24 Ocak 2019 Perşembe

Yaşar Kemâl - İnce Memed 3

Ateşi yandıran kavdır, Demiri dövdüren tavdır.
Arka Kapak
*
Otuz iki yıllık bir zaman diliminde yazılan İnce Memed dörtlüsü, düzene başkaldıran Memed'in ve insan ilişkileri, doğası ve renkleriyle Çukurova'nın öyküsü. Yaşar Kemâl'in söyleyişiyle ''içinde baş kaldıran kurduyla doğmuş'' bir insanın, ''mecbur adamı''nın romanı.
Romana katılan yeni kişilerle zenginleşen bu üçüncü kitapta Memed, ağalara ve her türlü haksızlığa karşı mücadelesini şaşırtıcı gelişmelerle sürdürür. Zulmedenlerin öldürmekle bitmeyeceği yönündeki kuşkuları, ''bir İnce Memed gitse de, yerine bin İnce Memed gelir'' fikriyle umuda dönüşür.
***
''Büyük bir yazar, büyük bir kitap.. Demek ki hem çok okumuşlara hem az okumuşlara seslenen bir eser yazılabilirmiş. Bir eser ki hem destan hem de bireysel nitelikli; bir eser ki yürekle aklı birleştirmiş.''
*
Anne Philippe, Liberation (Fransa)
***
''Yaşar Kemâl yalnızca Türkiye'nin en büyük romancısı değil, dünya edebiyatının da bir devidir.''
*
Alain Bosquet, Magazine Litteraire (Fransa)
***
''Büyük bir edebiyat olayı. Dünya çapında bir Türk romanı.''
*
Liv Kooter Lauhn, Morgenavisen, (Norveç)
***
''Bu büyülü ve en doğal dünyaları dile getiren böylesine harika bir sevgi, ölüm ve isyan şarkısını görmezlikten gelebilir miyiz.?''
*
Jacqueline Piatier, Le Monde (Fransa)

Dünyada bir şey vardır her şeyden beter, ölümden de zalim, o da ölüm korkusu.
İzler, sahiplerine benzer.
''Bayramoğlu,'' diye sordu Murtaza, ''sen niye bu dağlara çekildin kaldın.?''
Bayramoğlu usuldan güldü.
''Bir eşkıya ya sonuna kadar eşkıya kalır, ya da benim gibi ölür. Savaş bittikten sonra ben kendi kendime dedim ki.. Birlikte savaştığım kişilere karşı eşkıya olup dövüşemem. Ben Mustafa Kemal Paşanın emrinde düşmana karşı dövüştüm, o başa geçince ben ona karşı gelemezdim. Gittim Doğan Beye, ben köyüme çekiliyorum.. Obana, iyi yaparsın, dedi, o beni, o benim ne dediğimi anladı. Ama bu Arif Saimle Kılıç Ali yakamı bırakmadılar. Aman sana çiftlik, aman sana mülk.. Aman ha aman..''
''Niçin kabul etmedin ki.?''
''Bu da bir çeşit eşkıyalık olurdu, başka biçimde bir eşkıyalık.. Niçin veriyorlardı bana o malı mülkü, ben ne yapmıştım ki.. Birkaç kurşun yakmıştım Fransıza karşı öyle mi, bizim candarmalara karşı yakacağımız o birkaç kurşunu düşmana karşı yakmıştım. Benim için eşkıyalıktı, ha şuna sıkmışım kurşunu, ha buna..''
''O kadar da değil Bayramoğlu.''
''O kadar, o kadar,'' diye diretti Bayramoğlu. ''Onlar, çiftlikleri, paraları, malı mülkü eşkıya Bayramoğluna veriyorlardı. Bak, Murtaza ağa, beni dinle, sen de bugün bana, benim için gelmedin, eşkıya Bayramoğlu için geldin. Sağ ol, var ol ama, konuğumsun, başım üstünde yerin var, ben eşkıyalığı, elimden tüfeği bıraktığımdan bu yana, Kürt Rüstemin dışında, çete arkadaşlarım da içinde, o gün bugündür bana kimse uğramadı.. İlk sen uğradın, söyle ne istiyorsun.?''
*
Sayfa: 324
Onların içinde ayrı, bambaşka bir ateş yanar. Mecbur ateşidir o.
Bir ağaç bin damardır, damarlarının dokuz yüz doksan dokuzu yeraltında, ancak bir tanesi dışardadır. İnsanoğlu da böyledir.
''İnce Memed öldürülecek onun yerine Ali Memed gelecek, o da öldürülecek onun yerine Hasan Memed gelecek.. O da öldürülünce Veli Memed gelecek. O da, o da, o da.. Sen ne sanıyorsun oğlum Memed, İnce Memedler bitecek mi sanıyorsun.? Her insanın içinde bir mecbur kurdu, bir İnce Memedlik, bir Köroğluluk kurdu var. Köroğlu gitti İnce Memed geldi. İnsanoğlunun içinde bu kurt oldukça insanoğlu ne olursa olsun yenilmeyecek. Sen insanoğlunun içindeki kurtsun, ne olursan ol, nereye gidersen git. İşte insanoğlunun içindeki bu kurt yiterse, insanlık da işte o zaman insanlıktan çıkar. İnsanoğlu içindeki bu kurdunu yitirmeyecek, ona kıyamete kadar gözü gibi, yüreği gibi bakacak. O kurt insanoğlunun şah damarı, atan yüreğidir. Senin içindeki kurt da, işte insanlığın bu kurdudur.''
(..)
Ağalar biter de İnce Memedler bitmez.
*
Sayfa: 397
***

