16 Aralık 2020 Çarşamba

Can Yücel - Bir Siyasinin Şiirleri (Mehmet Sönmez Çizimleriyle)

*
''Can Yücel Adana Cezaevindeyken (1973-74) Mehmet Sönmez de İstanbul'da Sağmalcılar ve Selimiye Cezaevlerinde hapis yatıyordur. Can Yücel Adana'da Bir Siyasinin Şiirleri'ni yazar, Mehmet Sönmez de İstanbul'da şiirleri resimler. Her iki mahpus da 1974 affıyla özgürlüklerine kavuşunca bir araya gelerek Bir Siyasinin Şiirleri kitabını yayınlatırlar.
Mehmet Sönmez 1998'de hayatını kaybeder.'' (Sayfa: VII)


*
Dün gece senin küçücük elinle yalnız yattık.
Yalnız, senin küçücük elinle yalnızlık
Kandilli ilkokulu kadar kalabalık..
Zilleri çaldığında düşlerinin
Sınıfların kapıları ardına kadar açık,
Gökyüzünün, denizin, toprağın ve hayalle emeğin
Haklı sınıfları..
Belki de baskın korkusuyla, vefasız, akıntıya atılan
Kitaplar var ya, onlardan
Öğrenmiş Marx'ı gümüş balıkları
Ve belki de onun için o kadar,
O kadar aydınlık ortalık..
*
Sen ki çiçekleri toplamayan Güzelim,
Çiçekleri sulayan çocuk
Ve ben ki buruk ve kavruk
Bir ihtiyar adamım artık,
Öyle güzeldim ki senle, çiçeklerden çok..
Ve anladım, anladım ki bi daha:
Düşünde bile göremez işler
Düşlerin gördüğü işleri. (Sayfa: 3)


*
En uzun koşuysa elbet Türkiye'de de Devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak..
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi..
Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk, AŞK olsun.! (Sayfa: 4)
*****
*
Elektrikler söndü dün gece,
Zorbelâ toplayıp satırancın taşlarını
Mecburen yattık.
*
Simsiyah kediler gibi dolaşıyor koğuşta
Uyuyan dostların nefesleri.
Dolaşsınlar azıcık.!
*
Tam ben de eve doğru açılıyordum
Şıpırdatmadan hiç kürekleri,
Yanmaz mı o tepemdeki yüz mumluk ışık.!
*
Bir kürek mahkûmunu Boğaz'da sandal sefasına
Haklılar, bırakamazlar tabiî ama..
Ya'u ne güzel şeymiş meğer karanlık.! (Sayfa: 7)


*
İkindiyin saat beşte,
Başgardiyan Rıza başta,
Karalar bastı koğuşa
İkindiyin saat beşte.
*
Seyre durduk tantanayı,
Tutuklayıp sardunyayı
Attılar dipkapalıya
İkindiyin saat beşte.
*
Yataklık etmiş ki zaar
Suçu tevatür ve esrar,
Elbet bir kızıllığı var
İkindiyin saat beşte.
*
Dirlik düzenlik kurtulur,
Müdür koltuğa kurulur,
Çiçek demire vurulur
İkindiyin saat beşte.
*
Canların gözleri yaşta,
Aklı idamlık yoldaşta,
Yeşil ölümle dalaşta
Sabahleyin saat beşte. (Sayfa: 9-10)
*****


Bir
*
Yaşamak istiyorum.
Yaşamayı da bu soğumuş cehennemde
Ölü bir dost gibi içim titreyerek düşünmek değil sade,
Yaşamayı yaşamak istiyorum. (Sayfa: 12)


*
''Ama kader diye bir bok varsa eğer,
Keder değil elbet benim kaderim,
Ve anılar ki madem anasıdır yaşanacak delikanlı anların,
Bugün bu anıt-kuburda kokuşsam da yarın
Çiçek Dağlarında seyirtecek seyrim,
Değil mi ki burnumda tüten toprak kokusudur Devrim.!''
(Sayfa: 16)


*
Yaşamayı yaşamak istiyorum, demiştim,
Neylersin ki bu damda bu dem
Ayaklarımla uyaklarımda zincir,
Böyle topal koşmalarla geçiyor günlerim,
Oysa -- medhetmek gibi olmasın kendimi ama --
Yaşamım benim en güzel şiirim. (Sayfa: 18)


*
---------------Onlar ki suda balık..
--------------------------------N.H.
*
Dün gece İsa'yı gördüm seyrimde,
Sağken de böyleydi , bir yarı ölü,
Hayâlen duruyor sal üzerinde..
Su desen su değil, Celile Gölü,
Asılmışlar gibi boynunda haçı,
Sal yalpaladıkça o da sallanır.
Karşıda bir alay berduş balıkçı
Haça dalıp dalıp da dalgalanır.
*
Mâlum ya peygamberlik de bir meslek,
Onun da bir fenni, bir marifeti var.
İlk fırsat, malını öne sürecek
Ki talep çoğalsın, gelişsin pazar.
İsa'nın fenni ne.? Mucize elbet.!
Hatırlar, İncil'i bilenleriniz:
Zekeriyle balık tuttuydu hazret.
İman kuvvetine bakın hele siz.!
*
Düşüme girince, dedim ki: Yoksa
Meydan mı okuy'cak yine Doğaya?
Sahiden de çözüp uçkuru İsa
Sarkıtıvermez mi kamışı suya.!
Bekleye bekleye hal olduk tabiy..
E, değerdi ama böyle olaya..
Çıka çıka sudan ne çıksa iyi.?
Soğuktan morarmış bir kuru bamya.!
*
İnce saz başladı o zaman işte.!
Ters bir nota verdi Tanrı Elçisi:
Zaptiyelerdeydi en büyük hatâ.!
Denize dökünce Marx'ı, Engels'i,
Kitaplardan geçti balıklara da
Diyalektik Materyalizm illeti.!
Ne mucize, ne ağ, ne de tırata,
Yutmuyorlar artık.! diye diretti .
*
Sonra Kumkapıdan çıktı asfalta,
Resmî bir taksiye atlayıp gitti. (Sayfa: 19-20)


