#BilgeKarasu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#BilgeKarasu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Kasım 2018 Çarşamba

Nasıl Yazıyorsam Öyleyimdir - Bilge Karasu (Mustafa Arslantunalı)

Nasıl Yazıyorsam Öyleyimdir - Bilge Karasu (Mustafa Arslantunalı)
Kendim olmak diye bir kaygım yok galiba. (Gülerek) İşte nasıl yazıyorsam öyleyimdir diyorum herhalde. Bu da yine imgelere getirecektir bizi ama, kendim olmak diye bir kaygım yok, onu anlatmak çok güç. Nasıl tasarlıyorsam, nasıl yazıyorsam öyle oluyor. Kendim olmak, başka bir şey değil ki, çünkü onun dışında, onun ötesinde bir 'kendimlik' yok ki, kendimlik burada söylediğimde, yazdığımda, yaptığımda. (Sayfa: 32)

18 Ekim 2018 Perşembe

Bilge Karasu - Kısmet Büfesi

Bilge Karasu - Kısmet Büfesi

Camdaki yansıdan anlıyoruz: İnsanlar geçiyor önlerinden, sokak lambaları yanıyor tepelerinde. Hortumgözler, hortumkulaklar, yalnız içeriden dışarıya uzattıkları kendi uzantıları değil; dışarıdan içeriye doğru da uzanabilen, başkalarının uzantıları. (Sayfa: 15)

Bilge Karasu - Kısmet Büfesi


''En doğru masal anlamadan korktuğumuzdur.''
T.S Halman, Can Kulağı, s. 13, ''Masal Sonu''.
Avından El Alan 

