14 Aralık 2020 Pazartesi

Antonio Gramsci - Çocuklarıma Mektuplar (Çeviri: Meral ve Cemal Erez)


*
Sevgili küçükler, masalların, efsane ve öykülerin düş dünyasına daldığımızda, aranızdan çok azı bu dünyayı kuranların adını öğrenmeye ve hatırlamaya çalışmıştır. Onlar sizi rengârenk düşsel kanatlar üstünden, doğrudan doğruya insan yaşamıyla, acılarıyla dolu bir dünyaya kadar her yerde dolaştırırlar.
Eğer şimdi ben, Kırmızı Şapkalı Kızın ve Pamuk Prensesin, Puccettino ve Augellinli Belverde'nin babalarının kim olduğunu sorsam, eminim ki, Pinokyo'nun Lucignolo ile birlikte ''Oyuncaklar Ülkesine'' gittiği zaman yaptığı gibi, sizin de ağzınız bir karış açık kalacak. İnanın bu çok kötü bir şey, çünkü sizin zayıf belleğiniz ya da dikkatsizliğiniz, her şeyden önce bu kâğıttan yapılmış arkadaşlarınıza karşı yapılmış bir haksızlıktır; hem sonra bu kahramanların babalarının adları, (burada size, Collodi, Perault, Andersen, Swift, Gozzi, Grimm, De Foe, Kipling adlarını bir kez daha hatırlatmak istiyorum) onlara karşı büyük bir saygıyla duyulan hayranlığın ötesinde en azından, bir minnet borcu olarak hatırlamaya değer.
Şimdi sevgili küçük okuyucular, bize, Delio ve Giuliano'ya gönderdiği tatlı heyecanlarla dolu mektupları, Kirpi Ağacının masalını, iki küçük serçenin acıklı öyküsünü yazan, ya da fillerin ve kurbağaların saflıklarını düşünerek, geride bıraktığı çocukluğunun serüvenli balık avlarını anlatarak eğlenen, bugün tanımak fırsatını bulduğunuz bu ''baba'', her sevgili varlıktan daha çok sevilmeye ve hatırlanmaya değer; bu yalnızca farkında olmadan sizin için de yazdığı sayfalardan ötürü değil bizzat kendi yaşamından ötürüdür: nasıl yaşadığı, ne kadar acı çektiği düşünülerek sevilmeli ve anılmalıdır.


Antonio Gramsci'nin yaşamını bir masala benzetebilirsiniz, bu doğrudur, çünkü hayat herkes için, varolmayan bir kadere bağlamak isteyenin arzusuna göre, güller ve dikenlerle dolu, güzel ya da çirkin bir masaldır. Giuliano'nun fillerinin, kirpilerinin çevresinde geçen bütün bu mektuplarda ve öykülerde okuyup hayran olacağınız apologlarda, bunları yazanın kim olduğunu belleğinize iyice yerleştirmeniz ve onun öncelikle bir yazar değil, insan olmak istediğini anımsamanız için, şimdi size Gramsci'nin bu masalımsı hayatını anlatacağım.'' (Sayfa: 9-10)


''Gramsci ne içinde ne de dışında en küçük bir gösterişi olmadan çok sade giyinirdi. Cepleri kitaplarla, kafası fikirlerle dolu, günün ilk ışıklarına dek arkadaşlarıyla tartışarak yürürdü. Hayvanları sevmeye devam ediyordu. Bir biyografi yazarı şöyle diyordu: ''O en çok kuşları severdi, Torino'da en sevdiği yer, Avrupa otelinin karşısındaki, vitrini kuşlarla dolu küçücük dükkânın önüydü. Castello meydanından gelen güneşin ısıttığı kafeslerin içindeki bu canlı kuşlarla çok güzel hayvan mumyaları değiştiriliyordu bu dükkânda. Gramsci'nin ölü ya da canlı hayvanlara bakarken tatlı bir düşle gözlerindeki o olağanüstü insanca bakışlarını hiçbir zaman unutamam.'' (Sayfa: 12)


''Torino ve İtalya'dan sonra Gramsci başka toprakları, başka halkları ve ulusları tanıdı. Almanya, Fransa ve Rusya'ya gitti. Rusya'da bütün yaşamının en sadık yoldaşı, iyi yürekli Giulia'yla evlendi ve gene burada ilk çocuğu Delio doğdu. Ama ikinci oğlu Giuliano'yu hiçbir zaman göremedi, onu hiç tanımadı, hiç öpemedi, hiçbir zaman çocuklarına babalık yapamadı. Çocuklarının büyüdüğünü ona kanıtlayan tek şey fotoğrafları oldu.
İtalya'ya işine, özgürlük için yaptığı savaşa döndüğü zaman onu tutukladılar. Giulia'nın kızkardeşi Tania ona acılarını unutturmak için elinden geleni yaptı. Ama hapishanede geçirdiği yedi yıldan sonra, Gramsci öldü.
Sevgili küçük okurlarım, her devirde toplumun düşman olarak gördüğü insanlar yaşadı ve onları ya hapishaneye ya da zindanlara attılar. Bu insanlar hiç kimseye hiçbir kötülük yapmamışlardı, tersine kardeşlik ve iyilikle dolu insanlardı.


