#AnaisNin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#AnaisNin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ocak 2023 Pazar

Anaïs Nin - Ateş Merdivenleri, İçsel Kentler 1 (Çeviren: Püren Özgören)


Arka Kapak:

*
Anaïs Nin’in kendi sözleriyle “kadındaki yıkımla ilgili” olan Ateş Merdivenleri daimi, yerleşik meskeni olmayan ruhların, içsel kentlerden dışarı taştığı yakıcı bir roman.
*
“Yazdıkları anlatılamayacak kadar güzel. En önemlisi, benim asla elde edemeyeceğim bir kesinlik, anlayış ve olgun bir hüner var.”
*
Henry Miller
*
Önsöz:
*
''1945'te şöyle yazdı Nin: ''Bocalamanın, kafa karışıklığının kökenine dönmek gerekiyor, çünkü bu, kadının kendi doğasını anlamak için verdiği savaşımın başlangıcıdır.. Henüz erkekle değil, onun içindeki çocukla bağlantı kurabilen, yalnızca anneliğe muktedir olan kadının kendi kendisiyle giriştiği savaşın ilk adımı. Bahçedeki aynalar, kadının daha ileriye gitmeden önce durup dikkatle bakması gereken aynalardır. İşte aynaların ve onun karşısına dikilen öyküsüdür bu; aynalardaysa salt kadınların görmeyi göze alabileceği bir şey var: Henüz tamamlanmamış olan bir kadın.''..'' (Sayfa: 5)
*
''Hayatın asıl mucizeleri, derinlerde yatar. Gerçek adına derinlikleri araştırmaksa asıl mucizedir ve bunu en iyi çocuklarla sanatçılar bilir: Büyü ve güç, gerçektedir.''
*
Anais Nin (Sayfa: 9)
*
''Anais Nin amacını bize tekrar tekrar anımsatır: ''Ruh doktorlarının her gün mücadele ettiği dramayı, o acıyı resmetmek: Dağılmış, yayılmış bir görüş açısı, kopmuş bağlantılar, simgesel dramlardan oluşan bir dünya ve ruhsal vizyonun, imgelem gücünün bu dünyada yarattığı, tamamen farklı ve anlaşılması güç sorunlar. Ben nesnel gerçek, fotoğrafsal gerçek hakkında yazmıyorum, gerçeğin insanların gördüğü ve hissettiği biçimini yazıyorum: Onların gerçekliğini.''..''
*
Gunther Stublmann
Becket, Massachusetts,
Bahar, 1995 (Sayfa: 10)
*
I. KISIM
*
BU AÇLIK:
*
''Erkek kadına kendi iradesini dayattığı zaman, kadın onu şu varsayıma inandırmayı bilir, bunun tadını çıkarmasına izin verir: O, kadından daha güçlüdür ve onun iradesini kabullenmek kadın için büyük bir zevktir. Bunu kadın yaptığı zamansa, erkek ona, ilk adımı atmanın ve rolleri ters yüz etmenin suçluluğu dışında hiçbir keyif duygusu vermez. Kadın sıkça sormak zorunda kalır: ''Şunu yapmak ister misin.?'' Oysa erkek bilmez.. Ve kadın boşluğu doldurur; ilerleyebilmek, devinebilmek, hissedebilmek adına boşlukları doldurur; o zaman da erkek söylenir: ''Beni çok zorluyorsun.!''..'' (Sayfa: 18)
*
''..aşkının gücünü de hissetti; bu aşkın engele hızla çarpan şiddetini ve engelin direncini. Ona göre bu çarpışma, tutkunun gerçekliğini kanıtlıyordu.'' (Sayfa: 18-19)
*
''..o zaten annesinin mülkiyetindeydi ve aynı anda iki kişiye ait olmak demek sıfırlanmak, yok olmak demekti. ..iki aşkın göğüs göğüse gelmesinin, birbirinin karşısına dikilmesinin anlamı ölümdü.'' (Sayfa: 19)
*
''Altı yaşındayken, annesine çocukların nasıl doğduğunu sormuş, annesi şöyle yanıtlamıştı: ''Seni ben yaptım.''..'' (Sayfa: 20)


