13 Aralık 2022 Salı

Soren Kierkegaard - Kendinizi Sevmeyi Unutmayın (Çeviren: Emre Murat Bozer)

 

Hayat yalnız geriye dönüp bakıldığında anlaşılabilir fakat ileriye dönük yaşanmak zorundadır.
*
Ne olursa olsun kendinle yüzleş çünkü seni değiştirecek şey asıl kendindir. (Sayfa: 5)

*

İnsanlar pak de çok kullanmadıkları düşünce özgürlüğüne karşılık olarak ifade özgürlüğü talep ediyorlar.
*

Hayatta var olan en güzel şeyler hakkında duyulacak, okunulacak veya görülecek şeyler değil, bizzat yaşanacak şeylerdir. (Sayfa: 6)
*
İnsan doğruluğu benimsediği zaman kişiliği olgunlaşmış demektir.
*
Çaresizliğin en sık karşılaşılan şekli asıl kendiniz olamamanızdır. (Sayfa: 8 )
*
Esasen önemli olan benim için doğru olan doğruyu, uğruna yaşayıp can vereceğim doğruyu bulmaktır.
*
Aşk, sevgiliyi değiştirmez, kendi kendini değiştirir. (Sayfa: 10)
*
İnsanlar beni o kadar kıt anlıyorlar ki, beni anlamadıklarından yakındığımı bile anlamıyorlar.
*
Hayat çözülmesi gereken bir problem değil, tecrübe edilmesi gereken bir deneyimdir.
*
Yola sağlam adımlarla koyulduysanız savaşın yarısını kazanmışsınız demektir. Önemli olan başlangıcı yapmak ve o yola koyulmaktır. (Sayfa: 11)
*
Kandırılmanın iki türlüsü vardır: ya doğru olmayana inanırsınız ya da doğru olana inanmayı reddedersiniz.
*
Çağımız tutkudan yoksun. Herkes birçok şeyi biliyor, hangi yöne gitmemiz gerektiğini, gidebileceğimiz pek çok farklı yön olduğunu. Öte yandan kimse hareket etmeye gerçekten istekli değil. (Sayfa: 12)
*
Can sıkıntısı tüm kötülüklerin anasıdır, kendi olmayı reddetmenin çaresizliğidir. * Akıl azaldığı oranda kaygı da azalır. (Sayfa: 13)
*
''Tutkumuzla kaybolmamız tutkumuzu kaybetmekten iyidir.
*
Risk almadığınız sürece inancınız imkânsızlığa denktir.
*
Yüzmek istiyorsan önce tüm giysilerini çıkarmalısın. Hakikati amaçlamak için de çok daha içedönük bir anlamda soyunmak, kendini tüm içedönük giysilerden, düşüncelerden, kavrayışlardan, bencillikten arındırmak zorundasın. Ancak bundan sonra yeterince çıplak olursun. (Sayfa: 14)
*
Yobazın gülüp geçilecek özelliği, sonsuz tutkusunun yanlış nesne üzerine atılmış olmasıdır. İlahi özelliği ise tutkuyla cesaret etmesidir.
*
Dâhiler tıpkı şimşek gibidir. Rüzgâra karşı hareket ederler, insanların ödünü patlatırlar ve havayı temizlerler. (Sayfa: 15)
*
Azınlık çoğunluktan her zaman daha güçlüdür çünkü azınlık genellikle gerçekten bir fikri olan insanlardan oluşur.
*
Hayata dair bir kanaate varırken tıpkı bir ilkokul çocuğu gibi davranan birçok insan var. Okuyup içeriğini anlamadıkları bir kitaptan cevapları kopyalayıp hocalarını kandırıyorlar.