7 Ocak 2019 Pazartesi

Yaşar Kemâl - İnce Memed 1

Arka Kapak
*
Otuz iki yıllık bir zaman diliminde yazılan İnce Memed dörtlüsü, düzene başkaldıran Memed'in ve insan ilişkileri, doğası ve renkleriyle Çukurova'nın öyküsü. Yaşar Kemâl'in söyleyişiyle ''içinde başkaldırma kurduyla doğmuş'' bir insanın, ''mecbur adam''ın romanı.
Toroslar'ın eteğindeki Değirmenoluk köyünden İnce Memed'in yaşadığı yoksulluk ve aşağılanmaya isyan ederek eşkıyalığa sürüklenmesinin, giderek yörede hüküm süren ağalık düzenine karşı direnişin simgesi haline gelmesinin öyküsü. Memed sıradan bir köy çocuğuyken, zulmedenler için eşkıyaya, köylüler içinse bir kurtarıcıya dönüşür.
*
''Bir yaşam biçimini bir halkın portresi olarak böylesine veren bu romandan daha iyisi yazılamazdı.''
The New York Times Book Review (ABD)
*
''Şaşırtıcı, orinal bir kitap.''
Sunday Times (İngiltere)
*
''Epik boyutlara ulaşan ve muhteşem bir sona ulaşmak için hız kazanan öyküye kendinizi kaptırıyorsunuz.''
Sunday Times (İngiltere)
*
''Yaşar Kemâl, şaşılacak ölçüde yaratıcı.''
The Bookseller (İngiltere)
*
''Yaşar Kemâl, karakterlerini unutulmaz, seçkin ve gerçek hayattan daha da gerçekçi kılan detay zenginliği ile Rus edebiyatının kalitesine ulaşıyor.''
Sunday Telegraph (İngiltere)
İnce Memed