''Derinlerde, doğasının arzuladığı şey, onu razı etmeleriydi: teslim olmaya, silahları bırakmaya.'' (Sayfa: 23)
*
''Tüm diğer kederler, hastalıklar ya da acılar öteki insanlar tarafından anlaşılır, paylaşılır, esefle karşılanır. Bir tek bu, bu gizemli ve yapayalnız hüzün hariç.'' (Sayfa: 24)
*
''..dışarıda yaralanıp içe dönen ama orada kalmayı reddeden ve yenilenmiş bir görme gücüyle, taptaze bir bakış açısıyla geri dönen gözlerdi. Katlanılmaz çıplak gerçeklerle, katlanılmaz çıplak acıyla her karşılaşmanın ardından, içteki odaların aynalarına, anlamanın ve yansımanın yarattığı dönüşüme sığınıyorlardı ki yeniden yüzeye çıkıp çıplak gerçekle bir kere daha yüzleşebilsinler.'' (..) ''Bu içsel odada başka karaltılar da vardı. Kucağındaki çocuğu emziren Meryem Ana. Küçük çocuğa sonsuzcasına yapışan, musallat olan anne imgesi.'' (Sayfa: 27)
*
''Gerard'ı yitirdim çünkü üzerine atladım. Duygularımı dile getirdim. Korktu. Neden hep korkan erkeklere aşık oluyorum.? Evet, korktu ve benim onun peşinden koşmam gerekti. Djuna, erkeklerin kur yaptıkları bir kadını elde edemedikleri zaman o kadar da incinmediklerini fark ettin mi.? Oysa kadınlar incinir. Kadın Don Juan'ı oynayıp bir erkeği kovalar da o erkek geri çekilirse, kadın az ya da çok, mutlaka sakatlanır.'' (Sayfa: 28)
*
''Henüz küçük bir çocukken özgür iradesiyle seçimini yaptı; kişinin kendi doğasına bilgelik ve anlayış yoluyla egemen olmasını sağlayan, Doğululara özgü bir tavır benimsedi. Ve sonunda bilinen her aracı (sanat, estetik, felsefe, ruhbilim) kullanarak doğasını ehlileştirdi.'' (Sayfa: 30)
*
''Hayat, sonunda tuzaklara ve ağlara dönüşen kalıplar halinde donmaya, kristalleşmeye eğilimlidir. İnsanlar birbirlerini ilk ''halleri'' ya da ''biçimleri''yle görmeye ve buna uygun bir ritim tutturmaya yatkındırlar. Sevdiklerindeki değişimleri, yaklaşan dönüşümü fark etmekte müthiş zorlanırlar. Sonunda yeni kişiyi nihayet algılayabilseler bile bu sefer de ritmi değiştirmekte zorlanırlar.'' (Sayfa: 35)
*
''Bütün duygusal tarihimiz, örümcekle sineğin öyküsünden ibarettir; buna bir de, sineğin ağın örülüşüne yardım etmesi gibi bir trajedi eklenmiştir.'' (Sayfa: 36)
*
''Karanlıkta insanlar cesurdur, her türlü hayali kurmaya cesaret ederler. Ve her şeyi anlatmaya.'' (Sayfa: 37)
*
''Mutluluğu bir mücevher, karşılığında büyük acılar ve suçluluk duygularıyla kıvranmayı göze alacağın bir mücevher olarak görmek. Bugün bile Lillian, ne zaman başıma güzel bir şey gelse, bir aşk, bir esrime ya da mükemmel bir an yaşasam, hemen ardından acıyı beklerim.'' (Sayfa: 40)
*
''..tımarhaneye kapatıldı. Kimseye zarar vermemişti. Savaş çıkınca, çiçekçilerden aşırdığı çiçekleri dünyaya barış getirmek için yediğini söyledi. Eğer herkes çiçek yese dünyaya barış egemen olur, dedi.'' 8Sayfa: 40)
*
''Gerçek çocuklardan hiçbir zaman haz etmedim, bir tek yetişkinlerin içindeki çocukları severim. (..) Şu sözde yetişkinlerin içinde öyle çok çocuk, öyle çok terkedilmiş yetim var ki.'' (Sayfa: 47)
*
''..çorabındaki incecik bir kaçığı bile yiğitçe taşıyamazdı. Kopmuş bir düğme onu allak bullak etmeye yeterdi.'' (Sayfa: 49)
*
''..onun bağlılığının minicik kanıtlarını birbirine ekliyor, kendisinin o parçalanmış, yırtık pırtık aşkına ve inancına giydirebileceği bir elbise yapmaya çalışıyordu. Dikkatsiz, baştan savma bir makasın kesip biçtiği inancı onardı, dikti, ördü, yamadı. Erkek hor kullandı, fırlatıp attı; ona sunulan hazineleri değerlendiremedi, koruyamadı, elinde tutamadı. Sanki cepleri sürekli delikti..'' (Sayfa: 61)
*
''Erkeğin herhangi bir şeye duyduğu açlık, kadını bir anda Alaattin'in sihirli lambasına dönüştürüyordu: Erkeğin rüyaları bile yerine getirilmeliydi.'' (Sayfa: 62)
*
''Onu incittiğini bile bile her şeyi anlatıyor, hiçbir şeyi saklamıyordu. Gizlisi saklısı yoktu.'' (..) ''En sevdiği oyun, başkalarının değer verdiği bir şeyi fırlatıp atmak, diğerlerinin gözü gibi sakındığı bir şeyi kırmaktı. Gelenekler, alışkanlıklar, eşyalar. En büyük eğlencesi, yok etmekti.'' (Sayfa: 65)
*
''Hiçbir kadın, rahminde kıpırdayan canı yargılamamıştır.'' (Sayfa: 66)
*
''İki dost. Tanrım, bir erkekle bir kadının aşkı, cinsel isteği, her şeyi aşıp iki dost olması mümkün mü.? İşte, seninle bunu başardığımızı hissediyorum.'' (Sayfa: 69)
*
''Bağlılık halkası genişledikçe, Lillian insanların yeniden yalnızlığa yuvarlandığı çatlağın daha da büyüdüğünü görüyordu.'' (Sayfa: 72)
*
''İnsan geçmişi nasıl arındırır.? Suçluluk, pişmanlıklar eski bir manto gibi birine verilemez ki.'' (Sayfa: 74)