*
Acı çekmek medeni cesaret gerektirir, sevinmekse dini cesaret. (Sayfa: 16)
*
Modern dünyanın sorunları için tek bir çare bulabilecek olsam, reçeteye sessizlik yazardım.
*
Hayatı hakiki ve ciddi kılan tekerrürdür. (Sayfa: 17)
*
Tanrılar sıkıldıkları için insanı yarattılar. Adem sıkılmıştı çünkü tek başınaydı, bu sebeple Havva yaratıldı. Haliyle dünyaya sıkıntı adım attı ve nüfusun artışıyla doğru orantılı olarak yayılmaya devam etti. Adem bir başına sıkılmıştı sonra Adem ve Havva birlikte sıkıldılar. Ardından Adem ve Havva'ya Habil ile Kabil de katıldı ve ailecek sıkılmaya başladılar. Yıllar içinde dünya nüfusu arttı ve herkes hep birlikte sıkılmaya devam etti. (Sayfa: 19)
*
Şair kimdir.? İç çekmelerini ve çığlıklarını güzel bir müziğe dönüştüren dudaklara sahip olan, fakat ruhunda gizli acılar barındıran mutsuz bir insan. (Sayfa: 20)
*
Kalabalıkların biriktiği yerde gerçekliği bulamazsınız. (Sayfa: 22)
*
Kişi tuhaf sözler etmediği için rağbet görmeyebilir, bu gayet olağandır. Bu tuhaf ifadeler geçici heveslerin ürünüdür ve bu ifadeleri herkes -en ahmak olanı bile- kullanır. Öte yandan aklında bir fikri olan ve her zaman bir fikri olacak olan kişi her zaman rağbet görmeyecektir. Hiç kendine özel terim kullanmasa da Sokrates'in rağbet görmemesinin sebebi budur. Onun cehaletini kavramak Hegel'in tüm felsefesini anlamaktan daha büyük çaba gerektirir. (Sayfa: 25)
*
Şu dünyaya bir kez adımınızı attınız mı, ölmek için yeterince yaşlısınız demektir. (Sayfa: 33)
*
İnsan dediğimiz, fiziksel olarak hep dışa dönüktür ve mutluluğunu hep dış dünyaya atfeder. Oysa bir gün, iç dünyasına yolculuk eder ve asıl mutluluğun kaynağını orada bulur. (Sayfa: 37)
*
Çoğu insan, mutluluğun peşinden öyle canhıraş koşuyor ki, birden onu geride bırakıveriyor. (Sayfa: 46)
*
Çektiğim acılar, benim kalelerimdir. (Sayfa: 62)
*
Güvenli bir limandan öğüt vermek kolaydır. (Sayfa: 68)
*
Sıkıntılar insanı zayıflatmaz, sahip olduğu gücü gün ışığına çıkarır. (Sayfa: 74)
*
Hiç kimse kendisi olmaya cesaret edemiyor ve herkes beraberlik adı altında gizleniyor. (Sayfa: 81)
*
Yalnızca ticarette değil, fikirlerin dünyasında da çağımız, bir mevsim sonu indirimine gidiyor. (Sayfa: 91)
*
Kusursuz sevgi, seni mutsuz edeni sevmektir.
*
Mutsuzluk, sevilmeksizin sevmek değil, sevmediğinde sevilmektir. (Sayfa: 92)
*
Bir şeye ne kadar çok insan inanıyorsa, o şeyin yanlış olma ihtimali o kadar yüksektir. Doğru olan insan, çoğu zaman bir başına olur. (Sayfa: 93)