31 Aralık 2018 Pazartesi

Bilge Karasu - Ne kitapsız Ne Kedisiz

Ne Kitaplı Ne Kitapsız, 1987
*
''Okun/a/mayan kitap, ölü bir nesnedir, bir yüktür. Ne yazık ki okunmuş kitapların birçoğu da zamanla böyle bir ölü yük olmaya adaydır.
*
(şimdi, aldıktan otuz, hatta kırk yıl sonra okuduğum kitaplardan söz edebiliyorum. İşin tuhafı, bu okumaların hemen hemen hiçbiri ''geç kalmışlık'' duygusu vermedi bana. -Verecek olan kitapları zaten okumuyor muyum ne.?- Tersine, ancak kırkına ellisine gelindiğinde okunması gereken kitaplar hiç de az değilmiş diye düşündüğüm çok oldu. ''Birçok kitabın, yazar kaç yaşında yazmışsa o yaşta okunması galiba pek yerinde olur,'' dedim sık sık). Ama artık nesne-kitaptan değil, metinden söz etmekteyim.
*
Yazarın avuncu, 3200 yılı aşkın bir süre önce, bir papirüs üzerinde şöyle dile getirilmiş:
''.. İnsan ölür, gövdesi yeniden toz olur
benzerlerinin hepsi toprağa döner yeniden
ama kitap, anısının ağızdan ağıza iletilmesini sağlar.
Bir kitap, sağlam bir evden yeğdir
ya da Batı'da bir tapınaktan,
bir kaleden de yeğdir..'' (Chester Beatty IV, arka yüz)
*
Temel ilkem, herhangi bir kitabı, herhangi bir anda, istediğim için, istek duyduğum için okumak. İstek duymadığım bir kitap, karşımda duruyorsa, beni rahatsız bile edebilir. (Sayfa: 9-14)
*****
İmge Üretiminde Roman Hâlâ İlk Sırada, 1983
*
Yolculuk bir yola vurmaktır kendini; karşı yakaya ulaşmanın bütün hazlarıyla acılarını, güçlükleriyle kolaylıklarını yaşatacak bir yola.. Kendimizi sınayıp tanıyacağımız, çeşitli yol arkadaşlıkları kurabileceğimiz ya da yalnız, yapayalnız kalacağımız bir yola..
*
İmgelerimizde değişiklik yapmağa hiç katlanamaz gibiyizdir. Oysa, yaşayabilmek için bu imgeleri durmadan düzeltebilmemiz gerekiyor, değiştirebilmemiz, ''zenginleştirebilmemiz'' gerekiyor. Yaşamak, yaşlanmak, dünyaya, insanlara, olup bitene her gün yeniden bakabilmek, bütün bunların her gün yeniden anlam taşıyabilir olması, ancak bu değişme ile olanak kazanır.
*
Okuma, bir bakıma ''alışveriş'' değildir; yazıyla, yazının yazarıyla ''tartışır'' görünsek de, kendi kendimizle tartışmaktayızdır bu açıdan bakıldıkta. Her okuma, az ya da çok, birtakım değişikliklere uğratır imgelerimizi. Ama okuduklarımızın imge üretme gücü ölçüsünde, küçük ya da büyük olacaktır. Okuma yaşantısı diyebileceğimiz süreçtir bu.
*
Doyurucu dediğimiz okumalar, boşlukları, eksiklikleri, aykırılıkları duyurmakla başlayıp bunları giderek, dolduran, gideren, ''düzelten'' okumalarımız olsa gerek. (Sayfa: 15-26)
***
İletişimin Güçlükleri Üzerine Yerli Yersiz Sözler, 1982
*
Birinin konuştuğu bir dilden söz ederken ''anadili'' demek, nasıl bir toplum yapısının ürettiği bir deyimi kullanmaktır.? Hangi aşılmaz duygusal sınırlar içerisinde kalmaktır.?
*
Bir dili bilmek dendiği zaman, o dilde düşünebilmektir usuma gelen. Yani, anadilimizi kullanırken yaptığımız ilk işi o dilde de yapabilmektir.
*