''Evet, cansız figürler de insanda tutku yaratabilir: Bir Chirico resminde insanların arasına karışmayı başaramayan bir heykel olsa, birileri tarafından döllenmemiş olsa ya da bir başkasının içinde, kan ve duygu ağlarına kıskıvrak yakalanmış bir halde yaşasa bile.'' (Sayfa: 77)
*
''Bu kadar uzun bir süre yalnız ve mutsuz olduğun bir yer, senin için yanlış yerdir.'' (Sayfa: 78)
*
''..amacı müziği mavi boşluğa fırlatmak değildi; bir doruğa tırmanmak, piyanoyla olanaksız bir birleşmeye, ancak bir kadınla erkeğin birlikte ulaşabileceği bir bütünlüğe varmak için çalıyordu. Bir esrime ânı, bir erime ânı. İçindeki ihtiras ve kan, fildişi tuşlara doğru hırsla akıyor, onlara aşırı bir akım yüklüyordu. Kendi bedeninin yumruklanmasını, darmaduman edilmesini nasıl istiyorsa, aletin kasasını da öyle dövüyordu. Ve yeryüzündeki acı, ne azizliğe ne de cinsel doyuma erişebilmiş birinin acısıydı. Yükselip camdan dışarıya süzülen şey müzik değil, harcanmamış enerjiyle yüklü bir şehvet çığlığıydı..'' (Sayfa: 80)
*
II KISIM
*
EKMEK VE BİSKÜVİ
*
''Bir tek sarhoşlarla deliler anlamlı konuşur,'' (..) ''Kaosa erişmek için önemsiz, gereksiz olanı kaldırıp atanlar yalnızca sarhoşlarla delilerdir, çünkü zenginlik bir tek kaostadır.'' (..) ''..parmağını bir Sanskritçe öğretmeni gibi havaya dikerek, ''Eğer böyle devam edersen,'' dedi, ''dört bir yana dökülüp saçılmayı sürdürürsen, birinin çıkıp seninle ilgilenmesi gerekecek. Bakıma gereksinim duyacaksın çünkü seninki gerçek bir özgürlük değil, bir özgürlük yanılsaması ya da belki yalnızca bir başkaldırı. Sonuçta kaosun en büyük tuzak olduğu ortaya çıkar ve kendini onun içine hapsolmuş bulursun.'' (Sayfa: 87)
*
''..inşa etmek için konuşurdu. Ona göre her söz, özenli bir yapıya eklenecek kusursuz bir tuğla olmalıydı.'' (Sayfa: 88)
*
''Bütün aşkların başında, bu geriye doğru yolculuk yaşanır: Her âşığın, sevdiği kişiye birinciden başlayarak bütün farklı benliklerini sunma isteği.'' (Sayfa: 92)
*
''Jay fark etmedi: O çocuk Lillian'ın içinde öyle sıkı sıkı kilitlenmiş, öylesine derine gömülmüştü ki ne varlığı ne de tepkisi belli oluyordu. Lillian'ın salt bir kadının tutkusunu yansıtan tavırlarında, duruşunda herhangi bir değişiklik de yapmadı; bir çocuğu dinleyen ama bu küçük bedene doğru eğilmeye, boyunu onunkine uydurmaya çalışmayan bir kadındı bu. Oysa tıpkı Jay gibi kendisi de olgunluğundan, o yetişkin kadın bedeninden sıyrılabilir, çocuk yüzünü, gözlerini, devinimlerini korkusuzca sergileyebilirdi; o zaman Jay o çocuğu görür, onunla iletişim kurabildiğini anlar, kendi çocukluğu aracılığıyla küçük Lillian'a dokunabilirdi; bu iki çocuk karşılaşsaydı Jay ihtiyaçlarının ne kadar benzeştiğini görebilirdi.'' (Sayfa: 94)
*
''..hiçbir özveri, hiçbir cömertlik o ilk reddedilişin tutuşturduğu ölümcül hıncın ateşini söndüremezdi. Her çocukta ve suçluda var olan bu inanca göre, açılan yarayı, verilen zararı hiçbir tazminat onaramaz. Bir zamanlar açlık çekmiş biri, dünyadan öcünü salt gereksindiği şeyi çalarak almaz, yerine asla konulamayacak bir şeye, yani yitirdiği inancına karşılık dünyayı sonu olmayan bir haraca bağlar.'' (..)
''Başka kadınlara duyduğu dürtülerden söz ederken, yüzüne cinsel zevk peşinde olan bir erkeğin değil, yaramaz, davranışları kesinlikle denetlenemeyen, haylaz bir fırlamanın ifadesi yerleşirdi; bu artık sadakatsizlik değil, ''sokağa çıkıp oynamak'' isteyen bir çocuğun gemlenemeyen coşkusuydu.'' (Sayfa: 95)
*
''..''Ben yoksulluğu seçen Buda gibiyim. İlk karımı ve çocuğumu dinsel bir yaşam uğruna terk ettim. Şimdi müritlerimin verdiği bir kâse pirinçle yaşıyorum.''
''Ne öğretiyorsun peki.?'' diye sordu Jay'in havailiğine kapılmayan genç bir adam.
''Bütün acılardan arınmış bir yaşamı.''
Ama onlara dışardan bakan biri, Jay'in hüzünleri, acıları bertaraf edecek gizli bir formül bulmak yerine, hepsini Lillian'ın sırtına yüklediğini düşünürdü; erkeğe inebilecek her darbeyi savuşturmak üzere her an tetikte bekleyen Lillian'ın. Müritleri de kaçınılmaz olarak şu sonuca varıyordu: Onun yaşam tarzına ulaşabilmek için kendilerine birer Lillian bulmaları gerekiyordu.'' (Sayfa: 96)
*
''Onun ruh halini yakalayamayanlar tekneden inebilirdi. Kimyasal tepkimeyi o tetikleyecek değildi. Bırak, herkes kendisi öğrensin.''
(..)
''Hapisten yeni çıktım da.. Hücrede yalnızca beş adım atabiliyordum, o kadar. Şimdi geniş bir odadayken huzursuz oluyorum. Onu keşfetmek, içselleştirmek istiyorum ama aynı zamanda bir adım daha ileriye gitmemem gerektiğini hissediyorum.'' (Sayfa: 97)
*
''Onlar Jay'in babasıydı. Öyle çok babası vardı ki, çünkü onların hepsini görebiliyordu. Hepsi de birbirinin yerini alabilen yüzlerce babamız, anamız ve sevgilimiz olduğuna inanıyorum, işte Lillia'ın hatası da bu, onun için tek bir anne, tek bir baba, bir koca, bir âşık, bir oğul, bir kız evlat var; hepsi de yeri doldurulamaz, tek ve eşsiz..
Dünyası ne kadar da küçük. Az önce gözlerinde şimşeklerle yanımdan geçen kız, benim kızım. Onu alıp, yitirdiğim kızımın yerine eve götürebilirim. Dünya babalarla dolu, ne zaman bir babaya ihtiyacım olsa yapmam gereken tek şey durup onlardan biriyle konuşmak.. Örneğin şurada oturan, aksakallı, kaptan şapkalı olanla..''
(..)
''Birkaç izmaritiniz yok mu.? İzmariti yeğlerim de. Bağımsızlığıma düşkünümdür, onun için de izmarit toplarım. Sigara, sadakadır. Oysa ben bir aylağım, dilenci değil.'' (Sayfa: 103)
*
''Seferberlikler sırasında, tanımadığım bir vaftiz annesinden mektuplar alırdım. O mektupların nasıl şeyler olduğunu hayal bile edemezsiniz, mösyö. Yanımda bir tane bile yok, çünkü, onları orada, çöllerde okuya okuya eskittim. Öyle sıcak mektuplardı ki soğuk bir ülkede savaşıyor olsaydım onlarla ellerimi ısıtabilirdim. O mektuplar beni öyle mutlu etti ki ilk iznimde hemen kadını aramaya koyuldum. Buysa, inanın çok çetin bir işti, çünkü kadının adresi yoktu.! Küçük bir el arabasıyla muz satıyor, köprülerin altında yatıp kalkıyordu. İznimin tamamını bir şişe kırmızı şarapla onun yanında oturarak geçirdim, tıpkı şu an yaptığımız gibi. Eh, bu daha güzel bir hayattı; orduyu bıraktım.'' (Sayfa: 104)
*
