31 Ekim 2019 Perşembe

İtalo Calvino - Atalarımız, Çeviren: Rekin Teksoy

#İtaloCalvino #Atalarımız #İkiyeBölünenVikont #ÇevirenRekinTeksoy

''Yengeç mi arıyorsun.?'' dedi Medardo, ''Ben ahtapot avlıyorum.'' Avladığı ahtapotları gösterdi. Kocaman koyu renkli ya da beyaz ahtapotlardı. Bir kılıç vuruşuyla ikiye bölünmüşlerdi, ama dokunaçlarını oynatmayı sürdürüyorlardı.
''Bütün olan her şey böyle ortadan bölünebilecek olsa,'' dedi, kayalara dizdiği, çırpınan yarım ahtapotları okşayan dayım, ''herkes körelmiş, cahil bütünlüğünden sıyrılırdı. Bütünken her şey doğal, bulanık, hava gibi saçmaydı benim için; her şeyi gördüğümü sanıyordum, oysa gördüğüm kabuktu sadece. Sen de bir gün kendinin yarısı olursan, ki olmanı dilerim evladım, tam beyinlerin sıradan akıllarının ötesinde neler bulunduğunu anlarsın. Kendinin, dünyanın yarısını yitirmiş olacaksın, ama kalan yarı, bin kez daha derin, daha değerli olacak. O zaman sen de, her şeyin kendin gibi bölünmesini, parçalanmasını isteyeceksin, çünkü güzellik de, bilgi de, adalet de ancak parçalara bölünmüş olanda vardır.'' Sayfa: 42)

#İtaloCalvino #Atalarımız #İkiyeBölünenVikont #ÇevirenRekinTeksoy

''Ben, sana sevdalanmaya karar verdim, Pamela,'' dedi ona.
''Bunun için mi,'' diye hemen karşılık verdi Pamela, ''doğadaki bütün canlıları boğazlıyorsunuz.?''
''Pamela,'' diye içini çekti vikont, ''bunun dışında konuşacak ortak bir dilimiz yok ki. Yeryüzünde karşılaşan iki varlık, hep birbirlerinin gözlerini oyarlar. Benimle gel, bu kötülüğü iyi biliyorum ben, yanımda, başka hiç kimseyle olamayacağın kadar güvencede olacaksın, ben de herkes gibi kötülük yapıyorum, ama başkalarından farkım, elimin keskin olması.'' (Sayfa: 46)

#İtaloCalvino #Atalarımız #İkiyeBölünenVikont #ÇevirenRekinTeksoy

''Bir açıklama istiyorum doktor, olmayan bacağımın çok yürümek nedeniyle ağrıdığı gibi bir duyguya kapılıyorum. Ne olabilir bu.?'' Sayfa: 50)

#İtaloCalvino #Atalarımız #AğacaTüneyenBaron #ÇevirenFilizÖzdem

#İtaloCalvino #Atallarımız #AğacaTüneyenBaron #ÇeviriFilizÖzdem

#İtaloCalvino #Atalarımız #AğacaTüneyenBaron #ÇevirenFilizÖzdem

Uzun lafın kısası, bu ağaç sevgisi, bütün gerçek sevgilerde olduğu gibi, amansız ve sancılı da olsa, büyütmek ve şekillendirmek adına yaralamayı ve kesip atmayı öğretti ona. Elbette, budarken ve ayıklarken yalnızca mal sahibinin çıkarını değil, yayanın yürüyeceği yolları en elverişli hale getirmeye çalışarak kendi çıkarını da gözetiyordu; dolayısıyla iki ağaç arasında köprü oluşturan dallara dokunmamaya özen gösterirdi, hatta diğer dalların temizlenmesinden bunlar güç kazanırdı. Böylece, Ombrosa'nın zaten pek uysal bulduğu bitki örtüsünü, sanatının katkılarıyla kendisi için daha elverişli hale getiriyor, gelecekte hem doğaya, hem kendisine dost kazandırıyordu. Bu çalışmanın meyvelerini daha ileriki yaşlarda topladı, ağaçların biçimi o zamanlarda azalan gücünün yardımına yetişti. Sonra yol yordam bilmeyen, öngörüsüz bir açgözlülüğe sahip, başta kendisi olmak üzere hiçbir şeyle barışık olmayan kuşakların gelmesi her şeyi değiştirmeye yetti, artık hiçbir Cosimo ağaçlarda boy gösteremezdi. (Sayfa: 187)

#İtaloCalvino #Atalarımız #AğacaTüneyenBaron #ÇevirenFilizÖzdem

Nekahet döneminde, ceviz ağacının üstünde hareket edemeden yatarken daha ciddi çalışmalara verdi kendini. O sırada, Ağaçların Üstünde Kurulacak İdeal Bir Devlet İçin Anayasa Taslağı'nı yazmaya başladı; dürüst insanların yaşadığı düşsel Ağaçlık Cumhuriyeti'ni anlatıyordu burada. Yasalar ve hükümetle ilgili bir inceleme olarak yazmaya başlamıştı; ama yazdıkça, çetrefil hikâyeler uydurma eğilimi üstün geldi ve sonucunda serüvenler, düellolar ve aile hukukuyla ilgili bölüme eklenen açık saçık fıkralarla arapsaçına dönmüş bir şey çıktı ortaya. Kitabın sonu şöyle olacaktı: Yazar, ağaçların üstünde kusursuz Devlet'i kurduktan ve bütün insanlığı mutlu bir hayat sürmek için ağaçların tepesinde yaşamaya ikna ettikten sonra, kendisi ıpıssız kalan yeryüzünde yaşamak için yere iniyordu. İnecekti, ama kitap yarım kaldı. Özetini, gösterişsiz bir ifadeyle, Ansiklopedi okuyucusu Cosimo Rondo diye imzalayarak Diderot'ya gönderdi. Diderot da ona, teşekkürlerini belirten bir pusulayla karşılık verdi. (Sayfa: 229)

