31 Aralık 2019 Salı

Dimitır Dimov - Tütün, Çeviren: Mine Asova

#DimitırDimov #Tütün #ÇevirenMineAsova
''Öğrenmek isteği ve daha iyi bir yaşam özleminden yoksundular.'' (Sayfa: 7)
***
"Bu gözler sırlarını ele vermeden insanın içini okurdu bir çırpıda. Garip, bambaşka bir pırıltıları vardı ve böylesine şimdiye dek ancak kitaplarda rastlamıştı İrina." (Sayfa: 13)
***
(..) Yoksullukla örtülü dünyaya olan köklü kini, ahlâk düşüklüğünü değil, önerilen ücretin azlığını kabullenemiyordu. (..) (Sayfa: 25)
***
(..) Acaba para neyi simgeliyordu onun gözünde.? Belki kendisi de bilmiyordu bunu ve parayı alışılmışın dışında bir kavram olarak görüyordu. Ama bu kavram onu mıknatıs gibi kendisine çekiyordu, çünkü ancak onunla insanlara egemen olabilecek ve bugüne değin katlandığı yoksulluktan yalnızca onunla öç alabilecekti. (..) (Sayfa:36)
***
(..) Gerçi basit insanların yürek sıcaklığından yoksundu, ama tütün dünyasına vız gelirdi bu. Çıkarcılığın katı kuralları özellikle Boris gibilerini arıyor ve yüceltiyordu. (..) (Sayfa: 45)
#DimitırDimov #Tütün #ÇevirenMineAsova
(..) Salonda aynı iğrençlikte, fakat aynı oranda tehlikeli olmayan bir başka koku daha vardı: İnsan gövdelerinin yaydığı, kansız bedenlerin, masasına çakılmış, bu boğucu yaz sıcağında delicesine terleyen işçilerin kokusu. Burada, çocuklarını henüz ana rahmindeyken hastalıklı bir yaşama adayan gebe kadınlar, kış aylarında işsizliğe mahkum olduklarını düşünen asık yüzlü erkekler, yaşama sevincinden yoksun kederli genç kızlar, yarını olmayan delikanlılar; yani yoksulluk perdesini bir parça aralayabilmek için sağlıklarını Nikotiana'ya satan her yaştan insanlar, tasalı ve soluk yüzlü insanlar çalışıyordu. Ve bütün bu acılı kitle, bir söylentiye göre emeklerini özgürce satanlar, bıkkınlıkla çalışıyor, ciğerlerini paralayan bir öksürükle sarsılarak, dövüşür gibi konuşuyorlardı. Veremli balgamlarını tükürmeyip yutuyor ve terlerini tütün tozuna bulanmış nemli, pis bezlere kuruluyorlardı. Sapsarı, kemikli parmaklar, zehirli yaprakları çabuk çabuk ayırıyor, paketler ve balyalar yapıyordu. Uzun süren hareketsizlikten tutulmuş dizler oynamaya gayret ediyordu ara sıra. Tütün tozuyla boğulmuş ciğerler temiz havaya kavuşmak istiyordu. Yorgun yüzler, ateş gibi yanan kıpkırmızı gözler, bitmek bilmeyen iş gününe son verecek zili bekliyordu sabırsızlıkla. (..) (Sayfa: 46)
***
(..) İnsanların iç dünyalarına sızabilme yetisi, çocukluğundan beri ''iyi'' ve ''kötü'' kavramlarının ne denli izafi olduğunu göstermişti ona. ''İyi'' ve ''kötü''yü birbirinden ayırmak olanaksız olduğu kadar gereksizdi de. Onu bezdiren kokuşmuş dünyayı anlıyor, fakat onu soğukkanlılık ve umursamazlıkla kabulleniyordu. (..) (Sayfa: 60)
***
(..) Acısını belli etmeyecek kadar onurlu, kabullenmeyecek kadar ateşli, bağışlamayacak kadar kıskançtı. (..) (Sayfa: 129)
***
(..) Onun öldürmek istediği bu sevgi, her zaman tertemiz kalacak, onları ömür boyu birbirlerine bağlayacak tek bağdı oysa. (..) (Sayfa: 142)
***
(..) En namuslu yargıçların bile otuz milyon Levanın döndüğü bir davada adalet terazisini pek dikkatli tutmadıkları da gerçektir.
''Zavallı adalet.! Zavallı yargıçlar.!''
''Yargıçlar Demokrat Partilidir biliyorsunuz, kardeşinizin lideri olduğu partiden. (..) (Sayfa: 176)