''Acayip, kaba saba bir dünya, diye tıslamıştı Eleştiri Dekanı. Çarpık çurpuk bir dünya. Elbette öyle. Onlar da Paris'teki rehineci dükkânındaki yedi banktan birinde üç saat otursunlar bakalım. Dolent Sokağı'nı bir uçtan ötekine yürüsünler. Belki de böyle serbestçe dolaşmama izin verilmemeli, belki de suçlularla birlikte hapse atılmalıyım. Onları anlıyor, onlara acıyorum. Ben cinayetlerimi boyayla işliyorum. İşlenen her cinayet insanların gözünü bu cinayeti üreten koşullara açıyor ama az sonra yeniden uykuya dalıyorlar; ressam onları uyandırınca da hemen intikamını alıyorlar. Benden parayı da, şöhreti de esirgemekle çok iyi yapıyorlar, çünkü böylece beni sokaklara sürüyorlar ve suratlarına çarpmamı istemedikleri şeyleri önüme sermiş, bana göstermiş oluyorlar. Benim cengelim, Rousseau'nun masum ormanlarından biri değil. Benim vahşi ormanımda herkes düşmanıyla karşılaşıyor. Doğanın yeraltı dünyasında borçlar yine aynı şeyle, birebir ödenmeli: Sahte para geçmiyor. Açlık açlıkla, acı acıyla, yıkım yıkımla.
Ressamın orada bulunma nedeni de hesabı tutmak.'' (Sayfa: 106)
*
''..kendisinin kadın çeşitlemesinden nefret etmesi, özgür erkeğin özgür kadından nefret etmesi gibi; çünkü erkek, kadındaki bu tutku özgürlüğünden nefret eder, çünkü böylesi bir özgürlüğü salt kendine tanır.'' (Sayfa: 109)
*
''..yoksulluğu, aşınmış sandaletleri, nedense meydan okumaların en yüreklisi gibiydi: Kendini bütün hissetmek için kusursuz giysilere ya da yeni sandaletlere gereksinim duymayan birinin seçimi.''
(..)
''..bu kadın onda eşitlik denklik duygusu yaratıyordu..'' (Sayfa: 111)
*
''Konuşması çalkantılı bir ırmak, kopmuş bir inci kolye gibi Lillian'ın çevresine saçıldı.'' (Sayfa: 112)
*
''İnsanın yaşamına, salt, daha sonra karikatürünü yapmak, tuvalde alaya almak için giriyor sanki. Yalnızca çirkinliği ortaya çıkarıyor.''
(..)
''Kimin acı çekeceğini şu kadarcık umursamadan uzanır, canımın istediğini alırım.'' (Sayfa: 113)
*
''Gerçekler hakkında soru sormaman harika. Gerçekler önemsizdir. Önemli olan, özdür. Şu nefret ettiği soruları sormuyorsun: Hangi şehir.? Hangi erkek.? Hangi yıl.? Ne zaman.? Olgular. Ah onlardan tiksiniyorum.!'' (..)
''Onlar, ikisinin de bir ad koyamadığı, kendilerine ait bir dünyada yürüyorlardı.'' (Sayfa: 116)
*
''İki kadın bir gece, bir barın kırmızı ışığının altında buluşunca, ruh hallerindeki benzerliği keşfettiler: Ona, erkeğe gülebiliyorlardı.'' (Sayfa: 117)
*
''Gözlerinde soru işaretlerinden bir tespih.'' (..)
''Oysa hiçbir içki, savaş haliyle ve nefretle başa çıkamaz. Hiçbir içki, acılığı sevmez.'' (Sayfa: 118)
*
''Benzersizlikleri, başkasına benzemeyişleri dünyayı silip süpürdü, tertemiz etti: Onlar şimdi hayatın başlangıcında duruyorlar; çıplak ve geçmişten bütünüyle soyunuk.'' (Sayfa: 120-121)
*
''İlk günahtan, edebi günahlardan, önceden düşünme, tasarlama günahından arınmış iki suçsuz.'' (..)
''Arzularının ve korkularının suratına yepyeni gözlerle bakmanın gücü.'' (Sayfa: 121)
*
''Bedenlerini, yüzlerini değiş tokuş etmeyi her ikisi de arzuluyordu. Her ikisi de, öteki olmak için ürkütücü, yıpratıcı bir özlemle yanıp tutuşuyordu.'' (Sayfa: 122)
*
''Hiçbir bedensel temas, içlerindeki o gizemli arzuyu, ötekinin yerine geçme özlemini karşılayamazdı. Almak değil; solumak, içine çekmek, emmek, kendine mal etmek ve değişmek.'' (..) ''Onlar yatarken şafak odaya sızdı; camlardaki kiri, masadaki çatlağı, duvarlardaki lekeleri gösteren gri bir gündoğumu.'' (Sayfa: 123)
*
''..''Tam da bir sanatçının doğabileceği harika, zifiri bir gece,'' dedi Jay. ''Mutlaka gece doğmalı ki ana-babasının ona yalnızca yedi ay can verdiğini kimse fark edemesin. Hiçbir sanatçıda rahimde dokuz ay kalacak sabır yoktur. Yuvadan bir an önce kaçmalıdır o. Sanatçı kendini tamamlama, kendini yaratma saplantısıyla, bir tür cinnetle doğmuştur. Öyle katmanlı ve öyle şekilsizdir ki özü sürekli parçalanıp dağılır; onu yeniden birleştiren tek şeyse çalışmasıdır. Hayal gücüyle bütün kalıplara dolabilir, kendini çoğaltıp bölebilir; öte yandan ne yaparsa yapsın, hep ikiye bölünmüş olarak kalacaktır: İki tane.'' (Sayfa: 125)
*
''Onun bu balina iriliğindeki benliğinin, balina şişkinliğindeki egosunun karanlık kovuklarında Lillian'ın yaşamayı, soluk almayı becerip beceremediği Jay'in umurunda bile değildi.'' (..) ''..bu kadar çok yalan söylemesinin nedeni bence karşısındakine gizemden, hayalden başka sunacak bir şeyi olmaması. Belki de bütün o sırların gerisinde hiçbir şey yok.'' (Sayfa: 126)
*
''..bir zamanlar yüreğinin olduğu yerde şimdi koca bir delik bulunduğu duygusuna kapıldı; kalp atışının, pompalanan kanın yerinde şimdi hedefini bulmuş, irice bir kurşunun açtığı esintili bir delik vardı.'' (Sayfa: 127)
*
''Erkeğin varlığından yayılan o belirgin, somut ışıltı, kendini ''insan sıcaklığı'' diye yutturmayı beceriyordu. Sesi öyle ılıktı ki dile gelmiş duygunun sesiydi sanki. Devinimleri sıcaktı; elleri dokunmaktan hoşlanırdı. Ellerini sık sık insanlara değdirir, insanlar da bunu sevgi sanırdı. Oysa yalnızca fiziki bir sıcaklıktı bu, güneş gibi, Kimyasal bir madde gibi ısı yayıyordu, hepsi o kadar.'' (..)
''Biri kapıyı çaldığı zaman, bana, tahtaya değil de yüreğime vuruluyormuş gibi gelir. Her darbe doğruca yüreğime ulaşır.'' (..)
''Dışarıya çıkmak, bütün bir geceyi, beni ona bağlayan bütün o sicimleri, ona duyduğum aşkı, beni bir bekâret kemeri gibi sımsıkı kuşatan bu sevdayı hissetmeksizin geçirmek için neler vermezdim.'' (Sayfa: 128)
*
''Bir erkek her kaprisini, her fantezisini, her dürtüsünü sonuna kadar yaşamaya karar vermişse, bu akışla, bu tufanla artık hiçbir Nuh'un Gemisi baş edemezdi.'' (Sayfa: 129)
*
''Herkesi şaşırtıyor, allak bullak ediyor. Kendimi bütünüyle onun ellerine bıraktım. Tek arzum, olağanüstü bir şey yaratacak olan birine hizmet etmekti; aynı zamanda kendimi yaratmama da yardım edeceğini sandım. Oysa yakıcı biri o; beni de mahvediyor.'' (Sayfa: 130)
*
''..kimse, biçimlendirmesi, sil baştan yaratması için imgesini bir başkasına teslim etmemeli.'' (Sayfa: 131)
*
''Nasıl oluyor da bazı kadınlarda deneyim tortuları birikip böylesine yoğun bir lezzet yaratabiliyordu..'' (Sayfa: 139)
*
''Acı yalnızca yansımada, zihindedir.'' (Sayfa: 140)