*
''Bu kızmış taşlar, demirler ve dikenli teller arasında, sevgilim,
Böylesine bir umut çiçeği çorak gözlerimde açan hayalin.''
(Sayfa: 21)


*
-----Hayatta ben en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla -- ha düştü, ha düşecek --
-----Nasıl koşarsa ardından bir devin,
-----O çapkın babamı ben öyle sevdim.
*
-----Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
Geldi mi de gidici -- hep, hepp acele işi --
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.
-----Atlastan bakardım nereye gitti,
-----Öyle öyle ezber ettim gurbeti.
*
-----Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
40'ı geçerse ateş, çağ'rırlar İstanbul'a,
Bi helâllaşmak ister elbet, di'ğ mi, oğluyla.!
-----Tifoyken başardım bu aşk oy'nunu,
-----Oh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.
*
-----En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
-----Açıldı nefesim, fikrim, canevim.
-----Hayatta ben en çok babamı sevdim. (Sayfa:22)


*
Upuzun bir Don var ya Servantes'ten müdevver,
Ben o yellim-yellimin kahve değirmeniyim.
Yoksulluklar, savaşlar, tutsaklıklar, sürgünler,
Rozinant'ın kıçında yıllardır seferîyim.
*
Varsın bu pirinç beden ve bu inançlı keşiş
Dağ bayır dolaşırken hasret gitsin kahveye.!
Vurdukça güneş kursu nakışlarıma güneş,
Sevinçler öğütürüm o gamlı şövalyeye. (Sayfa: 23)


*
''Garson, dedim, bana biraz sabır ver.!
Allahtan isteyeceğinizi benden istiyorsunuz, paşam, dedi.
Öyleyse bir allah ver.! dedim,
Gitti, bir daha da gelmedi..'' (Sayfa: 25)
*
''Söz, dedim o anda kendime,
Karanfili sıkıp yazacağım bunu ben,
O güneşe karşı silkinen atın tarzı
Ve mürekkep balıklarının mürekkebiyle
Yazacağım yaşadığımız bu korkunç-güzel yazı,
İster dışarda olayım, ister hapiste..
*
Sözümü tuttum, yazıyorum işte.!'' (Sayfa: 32)


*
Güneş DOdur, beşte doğar,
Vurur, vurur demirlere;
Kapı açıldığında en son,
Dellenir bir uzun RE..
Hep FA diye biliriz a,
Aslında Mİdir fare;
Çaktırmadan, Es vermeden
Sİmavlı kedilere,
Bir kahvaltı edişi var
Işığı kemire kemire.!
LÂ müebbet bir mahkûm,
Lâterna çalar vire.,
SOLun haliyse malûm,
Şeytan aldatmak üzre. (Sayfa: 35)


*
Devrimcilik gibi Şairlik de
İnen darbeyi duyabilmektir.
Kaslarının liflerinde,
İster copların darbesi olsun,
İster bilincin..
Gelerek, binbir işkenceden
-- İnsanlık gibi tıpkı --
Çığlıklarla büyüyen Devrimci Şiir
Giderek, sömürüye ve zulme
Karşı akımıdır Sevincin..
*
Hani Gayret Tepe'den
Verilip verilip de
Dal bedenlerimize elektrik,
Tam tükendiğini sandığımız yerde direncin,
En çelimsiz kızımızda bile baş veren
O silkiniş var ya,
O türkü, o öfke, o erkeklik
Kıvılcımlarla üreyip güçlenecek,
Güçlenecek yarın bamtellerimizde,
Güçlenecek,
Güççlenecek,
Güçççlenecek..
Ve de birden tepti miydi geriye,
Tepti miydi o yüklü yürek
Gözüne, yuvasına, kaynağına zulmün,
Bir gök gürültüsüdür, bir şimşek,
Bir sevinçtir akıp gidecek
Şebeklerin sigortası atıncaya dek.!
*
İşte böyle bir şiir bizim yazmak istediğimiz.. (Sayfa: 40-41)


