4 Kasım 2022 Cuma

Miletli Filozoflar - Thales, Anaksimandros, Anaksimenes (Yayıma Hazırlayanlar: A. Kadir Çüçen, Harun Tepe)


Arka Kapak
*
 Anadolu'da doğup büyümüş olmak, bu topraklarda yaşamak, çoğumuzun farkında olmadığı bir ayrıcalıktır. Çünkü bu topraklarda dokuz-on uygarlık -Urartu, Hitit, Frigya, Lidya, Troia, İonya, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı uygarlıkları- yeşermiş ve birbirini etkilemiştir.. Bu dokuz-on uygarlığın yeşerdiği bu topraklar, aynı zamanda felsefenin ve felsefî bilgiye dayanan bilgeliğin de kaynağını bulduğu topraklardır.

*
Felsefeyi başlatanlar olsun olmasın, Miletos'lu üç filozof/bilim insanı, elimizdeki kaynaklara bakarak konuşursak, düşünce tarihinde bir dönüm noktasıdırlar..
'Anadolu'da Felsefeye Yolculuk' projesiyle, topraklarımızda gerçekleşen düşünce başarılarına, kitapların dışında, yaşadıkları yerlerde sahip çıkmak istedik.
*
İoanna Kuçuradi
*
Bu kitap UNESCO Türkiye Milli Komisyonu, Felsefe İhtisas Komitesi'nin, Türkiye Felsefe Kurumu ve Adnan Menderes Üniversitesi Felsefe Bölümü ile birlikte 8-9 Kasım 2013 tarihlerinde Aydın'da gerçekleştirdiği, felsefeci ve arkeologların katıldığı Anadolu'da Felsefeye Yolculuk III, ''Miletli Filozoflar: Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes'' başlıklı sempozyumun bildirilerini biraraya getirmektedir.
*
Sunuş: Anadolu'da Felsefeye Yolculuk Milet'te:
*
''Filozof yaşadığı dönemin düşüncesini, problemlerini ve çözümlerini temsil ettiğinden, bir filozofu anlamak için onun çağına, tarihsel ve kültürel ortamına bütüncül bir açıdan bakmak gerekmektedir.'' (Sayfa: 7)
*
''Sempozyumun ilk konuşmacısı olan Volkmar Von Graeve ''Thales'in Gözüyle Milet'' başlıklı konuşmasında, Thales'in yaşadığı M.Ö. 7. ve 6. Yüzyılda Milet'i son yıllarda yapılan kazılarda elde edilen bilgilerle daha iyi bildiğimizi, burada resmettiği Milet'in yalnız Thales'in değil, diğer iki filozofun da yaşadıkları kültür ortamı olduğunu söyler. Thales'in yaşadığı dönemde bile Milet'in Eski Bronz Çağı'na (M.Ö. 3000) kadar uzanan çok eski bir yerleşim yeri olduğunu, birçok kez saldırıya uğrayıp yeniden kurulduğunu, İyon'lu kolonistlerin M.Ö. 1100 civarında Milet'e geldiklerini, yerli halk olan Karyalıları bölgeden uzaklaştırdıklarını, ama onların kadınları ile evlenerek iki kültürün karışarak sürmesine yol açtıklarını belirtir.'' (Sayfa: 7-8)
*
''Milet Geometrik Çağların (M.Ö. 1100-900) sonundan itibaren her alanda en görkemli çağlarını yaşamıştır. Kent bu dönemde çok sayıdaki tapınakları ile dini bir merkez haline gelmiş; sadece ticaretin ve zenginliğin merkezi olarak kalmamış, bilim ve felsefe alanında da saygın bir merkez olmuştur. Yaylalı (Arkeolog Abdullah Yaylalı), Antik çağların ilk felsefecileri Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes'in Milet'li olmasını bunun bir kanıtı olarak ileri sürmektedir.'' (Sayfa: 9)