#İtaloCalvino #Atalarımız #AğacaTüneyenBaron #ÇevirenFilizÖzdem Sayfa: 251

#İtaloCalvino #Atalarımız #AğacaTüneyenBaron #ÇevirenFilizÖzdem Sayfa: 265

#İtaloCalvino #Atalarımız #VarolmayanŞövalye #ÇevirenNeyyireGülIşık
Bu öykünün geçtiği çağda dünyanın düzeni henüz karışıktı. Varolan hiçbir şeyin karşılık vermediği adlara, düşüncelere, kalıplara, kurumlara rastlamak olağandı. Öte yandan yeryüzü adsız, öteki şeylerden ayrımsız cisimlerle, kişilerle, yetilerle kaynaşıyordu. Öyle bir çağdı ki, varolma, iz bırakma, varolan her şeyle sürtüşme iradesi ve direnci henüz tümüyle kullanılmıyordu, çünkü çok kişi -yoksulluktan, bilgisizlikten, ya da tam tersine, her şey böyle de pekâlâ yürüdüğünden ötürü- bundan hiç yararlanmıyordu, bu yüzden bir miktarı boşlukta öylece yitip gidiyordu. İşte o zaman, böyle erimiş durumda bulunan irade ve özbilincin, tıpkı algılanamayacak kadar minik su zerrelerinin yoğunlaşıp buluta dönüştüğü gibi, bir noktada yoğunlaştığı oluyordu; bu toprak rastlantı sonucu ya da içgüdüyle o zamanlar çoğu yerde açık bulunan bir ada, bir soya, askeri kadrolarda bir rütbeye, bir yerine getirilecek görevler ve saplanmış kurallar öbeğine tosluyordu; -en önemlisi- boş bir zırha rastlıyordu, en önemlisi dedim, çünkü o olmazsa varolan biri bile yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalırdı, siz bir de varolmayanı düşünün.. Guildivernizade Agilulfo'nun da yiğitlik gösterip şanının yürümesi böyle başlamıştı işte. (Sayfa: 339)
#İtaloCalvino #Atalarımız #VarolmayanŞövalye #ÇevirenNeyyireGülIşık
#İtaloCalvino #Atalarımız #VarolmayanŞövalye #ÇevirenNeyyireGülIşık
#İtaloCalvino #Atalarımız #VarolmayanŞövalye #ÇevirenNeyyireGülIşık
#İtaloCalvino #Atalarımız #VarolmayanŞövalye #ÇevirenNeyyireGülIşık
#İtaloCalvino #Atalarımız #VarolmayanŞövalye #ÇevirenNeyyireGülIşık
Sayfanın yararlı yanı onu çevirdiğindedir, ardında kitabın bütün sayfalarını zorlayan, darmadağın eden yaşam vardır. Kalemi iten güç, o seni yıllar boyunca koşturan zevktir. (..)
..işte ey gelecek, senin atının eyerine atladım. Daha temelleri atılmamış kentlerin kulelerinin burçlarından hangi bayrakları dalgalandırarak karşılıyorsun beni.? (..) Hangi beklenmedik altın çağdır hazırladığın, sen ele avuca sığmayan, sen bedeli yüksek hazinelerin habercisi, sen fethedilmeyi bekleyen krallığım benim, ey gelecek..

28 Ekim 2019 Pazartesi

Sophokles - Antigone, Çeviren: Ari Çokona

Antik çağlarda Yunanlılar ölülerinin kutsal olduklarına inanır, ruhlarının huzura kavuşması için onlara görkemli cenaze merasimleri düzenlerdi. Önce yakın akrabaları ölünün gözlerini kapatıp ağzını bağlar, altmış yaşından büyük kadınlar onu tören için hazırlardı. Ardından yüzü örtülür, bedeni yıkanıp kokulu yağlar sürülür, başına yaşam mücadelesindeki zaferini simgeleyen, çiçeklerden örülmüş ya da altından bir çelenk konurdu. Ertesi gün ölüye beyaz giysiler giydirilip yatağın çevresine ballı çörekler bırakılır, akraba ve dostları ziyaretine gelirdi. Yas tutanlar siyah elbiseler giyip saçlarını kısa keserdi
Cenaze bir sonraki gün şafak vaktinde, akrabalarının omuzlarında ya da at arabasıyla şehir surları dışında bulunan mezarlığa taşınırdı. Zengin aileler, ağlayıp dövünmek üzere genelde Karyalı kadınlardan oluşan profesyonel ağıt yakıcılar tutardı. Mezara, ölünün gideceği yerde ihtiyacı olacağına inanılan kişisel eşyaları ve yiyecekler de konurdu. MÖ XI. yüzyıldan itibaren Doğu halklarının ve özellikle Hititlerin etkisiyle yetişkin ölülerin yakılması geleneği de yayıldı. Salgın hastalıkların önlenmesi amacıyla savaş dönemlerinde tercih edilen ölüleri yakma uygulaması Hristiyanlığın yayılmasıyla terk edildi.
Antigone, ağabeyi Polyneikes'e yapılan bu haksızlığı kabullenemez ve devletin başı olan Kreon'un emrini tanımaz. Önce cesedin üstünü toprakla örter, nöbetçilerin toprağı süpürmesi üzerine de tekrar bir sembolik cenaze düzenlemeye hazırlanırken suçüstü yakalanır. Genç kız: ''Öbür dünyada kim bilir nasıldır ''iyi''nin tanımı.!'' sözleriyle kralı emirlerini yeniden düşünmeye çağırır. ''Nefret etmek için değil, sevmek için yaratıldım,'' cümlesiyle de çağlar ötesinden günümüze bir insanlık dersi verir. Kreon, emrine karşı geldiği gerekçesiyle Antigone'yi ölüme mahkûm eder: Canlı canlı bir kaya mezara konulacak ve orada ölecektir.
Antigone ile Kreon'un çatışması kaçınılmazdır. Aileye ve ölülere saygı gösterilmesini öngören tanrı yasalarına itaat eden bir genç kızın Antigone gibi, iktidarını savunmak zorunda kalan bir kralın da Kreon gibi davranması beklenirdi. Sempatiyle yaklaştığımız Antigone'nin tragedyasının yanında, yanlış gerekçelere dayandırdığı boş bir inat yüzünden her şeyini yitiren Kreon'un tragedyası da vardır.