*
Hayır habermiş meğer, ağrıdan
---------------------kopar gibi oluşu eklemlerimin,
Aylar var ki ağırdan ağırdan
----------------------bir değişim geçirmekteymişim..
Masalları bi ansıyın hele,
---------------------cazılı bir süreçtir her mucize,
Dövme bir güldür ki, iğnelerle
----------------------cazır cazır işlenir tenlerimize,
Vak't erişip lâkin açtı mıydı da
----------------------bilincimizde alyuvarlı resmi,
Şıp diye erdim sanırsın murada
-----------------------unutup bütün çektiklerini..
Hem ne varsa halklar tarafından
-----------------------yaradılmış, yâni halkedilmiş,
Ve ne getirdiysek Dağın Kafından
-----------------------aşk, dil, bilim, çağdaş teknik ve uğraş,
Hepsi de kan, döl ve ter dökerek
------------------------hakedilmiş mucizelerdir..
Eskiden kötrüm bir ozandı bu gerçek,
------------------------onu yürüten şimdi bu dizelerdir..
*
Hayır habermiş meğer, ağrıdan
---------------------kopar gibi oluşu eklemlerimin,
Aylar var ki ağırdan ağırdan
----------------------bir değişim geçirmekteymişim..
İçindeki duvarları yık yeter ki,
-----------------------dıştakiler kolay.! diyordu Gorki,
İçerdeki adamın içindeki
------------------------çekiye gelirmiş gibi sanki.!
Baksana, içeri ilk düştüğümde
------------------------başıma üşüşen malta taşları,
Ve aşarken duvarı, firar düşünde
------------------------yakalandığı için arkadaşları,
Voltamı kesip hırsından üstüme
------------------------kir-kan işeyen o kirpi güneş
---Değmez düşünde büyüttüğüne.!---
------------------------çoktan gününü bitirip gitmiş.
Kaldı ki o esrarkeş ve serkeş
------------------------sardunyanın encâmını da gördün,
Sabah safası sayılmaz be kardeş
------------------------mor picamalarla Sinoba sürgün.!
Yattıkça hapis denen bu uzun,
------------------------bu kapalı, bu karanlık şiiri
---Koyver, dışarda maneje dursun
------------------------nazmın Nâzım olmayan süvarileri.!---
Anladım, mahkûma Köroğlu değil,
------------------------Kör Veysel ayağı daha uygun,
O yüzden de ayaklarımla değil,
------------------------parmak uçlarımla yola koyuldum..
*
Duvarlar devreden örümceklerim
------------------------söktükçe bu taşbasması metni,
--Sırf yaşama şevkiyle Kelebek'lerin
------------------------sökmez bu, demek istiyorum yâni.!--
Ve yavaş yavaş düştükçe bu kale,
------------------------bu allahın-cezası cezaevi,
''Hayvan ve Gardiyan'' öyküleriyle
------------------------bu dört başı zincirli mesnevi,
Beddualar bitip dile geldikçe
------------------------bent bent, fasıl fasıl ve çığlık çığlık,
Bir kaynaşma olur içten içe,
------------------------eller arasında başlar yakınlık.
-- Meselâ, Recep Ustayla şu anda
------------------------gülüşüyoruz ranzadan ranzaya,
Demek ki bu leş gibi kokan koğuş da
------------------------dahil bu değiştireceğimiz dünyaya.! --
Bitişikte bereket ki kaynıyor
------------------------fasülyelerle nohutlar mışıl mışıl.!
Seni azı düşleri iyiye yor,
------------------------bu aş pişecek daha bi fasıl.!
O en gümrah demlerini bile
------------------------sıfıra vurdursalar da ne gam.!
El değil ki Antep'li bir hergele
------------------------copla uykularına giren Bayram.!
Pis pis sırıttıkça sıvanın altından,
------------------------ister gül, ister güldür güldür ağla.! --
Taşucu'ndaki güneş saltanatından
------------------------derlenmişti, düşün, bu kötü tuğla.!
*
Bir kuş ki gelip parmaklığa konmuş,
------------------------ne bilsin neye iy'dir o demir.!
Bilse konar mıydı o parmaklığa kuş,
------------------------bilse neden böyle eğri o demir.!
Çıktım ki bizim bölüğün damına,
------------------------hayret, bütün kiremitleri tamam.!
Bi fiske vurdum DAMın anlamına,
------------------------bi tek kiremit kalmadı sağlam.!
Eski bir tavlaydı Toptaşı ama
------------------------hapis oynardık bari aylığına;
Modeli New Jersey'den aşırılma
------------------------Adanadaki bu modern barhana
Türkçe sözlerden hep, bile bile
------------------------yanlış kurulmuş bir cümle yapısı;
Hem sade bu değil ki, bu bilcümle
------------------------yanlış arasında bir cümle-kapısı..
Bir Kel Fatma gibi kaba kâğıttan
------------------------İnfazda kabarırken ceza müddetim,
Yaşlara yelkenli saldım ağıttan
------------------------Deniz'e dek gider diye niyetim..
*
Hayır habermiş meğer, ağrıdan
---------------------kopar gibi oluşu eklemlerimin,
Aylar var ki ağırdan ağırdan
----------------------bir değişim geçirmekteymişim..
El bebeler, gül bebeler bir süre
----------------------kendi elleri değilmişçesine
Işığa doğru çevire çevire
----------------------ve hayretle bakarak ellerine,
--Gücünü tüm bu işe verdiği için
----------------------çözüp en gücünü bilmecelerin --
Nasıl sezerse öyle için için
----------------------o toz pembe uçuşlu serçelerin
Kendi om'zundan kanatlandığını;
----------------------yeniden yeni-doğmuş gibi ben de
-- Unutup Tecritde soyutlandığımı --
----------------------gözü yaşlı bir duvarın dibinde
Alırken sağır kapının ahını
----------------------gülücükler açan bir maymuncukla,
-- Az mı kestik Gart Şükrü'nün iflâhını,
----------------------Can'dı adı, yankesici çocukla.! --
Ve kazırken sonra kanıra kanıra
----------------------göğsüme yönelmiş namlunun yivini,
Kurşun döktüm olmalı ki kâzâra,
----------------------canevimden duydum cezaevini.!
-- Ölüm çözüm değil bu muammaya.! --
----------------------Tezelden erişti sağlık haberim,
*
Bi baktım, başladı Canlaşmaya
----------------------kafes kafes, telörgülü gözlerim.
Ağlarda bir yıldız göründü ilkin,
----------------------dert oldu içime, ne kadar yalnız.!
Rastladım sonra çişe giderken,
----------------------aynı kurrânın eratıymışız.!
Bu höcre de kirvem, kankardeşim dünden,
----------------------yaşasın içinde gebermişliğim.!
Ben gayrı bu plâzmalarda yüzen
----------------------aydınlıklar yüklü bir çekirdeğim.!
Sonunda ol kalenin bedenleri
----------------------bedenimle öyle bir oldu ki benim,
Bundan böyle zulmü bendedenleri
----------------------sıkıysa kalebend etsin yönetim.!
Gerçi onlar da işin farkındalar ya.!
----------------------Boşuna değil elbet bu ''Af'' bolluğu.!
Ilgar eyledi bir dev kaplumbağa,
----------------------kursağında daim tutsak olmuşluğu.
Sırtındaki kambur değil, zindanı,
----------------------duvar, demir, pranga ve bukağı.
Sırtlamış cellâdı, Rıza gardiyanı,
----------------------sırtlamış ''müebbet'' sanılan bir çağı,
Yürüyor, yürüyor bir dev kaplumbağa,
----------------------dev bir ekmek ki kızarmış kabuğu --
Ağır ağır yürüyor aydınlığa,
----------------------yürüyor Özgür Bir İnsanlığa doğru.
*
Duymadık demeyin, dışardakiler,
----------------------büsbütün bir millet oldu sayımız.!
Sözüm size, ey Başı-dardakiler,
----------------------sizin de Kurtuluş Olsun Çayınız.!
*
13 Şubat, 1974
*
Müddetnâme: Hükmü kesinleşen mahkûmlara cezalarının süresini ve ne zaman biteceğini bildirmek üzere idarece verilen belge.
*
İnfaz: Cezaevlerinde resmi işlemlerin yürütüldüğü ve dosyaların saklandığı büro.
*
Kurtuluş Olsun Çayınız: Mahkûmların aralarında çay alıp verirken kullandıkları bir deyim.
*
Tecrit: Mahkûmun disiplin cezasına çarptırıldığında tek başına kapatıldığı hücre. (Sayfa: 43-49)
*****
*
''Zindan da ne ki.! Bir ay karanlığı,
Karakoncolosun sütanalığı,
Ve Ashâb-ı Kehf'in zıbardığı o
Mağaraya emsal bir dölyatağı.!
-----Ne havliysun, Kitmir.? diye uyanmış Mernuş.
Sen ağlamiysun da, cüliysun'len puşt.!
*
*
Karakoncolos: Umacı
Ashâb-ı Kehf: Roma İmparatoru Decius zamanında (249-251) Hıristiyanlara karşı uygulanan zulümden kaçmak üzere, Tarsus ya da Efes'te bir mağaraya sığınıp 300 yıl uyuyan yedi genç.. Mernuş bunlardan biri, Kıtmir ise köpekleri. İlk uyanan Mernuş ekmek almak için çarşıya indikte, satıcıya verdiği sikkenin çoktan yürürlükten kalkmış bir para olduğunun göze batması üzerine ardına düşenler gizlendikleri mağarayı bastıkları zaman, içerde yedi kuş yavrusundan başka bişey bulamamışlar. 
(Sayfa: 51)
*****


