20 Aralık 2021 Pazartesi

Nâzım Hikmet Ran - La Fontaine'den Masallar

BİRİNCİ KİTAP


ÖKÜZ KADAR KOCAMAN OLMAK İSTEYEN KURBAĞA

*
Bir öküze rastlar
kurbağanın biri:
öküz dağ gibi iri;
kendisi ufacık yumurta kadar.
Öküz gibi kocaman olmak ister kurbağa,
Yere sırtüstü yatar,
bir yandan başlar şişip kabarmağa
bir yandan da şöyle der:
''- Hele bana bir baksanıza kardeşler,
onun gibi olmadım mı daha.?
- Yok canım. - Ya şimdi.? - Hayır, nafile.
- Hâlâ mı olmadı.? - Yaklaşamadınız bile.''
Nihayet öylesine şişer ki, bu cılız hayvan,
çat diye çatlar ortadan.
*
İşte böyle sersemlerle dolu yeryüzü.
Bir yarışmadır gider ortalıkta:
ağaların beyzadelikte gözü,
beyzadelerinki paşalıkta. (Sayfa: 11)


HEYBE
*
Bir gün dedi ki Jüpiter
''- Canlıların hepsi huzuruma gelsinler,
kendi biçimini beğenmeyen varsa eğer,
-----söylesin çekinmeden,
-----çaresini bulurum ben.
Maymun efendi, önce dinleyelim sizi.
Şu hayvanlarınkiyle ölçün güzelliğinizi,
memnun musunuz.? - Ben mi.? Elbet. Her şeyim tamam.
Ben de onlar gibi dört ayaklıyım,
yüzümü de beğenmekte haklıyım.
Fakat ayı kardeşin yerinde olsam,
pek canım istemezdi resmimi yaptırmayı.''
Bu sözleri duyunca bir addım attı ayı.
Dert yanacak sandılar. Fakat ne gezer,
kendi güzelliklerini saydı birer birer,
sonra döndü, alaya aldı fili:
''Kuyruğunu, dedi, uzatmalı biraz,
kulakları da kısalsa fena olmaz.
Bu kocaman yığının ne başı ne sonu belli.''
-----Söz sırası geldi file.
-----Bu akıllı uslu hayvan bile,
-----kendini övüp durdu,
fakat balina hanımı pek şişman buluyordu..
-----Karıncaya gelince:
kendisi devdi, peynir kurdu cüce..
Jüpiter hepsini başından kovdu.
Hepsi kendini beğenmiş, hepsi başkasına amansız..
İçlerinde en delisi insan oğluydu:
biz ki, başkalarında pireyi deve yaparız,
-----kendimizde deveyi pire.
Başkalarında günah ararız evire çevire,
-----kendi ayıbımız başımızın tacı.
Bize bir heybe dokumuş büyük dokumacı:
öndeki göze başkalarının kusurlarını koruz,
arkadaki kendi kusurlarımıza mahsus.. (Sayfa: 16-17)


Horozla İnci
*
Bir horoz inci bulur, kuyumcuya gider:
-----''Al, şuna bak, der,
pırıl pırıl, ne özrü ne kusuru var,
Fakat sen bana bir avuç mısır ver,
-----benim işime o yarar.''
*
Bir cahile bir kitap miras kalır.
-----Adam kitabı alır,
komşusu kitapçıya gider:
''Bak, ne güzel kitap, der,
fakat sen bana beş on kuruş ver,
-----benim işime o yarar.'' (Sayfa: 26)

SARICA ARILARLA BAL ARILARI
*
-----İşçi işinde belli olur.
Sahipsiz, ortada kalmış bir petek.
-----Sarıca arılar: ''Bu bize ait,'' dedi.
-----Bal arıları itiraz etti.
''Sen karar ver,'' denildi, eşek arısına gidilerek.
Davayı halletmek kolay değildi pek..
----Dinlenen tanıklara göre:
girip çıkmıştı bazı hayvanlar bu peteklere,
kanatları vızıltılı, renkleri sarı,
-----yani belki de bal arıları.
-----Fakat sarıcalar da olabilir,
-----çünkü onlar da aynı biçimdedir.
Eşek arısı şaşırdı. Hakkı da var.
-----Yeni tanıklar dinlendi.
-----İncelemeler, araştırmalar,
-----fakat iş aydınlanmadı gitti.
Nihayet söz alıp dedi ki bir bal arısı:
-----''- Çok rica ederim, bu dava
-----altı aydır sürüyor
-----ve başlanılan yerdeyiz hâlâ.
-----Halbuki petekte bal çürüyor.
-----Yargıcın da artık işi çabuklaması lazım.
-----Zaten yetişmez mi zıkkımlandığı.?
-----Hem boşuna uzatılıyor mesele.
Sarıcalar da çalışsın biz de çalışalım,
-----bir görelim hele,
o tatlıların tatlısını, o kutu kutuları
-----hangimiz
-----yapabilirmişiz.?''
Sarıca arılar yanaşmadı bu teklife,
herhalde bu, anlamadıkları bir iş olmalı.
Eşek arısı da karşı tarafa verdi balı.
*
Keşke hep böyle görülse davalar.
Türklerin bu işte tecrübesi var.
Yani kara kaplı kitap bırakılıp
halkın aklı bize mihenk olsaydı eğer,
''Bugün git, yarın gel,'' deyip
-----uzatılmazdı işler,
-----ortada fır dönmezdi para.
İstiridyenin içini yargıçlar yeyip
kabukları kalmazdı davacılara. (Sayfa: 27-28)