Kolaylıkla dilimizin ucuna geliverdiği için, belli durumlarda herkese bir şeyler anlatacağına inandığımız için, kullanıverdiğimiz birtakım deyimler vardır dile ilişkin: ''Bunun Türkçesi şudur..'' deriz, bir kalıp, bir deyiş biçimi atarız ortaya; ''dil dehası''ndan söz eder, bir yabancı terimin ne güzel bir Türkçe karşılık buluverdiğini söyleyerek seviniriz; ''çeviri kokuyor'' diyerek (haklı, haksız) bir deyiş biçiminin Türkçe'nin alışılagelmiş deyiş kalıplarına aykırı düştüğünü ileri süreriz.
Bunun altındaki varsayım, değişmemiş bir dünyanın değişmez durumlarını dile getirmekle değişmez kalıplar kullanılması gerektiği olabilir mi.? (Bir dili kendi dışındaki bir dille karşılaştırırken bile işin içine değiştirici bir etmen kattığımızın farkına, her zaman, varır mıyız.?)
*
Dilin, dilin yarattığı bir dünyayı-kavrama biçiminin, yeni öğeleri etkilemesi, onları belli bir dilin açısından dile getirilir kılması kadar, dilin de bu yeni öğelerin etkisiyle, bir ölçüde, değişikliğe uğraması, sürekli olarak göz önünde tutulmalı sanırım. Ancak, yeni öğeler gitgide büyüyen, genişleyen kavram çerçeveleri ya da yaşantı yorumları biçimini aldıkça, yani düşünce dili, sanat dili gibi özel alanlarda devinilmeğe başlandıkça, söylem özelleştikçe, bildiğimiz kalıplar, yapılar yetmemeğe başlar.
Güçlük de burada başlar.
*
Dil yalnız bir kurallar dizgesi, daha doğrusu, belli kurallar uyarınca oluşmuş bir dizge değildir; bir esneklikler dizgesidir de.
(Sayfa: 27-38)
***
''Yeni'' Dediğimiz Üzerine, 1986
*
YENİ ÜZERİNE, yenilik üzerine söylenecek şeylerin yeni olması güçtür. Ama gerekli midir, bu sözlerin yeni olması.?
*
Dünyayı bir açılma olanağı, bir çeşitlilik kaynağı olarak gören çağın karşısında, insanın kendi içine kapanmağa, gedikleri elden geldiğince yamamağa, büzülerek, dünyaya açtığı yüzeyi daraltmağa, azaltmağa çalıştığı bir çağdır bu.
*
Dilin sayıya gelmez olanakları içinden birini, birkaçını işleten bir yazarın o güne dek kullanılmamış bir biçimi ortaya koyması yadırganabilir. Öyle olsa bile, dilin bu olanağı içinde taşıdığını görmek gerekir. Dilin gücül bir olanağının gerçekleşmesini ''güzel'' bulanlar da olacaktır, bulmayanlar da. Ancak, bir kez gerçekleşmiş, yazılmış bir biçim, bundan sonra herkesçe kullanılabilecektir. Dilin biçimlerinden biri de bu olacaktır. Olagelmişin ürettiği bu devinim, bu değişiklik, ancak tarih içinde, ancak ''tarih''le vardır.
*
Geçmişi okuma biçimi olarak; bir okuma biçimi olarak da bu tarih, çağına sıkı sıkıya bağlı olacaktır: Çağının kaygılarına, düşünme doğrultularına, bilgi birikimine uyarak, ya da, ona karşı bir tutum takınarak.. Tarih -ister iyimser, ister kötümser davranarak- bu yeniliği geçmişte okurken onu, zaman içerisinde geriye doğru giderek kuracaktır. (Andre Gide, ''Kalpazanlar''ın Günlüğü'ne 20.11.1924 günü şöyle bir şey yazmış: Bir kuşağın davranışlarından birçoğu, bir sonraki kuşakta açıklamasını buluyor.. İletmekle yetiniyorum.) O zaman bu yeni, daha önce de ulaşılabilecekken -mantıksal olarak daha önce de ortaya çıkmış olabilecekken- daha önce gerçekleşmemiş, bir çok etmenin bir arada işe karışmasıyla ancak o belli noktada gerçekleşebilmiş bir şey olarak görülebilir; dağınık birtakım ''başlatıcı öğeler''in hiç beklenmedik bir yolda bir araya getirilip geliştirilmesi olarak da.