ÜÇ
*
Biliyor dostlar benim volta atmaktan hazetmediğimi,
Matrak olsun diye çağırıyorlar yanlarına;
Başımla Aah deyince ben, gülüşüyorlar.
Sonra bir Veysel Karânî edasıyla
Yeniden düzülüyorlar yola,
o helâyla orta-kantin arasındaki tam yirmi iki buçuk
------------------------------------adımlık kervan yoluna.
Ben de kemal-i tâzimle su döküyorum arkalarından..
*
Dışarda da biraz böyleydi zâten,
Aptestten çok namaz kılardı bizim ihvan.. (Sayfa: 60)


*
Af bir âtıfettir,
Şartı bunun nedamettir,
Nedamet de hiyanettir,
Hiyanet de fazilettir,
Fazileti Faşizmin..
Hiiiç merak etme,
Bunlar eveleye geveleye böyle,
Eninde sonunda ''Af''fı verecekler bize.
Amaaaa
Biz onları,
Biz onları affetmeyeceğiz, azizim..
*
Nisan, 1973 (Sayfa: 63)
*****
*
Gazeteci bağırıyor:
Af vaar, afyon vaaar.! (Sayfa: 66)
*****
*
Bugün Ondokuz Mayıs,
Mayısın ondokuzu.!
Sen ey Türk istiklâlinin koruyucusu,
Sen ey ülkemizin geleceği,
Ulusumuzun gözbebeği,
Sen ey demirparmaklıklarda barfiks yapan,
Ranzalarda parende atan
Sportmen ve kahraman Türk Gençliği,
Önünde senin bütün Kilit-bahirler açık,
Ama her zaman Samsun'a çıkılmaz a,
Bu sabah da avluda volta atmağa çık.! (Sayfa:67)


*
Dışardan gelen haberler berbat:
Bir yandan pahalanırken hayat,
-- Fiyatlar FİAT, ücretler PERMEŞAT.! --
Bir yandan da ucuzluyor memat,
Bir imzaya bakıyormuş kontur-gerilla ile üç aylık kontrat.!
Görüşe bir hanım geldi geçen gün,
Teselli için söylemiyorum, vallahi, dedi,
Dışarıya göre, emin olun, sizin burası saltanat.!
Meselâ, hiç imkân var mı, efendim, şu çayı..
Telörgüden süzülen ışığa tuttu bardağı,
Dışarda..
Dayanamadık artık, bastık kahkahayı.
Canım, biliyoruz, diye üsteledi,
Biliyoruz, içerde de vaziyet bombok.!
Bombok ama,
Hiç değilse içerde içeri düşme tehlikesi yok.!
Düşündük sonra arkadaşlarla
Ziyaretçi hanım haklı çok.. (Sayfa: 70)


*
''Parmaklarını görüyorum yattığım yerden,
Cobun sapına dolanan yağlı parmaklarını..
Kollarını görüyorum -- bir alay akbaba kanadı --
Kimi inip, kimi kalkıyor..
Göremiyorum gagalanan tabanlarımı,
Parçalanmış bir çift tavşana dönmüş olmalı..
Kendi sesimi duyuyorum derken:
-- Bilmem kaçıncı darbeden sonra --
Ağrısı sıklaşan bir ananın feryadı,
Nurtopu bir selâm gibi sarkıyor yarınlara..'' (Sayfa: 78)


*
''Felcederim seni.! diye haykırıyor adam.
Felç edecekmiş beni,
Anarşistlik edip bidaha falaka şiiri yazarsam..'' (Sayfa: 83)
(..)
''Fırlatıyor kâğıdı elinden, devletli burnunu ağzının
-----kaldıracıyla ortanın sağına aktararak..
Yazdığımda en ufak bir yalan var mı.? diyorum.
Farketmez.! diye celâlleniyor. Benim cezaevimde böyle
-----şeyler yazmak kesinlikle yasak.!
Ama ben de bir insan olarak, dilediğimi düşünmekte ve
-----yazmakta hürüm, diye ısrar ediyorum.
Sen insan filân değilsin.! diye kükrüyor. Mahkûmsun sen,
-----mahkûm.!
Ezerim, felcederim seni, hele bidaha böyle
-----münasebetsizlikler yazmayı dene.!
*
Ve harika bir ''Defol.!''la bitiyor bu hayatta görüp
-----göreceğim en olumlu, en parlak eleştiri..
Dahası var: Cırcırlı'dan Kapıaltı'na geçerken artık, silâh
-----yerine,
Şiir arıyorlar üstümde o günden beri..
*
Cırcırlı: Cezaevinin iç bölümleriyle İdare bölümünü ayıran ve bir ray üzerinde kaydırılarak açılıp kapanan büyük kapı.
Not: Hakbilirlik gereği olarak belirteyim ki, İktidarın değişmesiyle Müdür Bey de değişti, bize daha ölçülü davranmağa başladı. (Sayfa: 85)
*****
''- Ben de kestim kabarmış tabanlarımın derilerini..
-----mahkemeye vereyim diye..
Yutkunuyor Müdür, ters-pürs oluyor yüzü. Elindeki copu
-----karnına dayayıp fırlıyor avluya.
*
O olaydan sonra hele, kalmadı hiç kuşkumuz:
Şu bizim Fahir Dayı birinci sınıf casus,
Çayocağında gizli gizli öksürerek bütün gün,
Burdan öbür dünyaya haber taşıyor domuz.'' (Sayfa: 99)