İKİNCİ KİTAP


FARELERİN TOPLANDIĞI MECLİS
*
Ciğerman adında bir kedi vardı,
köküne kibrit suyu ekmişti farelerin,
sağ kalanları da kaçacak delik ararlardı,
canları çıkardı bir lokma yiyecek bulmak için.
Bu biçareleri öyle yıldırmıştı ki Ciğerman,
onlara göre o kedi değil de şeytandı şeytan.
-----Derken
-----bir gün bu kurnaz kedi
damların üstünde gezintiye gitti.
-----Orada o safa sürerken
toplandı bir köşede kılıç artığı fareler,
-----kötü durumlarını konuştular.
Muhtarları dedi ki: ''Buna bir tek çare var:
Ciğerman'ın boynuna bir çıngırak asarsak eğer,
o daha bize saldırmadan kendini belli eder,
-----biz de kaçar gizleniriz hemen.
İşte kurtarırsa ancak bu kurtarır bizi.''
-----Ona hak verdi farelerin hepsi,
-----başka çare de yoktu zaten.
-----Fakat bütün iş çıngırağı asmaktaydı.
Biri dedi ki: ''Ben bunu yapamam, deli değilim.''
Öbürü dedi ki: ''Benden de al o kadar.''
Hiçbir sonuç vermeden dağıldı toplantı.
*
Ben böyle nice toplantılar, meclisler bilirim.
hem farelerin değil, insanların meclisi,
-----yığınla karar alırlar
fakat yerine getirilmez hiçbirisi.
-----Akıl veren çoktur,
fakat işi üstüne alıp yapan yoktur. (Sayfa: 33-34)


DİŞİ ZAĞARLA ARKADAŞI
*
Neredeyse enikleyecekti zağarın biri,
yoktu fakat yükünden kurtulmak için sığınacak yeri.
Kulübesini ona eğretiden versin diye yalvardı arkadaşına,
o da verdi, zağar da gidip kapandı bir başına.
Bir müddet geçince, geldi kulübenin sahibi.
Zağar on beş günlük bir müddet daha istedi,
''Yavrularım yeni yeni emekliyor'' filan dedi,
uzun lafın kısası, kopardı ondan bu mühleti.
Bu mühlet de bitince ev sahibi geldi yine,
evini, odasını, döşeğini istedi geriye.
Fakat zağar dişlerini gösterip hırladı bu sefer:
-----''- Bizi, bu evden, dedi, çıkarabilirseniz eğer
-----hazırım çıkmaya yardakçılarımla beraber.''
-----Çünkü enikleri artık güçlü kuvvetliydiler.
*
Kötülere iyilik etme pişman olursun:
onlara ödünç verdiğini geri almak için
kavga eder, uğraşır, didinirsin,
durup dururken başına bela bulursun.
Onlar sarıldıklarına sarmaşık gibi sarılır,
el versen parmakların avuçlarında kalır. (Sayfa: 39)
TAVŞANLA KURBAĞALAR
*
Düşünüyordu yuvasında bir tavşan.
(Zaten orda düşünmekten başka ne yapılır ki.!)
Bu tavşanın dehşetli sıkılıyordu içi,
korku kemiriyordu onu, kederliydi bu hayvan.
''Korkaklar bedbahttır sahiden de,
diyordu kendi kendine.
Haklarını alamazlar hiçbir zaman.
Korkmadan eğlenemezler. Yaşamak mı bu.?
Beni öyle sarmış ki bu kahrolası korku,
gözüm açık uyuyorum, bu uyumaksa eğer.
Kurtulun korkudan, diyecekler.
Hıh, korkak korkudan kurtulur mu.?
Ben eminim ki hatta,
benim gibi korkaktır insanlar da..''
İşte böyle düşünüyor bizim tavşan,
etrafı da kolluyordu bir yandan.
Telaşlıydı, kaygılıydı.
Her şey ödünü koparıyor: Bir gölge, bir patırtı.
Kara sevdalı hayvan,
bütün bunları geçirirken aklından
hafifçe bir gürültü işitir:
fırlayıp kaçmasına bu kadarı yetişir.
Koşarak geçerken de bir gölün kıyısından,
Kurbağalar suya atlayıp dalar;
kovuklarına girip saklanır kurbağalar.
Bizimki: ''Vay, der, bana yaptırılanı demek,
ben de yaptırabilirmişim başkalarına.!
Benden de korkuyorlar. Ben de gözükerek
-----ortalığı allak bullak ediyorum.
Nerden geliyor bu yiğitlik bana.?
İşte hayvanları karşımda titretiyorum.
Demek benim de bir cengâver olduğum doğrudur.''
*
Hayır, işin doğrusu şudur:
Her korkak kendinden korkağını bulur. (Sayfa: 46-47)

ÜÇÜNCÜ KİTAP


KARTAL, YABANDOMUZU VE KEDİ
*
Yavrularıyla kartal yerleşmişti
----oyuk bir ağacın tepesine
ağacın dibinde bir domuz, ara yerde de bir kedi.
Kardeş kardeş yaşarlarken bu bölüşme sayesinde,
---kedi fesatlığıyla bozar bu ahengi,
---tırmanıp kartalın yanına gider
-----ona şöyle der:
''- Bizimki değilse de, her şeyimiz olan çocuklarımızın
-----ölümü yakın.
---Görmüyor musunuz, işte bakın:
şu melun domuz toprağı boyuna eşeleyip azıyor,
---ayaklarımızın dibinde lağım kazıyor.
---Meşeyi köklemek istediği belli pek,
---niyeti yavrularımızı mahvetmek.
---Ben razıyım yine, hiç olmazsa
yavrularımdan bir taneciği kalabilse bana.''
Fesatçı kedi burayı böylece kaygılandırdıktan sonra
-----doğruca aşağı iner,
-----yan gelip yatan domuza şöyle der:
-----''- Tavsiyem olsun size, sakın
-----yavrularınızı yalnız bırakmayın,
-----kartal onları parçalayacak..
-----Fakat aramızda kalsın bu sır,
-----sonra benim başımda patlar kabak.''
Kedi burayı da böylece kaygılandırır
-----ve deliğine çekilir.
*
Çocuklarına yem getirmeğe bile gidemez kartal,
-----aynı iş domuzun da başına gelir.
Asıl tehlikenin açlık olduğunu görmez bu iki aptal,
-----ikisi de yerinden kımıldamaz, inat eder.
Kartal der ki, nerdeyse patlayacak lağım,
ayrılmağa gelmez, yavrularımı kurtarmalıyım;
domuzsa, aman çocuklarım parçalanmasın, der.
---Ve nihayet yapacağını yapar açlık:
-----hiç kimse sağ kalmaz artık
-----domuzlardan, kartallardan,
---kediler için de gün doğar işte o zaman.
*
Fesadın dili her haltı yer
korkunç ustalığıyla ortalığı altüst eder.
---Bence unutmamak lazım şunu:
---Pandor'un kutusundan çıkan
---kötülüklerin en melunu
---fesatlıktır
ve bütün dünyanın nefretine layıktır.
*
Dip Not: Promete ateşi çaldığı için Jüpiter onu cezalandırmak ister; Pandor'u ona karılığa alsın diye gönderir. Jüpiter, Pandor'a içi bütün kötülüklerle dolu bir de kutu vermiştir. Promete, Pandor'u almaz. Promete'nin kardeşi Epimete onunla evlenir. Kutuyu açar. Bütün kötülükler yeryüzüne dağılır, kutunun dibinde yalnız ümit kalır. (Sayfa: 66-67)