12 Aralık 2022 Pazartesi

Virginia Woolf - Kendine Ait Bir Oda (Çeviren: Suğra Öncü)


Arka Kapak

*
Kadın hareketinin elden düşürmediği önemli kitaplardan biri olan Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf'un belki de en kolay okunan kitabıdır. Kolay okunur, çünkü konu çok somuttur: "Kadın ve edebiyat". Erkeklerin kadınlara bıkıp usanmadan tekrarladıkları "ezeli" ve de "ezici" bir soru vardır: "Bizler kadar düşünme yeteneğiniz olduğunu ileri sürüyorsunuz.
Madem öyle, neden Shakespeare gibi bir deha çıkaramadınız.?"
İşte Virginia Woolf bu "yakıcı" soruya, tarihsel ilişkilerin kökenine inip kütüphane raflarında şöyle bir gezindikten ve de kısa bir kadın edebiyatı tarihçesi çıkardıktan sonra esaslı bir yanıt getiriyor. Ve şöyle sesleniyor kadınlara: "Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın.!"
**
**
''Hak ettiğinden daha onurlu bir sözcükle adlandırdığım aklım, oltasını nehre sallandırmıştı. Dakikalar birbiri ardından gelip geçtikçe, o da yansımaların ve yeşilliklerin arasında, kendini sulara bırakmış, bir batıyor, bir çıkıyor, bir o yana, bir bu yana sallanıyordu, ta ki -o tür bir zorlanmayı siz de bilirsiniz- sonunda ucuna bir düşünce takılana dek.'' (..) ''Çimenlerin üzerinde yürümeye, yalnızca üniversite öğrencilerine ve öğretim üyelerine izin vardı; benim yerim çakıllı patikaydı.'' (Sayfa: 7-8)
*
''..birden, koruyucu bir melek gibi, ama beyaz kanatlar yerine siyah bir cüppenin dalgalanmasıyla yolu kapayan kır saçlı, kibar ama bana küçümseyerek bakan bir beyefendi karşımda belirip eliyle geri dönmemi işaret ederek alçak bir sesle, hanımların ancak bir fakülteli eşliğinde ya da tavsiye mektubu ile kitaplığa kabul edilebileceklerini üzüntüyle belirtmek zorunda olduğunu söyledi.'' (Sayfa: 10)
*
''Duvara dayandığımda, üniversite gerçekten de bana, kumların üzerinde varolma savaşı vermeye bırakıldıklarında, kısa süre sonra yok olacak ender tipleri saklayan bir barınak gibi göründü.'' (Sayfa: 11)
*
''Suçu savaşta mı aramalıyız.? 1914 Ağustosu'nda silahlar ateşlendiğinde, kadınların ve erkeklerin yüzleri, birbirlerini bütün çıplaklığıyla görmüşlerdi de aşk ölmüş müydü.?'' (Sayfa: 18)
*
''..Oxbridge gezim ve yenen yemekler kafamda sürüyle soru oluşturmuştu. Neden erkekler şarap, kadınlarsa su içiyordu.? Neden cinsiyetlerden biri öylesine varlıklı, öbürü ise yoksuldu.? Yoksulluğun kurmaca yazın üzerindeki etkisi neydi.? Sanat yapıtlarının ortaya çıkmasında gerekli olan koşullar nelerdi.? Binlerce soru birden belirmişti.'' (Sayfa: 29)
*
''Bir yılda kadınlar üzerine yazılan kitapların sayısı üzerine hiç bilginiz var mı.? Bunlardan kaçının erkekler tarafından yazıldığını biliyor musunuz.? Kendinizin, evrenin belki de en çok tartışılan canlısı olduğunuzun farkında mısınız.? Ben buraya elimde bir defter ve bir kalemle, sabahı okuyarak geçirip, sabahın sonunda gerçeği defterime kaydedeceğim varsayımıyla gelmiştim. Ama bütün bunlarla başa çıkabilmek için bir fil sürüsü ya da örümcek yığını olmam gerekirdi, diye düşündüm, umutsuzca en uzun yaşayan ve en çok gözü olan hayvanlara gönderme yaparak.'' (Sayfa: 30-31)
*
''Samuel Butler neden ''bilge erkekler kadınlar üzerine düşündüklerini hiçbir zaman söylemezler,'' der.? Görünüşe bakılırsa, bilge erkeklerin bundan başka işleri yok. Ama, diye sürdürdüm, iskemlemin arkasına yaslanıp altında tek, ama artık yorgun düşmüş bir soru olarak durduğum koca kubbeye bakarak, ne yazık ki bilge erkekler kadınlar üzerine hiçbir zaman aynı şeyleri düşünmüyorlardı. İşte Pope:
Çoğu kadın kişilikten tümüyle yoksundur.
Ve işte La Bruyere:
Kadınlar hep aşırı uçta gezinirler. Erkeklerden ya daha iyi ya daha kötüdürler.'' (Sayfa: 33-34)
*
''Birbirlerinin çağdaşı olan bu keskin gözlemcilerin arasında doğrudan bir çelişki vardır. Kadınlar eğitilebilir mi, eğitilemez mi.? Napolyon eğitilemeyeceklerini düşünüyordu. Dr. Johnson ise tersini. Ruhları var mıydı, yok muydu.? Kimi ilkeller, olmadığını söylüyor. Başkalarıysa tam tersine, kadınları yarı kutsal görüp bu nedenle onlara taparlar. Kimi ermişler kadınların kıt akıllı olduklarını; kimileriyse bilinçaltlarının daha derin olduğunu ileri sürerler. Goethe kadınlara hayrandı; Mussolini onlardan nefret ediyor. Nereye bakılırsa bakılsın, erkekler her zaman kadınlar hakkında kafa yordular.''