*
İkide bir kulak veriyordum yağmura
Gorki'nin ANA'sından kaldırıp kaldırıp başımı..
Bayağ hoşuma da gitmişti ilkin,
İri iri damlalar
Elli mumluk elektriğinde bahçenin
Vurdukça betonların üstüne üstüne,
Işıltılı bir koşuşmadır gidiyordu..
Yine de bir eksiği vardı, ama ne.?
Kokusu yoktu, kokusu.!
Toprağı yoktu,
Yaprağı yoktu,
Bi işe yaradığı yoktu.!
Mübarek, yarı karanlık bir hapisâne avlusuna yağan
Tam bir yarı-aydın yağmuruydu. (Sayfa: 103)
*****
*
Her gece, sanırım, onbir buçuğa doğru
Bir uçak geçiyor üstümüzden.
Yolcu uçağı, anlaşılan..
Beni bir Ortaçağ yaşamına mahkûm edenler anlamıyorlar ki,
Ben her gece, sanırım, onbir buçuğa doğru
Üstümüzden geçen o uçağın bir parçasıyım,
İniş takımıyım, göstergesiyim, motoruyum, aklıyım..
Ve ben her gece, sanırım, onbir buçuğa doğru
Bi kez daha anlıyorum ki,
Haklıyım. (Sayfa: 105)


*
Halo Dayı'nın Türkçesi yok,
Kızıldereli Hüseyin'in tercümanlığıyla konuşuyoruz:
- Kaç yaşındasın, Can.? diye soruyor.
- Kırk yedi, deyince ben,
- Mââşââllâhh.! diyor bi, ''â'' ları çatlata çatlata.
Ve sorular izliyor birbirini:
- Evli misin, Can.?
- Evet.
- Mââşââllâhh.! Kaç çocuğun var.?
- Üç
- Mââşââllâhh.! Erkek mi.?
- Biri erkek, ikisi kız.
- Mââşââllâhh.! Kaç yaşındalar.?
- Erkeği onbeş, kızlar onüçle oniki.
- Mââşââllâhh.! Mesleğin ne.?
- Şair, mütercim.
- Mââşââllâhh.! Ne kazanıyorsun ayda.?
- İki bin beş yüz-üç bin.
- Mââşââllâhh.! Kaç sene ceza verdiler sana.?
- Onbeş.
- Mââşââ.. diye başlamışken yine,
Halo Dayı yarıda kesiyor Allah'ı,
Ve kısa bir sessizlikten sonra, o güleç ihtiyarla birlikte,
Bayram topları gibi patlatıyoruz kahkahayı. 
(Sayfa: 107-108)
*****
*
-------------------------------Şaka-Maka
*
Şaka-maka değil,
Yüz bin mahkûmla bir milyon işçi
''Af'' diye, ''İş'' diye inim inim
Dışarı çıkmayı beklerken hacet kapılarında,
Şu bizim devleti yönetenler
Bir kabine bile kuramıyorlar kırk gündür.! (Sayfa: 112)
*****
*
------------------------------Hapisânecilik
*
Tam bir yıl oldu bugün, bu şerefli uğraşa başlıyalı.
Şu âna kadarki sicilim, eh, oldukça başarılı.
Ama bu, benim kişisel yeteneğimden çok,
Toplumca hapse düşkünlüğümüzden olmalı.
*
''Asker Millet'' diye bilinirdik 12 Mart'tan önce,
Şimdi ise, yediden yetmişe, hapisâneciyiz milletçe.
*
25 Kasım, 1973 (Sayfa: 113)


*
AÇÇ.! AÇÇ.! AÇÇ.! diye haykırıyor yüzlerce mahkûm..
Canımız yanmış gibi değil,
Canımız yana yana
Haykırıyoruz sahnedeki kadına:
AÇÇ.! AÇÇ.! AÇÇ.!
Bir koçbaşı gibi zorluyor duvarları çığlığımız..
*
Açız çünki,
Açız..
Hem sade
O kadına
Ve kadınlara değil,
Güneşe,
Yeşile,
Toprağa
Ve açık havaya açız,
Adam gibi çalışmaya,
İnsan gibi yaşamaya da açız..
Onun için de işte,
Sahnedeki kadınla değil asıl,
Bu düzenin bazına asılıyoruz,
AÇÇ.! AÇÇ.! AÇÇ.! diye haykırıyoruz.
*
Kilitleri aç.!
Kelepçeleri aç.!
Demir kapıları aç.!
AÇÇ.! AÇÇ.! AÇÇ.!
Açız çünki,
Açız..
Hem sade
İçerde değil.!
Güneşe,
Yeşile,
Toprağa,
Açık havaya,
Adam gibi çalışmaya,
İnsan gibi yaşamaya
Sade içerde değil,
Dışarda da açız..
Onun için de işte,
Sahnedeki kadına değil asıl,
Bu düzenin bazına asılıyoruz,
AÇÇ.! AÇÇ.! AÇÇ.! diye haykırıyoruz.
Bize okul,
Bize yol,
Bize fabrika aç.!
AÇÇ.! AÇÇ.! AÇÇ.!
*
Gine de nazlanıyor sahnedeki rakkas..
Bu açmaza son çare,
Bi açık versin diye bakıyoruz,
Canımız yanmış gibi değil,
Canımız yana yana haykırıyoruz:
AÇAMAZ.! AÇAMAZ.! AÇAMAZ.!
Ama hâlâ anlamıyor ki düzenbaz,
Gönülhoşluğuyla o açmazsa eğer,
Fırladığımız gibi bu TARİH denen sahneye,
AÇÇ.! dediklerimizi biz
Kendi ellerimizle açaca'az.!
*
30 Kasım, 1973 (Sayfa: 115-119)