Ama hapiste Gramsci hiçbir zaman boyun eğmedi, yıkılmadı. Düşünmeye, okumaya, yazmaya devam etti. Ruhunun ve bilincinin büyük nimetleri onun ölümcül yalnızlığının çemberini kırdı. Böylece asla yalnızlık çekmedi. Başkalarının, ona gitgide daha fazla inananların, çocukları Delio ve Giuliano'nun hayatını yaşamaya devam etti. Bir fotoğraftan, bir mektuptan, bir sözcük ya da bir gazete ve kitaptan doğan görünmez iplikçikler onu dış dünyaya bağlıyordu; ve dış dünya onun için bir büyüden farksızdı. Böylece kendi kafası ve sevgili yakınları arasında mucizevi bir konuşma doğdu. Delio'nun dersleri ve Giuliano'nun oyunları üstüne nasıl hiçbir şey gözünden kaçmadıysa, gündelik olaylar ve haberlerden de hiçbir şey kaçırmadı. Böylece bu iç konuşmalardan, birazdan okuyacağınız bu mektuplar ve masallar doğdu. Bu mektuplar ve masallar size, Gramsci'nin yaşamındaki moral gücünün, ruh aydınlığının, bir tutukluluğun acı ve katılıklarına nasıl başeğdirdiklerini çok iyi anlatacak. Sönmez bir alev gibi ruhundan fışkırıp gelen bu enerji bize bu mektupları armağan etmiştir.''
(Sayfa: 13)
*
Giuseppe Ravegnani


*
''..son derece katı ve biçimleri önceden düzenlenmiş tasarılar, bir görev bilinci olduğu zaman, nasıl da katı gerçeğe çarparak parçalanıyorlar.!'' (Sayfa: 18)


*
''Bu serçede en çok sevdiğim şey, kendine el sürdürmemesiydi. Kanatlarını açıp öfkeyle dönüyor ve büyük bir güçle insanın elini gagalıyor. Evcilleşmişti ama araya her zaman bir sınır koyuyordu.''
(Sayfa: 19)


*
''Haklı olduğu halde haksız olduğunu duymak, ya da gerçekten var olan şeylere ait bir soru sorduğunda, batıl inançları varmışçasına açıkça alaya alınmak bir çocuğu nasıl kızdırır, bilirsin.'' (Sayfa: 29)


*
Yeryüzünde, başından kuyruğunun en uç noktasına kadar merakla dolu olan bir sansarı korkutmaktan daha güç bir şey yoktur. Aslında bütün sansarların ortak sözü şudur: ''Gez ve bul'' (Sayfa: 48)


*
''Her şey sıkı sıkıya birbirine bağlı ve bütündür. Eğer bütünün bir tek parçası eksik ya da bütünü bozuyorsa, öz de bozulur.'' 
(Sayfa: 63)


*
''Yunan antik çağının en büyük yazarı Homeros.
Latin yazarı Orazio, Homeros'un da zaman zaman ''uyukladığını'' yazıyor.
Hiç kuşkusuz Wells, Homeros'la karşılaştırıldığında bir yılda en az üçyüzatmış gün uyukluyor, ama geri kalan öteki beş, ya da altı gün (şubatın yirmi dokuz çektiği yıllar) için beş gün tamamen uyanıyor, hoşa giden ve her zaman eleştiriye açık yapıtlar veriyordu.
(Sayfa: 70)


*
''Okulda yaptıklarını, dersleri kolay öğrenip öğrenemediğini, seni ilgilendiren şeyleri, her şeyi yaz bana. Örneğin, seni ilgilendirmeyen bir konuyu mutlaka öğrenmen gerekiyorsa bunu nasıl başarıyorsun.?'' (Sayfa: 71)


*
''Birçok kez bulut çöktü ve kalktı ve bütün bu görüntüler Gabriele'ye birçok şey öğretti. Cinlerin tekme yağmuru altında omuzları yanmaya başlayan mezarcı, gitgide daha ilgi çekici olan sahnelere gözlerini dikmiş, bakıyordu. Çok katı koşullar altında çalışan insanların, güç ve kavga vererek bir parça ekmek kazanmalarına karşın mutlu ve apaydınlık olduklarını gördü. Tanrının en nazik yaratığı olan kadının çok büyük acılarla, yüreğinde bir sevgi pınarı ve sadakat taşıdığı için çok büyük yıkımlar ve acılarla karşı karşıya olduğunu gördü; ama özellikle kendisi gibi, başkalarının mutluluklarına ve sevinçlerine karşı büyük bir öfke duyan insanların bu güzel yeryüzündeki en çirkin bitkilerden farksız olduğunu anladı. O zaman yeryüzündeki bütün iyilikleri kendisinin kötü yanlarıyla karşılaştırdı ve yaptığı hesaplaşmalar sonunda bu dünyanın değerli ve saygıya değer olduğuna karar verdi.'' (Sayfa: 84)


*
''Beyinleri çok gelişmiş, arka ayakları üstünde dimdik durabilen fillerden oluşmuş bir dünya düşüncesini ortaya atman çok hoşuma gitti. Bu uçsuz bucaksız yeryüzü üstünde yaşayabilmeleri için kim bilir ne kadar yüksek gökdelenler yapmak zorunda kalacaklardı. Ama beyin elsiz ne işe yarar ki.! Deve kuşları başlarını dik ve özgür tutabilir, iki ayak üstünde durabilirler; ama bu beyinlerini geliştirmek için yeterli bir neden olamaz.'' (Sayfa: 91)


*
''Bilimsel varsayımlar üstüne düş kurmak, özgürlük savaşı için çok güç koşullar altındaki insanoğlunun elli yıl kadar önce yapacağı bir şeydi. Birçok sorun bugün artık çözümlenmiş durumda. Çünkü yaşam koşulları hem bireyin öne çıkmasını, hem de onun tek başına ezici gücünü engelledi ve üreten insanı yarattı. Ne yazık ki ölü şeylerden kurtulmak zordur; ama sen bunlara güçlü bir tekme savur ve yalnızca somut şeyler üstünde çalış.'' (Sayfa: 94)