İHTİYARLAYAN ARSLAN
*
İhtiyarlamıştı ormanların yılgısı arslan.
---Tüterken gözünde eski zaman
---hücuma uğradı günün birinde,
---onun bu güçsüzlüğünden kuvvet alan
-----tebaaları tarafından.
---Yaklaşıp onu tekmeledi beygir,
---kurt dişledi, öküz süstü.
Zavallı arslan kükreyecek halde bile değildi.
---Bütün gamı, kasaveti üzerinde
şikâyetsiz bekledi, talihine küstü.
-----Nihayet görününce eşek,
-----Arslan inledi: ''Yeter artık, dedi, yeter,
-----bu hal ölümden beter,
-----çünkü senden de dayak yemek
-----iki kere ölmek demek.'' (Sayfa: 75)
DÖRDÜNCÜ KİTAP

SOKRATTIN SÖZÜ
*
Kendine bir ev yaptırıyordu Sokrat,
---herkes bir fikir atıyordu ortaya.
---Kimisi, ''Doğrusu ya,
onun gibi bir insana layık bulmuyordu evin içini.''
kimisi de beğenmiyordu cephenin biçimini,
---bir noktada birleşiyordu hepsi fakat:
-----odalar çok ufaktı,
dostlar bu evde rahatça adım bile atamayacaktı.
''- Bahtiyar olurdum, dedi onlara büyük Sokrat,
---bu evi böylesine dolduracak kadar
-----sahici dostum olsaydı eğer.''
*
Sokratın hakkı var
elbette ki bu bahiste çok büyüktü odalar.
-----Herkes dostluk iddia eder,
---bunun lafı bol bol edilir,
fakat o binde bir bulunur, binde bir. (Sayfa: 88)

BEŞİNCİ KİTAP

KUYRUKSUZ TİLKİ
*
İhtiyar, fakat yaman mı yaman bir tilki,
dehşetli tavuk düşmanı hem de, tavşan avcısı müthiş,
---yani, tepeden tırnağa tilki olan bir tilki,
-----nihayet bir kapana tutuluvermiş,
-----kurtulmasına kurtulmuş, ama
kuyruğunu bırakmış rehin.
Kuyruksuz kalan bizimkinde bir utanma, bir sıkılma,
---fakat ne de olsa ustakâr olduğu için
---ötekileri de kendine benzetmek istemiş,
ve bir gün tilkilerin bir toplantısında şöyle demiş:
''- Sanki bu faydasız ağırlık bir işimize mi yarar.!
Süpürüp gider yolların çamurunu
bu kuyruğun bize ne faydası var.!
---Kesmeli onu.
Hem bana kalırsa bunu yapmalısınız hemen.''
Ordakilerin biri demiş ki: ''Çok güzel akıl verdiniz bize,
---fakat şöyle dönünüz de arkanızı lütfen,
---biz de cevabımızı öyle verelim size.''
Bu sözler üzerine yuhalarla çınlamış ortalık
bizim biçarenin ne dediği de belli olmamış artık.
---Zaten bu işte gayreti boşunaydı onun:
-----modası geçmez ki kuyruğun.. (Sayfa: 99)

ÇİFTÇİ İLE ÇOCUKLARI
*
Olmayan yok toprakta
bütün iş çalışmakta.
*
Zengin bir çiftçi anlar ölümünün yaklaştığını
---oğullarını çağırıp der ki: ''Çocuklar,
---ataların bize miras kalan toprağını
-----satmayın sakın:
---içinde bir define var.
Yerini bilmiyorum. Fakat biraz gayretle
---bulursunuz onu, geçirirsiniz ele.
Oraktan sonra altüst edin her yanını tarlanızın
-----çapalayın, belleyin, kazın,
------el değmemiş hiçbir yeri kalmasın..''
Baba ölür, çocuklar altüst eder tarlayı,
---bulamazlar defineyi, parayı
fakat işlenmiş tarla iki kat mahsul verir.
---Akıllı ihtiyar, ölmeden önce,
oğullarına göstermiş olur ki böylece:
Çalışmak definedir. (Sayfa: 102)
ARSLAN POSTU GİYEN EŞEK
*
Arslan postu giyen eşek
korku saldı dört bir yana.
Yiğitlik çok uzaksa da ona
dünyayı titretiyordu mübarek.
---Fakat aksiliğe bak,
ucundan görünüveren bir kulak
---belli etti palavrayı.
Hemen girişti fasla değirmenci dayı,
işin aslını bilmeyenler baktı şaşarak.
Öyle ya, dayı arslanı katmış da önüne
-----sürüyordu değirmene.
*
Fransa böyle palavracıların yeridir.
Çoğunu burdaki eşeğe benzetirim ben.
-----Onlara heybet veren:
sırmalı kordonlu maiyetleridir. (Sayfa: 111)