Bey, karacanın ardından uçuyordu mahmuzlayıp durduğu atın
Tekboynuz, kızoğlan kızlara düşkün. Koşar,koşar, onların ku-
sırtında. At, kanatlarını germiş, gölgesini karacanın üzerine değdir-
cağına atar kendini, yatar: Herkesin bildiği bir şey bu. Tekboynu-
di değdirecek. Karaca birden taş gibi durdu kaldı. Dünyalar çarpış-
zu yakalayıp yiğitlik göstermenin tek yolu da, güzel bir delikanlı-
tı delice hızları içinde. Boynu kırılıp yüzü gözü kan içinde kalan
nın kız gibi giydirilip kıra salınmasıdır. Delikanlı kırıta kırıta ön-
Beyi gözyaşlarıyla diriltmeğe çalışan uzun saçlı, uzun parmaklı;
den yürür; tekboynuz onu görür görmez koşar gelir, kucağına atılır,
güzeller güzeli delikanlının yok oluvermiş bir karıncanın yerinde
koynuna girer delikanlının. O zaman kat kat giysiler altına gizlen-
durmakta olduğunu kim anlayabilir, kim bilebilir bundan böyle.?
miş mızraklar ortaya çıkar, tekboynuzun böğrü delik deşik olur.
(Sayfa: 27-28)
*****
Bu bölüm, kitabın arkasında, bir örneğini
görselde verdiğim gibi,
''Çeşitlemeli Korkunun Seslendirilme Metni''
başlığı altında verilmiş. Tüm metnin şemaları mevcut.
*
Çeşitleme Korku
*
Beş Ses İçin Metin
*
“Bağlaç” olmakla kalacağını sanan dosta
*
bir tüy,
bir telek
*
bir dal-
gınku-
şun ar-
dında
bırakı-
verdiği
*
havadan o-
luşmuşgi-
biyumu-
şak, düşen,
yere doğru;
*
bir tüy ,
bir te-
lek,
*
bir yap-
rak
*
bir güz
dalın-
dan
kopmuş
*
kopu-
vermiş
*
sarartılı
*
bir yap-
rak, ye-
re de-
ğince
kimse-
nin duy-
madığı,
*
yeri, taşı,
toprağı ba-
ğırtmamış,
incitmemiş
*
bir tüy , bir telek,
bir güz yaprağı
*
gibi düşmüş yerleşmişti içi-
me
*
içerime,
gönlüme,
etime
k o r k u
*
BİR ÇIĞ GİBİ GELDİN ÜSTÜME
*
karınca-
largi-
biydim,
*
düş ka-
rıncaları,
ozan ka-
rıncaları
gibi
*
çıdamlı ka-
rıncalar
gibiydim,
*
çıdamlı,
dümdüz
uzanan
*
uçsuz
bucak-
sız
*
engebesiz bir düzlükte
*
ÜSTÜME BİR ÇIĞ GİBİ GEL-
DİN KENDİNE KATTIN BENİ
*
gözü, a-
yağı, bir
yerlere
takılma-
dan
*
hiçbir şeye
yönelme-
den
*
dümdüz
uzanan
bir top-
rakta
*
çıdamla
*
y ü r ü y e n
karınca-
largi-
biydim.
d u y d u m s e n i
ö ld ü m s e ni.!
*
SENİ SENİSENİ
:SENİ : SENİ:
gördüm – : – duydum – : – – :
yaşadım – – – öldüm – :
yürü-
mekten
başka
bir şey
bilme-
yen
*
nereye ,
niye, ne-
ye gitti-
ğini bil-
meyen
*
bir yere
gittiğini ol-
sun bilme-
yen
*
ozan karıncaları
g i b i y d i m
çıdamla
yürüyen
*
bu düzlük-
te, engebe-
sizlikte.
*
SENİN YANIMDASIZLIĞIN
BİR SİLİK SUSKUYDU, GÜNSÜZ KA-
RANLIĞIMININ KESER AÇARDI KA-
PISINI, SESİN, YÜZÜN, YÜRÜMEN
*
nereye
gittiğini
gene bil-
meden
*
bir yere
gittiğini ol-
sun gene
bilmeden
*
çıdamı
da,yü-
tümeği
de unut-
muş
*
b i r b ö c e ğ i m ş i m d i
*
çılgınca dönenen
durduğu
yerde.
*
görün-
mez en-
gebeler
örüldü
*
çepeçev-
re
çevrem-
de
*
k o r k u d a n
*
BİR ÇIĞ GİBİ GELDİN ÜSTÜME
KENDİNE KATTIN BENİ, YUVAR-
BİR SÜRE
*
zeytin
gövdele-
ri gibi-
yim
şimdi
*
topra-
ğım is-
ter al-
ister boz,
ister ka-
ra,
*
burul-
muş er-
keklik-
ler gibi-
yim
a c ıi ç i n d e
k ı v r a n a n
*
düzlükle-
rinde gök-
yüzüne
uzanıp gün
ışığını tit-
reştiren,
dünyayı
düzgün
aralıklara
bölen
*
kavak duvarların-
d a n s o n r a
*
SONRA
*
suyu ara-
yıp bu-
lan kökle-
riyle, dur-
madan, bu-
danan kol-
larıyla
su fışkı-
rır gibi
yeniden
toprağa
dökülen
dallarıyla
yeşil yağ-
murunu
yağdıran
söğütlerden sonra,
SONRA
SONRA
*
yarık
*
yarılı
*
yarılmış
tahtasıyla
*
kıvra-
nan
*
buruk
*
burgun
*
bir zey-
tin göv-
desigi-
biyim
*
kuytularda,
eğimlerde,
*
suskun,
*
sessizlikler
içinde, gü-
müş yeşil
bir buğu
altında,
buruk
*
bir g ö v d e y i m ş i m d i
yemişi
karar-
mayan.
*
SONRA SONRASONRA
YIKTIK KENDİMİZİ DE
*
kuru-
yum
*
göğe baktı-
ğım yerde,
*
buru-
ğum
*
yere baktı-
ğım yerde,
*
korkuy-
la besle-
nerek
*
korku-
dan.!
*
BEN BİR ÇIĞ OLDUM ŞİMDİ. SEN,
kar’ımdaki taş, karnım-
ETİMDEKİ
daki, dokumdaki
KAMA
*
oysa korku kendi memesini
e m e r e k b ü y ü r;
*
nasıl
burmalı
bu me-
meyi.?
*
nasıl
kurtul-
malı
*
nasıl na-
sıl nasıl
*
korku-
nun sü-
dü ol-
mak-
tan.?
*
SENİ SENİ SENİ
: SENİ : SENİ:
yaşadım – : – duydum – : – – :
öldüm – – – – – – .
*
seni yaşa-
dım, seni
öldüm;
*
uçuru-
mundi-
bine
v a r a m a d ı m d a h a
*
parçalanıp, parça-
layıp kurtulacağım
yere.
*
bir tüy,
bir telek
gibi, bir
güz
yaprağı
gibi
k o p m a l ı
*
kuştan, ağaçtan
yeğnilikle, incele-
rek,
bağırmadan korkudan.
*
ANILARIM SENİN GELECEĞİN OLU-
YOR, GERÇEKLİK DUYGUSUNU YİTİ-
RİP, UZAKTAN UZAĞA HEP SENİN
SİVRİLDİĞİN BİR PUS İÇİNDE YAŞA-
MAĞA BAŞLADIM ŞU ANDA.
SEN AĞAÇTAN SEN AĞACA KOŞU-
YORUM,ARADAKİ PUSARIK BA-
TAKLIKTA AYRIŞIP YIVIŞAN GÜN-
LERİN HİÇLİĞİNDE.
***
1972/ 1973/ 1974 (Sayfa: 75-83)