#DimitırDimov #Tütün #ÇevirenMineAsova
(..) Toplumun alt kesiminden yetişen Boris, açlığı ve aç insanların tehlikeli olabileceğini, ellerindeki gücün sürekli olamayacağını çok iyi biliyor; rahat yaşamaya alışmış ve yoksulluk nedir bilmeyen Kostov ise haklarının doğallığına inandığından işçilere insanca davranmanın nasıl olup da kendi rahatını bozabileceğini kavrayamıyordu. 
(..) Üstün ırktan bir insan gibi yaşıyor ve bir karınca gibi düşünüyorsunuz, dostum. (..)(Sayfa: 179)
***
(..) ''Hayat, hareket demektir.. Sürekli çekişmeyle geçer.. Güçler çarpışır.. (..) (Sayfa: 180)
***(..) Johnny deliksiz bir uykuya dalardı, korkusuzdu o zamanlar. Ne parası, ne malı mülkü, ne kahvesi ve ne de dükkânı vardı çünkü. Yüreği rahattı, kaybedecek bir şeyi olmayanlar gibi. (..) Johnny şimdi neyinin eksik olduğunu anlayamıyordu bir türlü, huzursuzdu (..) (Sayfa: 229)
***
(..) Gerçek dünyanın, en güzel düşlerden bile daha doyurucu, daha geniş olduğunu anlamıştı. (..) (Sayfa: 244)
***
(..) Bu, huzur dolu bir yaşantı, rahatlık ve çürümüş bir güzelliğe olan özlemdir.. Bazen güneş içindeki güzel bir oda, dünya kadar kitap ve güzel bir kadın yüzü biçiminde burkar içimizi. (..) (Sayfa: 301)

***
(..) Oysa işçi kesiminden bir adam, kendinin olmayan bir dünyaya karşı ilgisizdir, bu çelişkilere düşmez. Bu adamlar toplumun en alt katından, açlığın, yoksulluğun ve acının egemen olduğu yerlerden gelmiştir. Onlar sarsılmaz, bükülmez. (..) (Sayfa: 302)
***
(..) akıllıdır, soğukkanlıdır ve dürüsttür. Bütün bunlar eğitimden daha üstün değerlerdir gerçekte. (..) (Sayfa: 303)
***
(..) Ruhunda yeri doldurulamayacak bir şeylerin öldüğünü duyuyordu. Yaşama sevinci, sevgisinin onuru, heyecanı, sıcaklığı yoktu bundan böyle. (..) (Sayfa: 398)
***
(..) Kimi zaman bir tutuklunun yalnız başına kaldığı hücreye sabaha karşı baskın verirler, siyasal suçluyu sürükleye sürükleye götürürlerdi darağacına. Böyle durumlarda yırtıcı hayvanlar gibi atılırlardı avlarının üzerine, debelenmesini önceden engellemek için. Fakat çoğu kez, hükümlü ellerini bağlanmaya kendiliğinden uzatırdı, katillerini hor gördüğünü belli etmek için. Sonra hafiften bir dövüş türküsü tuttururdu, koridorlarda ilerlerken. O zaman tutuklular tahta papuçlarını olanca güçleriyle ve hep birlikte yere vururlar, eşi benzeri görülmemiş bir türkü çağırırlardı bu papuçlarla. İdama giden arkadaşlarına sunabilecekleri son dostluk simgesiydi bu. Binlerce insanın ayak sesi cezaevini aşar, bataklık ovaya yayılır, neden sonra söner giderdi toprağın derinliklerinde. Kimin başı çektiği belli olmayan bu toplu protestoya karşı hiçbir şey yapamayan gardiyanlar öfkeden çıldırırlardı her idamda. Bu basit fakat o oranda güçlü tepki, bir tehdit, bir öçalmaydı. (..) (Sayfa: 400)
***
(..) Gözleri, yorgun ve boş bakışlarla salonu dolaştı. Geceyarısı hüznü çökmüştü üzerine. İnsanın ne edeceğini, nereye gideceğini bilemediği, yalnızlık ve umutsuz bir sıkıntıyla yüklü saatlerdi bunlar. Yaşamaktan bu saatte bıkılırdı, bıkılsa. (..) (Sayfa: 413)
***
(..)
''Yaşam çok kirli, Viktor Efimiç.! deyiverdi ansızın.
Rus ''Gece yarısından sonra hep böyle görünür,'' diye başını salladı hoşgörüyle. (..) 

