4 Şubat 2024 Pazar

Hasan Hüseyin Korkmazgil - Kandan Kına Yakılmaz, Kızılırmak

 

ÖNSÖZ GİBİ
*
Otuz yaşımın olanca korkusuzluğu, yerinde duramazlığı ve sevinciyle oturuyordum söğütlerin altında. Çocuklar çakıltaşlarıyla, çığlık çığlığaydılar akan suda. Temmuz sıcağı tütüyordu. Harman sarıları, dizlerimdeki sayfalardan kalkıp, yamaçlara ağıyordu. Kırlangıçlar geçiyordu Ağlasun'un göklerinden. Dereboylarından bin renkli türküler yükseliyordu.
Kimdin sen.? Adını duymuş muydum.?
Yıllar önce bir tek, o eşsiz ağustos şiiri'ni okuduğum zaman Dost'ta, deprem yaşamıştım uğuldayan kanımın hızlıca akışında.
''Kimsin.?'' diye sormuştum sana.
Çocuklarımın yörük karası gözlerinden, güneşi ince ince süzen salkımsöğüdün dallarına kadar, evreni bir bir taramış, meydan okumuştum:
''Benim olmalısın.!'' demiştim.
Dünya, bir devrimin eşiğindeydi sanki.
Sen;
*
''gürün'de doğdum
------dedin mektubunda-
mutlu günlerin dışında
ekmek kavgasının içinde doğdum
tutsak sabahlar yaşadım masmavi
-----[özlemlere kandım
artmadı bulgur
kavak yapraklarında sakız gibi güneşler
yitik bereketler arkasında çırçıplak
---düşlerde savrulup gitti çalınmış
-----[çocukluğum
gezdim
---sevdim
okudum
topraktan kaldırıp elimi
---alnıma koydum
yangın yerlerinde güneşe karşı
öfkeyle gülen gözler
---yıpranmış yalın eller
----kitaplar çekmiş perdeleri kapkara
-----[gördüm
acıydı sevinçti korkuydu hınçtı
kerem’di garip’ti karacaoğlan’dı
yunus’tu sinan’dı mustafa kemâl’di
destanlar ortasında çalkandım durdum
zorlu dağlar
zorlu beller
yorgun tarlalarda zorlu acılar
onların yüzlerinde gördüm ağrımın
-----[aynasını
-----gözbebeklerimde yaşadım
insan dedim
barış dedim
vurun demedim
bir kancık dönemeçte bir ölümlü gün
-----yirmiüç baharımda
kelepçe değil kollarımda
yiğitler anası memleketim.!''
*
dedin.
Yirmi yıl, başka bir şey sormadım sana.
Zaten, çetin bir bileğitaşıydın, bundan böyle, benim için. (Sayfa: 9-10)
*
Kimi zaman, bir kavga adamının yanıbaşında yaşadığımı, en acımasız boyutlarıyla algılardım. Kimi zaman da, bir devrimcinin sukatılmadık coşkularını olduğu kadar, bir eski zaman bilgesinin o derin çilesini duyumsatırdın bana.
Senin yakınlarında yirmi yıl dönenmiş bir kadın olarak; ille de senin güzel, çok güzel bir ozan olduğuna hem inanan, hem de bunu bilen bir şiir tutkunu olarak, seni hep okumak, seni anlayarak okumak, elbette boynumun borcuydu, senin o gür şiir soluğunu duya duya..
Sen ki bu dünyayı şiir gibi yaşardın.!
Tükenmez bir merak ve sevgiyle bakardın, insan denen doruktaki karmaşaya. Ve yazarken, o çok insanca, o çok evrensel gönül yükleriyle ve yaşıyor olmanın ölçüsüz sevinciyle dolar taşardın ve dünyayı alay ya da öfke fırtınasının önüne katıp süpürmek istediğin zamanlar bile, sevginin altın yolu, sonsuzmuş gibi uzanırdı önünde ve tutkuyla öfkelenir, öfkeyle severdin.
*
''uzatın ellerinizi ellerinize
kaldırın güneşe kollarınızı
durun duvar duvar
durun yapı yapı
---dostlarım
-----direnin karanlığa
sevmek yapabilir bu dünyayı yeni baştan.!''
*
demiştin sen. (Sayfa: 13)
*
Seni şimdi ben, ''bu dünyadan çekip gitmişler''le bir, düşünebilir miyim, buna kim dayanabilir.! (Sayfa: 14
*
Ve sonra elinden, atardın kalemi, yeniden yeniden almak üzere:
*
Bedrettin Cömert'e adadığın şiirinde;
*
''sen aşk şiiri yazamazsın
hasan hüseyin''
*
demiştin; belki en güzel aşk şiirini böylece yazdığını biliyor muydun.? (Sayfa: 15)
*
azime korkmazgil
ankara, 19 kasım 1984