*
''Gerçeklere dayanan yargılamalarda hiçbir oyuna yer yoktur. Ama yeryüzünde oyunlar ortadan kalkarsa, geriye ne kalır ki.?'' (Sayfa: 101)


*
''..geniş alanlar benim için ortadan kalktığından beri zaman bana çok kocaman bir şeymiş gibi geliyor.'' (Sayfa: 113)


*
''..toplu olarak çekilmiş resimlerde dramatik ve canlı bir şeyler var, yaşanan hayatın devrelerinden, fotoğraf kâğıtlarındaki görüntülerde devam edebilen ilişkiler sezilir her zaman.'' (Sayfa: 120)


*
''En çok parayı verene kalemini satan, ustası olduğu mesleğinin alanına girdiği için yalan söylemek zorunda kalan bir gazeteci olmadım hiçbir zaman. Hep tek bir görüşe bağlı, özgür bir gazeteci oldum ve patronları memnun etmek uğruna asla kendi düşüncelerimi gizlemedim.'' (Sayfa: 123)


*
''Söz verdiğin gibi Delio'nun fotoğrafını anneme gönderdin mi.? Bunu yaparsan iyi olur. Zavallıcık benim tutuklanmamdan dolayı çok acı çekiyor ve bizim gibi ülkelerde hırsız, katil, serseri olmayanların hapise düşmesini anlamak zor olduğu için acısı daha da büyüyor.''
(Sayfa: 127)


*
''Ölümden korkulduğu ve artık kendimizin yapamadığı bir şeyi başkası yaparken bundan üzüntü duyulduğu an yaşlılık başlamış demektir. (..)
Yaşama isteği olduğu, bundan tad alındığı ve belli bir amaca doğru ulaşılmak istendiği sürece tüm hastalıklar yenilir. '' (Sayfa: 128)

Nâzım Hikmet Ran - Çeviri Hikâyeler 2

 

*
''Bugün saç kesmek moda.. Kes.. Yarın uzunu moda oldu mu, takma bir saç alıp takıver.. Halbuki paran olmazsa, saçın uzayacak diye bekle dur bakalım. Tam saçın gene uzar, haydi gene kısa saç modası.. Velhasıl fukara hatunlar için saç modasını günü gününe takip etmek mümkün değildir iki gözüm.
Gelelim siyaset modalarına.. En başta muhalefet modası.. Bana öyle geliyor ki, modaların en anlaşılmazı budur.. Saplı çanta taşıma, saç kesme, güneşte yanma, bunun yanında haltetmiş.. Öyle de çabuk değişiyor ki, mübarek.
Moda deyip de geçmeyelim. Moda mühim şeydir iki gözüm..
*
(Türkçeye iktibas ve tatbik eden: Ben / Yeni Gün gazetesi, 14.2.1931) (Sayfa: 20)
*****
*
''Kuvvet kuvvettir, ama, kuvvetten de kuvvetli bir şey vardır.''
*
(İktibas eden: Ben / Yeni Gün gazetesi, 8.8.1931) (Sayfa: 86)
*****
*
''Vakit, öyle önemli bir rol oynamaya başlamış ki hayatımızda, saatiniz bir çeyrek geç kalsa, bir çeyrek ileri gitse hemen onu saatçiye götürürsünüz. Kendi varlığınızla, geriye kalan bütün bir beşeriyetin varlığı arasında bu kadarcık bir ayrılığa bile dayanamazsınız.''
(..)
''Saatin doğru gitmesi gerektir, ama hayat doğru gitmiş, gitmemiş, o başka mesele.''
*
(Çeviren: Orhan Selim / Tan gazetesi, 5.8.1935) (Sayfa: 106)

7 Aralık 2020 Pazartesi

Sabahattin Ali - Bütün Şiirleri (Hazırlayan: Atilla Özkırımlı)



''Hep bir olumsuzluk dile gelir şiirlerinde. Aşkı olumsuzdur; çünkü karşılık görmez, sever ama sevilmez. Yalnızdır; çünkü terk edilmiştir, dostsuzdur, güvenebileceği kimse yoktur. Karamsardır; çünkü yalanın egemen olduğu bir dünyada yaşamaktadır, yapmacıktır her şey, gösterişten ibarettir. Umutsuzdur; çünkü insanı tanıdıkça insandan uzaklaşmaktadır. Sonunda kendisine dayanır. Bu açıdan duygularını anlatmak için bir araçtır sanki şiirleri.'' (Sayfa: 10)


''Sabahattin Ali'nin bütün şiirlerinin bir araya getirilmesinde Asım Bezirci'nin büyük emeği geçmiştir. Özellikle sanatçının yayımlamadığı, çoğunu arkadaşlarına gönderdiği gençlik denemelerini bulup gün ışığına çıkaran odur.
Bezirci'nin bu çabası ve Boratav'ın yayımladığı belgeler, Sabahattin Ali'nin dostlarına yazdığı mektuplara şiirler eklediğini, kimi de onlara şiir biçiminde mektuplar yazdığını göstermektedir. '' (Sayfa: 12)
*****


''Sabahattin Ali'de iç cevheri vardır. Yapmacığa ve gülünce düşmeden halk tarzında şiirler yazabilmesi onun hesabına kaydedilecek büyük bir muvaffakiyettir.''
*
Yaşar Nabi, Hakimiyeti Milliye, 2.4.1934 (Sayfa: 14)
*****
''Dünyada pek çok hatalar yapmışımdır, fakat bunların bir tanesi gayri kabil-i tamirdir. Ve beni her zaman üzecektir: Ben bu şiirleri kitap halinde çıkarmamalı idim.. Başkalarının fikirlerini bir tarafa bırakalım, bu manzumelerin kaç paralık şeyler olduğunu ben herkesten iyi bilirim.''
*
Sabahattin Ali (Sayfa: 18)