(Sayfa: 414)
#DimitırDimov #Tütün #ÇevirenMineAsova
Von Geier terasa çıkmıştı. Dürer'in şövalye, köpek, şeytan ve ölüm tablosunu düşünüyordu. Şeytanın Alman konsorsiumu, şövalyenin kötülük, köpeğin de budalalığı simgelediği düşüncesinden kurtulmak ve başını dinleyebilmek için çabalıyordu, boşu boşuna. (Sayfa: 461)
****************************************************************************
Tütün 2. Cilt
*************
(..) Savaş, matematik çözümleri andıran bir gelişim gösterir, diyordu albay. Bütün aşamaları önceden, en küçük ayrıntılarına dek hesaplanmıştır. (..) (Sayfa: 12)
***
(..) .. bu korkusuzluğun ne yüreklilik, ne güçlülük, ne görev sorumluluğu ne de kendini tutabilmek yeteneği olmadığını anladı. Korkusuzluğu, yalnızca ilgisizliğinden ileri geliyordu. Varlığını saran her şeyden duyduğu yorgunluk, dünyadan ve insanlardan bıkkınlıktı bu. (..)
(Sayfa: 26)
#DimitırDimov #Tütün #ÇevirenMineAsova
<<<<<LİLİ MARLEN- LALE ANDERSEN>>>>>
**************************************************
(..) Saat, Belgrad radyosunun, bir Alman askeriyle sokak lambasının önünde karşılaşan kızın öyküsünü anlatan şarkıyı çaldığı saatti. Saat, milyonlarca Almanın yuvalarını düşlediği ve kendilerine sefahatten başka çıkar yol bırakmayan dünyaya lânet ettiği saatti. (..) (Sayfa: 269)

***
(..) .. gerçek bir ülkücü, yaşamı ve insanları, ölümün eşiğindeyken bile sevendir.. (..) 
(Sayfa: 299)
#DimitırDimov #Tütün #ÇevirenMineAsova
(..) Bir davranışın değerini, gerekçesi değil, ama sonucun verdiği bilinçlilik belli eder. Bundan ötesi ikiyüzlülüktür, masaldır. (..) (Sayfa: 397)
#DimitırDimov #Tütün #ÇevirenMineAsova
''Hep böyle imgeci misindir.?''
''Bütün ülkücüler imgecidir. Ve Harika Ressam masalında olduğu gibi tüm çizdikleri gerçeklere dönüşür onların.. Zaten olanaksız olan hiçbir şeyi çizmez onlar.. Örneğin deniz kızı ya da at gövdeli insan imgelemezler. Böylesi, gerçeğin değerini düşürürdü, değil mi.? (Sayfa: 455)

#DimitırDimov #Tütün #ÇevirenMineAsova
Arka Kapak:
*
''Tütün'', 1938'de ''Teğmen Bentz''i, 1946'da ''Mahkûm Ruhlar''ı yayımlanmış olan Dimitır Dimov ustanın en başarılı yapıtıdır. Öylesine olağanüstü bir romandı ki ''Tütün'', olağana alışık dar görüşlülerin pençesine düşmekten kurtulamadı. Devrin siyasal anlayışı, ''Tütün''ün içerdiği insancıllığı ve doğallığı kaldıramamıştı; eleştirmenler ateş püskürüyorlardı Dimov'a.
Suçlamaların başlıca nedeni; İrine, Kostov ve von Geier gibi gerçekte soysuzlaşmış bir takım kahramanların sevimli yanlarını da gözler önüne sermesiydi romancının. Üstüne üstlük, devrimcilerin de robot değil insan olduklarını, belli zaaflara kapılabileceklerini gösteriyordu. Amacı, insanların iyi ya da kötü diye kesin sınırlarla sınıflandırılamayacağını anlatmaktı sanatçını. Dimov gibi bir bilim adamından, başka türlüsü beklenemzdi. Yoksa doğaya, insan denen gerçeğe, sosyolojiye ters düşmez miydi.?
Ama baskılar ağırdı, güçlüydü. Ve ''Tütün''ü değiştirmek zorunda kaldı Dimov. Bazı eklemeler, çıkarmalar yaptı ve yeni biçimiyle yayımladı bu kez ''Tütün''ü.
Ne var ki yapılan yanlış, anlaşıldı bir süre sonra. Dimitır Dimov, romanının ilk biçimiyle yayımlanmaya başladığını, ölmeden önce görebildi.
Elinizde tuttuğunuz bu kitap, yazarının ölümünden iki yıl önce, ilk yayımlanan içeriğiyle, değişikliklerden arıtılmış ''Tütün''ün çevirisidir.
Yaşayan bir romandır ''Tütün''; yıllar eskitememiştir, eskitemeyecektir. Çünkü konusu, üç beş kişinin çevresinde dönmez. Kaynağını halk yığınlarının acısından, umudundan ve utkusundan almıştır. İnsanlar düşündükçe, insanlar soluk aldıkça okunacaktır. Ve hepimize bir şeyler verecek, yüreklerimize umut tohumları serpecek, zaman, değerinden eksiltmeyecektir onun.
''Tütün'', Georges Dimitrov armağanı birincilik ödülünü almıştır.