ÇOCUKLARYA


dünyanın her yerinde çocuklar
ardarda gelen sözcükler gibidirler
birbirine çok yakışan uyaklardır çocuklar
---ezgide sesler gibidirler
yürüyenle yürürler/otururlar oturanla
---ve uçarlar uçanla
dünyanın her yerinde çocuklar
mutlaka şarkılar mırıldanırlar
el çırparlar mutlaka
---hızdan kanat taktıkça
*
bu fırsat geçmez ele bir daha
yalvarırım bırakın çocukları
bırakın çocukları koşsunlar
koşup koşup düşsünler / bırakın
bırakın ellesinler ateşi
böcek soksun ellerini / bırakın
*
salıncak şarkıdır çocuklara
---uçurtma şarkı
koşmak biraz şarkıdır çocuklara
---fırtına biraz şarkı
koşan geyik koşan at
uçan gemi motosiklet
yüzmek biraz şarkıdır
suda balık biraz şarkı
bindirin yalvarırım
bindirin çocukları arabalara
ürke korka sürmeyin arabaları
el çırpsınlar çocuklar
---çığlık atsınlar
bu fırsat geçmez ele bir daha
*
şarkı söylemek demek
---kanatlanmak demektir
atlara uçaklara kuşlara yellere uçurtmalara
uçan kaçan bir şeylere binmek demektir
hele bakın şu bizim kocamanlara
yola çıkar
---türkü söyler
ağaca çıkar
---türkü söyler
ata biner
---türkü söyler
*
doluşur kara trenlere otobüslere
biner gider türkülere
---şarkılara bizimkiler
*
yalvarırım uçurun çocukları
uçan kaçan bir şeylere
---bindirin çocukları
bırakın denesinler kanatlarını
bu fırsat geçmez ele bir daha (Sayfa: 19-21)
*
SALDIRAN KÖR YOKSULLUK
*
yüzleri yıkanmamış bu çocukların
açılmamış gözleri aydınlıklara
*
tabanca
---zincir
----muşta
bilmemişler bundan başka
---tanımamışlar
*
ağaç görmüş
---yakmışlar
kanat görmüş
---kırmışlar
şimdi de düşmüşler insan izine
nerde insan
---nerde ışık
---vurmuşlar
*
bilmiyorlar
---ipler kimin elinde
kim oynatır bu kuklayı
---bildikleri yok
cepte mangır
---elde silah
vuruyorlar yarın için çırpınanları
vuruyorlar vurur gibi açlığı
vuruyorlar vurur gibi yokluğu
vuruyorlar kendi kardeşlerini
*
yüzleri yıkanmamış bu çocukların
açılmamış gözleri aydınlıklara
*
(1979) (Sayfa: 22-23)

SANDIKLI FOTOĞRAF


canlarım
güzellerim
neden öyle boynu bükük
neden öyle çarpık çurpuk
---tepelenmiş güller gibi duruyorsunuz
neden öyle
örselenmiş güllersiniz gözlerinizde
*
biliyorum
---yaşamak güç
kolay değil eğrilmemek sapmamak
satılmamak kolay değil canlarım
dik tutmak kolay değil
---şu güzel başı
*
bir biz miyiz yiğitlerim
---yolunu yanlış seçen
bir biz miyiz bu çetin güzellikte
---yanlış yolda taban tepen.?
sular da hırçın akar yanlış yollarda
---bulur en sonunda yataklarını
-----vura vura başlarını taşlara
bir biz miyiz canlarım
---yanlış giden bu yollarda.?
*
ne taşız biz
---ne de toprak
bir tohumuz karanlıkta
yürürüz eğri büğrü
yürürüz yoklayarak
---çıkarız aydınlığa (Sayfa: 24-25)

ÖLÜM UCUZ OLMAMALI:


''ölüm ucuz olmamalı bu çağda
sayrılıksa yenilmeli
açlıksa kovulmalı dünyadan
savaşsa durdurulmalı
neyimiz var kardeşler şu kısa konuklukta
---sevmekten ağlamaktan gülmekten başka'' (Sayfa: 30)

DİL


bu toprağın dilinden
onu sürüp eken anlar/sen anlamazsın
bu demirin dilinden
onu söküp döven anlar/ sen anlamazsın
çile dedik yüzyıllardır
acı dedik ağrı dedik/ sen anlamazsın
vurduk başlarımızı taşlara türkülere
geldik ta oralardan ta buralara
acılar şu gözünde heybemizin/ tatlılar şu
umutsa bülbül olmuş
---şakır durur dalımızda
--en eski acıları
yüklenmişler paraları/ kalmışlar altında insansızlığın
yüklenmişler silahları/ kalmışlar korku
---[cehenneminde
ne uykuları uyku/ ne dışlıkları dışlık
çok sürmez göreceksiniz
---başlarlar ateş etmeye
--kendi gölgelerine
okunurlar tarih kitaplarında
biz biliriz bunları çok eskilerden
böyle böyle dikmişlerdir nalları
---bugün tarih olan çağlarda
dil demek kolay elbet
ama bu dil değil ki
yoncada eşek dili harmanda öküz dili
bu dil insanın dili
---ta maymundan hitit'ten yunus'tan beri (Sayfa: 38)

KANDAN
KINA YAKILMAZ


vurma dedim vurulursun
kandan kına yakan var mı
kandan kına bre yezit
---yakınıp da onan var mı
sen yarını ne sanırsın
yarın vuran bre yezit
---bu dünyada barınır mı
*
nasıl kıydın şu sabaha
---ürkmedi mi ellerin
ellerin bre yezit
---ekmekten korkmadın mı
nasıl kıydın şu insana
kolların bre yezit
---kırılıp sarkmadı mı
*
kanlı el kanlı ekmek
sofra değil leşbaşı bu
sofra değil bre yezit
---sardı dünyayı kokusu
sevmek ağlamak gülmek
hakkın değil bre yezit
---seninki kahpe korkusu
*
akrep desem yılan küser
yılan desem sırtlan kızar
soyun sopun bre yezit
---soyun sopun nerde yazar
bu susar o susar
susmaların bre yezit
---elbette ki bir sonu var
*
nasıl kıydın şu güzele
yok mu senin sevenin
sevenin bre yezit
---şu dünyada tek sevenin
nasıl kıydın şu cana
sevilenin bre yezit
---sevilenin yok mu senin
*
yaratanım dünya dünya
yaşatmaktan bıkılır mı
kan dökerek bre yezit
---el içine çıkılır mı
nasıl kıydın şu yarına
kandan kına bre yezit
---kandan kına yakılır mı
*
(1978) (Sayfa: 39-40)

DUR BİRAZ DA
BEN SORAYIM


adımı ne sorarsın
---bilmez gibi bilmez gibi
yolumu ne sorarsın
---görmez gibi görmez gibi
bu bataklık bu sinek
bu karanlık bu korku
ben önümü görüyorum ey kentsoylu
-----ya sen nerdesin
solundan medet kesik
---sağın kum çölü
delirmek saldırmak boşuna bugün
---o masmavi çaylar bugün kan gölü
.....................................
.....................................
davul çalın davul çalın çocuklar
uyandırın fırtınayı çocuklar
---dağıtın karanlığı
bu sessizlik bu susku
bile bile lades bu
bu güzellik korkusu
davul çalın davul çalın çocuklar
halay çekin halay çekin çocuklar
şarkı türkü gürültü
çalkalayın bataklığı çocuklar
dağıtın karanlığı çocuklar (Sayfa: 41)

