7 Şubat 2022 Pazartesi

Fırat Cewerî - Mîr Celadet Bedirhanın Evinde, Kürtçeden Çeviren: Abdullah Koçal


Arka Kapak:
*
Mîr Celadet Bedirhan'ın Evinde
*
Doksanlı yıllarda Fırat Cewerî, Nûdem dergisi yoluyla ve Hawar dergisinin yeniden yayınlanmasıyla birlikte, neredeyse unutulmuş olan büyük Kürt aydını Celadet Ali Bedirhan'ı yeniden görünür hale getirdi. Yeni nesillerin onu tanımasına vesile oldu. Cewerî, modern roman formuyla yazılan bu eserinde Rewşen hanımın evine misafir olur ve Mîr Celadet Bedirhan ile derin ve çok yönlü hayali bir sohbete girişir. Düş ve gerçeğin gölgesinde, Mîr Celadet Bedirhan'ın yüzyıla yayılan portresi yavaş yavaş görünür hale gelirken, geride edebi bir tat, kadim sorulara cevaplar bırakır..

''Çıkardığınız dergiye HAWAR (İmdat) dediniz. Nedir şu Hawar meselesi.?
- Hawar bilginin sesidir.
- Peki bilgi nedir.?
- Kendini tanımaktır.
- Kendini tanımak.?
- Kendini tanımak kurtuluşun ve huzurun yolunu açar. Kendini tanıyan, kendini tanıta da bilir.
- Hawar'ın en büyük işlevi ne olacak.?
- Hawar'ımız evvela dilimizin varlığını kabul ettirecek.
- Neden peki.?
- Zira dil, var olmanın ilk şartıdır.'' (Sayfa: 9)


''Efendiler.! Yalandan bir 'finfon' öğrenebilmek için onca yıl yabancı lisan öğrenmeye çalıştınız ve dahi çalışmaktasınız. Yahu ayıptır günahtır, ya kendi dilinizi öğrenin ya da Kürdüz demeyin. Kürtçesiz Kürtlük size pek bir şeref kazandırmadığı gibi bizim için de yüzkarası oluyorsunuz.''
*
Mîr Celadet Bedirhan (Sayfa: 16)
*
''..yalnızca öğrenmek de kâfi değil; öğretmemiz da lazım. Kürtçe okuyup yazmayı bilen her bireyin bunu öğretmesi elzemdir. Bilen Kürd'e şu düşüyor; yanında yoksa bile Kürtçe bilmeyen birini arayıp bulacak, bildiklerini ona öğretecek. Birilerinin fedakarlığı sayesinde öğrenmek, öğrenmenin kendisi kadar güzel; hatta ondan daha güzel ve de onurlu bir şeydir. Şöyle diyelim; öğrenmek bir şeyleri toplayıp almaksa öğretmek de bahşetmek, hediye vermektir. Zaten Kürtler cömertlikleriyle meşhurdur.'' (Sayfa: 18)
*
''Diller de diğer canlılar gibi doğar, büyür ve ölürler. Bazı ölü dillerin hakikaten ocağı sönmüş, onlardan geriye hiçbir şey kalmamıştır. Bazılarından geriye kıymetli eserler, değerli kitaplar kalmıştır. Lakin konuşulmadıkları için ölü kabul edilir onlar.'' (Sayfa: 21)
*
''Rusya'da Eliezer Ben Yehuda isimli bir Yahudi genci vardı. Bu genç, kendi halkının diğer milletlerden daha kötü bir halde olduğunu görüyordu. Yahudilerin ne vatanları ne de devletleri vardı; üstelik konuştukları dil bile kendilerinin değildi. Bu delikanlı kararını verdi; Yahudiler ataları İsrail'in toprağına dönüp kendi dillerini konuşmalıydılar. O dil de İbraniceydi. (..) Bizzat halkı karşı çıkıyordu kendisine, delirmiş bu adam, diyorlardı. Ne var ki Yehuda onlara kulak asmaksızın şaheserini oluşturmak adına büyük bir iradeyle, üstelik bir başına mücadele ediyordu. Kendi dilsiz halkını bir dile kavuşturmayı kafasına koymuştu.
Eliezer 1881'de hocasının kızıyla evlenerek Filistin'e geçti. Artık bir ailesi vardı ve bu da inşa etmenin başlangıcıydı. Yehuda yol boyunca karısına dili anlattı; Filistin'e vardıklarında kadın birkaç İbranice kelime biliyordu.
Ata yurtlarına vardıklarında Yehuda, karısına; bundan sonra yalnızca İbranice konuşacağız, dedi. (..) Kadın pek az İbranice biliyordu. Ne yapıp ne ettiyse de kocasını bu karardan vazgeçiremedi. Çiftin çocukları büyüyünceye dek başka bir dil bilmediklerinden halk arasında dilsiz kabul ediliyorlardı. (..) Ne var ki o dilsizlik sayesinde Yahudi halkı dilsel bağımsızlığını kazandı. (..) Yehuda'yla ailesi yoksulluk içinde yaşıyordu. Lakin dert değildi onlar için. Büyük idealler büyük fedakarlıklar ister; zira halk, büyük fikirleri bir anda kabullenemez. Yehuda kuru ekmek yese de ailesinin İbranice konuştuğunu gördükçe inanın dünyanın en mutlu insanı oluyordu. (..) Derken hem gazeteyi çıkardı hem de okur buldu Yehuda. Sonra bazı Yahudi okullarında İbranice okutmaya başladılar.
Yehuda bir yandan sözlük hazırlıyordu. İhtiyaç duyduğunda yeni kelimeler türetiyordu. İbranice Yahudiler arasında yayılmaya başlamıştı. Eliezer Ben Yehuda 1922^de öldüğü vakit, 30-40 yıl önce ölmek üzere olan İbranice, bir halkın dili olmuş durumdaydı. Aynı dil bugünün Filistin'inde Arapça ve İngilizceyle birlikte resmiyet kazanmış halde.'' (Sayfa: 22-24)
*
Mîr Celadet Bedirhan
*
''- Celadet Ali Bedirhan: (..) Milletler ve devletler ittifak sayesinde yükselip nifak yüzünden hiçlik çukuruna düşmüşlerdir. Bu sebeple varlık ittifakta, yokluk nifaktadır diyebiliriz.
Birliğin gücünü sellerde apaçık görebiliriz.
- Nasıl yani.?
- Sel dediğimiz olay yağmur damlalarının ittifakından başka bir şey değildir.
O damlalar yeryüzüne ayrı ayrı düştüklerinde toprak tarafından yutulur, kaybolup giderler. Ne var ki bir araya geldiklerinde o zayıf katrelerden kocaman dalgalar çıkar. Yağmur damlalarının gücü birliklerinde tezahür eder.
Yağmuru yutan toprak ellerinde ir oyuncağa dönüşür, toprağa galebe çalmıştır onlar. Sel, alay edercesine toprağın kâh göğsünü yarıp içeri girer kâh yüksekliklerini yerle bir edip yüzünde yarıklar bırakır.
Çıldırmış, kendinden geçmiş bir devin silkinmesi gibidir sel, dağı taşı dinlemeden yol alır. Canlı ya da cansız hiç kimse, hiçbir şey karşısında duramaz onun. Kayalar, taşlar, ormanlar, ağaçlar.. damlaların ittifakı karşısında baş eğer. O birlik ve beraberliğin şahı da birer yaprak misali tümünü önüne katar, hepsini söküp atar.'' (Sayfa: 56-57)
*
''Celadet Ali Bedirhan: Varlığın, milletinin varlığı yalnızca kendini tanımayla olur. Kendini tanıyıp tanıtmadan diğer milletler arasında yerin yok. Amacım şu: Seni sana tanıtmak.'' (Sayfa: 79)
*
''- Üstadım bizler, biz Kürtler kimleriz.?
- Genç adam.! Kadim bir milletten, büyük bir ırktansın. Ataların tarihin sayfalarında, kahramanlar kabristanında yatıyor. Kürt'ün evladı, Medlerin torunusun..'' (Sayfa: 80)

