yanlışların düzeltilmesi, karışıklıkların, tutarsızlıkların giderilmesi sağlanmıştır.

*
''Ben böyle yakından baktıkça sana
Önümde seneler kımıldanıyor,
Kalbim asırları aştım sanıyor.''
(..)
''Maceram hem uzun, hem de çok kısa,
Senelerim bomboştur içten bakılsa.!'' (Sayfa: 11)
*****
''-----Senin ruhunun
Çok anlaşılmayan tarafları var.
Her kız bu yaştayken bin hülya kurar,
Nurunu sayıklar bir beyaz günün,
Rüyada eşini görür gönlünün.'' (Sayfa: 17)
*****
''Yine dizlerinde başım dinlensin.
Baba, bilirsin ki her şeyim sensin.
Bir daha gülemem sen darılırsan,
Böyle üzülmezdim gönlümü kırsan.
Bana darılmadın değil mi.?'' (Sayfa: 18)


''II. İHTİYAR: (..) Artık öğrenirsin iyice.!
I. İHTİYAR: Neyi.?
II. İHTİYAR: Kızaran küllerde rüya görmeyi.!'' (Sayfa: 32)
*****
*
Şair: (..) Bu ne gürültü.? (..) İlham perisinin her zaman yedi kat kirli merdivenlerinizi çıkıp odama kadar geldiğini mi zannediyorsunuz.? İlham perisi her şeyden evvel sükûn ister, madam. Sizin apartmanınızın kapısını bir dakika olsun çalmayan sükûn.. Şiir yazmak ne demektir bilir misiniz, madam.? Hayatınızda benden başka şair gördünüz mü, madam.? Yarabbi, yarabbi, bu ev harp ilahı Mars'ın himayesinde midir.? (..) 
(..)
''Şair: Evet, hemşirem, dedim. O, kaldırım taşlarının çamurlu aralıklarında biten bir çiçektir. O, muazzam bir ıstıraptır. O, onun gibiler, Harun Reşit'in sarayındaki sultanlardan Rio Dö Janero'nun beyaz esirlerine kadar ıstırap çeken bütün kadınlık benim hemşiremdir.. Ruhumun hemşireleridir onlar..'' (Sayfa: 45-46)
*****
*
UŞAK: (..) Ben doktorun yanına girmeden önce tam iki yıl bir filozofa hizmet ettim. Herif, ne iyilik var, ne fenalık, derdi. Bugün iyi olan şey yarın fena olur, yarın fena olan öbürgün iyi. Bir yerde bir iş yaparsın iyi derler, aynı işi başka yerde yaparsın fenalık olur. (..)


UŞAK: (..) Siz erkeksiniz, insansınız. Ben ne erkeğim, ne dişi, ben uşağım. Benim filozof derdi ki ''Siz uşak, hizmetçi, dadı milleti yeryüzünün en kızılacak, en on para etmez mahluklarısınız. Ama kabahat sizde değil.'' O kadar sordum, kabahatin kimde olduğunu anlatmadı. (Sayfa: 153)


DOKTOR: Komşular yine radyo çalıyor.
KIZ: Pencereyi kapatayım mı.?
DOKTOR: Hayır.. Bu küçücük makinenin havalardan topladığı sesleri kendisi hiçbir şey duymadan vermesi.. İnsanın göğsünü açıp yüreğini çıkarmak, yerine duymadan duyuran bir radyocuk koymak. (Sayfa: 164)
*****
DOKTOR: (..) Hangi insan kendisinin de hakikaten öteki insanlar gibi günün birinde mutlaka öleceğine inanır.. Hepimiz buna inanır görünürüz.. Halbuki içimizden.. Ben de işte beklenmeyen ölüm gibi geldim. (..) (Sayfa: 177)
*****
*
AHMET: Oluverdim sana âşık
Gözlerin bir gümüş kaşık
Yüreğimi karıştırır
İçinde ne araştırır
(..)
MARİKA: Tuhaf bir huy vardır bende
İşim yoktur yüreğinde
İstiyorsan sevmek beni
Karıştırayım cebini (Sayfa: 193)
*****
SOLO: Seviyorum seviyorum seviyorum onu
Düşünmedim bir kerre var mı bu sevdanın sonu
Seviyorum seviyorum yeter bu da yeter bana
Ölürüm ben sevme beni derse bir gün eğer bana
*
Sevgi ateşten bir oktur onun öldürdüğü çoktur
Ben de ölürsem ne çıkar o belki arkamdan ağlar
Gönül nasıl ne kadar çok sevilmek isterdi
Bu gönül ne kadar çok rüyalara kendini verdi
*
Gönül nasıl ne kadar çok sevilmek isterdi
Ölümlerden acıdır sevilmeden sevenin derdi
Sevgi ateşten bir oktur onun öldürdüğü çoktur
Ben de ölürsem ne çıkar o belki arkamdan ağlar (Sayfa: 201)