30 Aralık 2019 Pazartesi

Moliere - Hastalık Hastası, Çeviren: Berna Günen

Moliere [Jean-Baptiste Poquelin] (1622-1673): Clermont Koleji'nde Latin ve Yunan dili ve edebiyatı dersleri aldı. Hukuk öğrenimi gördü, 1641'de kabul edildiği barodan ayrıldı. Zamanını ve dehasını tiyatroya adadı. Ölene dek, yani otuz yıl boyunca tiyatro eserleri yazdı, yönetti ve temsillerde rol aldı. Klasik Fransız komedyasının kurucusu olarak kabul edilmesini sağlayan bir gelenek yaratmayı başardı. İlk olarak 1673 yılında Palais-Royal'de sahnelenen bu oyun Moliere'in yazdığı son komedyadır. Daha önce Ortaçağ tiyatrosu ve commedia dell'arte tarafından da işlenen tıp eğitimi, hekimlik gibi temaları ele alır, bu iki kurumu acımasızca eleştirir. Oyunun ilk temsillerinde hastalık hastası Argan'ı da kendisi oynamıştır.
Bu temsillerden birinin sonuna doğru sahnede fenalaşmış, kısa bir süre sonra da hayatını kaybetmiştir.
Hastalık Hastası prologları ve ara oyunları da içeren tam metniyle Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi'nde.

#Moliere #HastalıkHastası #ÇevirenBernaGünen

TOINETTE: (..)
*
Aşk gülücüklerinin sahtesini gerçeğinden ayırmak zordur. Bu konuda öyle usta oyuncular gördüm ki. (Sayfa: 19)
*****
*****
Dip Not:
*
Daha sonra yapılan araştırmaların da doğruladığı gibi, Moliere zamanında tıp biliminin durumu içler acısıydı. Hekimlerin en çok başvurduğu tedavi yöntemlerinden bir hacamattı. İşte Toinette burada bu yöntemle çok sayıda hastanın ölümüne sebep olan hekimlerle alay etmektedir.
*****
*****
''TOİNETTE: Bu kadar zengin olduğuna göre, çok insan öldürmüş olmalı.'' (Sayfa: 25)
*****
*****
OLİCHİNELLE: (..)
*
Ne salak adamlar.! Benim gibi herkesten korkan birinden korkuyorlar. İnan olsun, bu dünyada tek mesele becerikli olmak. Derebeyi havaları atıp cesurları oynamasaydım, beni hemen yakalarlardı. (..) (Sayfa: 46)
*****
*****
MÖSYÖ DIAFOIRUS: (Oğlunu överken :))) )
*
(..) Karşıt tezleri sonuna kadar savunmadığı bir tek münazara dahi olmadı. Tartışmalarda serttir, ilkeleri konusunda bir Türk kadar güçlüdür, fikrini asla değiştirmez;   düşüncesini mantığın sınırlarına kadar zorlar. Ama hepsinden öte, onda en çok hoşuma giden şey, atalarımızın fikirlerine körü körüne sarılmasıdır. Bu konuda benim yolumdan gidiyor. Çağımızın kan dolaşımı* ya da bunun gibi sözde keşiflerinin altında yatan nedenleri ve bunlarla ilgili yapılan deneyleri bırakın anlamayı, dinlemek dahi istemedi.
*****
*****
*Paris Tıp Fakültesi, ilk defa İngiliz hekim William Harvey tarafından 1619'da kanıtlanan dolaşım sistemine şiddetle karşı çıkmıştı. Ancak Hastalık Hastası yazıldığı sırada (1673) Fransız hekimlerinin çoğu artık kan dolaşımı gerçeğini kabul etmişti. Hatta ''dolaşımcılar'a (circulateurs) karşı çıkmak gülünç hale gelmişti. (Sayfa: 62)
*****
*****
BERALDE: Tıpla savaşmak benim işim değil kardeşim. Herkes istediğine inanır, sorumluluğu kendine. Ben bunları sadece size söylüyorum. Sizi içinde bulunduğunuz yanılgıdan kurtarmak ve eğlendirmek için bu konuda Moliere'in yazdığı komedilerden birine götürmek isterdim.
ARGAN: O sizin Moliere patavatsızın teki.! Sahnede dalga geçmek için dürüst hekimlerden başkasını bulamamış sanki.!
BERALDE: Hekimlerle değil, tıpla dalga geçiyor o. (Sayfa: 94)
*****
*****
BERALDE: (Moliere'den bahsediliyor)
*
Yardım istememek için kendine göre gerekçeleri var. Ona göre ancak güçlü kuvvetli adamlar tıbbi yardım isteyebilirler; zira sadece onlar hastalığın yanı sıra verilen ilaçlara dayanabilirler. Oysa kendisinin sadece hastalığına dayanacak gücü var.
*
DİP NOT: Moliere'in bu öngörüsü ne yazık ki gerçekleşmiş, 17 Şubat 1673 akşamı ölmekte olan Moliere'e yardım etmeyi hiçbir hekim kabul etmemiştir. Hatta ölümünden sonra bazı hekimler, Tanrı'nın Moiere'i cezalandırdığını ve böylece tıp fakültesinin intikamının alındığını dahi iddia etmişlerdir. (Sayfa: 95)