*
Bir tarih, bir yeniliği ''görmüyor'' ya da ''görmemiş'' olabilir, bir başka tarih ise görür, görebilir.. Bu da tarihin hangi çerçeveye uyarlanmış olduğuna bağlıdır sanırım.
*
Çağımızda, duruk bir dünya ''görüşü'' egemen olabilir mi bir yerlerde.? Burada ''duruk'' derken, kendini tutucu olarak gösteren bir toplumu, bir devleti, bir devletler topluluğunu düşünmüyorum elbet. Yeniliğin, değişmenin, ilerlemenin (ya da gerilemenin), ''daha iyiye (ya da kötüye) gitme''nin, buna benzer yüzlerce deyimin tamamıyla dışında kalan, kendini bunların tümünden sıyırmış ya da bunların hiçbirini tanımamış bir yer olabilir mi.? Kuramsal olarak böyle bir yer düşünebiliriz gene de: Hiçbir yeniliğin, değişikliğin tasarlanamadığı, tasarlanamayacağı bir yer.. Merak ettiğim, böyle bir yerde herhangi bir tarihin yazılıp yazılmayacağı, yazılırsa da nasıl yazılacağı.. Merak bu ya.!
(Sayfa: 39-55)
***
Bir Hayvanla Yaşamak, 1992-1993
*
Cinayetleri, çoğu zaman, ''kavramlar'' işletir. Cinayetler, hep, ''kavramlar'' adına savunulur.
Cinayet işlemek zorunda değiliz ki.! (Sayfa: 64-72)
***
''Dostlarım Üzerine'' Diye Söze Girişerek.., 1982
*
..bir ilişkide, ''konuşmak'' zorunda kalmadan düzeltilebilen şeyler çok azalıyorsa, karşımdaki kişinin arada bir (daha sonra, sık sık) gidiverdiğini, yerine bambaşka bir insanın geliverdiğini duyuyorsam, gidenle mi gelenle mi dostluk ettiğimi kestiremez hale geliyorsam bu ilişkinin ''serüvenliliği'' pek fazla gelmeğe başlar. İlişkinin içinde de yeni bir denge kurulması gerekebilir bu durumda, gerekir..
*
Kişilik, ''değişmezliği'' içinde, her ilişkiye göre, değişik bir kalıba girer, her ilişkiden biraz değişmiş çıkar.
*
Dondurulmuş duyguların kokusu çıkmaz ya, dondurmaktan vazgeçmeyegörün, kokuları yeri göğü tutar.! (Sayfa: 73-90)
***
Bilge Karasu Adlı Birinin 50. Yaşı Üzerine Metin Taslağı, 1981
*
Oysa böbürlenmek neye yarar.? Ölümün eşitleyiciliğini unutmağa, olsa olsa.
*
Bu adam, soyunmak, (çok gerekli, vazgeçilmez sayılabilecek üç dört parça şey dışında evini, çevresini dolduran her şeyden) sıyrılmak ister.. Kimi zaman sevgilerinden, sevdiklerinden bile. Kısacası, ardında artık bırakmamış bir ölü olmak ister. Çırpınır; ama bunu başarmak pek güç olacağa benzer.
Bilge Karasu - Ne kitapsız Ne Kedisiz
Yaşam durmadan çözülüp bağlanan, dağılıp toparlanan, bununla birlikte aynı biçimden, kalıptan, karşılıklı konum düzeninden bir ikinci kez geçmeyen bir gidişse, anılarımızı pehpehleyelim, anlatalım, kullanalım canımız istiyorsa; ama onlardan koltuk değnekleri çatmayalım kendimize. Anıların yardımıyla ayakta duruyormuşçasına yaşamak, ulaştığımız bu ânın bütün bir yaşam içindeki yerini düşünerek yaşamak, ulaştığımız bu ânı geçmişe yansıtıp yaşamak, yanlış bir iş, der oldu Karasu.
*
Bir adamı anlatmak: Sayfalar, kitaplar, şeritler dolusu; ya da birkaç tümce, birkaç çizgi.. Ne biri yeter, ne öbürü.. Belki ikisi de gevezelik. Okuyan karar verir; elbet, kendi hesabına.
(Sayfa: 91-100)
Bilge Karasu