KİTAPLAR

Çizim: Sevdakâr Çelik

kitaplar da bizim gibi
doğuyorlar büyüyorlar ölüyorlar
doğan ölür bir gün elbet/ ne kuşku
*
ne var ki öyle değil kazın ayağı
---öyle değil işte kurdun kuyruğu
bizler nasıl doğuyorsak
nasıl büyümüyorsak/ nasıl ölmüyorsak
---kendi toprağımızda
kitaplar da bizim gibi
---yakılıp gidiyorlar düşman ellerde
doymadan gençliklerine/ yaşamlarına
*
okuduk bunlar ta ilkokul kitaplarında
okuduk bunları tarih belgelerinde
ve yaşadık bunları acılı günlerimizde
*
üşüttüler karakışta/ yak dediler kitabı
yak dediler kitabı/ yaktık ısındık
kömürler yattı yerde/ madenler yattı yerde
sular öylece aktı/ güneş baktı öylece
---en eski penceresinden
*
nerden nere gelmişiz biz/ kim söyler
söylemek bir şey değil elbet/ kim kalkar tanık olur
---bu korkunç cinayete
*
beyin sığmaz olmuş kafatasına
öfke sığmaz olmuş can kafesine
---peki ama nerde o kuş.?
*
(1978) (Sayfa: 47-48)

AH ŞU LANET BAŞAĞRISI


yine başladı başım
yine dünyam kapkaranlık
*
ne aspirin ne novaljin ne şurup
eczanelik ağrı değil bu benimkisi
değil dostlar
---beyin değil
----işte elektrosu
yürekse
saatli bomba sanki mübarek.!
*
''ağrısız baş
---taş altında'' diyorlar
anlıyorum domuzuna
---anlıyorum it gibi
ama işte dindirmiyor ağrımı
---algılamak bu gerçeği
*
yıllar var ki şu ülkede
şöyle sıcak şöyle mutlu
---şöyle yürek soğutan
-----tek bir haber değmedi kulağıma
-----tek bir olay yaşamadım
hep kan gölü hep gözyaşı hep kargış
sanki yunus yaşamamış bu topraklarda
hacıbektaş diye biri geçmemiş buralardan
*
toprakları sürecektik kardeşçe
ekip biçip harmanlayıp kardeşçe
denizler ki yok bir eşi dünyada
göller ki ırmaklar ki çaylar ki
madenleri sökecektik kardeşçe
yeşillere saracaktık kırları kıraçları
okullarlı yuvalarlı parklarlı
---geniş güzel caddelerli kentler kardeşçe
*
yine başladı başım
yine dünyam kapkaranlık
hep de böyle güzel düşler kurarken
hep de kulak kabartırken tv'de haberlere
bakarken başlıklarına gazetelerin
tam da eğilirken yüzüne sevgilimin
---öperken alnından bir güzel başarıyı
belki yalan
belki doğru
ama insanca
---bir öykü anlatırken dostlara
bir kadeh bir şeycikler bir kuytu köşecikte
-----iki fiskos ederken
yem atarken balkonda serçelere
sardunyaya kızarken niçin açmadın diye
filistin'i düşünürken otobüs durağında
dalmışken kavak dallarının sabah ışıltısına
yıldızları gagarin'ce görüp gözlerken
sıvazlarken enflasyonu etsiz soframda
düşte deve görmeyi yorumlarken yatakta
sesine kapılmışken telefonda birinin
gülümserken suratına asalak devrimcinin
şiirini deşelerken çöplüksel bir olayın
kaçırılmış fırsatlara ağlarken türkülerde
ve sessizce ölüşünü bir koca kelebeğin
---saksıda sarmaşığın güneşe gülüşünü
-----çokboyutlu izlerken
ortasında alnımın
---birdenbire bir ağrı
*
neye vursam
---hangi taşa bu başı
kime sövsem
---hangi puşta
---hangi soysuza.!
onursuzluk batağının yarınsız yaratıkları
---bu insan kılıklılar
gözdeki pırıltının
---alındaki ışığın
-----sevginin saygının güzelin düşmanları
*
değil dostlar
---bu değil
güzel günler görünürde yok daha
bunak düzen kan istiyor
---su değil
suçlu sen ben
suçlu şu bu
---o değil
suçu vurmak gerekiyor dostlarım
---suçluyu değil.!
*
bu inatçı başağrısı böyle bu
değil dostlar
değil dostlar
---başımın suçu değil
ne zaman ağrısa erciyes karlı başım
bakıyorum ağrıyor
---erciyes'e dönmüş başı
-----şu güzelim ülkenin
*
(1975) (Sayfa: 59-63)

2 Şubat 2024 Cuma

Marlo Morgan - Sonsuzluğun Mesajı, Bir Aborijin Bilgeliği Romanı (Türkçesi: Türkan Gezgin)