29 Aralık 2019 Pazar

Ece Ayhan - İyi Bir Güneş

#EceAyhan #İyiBir Güneş #AcılarınDindiriciTanrısıÖyküsü

''Son efendi de öldü ha. Yeryüzünde. Ne sanıyordunuz.? Ama ne de olsa hiç ummuyorlardı bunu.''
 (Sayfa: 14)

#EceAyhan #İyiBirGüneş #DoğmamışOlanBirAdamınÖyküsü Sayfa: 20

#DoğmamışOlanBirAdamınÖyküsü
Sayfa: 20
Yenilik, Mart 1956, sayı: 39, s. 309-311
********************************************
(..) ''Sevmek''i öğrenmek için sevmek istedi. Bir kadın ona ''Senin kalbin yok'' dedi. Ya, kalbi yoktu. İlk şüphe doğru işte.
''Ne olacak.?'' dedi.
Kadın ''Hiç'' dedi.
Onlar ''eksiksiz'' idiler. Uzaklaşırken kalbini düşünüyordu.
Bir kalbi olsa. Niçin yoktu.? Şüpheden kaçtı. İnsanlardan da kaçamazdı ya. (..)
#EceAyhan #İyiBirGüneş
#YaşamaSevinciÖyküsü
Seçilmiş Hikâyeler, Şubat 1957, sayı 61, s. 56-62
*********************************************************
Yeryüzüne gelmiş geçmiş gelecek tüm alçaklar için
''Âdemden bu yana (bu efsaneyi haklı olarak başlangıç alıyoruz, bilim metafiziği ancak kemirebiliyor, ancak.'' (Sayfa: 23)
***
''Babam doğramacıdır, bu kentte tüm tabutları o yapar, ekmek parası için elbet. Fakat savaştan sonra kimse ölmek istemediği için, kimse ölmediği için artık başımızın çaresine bakmamız gerekiyordu. Tabutlarını hazırladığımız gibi, insanların ölümlerini de hazırlıyorduk, ne yaparsınız, anlayın bizi, yaşamak istiyoruz, üç kişiyiz.'' (Sayfa: 26)
#EceAyhan #İyiBirGüneş
#GülağacındanÖyküsünden
Seçilmiş Hikâyeler, Mart-Nisan 1957
sayı 62-63, s. 43-47
***************************************
''..ama insan biraz üzünçlenmesini de bilmeli di mi.? Bu kentte, geceleri erinçle uyuyanlar, bir yandan öte yana dönmiyenler, arada uyanıp sular içmiyenler, sigaralar tutuşturup pencerelerde kente karşı, evrene karşı oturmıyanlar, düşlerinde anaları babaları hiç ölmiyenler.. var gerçekten hiç.'' (Sayfa: 30)
#EceAyhan #İyiBirGüneş
#İyiBirGüneşÖyküsünden
Sayfa: 33-37
Dost, Ekim 1958, sayı 13, s. 39-53
****************************************
(..) Bir tanrının iki yüzü gibi ayrı ayrı gülümsedim. Hoşça kalın çocuklar. (..)
(Bazen arkadaşlarımın ölmüş oldukları kanısına kapılıyorum nedense. Mutlu muyum, değil miyim diye düşünemiyecek denli uğraşları, didinleri olan kişilerdenim ben de. Yeni bir gömlek giyince, yıkanınca sevinen..)
(Sayfa: 34)
***
(..) Gideceğim, dedim. İçimde şarap gibi yıllanmış bir kıskançlık, indim aşağı. Kimse tutamaz beni. (..) (Sayfa: 35)
#EceAyhan #İyiBirGüneş

''Bir adam geçti. Kafka yüzlü bir adam sokaktan geldi geçti. Adam geçmekte devam etti.'' (Sayfa: 40)