Bilge Karasu - Kısmet Büfesi

Öbek öbek hayvanlar tamamdı artık duvarda. Dizi dizi insanlar devrilip dümenin, utku içinde ayakta kalmanın, yenilip ölmenin, yaralanmanın her biçiminde dönenip duruyordu boğanın çevresinde; yıldızları gibiydiler gecenin, bu halleriyle..
Üç de akbaba çizmişti kendi eliyle, kendi saptadığı yerlere; ustasıyla tartışmıştı üstelik bu yüzden; usta, akbabaların yeri olamaz burada diye diretmişti ama sonunda onu kandırabilmişti MorYeleliAt. Akbabaların yeri insanlara yakın olmalıydı hem de. Koca koca hayvanların ölümünü hiç olmamışsa çeviriveren akbabalara nasıl yer verilmezdi burada.?
Şimdi ise, yalnız yaraların çizimi kalmıştı resmin bitmesi için. Ustalığın Ustadan kendisine geçmesini sağlayacak son şey; öğreneceği son şey: Kendisine açılacak son gizle birlikte girişeceği, kendisini ustasından kesinlikle koparacak, yaraların çizimi.. (Sayfa: 108)

Bilge Karasu - Altı Ay Bir Güz


''İstediğim denizi yazmak. Zümrütlerin, gökyakutların sabrını; ağaçların tarihsizliğini..
Bir tek kıyısını kavrayabildiğimiz, anlamını ancak bir tek kıyısıyla kurduğumuz denizin öyküleri yoktur bir kara adam için. Yolculuklara, ister gerçek ister düşsel olsunlar, yakıştırdığımız son, öbür kıyıda bitse bile, deniz gene tek kıyılıdır. Üzerinde yaşayıp çalışan biri olmadıkça..
Deniz, kara adamının yalnız sınırlarını kaldırışı değil, sınır düşüncesini içinden çıkarıp atıvermesidir. Her şeyin bir aradalığının bir yerde başlaması ya da bitmesidir. İstediğim denizi yazmaktı. Her şeyin biraradalığına yenik düşeceğimi bile bile..''



Taşların sabrı dediğim, yaşlandıkça yaşamağı öğrendiğimiz, can sıkıcı bir boş lâf olmaktan çıkan sabır değil; insanların kusursuz bulacağı o duruma gelesiye bir taşın bir başka taşın bağrında sıkışıp durarak geçirdiği –insanın hiçbir ölçüsüne sığmaz- bir vakti damıtması, sonra, kalması. Taşlar doğmaz, doğurulur; sabır, taşın değil, insanın erdiği; dolayısıyla, yakıştırabildiği; tansıdığı; değerini artırmakta çılgınca , küstahça kullandığı. O sabrı yazmağa kalkışmak, emeklemekten öteye geçememek olacağı için, onurlu bir alçakgönüllülük sayılır. (Sayfa: 10)