#Sophokles #Antigone #ÇevirenAriÇokona Sayfa: IX-X
#Sophokles #Antigone #ÇevirenAriÇokona

26 Ekim 2019 Cumartesi

Bilge Karasu - İmbilim Ders Notları (Yayına Hazırlayan: Cemal Güzel)

#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel

Alışmamız gerekenler:
1) Her bildiğimizi, her okuduğumuzu, karşımızda konuşanın da bilmesi, okumuş olması gerekmez.
Oysa beğendiğimiz, değer verdiğimiz kimselerden bunu bekleriz, genellikle.
Şu beklenti, acaba, 'ne'den kaynaklanıyor.?
*
Bilmediğimiz, bilmediğimizin farkına vardığımız bir konuyu, bir bilenin, bize 'derli toplu' anlatmasını, anlatabilmesini isteriz. Oysa, kabul etmekte isteksiz davrandığımız bir şey vardır: ''Toparlayıcılık'', ''derli toplu'' anlatmak işi, bir bakıma, ''konservecilik''tir.
*
a) ''Toparlayıcılık'' konserveciliktir.
b) Yaşayan düşünce; dilin içinde, bir adamın belli bir noktada (tarih, toplum, kültür v.b.) bir sezgiyi iletilebilir bir biçim içinde ''verebilmek'' için geçtiği yolların hepsini kapsayan bir ''yaşayan'' düşünce ile, değiş-tokuşa yarayan birtakım ''paralara'' dönüşmüş düşünce arasında doldurulamaz bir boşluk vardır.
ba) Düşünceleri ''kaynağından'' okumak.
bb) ''Daha kolay kavranabilir'' biçimdeki toparlayıcılık ya da özetleme göreceliği.
*
2) Her şeyi anlamak zorunda, değiliz. (Her şeyi bilmek, okumak..)
2a) Anlamak, bilmek, okumak, birtakım koşullara bağlıdır. Bu koşullar her zaman denetimimizde değildir. (Örneğin neler.?)
2aa) Denetimimizde olan koşullar ise, ancak kişisel, sürekli bir çaba ile ürün verebilir. Okumayı da, düşünmeyi de sürekli olarak öğrenmek, yetkinleştirmek zorundayız. Elimizden geleni öğrenmek, ona göre eylemek zorundayız.
3) Hiçbir düşünce her şeyi açıklayıp her şeye çare bulduracak değildir.
Gitgide genişleyen kavrama çerçeveleri. Öğrendiklerimizin birbirine basamak oluşu. (Bir bakıma, bildiklerimizin sözünü etmek için, bildiklerimizi ''toparlamak'' için, çizdiğimiz yeni bir çerçeve; bildiklerimizi sığdıracak, temel düzeneği öne alacak, buna karşılık gitgide soyutlaşacak, bir alan. ''Konservecilik'' dediğim, bu süreç. Bunu kendi için kullanan adama yararlıdır bu. Ama başkasına aktarılacak şey bu olunca, doğrusu çok ''az'' şey aktarılmış oluyor. Yaşanmamış bir sürecin sonuçları pek ''zenginleştirici'' değildir..)
(..)
* Beklentilerimizi karşılamak için yapacağımız şey, gidip aramaktır. (Sayfa: 13-15)
***
İm/bilim
*
Bilim.. Bir bakıma, ''belli'' bir alana yönelmiş olan araştırmalar bütünüdür. (Bu tanımın eksiği çok ama, önemli noktaları..) Alanın belirlenmesi, ereknesnelerin seçimi, yöntemlerin seçimi pek çok etmene bağlıdır. O araştırmaların bize ''öğrettiği'' var, yarattığı olanaklar var; bunun yanı sıra neleri bilmediğimizin farkına vardırmak gibi bir yararı da var. Bilmediğimizi bilmediğimiz olanın bir parçacığı bilmediğimizi 'bildiklerimiz' arasına giriveriyor. (..)
İmbilimle uğraşan herkesin anlaştığı önemli bir nokta var: İmbilim, kurulmakta, oluşturulmakta olan bir bilim niteliği taşıyor. (..)
İmbilimin amaçladığı, kabaca söylendikte, anlam üretimi biçimlerinin, anlam üretim biçimlerinin düzenlenişinin incelenmesi, bu alanda biçimselleştirilmiş, niceleştirilmiş birtakım sonuçlara varılabilmesi. (Bu da imbilimi bir bilim haline getirmenin önemli bir adımıdır. Buraya giderken kendisine terimler arar.) (Sayfa: 16-17)
#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
[Herkes hep anı şeyleri okursa durumumuz bir yoksulluğa varır.
Okumada çeşitlilik gerekir.] Bu, ilgilerde de çeşitlilik demektir.
İlgiler değişik, olanaklar değişiktir. Ama bu başka başka okumalar, terimlerden biri olan ''metinlerarası'' bütün ya da bütünce üzerinde dururken, birden, başka bir anlam kazanacaktır.
[Bir metne yaklaşırken her insanda şu durumlar vardır: İlgimizin var olup olmaması; olanakların var olup olmaması; bizim getirdiklerimiz ile getirmediklerimiz. Bu bizi okuma sorununa götürür. Başka başka okumalar, okunanlar dünyasını oluşturur. Metinlerarası bütünce (bütünce: bir dil olayını incelemek amacıyla araştırmacının derlediği sözlü ya da yazılı örnekler bütünü) iki türlü anlaşılabilir: 1- Ortada olan metinlerin oluşturduğu bütün -bu oldukça somut bir bütündür. 2- Her birimizin okuyarak oluşturduğu bütün. Bu ikisi arasında önemli bir fark vardır. Diğerlerini okumadıkça o diğerleri bizim için yoktur. Okumanın yarattığı sorun, okur olarak metne getirdiklerimiz konusunda epey düşünmek gerekir. Metinden bir şey almadan metne bir şey vermelidir. Metni kurmak -boş bırakılan yerleri doldurmak- gerekir. (Sayfa: 18-19)