3 Şubat 2022 Perşembe

Bertolt Brecht - Cesaret Ana ve Çocukları (Çeviren: Ayşe Selen)

 

Arka Kapak:
*
Bertolt Brecht Cesaret Ana ve Çocukları'nı İkinci Dünya Savaşı kapıya dayanmışken, 1939-1939'da yazdı. Cesaret Ana, 17. yüzyılda, Otuz Yıl Savaşları sırasında, savaş meydanlarını arşınlayarak bulduğu her şeyin ticaretini yapan bir satıcıdır. Ancak hayatta kalmak için verdiği bu mücadele, aynı zamanda geri dönüşsüz kayıplar anlamına gelir. Savaş karşıtı metinler arasında en başta gelenlerden biri olan Cesaret Ana ve Çocukları savaşın dehşetine kapılanları, kendine karşı körleşerek kazandığını zannederlerken kaybedenleri, körlüğe ortak olanları hatırlatır.


CESARET ANA: (..) ..sen sen ol her büyük erdemin ardında bir bityeniği ara.
AŞÇI: Bense bir büyüklük var sanırdım.
CESARET ANA: Hayır, hayır, bir bityeniği vardır. Bak mesela, bir komutan ya da bir kral aptal olur, adamlarını da bok yoluna sürüklerse tabii onların ölesiye cesur olmalarını ister. Eh, cesaret bir meziyettir. Cimriyse ve az askeri varsa her bir erin Herkül olmasını ister. Eğer vurdumduymaz ise, hiçbir şeyi takmıyorsa, askerlerin yılan gibi kurnaz olmaları gerekir, yoksa işleri bitiktir. Çok fazla şey isteniyorsa askerlerin sadakate epey ihtiyacı vardır. Görüyorsun ya, düzenli bir ülkenin, iyi bir kralın ya da iyi bir komutanın ihtiyaç duymadığı erdemler bunlar. İyi bir ülkede erdemler gereksizdir. Herkes alelade, orta zekâlı, hatta korkak da olabilir. (Sayfa: 29-30)

*

CESARET ANA: ..Şükürler olsun ki rüşvete hayır demiyorlar. Nitekim kurt değil, insan onlar ve para peşindeler. Tanrı için merhamet neyse, insan için de rüşvetçilik odur. Bizler için tek çıkar yol rüşvet. Rüşvet olduğu sürece hükümler yumuşak olur, hatta suçsuzlar bile mahkemede temize çıkabilir. (Sayfa: 63)
*