*
-----------------------------Düzeltme
*
4 Aralık 1973 günü Cumhuriyet'de
Descartes'ın ünlü sözüne atfiye
DÜŞÜNÜYORUM, O HALDE YOKUM diye
Bir karikatürü çıktı Ali Ulvi dostumuzun.
Ama aslı, yâni Latincesi ve doğrusu:
COGİTO ERGO mahpuSUM
olacak bunun. (Sayfa: 131)


*
Gorki'nin kahramanlarından Yakov, yedi yaşında bir çocuk, arkadaşına soruyor:
--- İlya, diyor, bu kadar küçük gözlerle insanlar nasıl olup da herşeyi görebiliyor.? Koca bir kasabayı görebiliyorlar.? Şu caddeyi düşün bikez.! Nasıl olup da senin gözüne sığıyor.?
---Pekiy ama, Yakov, diyorum ben de, şu cezaevindeki bini aşkın mahkûmun, koca koca adamların yıllardır dünyaya duydukları özlemle o kocaman kocaman olmuş gözlerini düşün bikez.! Nasıl olup da bunca göz bu dört duvar arasına sığıyor.?
*
Üç Arkadaşın Zor Günleri, Maxim Gorki, Günce Yayınları
(Sayfa: 132)


*
Gücüme gidiyor bu Allah kurtarsın.! lâfı.
Müdürü gelir: Allah kurtarsın.!
Savcısı gelir: Allah kurtarasın.!
Gardiyanı gelir: Allah kurtarsın.!
Bi hal olduk, Allah bilir, günde kaç posta
Allah tarafından kurtarıla kurtarıla.
Oysa biz, insanları kurtarma zahmetinden
Kurtarmak için Allah'ı
Düştük, değil mi, bu yola.? (Sayfa: 135)


*
Hiç durma, Can, sök gözlerinden
O sinsi sinsi büyüyen nergisi.!
Ondan geliyor bu başdönmesi..
Pekiy ama nedendi öyleyse
Karanlık tellerin orda konuşurken benimle
O arkadan gelen sinsi ışığa
İkide bir başını döndürmesi.?
Ondan mı acaba başımın dönmesi,
Bu açlıktan beter kıskançlık.?
Hiç durma, Can, sök gözlerinden
Bu sana yaraşmayan nergisi.!
Bir bahçıvan gibi güvençli olmalı
Marksist adamın sevgisi.! (Sayfa: 136)
*****
*
''Sarka-tutuna indim aşağı,
Su çaldım maymunlamış yüzüme,
Bi de çiş edeyim, dedim.
Tıkanmış gene kubur,
Kocaman bir bok yüzüyor üstünde,
Mağrur, Cermen ve vakur,
Bi bok sanıyor kendini.. haklı olarak.!
Küçük aptestimle bozdum saltanatını.'' (Sayfa: 139)
*****
*
Komünizm elektriklendirilmiş Sosyalizmdir,
Demişti Lenin.
Bu târife ârif oldukları için mi acep
Karışık ism-i fâil birtakım örgütlerin
Yakaladıkları yerde, şu son birkaç yıldır
Sosyalistlerin organlarına elektrik vermeleri.? (Sayfa: 145)
*****
*
ADALET KAZAN,
BİZ KEPÇE. (Sayfa: 149)





14 Aralık 2020 Pazartesi

Antonio Gramsci - Çocuklarıma Mektuplar (Çeviri: Meral ve Cemal Erez)


*
Sevgili küçükler, masalların, efsane ve öykülerin düş dünyasına daldığımızda, aranızdan çok azı bu dünyayı kuranların adını öğrenmeye ve hatırlamaya çalışmıştır. Onlar sizi rengârenk düşsel kanatlar üstünden, doğrudan doğruya insan yaşamıyla, acılarıyla dolu bir dünyaya kadar her yerde dolaştırırlar.
Eğer şimdi ben, Kırmızı Şapkalı Kızın ve Pamuk Prensesin, Puccettino ve Augellinli Belverde'nin babalarının kim olduğunu sorsam, eminim ki, Pinokyo'nun Lucignolo ile birlikte ''Oyuncaklar Ülkesine'' gittiği zaman yaptığı gibi, sizin de ağzınız bir karış açık kalacak. İnanın bu çok kötü bir şey, çünkü sizin zayıf belleğiniz ya da dikkatsizliğiniz, her şeyden önce bu kâğıttan yapılmış arkadaşlarınıza karşı yapılmış bir haksızlıktır; hem sonra bu kahramanların babalarının adları, (burada size, Collodi, Perault, Andersen, Swift, Gozzi, Grimm, De Foe, Kipling adlarını bir kez daha hatırlatmak istiyorum) onlara karşı büyük bir saygıyla duyulan hayranlığın ötesinde en azından, bir minnet borcu olarak hatırlamaya değer.
Şimdi sevgili küçük okuyucular, bize, Delio ve Giuliano'ya gönderdiği tatlı heyecanlarla dolu mektupları, Kirpi Ağacının masalını, iki küçük serçenin acıklı öyküsünü yazan, ya da fillerin ve kurbağaların saflıklarını düşünerek, geride bıraktığı çocukluğunun serüvenli balık avlarını anlatarak eğlenen, bugün tanımak fırsatını bulduğunuz bu ''baba'', her sevgili varlıktan daha çok sevilmeye ve hatırlanmaya değer; bu yalnızca farkında olmadan sizin için de yazdığı sayfalardan ötürü değil bizzat kendi yaşamından ötürüdür: nasıl yaşadığı, ne kadar acı çektiği düşünülerek sevilmeli ve anılmalıdır.