''..Ben belki herkesten daha çok yaşamaktan zevk duyabilirim. Hatta daha ileri giderek diyeceğim ki içersi benim kadar hayat dolu pek az insan vardır, fakat her şeyin fazlası gayri tabii neticeler verir. Ben o kadar çok o kadar başka, o kadar mütenevvi yaşamak istiyorum ki, bu arzu beni diğer yaşayanlardan ayırarak hayatımı, beni canımdan bezdiren hadiselerle dolduruyor ve ben yaşamamayı istiyorum..''
*
Sabahattin Ali'nin Özel Mektupları ''İki Gözüm Ayşe''
Haz. Ayşe Sıtkı İlhan - Doğan Akın (Sayfa: 20)


''Şairin özgürlükle bağdaştırdığı imgeler genellikle tabiattan alınmıştır. Asım Bezirci Sabahattin Ali'nin şiir kitabını Dağlar ve Rüzgâr koymasının tesadüfi olmadığına dikkat çeker. Gerçekten de gerek yüceliği simgeleyen dağlar, gerekse özgürlüğü anlatan rüzgâr, kitaptaki şiirlerde sık sık geçer. Ayrıca, her iki imge de zaman zaman Sabahattin Ali'nin insanlardan uzaklaştığını, onlardan farklılaştığını anlatacaktır.'' (Sayfa: 21)


''Şair, ''Köprünün Çocukları'' adını verdiği bölümdeki aynı adlı ilk şiirinde geleceğin suçluları olan sokak çocuklarının durumundan herkesin sorumlu olduğundan söz ederken ''Köprünün Geceleri''nde sarhoş olduğu bir geceyi anlatır.
*
Dip Not: Muvaffak Şeref bu şiiri yazmak için sabaha kadar köprüde kaldıklarını söyler.
Kemal Bayram, Sabahattin Ali Olayı. (İstanbul: Yenigün Yayınları), s. 295 (Sayfa: 23)


''O, sanatın bir gayesi olduğuna inanmaktadır: ''Sanatın bir tek ve sarih maksadı vardır: İnsanları daha iyiye, daha doğruya, daha güzele yükseltmek, insanlarda bu yükselme arzusunu uyandırmak. ..Bu taktirde de endividüalizmden mümkün olduğu kadar hayata, muhite dönmek, muhitten birçok şeyler almak ve muhite birçok şeyler vererek yazmak lazımdır.''..'' (Sayfa: 27)
*****
''Sanatta sadece hakiki sanat, yani içinde geliştiği kitleye organik bağlarla bağlı olan ve bu kitleye bir şeyler vermek isteyen sanatla, kendi içine kapanık gaflet uykusuna yatmış yalancı oyunlar davası vardır.''
*
Sabahattin Ali (Sayfa: 27)


*
''Kalbime benzer taşları,
Heybetli öter kuşları,
Göğe yakındır başları;
Benim meskenim dağlardır.''
*
Atsız Mecmua, (7), 15 Aralık 1931 (Sayfa: 31)


''Sana kökümde yer versem
Gölgemi üstüne gersem..
Hey rahat isteyen sersem.!
Rahat beni altımdadır.''
*
1933 (Sayfa: 32)


*
Göklerde kartal gibiydim,
Kanatlarımdan vuruldum;
Mor çiçekli dal gibiydim,
Bahar vaktinde kırıldım.
*
Yâr olmadı bana devir,
Her günüm bir başka zehir;
Hapishanelerde demir
Parmaklıklara sarıldım.
*
Coşkundum pınarlar gibi,
Sarhoştum rüzgârlar gibi;
İhtiyar çınarlar gibi
Bir gün içinde devrildim.
*
Ekmeğim bahtımdan katı,
Bahtım düşmanımdan kötü;
Böyle kepaze hayatı
Sürüklemekten yoruldum.
*
Kimseye soramadığım,
Doyunca saramadığım,
Görmesem duramadığım
Nazlı yârimden ayrıldım.
*
1932 (Sayfa: 36)


*
Ey gönül, kuşa benzerdin,
Kafesler sana dar gelir;
Bir yerde durmaz gezerdin,
Hapislik sana zor gelir.
*
Ey gönül, acayip huyun,
Boğazından geçmez tayın,
Acır testindeki suyun;
Aklına nazlı yâr gelir.
*
Gözlerin uzağa bakar,
Kimden ne beklediğin var.?
Yâr semtinden gelen rüzgâr:
''Seni unuttu.!'' der gelir.
*
Bakmazsa senin yüzüne
Çok görme elin kızına;
Dışarda serbest gezene
Hapiste yatan hor gelir.
*
Ayağında gezen itler,
Başının üstünden atlar;
Hapise düşen yiğitler
Yâri dışarda kor gelir.
*
1933 (Sayfa: 37)


*
Burda çiçekler açmıyor,
Kuşlar süzülüp uçmuyor,
Yıldızlar ışık saçmıyor,
Geçmiyor günler, geçmiyor.
*
Avluda volta vururum;
Kâh düşünür, otururum,
Türlü hayaller görürüm;
Geçmiyor günler, geçmiyor.
*
Gönülde eski sevdalar,
Gözümde dereler, bağlar,
Aynada hayalim ağlar,
Geçmiyor günler, geçmiyor.
*
Dışarda mevsim baharmış,
Gezip dolaşanlar varmış,
Günler su gibi akarmış..
Geçmiyor günler, geçmiyor.
*
Yanımda yatan yabancı,
Her sözü zehir gibi acı,
Bütün dertlerin en gücü;
Geçmiyor günler, geçmiyor.
*
1933 (Sayfa: 38)