15 Temmuz 2022 Cuma

Anais Nin - Henry ile June (Türkçesi: Nedret Tanyolaç Öztokat)


Arka Kapak
 ''Günce tutmanın bir hastalık olduğunu bu geceki kadar açıklıkla görmemiştim. Henry'yle kahvedeki o büyüleyici tartışmalarımızdan yorgun düşmüş bir halde eve döndüm; odama girerken çok mutluydum, perdeleri çektim, ateşe bir odun attım, bir sigara yaktım, Günce'yi tuvalet masamın altındaki son sakladığım yerden aldım, fildişi rengi pek yatak örtüsünün üstüne attım ve yatağa uzanmaya hazırlandım. Bir esrar içicisi de piposuna böyle hazırlanır diye düşünüyordum. Çünkü yaşamımı, bir düş, bir mitos, sonu olmayan bir öykü gibi gördüğüm bir andı bu. (..) Günce, benim afyonlu sigaram, haşhaşım, esrar pipom. Uyuşturucum ve kötü alışkanlığım.''

*
Anais Nin (Günce I)
*
''Anais Nin'i Günce'si, evrensel edebiyatın gerçekten önemli ve zenginleştirici yapıtları arasındadır.''
*
Henry Miller
*
Kapaktaki fotoğraf: Anais Nin Brooklin'de. (Foto: Marlis Schwieger)
*
ANAIS NIN'İN GÜNCELERİ ÜZERİNE:
*
''..''Söylemek istediğim, sanattan ve sanatçıdan tümüyle ayrı bir şeydir. Konuşmak isteyen bir kadın. Ve konuşmak isteyen yalnızca Anais adlı kadın değil. Çok sayıda kadın adına konuşmalıyım. Kendimi keşfettikçe, binlercesinin arasından birisi, bir simge olduğumu hissediyorum. Dünün ve bugünün kadınlarını anlamaya başlıyorum. Geçmiştekiler konuşmaktan yoksun, suskun sezgilerde sığınak arayan kadınlardı; bugünün kadınları, hepsi kendilerini hareketli yaşama adamış, erkeklere öykünen kadınlar. Bense iki türün arasındayım..'' diye yazar.'' (Sayfa: 6)
*
''Bizi umutsuzluğa iten şey, yaşamımızın tümünde evrensel, kozmik bir anlam bulmaya çalışmamız ve sonunda yaşamın saçma, mantıksız ve anlamsız olduğunu söylememizdir. Her şeye uyacak evrensel, kozmik bir anlam yoktur; her birimizin yaşamımıza verdiğimiz anlam vardır yalnızca; bireysel bir anlam, bireysel bir öykü; tıpkı kişisel bir roman gibi, her insan için bir kitap vardır. Mutlak birliği arayarak kendimizi kandırıyoruz. Bana doğru görünen insanın kendi yaşamına olabildiğince anlam katmasıdır. Örneğin, bağnazlık ve haksızlıkla dolu olduğunu düşündüğüm siyasal akımların hiçbirine katılmadım, ancak her insana insanca ve demokratça davranırım.'' (Sayfa: 7)
*
''Her insana hakettiğini veririm. Toplumsal sınıfı ve zenginliği önemsemem. Benim duyarlı olduğum şey düşünce yetisi, insansal değerler ve karşılayabildiğim oranda başkalarının gereksinimleridir. Benim kendi adıma yaptığımı hepimiz yapabilseydik ne savaş olurdu, ne de yoksulluk. Bana gelen her insanın yazgısından kişisel olarak sorumlu gördüm kendimi.'' (Sayfa: 7-8)
*
''Yirmi dokuz yaşında, yalın bir dille şunları yazar: ''Her zaman en az iki kadın vardı içimde; biri boğulduğunu hisseden yitik ve umutsuz kadın; öteki, güçsüzlük yetersizlik, umutsuzluktan başka bir şey olmayan gerçek duygularını gizleyerek insanlara bir gülümseyiş, istek, merak ve ilgi sunmak üzere sanki sahneye çıkmış bir kadın.''..'' (..) ''..''Yalnızca herkesin beni güncemden ayırmak istemesine üzülüyorum,'' diye yazar 1933 Haziranında. ''Güncem benim sadık dostum, bana yaşama gücü veren te dostumdu, çünkü insanların yanında bulduğum mutluluk öyle geçici ve içimi dökme isteği öylesine ender ki, en küçük ilgisizlik belirtisi sessizliğe gömülmeme yeter. Güncemde rahatım yerinde.''..'' (Sayfa: 9)
*
''Özellikle içinde olduğum an'ı yaşıyorum. Anımsadığım bir şeyin gerçekliği daha azmış gibi geliyor bana. Gerçekliğe öyle gereksinme duyuyorum ki. Yaşanan şey uzaklık ya da zamanın etkisiyle değişikliğe uğramadan, nerdeyse yaşarken beni yazmaya iten, işte bu her şeyi hemen not etme gereksinimidir.'' (..) ''1947'de yayımlanan On Writing (Yazmak Üzerine) başlıklı bir denemesinde Anais Nin şöyle yazar: ''Günce bana insanların kendilerini en gerçekçi biçimde, özellikle duygusal kriz anlarında ortaya koyduğunu öğretti. İnsanın kendisini ele verdiği bu önemli anları seçmeyi öğrendim.''..'' (Sayfa: 10)
*
''..''Aya gidiyoruz,'' diye yazmıştır Anais Nin. ''Çok uzak değil. İnsan kendi içinde de çok uzaklara gidebilir.''..'' (Sayfa: 12)
*
GUNTHER STUHLMANN, New York, Ekim 1965
*
Kış, 1931-1932