Antonio Gramsci'nin yaşamını bir masala benzetebilirsiniz, bu doğrudur, çünkü hayat herkes için, varolmayan bir kadere bağlamak isteyenin arzusuna göre, güller ve dikenlerle dolu, güzel ya da çirkin bir masaldır. Giuliano'nun fillerinin, kirpilerinin çevresinde geçen bütün bu mektuplarda ve öykülerde okuyup hayran olacağınız apologlarda, bunları yazanın kim olduğunu belleğinize iyice yerleştirmeniz ve onun öncelikle bir yazar değil, insan olmak istediğini anımsamanız için, şimdi size Gramsci'nin bu masalımsı hayatını anlatacağım.'' (Sayfa: 9-10)


''Gramsci ne içinde ne de dışında en küçük bir gösterişi olmadan çok sade giyinirdi. Cepleri kitaplarla, kafası fikirlerle dolu, günün ilk ışıklarına dek arkadaşlarıyla tartışarak yürürdü. Hayvanları sevmeye devam ediyordu. Bir biyografi yazarı şöyle diyordu: ''O en çok kuşları severdi, Torino'da en sevdiği yer, Avrupa otelinin karşısındaki, vitrini kuşlarla dolu küçücük dükkânın önüydü. Castello meydanından gelen güneşin ısıttığı kafeslerin içindeki bu canlı kuşlarla çok güzel hayvan mumyaları değiştiriliyordu bu dükkânda. Gramsci'nin ölü ya da canlı hayvanlara bakarken tatlı bir düşle gözlerindeki o olağanüstü insanca bakışlarını hiçbir zaman unutamam.'' (Sayfa: 12)


''Torino ve İtalya'dan sonra Gramsci başka toprakları, başka halkları ve ulusları tanıdı. Almanya, Fransa ve Rusya'ya gitti. Rusya'da bütün yaşamının en sadık yoldaşı, iyi yürekli Giulia'yla evlendi ve gene burada ilk çocuğu Delio doğdu. Ama ikinci oğlu Giuliano'yu hiçbir zaman göremedi, onu hiç tanımadı, hiç öpemedi, hiçbir zaman çocuklarına babalık yapamadı. Çocuklarının büyüdüğünü ona kanıtlayan tek şey fotoğrafları oldu.
İtalya'ya işine, özgürlük için yaptığı savaşa döndüğü zaman onu tutukladılar. Giulia'nın kızkardeşi Tania ona acılarını unutturmak için elinden geleni yaptı. Ama hapishanede geçirdiği yedi yıldan sonra, Gramsci öldü.
Sevgili küçük okurlarım, her devirde toplumun düşman olarak gördüğü insanlar yaşadı ve onları ya hapishaneye ya da zindanlara attılar. Bu insanlar hiç kimseye hiçbir kötülük yapmamışlardı, tersine kardeşlik ve iyilikle dolu insanlardı.


Ama hapiste Gramsci hiçbir zaman boyun eğmedi, yıkılmadı. Düşünmeye, okumaya, yazmaya devam etti. Ruhunun ve bilincinin büyük nimetleri onun ölümcül yalnızlığının çemberini kırdı. Böylece asla yalnızlık çekmedi. Başkalarının, ona gitgide daha fazla inananların, çocukları Delio ve Giuliano'nun hayatını yaşamaya devam etti. Bir fotoğraftan, bir mektuptan, bir sözcük ya da bir gazete ve kitaptan doğan görünmez iplikçikler onu dış dünyaya bağlıyordu; ve dış dünya onun için bir büyüden farksızdı. Böylece kendi kafası ve sevgili yakınları arasında mucizevi bir konuşma doğdu. Delio'nun dersleri ve Giuliano'nun oyunları üstüne nasıl hiçbir şey gözünden kaçmadıysa, gündelik olaylar ve haberlerden de hiçbir şey kaçırmadı. Böylece bu iç konuşmalardan, birazdan okuyacağınız bu mektuplar ve masallar doğdu. Bu mektuplar ve masallar size, Gramsci'nin yaşamındaki moral gücünün, ruh aydınlığının, bir tutukluluğun acı ve katılıklarına nasıl başeğdirdiklerini çok iyi anlatacak. Sönmez bir alev gibi ruhundan fışkırıp gelen bu enerji bize bu mektupları armağan etmiştir.''
(Sayfa: 13)
*
Giuseppe Ravegnani


*
''..son derece katı ve biçimleri önceden düzenlenmiş tasarılar, bir görev bilinci olduğu zaman, nasıl da katı gerçeğe çarparak parçalanıyorlar.!'' (Sayfa: 18)


*
''Bu serçede en çok sevdiğim şey, kendine el sürdürmemesiydi. Kanatlarını açıp öfkeyle dönüyor ve büyük bir güçle insanın elini gagalıyor. Evcilleşmişti ama araya her zaman bir sınır koyuyordu.''
(Sayfa: 19)


*
''Haklı olduğu halde haksız olduğunu duymak, ya da gerçekten var olan şeylere ait bir soru sorduğunda, batıl inançları varmışçasına açıkça alaya alınmak bir çocuğu nasıl kızdırır, bilirsin.'' (Sayfa: 29)


*
Yeryüzünde, başından kuyruğunun en uç noktasına kadar merakla dolu olan bir sansarı korkutmaktan daha güç bir şey yoktur. Aslında bütün sansarların ortak sözü şudur: ''Gez ve bul'' (Sayfa: 48)


*
''Her şey sıkı sıkıya birbirine bağlı ve bütündür. Eğer bütünün bir tek parçası eksik ya da bütünü bozuyorsa, öz de bozulur.'' 
(Sayfa: 63)


*
''Yunan antik çağının en büyük yazarı Homeros.
Latin yazarı Orazio, Homeros'un da zaman zaman ''uyukladığını'' yazıyor.
Hiç kuşkusuz Wells, Homeros'la karşılaştırıldığında bir yılda en az üçyüzatmış gün uyukluyor, ama geri kalan öteki beş, ya da altı gün (şubatın yirmi dokuz çektiği yıllar) için beş gün tamamen uyanıyor, hoşa giden ve her zaman eleştiriye açık yapıtlar veriyordu.
(Sayfa: 70)


*
''Okulda yaptıklarını, dersleri kolay öğrenip öğrenemediğini, seni ilgilendiren şeyleri, her şeyi yaz bana. Örneğin, seni ilgilendirmeyen bir konuyu mutlaka öğrenmen gerekiyorsa bunu nasıl başarıyorsun.?'' (Sayfa: 71)