*
Ey yâr, bu acı demlerde
Sen koru benim aklımı..
Karardım kaldım damlarda,
Aydınlat benim yolumu..
*
Nefesin esen rüzgârda,
Saçların savrulan karda,
Yerde, gökte, bulutlarda,
Ararım nazlı gülümü..
*
Karanlık göklerde aysın,
Kurak ovalarda çaysın,
Bir tek inandığım şeysin,
Uzattım sana elimi..
*
Düşmanlar gülüp sevinsin,
Dostlar arkasını dönsün..
Benim güvendiğim sensin,
Kırmazsın benim gönlümü..
*
Bir gün şu damlardan çıksam,
Gelip önüne diz çöksem..
Ağlayıp içimi döksem..
Anlatsam sana halimi..
*
1933 (Sayfa: 39)


*
Başın öne eğilmesin,
Aldırma gönül, aldırma;
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül, aldırma..
*
Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar;
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül, aldırma..
*
Görmesen bile denizi,
Yukarıya çevir gözü:
Deniz gibidir gökyüzü;
Aldırma gönül, aldırma..
*
Dertlerin kalkınca şaha
Bir küfür yolla Allaha..
Görecek günler var daha;
Aldırma gönül, aldırma..
*
Kurşun ata ata biter;
Yollar gide gide biter;
Ceza yata yata biter;
Aldırma gönül, aldırma..
*
1933 (Sayfa: 40)


*
Kaygusuz, deli bir kuştum,
Senin dalına kondum hey.!
Yüksek yerlerde uçmuştum,
Ayak ucuna indim hey.!
*
Denizler gibi derindim,
Gözlerine sığ göründüm.
Karlı dağlardan serindim,
Sana sokuldum, yandım hey.!
*
Tükenmez mihnetler çektim,
Kanlı gözyaşları döktüm,
Akıllılara örnektim,
Divânelere döndüm hey.!
*
Âşıklar sana ne yapsın.?
Dudaklar nereni öpsün.?
Sen bir acayip şarapsın,
Daha içmeden kandım hey.!
*
Yâdını düşürmez dilim,
Sana ulaşır her yolum;
Kirli, günahkâr bir kulum,
Yüzüne bakıp yundum hey.!
*
1932 (Sayfa: 44)


*
''Dik yamaçların selisin,
Sen benden daha delisin.
Şimdi kimlerin kulusun.?
Başını eğemediğim.!''
*
1932 (Sayfa: 47)
*****
*
Gönlümü avutamadım,
Seni söküp atamadım,
Ben bahtımı tutamadım,
Yâr, seni unutamadım.
*
Bahtın lûtfuna ermişim,
Gönlümü sana vemişim.
Meğer ne çok severmişim,
Yâr, seni unutamadım.
*
Gönül bir acayip deli,
Yârin azâdolmaz kulu.
Bilemedim neylemeli.?
Yâr, seni unutamadım.
*
Kalksam gönlümü azâda
Eski günler gelir yâda;
Bu nisyan dolu dünyada
Yâr, seni unutamadım.
*
Kendimi aldırdım gama,
Yerleştin kaldın kafama;
Unutmak istedim ama
Yâr, seni unutamadım.
*
Atsız Mecmua, (17), 25 Eylül 1932 (Sayfa: 48)