CESARET ANA: ..Aş her yerde suyla pişer. (Sayfa: 65)
*
CESARET ANA: ..öfken kısa soluklu. Sana uzun soluklu bir öfke lazım, ama nerede.? (Sayfa: 71)
*
CESARET ANA: ''Çok kişi gördüm göğü fetheden
Hiçbir yıldız yeterince büyük ve uzak değildi onlara göre.''
(..)
CESARET ANA: ..kılıcını çekeceksen öfken yeterli olmalı. Kılıcını çekmen için yeterli bir sebebin var, kabul; ama öfken gelip geçiciyse hemen çekip gitmen daha hayırlı. (Sayfa: 74)
*
RAHİP: ..Beni vaaz verirken hiç dinlemediniz. Ben bir alay askeri tek bir konuşmayla öyle havaya sokarım ki askerler düşmanı bir koyun sürüsü gibi görürler. O zaman kendi hayatları onlar için ancak nihai zaferi düşünerek fırlatıp attıkları kokmuş bir ayak sargısı kadar değer taşır. Tanrı bana güçlü konuşma yeteneği ihsan etti. Ben bir vaaz verdim mi, kulaklarınız duymaz, gözleriniz görmez olur. (Sayfa: 89)
*
CESARET ANA: ''Savaş dediğin bir ticaret, Peynir değil de kurşunla.'' (Sayfa: 94)
*
Aşçı, Rahip'e söylüyor:
*
AŞÇI: ..Savaşta tanrısız bir serseri haline gelmemiş olsaydınız, barışta vaaz verecek bir kürsüyü yine kolayca bulurdunuz. Pişirilecek bir şey kalmadı, o yüzden aşçılara da ihtiyaç duyulmuyor. Ama insanlar inançlarını hâlâ sürdürüyor, o konuda değişen bir şey olmadı. (Sayfa: 104)
*
CESARET ANA: ''Ve kim kaldıysa hayatta / Yola koyulmalı hemen.'' (Sayfa: 136)

1 Şubat 2022 Salı

Hasan Hüseyin Korkmazgil - Ressamın Bıldırcınları


Arka Kapak:
*
Hayatınıza aniden giren bir hayvanla sıcacık, eğlenceli bir dostluk yaşama şansınız oldu mu hiç.? Büyük bir kentte yapayalnız yaşayan ressam böyle bir dostluğa adım attığında başına gelenlerden habersizdi elbette.
Hasan Hüseyin'in kaleminden hayvan sevgisinin ve dostluğun gerçek anlamının ne olduğuna bir kez daha tanık olacaksınız..

29 Ocak 2022 Cumartesi

Hasan Hüseyin Korkmazgil - ÖHHÖÖÖ.!


Arka Kapak:

*
''ÖHHÖÖÖ''de okuyacağınız hikâyeler, HÜSEYİN KORKMAZGİL'in çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanmış hikâyelerinin bir bölüğüdür.
Yazdığı gibi yaşayan ve yaşadığı gibi yazan HÜSEYİN KORKMAZGİL, ''en büyük düşmanım kalleşlik, döneklik, şarklı kurnazlığı ve emeğe saygısızlıktır. Her çağ, her dönem başka gülmüştür. Ama ben, öfkenin kahkahasını yakalamaya çalışıyorum. Çünkü yaşadığımız, sessiz bir öfkeden başka bir şey değildir. Sessiz ve sürekli bir öfke.! Bu öfkeden neler doğacağını zaman gösterecektir. Mizahçı, kralın soytarısı değildir.! Gerçekçi olmak zorundayız. Yazarı, sanatçısı, düşünürü kaytaran ülkeden hayır gelmez.! Benim namus anlayışımı emek belirler'' demektedir.


ŞAH KARMASI:
*
''Biri çalışıyordu, çalışıyordu, çalışıyordu ve hep çalışıyordu yani. Öteki hep çalışmıyordu, çalışmıyordu, çalışmıyordu ve hiç çalışmıyordu yani. Ama, gene de artıyordu tarlaları ve apartımanları ve de senatörlüğü. Ama, birinci ötekinin hiçbir şeyi artmıyordu, derdinden başka.'' (Sayfa: 19)
*
PİS GUMONİS.!
*
''Gumonisler evlenmezlermiş, bunu bana bir pulis söylediydi vaktiyle. Derdi ki bana, nerde ciddi, akıllı, kimseye uymayan birini görürsen, şüphelen ondan. Yalan mı söylüyor pulis. Senelerce ekmek yemiş bu zenaatten..'' (..) ''Geçenlerde marangoz geldi evine, akşama kadar çalıştı. Hesap görmeye gelince, çıkardı otuz kâat verdi marangoza. ''Çok verdin Irza efendi,'' dedim, ''marangozun günlüğü on beş kâattır.'' Ters ters baktı yüzüme, ne dese beğenirsin.? ''Ben piyasaya göre vermedim, emeğine göre verdim.!'' Ne demek bu laf.? Ben anlarım arkadaş.! Bu laf tam gumonisce bir laf.!'' (Sayfa: 80)
*
''Geçen gün dedim ki, Irza bey dedim, kızlar on bine, yirmi bine gidiyor; otuz bini denkleştir de bir kız da sana alalım dedim. Ne var şu sözde.? Hak doğrusuna bir söz.. Velakin, bana ne cevap verdi biliyor musun.? ''Ben bir inekle yatmam muhtar efendi'' dedi. ''Ben evlenirsem insan evladıynan evlenirim'' dedi. Bu ne demek.?'' (Sayfa: 81)
*
LESSE LÜP LÜP, LESSE CUP CUP:
*
''..yani memleketin durumu ne tam sağa, ne tam sola gitmeye elverişlidir. Biz ortadan gitmek zorundayız. Liberalizm kolay yoldur. Sosyalizm de kolaydır. Biz Türk milleti olarak, hiçbir zaman kolayı tercih edemeyiz. Bizim tarihimiz ve geleneklerimiz daima en güç yolu seçmemizi emreder. Binaenaleyh, biz orta yolu, yani en güç yolu seçmiş bulunuyoruz. Mister Kennedy der ki, orta yolda güç yürünür.
Yazar atıldı:
- Şu orta yolu açıkça tanımlar mısınız beyefendi.? Ayak yolu gibi bir şey mi bu.? Hani, sıkışınca gidilen.?'' (Sayfa: 105)