 
''Onun halkı asla duygularını saklamaz ya da inkâr etmezdi. Onlar kendilerini nasıl hissettiklerinden sorumlulardı ve duygularına eşlik eden edimlerin tümünü disiplin altına sokmayı öğrenmişlerdi.'' (Sayfa: 10)
*
''Anne, anlamıyorsunuz, diye düşündü. Hatta anlamaya bile çalışmıyorsunuz. Topraklarımıza kendinizle birlikte, tıpkı kendiniz gibi zincire vurulmuş insanları getirdiniz. Ardından bize yolumuzun yanlış olduğunu söylediniz. İnsanlarımı tepelerden aşağılardaki sınıra, ölüme yolladınız, ya da çoğu, sizin hastalıklarınızla hastalandı ve öldü. Hayatta kalmayı başaranlar sizin dilinizi konuşmaya, sizin yaşadığınız şekilde yaşamaya zorlandı. Şimdiyse bana, bebeklerimi belirlememin bile önemli olmadığını söylüyorsunuz. Bunlar garip ve zor zamanlar ve siz anlamaya bile çalışmıyorsunuz.!'' (Sayfa: 22-23)
*
''Misyon, bir kilise arazisiydi. Burası ilk olarak, Avustralya kıtasının bu tanrının terk ettiği kısmına, kafir siyahi yerlilerin ruhlarını kurtarmak için gelen misyonerler tarafından ortaklaşa kurulmuştu. Daha sonra, hükümet tarafından vatandaşları bir örnek yapmak için uyguladıkları programın bir parçası olarak burası kullanılmaya başlanmıştı. Bu kıtanın ilk sahibi olan yerlileri hiçbir zaman gerçek birer vatandaş olarak kabul etmeye yönelik bir niyetleri olmamıştı; bunun yerine yasal olarak oy birliği ile Hayvan ve Bitki Topluluğu Kanununun içinde yer almaları kararlaştırılmıştı.'' (Sayfa: 25)
*
''Kendinle ilgili düşünme biçimini değiştirmeli ve başkalarının görüşleri her ne olursa olsun kendinden memnun olmalısın. Sen, kendinle gurur duyduğun ve temsil ettiğin şeyden memnun olduğun zaman, kaç tane arkadaşın olduğu farketmez.'' (Sayfa: 101)
*
''Ömründe ilk kez olarak ''korkak'' sözcüğüne yeni bir açıdan baktı. Belki, bazı koşullar altında, diğerinin kazanmasına izin vermek daha akıllıcaydı. Belki korkaklık bir çeşit korunmaydı. İki yön vardı, içe ve dışa doğru, bu durumun her iki yanını da düşünmek, hem içeriye kendine bakmak, hem de dışarıya duruma bakmak ve bilgece hareket etmek anlamına geliyordu.'' (Sayfa: 153)


''..Nasıl oluyor da bunları yemenin tehlikeli olmadığını anlayabiliyorsunuz.?'' diye sordu.
''Değişik bir şeyle karşılaştığında bunun yenilebilir olup olmadığını anlamanın bir yöntemi vardır. Bu, koku alma duyusuyla başlar. Yalnızca bitkileri değil, her şeyi koklamayı öğrenmen çok önemlidir. Havayı, suyu, hayvanları, hatta başka insanları kokla. Yeterince karşılaştırma yaptığında, zehirli maddelerin çoğunlukla güçlü, kendilerine özgü bir kokusu olduğunu fark edeceksin. Eğer bir bitkide senin tanıdığın bir zehirin kokusu yoksa, bundan sonra bitkinin bir parçasını kırarak bedenine sürtmelisin. Bunun için gözkapakların, burun deliklerinin çevresi ya da kolunun altı gibi duyarlı bir yeri kullan. Herhangi bir acı, rahatsızlık ya da kaşıntı duyup duymayacağını, cildinde şişme ya da su toplaması olup olmadığını görmek için bekle. Eğer bunlar olmazsa, bitkinin tadına bakabilirsin, ama ağzının kenarını ya da üst dudağının altını kullan ve yine bedeninin vereceği tepkiyi bekle. Eğer hiçbir tepki yoksa, biraz daha büyük bir parçanın tadına bakabilirsin. Bitkinin suyunun bir bölümüyle gırtlağının gerisinde gargara yap ve bunu tükür, sonra yine bunu yutmadan önce neler hissettiğine bak. Bu ilk parçayı yuttuğunda, bunun karın ağrısına yol açıp açmayacağına ya da bedeninin seni bu parçayı ağzından geri çıkarmaya ya da altından dışarı atmaya zorlayarak reddedip etmeyeceğine bakmalısın. Bunun senin, düşünmeni ya da yürümeni etkileyip etkilemediğini görecek kadar uzun süre bekle.
''Tüm yeni karşılaşmalar birer testtir -yiyeceklerle, insanlarla, görüşlerle. Önce her şeyin kokusuna bak. Eğer birisi sana bir şey söylerse, onu kokla, sezgilerini kullan.! Eğer kokusu sana iyi geliyorsa, o zaman tadına bakmak için birazını dene, ama bunu her zaman çiğne. Yutmadan önce uzun süre çiğne. Sözcükler bile yutulmadan önce uzun süre çiğnenmelidir çünkü bir şeyi tükürmek, onu bir kez içine aldıktan sonra ondan kurtulmaktan çok daha kolaydır. Eğer sözcükleri kabul edip içine alırsan ve bu görüş senin için iyi değilse, bu senin için sorunlara neden olacaktır. Bu, sen onu dışarı atana kadar şişliklere, baş ağrılarına, göğüs ağrılarına, karın ağrılarına ve çürüyen yaralara yol açacaktır. Neyse ki, konu yiyecekler olduğunda kusmak ya da ishal olmak ve sorunu çözmek daha kolaydır. Görüşleri ve inançları kafadan çıkarmak bundan daha zordur.'' (Sayfa: 204-206)