''..insanların bir nesne ya da bir kişiyi engellenen bir şeyin sorumlusu gibi gördüklerini; oysa o engelin gerçekte insanın kendi içinde olduğunu da iyi biliyorum.'' (Sayfa: 18)


''Günlük yaşam beni ilgilendirmiyor. Yalnızca önemli anların arayışındayım. Olağandışının ardına düşen gerçeküstücülere katılıyorum.'' (Sayfa: 19)
*
''..Rimbaud'nun açıkladığı gibi bilinçaltına tapma. Çılgınlık değil bu. Mantıksal düşüncenin kurduğu katı biçimleri aşmak için gösterilen bir çaba.'' (Sayfa: 27)


''Dürüst bir fotoğrafçı gibi yalnızca gördüğüne inanıyordu; şimdi düz ya da ters yansımalı binlerce aynanın ortasındaydı.'' (..) ''..bana gerçeği söylediği gün, onu gerçekten seveceğimden, ona sahip olacağımdan kuşkum yoktu. Benim savaştığım onun yalanlarıydı.'' (Sayfa: 30)
*
''Gerçek, yalnızca estetikten yoksun kişi ve nesnelerde bulunurmuş.'' (..) ''..Arapların, düşüncelerini açık edenlere saygı duymadıklarını okuduğumu anımsıyorum. Bir Arabın zekâsı dolambaçsız soruları istediği yönde yanıtlamasıyla ölçülürmüş. Bu, Kızılderililer ve Meksikalılar için de doğruymuş. Soruyu soran hep kuşku içinde kalırmış.'' (Sayfa: 31)
*
''Abartıdan, süsten uzak her şey ilgisini çekiyor, henüz saçını taramamış kadınlar, yapay gülümsemelerini ve papyonlarını takmamış garsonlar. Onun bu doğallık arayışı June'nun kopkoyu boyanmış gözleri karşısında durmuş olmalı; onu dinlerken düşünüyorum da, gün ışığının uzanamadığı bir kadın bu.
''June gündüzden nefret eder.''..'' (Sayfa: 34)


''O, büyük bir olay koleksiyoncusu ve zaman zaman olayların özünü göremiyor.'' (Sayfa: 36-37)
*
(30 aralık 1931)


''Ona şöyle dedim: ''Siz, bir kadının ne olması gerektiğine ilişkin alışılmadık düşüncelerime uyan tek kadınsınız.''
Beni şöyle yanıtladı: ''Gitsem iyi olacak. Yoksa yanıldığınızı hemen anlayacaksınız. Maskemi düşüreceksiniz. Bir kadının karşısında güçsüzüm ben. Bir kadına nasıl davranılacağını bilmem.'' (Sayfa: 43)


''- Kadınların gücünden korkan erkekleri sevmem.'' (Sayfa: 44)
*
''..'Benliğimi' genişletiyor, geliştiriyorum; tek, bütüncül, bildik, sınırı belli bir Anais olmaktan hoşlanmıyorum.'' (Sayfa: 49)
*
''..''Eğer gizemin bir açıklaması varsa o da şudur: kadınlar arasındaki aşk, bir sığınak, çatışma yerine uyum ve narsisizme bir kaçıştır,'' diyorum. ''Kadınla erkek arasındaki aşkta karşı koyma ve çatışma vardır. İki kadın birbirini yargılamaz. Bir birlik oluştururlar. Bir anlamda bu kendini sevmektir.'' (Sayfa: 65)
*
''Gide diyor ki: ''Dostoyevski'nin kişileri temelde gurur ya da gurur yoksunluğu yüzünden değişime uğrar.''..'' (Sayfa: 71)
*
(ŞUBAT 1932)
*
''Benliklerin çoğulluğu bana her zaman acı vermiştir. Kimi günler bunu zenginlik diye adlandırıyorum, kimi günler de bir hastalık, kanser gibi tehlikeli bir yayılma olarak görüyorum. Önceleri, çevremdeki tüm insanların tek bir bütünde toplanmış olduğunu düşünüyordum. Oysa ben bir yığın ''benlik''den, parçalardan oluşmuş gibiydim.'' (Sayfa: 72)


''Benim yaşamım, düşünceyle ve yaşadığım şeyleri anlama gereksinimiyle dizginlenmiş.'' (Sayfa: 74)