*
Dr. Johnson:
*
''Erkekler kadınların daha üstün bir rakip olduklarını bildiklerinden en güçsüz ya da en bilgisiz olanını seçerler. Böyle düşünmeselerdi, kadınların kendileri kadar çok şey bilmelerinden hiçbir zaman korkmazlardı.'' (Sayfa: 34)
*
''Nedeni ne olursa olsun, bütün bu kitapların benim amacım açısından değer taşımadıklarını düşündüm, masanın üzerindeki yığını gözden geçirirken. Başka bir deyişle, bilimsel açıdan değersizdiler, oysa insansal yönden yol gösterici bilgiler, ilgi, can sıkıntısı ve Fiji Adaları'nda yaşayan halkın alışkanlıkları üzerine acayip gerçeklerle doluydular. Bunlar, gerçeğin beyaz ışığı yerine duyguların kırmızı ışığında yazılmışlardı.'' (Sayfa: 37)
*
''Kadınlar yüzyıllardır, erkek görüntüsünü gerçek boyutlarının iki katında gösterebilen enfes bir güce sahip büyülü birer ayna görevini yerine getirmişlerdi. Bu güç olmasaydı, belki de dünya hâlâ bataklıktan ve sık ormanlardan ibaret olurdu. Savaşlarımızın parlak zaferleri bilinmezdi. Koyun kemiklerinin üzerine geyik resimleri çizip koyun derisi karşılığında çakmak taşı ya da gelişmemiş zevkimize yönelik herhangi bir süs eşyası alıyor olurduk.'' (Sayfa: 40)
*''Kadının eleştirisi karşısında duydukları tedirginliği ve bir kadının herhangi bir eleştiriyi, bir kitabın kötü, bir resmin yetersiz olduğunu ya da başka bir şeyi, aynı eleştiriyi getiren bir erkekten çok daha fazla acı vermeksizin söylemesinin olanaksızlığını da açıklar. Çünkü kadın gerçeği söylemeye başlarsa erkeğin aynadaki görüntüsü küçülmeye başlar; yaşam karşısındaki uyumluluğu yok olur. Erkek sabah kahvaltısında ve akşam yemeğinde kendini gerçek boyutlarının en az iki katında göremezse, kararlar vermeyi, yerlileri uygarlaştırmayı, yasalar koymayı, kitaplar yazmayı, özenle giyinip yemekli toplantılarda konuşmalar yapmayı nasıl sürdürecektir.?'' (Sayfa: 41)
*
''Sekiz çocuk doğurmuş bir hizmetçi kadın dünyanın gözünde yüz bin pound kazanmış bir avukattan daha mı değersizdi.?'' (Sayfa 45)
*
''..Profesör Trevelyan'ın İngiltere'nin Tarihi'ni aldım. Bir kez daha ''Kadınlar'' maddesine baktım ve ''Kadınların Durumu'' konusunun bulunduğu sayfaları açtım. ''Evli kadınların kocalarınca dövülmesi erkeklerin yasal hakkıydı ve bu hak, yüksek sınıflarda olduğu gibi aşağı sınıflarda da utanç duymadan uygulanırdı.!'' diye okudum. Tarihçi şöyle sürdürüyordu sözü: ''Aynı biçimde, anne babasının seçtiği beyefendiyle evlenmeye karşı çıkan kız çocuk, kamuoyunda hiçbir tepki uyandırmadan odaya kilitlenip dövülebiliyor, yerden yere savrulabiliyordu. Evlilik, özellikle 'şövalye' (nezaket ve cömertlik) niteliklerine sahip yüksek sınıflarda, kişisel bir beğeni olayı değil, ailesel açgözlülük meselesiydi.. Evlenecek taraflara çokluk beşik kertmesi yapılır, evlilikse çocukluktan çıkar çıkmaz gerçekleştirilirdi.!'' 1470 yıllarında, yani Chaucer'ın yaşadığı çağın hemen sonrasında durum böyleydi.'' (Sayfa: 48)
*
DİPNOT: Kadınların neredeyse Doğu'ya özgü biçimde odalık ve köle olarak tutuldukları Athena'nın kentinde, tiyatro sahnesinin Clytemnestra ve Cassandra, Atossa ve Antigone, Phedre ve Medea gibi kişileri ve ''kadın düşmanı'' Euripides'in her bir oyununda öne çıkan tüm öbür kadın kahramanları yaratmış olması çok garip ve neredeyse açıklaması olanaksız bir durum olarak kalmaktadır. Ama gerçek yaşamda saygın bir kadının tek başına sokakta zar zor görülmesine karşın sahnede erkeğin eşiti olarak ortaya çıkması ya da ona üstün gelmesi hiçbir zaman doyurucu biçimde açıklanamamış bir paradokstur. Modern trajedilerde de benzer ağır basma durumlarına rastlanır. Her durumda, Shakespeare'in yapıtlarının şöyle bir incelenmesi, bu ağır basma durumunun, yani kadınların insiyatifi ellerinde tuttukları olgusunun Rosalind'den Lady Macbeth'e nasıl sürüp gittiğini ortaya çıkarmakta yeterlidir. (..)'' (Sayfa: 49)
*