''Hatice Nur Erkızan ''Miletoslu Aspasia ya da Tarihte Bir Kadın Felsefeci Olmak Üzerine'' başlıklı konuşmasında daha çok Perikles'le ilişkisiyle bilinen Miletoslu Aspasia'nın çok iyi eğitim görmüş, felsefe ve hitabet sanatı üzerine derin bilgisi olan 'özgür ruhlu' bir kadın filozof olduğunu vurgular. Ama o düşüncelerinden, bilgi birikiminden çok bir kadın olarak görülmüş, bir hetaira olarak alaya alınmış, aşağılanmış ve tanrıları tanımamakla suçlanmıştır.'' (Sayfa: 10)
*
''Birdal Akar ve Celal Sabancı ise ''Bir Miras Olarak Arkhe'' başlıklı konuşmalarında (..) Miletliler doğanın açıklanmasında mitolojik öğeleri bir yana bırakıp onun yerine nedenselliği koyan ilk filozoflardır. Bu nedenle onların felsefi düşüncenin tarihinde yaptıkları devrim, doğanın yerine insanı koyan Sokrates'in, insanı evrenin merkezine koyan Kant'ın yaptığı devrim kadar önemlidir.'' (Sayfa: 12)
*
İoanna Kuçuradi:
*
''Miletos birçok felsefe tarihçileri tarafından felsefenin başladığı yer olarak görülür. Kimi tarihçiler de felsefenin Mezopotamya'da başladığını, kimileri ise başka uygarlıklarda başladığını ileri sürerler. Felsefenin başlangıcı konusu bir kültürün şerefi imiş gibi davranılır.
Bu çekişmenin temelinde birkaç karıştırma olduğunu düşünüyorum: Bunlardan biri, evrensel olan ile olmayanın farkını görememektir. Felsefede ortaya konan bilgiler, bilimlerin bilgileri gibi, sanat eserleri gibi, insanlığın ortak mirasıdır. ''Dünyada değerli ne varsa, benimdir de'' diyen bir insan için bir bilgi alanının başlangıç mekânı önemsiz bir konudur.'' (Sayfa: 17-18)
*
''Thales'in öğrencisi olan ikinci Miletos'lu filozof Anaksimandros, evrenin başlangıcının (arkhe'sının) bilinmezliğini görür. Ona göre bu başlangıç apeiron'dur. Felsefe tarihlerinde bu apeiron sözcüğü, genellikle 'sonsuz-sınırsız' (indefinite) şeklinde karşılanır, yani peras'ı (sonu-sınırı) olmayan şeklinde karşılanır. Ben ise apeiron'u (sonu-sınırı) olmayandan çok, peira'sı olmayan (deneyimlenemez, tecrübe edilemez olan) şeklinde, dolayısıyla 'bilinemez' şeklinde anlamayı (yani peras'ı olmayandan ziyade peira'sı olmayan şeklinde anlamayı) tercih ediyorum. Ve fazla yakıştırdığımı düşünmezseniz, diyebilirim ki, Anaksimandros ilk defa bilginin ya da bilinebilirliğin sınırları konusuna dokunuyor.'' (Sayfa: 19)


''Bir gün, göğe baka baka yürüyen Thales bir çukura düşmüş. Bunu gören Trakyalı bir köle kız, yıldızlara bakmaktan burnunun dibini göremediğini söyleyerek Thales'le alay etmiş. Ne var ki, burnunun dibini göremeyen Thales, ortaya koyduğu bilgilerin/yaptığının para getirmediğini dinleye dinleye bıkmış olacak ki, filozofun -istediği takdirde- nasıl zengin olabileceğine bir örnek vermiş: Bize anlatılana bakılırsa, yaptığı gözlemlere göre, o yıl Miletos'ta zeytin ağaçlarının bol ürün vereceğini öngörmüş ve kıştan, oradaki bütün zeytin preslerini kiralamış. Ürün zamanı gelince, bu presleri isteyenlere kendisi yüksek bir fiyatla kiralamış ve zengin olmuş. Böylece filozofların beceriksizlikten değil, zengin olmaya önem vermedikleri için zengin olmadıklarını, istedikleri takdirde zengin olabileceklerini göstermiş.'' (Sayfa: 20-21)
*
Harun Tepe:


''Thales ile başlayıp Anaksimandros ve Anaksimenes'le devam eden Milet Okulu Anadolu'nun tek felsefe odağı değildir. Efesoslu Herakleitos, Sinoplu Diogenes, Hierapolisli Epiktetos, Klazomenialı Anaksagoras örneklerinde olduğu gibi, Anadolu toprakları birçok filozofa, felsefi düşünceye yurt olur. Anadolu uygarlığının bir parçasını oluşturur felsefi ve bilimsel düşünme, buradan çağlar ötesine, tüm insanlığa uzanır. Bu nedenle başta Miletli filozoflar olmak üzere, bu topraklar üzerinde ortaya konan tüm felsefi/bilimsel görüşler insanlığın ortak mirasını oluşturur. Somut kültürel miras olan antik yapılar, antik tiyatrolar, tapınaklar, surlar, heykeller, resimler, süs eşyaları gibi, felsefi düşünceler de yalnız günümüzde bu topraklar üzerinde yaşayanların ya da onların yazdıkları dille konuşanların değil, insanlığın somut olmayan kültürel mirasının bir parçasıdır. (..) Felsefi görüşler ve bilgiler eski kültürlerden bize kalan değerler olduğu gibi, bizim bugün ulaştığımız uygarlık düzeyinin de ilk basamaklarıdır. Onları korumak kültürü korumak; kültürü korumak ise insanlığı korumak, insanlaşmaya katkıda bulunmaktır.'' (Sayfa: 26-27)
*
I. Bölüm, M.Ö. 7.-6. Yüzyılda Milet'in Kültürel Ortamı:
*
Thales'in Gözüyle Milet:
*
Volkmar von Graeve (Arkeolog):