''Sanırım yaşamının ilk bölümündeki deneyimlerin, senin nelere inandığını belirledi. Daha sonra, inandığın şeyler senin neleri deneyimlediğini ya da onları nasıl gördüğünü belirler. Her ikisi de bunu gerçek yapmaz. İnsanlar gerçeğin yerine inancı koyma eğilimindedir.'' (Sayfa: 210-211)


''Yaratılışın yasaları zamanla değişmez ve kesinlikle erkekler ya da kadınlar için farklı değildir. Her insana özgür irade armağanı verilmiştir. Bu hiçbir zaman geri alınamaz. Onun için herbirimiz kendi yolumuzda gitmekte, kendi alın yazımızı aramakta, kendi üst benliğimizi keşfetmekte özgürüz.'' (Sayfa: 211-212)
*
''Bizim çocuklarımıza, bir öğrenciye, bir bilgi verildiğinde, bu, bir tek öğretmen tarafından yapılmaz. Bu, bir grup öğretmenin olduğu bir toplulukta yapılır. Böylece hiçbir şey unutulmaz, hiçbir şey eklenmez ve hiçbir kimsenin yorumu bir gerçek olarak öğretilmez.'' (Sayfa: 218)
*
''Bir şeyi yazıya döktüğünde, onu anımsamana gerek kalmadığına inanma eğilimi gösterirsin, çünkü ona daha sonra bakabilirsin. Yazık ki, bu, zihni tembelleştirir. Senin gücün, bir kâğıt parçasına devredilmiştir. (..)
Halkımızdan yüz yaşında olanlar elli yaşında sahip olduklarının iki katı bilgiye sahiplerdir. Biz bilgiyi yazılı olarak aktarma yoluna nadiren başvurduk. Bizim için bu ne gerekliydi ne de uygundu. (..)
Biz binlerce yıldır mesaj sopalarımızın üzerine simgelerle yazılan yazıyı kullandık ve gelecekteki yolculara notlar ilettik. Bizim mağaralarda ve koyaklarda kaydedilmiş bir tarihimiz var, ama bizim halkımız her zaman yaşamlarını maddi şeylere değil ruha dayalı olarak yaşadı. Biz doğayı ya da unsurları kontrol etmeyi ya da kendimizi üstün insanlar haline getirmeyi asla düşünmedik. Dünya evrimini henüz tamamlamadı. İnsanın buradaki en iyi yaratık olduğuna karar vermesi akla uygun bir şey değil. Bitkiler hala uyum sağlıyorlar, hayvanlar hala gelişiyorlar ve insanların ruhsal farkındalıklarının eşyalara verdikleri önemi yakalaması için katetmeleri gereken uzun bir yol var. Biz bunun yerine, kendi yolumuzu geliştirdik, çünkü bizim isteğimiz uzun ömürlü olmak ve tüm yaşamın uyumlu olması.'' (Sayfa: 218-219)
*
''Benala çantasındakileri dışarı çıkardı: böğürtlenler, yapraklar ve yumurta kabuğu. Teker teker hepsini ezerek toz haline getirdi. Karışıma hamı-ur haline gelene kadar su damlaları ekledi. Sazları örerek bir kap yaptı ve hamuru bunun içinde koydu.'' (Sayfa: 223)
*
''Beatrice şimdi o gün yollarına çıkacak her şeyin -her yaratığın, her insanın, hatta hava durumunun bile- var olmasının kendine özgü bir nedeni olduğunu anlamıştı. Onun amacı olup bitenleri anlamak değil, bunları kabul ederek saygı göstermekti. Avusturalya'nın vahşi doğasındaki yaşam karmaşık değildi. Bu, Büyük Ruh'un amacına saygı duymaktan ibaretti.'' (Sayfa: 227)
*
''Yaşam değişimdir. Bazıları büyük, bazılarıysa küçüktür ama değişim olmaksızın gelişme olamaz. Ve değişimle gelişme acı ya da fedakârlık değildir.'' (Sayfa: 259)
*
''Avrupalıların gelmesinden ve kabileleri kendi ülkelerini terk etmeye zorlamalarından beri, modern yerlerde doğan yeni Aborijin nesilleri, sorumluluk ve onuru artık kültürlerinin bir parçası olarak saymamaya başladılar. Sorumlu olmalarını gerektiren hiçbir şey yoktu. Beyaz adam onlara, temsil ettikleri her şeyin yanlış, aptalca ve kötü olduğunu öğretti. Birinin kalbi ve zihni böyle ayaklar altına alındığında, onun onurlu olması kesinlikle söz konusu olamazdı.'' (Sayfa: 263)