#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
[Değişik okumalar: Okumalardan biri fiziksel açıdan ele alınabilir: sıyırarak okuma, tarayarak okuma gibi. Bu burada bir kenara bırakılacaktır.
Anlamanın nasıl anlaşılacağı üzerine: değişik zamanlarda yapılan okumalar. Diyelimki okumaya girişilen metin hakkında hiçbir şey bilinmiyor.Okur hiç bilmediği bir metinle karşılaşıyor. Kişi, bu durumda, okurken okurken yavaş yavaş bir şeyler anlayabilir. (Okuma okurun etkin olarak katılmak zorunda olduğu bir süreçtir. Her adımda metnin bizi nereye götürdüğünü bilmek zorundayız.)
Okur bir metni okuduktan sonra yeniden başa döndüğünde, bir şeyleri atladığını düşünür. Bu 'atlama' değildir. 'Atlama' gibi görünen, bir şeyleri bir yerlere yerleştirememektir.
Aynı metni, uzunca bir süre sonra ikinci kez okuduğumuzda, başka bir gözle okuruz. Geçen sürede başka bilgiler, başka yaşantılar, başka okumalar vardır.
Metnin başında bir şey bilmiyoruz. Metni okudukça anlıyoruz. Bunu sağlayan metin içi bağıntılardır. Metin içi işleyiş okumaya yardımcı olabiliyor.
Yaşantılar metin dışında getirilenlerdir. Bunlar da metni anlamaya yardımcı oluyor. Yaşama, bilinenlerin genişletilmesidir.
Dolayısıyla okuduğumuz metni anlamada
a) metin içi
b) metin dışı öğeler işe karışmaktadır.] (
Sayfa: 19-20)
#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
[Dilbilim tümcenin bittiği yerde biter; en çok tümceye gelesiye kadar iş görür. İmbilim bunun geldiği yerden başlar. Tümcenin sonrası, yani bağlam imbilimin alanına girer.
''Bu deyimi gökyüzüne attım.''
(..) Bu tümce anlaşılır mı.? Bu soruya iki yanıt verilir:
1) anlıyoruz,
2) anlamıyoruz.
Niye anlamadık.? Tümce sözdizimi kurallarına uygun. Ama sözdizimi kurallarına uygun olması anlamamıza yetmiyor. Neden.? Tümce ne demek istiyor.? ''Demek istemek'' bizi anlama getirir. Bir iletinin uyması gereken kurallardan ilk öbek sözdizimi kuralları, ikinci öbekse anlam kurallarıdır. Bu örnekte anlam kurallarına aykırılık sözkonusudur.] (Sayfa:27)
#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
[Adla bir şeyi bir yokluktan çıkartıp var ederiz. Belli bir şey haline getiririz. Hükmümüzü adlar yoluyla yürütürüz. Belli bir şeyi dile getirdiğimizde onu hükmümüz altına alırız. Ad bir büyüdür. Adlar yalnız seçip ayıklamada kullandığımız şeyler değildirler. Dünyayı kurmamızı sağlarlar. Çünkü dünyayı adlarla kurarız. Ne ki, bir adı bilmekle de iş bitmez. Bir nesnenin ondan başka adı olup olmadığını da hesaba katmalıyız. Birtakım kuralların olması yetmez. Bunlardan başka kuralların olmadığı da bilinmelidir. Bir şeyi tanımak için olduğu şeyleri tanımak yetmez, olmadığı şeyleri de bilmek zorundayız.
Bazı adlarda uzlaşım sözkonusudur. Ama uzlaşımın dışına da çıkabilir. Öte yandan uzlaşımın sözkonusu olmadığı alanlar da vardır. Örneğin sanat alanı. İnce Memed, Anna Karanina v.s v.s. bunlar bir kullanıma özgü adlardır. ''Ahmet mi Mehmet mi.?'' sorusunu yadırgamayız. Çünkü Ahmet Mehmet de olabilirdi. Ama olmamış. Öte yandan ''Hamlet mi Budala mı.?'' sorusunu yadırgarız. Çünkü kişiyle adı arasındaki ilişki ile sanat eseriyle sanat eserinin adı arasındaki ilişki başkadır da ondan. Sanat alanında yapıtlar adlarıyla gelirler; okurun önüne öyle çıkarlar. Sanat eserinin adı hemen onu ayırmaktadır hem de onun bir çeşit tanımıdır. Bir tanedir, başka şeye de benzemez. Sanat eserinin adında, insan ya da nesne adlarında olmayan bir şey daha vardır: Örneğin Levent Levent'i açıklamaz ama Anna Karanina Anna Karanina'yı açıklamak içindir. Bir öyküyü okuyup unuttuğumuzda, o öyküde anımsadığımız en ufak bir parça bile onu ''var kılar''. Öykünün adı o yapıta bağlanmıştır. Nedeni de açıklayıcı olmasıdır. Adın açıklayıcılığıysa imbilim açısından çok önemlidir. Çünkü bir süreci, hangi yoldan gitmemiz, okumamız gerektiğini verir. Hem yalnız sanat alanında değil, bilim, felsefe alanında da ipucunu, kitabın yolculuğunu verir. Bir kitabın adı, bizim bir ad taşımamızdan daha önemlidir. Bir kitabın adı, o kitabın açıklayıcı bir girişi olabilir. Bir resmin adı, o resmi nasıl okuyacağımıza bir yaklaşım olabilir. Resmin adı, resmin nasıl okunacağını bakana gösterebilir; bir okuma önerisi olabilir. (Sayfa: 28-30)
#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
[Duruk metinler bir tek önermeyle özetlenebilirler. Duruk bir metin karşısında okur, şimdi ne denecek diye merak etmez.]
(..)
[Anlatı metninde herhangi bir öğe baştan değilleniyor ya da evetleniyor olabilir. Bu öğe baştan değilleniyorsa sonda evetlenecek, evetleniyorsa da değillenecektir.]
Masalların yoksul Keloğlan'ı sonunda zengin olur. Başlangıç durumunu değilleyen bir son duruma dönüşümü taşıyan bir metne anlatısal metin diyoruz. (Sayfa: 39)