ALTINCI KİTAP


GÜNEŞLE RÜZGÂR
*
Güneşle rüzgâr
atlı bir yolcu gördüler.
Adam sıkıca giyinmiş. Mevsim sonbahar.
Tedbirli olmalı bu mevsimde yola çıkanlar.
Bakarsın bir güneş açılır, bir yağmur yağar.
Ebemkuşağı da, bu aylarda kuşak sarmalı, der.
Bu aylar gerçekten de sakat aylardır.
İşte, bizim yolcu da yağmura karşı hazır:
çift astarlı yağmurluk, kumaşı da takır takır.
---Rüzgâr der ki: ''- Bakıyorum da şu adama,
gülesim geliyor. Her şeyi düşünmüş önceden,
---beni hesaba katmamış ama.
Bir kere esmeyegöreyim ben,
---ne düğme kalır, ne ilik,
yağmurluk da cehennemin dibini boylar üstelik.
---Eğleniriz, hoşça vakit geçer.
Ben şöyle bir esivereyim, isterseniz eğer.
---Güneş der ki, sözü kısa keserek:
''- Sizinle bahse tutuşalım ikimiz,
bakalım şu atlının yağmurluğunu hangimiz
sırtından çıkartabilecek.?
Siz başlayın, ışığımı karartabilirsiniz.''
Rüzgâr hemen işe koyulur, şişer bulutlarla.
---Zebaniler gibi de bağıra bağıra
-----koparır kıyametleri.
Kasar, kavurur, allak bullak eder geçtiği yeri.
Gemiler batar, çatılar uçar evlerin üstünden:
---hepsi de bir yağmurluk yüzünden.
Yağmurluğunu rüzgâr şişirmesin diye
---yolcu başvurmuştur her çareye.
Rüzgâr köpürür, atlının umrunda olmaz.
Yalnız yakasıyla etekleri çırpınır biraz.
---Rüzgârın mühleti bitince,
---çünkü bahse mühlet konmuş önce,
Güneş dağıtır bulutları, can verir ortalığa.
---Yolcuyu da sarar sıcaklığıyla,
---başlar terletmeğe onu,
nihayet çıkarttırır yağmurluğunu.
Hem de gücünü kullanmaz sonuna kadar.
*
Zorun yapamadığını tatlılık yapar. (Sayfa: 117-118)
SOYU İLE ÖVÜNEN KATIR
*
Bir başpapazın katırı asaletinden dem vururdu,
anası kısrağın yiğitliklerini anlatıp dururdu:
Filanca işleri görmüş o, gitmişti taa falanca yere,
bundan dolayı da oğlu geçmeliydi tarihlere.
---Bir papaza hizmet etmek, doğrusu,
-----ona layık iş değildi.
Katır ihtiyarladı, bir değirmene koydular onu,
işte o zaman babası eşek aklına geldi.
*
Bir aptalın aklını başına getirirse,
---yani ona gerekli dersi verirse
---felaketin de hayırlısı olur
---ve bu söz yerini bulur. (Sayfa: 121)
GÜNEŞLE KURBAĞALAR
*
Rivayet ederler ki, bir vakitler,
---güneş kalkışır evlenmeye.
Duyulunca da bu haber
bataklık milleti ''Vay halimiz'' diye
---hep bir ağızdan şikâyet eder,
---Feleğe der ki: ''- Ne haltederiz,
---bir de onun çocukları olursa eğer.
Şimdi zor dayanırken bir tanesine biz,
yarım düzinesi çıktı mıydı, kurudu gitti deniz,
elveda sazlara, kamışlara, bataklıklara artık,
mahvolacağız, cehenneme dönecek ortalık.''
*
Hani pek de kuvvetsiz değilmiş kurbağalarda mantık. (Sayfa: 127)

YEDİNCİ KİTAP
*
KEDİ, GELİNCİK VE YAVRU TAVŞAN
*
Yavru tavşanındı bu saray.
Bir sabah bayan gelincik
zaptetti onu hemencecik.
---Vay kurnaz, vay.!
Ev sahibi evde bulunmadığından
kolay oldu bu iş pek kolay.
O gün şafakla çıkıp gitmişti tavşan.
Kırlar kekik kokuyordu, mis gibi kekik.
Bizimki yiyip içip mahzenine döndüğü zaman
gelincik pencereye dayamıştı burnunu.
Tavşan orda görünce onu:
"- Hey, bayan, dedi, çıkınız hemen
baba yadigârı evimden.
Yoksa haber yollarım bütün farelere ben.''
Cevap verdi sivri burunlu türedi:
"- Toprak onu ilk ele geçirenindir," dedi.
Savaşılmaya değerdi doğrusu ya,
Tavşanın bile sürünerek girdiği yuva.
"-Ne tuhaf iş, dedi gelincik, ne tuhaf iş.
Burası bir krallık olsa bile,
tapusunu şuna, buna, hatta bana değil de
filanca oğlu falanca tavşana kim vermiş.?"
Falanca tavşan söz açtı geleneklerden:
"- Ben, dedi, ben,
kanun kuvvetiyle sahibim bu yere.
Burası babadan oğla kalır kanuna göre.
Böylelikle filandan kaldı falana
---falandan da kaldı bana.
Sanki 'ele ilk geçirmek' kanunu daha mı iyi.?"
Gelincik dedi ki: "-Uzatmayalım hikayeyi.
Davamızı halletsin, gidip görelim de Samur'u."
Keşiş gibi inzivada yaşayan bir kediydi bu.
---Yüzü de gülerdi her zaman.
Evliya gibi bir şey, yağlı, tüylü, şişman.
Karışık işleri halletmekte de uzman.
---Teklifi kabul etti tavşan.
İşte ikisi de kürklü beyin karşısındadır.
"- Yaklaşın çocuklarım, yaklaşın, dedi Samur,
-----artık ihtiyarladık da
-----sağır oldum biraz sağır."
Yaklaştı ikisi de çekinmeden.
-----Bizim sofu babalık da
tam vaktinde doğruldu,
-----attı iki pençesini hemen
davacıları yutup aralarını buldu.
*
İşte çok defa böyle hakemlik eder
-----küçüklere büyükler. (Sayfa: 146-147)

SEKİZİNCİ KİTAP


SEL İLE DERE
*
Bir sel korkunç uğultularla
---dağlardan inip akıyordu.
Kaçan kaçana önünden; dehşetti gelen peşi sıra,
---kırları yıkıp yakıyordu.
Hiç kimse, aşmak değil, yanaşamıyordu bile
---bu güçlü kuvvetli engele.
Fakat peşine hırsızlar düşen bir yolcu
aşmak zorunda kaldı bu korkunç suları.
---Bu sel kuru gürültüydü yalnız,
---korktuğuyla kaldı adamımız.
---Onu yüreklendirdi bu başarı.
Aynı hırsızlar da peşindeydiler fakat.
---Karşısına bir dere çıktı bu sefer.
Akıyordu tatlı bir uyku gibi, durgun, rahat.
---Yolcu sandı ki bunu da kolayca geçer.
Kıyılar da sarp değil dümdüz, tertemiz kumsaldı.
---Yolcu sürdü beygirini, suya daldı.
---Hırsızlardan kurtuldu, ama
gitti beygiriyle ölüm deresinden su içmeğe,
---gitti beygiriyle öteki dünyada
---başka nehirleri geçmeğe.
*
Koru kendini suyun akmazından
---insanın tınmazından. (Sayfa: 162)