*
Geçmedi yâre sözümüz,
Yollarda kaldı gözümüz,
Yere sürüldü yüzümüz,
Böyleymiş kara yazımız.
*
Çiçekler açılmaz oldu,
Pınarlar içilmez oldu,
Yâr bize gülmez oldu,
Böyleymiş kara yazımız.
*
Bu bahtımızın işidir;
Bu her işlerin başıdır:
Yâr başkasının eşidir,
Böyleymiş kara yazımız.
*
Yalnız ona yâr demiştik,
Onda bir şey var demiştik,
O bizi anlar demiştik,
Böyleymiş kara yazımız.
*
Hey gönül gene bu gece
Kederin geceden yüce;
Gel susalım beraberce:
Böyleymiş kara yazımız.
*
Atsız Mecmua, (12), 15 Nisan 1932 (Sayfa: 50)
*****
*
Seneler sürer her günüm,
Yalnız gitmekten yorgunum;
Zannetme sana dargınım,
Ben gene sana vurgunum.
*
Başkalarına gülsem de,
Senden uzakta kalsam da,
Sevmediğini bilsem de
Ben gene sana vurgunum.
*
Dağları aşınca başım,
Geri kaldı her yoldaşım,
Gel sevgilim, gel kardaşım,
Ben gene sana vurgunum.
*
Gönlüm seninkine yârdı,
Aynı şeyleri duyardı;
Ayaklarımız uyardı..
Ben gene sana vurgunum.
*
İtilmiş, tekmelenmişim,
Doğduğum günde yanmışım,
Yalnız sana güvenmişim;
Ben gene sana vurgunum
*
1931 (Sayfa: 52)
*****
*
Göklerin yüzü güldü mü
Dünyaya geldiğin zaman.?
Azgın sular duruldu mu
Dünyaya geldiğin zaman.?
*
Güneşler gibi tek miydin.?
Ay ışığından ak mıydın.?
Böyle nazlı çiçek miydin.?
Dünyaya geldiğin zaman.?
*
Yıldızlar halin sordu mu.?
Bulutlar selam durdu mu.?
Yerlerin kalbi vurdu mu
Dünyaya geldiğin zaman.?
*
Aşkını candan duymuşum,
Canım yoluna koymuşum.
Tam dokuz yaşındaymışım
Dünyaya geldiğin zaman.
*
Kimbilir nasıl güzeldin,
Göklerden yere süzüldün..
Benim alnıma yazıldın
Dünyaya geldiğin zaman.
*
1933 (Sayfa: 53)
*****
*
Arzularım muayyen bir haddi aşınca
Ve kulaklar sözlerime sağırlaşınca
Bir ihtiras duyup vahşi maceralara
Çıkıyorum bulutları aşan dağlara.
Tanrıların başı gibi başları diktir,
Bu dağları saran sonsuz bir genişliktir,
Ben de katıp vücudumu bu genişliğe,
Bakıyorum aşağlarda kalan hiçliğe.
*
Bu dağların bir rakibi varsa rüzgârdır.
Rüzgâr burda tek başına bir hükümdardır.
Burda insan duman gibi genişler, büyür.
Bu dağlarda ıstıraplar, sevinçler büyür.
Buralarda her düşünce sona yakındır,
Burda her şey bizden uzak, ''O''na yakındır.
Burda yoktur insanların düşündükleri,
Rüzgâr siler kafalardan küçüklükleri.
Yanağıma çarpar geniş kanatlarını,
Ve anlatır mâbutların hayatlarını.
Arasıra kulağını bana verdi mi,
Ben de ona anlatırım kendi derdimi.
*
‘'Ey dağların dertlerini dinleyen rüzgar.!
Benim artık yalnız sana itimadım var.
Gelmiş gibi uzaktaki bir seyyareden
Yabancıyım bu gürültü dünyasına ben.
Etrafımın sözlerine aklım ermedi,
Etrafım da bana asla kulak vermedi.
Senelerden beri hâlâ anlaşamadık,
Ben de kestim anlaşmaktan ümidi artık.
Gözlerimde hakikati sezen bir nurla
Etrafımı süzüyorum biraz gururla.
*
Bir dürbünün ters tarafı gibi bu dünya
En büyük şey, en asil şey küçülür burda.
Burda yalan para eden biricik iştir,
Burda her şey bir yapmacık, bir gösteriştir.
Kimi coşar din uğruna geberir, yalan.!
Kimi gider vatan için can verir, yalan.!
Bir filozof yetmiş eser yazar, yalandır;
Bir kahraman istibdadı ezer, yalandır.
Şairlerin büyük aşkı fânî bir kızdır,
Bu dünyada herkes sinsi, herkes cılızdır.
Ne hakikî aşktan burda bir çakan vardır,
Ne de onu görse dönüp bir bakan vardır,
Her büyüklük cüzzam gibi dökülür burda,
En muazzam ölüm bile küçülür burda.
*
Benim kafam acayip bir dimağ taşıyor,
Her dakika insanlardan uzaklaşıyor.
Zaman zaman mağlûp olsam bile etime,
İnsan olmak dokunuyor haysiyetime.
Büyük, temiz bir arkadaş arıyor ruhum,
İşte rüzgâr, şimdi sana sığınıyorum.!
Asaletin yeri yoktur gerçi hayatta,
En asîl şey seni buldum kâinatta,
Güneş gibi ne bin türlü ışığın vardır,
Ne de süse, gösterişe baktığın vardır.
Deniz gibi muamma yok derinliğinde,
Bir ferahlık, bir saflık var serinliğinde.
Bir dev gibi küçük, mızmız sesleri yersin,
Allah gibi görünmeden hüküm sürersin.
*
Düşmanıyım ben de cılız güzelliklerin,
Rüzgâr.! Bu dağ başlarında çırpınan serin
Kanatların gökyüzünde akan bir seldir,
Bana kudret ve cesaret veren bir eldir.
Beşerlikten uzaktayım senin ülkende,
Senin gibi azamete âşıkım ben de.
İşte Rüzgâr.! Senin gibi ben de deliyim.
Islıklarım senin gibi inlemelidir,
Herkes beni ürpererek dinlemelidir.
Rüzgâr.! Sana, yalnız sana benzemeliyim.''
*
Atsız Mecmua, (2), 15 Haziran 1931 (Sayfa: 58-60)
*****
*
Öyle günler gördüm ki, aydın gökler kararıp
Bahtım bir bulut gibi üstüme çöker oldu.
Her gözümü yumunca tanıdık yüzler görüp,