#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
Bir arkadaşınız, işlenenleri ilginç, yararlı bulmakla birlikte, bunların kendisini ürküttüğünü söyledi. ''Okumaktan korkar oldum..'' dedi.
Bir bakıma, dile getirdiği şu: Kimi şeyi bilmek, okumanın kendiliğindenliğini, ''doğal''lığını ortadan kaldırıyor. Kendini ''kaptırmak'' gitgide güçleşiyor.. (Oysa, kendiliğindenliğin, kaptırmanın hazzı, çocukluğumuzla birlikte yitirmeğe başladığımız bir haz türüdür. ''Yitik cennet'' mythosu, bildiğimiz kadarıyla, her kültürün demirbaş öğelerindendir. Belki öğrenmemizi sürdürdükçe o cennete dönmenin yolunu, bambaşka bir biçimde, yeniden bulabiliriz. Bu da, 'büyük uygarlıkların' demirbaş öğelerinden biridir.
Ama şunu da unutmamalı: Bu öğrendiklerimizi sindirdikçe okumamız ağırlaşmaz derinleşir. [Hızlı okuma sorunu ayrıca ele alınacak bir sorundur.] Zamanla, okumamız gene hızlanabilir. Ama verimi artmış bir okumanın, hızlı olmakla kalan bir okumadan daha ilginç olacağı söylenebilir sanırım.
Gene hızlanabilir okumamız; çünkü sözü edilen çözümleme işlemleri artık ''kendiliğinden'' hem de çok çabuk, çok yönlü olarak yapılacaktır.
Elbette, okuduklarımız üzerine 'yazmak' başka bir iştir. (
Sayfa: 62-63)

21 Ekim 2019 Pazartesi

Patrıck Süskınd - Koku (Çeviri: Tevfik Turan)

#PatrıckSüskınd  #Koku

#PatrıckSüskınd  #Koku

#PatrıckSüskınd  #Koku #ÇeviriTevfikTuran

Kokuların öyle bir inandırıcılığı vardır ki, sözden, gözle görmekten, duygudan, iradeden daha güçlüdür. Savulup atılamaz bu inandırıcılık, soluduğumuz havanın ciğerlerimize işleyişi gibi, o da içimize işler, doldurur bizi, hepten ele geçirir, çaresi yoktur. (Sayfa: 92)

#PatrıckSüskınd  #Koku #ÇeviriTevfikTuran

Dip Not:
*
Argos: Yunan mitolojisinden bir figür. Başının ya da bedeninin her yanına dağılmış 100 gözünden dolayı Panopones diye adlandırılmıştır. (Sayfa: 101)

#PatrıckSüskınd  #Koku #ÇeviriTevfikTuran

Bugüne kadar hep, büzülüp uzaklaşması gereken şeyin genel olarak dünya olduğunu sanmıştı. Oysa dünya değildi, insanlardı. Öyle görünüyordu ki dünyada, insanları boşalmış bir dünyada pekâlâ yaşanabilirdi. (Sayfa: 125)

#PatrıckSüskınd  #Koku #ÇeviriTevfikTuran

İnzivayı seçen insanlar vardır, bilinir: bir günahın kefaretini ödemek isteyenler, başarısızlığa uğramışlar, azizler ya da peygamberler. Böyleleri çöllere çekilip çekirge ve yaban balı yiyerek yaşamayı yeğler. Kimisi de kenarda köşede kalmış adalarda, mağaralarda, dehlizlerde ya da -biraz daha gösterişlisi- sırıklar üzerinde kurulmuş, göklere uzanan kafeslerde yaşarlar. Amaçları Tanrı'ya daha yakın olmaktır. Kendilerini yalnızlıkla cezalandırıp günahlarının ceremesini çekerler. Böyle davranırken Tanrı'nın hoşnut olacağı bir yaşam sürdükleri inancı içindedirler. Ya da aylarca, yıllarca, kendilerine yalnızlıkları içinde bir Tanrı haberi ulaşmasını bekler, gelince bir acele insanlar arasında yaymaya yeltenirler.
Bunlardan hiçbiri Grenouille'a uymuyordu. Tanrı'la en ufak bir alışverişi yoktu. Günah çıkarmıyor, yüce bir ilham beklemiyordu. Sadece kendi öz, biricik eğlencesi için çekilmişti mağaraya, kendi kendine yakın olmak için sadece. Başka hiçbir şeyin gölgelemediği kendi varlığı içinde yüzüyor ve bu ona harika geliyordu. Kendi cenazesi gibi, neredeyse soluk bile almadan, neredeyse kalbi atmaz olmuş gibi yatıyordu o kaya çukurunda
-ama öyle yoğun, öyle taşkınca bir hayat sürüyordu ki, dışarıdaki dünyada benim diyen zevkusefa düşkünü, benzerini yaşamamıştır. (
Sayfa: 132-133)