ON BİRİNCİ KİTAP


İHTİYAR ADAM VE ÜÇ DELİKANLI
*
Seksenlik bir ihtiyar, ağaç dikiyordu,
ona bakan üç komşu delikanlı şöyle diyordu:
''- Yapı yapsan neyse, ne,
fakat ağaç dikmek senin neyine.?
Bu, düpedüz saçmalamak demek.
Sana ne sağlayabilir sağladığın emek.?
---Belini bükmüş ihtiyarlık,
köşene çekilip oturmalısın artık,
geleceği değil, geçmişi düşünmelisin.
Hiçbir ümidin olamaz gelecek için,
gelecekte ancak bizim ümidimiz var.''
-----''- Hayır, dedi ihtiyar, hayır..
-----Bir gün mutlaka ölecek yaşayanlar,
-----sizin de, benim de günlerimiz sayılıdır,
-----fakat belli değil hangimizin ömrü daha uzun.
-----Durmadan çalışmalıyız, çalana kadar
----------saatı büyük uykumuzun.
Bu ağacın gölgesinde oturacak torunlarım.
Başkalarına iyilik ettiğim için bahtiyarım.
---Siz benden önce ölmezseniz,
---görürsünüz bıraktığım eseri.
Fakat ne malum benden önce ölmeyeceğiniz.?''
-----Haklı çıktı ihtiyar:
daha limandayken boğuldu üç delikanlıdan biri
---Amerika'ya giderken.
İkincisi asker oldu rütbe aldı, derken
---bir kaza kurşununa kurban gitti.
---Üçüncüsü, bir ağacı budarken
-----düştü, onun da işi bitti.
Ağladı ihtiyar, böylece vakitsiz gidenlere
ve bu anlattıklarımı kazdı mermere.. (Sayfa: 183-184)

ON İKİNCİ KİTAP

YENGEÇLE KIZI * Yengeç ana bir gün der ki kızına: ''- Yavrum bu ne biçim gidiş, dosdoğru yürüyemez misin.?'' Kız der ki: ''- Sanki başka türlü mü yürüyüşünüz sizin.? ---Ailecek nasıl yürüyorsak ben de öyle yürüyorum. -----Soy sop yan yan giderken ---dosdoğru yürümem nasıl istenir benden.?'' (Sayfa: 192)

Sophokles - Oidipus Kolonos'ta (Yunanca Aslından Çeviren: Ari Çokona)

Arka Kapak
*
Sophokles (MÖ 495-406): Yunan tragedyasının en önemli yazarları arasında adı ilkönce hatırlanan Sophokles, konuları işleyişi ve oyundaki karakterleri canlandırmakta ustalığıyla ayrı bir yere sahiptir. Tiyatro tekniğini geliştirmiş, diyaloglara, dekor ve kostüme önem vermiştir. Tragedyalarında dönemin yazarlarında rastlanmayan derli toplu bir içyapı görülür. Eserlerinde yazgı sorununu her zaman ön planda tutar. Katıldığı yarışmalarda yirmiden fazla ödül almıştır. Yüz yirmi üç tragedya yazan Sophokles'in eserlerinden sadece Aias, Antigone, Kral Oidipus, Elektra, Trakhisli Kadınlar, Philoktetes, Oidipus Kolonos'ta günümüze ulaşabilmiştir. Oidipus Kolonos'ta eseriyle Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi'nde Sophokles'in tüm eserleri tamamlanıyor.

*
*
Prologos (1-116)
*
YABANCI:
*
Kör bir adamın kime ne faydası olabilir.?
*
OİDİPUS:
*
Onunla gören insanların sözleriyle konuşacağım. (Sayfa: 4)

I. Epeisodion (254-667)
*
OİDİPUS:
*
''Zamanla içimi kemiren acı yumuşadı ve öfkemin
eski günahlarımı fazlasıyla cezalandırdığını gördüm.'' (Sayfa: 19)
*
İSMENE:
*
''....Ana baba söz konusu
oldu mu, harcanan emeğin hesabı yapılmaz.'' (Sayfa: 22)
*
OİDİPUS:
*
Güvenilmez biri gibi yemin etmeni beklemiyorum.
*
THESEUS:
*
Sözüm, en az yemin kadar sağlamdır benim. (Sayfa: 28)

I. Stasimon (668-719)
*
KORO:
*
''Burada öyle bir ağaç yetişir ki
ne Asya'da ne de Dorların
yaşadığı Pelops'un büyük
adasında duymadım yetiştiğini
İnsan eliyle değil kendiliğinden
biter ve dehşet salar
düşman kargılarına.
Çocukları besleyen gümüş
yapraklı zeytin ağacı derler ona
ve ne ihtiyar ne genç,
hiçbir komutan koparamaz dallarını,
çünkü her şeyi bilen Morios Zeus ile
parlak gözlü Athena'nın koruması altında.'' (Sayfa: 30)

II. Epeisodion (720-1043)
*
OİDİPUS:
*
''Bu yaptığın, yokluk çeken birinin yakarışlarına
kulak asmadan hiç yardım etmemeye, ama o
gönlünün çektiği her şeye kavuştuktan sonra
ihtiyaç duymadığı şeyleri vermeye benzer.
Böyle bir iyiliğin kime ne yararı olur.?'' (Sayfa: 33)
*
''Haklı oldu mu güçsüz, güçlüyü yenebilir.'' (Sayfa: 38)
*
THESEUS:
*
''........sırtında
taşıdığın yıllar seni sadece ihtiyar yaptı,
bilge değil..'' (Sayfa: 40)

III. Epeisodion (1096-1210)
*
THESEUS:
*
''Ben hayatımı sözlerle değil,
eylemlerle aydınlatmaya çalışıyorum.'' (Sayfa: 47)
III. Stasimon (1211-1248)
*
KORO:
*
''Beğenmeyip hayatın
doğal süresini,
uzun yıllar yaşamak isteyenler
düpedüz aptaldır kanımca.
Uzun yıllar acıları
daha da yakına getirir
ve gereğinden fazla
yaşlananlar farkına varamaz
artık mutluluğun.'' (Sayfa: 50)