*****

Sabahları kalkılır. Kalkılmaz, uyanılır. O da değil. Uyanır, sonra başına dikilen birileri onu kaldırır. Haydi yavrum, haydi aslanım. Kiminin koskocaman oğlu, kiminin bebeği. Günlerin ışığı parmaklığın içinden geçip karşı duvara vuruyor; gözlerine ulaşan ışık, havayla değişiyor. Öğrenmeğe başlıyor yavaş yavaş; bir ışık yağmur yağıyor demektir; bu ise, gün boyunca, ağa gölgesinde oturulacak demektir. Işıklar günle değişir; adlar günle, gelenle değişir: Gülümdür, kuzumdur, aslanımdır, bebeğimdir. Birileri kaldırır, öper, kucağına alır.
Birileri dediğimin annem olması gerek. Her zaman o gelir de, pek arada bir, bir başkası gelir miydi.? Kaldırılmak niye.? Herhalde çok daha eski bir anının gelip o günlere konması, yapışması. Çünkü o sıralarda parmaklık indirilir, ben de kalkardım yataktan. Uyandırılma, doğru. Parmaklığı aşmağa kalkmamı önlemek bakımından. Uykusunda çok hareketli bir çocukmuşum, besbelli. Parmaklık ancak beş yaşlarımdayken kalkmış. O halde, bu anının vaktine dönelim, düşündüğümden de geriye.
Banyoya götürülür, çişe tutulur. İnce bir su sesi, şu şeşi, şişelerden sular öyle akmaz, ancak çişe tutulurken ağızlardan akar bu şu şeşi, şu şişeşi, su sisesi, su şi, uyuma oğlum denir sonra, donu çekilir, kaldırılır, musluğa götürülür. Oradaki su sesi sahicikten su sesidir. Şaplak şaplak çarpılır yüzüne. Bu evde durmadan yıkanılır. Durmadan sular akar bir yerlerde, önündeki musluktan ya da teknenin musluğundan, mutfağın musluğundan; yıkarlar onu, sabunlarla, türlü kokulu ellerle, artık uyumak yok, acıtan havlularla kulaklarının içine içine girer parmaklar, sokma parmağını burnuna, karıştırma burnunu, sokma elini donunun içine, sokma elini tabağın içine, sokma elini bardağın içine, sokma elini oturağın içine, ellerin kirli gözüne sürme, ellerinin kirini üstüne başına sürme, emme parmağını
Büyümenin tarihi böyle böyle yazılır. Parmaklar, başkalarının parmakları, kulağına, burnuna, gözlerine, dudaklarına boğazına, bacaklarını arasına istediğini yapar, her yerinde gezinir. Sonra gene yatağının başına götürülür. Pencereden giren ışık gözlerini kamaştırır. Buna ışık denmez oğlum, bu güneş, anladın mı bir tanem, gözlerini kırpıştırma böyle, sonra durmadan, büyüyünce de durmadan kırpış.. 
(Sayfa: 24-25)


Bu yoldan giderek o ''geçmişi'' kurabilir miyim.? Uzayıp gidebilecek bir anlatıyı okur için anlamlı kılmanın gerektirdiği, gerektireceği işlemleri gerçekleştirmeğe çalışırken karşılaşacağım en büyük güçlük belki de şu: Okuyana, geçmişi içinde gezinip duran bir anlatıcının o geçmişin içinde duyduğu şimdiliği, şu andalığı, duyurmak. Bunu duyururken, geçmişte gezinildiğini hiç unutturmamak. Kim bilir, buna, okurun bu anıları kendi anılarıymış gibi benimseyip yaşamasını sağlamak; ya da her okuru kendi hesabına buna benzer anılar üretmeğe çağırmak, dememiz gerekir. İşin hoşu, ''benim böyle anılarım yok, ben zengin çocuğu değilim, bana böyle davranılmazdı'' diyecek olanlar varsa, asıl onların dikkat etmesi gerektiğidir. Çocukken görülen sevgi çok önemlidir. Çok belirleyicidir de. Sevgi görmemiş olan, sevgi gördüğünü güneşe çıkıp soluyan bir kertenkele hazzı ile anlatana biraz kızar. Çoğu zaman düşünülmeyen şey şu: İnsan, sevgi görmüş, ya da görmemiş olabilir ama önemli nokta, sevgi gördüğü ya da görmediği yolunda beslediği düşüncedir. Bu konuda analar babalarla çocuklarının düşündükleri pek ayrı olabiliyor. Önemli olan da ''görülen'' değil, ''görüldüğü düşünülen'' sevgi oluyor. İtirazı olan okur, burada anlatılan bir çocuğun anılarını, kendine mal etmek ister mi.? Anlatıcı, okura ne ölçüde yaklaşabilir.?
*
Ben, anlatıcı, öykümü sürdürüyorum. (Böyle bir söze kim inanır ki.?) (..) (Sayfa: 27)



İnsanlar yaşama, başkalarının yaşamına, başkalarına, gitgide daha saygısız oluyorlardı. Hoş, saygısız olmak da değildi bu; saygıyı hiç bilmemiş hiç öğrenmemiş olmalarıydı. Bir güzellikle karşı karşıya geldiklerinde artık tanıyamamaları, içlerinde bir kıpırtı olsun, duymamalarıydı. Ellerine ayaklarına bile, kalabalık içerisinde yaşayan insanlar olarak, söz geçirememeleriydi, neredeyse; zaten ürkek kedileri ürkütmeği kişiliğini kanıtlamak belleyen küçük çocuklardan daha başka, daha olgun bir davranışta bulunamadıklarını anlayamamalarıydı.. (Sayfa: 36)