#PatrıckSüskınd  #Koku #ÇeviriTevfikTuran

''İlk kez sevgiyle bir şey yapmışlardı.'' (Sayfa: 263)

20 Ekim 2019 Pazar

Albert Camus - Calıgula

..Şu dünyaya, şu haliyle tahammül etmem mümkün değil. O yüzden aya ihtiyacım var, ya da mutluluğa ya da ölümsüzlüğe, varsın adı delilik olsun, benim öylesine, şu dünyadan olmayan bir şeye ihtiyacım var. (Sayfa: 22)
*****
Calıgula:
*
İşte bu kadar.! (İçer.) Dinle şimdi. (Hayallere dalmış gibi) Evvel zaman içinde, kimselerin sevmediği bir imparator yaşarmış. Kimseler imparatoru sevmezmiş ama imparator, Lepidus'u çok severmiş. Günün birinde bakmış ki imparator, Lepidus küçük oğlunu çok seviyor, oracıkta öldürtmüş küçük oğlunu; çünkü Lepidus'un yüreğinden o sevgiyi söküp atmak istemiş. (Farklı bir sesle) İnanmayın canım hemen, hikâye işte. Komik ama değil mi.? Eh gülmüyorsun Lepidus. Kimse mi gülmüyor yoksa.? Gülmüyor.. Pekâalâ. (Birden öfkeye kapılır) Herkesin derhal gülmesini emrediyorum.! Güleceksin Lepidus, hepiniz güleceksiniz. Kalkın ayağa, gülün katıla katıla. (Masaya yumruğunu vurur.) Göreceğim, hepinizin güldüğünü göreceğim.
(..)
(Sedire devrilir, kendinden geçmiş halde kahkahalar atarak) Şunlara bak Caesonia, şu rezilliğe bak.! Zarafetten, saygınlıktan bahsedenlerin haline bak, gördün mü buraya kadarmış, hani nerede kaldı atalarımızın bilgeliği, hani millet görse ne derdi, lafta kaldı bak, buraya kadarmış hepsi. Bunun adı korku Caesonia, korkunun önünde hiçbir şey duramaz. Esaslı duygudur korku, medet ummaz başkasından, saftır, sahicidir, atadan gelir asaleti. (Sayfa: 54)

#AlbertCamus  #Calıgula

#AlbertCamus  #Calıgula

19 Ekim 2019 Cumartesi

Jose Maurode Vasconcelos - Delifişek, Zeze

#JoseMaurodeVasconcelos  #Delifişek  #Zeze

Vasconcelos, yazı yazma yöntemini bize şöyle anlatır: ''Kitaplarımı birkaç gün içinde yazıverdiğim doğrudur. Ama buna karşılık fikirlerimi olgunlaştırıncaya kadar yıllarca üstünde düşünür taşınırım. Hep daktiloyla yazar, her bir bölümü hiç durmaksızın yazıp bitiririm; yazdıklarımı ancak bitirdiğim zaman okurum. Gece gündüz, saat kaç olursa olsun yazarım. Yazı yazarken sank
i transa geçerim. Ancak parmaklarım acımaya başladığı zaman bırakırım tuşlara vurmayı, o zaman anlarım ne kadar çok çalıştığımı. Çalışmak mı dedim.? Ne düşüncemi ne de duygularımı iyi anlatabildim: Yazı yazmak, öyküler anlatmak, yaşanmış olayları nakletmek, tanıdığım çocukların anılarına dalmak benim için çalışmak demek değildir. Kendi kendime verdiğim bir armağandır bu.'' (Sayfa: 12)

#JoseMaurodeVasconcelos  #Delifişek  #Zeze

#JoseMaurodeVasconcelos  #Delifişek  #Zeze

#JoseMaurodeVasconcelos  #Delifişek  #Zeze

17 Ekim 2019 Perşembe

Jose Maurode Vasconcelos - Güneşi Uyandıralım, Zeze

Jose Mauro de Vasconcelos, Güneşi Uyandıralım

Jose Mauro de Vasconcelos, Güneşi Uyandıralım

#JoseMaurodeVasconcelos #GüneşiUyandıralım

Jose Mauro de Vasconcelos, Güneşi Uyandıralım

#JoseMaurodeVasconcelos #GüneşiUyandıralım

#JoseMaurodeVasconcelos #GüneşiUyandıralım

''..Nesnelerin ve varlıkların kaderini kabullenmeliyiz. Seni çok özleyeceğim. Özlemimi, hayatın güzelliğiyle gidermeye çalışacağım; çünkü güzellik bir boşluğu doldurmaya çalışır, şefkat, sevgi denilen basit bir şeyi. Çocuk yüreğinin yumuşaklığını. İşte bunu kimse bulamaz, ne yıldızların güzelliğinde ne ay ışığının yansımasında. Güzellik beni yavaş yavaş yatıştırır, sevginden yoksun kalmanın yüreğime verdiği hüznü bastırır.''
Uzun, upuzun bir iç çektim ve mırıldandım.
''Az önce bir şeyi kanıtlamış oldun. İnsan-hayvanlar, insan-kişilerden çok daha yüce gönüllü, çok daha iyi oluyorlar.''
(Sayfa: 219)
*
''Merak etme. Ağlamayacağım. Yüreğimde büyük bir boşluk bırakacaksın. Gittiğin yerde bütün güzellikler senin olsun.''
(..)
''O zamanlar geçti. Ya da belki de geçen benim, çünkü zaman durağandır..'' (Sayfa: 220)