''Thales'in yaşadığı dönemde bile Milet çok eski bir yerleşim yeriydi. M.Ö. 4. bine kadar uzanan Kalkolitik Çağ'da, Milet'in içinde ve çevresinde Anadolu halkı yaşamaktaydı ve 1990'lı yıllarda Milet'e çok yakın mesafedeki Beşparmak Dağları'nda (Latmos) keşfedilen kaya resimlerine göre, bu halka ait bir kült merkez vardı. Erken Bronz Çağı'nda (M.Ö. 3000) kolonistler Girit'ten gelerek, kendi yöntemi olan ilk kentsel Milet'i kurdular. İlk kez 20. yüzyılın başlarında ve daha sonra 1994-2004 yılları arasında kazılan bu erken yerleşim yeri, bugün kalıntıları halen görülmekte olan geç Arkaik Dönem'e ait Athena Tapınağı'nın yakınlarında, Kent'in batısında bulunuyordu.'' (Sayfa: 32)
*
''M.Ö. 494 yılında Kent'in Persler tarafından ele geçirilmesi sırasında bu kutsal mekân ve Thales sonrası yapılmış olan Arkaik Tapınak tahribata uğrayarak, imha edilmiştir. Kent'in kuruluşuyla bağlantılı olan kültün bulunduğu yerin bu tür bir tahribata uğratılması, Kent ve Milet halkı ile özdeşleşen Arthemis Khitone Kültü'nün taşıdığı anlamı Perslerin de bildiğine ve bu yüzden onu yok etmek istediğine işaret eder. Bu Kült'ün Kent için taşıdığı anlam Thales için de geçerliydi. Milet Kenti'nin resmi kültü ise Apollon Delphinios Kültü'dür ve bu Kült tüm Miletlileri birleştiren Polis kültüdür. Thales, bir Miletli olarak onun törenlerine, özellikle Didim'deki Apollon Tapınağı'nda düzenlenen yeni yıl kutlamalarına katılmış olmalıdır. Artemis Khitone Kültü'nde dinsel içeriklere ek olarak olasılıkla Milet'teki idari egemenliğe destek de verilmekteydi. Artemis Khitone Kültü'nün, Milet toplumunun üst tabakalarının kendileri için talep ettiği bir kült olduğu tahmin edilebilir. Aristokrat kökenli olduğu düşünülen annesi ve kendisinin Milet Tiranı Thrasybul ile olan yakınlığı nedeniyle Thales de Milet'in bu seçkin tabakasına ait olmalıdır.'' (Sayfa: 35-36)
*
''M.Ö. 7. yüzyılda Lydia Kralı Alyattes komutasındaki bir sonraki Lydia saldırısında yine Kent'i ele geçiremeyen Lydialılar, Milet'e ait mahsul dolu tarlaları yaktılar. Bu yangın sırasında Herodot'un da uzun uzun anlattığı gibi (Herodot 1.18.3-19.3) Asseos Athena Tapınağı da yandı.'' (Sayfa: 37)
*
Anadolu Kültür Tarihinde Milet (Prof. Dr. Abdullah Yaylalı):
*
''Antik kaynaklardan öğrendiğimiz bilgilere göre Miletoslular kendi kentlerini İyonya'da inşa edilen ilk kent olarak görmekte, bunun yanı sıra dünyanın pek çok noktasında yer alan büyük kentlerin ''anası'' olarak tanımlamaktaydılar. Panionia Birliği'nin kurucularından olan Miletos denizcilik ve ticaret alanında gerçekleştirdiği atılımlarla birliğinen güçlü kenti olagelmiştir.