IV. Epeisodion (1249-1555)
*
KORO:
*
''Zaman, her zaman her şeyi görür.!
Gömerken bazılarını
yerin dibine, ertesi gün
tekrar yükseğe kaldırır.'' (Sayfa: 55)

16 Aralık 2021 Perşembe

Laozi - Tao Te Ching (Çince Aslından Çeviren: Sonya Özbey)

 

Arka Kapak:
*
Laozi: Hayatı hakkında çeşitli efsaneler olsa da kesin bir bilgi yoktur. İsmi Çincede hem "yaşlı usta" hem de "yaşlı çocuk" anlamlarına gelmektedir. Taoculuğun en önemli metni sayılan Tao Te Ching'in (Dao De Jing) yazarı olarak kabul edilir. Tao Te Ching klasik Çin edebiyatının en eski ve en ünlü örneklerinden biridir. Metin yüzyıllar boyunca birçok sanatçıya, düşünüre siyasetçiye ilham vermiş, çeşitli entelektüel tartışmalara yol açmıştır. Döneminin diğer metinleriyle kıyaslandığında metnin en ayırt edici özelliği insanı merkeze koymamasıdır. Tao Te Ching, döneminin diğer düşünce akımlarından farklı olarak doğayı, insan ahlâkına duyarlı ve insana hizmet eden bir güçler bütünü olarak değil, insan dâhil her şeye eşit davranan, tarafsız bir güç kaynağı olarak karakterize eder. Tao Te Ching'e göre yerin ve göğün arasındaki her şey aynı kanunlara tabidir. Değişik dönemlerde siyasi iklimlere göre değişik şekillerde yorumlanan Tao Te Ching'in yüzyıllar sonra bile okunmasının sebebi değindiği konuların her zaman geçerliliğini koruyacak nitelikte olmasıdır.
Dao De Jing, efsaneye göre, Laozi isimli bir ermiş tarafından yazılmıştır. İsmin Çincesi hem ''yaşlı usta'' hem de ''yaşlı çocuk'' anlamlarına gelmektedir.''
*
''Klasik Çincede isim ve yüklem ayrımı yoktur (bir başka deyişle aynı karakter hem isim, hem de yüklem olarak kullanılabilmektedir). Tüm bunlara ek olarak, Klasik Çin metinlerinde özne ve zaman bildiren karakterler nadiren kullanılmıştır. Buna bir de Antik Çin metinlerine özgü kısa ve öz anlatım biçimini ve karakter kullanımının Qin Hanedanlığı öncesinde standartlaşmamış olmasını (nitekim bazen eşsesli karakterler birbirleri yerine kullanılırdı) eklersek, tercümanlara geniş bir yorum alanı kaldığını söyleyebiliriz.''
*
''Hem metinde değinilen konuların içeriği hem de kullanılan dil itibarıyla hedef kitlenin aristokrat kesim ve devrin siyasi figürleri olduğu açıktır. Metnin siyasi boyutu ağır bassa da, elbette hayata dair daha genel ve temel konulara da değinilmektedir. Kitabın başlığında da yer alan 'dao' karakteri ''yol'', ''öğreti'' anlamlarına gelmekte olup, metinde bazen evrenin temelini oluşturan dinamik düzen anlamında da kullanılmıştır. 'De' karakteri ise aynı zamanda hem ''erdem hem de ''iktidar'', ''güç'' anlamlarına gelmektedir.''
*
''Çin düşünürlerine göre belli erdemlere sahip olmakla etkileyicilik ve güç sahibi olmak arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Metne göre iyi bir liderin gücü ve karizması belli erdemleri bünyesinde barındırmasından gelir ve bu güç, lider kasıtlı ve planlı bir harekette bulunmadan, kendiliğinden ona etkileyicilik katar. Burada belirtmek gerekir ki metnin ana temaların biri, kendiliğindenlik ve doğallıktır ve bu da planlı eylemde bulunmadan devlet işlerini halletme temasıyla yakından ilişkilidir. Dao De Jing'e göre iyi bir lider ülkesini o denli incelikli ve mahir yönetir ki halk onun varlığını bile hissetmez.''
*
''Metne göre bir toplumda halka ahlâk kuralları öğretilmesi, o toplumda hâlihazırda bir düzen kalmadığını gösterir.''
*
''Dao De Jing'in yazarları doğayı, insan ahlâkına duyarlı ve insana hizmet eden bir güçler bütünü olarak değil, içinde insan da olmak üzere her şeye eşit davranan ve insan değerlerine karşı tamamıyla duyarsız, tarafsız bir güç kaynağı olarak karakterize etmişlerdir. Dao De Jing'e göre yerin ve göğün arasındaki her şey aynı kanunlara tabidir.''
*
''..nasıl ki doğa kendiliğinden varsa ve kendiliğinden türlü varlıkları üretiyorsa, ermiş kişi de tıpkı doğa gibi kendiliğinden hareket eder, koşulları aktif bir şekilde biçimlendirmeye çalışmak yerine doğal akışın bir parçası olur.''
*
''..Dao De Jing'in ermiş kişiyi yalınlığı ve basitliği sembolize eden bir çocuğa veya edilgenliğin sembolü olan bir kadına benzetmesi de şaşılacak bir şey değildir. Bu metaforların kullanımı elbette kadının zayıf ve edilgen olduğu yönünde bir sava dayanmaz. Metin daha çok hâlihazırdaki imgelere ve bu imgelerin çağrıştırdıkları kavramlara alternatif değerler biçmeyi amaçlamıştır. Ermiş kişi ''eril'' olarak adlandırabileceğimiz, koşulları yönetme ve koşulları bir şablona göre yeniden biçimlendirme çabalarından uzaktır. Onun gücü dünyayı kontrol etme yetisinden değil, doğanın devinimine boyun eğebilmesinden gelir.''
*
Sonya Özbey, Şubat 2016 (Sayfa: V-X)
*
*
I
*
''Yol'' olarak tayin edilmiş yol nihai yol değildir.
''İsim'' olarak tayin edilmiş isim nihai isim değildir.
*
İsimsiz ki, o her şeyin başlangıcıdır.
İsimli ki, o her şeyin anasıdır.
*
İşte böylece her zaman
Arzulardan arın, esrarengizi gör;
Arzulara bürün, arzu uyandıranı gör.
*
İşte bu iki hâl,
Birlikte ortaya çıkar, fakat farklı adlar alır.
Birlikteliklerine gizem denir.
Gizemin kendisinden bile gizemli,
Onlar inceliklere açılan kapıdır. (Sayfa: 1)