#JoseMaurodeVasconcelos #GüneşiUyandıralım #Zeze

#JoseMaurodeVasconcelos #GüneşiUyandıralım #Zeze

#JoseMaurodeVasconcelos #GüneşiUyandıralım #Zeze

''Monptit, hayat budur işte. Hep giden birileri olur. Ne yürek unutur ne özlemler ölür. Bunlar sevgimizde yaşamaya devam eder. Ama birileri, zamanı geldiğinde gitmek zorundadır.'' (Sayfa: 255)
*
Neden hayattaki her şey gitmek, gelip geçmek zorundaydı.? Zeze, yalnızca doğmak, yola çıkmak demek olduğundan. Yolculuk, daha ilk dakikada başlar. İlk kez soluk aldığın anda. Hayatın katı gerçeğiyle savaşamazsın.

#JoseMaurodeVasconcelos #GüneşiUyandıralım #Zeze

Mutlu olmak nedir.? Kim bilir.? Mutluluk tıpkı zamana benziyor: O değil, insanlar hareket ediyor, insanlar geçip gidiyor. Geçiyor. Geçiyor. Yıldızlarla dolu bir gece isterdin, Adam. Ayın nehirdeki yansımasında uyumak. Benim gecemde bunların hiçbiri yok, değil mi.? Varsa yoksa genzi yakan, saçları kirleten bu sis. (Sayfa: 273)
*
Aslında kimse başkalarının acıya katlanma gücünü bilemez. Bir tek yüreğimiz bilir. Bu neye yarar.?
(..)
Bu bir tren. Portekizlimi öldüren katil bir tren. Şeker Portakalımın hayallerini biçen bir tren. Büyüyünce sık sık o trene bindim, Adam. Tekerlerinin kederimi, olmayanların yokluğunu tekrar tekrar çiğnediğini kimseler bilmedi. (Sayfa: 274)

#JoseMaurodeVasconcelos #GüneşiUyandıralım #Zeze

*Bir cururu kurbağası
Durmuş nehir kenarında
Bir türkü tutturduysa
Üşümüş demektir, söyleyin kıza..
Üşümüş demektir, söyleyin kıza..
Üşümüş demektir, söyleyin kıza..

Üşümüş demektir, söyleyin kıza.. (Sayfa: 275)

7 Ekim 2019 Pazartesi

Sophokles - Kral Oidipus

#Sophokles #KralOidipus

Murat Bardakçı - Talât Paşanın Evrakı Metrukesi

(Sadrazam Talât Paşa'nın özel arşivinde bulunan Ermeni tehciri konusundaki belgeler ve hususi yazışmalar.)
*
İkinci Meşrutiyet'in ilânından sonra gazetelerde ve dergilerde yazmaya başlayan Halide Edip'in eğitim konusundaki makaleleri Maarif Nezareti'nin dikkatini çekmiş, 1909'da Dârü'l-muallimât'ın pedagoji öğretmenliğine tayin edilmiş ve vakıf kız mekteplerinde müfettişlik yapmıştı.
1917'de Bahriye Nazırı ve Dördüncü Ordu Kumandanı Cemal Paşa'nın davetiyle Türk kız mekteplerinin umumi müfettişi olarak bu okulları yeniden düzenlemek maksadıyla Beyrut'a ve Şam'a giden Halide Edip, buralarda birkaç yeni okul ve bir de dârü'l-eytam açtı. 1918'de İstanbul'a döndü ve Dârü'l-fünûn'da Garp Edebiyatı dersleri vermeye başladı.
İttihat ve Terakki'nin iktidar yıllarında Türkçü ve Turancı akımlara da ilgi duyan ve partinin lider kadrosundan özellikle Ziya Gökalp, Cavid Bey ve Cemal Paşa ile yakın dostluğu olan Halide Edip, Cavid Bey'e Beyrut'tan gönderdiği bu mektubunda tehcir sırasında Suriye'ye ve Lübnan'a gönderilen Ermenilerin durumunu anlatıyor. 
(Sayfa: 149-151)
*
>>>>>Halide Edip'in mektubundaki abartılı ifadeleri, sanatçı kişiliğine ve romancılığına vermek gerekir.<<<<<<