İyon kentlerinin zaman içinde ticaretle zenginleşmeleri sonrasında diğer bir dizi antik kent gibi Milet de M.Ö. VIII. yüzyılda Karadeniz kıyılarında ilk kolonilerini kurmaya başlamıştır. Miletos bu alanda diğer tüm kent devletlerini geride bırakmış, M.Ö. VIII - M.Ö. VI. yüzyılları arasında sadece Karadeniz kıyılarında değil, aynı zamanda Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi kıyılarında da yer alan otuzdan fazla koloni kenti kurmuştur. M.Ö. VI. yüzyılda Miletos kentinin toplam kolonisi 80 sayısına ulaşmıştır. Başlangıçta dönemin diğer önemli kentleri Ephesos ve Kolophon'nun aksine sınırlı miktarda tarım arazisine sahip olması sonucu, Miletos bu doğrultuda yukarıda da değindiğimiz üzere çok sayıda koloni kenti kurarak, bu kentler aracılığı ile geniş kapsamlı ticari faaliyetler içine girmiştir. Deniz ticareti konusunda oldukça gelişmiş bir sistem kuran Miletos, bu sayede dönemin pek çok önemli diğer kentlerinin aksine uzak ülkelerde kapsamlı haklara kavuşmuştur. Mısır'da sadece Miletos'tan gelen tüccarlara ait özerk bir alanın yer alması bu ayrıcalıklara güzel bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır.'' (Sayfa: 60)
*
''M.Ö. VI. yüzyıl ortaları ve daha sonrası bölgenin siyasi tarihi açısından büyük değişikliklerin görüldüğü bir dönem olması açısından oldukça önemlidir. Pers İmparatorluğunun yayılımcı politikası birçok önemli merkez gibi Miletos'u da etkilemiştir. M.Ö. 540 yılında kent Pers İmparatorluğu egemenliğine girmiştir. Bu tarihten başlayarak kentin yönetiminde de bir takım değişikliklere gidildiği anlaşılmaktadır. Pers İmparatorluğunun, kenti yönetmesi için bir tiran atadığı bilinmektedir. İmparatorluğun yerel yöneticileri konumundaki tiranlar bölge kentlerinin şekillendirilmelerinde önemli rol oynamışlardır.
M.Ö. 499 yılına kadar Miletos tiranlarca yönetilmeye devam etmiştir. Bölge siyasi tarihi üzerinde her dönem etkili olan Miletoslular Pers egemenliği altında daha fazla kalmak istememişler, diğer önemli kentleri de etkileyerek ünlü ''İyonya Ayaklanması''nı başlatmışlardır.'' (Sayfa: 61-62)
*
Miletos Filozofları Bizim Neyimiz Olurlar.? (Taşkıner Ketenci):


''Miletos filozoflarıyla ''bizim'' sahip olduğumuz kültür arasında doğrudan bir bağ olduğunu savunan, ama bugün neredeyse unutulmuş, 1930'lardan 1970'lerin ortasına kadar kitaplarla, dergilerle, devletin fiili uygulamalarıyla gündemde tutulmuş, Türk Düşünce Tarihi'nde önemli bir yeri olan bir yaklaşım vardır. Bu yaklaşım kendine 'Anadoluculuk' ya da 'Mavi Anadoluculuk' adlarını verir. Yahya Kemal Beyatlı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı), Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Melih Cevdet Anday, Sinan Sinanoğlu bu yaklaşımın temsilcilerindendirler.'' (Sayfa: 66)
*
''Kültürler yalnızca eş zamanlı olarak birbiriyle etkileşimde bulunmazlar. Her bir kültürün şimdisinde binlerce yıl öncesine ait kültürler de yaşamaya devam ederler.'' (Sayfa: 67)
*
Tercüme Hareketi (Taşkıner Ketenci):
*
''Çeviriler yoluyla kültür hayatımıza katkıda bulunma düşüncesi eski olmakla birlikte, kültürümüzü çeviriler yoluyla kalkındırmaya yönelik en ciddi çalışma Tercüme Hareketi'dir. ''Tercüme Hareketi'' 2 Mayıs 1939 Salı günü öğleden önce saat 10'da, Ankara Maarif vekili Hasan Ali Yücel'in sözleriyle açılan Birinci Türk Tarih kongresinin ardından ciddi ve planlı bir hamle olarak başlar. ''Garp kültür ve tefekkür camiasının seçkin bir uzvu olmak dileğinde ve azminde bulunan Cumhuriyetçi Türkiye medeni dünyanın eski ve yeni fikir mahsullerini kendi diline çevirmek ve alemin duyuş ve düşünüşü ile benliğini kuvvetlendirmek mecburiyetindedir. Bu mecburiyet bizi geniş bir tercüme seferberliğine davet ediyor (Birinci Türk Neşriyat Kongresi 1938).'' (Sayfa: 73)
*
Mavi Anadoluculuk (Azra Erhat, Cevat Şakir Kabaağaçlı, Sabahattin Eyüboğlu) (Taşkıner Ketenci):
*
''Örneğin Sabahattin Eyüboğlu için Anadolu kültürü her şeyden önce çeşitli kültürlerin Anadolu coğrafyasında harmanlanmasıyla oluşmuştur. Geçmişte Yunan, Fars, Roma, Türk kültürlerinin kaynaşmasıyla biçimlenen Anadolu kültürü günümüzde ise Arap, Laz, Gürcü, Kürt.. gibi ''etnik'' grupların bir arada ve kültürel etkileşimlere açık yaşamalarıyla bir harmandır. Anadolu kültürü böyle bir harman olduğu için de Anadolu ''Doğu ile Batı'nın sarmaş dolaş olduğu'', ''geçmişi gibi geleceği de akılları aşan'', ''bir düğün yatağı[dır]'' (Eyüboğlu: 261).'' (Sayfa: 76)