28 Ocak 2022 Cuma

Hasan Hüseyin Korkmazgil - Ormanın Öcü

 

''bulutu yok yağmuru yok yeli yok
kalmış vatan çırılçıplak.!
ne bakıp durursunuz bre gözsüzler
ne söylenip durursunuz bre dilsizler
---ormanı yakan alçak
---bulutu yakan deyyus
-----gezip durur sokakta
yapışın yakasına.!'' (Sayfa: 31)
*
''Köyü ele geçirmek isteyen bir bey varmış. On yıl uğraşmış, başaramamış. Bir bezirgân çıkagelmiş bir gün, demiş ki beye: 'Köyü ele geçirmek istiyorsan, ormandan başla. Orman gitti, köy bitti.!'..'' (Sayfa: 40)
*
''Bir ay böyle geçmiş. Binlerce ağaç kesilmiş. Çatalçeşme köylüleri bundan ne çıkacağını anlamamışlar. Ormandan odun kesmek yasak değilmiş ki.! Tanrı'nın ormanına kim ne karışır.? Bir ay sonra bey, köylülere şöyle demiş: 'Daha çok altın kazanmak istiyorsanız, böyle yorulmanıza gerek yok. Kim bir dönüm orman yakarsa, ona beş altın veririm.!'..'' (Sayfa: 43)
*
''Sen ormana acımazsan, behey sersem, orman sana acır mı.? Sen ormanı yakıp yıkarsan, orman seni yakıp yıkmaz mı.? Yıkar, yıkar. Hem de tozunu göğe savurur senin.!'' (Sayfa: 46)
*
''Ormanları yok edenlerin yakasına yapışın çocuklar.! Yapışmazsanız, gün gelir, açlıktan ölür bu ülke.'' (Sayfa: 48)

Hasan Hüseyin Korkmazgil - Eşeğin Gözyaşları


Arka Kapak:

*
Ali, Ayşe ve arkadaşlarının eğlenceli başlayan piknikleri, düşüncesizce yapılan bir hareket yüzünden az kalsın kâbusa dönüyordu. Nasıl mı.? Tabii ki eşekarıları yüzünden

Ama eşekarıları sebepsiz yere saldırırlar mı.? 

Peki eşekler ağlar mı.?