ÇİNGENE: Bir kartal bir kuşu yuvadan çaldı
Kuş yavru bir kuştu kartal kartaldı
Kanatları kara, pençesi aldı
Bir kartal bir kuşu yuvadan çaldı
*
Kartalın gözüne vuruldu yavru kuş
Beraber uçtular uçuş o uçuş
Artık ne yavru kuş ne bir yuva var
Ne her sabah ışıldayan cıvıltılar
*
Kartal yedi yavru kuşun yüreğini
Boş bıraktı bir yuvanın tüneğini
Bu giden yavru kuş Fatma'mdı benim
Gitti artık işim tamamdı benim
*
Gidenin yuvada tüyleri kaldı
Bir kartal bir kuşu yuvadan çaldı (Sayfa: 221-222)


ÇİNGENE: (..) Dünya bu, rüya gibi.. Güzel rüyalar görmeye bakmalı.. (Sayfa: 242)

25 Ekim 2020 Pazar

Rıfat Ilgaz - Yaşadıkça (Şiirler 1948)

 

Eli değnek tutar tutmaz
Çoban oldu;
Sardılar sırtına bazlamayı.
On altı yıl güne verdi karnını,
On altı yıl koyun güttü kavalsız.

*****

*

''Ama huy çıkar mı can çıkmayınca.!
Sakar öküz titretirken kuyruğu
Varıp başucuna sormuşlar,
Nedir son sözün diye;
Derimi yüzün de demiş, atıverin
Sarı ineğin üstüne..'' (Sayfa: 14)
*****
*
''Dedik ya bugün pazar
Belki bir genç arkadaşı
''İlk defa güneşe çıkardılar.''
İsteriz bütün dostlar aramızda olsun;
Kiminin Hanya'dan gelir selamı,
Kiminin Konya'dan.
Sandalımız geniş değil, ne çare,
Gönlümüz kadar.'' (Sayfa: 30)
*****
*
''Kerpiçtir evlerimiz,
Yatarız ahır sekisinde
Bir yanımızda karımız, çocuğumuz,
Bir yanımızda çiftimiz, çubuğumuz.
Tezek yakarız odun yerine;
Sac üstünde saman yakarız,
Gaz yerine.
Düğün olur, dernek olur,
Kâzım'ın gırnatasında aynı hava:
''Ankara'nın taşına bak''..'' (Sayfa: 34)
*****
*
''Nefes aldı ak gömlekli hekim,
Sonunu tatlıya bağlayacak;
Adamakla mal mı tükenir:
''Hepiniz kurtulacaksınız, çocuklar,
Döneceksiniz kanlı canlı evinize.
Gençleriniz asker olacak,
Doğacak nur topu çocuklarınız.
Kiminiz tarlasına dönecek,
Kiminiz tezgâhına.
Sanmayın şifası yok bu hastalığın,
Tıbbın elinden ne kurtulur.''
Biliyoruz, kurtuluş yok..
Yine de kesmiş değiliz umudu
Atomu darmadağın eden zekâdan.
İniyor ak gömlekli hekim kürsüden
Alkışlanır böyle vaat edenler,
Biz sade öksürüyoruz.'' (Sayfa: 41)
*****
*
''Sanma soyca hoşlanmıyoruz çiçekten;
Güle değil,
Gül düşkünlerine bizim hıncımız.'' (Sayfa: 55)
*
''Yaşamak için iştahını artıracak
Şiirler vereceğim sana
Ne istersen bulacaksın içinde'' (Sayfa: 56)
*****
*
''Uyu benim maviş kızım.
Dem geçecek, devran geçecek,
Keloğlan muradına erecek,
Sökülecek hasbahçenin çitleri
Ağlayan nar gülecek.!'' (Sayfa: 60)
*****
*
''Yaşamaktayız aynı çatının altında
Daha mahzun, daha hesaplı.
Rahat günlerin işçisi olacaktık,
Rahat günlerin şairi:
Bir çift sözümüz vardı
Nar çiçeği, gül dalı üstüne.!'' (Sayfa: 66)
*****
*
''Komşuya düşer dedikodusu elbet
Kitap yüzünden yatanın;
Böylesi hiç geçer mi gazeteye,
Yıl 1944.'' (Sayfa: 68)
*****
*
1944 yılındasın, yanlışın yok,
Kıştı girdiğin, temmuz ortasındasın.
Emirle de olsa açıldı ya
İşte demir kapılar ardına kadar,
Dışardasın.!
*
Tepende ne zamandır unuttuğun güneş,
Liman bildiğin gibi yerli yerinde
Hazır Karadeniz seferine şu vapur,
Şu mavna Haliç'ten geliyor.
Poyrazdır bir uçtan bir uca esen
Çekebilirsin ciğerlerine.!
Bu ses fren gıcırtısıdır,
Durdu Beşiktaş tramvayı durakta.
Gidemezsin, elinde değil;
Emrindesin insanı hiçe sayanların.!
Bir liseli talebeyle vurulu bileklerin
Kırk mahkûmun sürüklediği zincire. *
Tek suçunuz hür insanlar gibi konuşmak,
Kitaplar, suç ortağınız.!
1944 yılındasın, yanlışın yok,
Doğrudur dağıldığı esir pazarlarının,
Tek forsa kalmadı kalyonlara çakılı,
Roma sirklerinde atılmıyor köleler,
Aç aslanların ağzına.
Çoktan yerle bir ettiler Bastil'i
Kenar mahalleliler.
Özgürlük şarkısıdır söylenen Volga boylarında.
Ne Taif'tesin, ne Magosa zindanında,
Yalnız namı kalmıştır kaleme alanın
"Vatan Kasidesi"ni
Seviyoruz her zamandan fazla Fikret'i
Yeni anlaşıldı manası "Millet Şarkısı"nın
Aynı "Sis"tir memleketin üzerindeki.!
Bugün de vaktinde çıktı gazeteler
Geçti ilk sayfalara Beşiktaş cinayeti,
Ismarlama yazıları üstat kalemlerin,
Taksim'deki ziyafetten resimler.
Çeyrek saat uzaktasın, çok değil,
O meşhur Babıâli'den
Tek satır yok sayfalarda
Bu zincirleme tutsaklık üstüne.
Çekildi dış kapıdan demir sürgüler,
Tuttu süngülüler yolları,
Topyekûn himayesindeyiz zincirlerin.!
***
Dip Not: *Almanlarla siyasi münasebetlerin kesildiği günlerde, cezaevini boşaltmak için sık sık denemeler yapılıyordu. Bu deneme vesilesiyle vakitli vakitsiz, koğuşlarımızdan çıkarılıyor, cezaevinin daracık bahçesinde itile kakıla sıraya sokuluyorduk. Çift sıra dizilen mahkûmların arasına uzun bir zincir uzatılıyor; birinci sıradakiler sağ, ikinci sıradakiler sol bileklerinden, bu zincire bağlı kelepçelere vuruluyordu. Bu suretle birbirine bağlanmış 40-60 kişilik kafileler, süngülerin nezareti altında sokaklardan geçirilerek teşhir ediliyordu. Disipline riayet etmeyenleri, cezaevi müdürünün vurmaya salahiyetli (yetkili) olduğu, günlük emir olarak okunmuştu. İşin en garip tarafı, bu zincirleme kafilelerin komutanları, mevkuf (tutuklu) bulunan Turancı subaylardandı. (Sayfa: 74-77)

24 Ekim 2020 Cumartesi

Rıfat Ilgaz - Sınıf (Şiirler 1944)

 