*
''Birçok kez bulut çöktü ve kalktı ve bütün bu görüntüler Gabriele'ye birçok şey öğretti. Cinlerin tekme yağmuru altında omuzları yanmaya başlayan mezarcı, gitgide daha ilgi çekici olan sahnelere gözlerini dikmiş, bakıyordu. Çok katı koşullar altında çalışan insanların, güç ve kavga vererek bir parça ekmek kazanmalarına karşın mutlu ve apaydınlık olduklarını gördü. Tanrının en nazik yaratığı olan kadının çok büyük acılarla, yüreğinde bir sevgi pınarı ve sadakat taşıdığı için çok büyük yıkımlar ve acılarla karşı karşıya olduğunu gördü; ama özellikle kendisi gibi, başkalarının mutluluklarına ve sevinçlerine karşı büyük bir öfke duyan insanların bu güzel yeryüzündeki en çirkin bitkilerden farksız olduğunu anladı. O zaman yeryüzündeki bütün iyilikleri kendisinin kötü yanlarıyla karşılaştırdı ve yaptığı hesaplaşmalar sonunda bu dünyanın değerli ve saygıya değer olduğuna karar verdi.'' (Sayfa: 84)


*
''Beyinleri çok gelişmiş, arka ayakları üstünde dimdik durabilen fillerden oluşmuş bir dünya düşüncesini ortaya atman çok hoşuma gitti. Bu uçsuz bucaksız yeryüzü üstünde yaşayabilmeleri için kim bilir ne kadar yüksek gökdelenler yapmak zorunda kalacaklardı. Ama beyin elsiz ne işe yarar ki.! Deve kuşları başlarını dik ve özgür tutabilir, iki ayak üstünde durabilirler; ama bu beyinlerini geliştirmek için yeterli bir neden olamaz.'' (Sayfa: 91)


*
''Bilimsel varsayımlar üstüne düş kurmak, özgürlük savaşı için çok güç koşullar altındaki insanoğlunun elli yıl kadar önce yapacağı bir şeydi. Birçok sorun bugün artık çözümlenmiş durumda. Çünkü yaşam koşulları hem bireyin öne çıkmasını, hem de onun tek başına ezici gücünü engelledi ve üreten insanı yarattı. Ne yazık ki ölü şeylerden kurtulmak zordur; ama sen bunlara güçlü bir tekme savur ve yalnızca somut şeyler üstünde çalış.'' (Sayfa: 94)


*
''Gerçeklere dayanan yargılamalarda hiçbir oyuna yer yoktur. Ama yeryüzünde oyunlar ortadan kalkarsa, geriye ne kalır ki.?'' (Sayfa: 101)


*
''..geniş alanlar benim için ortadan kalktığından beri zaman bana çok kocaman bir şeymiş gibi geliyor.'' (Sayfa: 113)


*
''..toplu olarak çekilmiş resimlerde dramatik ve canlı bir şeyler var, yaşanan hayatın devrelerinden, fotoğraf kâğıtlarındaki görüntülerde devam edebilen ilişkiler sezilir her zaman.'' (Sayfa: 120)


*
''En çok parayı verene kalemini satan, ustası olduğu mesleğinin alanına girdiği için yalan söylemek zorunda kalan bir gazeteci olmadım hiçbir zaman. Hep tek bir görüşe bağlı, özgür bir gazeteci oldum ve patronları memnun etmek uğruna asla kendi düşüncelerimi gizlemedim.'' (Sayfa: 123)


*
''Söz verdiğin gibi Delio'nun fotoğrafını anneme gönderdin mi.? Bunu yaparsan iyi olur. Zavallıcık benim tutuklanmamdan dolayı çok acı çekiyor ve bizim gibi ülkelerde hırsız, katil, serseri olmayanların hapise düşmesini anlamak zor olduğu için acısı daha da büyüyor.''
(Sayfa: 127)


*
''Ölümden korkulduğu ve artık kendimizin yapamadığı bir şeyi başkası yaparken bundan üzüntü duyulduğu an yaşlılık başlamış demektir. (..)
Yaşama isteği olduğu, bundan tad alındığı ve belli bir amaca doğru ulaşılmak istendiği sürece tüm hastalıklar yenilir. '' (Sayfa: 128)

Nâzım Hikmet Ran - Çeviri Hikâyeler 2

 

*
''Bugün saç kesmek moda.. Kes.. Yarın uzunu moda oldu mu, takma bir saç alıp takıver.. Halbuki paran olmazsa, saçın uzayacak diye bekle dur bakalım. Tam saçın gene uzar, haydi gene kısa saç modası.. Velhasıl fukara hatunlar için saç modasını günü gününe takip etmek mümkün değildir iki gözüm.
Gelelim siyaset modalarına.. En başta muhalefet modası.. Bana öyle geliyor ki, modaların en anlaşılmazı budur.. Saplı çanta taşıma, saç kesme, güneşte yanma, bunun yanında haltetmiş.. Öyle de çabuk değişiyor ki, mübarek.
Moda deyip de geçmeyelim. Moda mühim şeydir iki gözüm..
*
(Türkçeye iktibas ve tatbik eden: Ben / Yeni Gün gazetesi, 14.2.1931) (Sayfa: 20)
*****
*
''Kuvvet kuvvettir, ama, kuvvetten de kuvvetli bir şey vardır.''
*
(İktibas eden: Ben / Yeni Gün gazetesi, 8.8.1931) (Sayfa: 86)
*****
*
''Vakit, öyle önemli bir rol oynamaya başlamış ki hayatımızda, saatiniz bir çeyrek geç kalsa, bir çeyrek ileri gitse hemen onu saatçiye götürürsünüz. Kendi varlığınızla, geriye kalan bütün bir beşeriyetin varlığı arasında bu kadarcık bir ayrılığa bile dayanamazsınız.''
(..)
''Saatin doğru gitmesi gerektir, ama hayat doğru gitmiş, gitmemiş, o başka mesele.''
*
(Çeviren: Orhan Selim / Tan gazetesi, 5.8.1935) (Sayfa: 106)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...