24 Ocak 2022 Pazartesi

Nâzım Hikmet Ran - Masallar


1
*
BİZLER KİMİZ.?
*
Ormanın derinliklerinde, yerlere düşmüş kocaman yaprakların altında, küçük, minimini bir şeyler kımıldanıyordu. Bir yerden öbür yere gidiyorlar, gizleniyorlar, meydana çıkıyorlar, ipince sesleriyle bağrışıyorlardı.
Bunları uzaktan ağustosböceği, çekirge sanırsınız. Halbuki bunlar ne ağustosböceği, ne de çekirgedir. Bunlar, birçok senelerden beri ormanda yaşayan orman cüceleridir. Zaman zaman bunlar, ormandan dışarı çıkarak dünyayı dolaşmaya, insanlara bakmaya, iyi işler görmeye, iyi insanlara yardım etmeye, gülüp eğlenmeye, bazen de fenalıkların cezasını vermeye giderler.
Orman cüceleri, kendilerini insanlara göstermekten çekinirler. Çünkü orman cücelerinin yanında insanlar kocaman devler gibi büyüktürler ve en uzun boylu bir orman cücesi parmak çocuktan bile çok küçüktür.
Seyahatleri esnasında orman cücelerinin başından birçok sergüzeştler geçer. Bu sergüzeştlerden bazıları eğlenceli, gülünç; bazıları ise hazin şeylerdir. Fakat, orman cüceleri kendi başlarından geçen sergüzeştlerin insanlarca bilinmesini istemedikleri halde, insanlar bu sergüzeştleri öğrenmişlerdir. Ve bu sergüzeştleri kocaman bir kitaba yazmışlardır. Lakin, orman cücelerinin başlarından o kadar çok şey geçmiş, onlar o kadar çok iyi ve fena günler görmüşlerdir ki, bütün bu maceraları, değil bir kitaba, yüzlerce kitaba bile sığdırmak kabil olamaz.
Orman cüceleri çok, ama çok kalabalıktırlar. Onlar da hemen insanlar gibi giyinirler: Kimisi ceket, kimisi cüppe, kimisi frak giyer; bazılarının başında şapka, bazılarınınkinde kalpak vardır; kimisi çizmeli, kimisi iskarpinli, kimisi terliklidir.
Her orman cücesinin ismi, bazılarının da lakapları vardır. İçlerinde küçük Çinli Çi-Ka-Çi'ye, bir Eskimoya, Hintlilere, zencilere rastgelirsiniz. Fırdöndü, Acar, Zıpzıp, Zırtlak, Mişka, Sakallı Dede, Sivrikülah, Mik, Rikki, Tekdiş, hep bunlar orman cüceleridir. Gene orman cücelerinin arasında Bilgiç ve Mankafa isimli iki kardeş vardır ki, bunlardan bir tanesi çok okumuştur; bunun için ona ne sorarsan sor hemen cevabını verir. Halbuki ötekisi hiçbir şey bilmez, kara cahilin biridir. Gene orman cücelerinin arasında iki bücüre rastlarsınız ki, bunlardan birini Serçeparmak, ötekisini Mikropçuk diye çağırırlar.. Fırçacık, orman cücelerinin ressamıdır. Onların, Merhem Kutusu isimli bir de doktorları vardır ki, daima ceplerinde ilaç şişeleri, hap kutuları, sargılar taşır, orman cüceleri hastalandıkları zaman onlara bakar. Tabii daha birçok orman cüceleri vardır, fakat saymakla bitmez ki..
Yalnız, orman cücelerinin içinde en çevikleri, en akıllıları, en cesurları benim, ben, Yusufçuk. Ben, hepsinden daha şık, her zaman son modaya göre giyinirim. Üstümdeki frak moda mecmualarından arayıp çıkardığım modele göre dikilmiştir. Başımda pırıl pırıl yanan silindir şapkam İstanbul'un en iyi mağazalarından satın alınmıştır. Benimkiler gibi şık kunduralar hiç kimsede yoktur. Bir gözümde tek gözlük vardır, ama ben bunu gözümün fena gördüğü, yahut miyop olduğum için takmam, tek gözlüğü kendime çok yakıştırırım da onun için takarım. Misafirliğe gittiğim zaman farkımın yakasında daima kocaman bir beyaz gül bulunur; yüksek kolalı, kar gibi beyaz bir yaka takarım.
Orman cüceleri benimle alay ediyorlar, ben bunu biliyorum. Onlara göre ben, sözde, züppenin, cakacının biriyim. Bana ''Boşkafalı'' diye bir de lakap taktılar. Hep bunlar beni kıskandıkları için. Yoksa hakikaten boş kafalı olsaydım yüksek silindir şapka başımın üstünde bu kadar güzel durur muydu.? Elbette ki, hayır.! Sonra boş bir kafa tek gözlüğü böyle benim gibi kendine yakıştırarak takabilir mi.? Şüphesiz ki, hayır.!
Benim kafam boş değildir, bilakis en akıllı fikirlerle doludur.
Ben şimdiye kadar neler düşünmedim, neler.! Ne marifetler yaptım.! Ne cesaret harikaları gösterdim.! Orman cücelerinin benimle alay etmeleri değil, bilakis aralarında benim gibi bir akıllının bulunduğu için iftihar etmeleri lazım gelirdi.
Hem, siz de, başımdan geçen bütün işleri, yaptığım bütün marifetleri, nasıl cesaret gösterdiğimi bu, günü gününe yazdığım hatıra defterimi okuyup bana hak verirsiniz. Benim ne kadar cesaretli olduğumu herkesten ziyade Doktor Merhem Kutusu bilir. Çünkü o birçok sergüzeştlerde aldığım yaraları kendi elleriyle sarmıştır. Fakat orman cüceleri benim cesaretimi de kıskanırlar ve bu kıskançlıklarından bana korkak derler. Sözde ben o kadar korkakmışım ki, bir gün karşıma çıkan bir ağustosböceğinden ürkmüşüm de tabana kuvvet kaçmışım. Evet, tabana kuvvet kaçtım, fakat -inanınız bana- katiyen korkudan değil. Sadece, ben ağustosböceklerini sevmem de onun için. Ne zaman bir ağustosböceği görsem, hemen üstüme tırmanıp bacağımdan ısıracakmış gibi gelir.. Sonra, şunu da söyleyeyim ki, benim kaçtığım hayvan herhalde ağustosböceği değildi. Bana kalırsa o bir gergedandı. Fakat iddia etmesini sevmediğim için bunun bir gergedan olduğunu ispata kalkışmadım. (Sayfa: 9-11)