Tek suçunuz hür insanlar gibi konuşmak
Kitaplar suç ortağınız
*
Rıfat Ilgaz
*****
Rıfat Ilgaz'a reva görülen mahpusluk, toplam olarak, 
5 yıl, 5 ay, 25 gün.
Rıfat Ilgaz, ilk kez, 1944 yılının Mayıs ayının 24'üncü gününde tutuklandı. Yargılaması tutuklu olarak yapıldı. 
6 ay cezaya çarptırıldı. 
Bu cezanın nedeni Sınıf adlı şiir kitabıydı.
Bu şiir kitabına ilişkin ''Esbabı Mucibeli Hüküm'' yalnız her hukukçuyu değil, her aydını da düşündürecek nitelikte. Yalnız hemen belirtmek gerekir ki, hükmü veren mahkemenin bir üyesi hukukçu, öteki iki üyesi askerdir. (Sayfa: 6)
*****
*
''1940'lı yıllara varıldığında, bir ateş çemberi ile çevrili ve sosyal sorunların burgacında kıvranan Türkiye'de, Cumhuriyet şiirinin üç büyük odak noktasından biri olan ''millici şairler'', kuru bir yurt güzellemesinin sığlığı içindedirler; ikinci odakta Yahya Kemal, ''Hülya tepeler, hayal ağaçlar''la oyalanmaktadır. Üçüncü odağın başındaki Nâzım Hikmet, büyük bir çığır açmıştır ve düzeni sorgulamaktadır. Ne var ki, tehlikeli bir iştir yaptığı ve o yüzden toplumla ilişkisi koparılmıştır, hapishanededir.
İşte bu ortamda, genç şairlerin bir bölümü ''Garip çizgisi''nde, şairanelikten uzak, ''küçük adam''ın sorunlarına eğilirken; ''1940 Kuşağı'' adını alacak bir başka bölümü, Nâzım Hikmet'in açtığı yoldan ilerleyerek bir başka şiir dünyası yaratırlar: Sosyal yanı ağır basan ''toplumcu gerçekçi'' bir şiir anlayışıdır bu. A. Kadir, Niyazi Akıncıoğlu, Ömer Faruk Toprak, Suat Taşer, Cahit Irgat, Mehmet Kemal, Arif Damar gibi şairlerin oluşturduğu topluluğun en önemli adlarından biri de Rıfat Ilgaz'dır.''
(Sayfa: 22-23)
(..)
''Çekinmeden söylemeli de: Nâzım Hikmet'in arkasından, Türkiye'de ''İnsan Manzaraları''nı Rıfat Ilgaz'dan daha hünerli sürdüren ve zenginleştiren bir başka şair çıkmadı, diyebiliriz.
Akan zamanın edebiyattaki yasasıdır: En başta şiiri eskitir. Bu satırları yazmadan önce, şairimizi yeniden okudum. Eskimeyen bir şey var Rıfat Ilgaz'da. Gerçekliğin sürgit haklı çıkarmasında mı aramalı onu; yoksa şairin duyarlığında ve ''yürek işçiliği'' dediği
sanatsal gücünde mi.?
İkisinde birden, diyeceğim.'' (Sayfa: 24)
*
Strasbourg, 1 Ocak 2003
*****
''Dâva konusu şöyle bir fıkraydı: Sarhoşun biri Taksim-Talimhane arasında gidip gelirken sözde hükümete sövüyor ve içine bilmem ne yapacağını söylüyor. Bunu yakalıyorlar. Tabii başlıyor ben hükümete hakaret etmedim, demeye. İttihat Terakki hükümetiydi, yok Abdülhamit hükümetiydi diyerek kendisini kurtarmaya çalışıyor. Ama polisler diyorlar ki 'Ulan çok zorlanma, hangi hükümetin içine bilmem ne yapılacağını biz biliyoruz.' Mahkemede okunuyor bu yazım. Mahkeme heyeti ve stajyerler katıla katıla gülüyorlar. Ciddiyet kalkıyor. Bir tek savcı gülmüyor. Yazıda hükümete hakaret olduğunda direten savcının savını bir iki oturum sonra kabul ettim. Hakaretin iktidardaki hükümete yönelik olmadığını kanıtlayınca beraat ettim. Böylece karar ''emsal'' olarak kaldı.'' Sayfa: 26)
*****
*
Yoklama defterinden öğrenmedim sizi,
benim haylaz çocuklarım.!
Sınıfın en devamsızını
bir sinema dönüşü tanıdım,
koltuğunda satılmamış gazeteler..
Dumanlı bir salonda
kendime göre karşılarken akşamı,
naneşekeri uzattı en tembeliniz..
Götürmek istedi küfesinde
elimdeki ıspanak demetini
en dalgını sınıfın.!
İsterken adam olmanızı
çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun
palto, ayakkabı yüzünden.
Kiminiz limon satar Balıkpazarı'nda
kiminiz Tahtakale'de çaycılık eder;
biz inceleyeduralım aç tavuk hesabı,
tereyağındaki vitamini
ve kalorisini taze yumurtanın.!
Karşılıklı neler öğrenmedik sınıfta,
çevresini ölçtük dünyanın,
hesapladık yıldızların uzaklığını,
Orta Asya'dan konuştuk
laf kıtlığında.
Neler düşünmedik beraberce
burnumuzun dibindekini görmeden
bulutlara mı karışmadık.!
''Hazan rüzgârı''nda dökülmüş
''hasta yapraklar''a mı üzülmedik.!
Serçelere mi acımadık, kış günlerinde
kendimizi unutarak.!
*
(1943) (Sayfa: 35-36)
*****
*
''Benim bilgili, becerikli çocuğum,
kalktığın zaman tahtaya
yüzünün kızarması neden.?
Ayağında sağlamca bir pabuç
sırtında bir ceket yok diye mi.?
Ne var bunda sıkılacak,
utanmak bize düşer çocuğum.!''
*
(1943) (Sayfa: 39)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...