*
''Bir armağan senin, birisinin istediği bir şeyi vermendir, onların sahip olması gerektiğini düşündüğün ya da senin kendini vermek zorunda hissettiğin bir şeyi vermek değil. Yalnızca, bir insan onu istediğinde ve sen onu verebilecek durumda olduğunda bu bir armağan olur.'' (Sayfa: 265)
*
''..sana bizim, her annenin oğluna ''hoşça kal'' demeye zorunlu olduğu bir törenimiz olduğunu söyleyebilirim. Bu çok duygusal bir törendir çünkü, bir oğlan, annesine sarılarak ona ''hoşça kal'' der ve birkaç gün sonra onun bedeninde bir erkek geri döner. Bu, çocukça şeylerin sonudur, oğlan ölmüştür. Bir yaşamın içinde birçok yaşam vardır. Çocukluk bunlardan yalnızca ilkidir.'' (Sayfa: 272)
*
''Hiçbir hayvan korku içinde yaşamaz. İnsanların aslında korku duyacakları hiçbir şey yoktu. Onlar kendilerinin Sonsuzluk olduklarını biliyorlardı. Onlar herhangi bir acı ya da rahatsızlığın, geçici olduğunu biliyorlardı. Şimdiyse korku, gezegenimizi çevreleyen temel bir enerji gücü haline geldi. Korkunun içimizde yol açtığı zarar işte böyledir.'' (Sayfa: 277)
*
''İnsan yaşamı bir spiraldir, bizler Sonsuzluktan geliriz ve daha yüksek bir düzeyde oraya geri dönmeyi umarız. Zaman bir dairedir ve bizim ilişkilerimiz de birer dairedir. Bizler Aborijin çocukları olarak, yaşamın ilk yıllarında her bir daireyi, her bir ilişkiyi kapatmanın önemini öğrendik. Eğer bir anlaşmazlık varsa biz bu çözümlenene kadar uyanık kalırız. Biz, yarın ya da ileriki bir tarihte çözüm bulmayı umarak gidip uyumayız. Bu, daireyi, uçları kırılabilir bir halde açık bırakmak olur.'' (Sayfa: 180)
*
''Doğmadan önce yaşamayı kabul ettiğimiz şey herkesi sevmekti. Bunu yapmak kolaydır. Tüm insanlardaki sonsuzluğu sev ve enerjini, bilinci seninkine benzeyenlere ver. Bir başkasını etkilemenin tek yolu, ona örnek olmaktır. Kimse hazır olmadıkça değişmeyecektir. Ve unutma ki bu normaldir.'' (Sayfa: 282)
*
''Hafif bir yağmur yağmaya devam ederken, Googana düz çıkıntının önünde ayağa kalktı, yüzünü göklere doğru kaldırdı ve ağzına giren yağmur suyunu yuttu. Ateşin yanına döndüğünde Beatrice'e, ''Bana yağmurun tadına bakmayan insanlardan söz et. Onların tüm yaşamları boyunca böyle şanlı bir biçimde ayakta durmadıkları doğru mu.? Onların, bulutlar açıldığında koşuşturduklarını ve kafalarının üstünde bir sopanın ucundaki bezi tuttuklarını duydum. Bunu neden yapıyorlar.?'' diye sordu.'' (Sayfa: 287-288)
*
''Eğer kendi duygularına saygı duymazsan, bir başkasınınkilere saygı duyman olanaksızlaşır.'' (Sayfa: 318)
*
''Yanılsama, onu görenin gözlerindedir. Korunma, kendinin korunmaya gereksiniminin olduğuna asla inanmamaktan gelir.'' (Sayfa: 322)
*
''Zamandan üç biçimde söz edilebilir. Geçmiş, dün ve geride bırakılan zaman. Düz bir çizgi gibi olan gelecek, yarın ve önümüzde uzanan zaman vardır. Sonra zaman çemberi gelir. Bizler Sonsuzluktan gelir ve ona döneriz. Bana gelince, benim zamanla olan ilişkim bir nokta tarafından betimlenir. Geçmişi değiştiremezsin. Geleceği garanti altına alamazsın. Onun için bizim sanatımız noktalarla doludur; bunların her biri zamana karşılık düşer. Önemli olan tek zaman şimdidir, her bir an, her bir noktadır. Eğer her günü elimizden gelen en iyi biçimde yaşar, her şeyi en yüksek bütünlük düzeyimizde yaparsak, bu yolculukta birer insan olarak başarılı oluruz.'' (Sayfa: 325-326)