SEVDALI BULUT
*
İlk Basım: 1962
*
ÖNSÖZ


Bence edebiyat bütün çeşitleriyle masalla başlar, masalla biter. Ama gene de masal şiire yakındır en çok. Ritmiyle, tekrarlarıyla, lakonikliğiyle, hayaliyle, hasretiyle, dramıyla, trajedisiyle, eşyası ve insanı işleyişiyle, tabiatta ve cemiyette eşine rastlanmayan, ama umutlarımızı, korkularımızı, sevinçlerimizi bütün derinlikleri, bütün genişlikleriyle taşıyan yeni eşyalar, yeni insanlar, yeni hayvanlar yaratışıyla masal elbette ki en çok şiire yakındır.
Dillerin üstünde bir dil olan musiki bile bütün milletlerin, bütün eşyaların, bütün kültür seviyelerinin ortak malı değildir daha. Asya müziğini Avrupalı kulak hemen ilk dinleyişte anlamaz. Beethoven bütün kültür seviyeleri için hemen anlaşılacak bir besteci değildir. Ama masal bütün milletlerin, bütün yaşların ve bütün kültür seviyelerinindir. En koyu Arap sanılan bir masalı, Japon, yahut İngiliz hemen anlar ve hemen sever. Rus ister işçi, ister kolhozcu, ister atom bilgini olsun, en koyu Türk masalının tadına hemen varır. Hintli çocukla babası aynı masalı dinleyebilir. Masallar insanlığı kaynaştırır. Eninde sonunda bütün milletler aşağı yukarı aynı sosyal gelişme yollarını biraz daha ağır, biraz daha hızlı, biraz aha kestirme, biraz daha dolambaçlı geçtiklerinden ve bir büyük kaynaktan gelip bir büyük denize doğru yöneldiklerinden, yerli özellikleri, gelişmedeki çeşitli manzaraların ayrılıklarını aksettirmelerine bakmaksızın, masallar eninde sonunda birbirine benzer. Bilginler bu benzerliğin nedenleri etrafında tartışıyor, çeşitli görüşler ileri sürüyorlar. Beni ilgilendiren, tekrar ediyorum, benzerliklerin halkları birbirine yakınlaştırması. Bence nasyonalizmin sökmeyeceği kültür alanlarından biri de masallar dünyasıdır.
Bu kitapçıkta, büyük Türk folklorcusu Boratav'ın ve öğrencilerinin halkın ağzından dinleyip topladıkları bazı masalları kendime göre işledim. Neden diyeceksiniz. O masalları bugünün bazı sorunlarına karşılık vermeye yöneltmek için, masal tekniğini taklit ederek değil, kendim de bazı denemeler yaptım. Benimkilerini beğenip beğenmeyeceğinizi bilmem, ama Boratav'ın topladığı masalları beğeneceğinizden eminim.
***
Masal dinlemek, okumaktan iyidir. Başlayayım anlatmaya: Bir varmış, bir yokmuş.. (Sayfa: 63-64)
*
SEVDA MASALLARI
*
BİR YÜREK TÜRKÜSÜ:
*
''Bu bir yürek türküsüdür. Sevişmek gibi acı, sevişmek gibi tatlı, sevişmek gibi karanlık ve aydınlık bir türkü..
Bu bir yürek türküsüdür. Çok uzak günlerde söylenmiş..
(..) Deniz, sonsuz bir sevda sözü gibi. Deniz, ışıl ışıl.. Deniz..''
*
(Ben / Yedigün Dergisi, 30.1.1935) (Sayfa: 143)
*
GEÇ KALMIŞLARDI:
*
''Çok geç rastlamışlardı birbirlerine. Bunu ikisi de biliyorlardı. Bunu ikisi de bildikleri için, birbirlerini daha derinden, daha içten, daha umutsuz sevmekteydiler.
Yürekleri böyle birbirine bağlananların, yolları her vakit birbirine bağlı olmaz.'' (..) ''..yılların yapamadığı bir tek iş vardır: Büyük yürek ateşlerini öldürmek.''
*
(Ben / Yedigün Dergisi, 27.2.1935) (Sayfa: 149)
*
ÖBÜR MASALLAR
*
TİLKİ VE KARGA:
*
''Pohpohlanmaya aldanmak gülünçtür. Doğru.! Ancak pohpohçulukla peyniri kapmak da iğrenç değil midir.?''
*
(Orhan Selim / Akşam gazetesi, 11.4.1935) (Sayfa: 167)
*
AĞUSTOSBÖCEĞİ İLE KARINCA:
*
''Ben bu masaldaki karıncadan tiksinirim, iğrenirim. Ağustosböceğine gelince, ona bütün bir yaz kendini, özünü düşünmeden, türkü çağırdığı için değil, hayır, bu onun en güzel, en kahraman yanıdır, hayır, ben Ağustosböceğine gidip karıncanın kapısını çalacak kadar budalalaştığı, en sonunda, yüreğinin gücünü böylece kaybettiği için kızarım.''
*
(Orhan Selim / Akşam gazetesi, 18.4.1935) (Sayfa: 168-169)
*
İKİ İNATÇI KEÇİ:
*
''Bu iki keçinin masalını bize inatçılığın kötülüğünü öğretmek için okuturlardı. İnatçılığın, dik kafalılığın sonu işte böyle ölümdür, diye korkuturlardı bizi.
***
Ben, yıllar var ki bu inatçı, bu yollarından geri dönmek uğrunda ölümü göze alan iki dik kafalı keçinin inatlarına karşı bir gönül saygısı beslemekteyim.
Çocuklarıma inadın güzelliğini, inadın büyüklüğünü bu iki inatçı keçi masalıyla anlatırım.''
*
(Orhan Selim / Akşam gazetesi, 19.4.1935) (Sayfa: 170)

18 Ocak 2022 Salı

Fırat Cewerî - Birini Öldüreceğim, Çeviren: Muhsin Kızılkaya


Arka Kapak:

*
Fırat Cewerî, ''büyük'' dünyaların arasında sıkışıp kalan ''küçük'' insanların trajedisini anlatmaya devam ediyor..
*
''Cewerî'nin edebiyatı bireyin edebiyatıdır. Birey ve toplum arasındaki kopukluklar, değer farklılıkları, geleneksel olana başkaldırı, sorgulayan bireyin gittikçe yalnızlaşması ve birer tutunamayan haline gelmesi hemen hemen Cewerî'nin bütün edebiyatının temel önermesini oluşturan niteliktedir.''
*
Abidin Parıltı, Radikal Kitap
*
*
''..Romanın yazarı çağdaş Kürt edebiyatına emek veren en önemli isimlerden biri, hattâ ilki olan ve yaşamının 28 yılını İsveç'te geçiren Fırat Cewerî.''
*
Müjgan Halis, Sabah Kitap
*
*
Yıllarca cezaevinde kalmış, geleceği görme yetisine sahip ve birini öldürmeye karar vermiş bir adam, Temo.. Kurtuluşu için çırpındığı şehirde şimdi bir tutunamayan..
Çaresizlik içinde kıvranan, kendi toprağına sürgün bir kadın, Diana.. Ülkesi için kendini feda etmeye hazır bir melekken, şimdi mağlup bir tene dönüşmüştür. O da kurtuluşu için çırpındığı şehirde şimdi bir tutunamayan..
Ve doğduğu şehre yıllar sonra dönen bir yazar.. Verdiği dil mücadelesi onu buralara kadar getirmiştir. Ama nihayet dönebildiği bu şehirde kimse o dille konuşmuyor artık..
Hayat birbirinden tümüyle farklı bu üç insanı nasıl bir araya getirecek.? Gerçeği görebilmek için düşüncelerimizi değil konumumuzu değiştirmemiz gerekir, zor olan da budur zaten.!
*
*
"..o okudu, yükseldi ve şimdi büyük bir bürokrat. Onun gibi okula gidemedim, ama ben ondan daha çok okudum. Şimdiye kadar okuduğum kitapları üst üste koysanız, bir kütüphaneyi doldurur. Ama nafile, bir kütüphaneye kapıcı bile yapmazlar beni." (Sayfa: 21)
*
"Ciğerlerimdeki lekeler içtiğim sigaradan değil, sizin için çektiğim sıkıntılar yüzündendir, bunu bilmenizi istiyorum. İki yüzlülüğünüzden ve sahtekarlığınızdan dolayıdır." (Sayfa: 28)
*
"Toplumun iki yüzlülüğüne bak sen.! Namusları adına ciğerparem dedikleri öz kızlarını fütursuzca öldürebilirler, ama öte yandan kısacık bir zevk anı için kızları yaşında bir insana da tecavüz edebilirler." (Sayfa: 32)
*
''Bu şehirde artık köylülerden ve yoksullardan başka hiç kimse Kürtçe konuşmuyor, ''efendiler'' Kürtçeyi terk etmiş. Bu şehrin adını alanlar, taşıdıkları bu adla böbürlenenler de bu dile değer vermiyorlar. Onun için yirmi beş yaşlarında görünen genç, mutlu bir edayla kafasını kaldırıp benimle Kürtçe konuşunca, aynı mutluluk benim de yüzüme yansıyor, gülümseyerek selamlıyorum onu.'' (Sayfa: 52)
*
''Çocukken dünyayı paylaşamayıp birbirimize girdiğimiz kardeşim şu anda yaşıyor olsaydı, bir dediğini iki etmezdim, bütün dünyayı ona verir, ondan sadece kardeşliğini isterdim.'' (Sayfa: 62)
*
''Daha sonra annemin anlattığına göre olay şöyle olmuş; gece yarısı üç dört maskeli adam kapıyı kırmış, içeri girip demir çubuklarla annemin, babamın, kardeşimin üzerine çullanmışlar, ilk darbede annem düşüp bayıldığı için öldü sanmışlar; onun için onu orada bırakıp babamla kardeşimi öldüresiye dövmüş, ikisinin de parmaklarını kırmış, sonra bıçaklamışlar, ortalığı kan gölüne çevirmişler, babamla kardeşimin cesetlerini o kan gölünün içinde bırakarak geldikleri gibi gitmişler.'' (Sayfa: 63-64)
*
''- Kendi rızamla bu yola düştüğümü düşünmüyorsun inşallah. Yabancı bir erkeğin önünde her soyunuşumda, bütün kişiliğimle yerin dibine batıyorum. Yabancı bir erkekle her yatağa girişimde, kendimi canlı canlı mezara girmiş gibi hissediyorum. O sırada yer yarılsın da içine gireyim istiyorum. Yaşamak istemiyorum, kendimi değersiz, zavallı biri gibi hissediyorum. Sanki o erkekler ayaklarıyla ruhumu çiğneyip geçiyorlarmış gibi geliyor bana.'' (Sayfa: 74-75)
*
''Buralı erkekler ikiyüzlüdür. Dışarıda bir türlü, içeride başka türlüdürler. Dışarıda namuslu, şerefli, saygılı görünürler, içeride bambaşka bir insana dönüşürler. Dışarıda babadırlar, iyi birer baba olarak gösterirler kendilerini, içeride kendilerini kaybederler.'' (Sayfa: 77)