#EceAyhan #İyiBirGüneş

(..) Bu kadar küçük yaşta duygulu olmak çok tehlikeliydi. (..) (Sayfa: 44)

28 Aralık 2019 Cumartesi

Hasan Hüseyin Korkmazgil - Kavel


Kavel'in Kısa Yaşamöyküsü:
*
''Kavel'', günışığına çıkabilme olanağına kavuşmuş ilk kitabımdır benim. Ondan öncekilerin serüvenlerini ''Koçero Vatan Şiiri'' adlı kitabımın önsözünde kısaca anlatmıştım.
Gerçekte, ilk kitabımın 'Hiroşima' olması gerekirdi. Ne yazık ki 'Hiroşima', Düşün Yayınevi'nde çıkan yangında gitti (1962). Yayımlanmış şiirlerimden oluşturduğum bir kitaptı o, bu yüzden, dosyanın yok olmasını önemsemedim. Oysaki kopyası da yoktu bende.
1963'te, Ataç dergi ve yayınevi yönetmeni Şükran Kurdakul dostumdan bir öneri geldi: kendisinin, Necatigil'in ve benim şiir kitaplarımızı yayımlamayı düşünüyordu.
O günlerde ünlü 'Kavel Grevi'nin destanına çalışıyordum; kimi bölümlerini de yazmıştım. Kurdakul'un önerisi üzerine, destan çalışmamı bir yana ittim. 'Hiroşima'yı yeniden toparlayıp düzenlemeye koyuldum. Adı yine 'Hiroşima' olsun istiyordum.
Kitap bitti. Adını ''Kavel' koyduk.
Şiir kitaplarına çizimler koyma gibi bir alışkanlık vardı o yıllarda. Hem kapağını yapsın, hem de uygun sayfalara çizimler hazırlasın diye, dosyayı ressam Balaban'a yolladım. Balaban, Bursa'nın Secköy'ünde yaşıyordu o yıllarda.
İki ay sonra Balaban'dan bir mektup: ''Kavel'in kapağını ve desenlerini mum ışığında çalışarak, yer yer de çok duygulanarak yaptım, yolluyorum.''
Kapağı ve resimleri, kitapla birlikte İstanbul'a, Şükran Kurdakul'a postaladım.
'63 Kasımında basıldı kitap. Küçük boy, tıkız sayfalı bir kitaptı bu. Tasarladığım kitapla hemen hiç ilgisi yoktu. Balaban'ın dört renkli düşündüğü kapakta yalnızca mavi vardı. Çizimlerden kimileri de konulmamıştı kitaba. Bozuldum.! Çok sevdiğim Kurdakul bunu bana nasıl yapardı.?
Sanatçı alınganlığı işte.!
Ataç Yayınevi'nin parasal sorunlarını filan düşünecek durumda değildim. Üzüldüm ve küstüm Kurdakul'a. Kitabı elime almak istemedim. Oysa kitap sevildi, ilgi gördü, benden habersizce katıldığı 'Yeditepe Şiir Armağanı'nı kazandı. (1963)
Ekmeğimi gazetecilikten ve gülmece yazarlığından kazanıyordum. Araya yeni kitaplarım ve olaylar girdi, 'Kavel'in yeni basımını düşünmeye vakit bulamadım.
Hem, o yıllarda, yeteri sayıda yayınevi de yoktu.
'Kavel'in ikinci basımını, 1967'de, o günün koşulları içinde, ben kendim yaptım. Çalışmakta olduğum basımevindeki, birikmiş alacaklarımı kurtarmak için bu yolu seçtiğimi belirtmeliyim. Kitaba yeni şiirler eklemiş, belgesel nitelikli bir de yazı koymuştum. Ayrıca, basımevindeki alacaklarıma karşılık 6500 veya 7000 adet bastırmıştım. Bunun yarısını ikinci, yarısını da üçüncü basım olarak düşünüyordum. Çünkü, 1967'lerde, bir şiir kitabı için en iyimser sayı, 3000'di; daha yukarısı düşçülük olurdu. Üstelik, 3000 kitabı, özel ilişkilerle dağıtmak ve tüketmek kolay değildi. Gerçekten de kolay olmadı.! 3000 kitanı beş yılda elden çıkarabildim.
Kitabın üçüncü basımı, Ocak 1972'de yapılabildi. 3000 adet iç hazırdı; bir ressam arkadaşım, üçüncü basım için yeni bir kapak yaptı.
Halkımız der ki: ''Güzelin yazgısı çirkin olur.'' Doğru, demek gerekiyor bu söze. 1963'te 'Yeditepe Şiir Armağanı'nı kazanmış olan, beğenilmiş, sevilmiş, hakkında çok yazı yazılmış bir yapıt, benim beceriksizliğim, ilgisizliğim yüzünden, okurundan ayrı düşme tehlikesiyle karşı karşıya gelmişti.
1977 Şubatında, kitabı yeni basıma hazırladım. İstiyordum ki,sağlıklı bir basım ve dağıtımla okuruna ulaşsın bu sevdiğim, güvendiğim yapıt. Ne yazık ki, araya yeni yapıtım 'Haziranda Ölmek Zor' girdi, 1977 yılında. Yeni kitaplar, yeni olaylar derken, aradan yine yıllar geçti. Gelin de, ''güzelin yazgısı çirkin olur'' sözüne inanmayın.!
'Kavel'in kısa yaşamöyküsü işte bu.!
Onu, 1982'de kardeşlerinin arasına katıyor, yıllardır yoksun kaldığı havasına suyuna kavuşturuyorum. İnanıyorum ki, ilk basımıyla 'Yeditepe Şiir Armağanı'nı kazanan bu yapıtım, tez günde okurun eline ulaşacak ve hakkı olan yere oturacaktır.
*
*
*
AYAZDA KABAKÇEKİRDEĞİ
***
yaşayıp yaşlanmadan ölmek bu zübükler arasında
zimmette bir de bayram, yani bayram, yani kucaklaşalım
gözlerine baktıkça silahlar sarkıyor balkonlarımdan
gel ben seni bir öpeyim şu bütün çırılçıplaklığımla
*
bu sokaklar beni böyle, yanpiri yengeç salapurya