Hayâller alev alev beynimi yakar oldu.
Ümitsizlik, gariplik dört tarafımı sarıp
Yüzüm sırıtsa bile, içim yaş döker oldu.
*
-----Her sabah ilk ışıklar gözlerimi oyardı,
-----Uyanan taş duvarlar iniltimi duyardı.
*
Öyle günler gördüm ki, duvarlar gelir dile,
Gözümde canlanırdı eşkıya masalları.
Varlığımı sarardı, hain bir isteyişle
Görmediğim yumuşak bir düşmanın elleri.
Kafada çelik gibi fikirler dursa bile
Kalplerin eksik olmaz böyle zayıf hâlleri:
*
-----Bazan kendi kendimin elinden kurtulurdum,
-----Kalbimi bir çamurda çırpınırken bulurdum.
*
Öyle günler gördüm ki, dost dediğim insanlar
Ben yanına varınca dudağını kıvırdı.
Bir zamanlar yanımda ağız açamıyanlar
Sırtımı sıvazladı, bana öğüt savurdu.
Silâhsız gördüğüne saldıran kahramanlar
En alçak tekmelerle beni yere devirdi.
*
-----Ruhum bir heykel gibi düşüp parçalanırdı.
-----Bu sesleri duyanlar gülüyorum sanırdı.
*
Öyle günler gördüm ki, tabanca şakağımda
Tasarladım aydınlık dünyayı bırakmayı.
Gönlüm acıklı buldu, en ateşli çağımda
Sönük bir yıldız gibi boşluklara akmayı.
Tabancanın namlusu ısındı yanağımda,
Parmağım istemedi tetiğini çekmeyi..
*
-----Bir sonbahar yağmuru gibi içim ağlardı
-----Bir şeyler fakat beni yaşamağa bağlardı.
*
Ey bir tane sevgilim, ben bugün yaşıyorsam
Sanma ki hayat tatlı, insanlar hoş olmuştur,
Dağ başında bir kaya gibiyim şöyle dursam
Etrafım eskisinden daha bomboş olmuştur..
Yalnız sana borçluyum bugün dünyada varsam:
Seni her andığımda gözlerim yaş olmuştur.
*
-----Yaşlar ki bir ırmaktır, dertleri sürür gider,
-----Gözyaşları içinde seneler yürür gider.
*
Yok olmak isteğiyle kalbim attığı zaman,
Bana: Yaşa der gibi gülen senin yüzündü.
Dizlerim bir batakta yorgun yattığı zaman
Bacaklarıma kuvvet veren senin hızındı.
Yaşaran gözlerimde, güneş battığı zaman
Sıcak bir yuva gibi tüten senin dizindi.
*
-----Sen aklıma gelince her şey gülümserdi.
-----Ağaçlar şarkı söyler, rüzgâr tatlı eserdi.
*
Ey sevgilim, bilirsin benim ne çektiğimi:
Garip başımın derdi bir yürek taşıyorum.
Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı:
İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum.
Görünce gülme sakın çırpınıp aktığımı:
Ilık ve aydınlık bir denize koşuyorum.
*
Sen benim sevgilimsin, sevsen de, sevmesen de,
Aradığım yerlere benzeyiş buldum sende.
*
1934 (Sayfa: 61-62)
*****
***
*
Bir paçavra yırtıldı kamışlar arasında,
Bak sevgilim; haddini bilmeyen bir kurbağa,
Başladı yosunlarda serenatlar çalmağa..
*
Istırap, ses haline gelmiş yaygarasında:
Senelerce tozlu bir rafta uyuyan keman,
Böyle şikâyet eder reçinesiz bir yaydan.
*
Fakat senin karşında bu ne kadar küstahlık;
Bir kere kendisine bakmıyor mu bu alık.?
Nasıl açıyor sana gönlünün yarasını.?
*
Acaba ne umuyor böyle gevezelikte.?
Şimdi, ayaklarımla öpüşen bu eşikte,
Bilmiyor mu kaç âşık kırdı gitarasını.?
*
O da bilir bunların neticesizliğini,
O da senin karşında duydu acizliğini,
O da nâdimdir gönül verdiğine sevgilim.!
*
Madem ayak ucunda bir kurbağa vaklıyor,
Karanlık şimdi bütün cürümleri saklıyor;
Onu çiğne sevgilim.! Onu çiğne sevgilim.!
*
Servet-i Fünun, (1672/198), 30 Ağustos 1928 (Sayfa: 65)
*****
*
En iyi ağaçlardan güzel bir beşik yapın;
Ben oraya gürbüz bir çocuk yatıracağım.
Yok.! İstemez.. O kadar süslü olmasın sakın:
Ben oraya öksüz bir çocuk yatıracağım..
*
Zavallı.. Doğar doğmaz anası kaçtı gitti;
Felek küçük kalbine bir yara açtı gitti,
Yavrucuk benden başka kimlere güvensin ki.?
*
Beşik çok güzel olsun, her gören beğensin ki,
Yavrum melekler gibi bu beşikte yatacak;
Vefasız anasını bana hatırlatacak..
*
Of.! Hadi, baltanızı, testerenizi kapın.!
Yoksa ben ağaçları dişlerimle oyacağım..
Siyah abanozlardan bana bir beşik yapın:
Bu beşiğe ben öksüz aşkımı koyacağım.
*
Hayat, (78), 24 Mayıs 1928 (Sayfa: 66)
*****
*
Göğsümde gözlerinin sapladığı bir bıçak,
Beynimde hayaliyle alevlenen bir ocak..
İçerim bu haldeyken herkes garip bulacak:
Başımı sükûnetle taşlara vurduğumu..
*
Bu sükût çiğnenen bir muhabbetin yasıdır.
Bu sükût bir kömürün içerden yanmasıdır.
Bu sükût beynimdeki cinnetin potasıdır;
Görüp aldanmayınız sessizce durduğumu..
*
Ben de nihayet bütün bağları kıracağım;
Onu ıssız dağlara alıp kaçıracağım,
Etini bir canavar gibi ısıracağım
Ve, herkes seyredecek nasıl kudurduğumu.
*
1928 (Sayfa: 67)
*****
*
Dillerde gezen adım:
Bir seciyesiz, bir it.
Nedense olamadım,
Sizin gibi bir yiğit..
*
Ne gaye taşıyorum,