II
*
Dünyadaki herkes güzeli güzel olarak bilir
Ve çirkinlik de bu yüzden vardır.
Herkes iyiyi iyi olarak bilir
Ve kötülük de bu yüzden vardır.
*
İşte böylece,
Varlık ve yokluk birbirini doğurur,
Zor ve kolay birbirini tamamlar,
Uzun ve kısa birbirini şekillendirir,
Yukarı ve aşağı birbirini doldurur,
Sesler ve tonlar birbiriyle uyuşur,
Önce ve sonra birbirini izler.
*
İşte böylece, ermiş kişi:
Eyleme geçmeden iş bitirir,
Söz söylemeden öğreti üretir.
Binbir türlü şeyi çekip çevirir, ama hiçbirini başlatmaz.
Hamlesini yapar, ama sonuca bel bağlamaz.
İşleri tamamlar, ama üzerinde durmaz.
Ve üzerlerinde durmadığı için de,
Hiçbir iş yolundan çıkmaz. (Sayfa: 2)

III
*
Kodamanlara itibar gösterme ki,
İnsanlar birbiriyle çekişmesin.
Zor temin edilene değer verme ki,
İnsanlar çalıp çırpmasın.
Arzu edileni sergileme ki,
İnsanlar birbirine düşmesin.
*
Bu yüzdendir ki, ermiş kişi yönetirken:
Kalplerin boşalmasını*, ama karınların doymasını sağlar.
İstekleri zayıflatır, ama kemikleri kuvvetlendirir.
İnsanları daima âlimlikten* ve arzudan yoksun bırakır
Ve âlimler bir eyleme geçmeye cüret edemez.
Yaptıkları bunlardan ibarettir
Ve işte böylelikle düzensiz bir şey kalmaz.
*
*(Kalplerin boşalması): Klasik Çin felsefesinde hem düşünme ve yargılama, hem de hissetme organı olarak öne çıkar. Kalbin boşaltılması onun her tür önyargıdan ve içselleştirilmiş fikirden arınması anlamına gelir.
*
*(âlimlikten): ''Zhi'' karakteri birincil olarak ''bilmek'', ''anlamak'' anlamına gelmektedir. Eski metinlerde bazen ''bilgi'', ''irfan'' anlamlarına gelen ''zhi' karakteriyle dönüşümlü kullanıldığı da görülür. Dao De Jing'de çoğunlukla âlim olma ama bilge olmama (ki bu anlamıyla Konfüçyüsçülük'e yapılan bir gönderme olarak okumak mümkündür), ya da daha ender karşılaşılan ikincil nitelikteki ''gözü açıklık'', ''uyanıklık'' anlamıyla kullanıldığı görülür. (Sayfa: 3)

IV
''Yol dediğimiz bir boşluktur,
Kullanıldıkça dolmaz.'' (Sayfa: 4)

V
*
''Gök ve yer insancıl değildir,
Onlar için her şey samandan köpeklere eştir.
Ermişler insancıl değildir,
Onlar için herkes samandan köpeklere eştir.'' (Sayfa: 5)

VII
*
Gök kalıcı, yer uzun ömürlüdür.
Kalıcı ve uzun ömürlüdürler,
Zira kendileri için yaşamazlar.
Uzun yaşamaları da bundandır.
*
Bu yüzdendir ki ermiş kişi:
Kendini geriye atar, ama kendini ön safta bulur.
Kendini dışarıda tutar, ama kendini müesses bulur.
Bunlara sebep kişisel çıkarlarının olmaması değil midir.?
Ve kişisel çıkarlarını tam olarak böyle gerçekleştirir. (Sayfa: 7)


IX
*
''Altın ve yeşim taşlarıyla dolu bir odayı kimse koruyamaz.
Saygınlık, zenginlik ve kibir felaket getirir.
*
İşler yürürken kendini geriye çekmek:
İşte Göğün Yol'u budur.'' (Sayfa: 9)
x
*
''Liderlik yapar ama patronluk taslamaz.
Derin Erdem işte budur.'' (Sayfa: 10)

XI
*
Bir tekerleğin göbeğinin etrafında birleşmiş
Otuz parmaklığı düşün,
[Tekerin ortasındaki] boşluktur bir arabayı faydalı kılan.
*
Kilden yapılmış toprak bir kabı düşün,
[Kabın] boşluğudur onu faydalı kılan.
*
Oda yapmak için oyulmuş bir pencereyi, kapıyı düşün,
[Pencerenin ve kapının] boşluğudur bir odayı faydalı kılan.
*
İşte bu şekilde,
Varlık çıkar içindir,
Yokluk ve boşluksa fayda için. (Sayfa: 11)

XVIII
*
Büyük yol göz ardı edildiği zaman,
''İnsancıllık'' ve ''doğruluk'' prensipleri ortaya çıkar.*
Âlimlik ortaya çıktığı zaman,
Sahtelik de ortaya çıkar.
Ailevi ilişkilerde uyum kaybolduğu zaman,
''Anne babaya saygı'' ve ''merhamet''
Prensipleri ortaya çıkar.*
Devlet ve aile işleri kargaşa içinde olduğu zaman,
''Örnek devlet adamı'' mefhumu ortaya çıkar.
*
*''İnsancıllık'' ve ''doğruluk'' Konfüçyüsçülük'ün temel erdemlerindendir. Bu erdemlerin zorla öğretilmesi, ortada düzenin zaten olmadığını gösterir. Mühim olan insanların hâlihazırda iyi davranmasıdır.
*
*''Anne babaya saygı'' ve ''merhamet'' de Konfüçyüsçülük'ün temel erdemlerinden sayılır. (Sayfa: 18 )

xx
*
''Eğer ki halkın korktuğu biriysen,
Senin de halktan korkman kaçınılmazdır.'' (Sayfa: 20)

XXII
*
''Eskilerin ''Yalnız eğilerek bütün olabilirsin,'' sözü ne doğru,
Gerçekten de seni bütüne götüren budur.''
*
* Bir doğrunun eğilerek en mükemmel şekil sayılan daireyi oluşturması gibi, ancak esneklik ve mütevazılık göstererek bir insan mükemmelliğe erişebilir. (Sayfa: 23)