''Düşsel yaşamda kadın son derece önemlidir; gerçek yaşamda ise tümüyle önemsiz. Şiiri bir baştan öbür başa kaplar; tarihte hiç görülmez. Kurmaca yazında kralların ve fatihlerin yaşamlarına hükmeder; gerçek yaşamda ailesinin parmağına bir yüzük geçirdiği herhangi bir oğlanın kölesidir. Kurmaca yazında en esin dolu sözler, en derin düşünceler onun dudaklarından dökülür; günlük yaşamda hemen hemen hiç okuyup yazamaz ve kocasının malıdır.'' (Sayfa: 50)
*
''19. yüzyıl kadar geç bir dönemde bile kadınların gerçek adlarını saklamaları, bekaret anlayışının kalıntılarıydı. Yapıtlarının kanıtladığı gibi içsel bir çatışmanın kurbanları olan Currer Bell, George Eliot ve Gerorge Sand erkek adı kullanarak faydasız yere kendilerini gizlemeyi denemişlerdir.'' (Sayfa: 57)
*
''Yazın, başkalarının düşüncelerine mantığın ötesinde aldırmış kimselerin enkazlarıyla kaplıdır.''
*
''..Shakespeare üzerine bu denli az şey bilmemizin nedeni, duyduğu kinlerin, kızgınlıkların ve nefret ettiği şeylerin bizden saklanmış olmasıdır. Bize yazarı anımsatan herhangi bir açıklama ile yolumuzdan alıkonmuyoruz. Karşı koymak, yol göstermek, bir haksızlığı açığa vurmak, bir şeyin öcünü almak, bir güçlüğe ya da acıya dünyanın tanıklık etmesini sağlamak arzusunun tümü onun bedeninden kovulmuş ve hazmedilmiştir. Bu yüzden dehası hiçbir engelle karşılaşmadan, özgürce ortaya dökülebilir. Yeryüzünde yapıtını eksiksiz dile getirebilmiş biri varsa o da Shakespeare'dir, diye düşündüm..'' (Sayfa: 64)
*
''..elden düşme kitap satan dükkânlarda, bir elma bahçesindeki üzerleri kabarcık dolu hastalıklı elmalar gibi etrafa saçılmış yatan kadın yazarların kitaplarını düşündüm. Onları çürüten tam orta yerlerindeki aksaklıktı. Kadın yazarlar kendi değer ölçütlerini, başkalarına uymak adına değiştirmişlerdi.'' (Sayfa: 83)
*
''Kişinin kendisine: ''Yazını da satın alamazlar ya, yazın herkese açıktır. Din görevlisi de olsanız, beni çimenlerden uzaklaştırmanıza izin vermeyi reddediyorum. Kitaplıklarınızı istediğiniz kadar kapatıp kilitleyin; ama benim aklımın özgürlüğüne vurabileceğiniz hiçbir kilit, hiçbir kapı, hiçbir sürgü yoktur,'' diyebilmesi için bir ateş parçası olması gerekirdi.'' (Sayfa: 84)
*
''Yeniden kitaplığa giderek, peki ama kadınların ruhsal durumu üzerine, bir kadın tarafından yazılmış o ayrıntılı incelemeyi nerede bulacağım diye sürdürdüm düşüncemi. Futbol oynamaktaki beceriksizlikleri nedeniyle, kadınlar tıp okumaktan alıkonulacaksa..'' (Sayfa: 87)
*
''Kişi, kadının ve erkeğin birlikteliğinden en büyük doyumun, en katışıksız mutluluğun doğduğu kuramından yana, akıldışı ama çok derin bir içgüdüye sahiptir. Ama taksiye binen iki kişinin görüntüsü ve bunun bana sağladığı doyum, aynı zamanda beni, bedenlerdeki cinsiyet farklılığı gibi zihinlerde de iki ayrı cinsin varolup olmadığını ve katışıksız bir doyum ile mutluluğu sağlamak için onların da bir araya gelmek isteyip istemediklerini sormaya yöneltti. Ve amatör bir anlayışla, ruhun, biri eril biri dişil iki gücün içinde bir arada varolacağı bir tasarım çizmeye koyuldum. Erkeğin aklında, erkek kadına baskın çıkıyor, kadınınkindeyse, kadın erkeğe baskın çıkıyor. Her ikisi bir arada uyum ve tinsel işbirliği içinde yaşarlarsa normal ve rahat bir ruh hali ortaya çıkar. Kişi erkekse, aklının kadın olan bölümü de etken olmalıdır ve bir kadın da aynı ölçüde içindeki erkekle ilişkide bulunmalıdır. Belki de Coleridge üstün bir aklın çifte cinsiyetli olduğunu söylerken bunu kastetmişti. Ancak bu iç içe geçme gerçekleştirilirse akıl tam anlamıyla verimli olabilir ve tüm gücünü kullanabilir.'' (Sayfa: 109)
*
''..bir kitap ikna etme gücünden yoksunsa aklın yüzeyine ne denli güçlü çarparsa çarpsın, içlere sızamaz.'' (..) ''..bir bedende iki baş, yaşam süresini uzatmaz.'' (Sayfa: 115)
*
''..demokrasimizle böbürlenebiliriz ama gerçekte, yoksul bir çocuğun İngiltere'de, büyük yazınsal yapıtları doğuran zihinsel özgürlüğe kavuşma bağımsızlığını elde etmekte ancak Atinalı bir kölenin oğlundan biraz daha fazla umudu vardı.'' (Sayfa: 120)
*
''Kısaca ve açıkça, kişinin olduğu gibi görünmesinin her şeyden daha üstün sayılacağını söylüyorum. Coşturucu bir biçimde söylemesini bilseydim, başkalarını etkileme düşleri kurmayın derdim. Her şeyi kendi içinde olduğu gibi düşünün.'' (Sayfa: 123)