Ateş Kutsaması
*
Ateş düşüncelerimizde olsun,
Onları doğru, iyi ve adaletli kılsın.
Ateş, bizi, bundan daha azını kabul etmekten korusun.
Ateş gözlerimizde olsun.
Ateş, yaşamdaki güzellikleri paylaşmamız için gözlerimizi açsın.
Ateşten, bizleri, haketmediğimiz şeyleri almaktan korumasını diliyoruz.
Ateş dudaklarımızda olsun ki
Gerçekleri kibarlıkla söyleyebilelim,
Başkalarına hizmet edip onları yüreklendirebilelim.
Ateş kulaklarımızda olsun ki
Derin dinlemeyle,
Suyun akışını,
Ve tüm yaratılışı
Ve rüya görmeyi duyabilelim
Dedikodudan ve
Ailemize zarar verebilecek
Ve onu bölecek olan şeylerden korunalım.
Ateş, kollarımızda ve ellerimizde olsun ki
Hizmet edebilelim ve sevgiyle dolabilelim.
Ateş tüm varlığımızda,
Bacaklarımızda ve ayaklarımızda olsun ki,
Yeryüzünde saygı ve dikkatle
İyiliğin ve doğruluğun yolunda yürüyebilelim
Ve doğru olandan uzaklaşmaktan korunalım.
*
Minendie arkadaşlarının ışıldayan yüzlerine bakarken, ''Bu çok güzel,'' dedi. ''Halkımızın, misyonerler cehennemin ne kadar kötü bir yer olduğunu söylediklerinde ve orayı sonsuz bir ateş çukuru olarak tanımladıklarında, o kadar hayret etmelerine şaşmamalı. Aynı şeyin, iki ayrı grup tarafından iki karşıt uç olarak görülmesi çok ilginç. (Sayfa: 341-342)


''Onun adı ornitorenk, Mapiyal.''
(..)
Birisi, ''Neden Mapiyal.?'' diye sordu. ''Bize kalbindekileri söylesene.''
''Çoğu zaman iki dünyayı, değişime uğramış olanlarınkini ve bizimkini düşünüyorum. Ornitorenk, suyla kara arasında gidip gelir. O, suda kendini daha bir evindeymiş gibi hisseder ve yaşamını sakin, durgun sularda geçirir, ama hep suyun altında kalamaz. Karayı ziyaret etmelidir, havayı soluyabilmek için güvenliği bırakmalıdır.'' (Sayfa: 345)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...