XXIX
*
''Dünyayı ele geçirmeyi isteyip öyle davrananların
Başarılı olamadıklarına şahit oldum.
Dünya ki tinsel bir alettir, yönetilemez.
Onu yöneten onu mahveder.
Onu gaspetmeye çalışan onu kaybeder.''
(Sayfa: 31)

XXXVI
*
''Bir şeyi daraltmak istiyorsan,
Önce onu genişletmelisin.
Bir şeyi zayıflatmak istiyorsan,
Önce onu güçlendirmelisin.
Bir şeyden ayrılmak istiyorsan,
Önce onunla birleşmelisin.
Bir şeyi almak istiyorsan,
Önce onu vermelisin.
Buna ''ince kavrayış'' denir.'' (Sayfa: 39)

XXXVIII
*
''En yüce Erdem erdemlilik taslamaz,
Bu yüzden de onda erdem mevcuttur.''
*
''En yüce Erdem ne eyleme kalkışır, ne de bunu tasarlar.
En yüce insancıllık eylemde bulunur, ama bunu tasarlamaz.'' (Sayfa: 41)

XLI
*
Büyük bilginler Yol'u duydukları zaman,
Özenle izinde yol alırlar.
Sıradan bilginler Yol'u duydukları zaman,
Kulak mı versinler, kulak arkası mı etsinler bilemezler.
Aşağı derecedeki bilginler Yol'u duydukları zaman,
Kahkahayla gülerler.
Onlar kahkahayla gülmeseydi,
Yol, Yol olarak addedilmeyi hak etmezdi.'' (Sayfa: 45)

XLII
*
''Binbir türlü varlıklar
Yin'i taşır, yang'ı kucaklar
Ve hayat enerjisiyle harmanlanıp ahenk yaratırlar.''
*
En eski çağlarda yin ve yang bir dağın güneşli ve karanlık kısımlarına verilen isimlerken (karanlık tarafa yin, aydınlık tarafa yang denirdi), daha sonraları yin ve yang evrenin iki temel kuvvetini temsilen kullanılmaya başlanmıştır. Han Hanedanlığı zamanına yaklaştıkça da dişilik ve erillik anlamları yin ve yang'a sırayla yüklenmiştir. (Sayfa: 46)
XLIII
*
Dünyanın en yumuşak varlığı,
En katı olanı ezip geçer.*
Mevcudiyeti olmayan,
Aralığı olmayan yerden geçer.
İşte böyle biliyorum,
yapmadan yapmanın* faydalarını.
*
Sözsüz öğretiye
Ve yapmadan yapmanın faydasına
Dünyada pek az kişi vasıl olur.
*
*Suyun kayaları şekillendirmesinden bahsedilir.
*Yapmadan yapmak: Önceden planlanmadan, spontane bir şekilde sonuca ulaşmak. (Sayfa: 47)

XLVI
*
''Dünyada Yol varken,
Binek atları tarlaları gübreler.
Dünyada Yol yokken,
Savaş atları varoşlarda yetiştirilir.'' (Sayfa: 50)

LII
*
''Küçüğü görmeye irfan sahibi olmak,
Zayıfı korumaya güçlü olmak denir.'' (Sayfa: 56)

LIII
*
''Saraylar temiz pak,
Ama tarlalar ayrıkotlarına bürünmüş,
Ambarlar bomboş..
Elbiseleri süslü ve renkli,
Kuşaklarında keskin kılıçlar,
Yemeğe doymuş, mala mülke boğulmuşlar..
Buna hırsızlık denir
Ve hırsızlık Yol'a göre değildir.'' (Sayfa: 57)
LVII
*
''Eğer dünyada tabu ve yasak çoksa,
İnsanlar asileşir.
Eğer halkın keskin silahları varsa,
Devlette ve ailelerde kargaşa artar.'' (Sayfa: 61)
LVIII
*
''Dimdik ol, ama kesici olma.
Keskin ol, ama delici olma.
Dobra ol, ama kontrolsüz olma.
Işık saç, ama göz kamaştırma.'' (Sayfa: 62)
LIX
*
''Halkı idare ve Gök'e hizmet etmek için,
Tutumluluktan daha iyisi yoktur.
Yalnızca tutumluluk hazırlıklı olmayı sağlar.
Hazırlıklı olmaya ''Erdemin çoğalıp birikmesi'' denir.'' (Sayfa: 63)
LXIII
*
''Kolayca vaatte bulunanlar elbette güven vermezler.
İşleri hafife alanlar elbette güçlük çekerler.'' (Sayfa: 67)

LXIV
*
''İki kolunla anca sarılabildiğin ağaçlar küçük bir filizden,
Dokuz katlı kuleler bir avuç topraktan ortaya çıkar.
Binlerce kilometrelik yüksekliklere çıkmak bir adımla başlar.'' (Sayfa: 68)

LXX
*
''Ermiş kişi belki paçavralara bürünmüştür,
Ama göğsünde bir yeşim taşı taşır.'' (Sayfa: 75)

LXXVI
*
Hayattayken insanoğlu esnek ve yumuşak;
Ölüyken gergin, sert ve kaskatıdır.
Hayattayken binbir türlü varlık,
Çimenler ve ağaçlar esnek ve canlı;
Ölüyken solgun ve kurudurlar.
*
Bu yüzden şöyle buyrulmuştur:
Sert ve katı, ölümün yoldaşlarıdır
Esnek ve yumuşak, hassas ve ince hayatın yoldaşlarıdır.
*
Bir silah katıysa mağlup olur,
Bir ağaç katıysa çatırdar.
*
Katı ve büyük olan toprağın altında,
Esnek ve yumuşak, hassas ve ince olansa toprağın üstündedir.
(Sayfa: 81)

LXXVII
*
''Ermiş kişi üretir, ama sahiplenmez.
İşleri tamamlar, ama üzerlerinde durmaz.
Bu şekilde kıymetini gözler önüne sermeyi arzulamaz.'' (Sayfa: 82)

LXXVIII
*
''Dünyada hiçbir şey sudan daha yumuşak ve kaygan değildir,
Ama hiçbir şey sert ve katı olana üstün gelmekte onu geçemez.'' (Sayfa: 83)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...