Halide Edip Hanım'ın (Adıvar) Maliye Nazırı Cavid Bey'e Beyrut'tan gönderdiği mektup (1 Mart 1917)
*
Muhterem Cavid Bey,
Evvelâ yeni senenizi tebrik ederim sonra da nâzırlığınızı. Ben Şam'da iken Talât Paşa Hazretleri'nin Cemal Paşa'ya telgrafına rağmen bu havadise inanmadım. Bütün Suriye vilâyetleri valileri ile suret-i kat'iyyede mübâhaseye giriştim, ''Cavid Bey olmaz, kabul etmez'' dedim. Fakat dün İstanbul'dan gelen bir Tanin'de Muhittin Bey'in ''Cavid Bey dördüncü defa Maliye Nezareti sandalyesine oturuyor'' cümlesini okuyunca iman ettim. Her halde memleket için bunu hayırlı görmüş olacaksınız. Allah muvaffak etsin ve hele dahili siyasetimizde daha liberal bir tahavvüle sebebbiyet verebilirseniz her halde bu bir lutuf olur.
İşte ben de nihayet burada bir eski manastırın Akdeniz ve Lübnan'a bakan açık koridorlarında bir rahibe hayatı yaşıyorum. Kendi hayatımın nasıl geçtiğini pek bilmiyorum. Gündüz, gece, birbirini baş döndürücü bir sür'atle takip eyliyor. Dört mektep birden ve muhtelif yerlerde açtığımız için masabaşı işleri, seyahat bittiği yok. Esasen biterse sıkılıyorum. Suriye'ye pek bedbaht oldukları zaman geldim. Onun için Suriye'yi ve Suriyeliler'i çok seviyorum. Esasen ben bu kadar ince, bu kadar kusursuz güzel bir memleket görmedim. Güzel insanların, sevgili insanların gözleri gibi akşamları ufuklar, dağlar, denizler, insanın kalbini ağlatıyor. Esasen bu memleket bugünlerde hep insanı ağlatacak gibi. Eleminde o kadar derin ve ezilmiş bir şey var. Bilhassa Ermeniler, Cevad Paşa'nın aziz başına Allah'la beraber yemin eden sırf burada yaşamak hakkını bulan bir sürü bedbaht Ermeni var. Mektebe bağlı binada da birçok var. Çöllerde ot yiyerek karınları şiştikten sonra kimi anasını, kimi babasını, birçokları da çocuklarını kaybettikten sonra buraya düşmüşler. Daha doğrusu, Cemal Paşa getirtmiş. Belediye biraz yiyecek veriyor oturuyorlar. (..) bu bedbahtlarla hemen birbirimizi sevdik. Çocuklarıyla, kadınlarıyla ayrıca meşgul oluyorum. Küçüklerine bir sınıf açtık okutuyoruz. Rusya Türkleri'nden beraber getirdiğim bir küçük muallime bu melek gibi fedâkâr ve muhabbetli aralarında çalışıyor. Dışarıdan anası açlıktan ölen, babası yanında öldürülen on iki yaşında bir Ermeni kızı geldi, iltica etti. Mahzun büyük gözleriyle etrafımda dolaşıyor, lüzumlu lüzumsuz elimi öpüp ağlıyor. Bahçede bir facia daha var.! Oğlunu yanında öldürürlerken birdenbire dilini kaybeden bir bedbaht, öteki oğlunu ve ailesini nereye attıklarını bilemiyor. Ayakları çıplak, gözleri elem içinde, mütemadiyen işaretle felâketini haykırıyor. Bâzen geceleri çocuğu ölen bir kadın gibi, başı elleri içinde döğünüyor, döğünüyor. Gündüzleri yazı yazarken bâzen hıçkırdığını işitiyorum. Pencereye koşuyorum, aşağıda bahçede ellerini sallıyor, oğlunun kalbinden kurşun geçerken çıkan sesi göklere uluyor, söylüyor. İşte bunlardan binlerce, yüzlerce var. Yetimhaneler hayatta bir şeyin telâfi edemeyeceği şeyi kaybetmiş yarı aç bedbaht çocuklarla dolu. Ermeniler bana diyorlar ki - Senin Suriye'ye gelmeni iki aydır uykumuz kaçarak bekledik. Bizim için bir şey yap. Dünyada bir Cemal Paşa, bir seni severiz. Ben ne yapabilirim. Her gittiği yerde bana mutlak sefalet manzaralarını gösterip ağlıyorlar. Şam'da beni bir saat eski dar sokaklarda dolaştırdıktan sonra götürdükleri bir yerde kadın, erkek söylediler, söylediler ve birdenbire çok metin görünen bir erkek başını kollarının arasına alarak yüksek sesle ağlamaya başladı. Bu hep böyle.! İşte yeni kabine bu emsalsiz zulüm ve cinayetin hiç olmazsa netâyicini tahfif edemez mi.? Şimdi bugün yaşayanlara insan hakkı vermez mi.? Ben kendi hayatımla bu fena ve çirkin şeyi ödeyebilsem öderdim. Fakat benim hayatım nedir ki.?! Hiç, hem de pek gülünç ve küçük bir hiç.!
Artık tamamen öğrendim ve inkıyâd ettim ki, hayatta insan yalnızdır. Sevdiği ve sevildiği insanlar birer geçici hayaldir. Bunu sâkin düşündüm, hayatı olduğu gibi kabul ettim fakat oğullarımı büyüyünceye kadar kendilerine sahip oluncaya kadar kuvvetli ve itimad edeceğim bir yere bırakabileceğimi hissetmek istiyorum ve bunu pek ciddi bir surette düşünüyorum.
İşte şimdi bu kadar.! Siz ne yapıyorsunuz.? Sizin de hayatınızı da hemen ezber bilirim klüp, nezaret, ev, Beyoğlu madamlarına ziyeret.! Şişli hanımları ile yârenlik.! Değil mi.? Bazen otomobille kar altında beyâbân ve vahşi yerlerden geçerken İstanbul birdenbire gözümün önünden geçiyor. Bu İstanbul hayatı teferruatını düşünüyorum. Çok uzun düşünmüyorum. Bakkal defteri gibi bir defterim var, hemen çıkarıp mekteplerin birine âid eşya listesi yapmaya uğraşıyorum.
Düşünüyorum ki insanın ruhunu hiç bir elem, hiç bir şey mağlup edememeli.! Öldürse, kırsa, ezse, parçalasa, kanları arasından kuvvetli, nâmağlûp bakmalı.!
Bu son seneler harici ve şahsi hepimiz ne ateşli, ne hummalı, ne kasırgalı bir hayat yaşıyoruz. Daha neler yaşayacağız, kim bilir.!
Şimdi biraz mehtab var. Manastırın hurma ağaçlı bahçesinde bir sürü kurbağa ötüyor. Ben de bu kadar uzun ve sıkıntılı şeyleri bizim kabinemizde bir nazıra niçin yazıyorum diye düşünüyorum. Bilmem, göndermeli mi.? Şam'dan gelirken sansürlenmiş bir sürü zarf getirdim, bana böyle hezeyan yaptırıyor. Bon nüi.
*
Halide Edip

#MuratBardakçı #TalâtPaşanınEvrakıMetrukesi #HalideEdpAdvar #CavidBey

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...