(..kitabın biçimlediği tutsaklıktan da kurtulmağı düşlediydi; sonra bir yazarın, kitabın sınırlandırıcılığını yok etmeksizin de bulduğu yolu görmüş, bu uzlaşım içinde yazarın okuruna önerdiği olanaklarla bir bakıma -matematik açısından bilmem kaç yüz olduğu-hesaplanabilecek-okuma doğrultuları yaratılması karşısında kendi düşünden vazgeçmişti. Bir şeyi ilk yapan adam olmayınca o şeyi üçüncü kez yapan adam olabilirdi ama ikinci kez yapan olmak istememişti. Çok mu önemliydi bu ikincilik, üçüncülük.? İkinci adam izlerdi; üçüncüsü ise edinilmiş bir yolu, bir yöntemi, kullanırdı..) (Sayfa: 78)

4 Ekim 2018 Perşembe

Bilge Karasu - Göçmüş Kediler Bahçesi

Avından El Alan Öyküsü'nden:
*
''En doğru masal anlamadan korktuğumuzdur.''
T.S Halman, Can Kulağı, s. 13, ''Masal Sonu'' (Sayfa: 27-28)
*****
Bey, karacanın ardından uçuyordu mahmuzlayıp durduğu atın
Tekboynuz, kızoğlan kızlara düşkün. Koşar,koşar, onların ku-
sırtında. At, kanatlarını germiş, gölgesini karacanın üzerine değdir-
cağına atar kendini, yatar: Herkesin bildiği bir şey bu. Tekboynu-
di değdirecek. Karaca birden taş gibi durdu kaldı. Dünyalar çarpış-
zu yakalayıp yiğitlik göstermenin tek yolu da, güzel bir delikanlı-
tı delice hızları içinde. Boynu kırılıp yüzü gözü kan içinde kalan
nın kız gibi giydirilip kıra salınmasıdır. Delikanlı kırıta kırıta ön-
Beyi gözyaşlarıyla diriltmeğe çalışan uzun saçlı, uzun parmaklı;
den yürür; tekboynuz onu görür görmez koşar gelir, kucağına atılır,
güzeller güzeli delikanlının yok oluvermiş bir karıncanın yerinde
koynuna girer delikanlının. O zaman kat kat giysiler altına gizlen-
durmakta olduğunu kim anlayabilir, kim bilebilir bundan böyle.?
miş mızraklar ortaya çıkar, tekboynuzun böğrü delik deşik olur.

Bilge Karasu - Göçmüş Kediler Bahçesi

Yengece Övgü Öyküsü'nden:
*
(..Yinelenip durdukları, yenilenmedikleri için sav söz niteliklerini çoktan yitirmiş sav sözler.. Bu kadar pahalı bir iş midir, yeni sözler bulmak.?) (Sayfa: 76)
***
''USTA BENİ ÖLDÜRSEN E.!'' Öyküsü'nden:
*
O bahar gecesi evlerine dönerlerken, önünden geçtikleri bir bahçenin bütün söğütlerinin budanmış, daha o sabah incecik, körpecik yapracıklarla buğulu gibi duruşuna bakarak sevindikleri dalların kaldırıma atılıp yığılmış olduğunu görmüşlerdi. Ustası bunları çiğnememek için yola inmişti ama kendisi, saygıyla, sevgiyle, ağır ağır, cambaz ayaklarının bütün yeğniliğiyle bu dal yığınlarına basarak yürümüştü. Gene taşlara bastığı zaman durmuş, havayı uzun uzun koklamış, ustasına o anda bir su kıyısında , yeşilliğin, çimenlerin, otların içinde olmağı nasıl özlediğini anlatmağa çalışmıştı.
(..)
O halde herkes, ustasının kendini biçimleyişini, hayır, kendi biçimlenişini çırağına aktarmasıyla mı biçimleni
(..)
Cambazlık, insanın-ölmek istemiyorsa- bütünüyle kendini ipe, halkaya, ustaya, adıma,ele, göze vermesini gerektirenbir işti. Günün birinde, işi cambazlık değil de düşünmek olan birine rastlarsa, ona soracaktı bu soruları. Hoş o adam da cambazların soracağı sorular üzerine düşünmüş olur muydu, ayrı konu.. (Sayfa: 114-115)
***
Bir Başka Tepe Öyküsü'nden:
*
Kişinin hastalıklarla uğraşması, dışarıdan sızmış bir düşmana kafa tutmasıdır. Yüreğin bozulması ise, kişiyi kendiyle karşı karşıya getiriyor olsa gerek. (Sayfa: 204)

Bilge Karasu - Göçmüş Kediler Bahçesi

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...