bir sabah sürerler ki kapına için çekerse kullan
ah benim sürü yanım çocuk gönlüm kör gözlerim ah
bir şişe rakı patlatmışım dilekçemin altına
*
ben sana kardeş diyorum sen hep hitlerini kullanıyorsun
bilirim mor gecelerini rasputin şamdanları
bu çelenk senin için yalnız senin için bu kanlı bebek
ola ki mermer konuşa inciler oynaşa tabaklarında
*
hep sonbahar olunuyor unutulmuş istasyonlarda
hep yorgun günaydınlar, nedense hep hacıderviş
artık sevişmek de kesik - ya biz nasıl buluruz ellerimizi
uy allah, uy koca allah, kürk verip don vermeyen allah
*
oysa ben it de değilim ekmek fırınlarında bile değil
ölüsü kokmuş korkuluğun ben hâlâ uyruk kuyruk
ulan nesıl da harcıyorlar adamın tekesini
toplum kahretsin topunu bu rezil sivri külahlılar
*
tesbihli devrimböceği geri geri tümdengelim
ne yalanlar gelip geçti bu güneşin önünden hey
ayılar inlerine kuşlar yuvalarına, ya ben hangi yıldıza hey
bit öldü bitsiz kaldı bereketli yoksulluğumuz
*
bir porsiyon demokrasi newyorkun çarşısından
oturmuş bitlis dağına oruç tutar bizimki
alicengiz fabrikası guguklu berber aynası
diyalektik yangeldizm nasyonal ebemgümeci
*
ben gayrı türkü söylüyorum tepelenmiş gecelerimde
yıldızlardan söylüyorum, pireli bahar güneşlerinden
bir de kız seviyorum sesimin en yanık ortasında
*
sosyal adalet içip sokaklara seriliyorum (Sayfa: 17-20)
#HasanHüseyinKorkmazgil #Kavel
YEDİ ÇATALLI KAZIK
*
üçüncü mevki yolcusuyduk
üç kişiydik
üçümüz de
şehvetle köylü cıgarası içiyorduk
*
biri bendim
biri istanbul'u merakım
----------biri iş derdi.
*
üç gün üç geceden sonra üçümüz
----------haydarpaşa deyip durduk
haydarpaşa'da bir tren durdu
pişmanlığa benzer bir tren durdu
gözlerimiz bizden yana değil artık
----------yağlıboya bir istanbul, çıldırasıya.!
(..)
yaşamak deyip kör topal bir dünya yaratmışız
sapıtıp olmayacak düşlere girmiş batmışız
gece elimden tutup kandilimkör dolaştım
darmadağın paramparça kötü sayıklıyordu
etleri çürük çürüktü ekmeği bizans kokuyordu
bir ölünün koynundan utanarak kaçtım
şarkıları sevmiyordum kerratı sevmiyordum
----------tefecilik gibi bir şey
----------vurgunculuk gibi bir şey
----------iğrenmek gibi bir şey
pulları dilekçeleri tapuları sevmiyordum
yerimi yitirmiştim bir gören çıkmıyordu
ışıkları sevmiyordum karanlığım ağrıyordu
kerpiç dam kör karanlık aklımdan çıkmıyordu(Sayfa: 36)
(..)
bu benim çektiklerimin bir adı var ben bilemiyorum
bir çocuk ağlıyor içimde - kıyısında çocuk bahçelerinin
gözlerimde arefeler - ellerimde bayram sonu yorgunlukları
-----hangi iskeleye varsam içimde bu ürperti
-----ne zaman düdükler ötüşse çıldırasım geliyor
-----caddeler döşeyip caddesiz olmak
-----yapılar kondurup yuvasız olmak
-----gemilere baka baka yaşlanmak
bu benim çektiklerimin bir adı var ben bilemiyorum
adımın arkasında kançiçekleri (..) (Sayfa: 42)
#HasanHüseyinKorkmazgil #Kavel #DölYorgunu Sayfa: 43-44
DÖL YORGUNU
***
beni sevme sakın
ateşleri sev kıtlıkları sev yoksullukları sev
----------beni sevme sakın
*
yoluma yatmıyor mu her sabah bu bakkal sabahları böyle
----------edepsiz
hızıma düşmüyor mu bu kumsal öğle sonları - kesiliyorum.!
ben seni biliyorum çok eskilerden - sen varsın
zincirli it seslerinden liman denizlerinden
kurukafa bakışlı soylu konaklarından
artırma salonlarında antika eşyalardan
ben seni tanıyorum çok eskilerden
----------sen yoksun
sokaklarda ezik gül ağrıları
beni sevme sakın
beni katma ekmeğine beni bölme uykularında beni
----------azaltma
döl yorgunu dallar mısın seni sevdikçe tükeniyorum
başka dur başka söyle başka sevil ama hiç bitme
----------ama olmaz sen bitmezsen
----------ama olmaz ben gelmezsem
sulara bak, göçüp giden kuşlara bak, son gülü kopart,
----------ağlama
bu ışıklar kalsın orda - beni bırak - sen çek git
büyüt beni etlerinde - ağrın gibi acın gibi türkülere dök
bir karanfil tütsün uzaklarda - ellerin değsin, değmesin.!
----------belki de bu
----------belki de hiç
----------belki de sonu baştan
----------görmenin yalnızlığı.!
*
beni sevme sakın
ateşleri sev kıtlıkları sev yoksullukları sev
beni sevme sakın
beni hiç sevme
çünkü sevmek
----------karanlıkta gülüşüdür ölümün
*
bu belki yok olduğumuz
bu belki bensizliğin
bu belki sensizliğim
belki görmek sonu baştan
belki 
*
(Sayfa: 43-44)
#HasanHüseyinKorkmazgil #Kavel Sayfa: 45-46