10 Ocak 2022 Pazartesi

Aslı Erdoğan - Kırmızı Pelerinli Kent


".."Yalnızlığımı asla yenemedim," diye düşündü, "ama sanki ondan dışarıya doğru büyüdüm - onu sarıp sarmalayacak denli büyüdüm. Bir cenin gibi içimde artık, bir madalyon gibi de göğsümde.".." (Sayfa: 21)
*
''Bütün saatler onundu; ama kullanılmak için değil, içerdikleri sonsuz boşluğa bir ceset gibi yayılıp kalmak için.'' (Sayfa: 28)
*
''İnsan, gerçekte gereksinim duymadığını tüketmeye bir türlü doyamıyordu.'' (Sayfa: 31)
*
''Yalnızca tek bir şey adına güvenli suları terk eder, kendi köklerimizi keseriz. Âdem'in uğruna ölümsüzlüğü teptiği tek şey adına: BİLİNMEYEN.'' (Sayfa: 54)
*
''..İsa'nın çarmıhtaki son sözleri. Baba, baba, beni niye terk ettin.?''
''Benim o tarakta bezim yok kızım. Tanrılarımı burada, içimde taşıyorum.'' (Sayfa: 71)
*
''Çoktan unutulmuş bir ilkgençlik aşkının, on yıl sonra bile hafifçe can yakan acısı.. Ama sanki o acının ortasında bile bir mutluluk vardı. Bir zamanlar, yeryüzünde bir kişi tarafından sevilmiş olmanın mutluluğu..'' (Sayfa: 73)
*
UZAKLAR:
*
Cehennemin bir fersah ötesi cennet
Cennetin bir adım ötesi cehennem.
*
İran Atasözü (Sayfa: 76)
*
''..eline kalem alan herkes şu soruyla fazlasıyla boğuşmak zorundadır: Gerçeğin ne kadarına DAYANABİLİRİM.?'' (Sayfa: 77)
*
''..''İnsanı tanımak için uzaklara gitmek gerekir,'' demişti bir yazar. Oysa Özgür, ancak uzaklara geldikten sonra Latinleri anlayabiliyordu. ''No ire foras..'' ''Uzaklara gitme, gerçeklik senin içindedir.''..'' (Sayfa: 81)
*
YOKUŞ AŞAĞI:
*
''İnsan hayatını har vurup harman savuran bu kentte, hiç kimse tanrısız sağ kalamıyordu.'' (Sayfa: 85)
*
Karnaval:
*
''Ceza suç işlemenin verdiği zevki pekiştirdiği gibi, onu şehitlik mertebesine ulaştırmıştı.'' (Sayfa: 97)
*
''Bir kez tadına bakmıştı jaca'nın. Dile değdiği anda mürdüm eriğini andıran bir tat bırakıyor; ama ilk diş darbesinde acı, keskin, sidik kokulu bir özsuyu salıyordu.. Birçok şeyin simgesi olmaya dört dörtlük bir adaydı bu meyve: Aşkın, yaşamın, gerçekliğin..'' (Sayfa: 99)
*
"Sıfır Noktası'na varan herkesin bildiğini o da biliyor artık, insanın yoluna çıkan bütün cesetler, onu tek bir yerinden, en zayıf yerinden vurur: Kendi içindeki cesetten." (Sayfa: 139)

9 Ocak 2022 Pazar

Hasan Hüseyin Korkmazgil - Aşıcı Baba


 ''İnsanoğlunun yuva değiştirmesi zordur. Bu acıya katlanmak kolay değildir. Bunu iyi bilirim komşum.! Kuşlara benzemeyiz biz, böceklere benzemeyiz. Belki ağaçlara, otlara benzeriz.! Toprağımızdan koparıldık mı, her toprağa kök salamayız.'' (Sayfa: 6)

*
''Ağaçları aşılamak, çocukları okula göndermek gibi bir şey.'' (Sayfa: 24)
*
''Bilim diyordu ki, ağaçları eğitmek, güzelleştirmek için aşı gereklidir.! Denedik ve başardık.'' (Sayfa: 31)
*
''Bu işin gizi de yok, duası da, büyüsü de, ilacı da.! Diyorum ya; ağacı seveceksin, sevgiyle yaklaşacaksın ona. Yaprak açan, çiçeklenip meyve veren, her yaprağı ayrı bir ezgi çıkaran bir canlıdır ağaç. O anlamaz mı dostunu düşmanını.!'' (Sayfa: 43)

Hasan Hüseyin Korkmazgil - Becerikli Çocuğun Düşleri


 Arka Kapak:

*
Derviş, yoksul bir köy çocuğu. Erdem, kaymakamın oğlu. Derviş, Erdem'in renk renk, ışıl ışıl oyuncaklarına imrenirken Erdem ise Derviş'in, ağaçtan-taştan ürettiği oyuncaklarına, okul araç-gereçlerine ve bu konudaki becerisine hayranlık duyuyor. Bu iki çocuğun arkadaşlığı, onlara olduğu kadar size de pek çok şey öğretecek.
*
*
''Ne trene binmişti, ne vapura, ne motora ve ne de kayığa.. Denizi hiç görmemişti.
''Denizin suyu bardakta da mavi midir.?'' diye soru.
Kahkahalarla güldü Erdem:
''Yok be.! Çok derin olduğu için öyle görünüyor. Denizin suyu da içtiğimiz şu sular gibidir.''
Derviş gözlerini kırpıştırarak baktı Erdem'in yüzüne:
''Peki ama, tuzlu suyun içinde nasıl yaşıyor balıklar.? Ölmüyor mu.?''..'' (Sayfa: 27-28)
*
Kitap yorumum
*
Bedrettin Cömert, Eleştiriye Beş Kala Kitabı'nda der ki:
*
''Sanat her zaman ince bir iştir, zor bir iştir, zihnin ve hayal gücünün damıta damıta ortaya koyduğu bir üründür. Burada kaba anlamda halka inmek de söz konusu değildir. Emekçi halktan gelen, onunla kan dolaşımını kesmemiş bir sanatçı, belki dolaylı olarak, ama mutlaka o halka seslenecektir. Halk, en yüksek nitelikte saydam bir demir haline dönüşmüş sesini mutlaka tanıyacaktır. Nasıl tanımaz kendi sesini.?'' (Sayfa: 140)
*
''Emekçi sınıf kendi sanatını kendisi yapacaktır. Korkmazgil'in bir benzetmesini kullanayım: Küçük burjuvaziden gelen sanatçı veya aydınla, gerçekten emekçi sınıflardan gelen sanatçı veya aydın arasındaki fark, birinin damat, ötekinin evlât olduğudur.'' (Sayfa: 141)
*
Şiirleri zaten tartışmasızdır Hasan Hüseyin'in.. Made İn Turkey Kitabı'nı okumuştum. Öykülerinde de, özellikle yerel ve mizahi diliyle beni büyülemişti. Şimdi çocuk (!) kitabı. Arka kapakta da dendiği gibi, büyüklere de söylediği çok şey var Büyük Ozan'ın. Bu toprakların özbeöz evlâdına selâm olsun.

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...