11 Aralık 2022 Pazar

Attila József - Temiz Yürekle (Hazırlayan: Kemal Özer)


Bugün çağdaş Batı Avrupa burjuva şiirinde gitgide yalnızlık, korku ve yabancılaşma duyguları egemen olmaktadır. Bizim şiirimizse, Attila József örneğine dayanarak, yalnızlık ve keder duygularının varolabilirliğini yadsımamakla birlikte, bu duyguları altetme, onlara üstün gelme yönelişindedir. Bu şiir, acıyı itiraf eder; fakat aynı zamanda üstüne çıkar onun. İnsanlığın muazzam olanaklarına ve parlak geleceğine inançla dolu, derinliğine insancıl Attila József şiiri günümüz Macar şiirinin haklı olarak öykündüğü bir örnektir.
*
Miklos Szabolcsi (Sayfa: 5)
*
ATTİLA JOZSEF ÜSTÜNE BİRKAÇ SÖZ, KEMAL ÖZER:
*
''Büyük bir toplumcu gerçekçi ozanla tanışıp da heyecanlanmamak ve ondan etkilenmemek düşünülemez. Çünkü böylesi ozanlar, sıradan kimselere hem benzeyen, hem de benzemeyen inişli çıkışlı yaşamlarından da, ayrıntıları bize o an uzak düşmüş bir zaman diliminden de söz açsalar, ayak batığımız toprakta kökleri olduğunu, ne yapar eder duyururlar.'' (Sayfa: 9)
*
''Sanki karşımda, insan kesilmiş çağdaş bir keder vardı. Her şeye karşın boynu bükük olmayan.'' (Sayfa: 10)
*
*''Dürüstlük, Attila Jozsef'in gündeminde de ilk sıradaydı. Toplumsal çelişkileri olduğu gibi bireysel çelişkileri de sergilemekten kaçınmıyordu. Yaşamında olan hiçbir şey şiirinde gözlerden uzak tutulmuyordu. Onu bağımsız, başkasına benzemez yapan, kendine özgü bir bakışla donatan buydu.'' (Sayfa: 14)
*
Mayıs 1986
*
ATTİLA JOZSEF'İN YAŞAMÖYKÜSÜ
*
MİKLOS SZABOLCSİ (Çeviren: Okay Gönensin)
*
''Borbala Pöcze doğurdu beni,
O bin bacaklı süpürge
Kanser kemirdi
Karnını, midesini.
(Aron Jozsef Sayesinde Doğdum)
*
''Çocukluğun ağır izleri şairi son günlerine dek izleyecektir; öksüzlük, sefalet, ilk umutsuzluklar, yetişkinlerden korkma koşullarının yitmeyen anıları. Açlık, acı ve annesinin çehresi sürekli olarak geçer şiirlerinde. 1930'a doğru yazdığı ve annesinin kişiliğini insanüstü ve efsanevi boyutlara ulaştırarak bütün işçi annelerinin simgesi kıldığı şiirler Macar edebiyatının en seçkin ürünleridir.


Annemdi, ufak tefek, öldü erkenden,
erken ölür çamaşırcı kadınlar çünkü.'' (Sayfa: 40)
*
''Ey Avrupa, ne de çok sınırlar.!
Ve her sınırda bir sürü katil.!'' (Sayfa: 44)
*
''Yine de cesur olmam gerekli
Adaleti vermede, taraf tutmada,
Dimdik bakmada zor anılara.
Neme gerek bu anılar da.?
Şu sefil kalemi bırakmayı yeğ tutarım ben
Orağın keskin ağzını daha da bilemek için;
Topraklarımızda şimdiden olgunlaşıyor yeni çağ,
Suskun, acımasızca.
(Eninde Sonunda)'' (Sayfa: 45)
*
''- Hey devir bakalım gövdeyi, ağlayıp sızlanma,
sana mı düştü gözyaşı dökmek her kıymığa.?
Dört bir yanından vuracaksan yazgının
bırak da beylerin bozkırı hıçkırsın -
gülümsüyor geniş yüzlü balta.'' (Sayfa: 47)
*
''..şöyle diyor:
*
Her iyi şiir bir yaratmadır ve genel olarak şiir okuyucuların bilmediğini açığa çıkarır. Yalnız kalmak istemeyen, ama aynı zamanda da yüzeysel insan ilişkilerini istemeyen bir insandır şair. Bir şeye ait olduğunu bildiğinde yazar yalnızca. Yalnızlığın şairleri başka yalnızlara bağlı olduklarını hissederler. Kendini tamamen yalnız gören ve diğer yalnızlarla da ilişki kurmayan ise, şiir filan yazamaz..'' (Sayfa: 49)
*
''Yazık, istemedim düzen böyle olsun.
Ruhumun yurdu değil bu.
İnanmadım daha kolay yaşayacağına alçağın,
seçime korkuyla katılacağına
utançla kullanacağına oyunu, aldığı parayla
yiyip içeceğine halkın
seçim sonrası şölenlerinde.
(Hava İstiyorum)'' (Sayfa: 53)
*
''1937 Şubatında Thomas Mann'ın bir konferansından önce, o dönemdeki Avrupa insancıllığının büyük bir bildirgesi olarak görülebilecek olan bir şiir okuyacaktır, ancak polis şiirin okunmasını yasaklar:
*
neler gelecek başımıza, soruyoruz korkarak,
yeni ülkülerin kurtları nerden üstümüze salınacak,
yeni bir ağu kaynatılıyor mu sızın diye aramıza -
ne zamana dek yer bulacaksın acaba konuşmaya.?
(Thomas Mann'ı Selâmlama)'' (Sayfa: 54)
*
ATTİLA JOZSEF'İN OZAN NİTELİKLERİ
*
ANDRAS FODOR (Çeviren: Edit Tasnadi)