''Beni kutsallaştırmak, putlaştırmak, efsaneleştirmek istiyorlar. Beni yüceltmek, dualarını bana yöneltmek, bende avunma ve huzur bulmak istiyorlar. İnsanların beni korumak istemelerine, bana saygılı davranmalarına neden olan o aşırı incelik ve duyarlıkla, gurur ve kırılganlıkla beni her gün yüz yüze getiren imgeme lanet olsun. Hüzünlü ve derinlikli gözlerime, zarif ellerime, kayar gibi yürümeme, mırıl mırıl sesime, bir şiire girebilecek ve şiddete, zorlamaya, kullanılmaya gelemeyecek denli kırılgan neyim varsa lanet olsun. Yalnızlıktan ölecek gibiyim, yıkılmanın eşiğindeyim.'' (Sayfa: 77)


''..sadakatsiz olan sizin yalnızca bir parçanızla sevişen, gerisini de yadsıyan kişidir.'' (Sayfa: 77)


''..dölleyici bir mucize arıyordu. İlk doğum çoğunlukla başarısızdır. Başarılı olabilecek aşkı arıyordu. Tutku bunu başaramaz çünkü sevgilinin gerçek kimliğiyle ilgilenmez. Yalnızca aşk, sevgi nesnesini tanımak, yaratmak, onun yardımına koşmak ister.'' (Sayfa: 79)


''Eğer birisi yalnız devler görmeyi sürdürüyorsa, bu çevresine bir çocuğun gözleriyle baktığını gösterir. Kanımca erkeğin kadın karşısındaki korkusu, onu erkekleri yaratan anne olarak görmeye başlamasından ileri geliyor. Erkeği doğuran kadına acımak zordur.'' (Sayfa: 80)
*
''Proust doğru söylüyorsa ve mutluluk tutku eksikliğiyse eğer, o zaman mutluluğu hiçbir zaman tadamayacağım. Çünkü ben bilgi, deneyim ve yaratma tutkusunun kölesiyim.
Sanıyorum yaşamın apaçık bilincindeyim; bu da çok daha korkunç ve acı veriyor. Yaşadığım anla aramda bir süre, bir uzaklık yok. Anında bir bilinç bu. Ancak şurası da gerçek, sonradan yazarken daha açık görüyorum, daha iyi anlıyorum, geliştiriyor ve zenginleşiyorum.
Anında daha iyi yaşıyorum olayları. Sonradan anımsananlar bana o denli gerçek gözükmüyor. Nasıl da gerçeğe gereksinimin var.!'' (Sayfa: 95)


..bir Proust parçası:
*
''Öte yandan, aydın ve duyarlı erkeklerin kendilerini duyarsız ve basit kadınlara vermesi rastlantı değildir, (..) bu tür erkekler acı çekmeye gereksinim duyarlar, (..) Bu aydın ve duyarlı varlıkların yalana çok az eğilimleri vardır. Yalana hazırlıksız yakalandıkları gibi, çok zeki bile olsalar, olasılıklar dünyasında yaşarlar, az tepki gösterirler, bir kadının ne istediğini açıklıkla anlayacak yerde, kendilerine yaşattığı acıyla yaşarlar.. (..) Böylece, nasıl oluyor da bu erkeklerce seviliyor diye şaşılan sıradan kadın, zeki bir kadının beceremeyeceği denli onların evrenini zenginleştirir.
Yalanlar..
Bunların tümü, duyarlı aydının karşısına, kıskançlığın deşmek isteyeceği ve onun zekasını oyalamaktan da geri kalmayacak bir derinlikler evrenini çıkarır.'' (Sayfa: 96)
*
''..karmaşadan zenginlik, sarsıntılardan yeni tohumlar doğar.'' (Sayfa: 100)
*
''..'Kötülükten öyle keyif alıyorum ki..'' der Stavrogin'' (Sayfa: 101)
*
''Her zaman en sıradan sözlerden kaçınırım, çünkü tüm gerçeği asla anlatamazlar.'' (Sayfa: 105)
*
''Yazarların tek bir yaşamı olmaz, iki yaşam sürdürürler. Önce yaşarlar, sonra yazarlar; bu sonradan gerçekleşen bir tepki, bir 'geriye dönüş'tür.'' (Sayfa: 106)
*
Proust'tan:
*
''Zevki inatla yadsıyarak ne çok keyiften, ne güzel bir yaşamdan bizi mahrum etti, diyordum kendi kendime.'' (Sayfa: 106)


''- Bir çocuğun güveninin bir kez sarsılıp yıkılması tüm bir yaşamı bu denli etkileyebilir mi.? Niçin baba sevgisinin yetersizliği zamanla silinmez.? O beni terk ettiğinden beri yaşadığım tüm aşklar niçin bunu silmeye yetmedi.?'' (Sayfa: 109)
*
''Kadınlar psikanalize hiç katkıda bulunmadı. Kadınların tepkileri hâlâ bir bilmece ve savlarımızı temellendirmek için elimizde yalnızca erkeklere ilişkin bilgiler olduğu sürece psikanaliz eksik kalacaktır. Kadının bir erkek gibi tepki gösterdiğini sanıyoruz, ancak bu konuda hiçbir şey bilmiyoruz. Erkeğin kendini beğenmişliği kadınınkinden daha büyük -çünkü avlanmayanın ve güçsüz olanın ölüme bırakıldığı ilk çağlardan beri tüm varlığı erkeksi bir yenme duygusu üzerine kurulmuştur. Erkek son derece kendini beğenmiştir ve bu duyguya gelebilecek her türlü darbe onun için ölümcüldür.'' (Sayfa: 110)
*
(4 MAYIS 1932)
*
''Erkekler yalnızca kocaman göğüslü, iriyarı, sağlıklı kadınları severlermiş gibi geliyordu bana. Genç kızken annem zayıflığımı dert ediniyor, şu İspanyol atasözünü anıyordu: ''Kemikler köpekler içindir.'' Hoşa gidebileceğimi, kendim için bir aşk elde edebileceğimi sanmıyordum, bu yüzden de bana sunulanı minnetle kabul ediyordum. İşte bunu unutmak için bir sanatçı, bir yazar, ilginç, sevimli, mükemmel bir kişi olmaya karar verdim. Yeterince güzel olduğumdan emin değilim.'' (Sayfa: 117)
*
''Doktor Allendy: ''Evet, tüm giydikleriniz, yürüme, oturma, duruş biçiminiz çekici; yalnızca kendine güvenmeyen insanlar sürekli olarak çekici bir biçimde davranırlar ve hoşa gitmek için giyinirler.'' (Sayfa: 124)