29 Aralık 2018 Cumartesi

Robert Louıs Stevenson - Dr. Jekyll ile Bay Hyde

Arka Kapak:
*
Stevenson yinelenen kâbuslarında çifte yaşam sürüyor; gündüzleri saygın bir doktor olarak çalışırken geceleri sokaklarda geziniyordu. Dr. Jekyll ile Bay Hyde işte bu kâbuslardan doğdu. 1886'da yayımlandığında İngiltere ve Amerika'yı kasıp kavuran yapıt, çok sayıda tiyatro ve sinema uyarlamasıyla bir popüler kültür efsanesine dönüşerek günümüze kadar geldi. Victoria döneminin değerlerine uygun olsa da, olay örgüsü günümüzün toplumsal ve psikoloik kaygılarına denk düşecek biçimde yeniden işlenebilmesine elveriyordu. Bir yandan da, bunca şan şöhretin gölgesinde kalan edebi derinliği ve çokkatmanlılığıyla farklı düzeylerde okunabilecek bir metin olarak varlığını sürdürdü. Ruhla bedenin arzuları arasındaki ezeli çatışmadan söz ederken Victoria toplumunun ikiyüzlülüğünü yeren ve psikoloji alanında Freud'un kuramlarını haberleyen gelişmelerle kan bağı bulunan, çağının ötesinde bir başyapıt olarak..
***
Robert Louıs Stevenson
*
(1850-1894): Edinburg'da dünyaya gelen yazar, hukuk öğrenimi gördü. Üniversite yıllarında yaz tatillerini Fransa'da geçiren Stevenson'ın An Inland Voyage (1878; İç Kesimlere Yolculuk) ve Travels with a Donkey in the Cevennes (1879; Eşek Sırtında Cevennes Yolculuğu) adlı kitapları bu gezilerin ürünüydü. Yazar 1879'da, âşık olduğu Amerikalı Fanny Vandegrift Osbourne'un ardından ABD'ye gitti. Bu yolculuğu daha sonra The Amateur Emigrant (1895; Amatör Göçmen) ve Across the Plains (1892; Düzlükleri Geçerken) adlı yapıtlarında anlattı. 1880'de Fanny ile evlendi. ABD'de terk edilmiş bir gümüş madeni yakınlarında geçirdikleri balayı yazarın The Silverado Squatters (1883; Gümüş Avcıları) adlı yapıtının konusunu oluşturdu. Yazarın en bilinen yapıtları arasında Treasure Island (1881; Define Adası) ve Kidnapped (1886; Kaçırılan Çocuk) sayılabilir.

Dostoyevski - İnsancıklar

Dostoyevski -İnsancıklar
Dostoyevski -İnsancıklar
Dostoyevski -İnsancıklar
Dostoyevski -İnsancıklar
Dostoyevski -İnsancıklar
Dostoyevski -İnsancıklar
Dostoyevski -İnsancıklar
Dostoyevski -İnsancıklar
Dostoyevski -İnsancıklar
Dostoyevski -İnsancıklar
Dostoyevski -İnsancıklar
Dostoyevski -İnsancıklar
Dostoyevski -İnsancıklar
Dostoyevski -İnsancıklar
Dostoyevski -İnsancıklar
Dostoyevski -İnsancıklar
Arka Kapak:
*
İnsancıklar, St. Petersburg'da bir devlet dairesinde çalışan orta yaşlı ve alçak gönüllü kâtip Makar Devuşkin ile uzaktan akrabası, yirmili yaşlarının başında genç bir kadın olan Varvara Dobroselova arasındaki mektuplaşmalardan oluşan bir eserdir. Dostoyevski'nin henüz 24 yaşındayken kaleme aldığı; yoksulluk, dostluk ve sanat sevgisi gibi temalarla örülü bu roman, dönemin eleştirmenlerince adeta göklere çıkarılarak yazarın edebiyat çevrelerine bir yıldız gibi girmesini sağlamış ve çok parlak bir ''toplumsal roman'' olarak nitelendirilmişti.
*
''Sahip olduğu ilham perisiyle çatı ve bodrum katlarında yaşayanlara hayat veren genç şairi tebrik ediyorum. Yaldızlı köşklerde yaşayanlara ''yoksullar da insan, onlar da kardeşlerimiz,'' diye haykırıyor. '' Visairon Belinski
Dostoyevski -İnsancıklar

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...