''Tarihsel dönüşümden, 1945'ten sonra, Attila Jozsef'in iki dünya savaşı arasındaki şiirin en büyüklerinden biri olduğu, Avrupa çapında Lorca ve Mayakovski'yle karşılaştırılabileceği kısa zamanda anlaşıldı.'' (Sayfa: 59)
*
''..ozan, dünya ekonomik bunalımından (1929) sonra daha da bırakılmış duruma düşen işçi sınıfını, doğrudan ayağa kaldırıcı, nerdeyse koro gibi söylenecek şiirlerin sesiyle desteklemektedir. El ilânlarının üslubunu andıran bir şiirine kendisi şöyle sesleniyor: ''Şiir, git, sınıf savaşçısı ol.!''..'' (Sayfa: 62)
*
''Güzel, akıllı kızı yaratacağız
zeki, gözüpek oğlu çünkü biz,
bizden bir parça yaşayacak onlarda
nasıl saklıysa Samanyolu'nda
bir parçası güneş ışığının -
ve güneş karardığı zaman, soyumuz
uçacak bir araçla, konuşa söyleşe, umut dolu,
işlenebilir yeni yıldızlara doğru.'' (Sayfa: 68)
*
ATTİLA JOZSEF'İN ŞİİRLERİNİN FRANSIZCA BASIMINA ÖNSÖZ
*
EUGENE GUILLEEVIC (Çeviren: Okay Gönensin):
*
''Attila Jozsef'te bir Gavroş yaşıyordu: ömrünü 1905-1937 arasında, Birinci Dünya Savaşı, karşıdevrim ve faşizm döneminde geçiren bir Gavroş. Ve ne yaşantı.! 1937'de bir iş istemek için yazdığı biyografisi acıdır. Yaşantısının her yılı tek bir sözcükle belirlenebilir. Sefalet. Bu sözcüğü de kendi içinde bölümlere ayırabiliriz: Yoksulluk, açlık, yalnızlık, bırakılma, intihar - ama şunları da eklemek gerek: İyilik, alay, taşkınlık, isyan, gülme, evet gülme ve bu yaşantıyı kendisi ve başkaları için değiştirme iradesi, devrimci irade.''
*
GAVROŞ: Victor Hugo'nun Sefiller romanındaki ünlü kişilerden biri. 1848 devrimi sırasındaki sokak çatışmalarından birinde ölür. (Sayfa: 72)
*
Şubat, 1960
*
TEMİZ YÜREKLE (Seçme Şiirler)
*
Türkçesi: Kemal Özer - Edit Tasnadi
*
ANACIK
*
Bir hafta boyunca dura düşüne
anacığımı getirdim gözümün önüne.
Gıcırtılı bir sepet kucağında
çabuk çabuk tırmanırken çatıya.
*
O zamanlar söz dinlemez bir çocuktum
bağırırdım, tepinir dururdum.
Şişkin çamaşırları bıraksın da
beni çıkarsın diye yukarıya.
*
O çıktı ve astı onları sessizce
çıkışmadı bana, hatta bakmadı bile
ve hışırdadı parlak çamaşırlar
döndüler yüksekte, uçuştular.
*
Artık geç, ama bilseydim tutturmazdım,
onun ne kadar büyük olduğunu şimdi anladım -
saçları gökyüzünde dalgalanıyor külrengi
göğün suyunda eritirken çiviti. (Sayfa: 79)
*
TEMİZ YÜREKLE
*
Ne babam var, ne annem
ne tanrım var, ne ülkem
ne beşiğim var, ne kefenim
ne öpücüğüm var, ne sevgim.
*
Üç gündür bir şey yediğim yok,
ne az yerim ne çok.
Yirmi yaşım güç kaynağı,
satıyorum yirmi yaşımı.
*
Alan kimse çıkmazsa
ben de satarım şeytana.
Hırsızlık ederim bozmadan yüreğimi,
gerekirse hatta vururum birini.
*
Yakalayıp beni asarlar,
kutsal toprağa atarlar
ve güzelin güzeli yüreğimden
bir ot biter, yiyeni öldüren. (Sayfa: 83)
*
YORGUN İNSAN
*
Tarlada birkaç ağırbaşlı köylü
yollanıyor evine doğru suskunca.
Uzanmışız yan yana: Irmakla ben,
uyuyor incecik otlar yüreğimin altında.
*
Sessiz büyük bir dinginliği yuvarlıyor ırmak,
çiy kesiliyor dertlerle yükler, içimdeki;
ne erkek, ne çocuk, ne Macar, ne kardeş,
burda uzanmış yatan yalnızca yorgun biri.
*
Bir iç rahatlığı dağıtıyor akşam,
ben bir dilimim bu sıcacık ekmekten,
gök de dinleniyor şimdi, durgun Maroş ırmağına
ve alnıma yıldızlar konarken. (Sayfa: 91)
*
PARABABALARININ KÂRI ÜZERİNE
*
Gaz lâmbasının dibinde yoğur ekmeği,
delikli kırmızı tuğla pişir ya da;
çapa tutmaktan avucun yarılsın;
eteklerin havalıyken sat kendini;
sırtüstü uzanıp tahtaları çak maden ocaklarında;
pazaryerlerinde çuvalları sırtlan;
ister bir meslek öğren, ister öğrenme -
parababaları olacak kârlı çıkan.
*
İpekleri yatır benzine;
iki büklüm soğan topla;
boğazla ardından ayrılmayan keçiyi;
pantolonu iyi biç, otursun giyenin üstüne;
yorulsan da ara verme, haydi.!
İşinden olursun, ne geçer eline bundan.?
Dilenmek mi.? Hırsızlık mı.? Kurtaramazsın yakanı -
Parababaları olacak kârlı çıkan.
*
Şiirler yaz istek dolu;
Prag usulü jambon hazırla;
şifalı bitkiler derle, kömür çıkart;
hesap defteri tut ve sakla gizlerini;
sırmalı şapka giy;
ister küçük bir köy, ister Paris, nerde yaşarsan -
parababaları olacak kârlı çıkan.
*
s u n u
*
Ey emekçi, sürdürebilirdim daha, ama bıkarsın,
biliyorsun, havyar değil yediğin her zaman -
sana parababaları iş verdiği sürece
parababaları olacak kârlı çıkan. (Sayfa: 98-99)
*
KALABALIK:


''Oh.!
Boşunadır onun karşısında her şey
pazarlık, lanet, sessizlik, sözcükler
hem yapıdır o
hem yapıyı kuran
aşağıda temel, yukarıda çatı
çalışan ve tasarlayan -
Yaşasın işçiler ve köylüler
sökmüyor onlara kentsoylu kurnazlığı
tekmeliyor milyonlarca ayak -
hey kalabalık, ileri, ileri.!'' (Sayfa: 103)
*
ODE 3
*
Seni seviyorum, çocuk nasıl severse annesini,
suskun sarnıçlar nasıl severse derinliklerini,
seviyorum, salonların ışığı sevdiği gibi,
sevdiği gibi ruhun alevi, bedeninse dinginliği.!
Seviyorum seni, son soluklarını verene dek
yaşamayı nasıl severse ölümlüler.
Düşenleri nasıl kendine çekerse yer
öyle saklıyorum içimde her sözcüğünü, hareketini,
gülümsemeni.
Asit nasıl işlerse madenleri
duygularım bana öyle işledi seni,
ey sevimli yaratık, güzel görüntü
usumda ne varsa sen alıyorsun hepsinin yerini.
*
Saniyeler akıp gidiyor çınıldayarak,
sessiz oturuyorsun oysa kulağımda sen.
Yıldızlar düşüyorlar parlayarak,
oysa sen çekilip gitmiyorsun gözlerimden.
Bir mağara sessizliği gibi tadın
ürperiyor damağımda soğuyarak
ve görünüyor bir su bardağı tutan
ince damarlı elin
belirip kaybolarak. (Sayfa: 127)

Mahmut Ferhat Alptekin - Tanrı Tanımayan Şehir


ANLAMAK:
*
''Yalnızlık beni dinliyor,
Kalbime bu da yetiyor.'' (Sayfa: 11)

*
AY TANESİ:
*
''Bulutların arkasına saklanmış Ay taneleri..'' (Sayfa: 13)
*
BAZEN:
*
''Bazen,
Bankalar için hırsız derler
Ama aynı bankalar kitap basar olmuş,
Aman Tanrım.!
Hırsızlar kitap okur olmuş.!'' (Sayfa: 15)
*
BULUT:
*
''Bir anne bebeği ile yürüyor..
Bunu gördüğüm an,
Ruhumun sürgünde olduğunu anlıyorum..
Bir tabut geçiyor yoldan,
Kara toprak heyecanlı
Yutacak yine birini
Heyecanını saklamıyor..'' (Sayfa: 19)
*
BUZ KÜPÜ:
*
''Çimenlere basmam
Hepsinde ayak izlerin var.!'' (Sayfa: 20)
*
DİYARBAKIR:
*
''Her şey bittiğinde,
Beyaz güvercinler yine uçacak.!'' (Sayfa: 22)
*
İYİLİK İÇİN:
*
''Herkes vicdanına kilit vurmuş.!
İki duble içsin,
Kendini Napolyon sanıyor.!
Onlar yüzünden içki içemez oldum.!
Bir şişe bira içer,
Babasını öldürür;
Anasını nikahına alır.!
Kalpsizsin sen pezevenk.!
Benim içtiğim içkinin ne suçu var.!
Kendi çocuğuna tecavüz eden köpek.!'' (Sayfa: 36)
*
İZMİR CADDESİ:
*
''Geçenlerde birisi, gerçekten neden bu kadar okuyorsun, dedi,
Ahhhhh,
Keşke açıklayabilsem,
Neden kitaplara kaçtığımı..'' (Sayfa: 37)
*
KARA MART:
*
''Oğlum var,
O bana soracak;
''Bu Çocuklar Ölürken Ne Yapıyordun''
Şiir mi yazdım diyeceğim.!'' (Sayfa: 41)
*
KÜREK:
*
''Babam öldüğü gün, olgun bir adam oldum, demiştim,
Meğersem, çocuksu tarafım arkama saklanmış..'' (Sayfa: 46)
*
MUTLU OL:
*
''Yağmurlar durmaz oldu..
Ahmet Kaya susmaz oldu..'' (Sayfa: 50)
*
SIKINTI:
*
''Dışardaki insanlar,
Sizlere söylüyorum;
Hiç kendiniz dışında biri olmak istediniz mi.?
Mülteci biri oldunuz mu.?
Ya da annesi fahişe olan bir piç.?
Hayır,
Asla empati kurmadınız.!'' (Sayfa: 57)
*
SÜRGÜNÜM:

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...