Dinah Washington: What Difference A Day Makes


''İki sesim olduğunu söylüyor, biri ilk ayinini bile yapmamış bir çocuğun, titrek, güçlükle çıkan sesi, ötekiyse daha güçlü ve daha zengin bir ses. Bu ses kendime çok güvendiğimde çıkıyor. Böyle bir durumda siyah şarkıcı Dinah'ın şarkı söyleme biçimini taklit edebilirim.'' (Sayfa: 129)


''Bana öyle geliyor ki bir ilk darbe benim birliğimi bozdu ve ben kırık bir aynayım. Her parça kendi hayatını yaşamaya gitti.'' (Sayfa: 143)
*
(25 MAYIS 1932)
*
''Ayna bir kez kırıldı mı birlik ve neşe olanaklıdır.'' (Sayfa: 147)
*
''Bir kadının tanıdığı yalnızlığı, bir erkek hiçbir durumda bilemez. Erkek bir kadının karnında yalnızca güçlenmek için bulunur, bir birleşimle beslenir, sonra doğrulur ve dünyaya, işine, kavgaya, sanata meydan okur. Yalnız değildir. İşi gücü vardır.'' (Sayfa: 147)
*
''(Eskiden, ayrılığın sürekli dramını kendimden saklamak için duvar saatini suçluyordum. 'Şimdi gitmeliyim,' yerine 'gitme zamanı'ydı, çünkü insan ilişkileri, bu ilişkilerin sürekliliği benim için çok güç ve gerilimlidir.)'' (Sayfa: 148)
*
''İnsanın kendisiyle yaşamı arasına sanatı, zaman ve uzam, tarih ve felsefeyi koyması acıya egemen olmanın cesur bir yolu.
Sanat deliliğe karşı bir çare, Yaşamın acı ve korkunçluklarını dindiren bir ilaçtı.'' (Sayfa: 149)


''En iyisinin kimseyi sevmemek olduğuna karar verdim, çünkü birini seviyorsanız, sonra ondan ayrılmak gerekiyor ve bu çok acı veriyor.'' (Sayfa: 158)
*
(HAZİRAN 1932)
*
''Kardeşimi seviyorum ve kimi zaman, kardeşime olan bu sevgimin, erkeğin bir kardeş olduğunu bana hissettirdiğini biliyorum; bu da, benim erkeğe en küçük bir kötülük yapmamı engelleyen bir tür anlaşma ortaya çıkardı. Erkek, benim kardeşim.'' (Sayfa: 159)
*
''Benim, çirkinlik ortaya çıkmadan gitme eğilimim var. O sonuna kadar gitmek istiyor. Ben düşlerimi korumak istiyorum.'' (Sayfa: 168)
*
''Spengler'in ender bölümlerinden birini yeni okumuştum. Doğuluların evleri onların duygusal tavırlarını gösteriyordu. Dışarıya açılan pencere yok, pencereler içeriye, bir avluya açılıyor, mahrem bir yaşam. Ve tüm odalar bu avluya bağlanıyor. Gizlenmiş bir lüks. Gizlenmiş düşünceler.'' (Sayfa: 168)


''Yazgı diye adlandırdığımız şey gerçekte karakterimizdir ve karakter değişebilir. Eylemlerimizden ve tutumumuzdan sorumlu olduğumuzu bilmek ille de cesaret kırıcı değildir, çünkü bu, yazgımızı değiştirebileceğimiz anlamına da gelir. Duyguları oluşturan geçmişe, bir ırka, bir kalıta, bir ortama kimse boyun eğmemiştir. Tüm bunların bizi nasıl biçimlendirdiğini incelemeye cesaret edersek değişebilir bunlar.'' (Sayfa: 171)
*
''Anlayan bir kadın olduğum için her şeyi anlamam, her şeyi kabullenmem isteniyor.'' (Sayfa: 174)
*
''Başkalarını düşünen bir çocuk, kendini yok edecek denli her şeyini veren bir kadın olmaya gereksinimim yok artık.'' (Sayfa: 174)
*
''Allendy gibi erkeklerin mutlak ve sınırlı içtenliği beni ilgilendirmiyor. İnsan olarak rahatlatıcı bir şey bu, ancak Henry'nin yalanları, acı olayları, içtenlikten uzaklığı, yazınsal kaçamakları, gezintileri, deneyimleri, cesareti ve kötü şakaları denli ilginç değil.'' (Sayfa: 178)
*
(Kasım 1932)
*
''..''Arada sırada iyilik yaptım. Bundan ötürü mutluluk duymuyorum. Çoğu kez kötülük yaptım; bundan pişmanlık duymuyorum'' diye yazıyor Gauguin.'' (Sayfa: 190)
*
''Bir insandaki zayıflık bir yazarda iyi bir niteliğe dönüşür. Çünkü yazar, daha sonra yapıtında patlayacak olanı biriktirip saklar. Bu nedenle yazar dünyadaki en yalnız adamdır; çünkü yaşar, savaşır, ölür ve yeniden tek başına doğar, rollerini ancak perde indikten sonra oynar. Yaşamın içinde ayrıksı bir kişidir.'' (Sayfa: 195)


''Kendini tanıma zekânın ve bilgeliğin temeliydi.'' (Sayfa: 203)


''Jung şöyle demiş: ''Kendimize yumuşaklık kadar sertlik de katmalıyız, çünkü kişiliğimizin bir bölümün simgesel olarak başka bir bölümün sorumluluğu altına girmesine izin veremeyiz.''..'' (..)
''Jung şunları da yazıyor:
Hayvansı bilince doğru gerileyerek gelişemediğimize göre, daha yüksek bir bilincin daha sarp yolunu tutmaktan başka bir yol kalmıyor bize.''
''Yazık bize.!''..'' (Sayfa: 209)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...