Ne bir dağ aşıyorum;
Delice yaşıyorum,
Ne ihtiras, ne ümit..
*
Yuh.. Eğer hayat buysa,
Bu ahmakça uykuysa..
Bana kim sokulduysa
Hadi dedim, hadi git.!
*
Bende çok şey var ama,
Akıl filan arama..
Ciddiyetle arama
Koydum dikenli bir çit.
*
Saçıma düşen aklar,
Ne bir macera saklar;
Çıkarmaz bu dudaklar,
Ne bir küfür ne tevhit..
*
Korkutmaz beni ölüm,
Bir şeytan kadar hürüm.
Süremez bende hüküm
Ne Allah, ne de Nahit..
*
1928 (Sayfa: 69)
*****
*
Bu karanlık, bu uzun kış gecelerinde..
Soğuk, buzdan bir perdeyle süslerken camı,
Dolaşırken birçok siyah gölge odamı,
Damarımda kurşunlaşıp donarken kanım;
Yine seni düşünmekle geçer zamanım..
Bu kimsesiz.. Bu mahzun kış gecelerinde..
*
Serpilirken pencereme avuç avuç kar..
İçerimde hicranlardan bir nehir akar..
Karların da lambam gibi rengi sarıdır..
Onlar yırtık bir mektubun parçalarıdır:
Rüzgâr, sana yazdığımı geri getirdi..
Pencereden dondurucu bir nefes girdi..
*
Rüzgâr yaptı her çatıda ayrı bir makam..
Yine senin hayalini gördüm bu akşam..
Hançeremden alev gibi çıktı bu çığlık:
– Git istemem.! Git istemem.! Çık odamdan çık.!
Ah.! Ne dedim.? Hayır gitme.. Hayır gitme.. Gel.!
Ben git dedim, dedim ama sen işitme.. Gel.!
*
Sensin beni en onulmaz yerimden vuran,
Fakat sensin yine boş ömrü dolduran..
Bu çılgının senden başka muini var mı.?
Gitme… Beni senden başka kimse anlar mı.?
Gözlerimi sen ki başka bir ufka açtın..
Nerdesin ya.? Nerdesin ya.? Ah neden kaçtın.?
*
Yapyalnızım.. Etrafımda yok senden bir iz..
Odam sessiz.. Dışarlarda yağan kar sessiz..
Bu geceler dayanılır gibi değil ki..
Ey şimdi bu satırları okuyan bil ki:
Istıraplar yüz katlı kış gecelerinde..
*
Fakat kızgın yanardağlar çıksa bağrımda,
Senin için ben her derde katlanırım da
Derim ki: “Bu gecelerin ızdırabiyle,
Ben ağlasam, harap olsam, çıldırsam bile;
Sen ateşli vücudunla ısınan rahat,
Yatağında bir rahibe saffetiyle yat..
Yat ve uyu.! Bu tatlı kış gecelerinde..”
*
1928 (Sayfa: 70-71)
*****
*
Gerçi, kafamı vurdum duvarlara yeisle;
Gerçi, benden kaçtığın zaman yanlış bir hisle,
''Niçin anlaşılmadım.?'' diye çok inledimdi.
*
Şimdi kalbim rahattır, şimdi başım serindir..
Kalbim ki senin en son sığınacak yerindir
Ve tekrar geleceğin günü bekliyor şimdi..
*
Çünkü insanlar yarın isteyince etini,
Aradığın lekesiz kardeş muhabbetini,
Yalnız benim serseri kalbimde bulacaksın..
*
Maskesi çabuk düşer temiz olmayanların;
Nihayet içyüzünü görerek insanların,
Göğsüme küçük bir kuş gibi sokulacaksın..
*
Ben ki her şeye dudak büken bir derbederim,
Ne kimseye yar olur, ne bahtiyar ederim,
Fakat sana her zaman hürmetle tapacağım..
*
Taşlar bile sarsılır duyduklarımı yazsam
Ah kardeşim.! Ben seni hiçbir şey yapamazsam
Ebedî yapacağım.! Ebedî yapacağım.!
*
1928 (Sayfa: 72)
*****
*
''Aşka yuf olsun dedim eğer yalvaracaksam.''
*
Servet-i Fünun, (1599/125), 1 Nisan 1927 (Sayfa: 91)
*****
*
-Mefkûreci-
*
Hayat ne fazla gülmek, ne de yasa girmektir,
Mevzuatı çiğnemek, talihi devirmektir..''
*
Irmak, (2), 1 Nisan 1928 (Sayfa: 97)
*****
*
Karşımızda heykel gibi başı dik duran,
Yüzümüze gururunun ışığı vuran
Bir muallim, insanlığın itilâsıdır..
*
Bir muallim, fakat öyle bir muallim ki:
-Bunu yazmak öyle acı, öyle elim ki..-
Girye bugün onun zevki, gam gıdasıdır.
*
Bir feragat içersinde geçer hayatı,
Bu ilahî yaşayışın tek mükâfatı:
Sefaletin kendisini boğan yasıdır.
*
Muallime dudak büken ey gafil uyan.!
Para değil bu mesleğe onu bağlayan,
Hocalığın sihirli bir iptilâsıdır.
*
Ölecekler bırakmadan belki hiçbir iz;
Fakat dünkü talebeler, bunu biliniz:
Muallimler, asrımızın evliyasıdır..
*
Servet-i Fünun (1584/110), 23 Aralık 1926
**
İtila: Yücelme, yükselme
Girye: Ağlama, ağlayış; gözyaşı
iptilâ: Düşkünlük, tutkunluk, alışkanlık, tiryakilik. 
(Sayfa: 108)
*****
--------------------Nahid'e
*
Önce kalbim ufak bir kıvılcımla tutuştu,
Bir yığın saman gibi şöyle parladım gitti..
Fakat şimdi saçlarım beyaz, yüzüm buruştu;
Daha yirmi yaşında ihtiyarladım gitti.!
*
Neticesiz bir aşka verdim gençliğimi,
Ne ufak bir temayül, ne bir iltifat gördüm..
Önünde yalvararak söylerken sevdiğimi,
Gözlerinde yüzüme inen bir tokat gördüm..
*
Bu bir taraflı aşkta hiç durmadan, Allahım,
Ümitsizlik sararken beynimi bir ağ gibi;
Ben yine seviyorum onu.. Aman Allahım.!
Bir macera görmedim ben bu macera gibi..
*
Servet-i Fünun, (1642/168), 2 Şubat 1928 (Sayfa: 116)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...