KAVEL
***
İşime karım dedim
karıma Kavel diyeceğim
Ve soluğum tükenmedikçe bu doyumsuz dünyada
----------güneşe karışmadıkça etim
kavel grevcilerinin türküsünü söyleyeceğim.
*
ve izin verirlerse istinyeli emekçi kardeşlerim
izin verirlerse kavel grevcileri
ve ben kendimi tutabilirsem eğer
sesimi tutabilirsem
----------o çoban ateşlerinin parladığı yerde kavel'de
----------o erkekçe direnilen yerde kavel'de
----------karın altında nişanlanıp
----------dostlarımın arasında öpeceğim
nişanlımı kavel kapısında
*
ve izin verirlerse istinyeli emekçi kardeşlerim
izin verirlerse kavel grevcileri
----------ilk çocuğumun adını
----------kavel koyacağım (Sayfa: 45-46)

#HasanHüseyinKorkmazgil #Kavel #Tutanak Sayfa: 55
TUTANAK ŞİİRİ'NDEN:
***
(..)
ve düşünüyordu ozan
birdenbire boş gelip boş gittiğini şileplerin,
trenlerin çakılıp çakılıp kaldığını birdenbire dağ başlarında
tezgâhların sustuğunu suların kesildiğini
postacının bile mektup getirmediğini birdenbire
çöplerin dağlar gibi yığıldığını
telefonun sustuğunu
fırının soğuduğunu
yani birdenbire aç ve çıplak ve buz gibi kaldığını dünyanın
-----birdenbire tütünsüz
-----birdenbire içkisiz
-----birdenbire öğretmensiz
-----okulsuz
yaşamak eğer yani
eğer yani sevişmek
kol kola olmak yani
-----şu sokaklarda
ve olamamak.!
(..) (Sayfa: 55)
#HasanHüseyinKorkmazgil #Kavel

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...