''Bu kadar ''uygarlıkların dolup kaynaştığı bu toprak üzerinde dünyaya gelmek az mutluluk değildir'' diyen Erhat, bu mutluluğunu da ''Ne mutlu Anadoluluyum diyene yazasım geliyor'' (Erhat 1979: 7) biçiminde ifade eder. Ona göre, Anadolu için önemli olan isimler değil, bu ''torağın çocuğu olmaktır''. Erhat bu görüşüyle Mevlana'yı, Pir Sultan'ı, Yunus Emre'yi yurttaşımız saydığı kadar Homeros'u, Herakleitos'u da ''atamız'', ''hemşehrimiz'' sayar (Erhat: 1977: 3).'' (Sayfa: 77)
*
''Miletoslu filozoflar İ.Ö. 6. yüzyılda dünyayı eleştirel bir bakış açısıyla ele almanın yolunu keşfetmişler, verili hazır kalıpların sorgulanmasının, dünyaya bilgiyle bakmanın önemini göstermişlerdir. Ne ki, Miletoslu filozofların düşünme biçimini, dünyayı anlama ve açıklama yolunda insan varlığına kattıklarını kendi kültürümüzün, dünya görüşümüzün bir parçası yapmadıkça, Nietzsche'nin dediği gibi yalnızca ağzımızda ''bilgi taşlarıyla konuşmakla'' yetineceğiz ve ''hakiki kültürün temelleri''ne dayalı bir kültür yerine ''gölge bir kültürle'' yaşamakla yetineceğiz.'' (Sayfa: 79-80)
*
Miletoslu Aspasia ya da Tarihte Bir Kadın Felsefeci Olmak Üzerine (Hatice Nur Erkızan):
*
Zorunlu Giriş ve Bazı Belirlemeler:
*
Tarihçi Thukydides (M.Ö. 460-395) şöyle der: ''En iyi kadın kendisinden söz edilmeyendir.'' Doğrusu belli bir zaman ve mekân içinden düşünüldüğünde, bütün toplumların bu bakımdan Thukydides ile pek de farklı düşünmedikleri söylenebilir. Kadından beklenen kendini arka planda tutması, olabildiğince kendini gizlemesi; başka ve daha açık bir ifadeyle; kendini her anlamda yoksamasıdır.
Atinalı kadının yaşamı (evli ve zengin olanların) kocasından başka kimsenin girmesine izin verilmeyen bir odada geçiyordu. Kadının yaşadığı bu oda, onun dünyasının da sınırlarıydı. Kamusal alandan tamamen dışlanmışlardı. Tek başlarına dışarı çıkmaları yasaktı. Kadının bu dönemdeki konumu ve durumu bugün de birçok yer ve zamanda varlığını sürdürüyor.
Kız çocukları ve erkek çocukları ile aynı eğitimi almıyordu. Onlara verilen eğitim cinsiyet üzerinden kendilerine empoze edilen ev kadınlığı ve annelik ile ilgiliydi. Kızların iyi bir hayat için güzel ve iyi olmaları yeterliydi. Atinalı kadınlardan farklı olarak, Spartalı kadınlar spor ile de uğraşıyorlardı ki, bu da zaten onların sağlıklı çocuklar doğurmaları bakımından önemseniyordu. Kadınların var oluşunun anlamı kocasının beğenisi ile doğrudan orantılıydı. Kocanın beğenisinin sonu, kadının sonu anlamına gelirdi. Heteiralar bunun dışındaydılar, elbette.'' (Sayfa: 85)
*
''..Attika kültürünün tersine, İyonya ve Sparta'da anaerkil kültürün izleri bütünüyle silinmemişti. Onlar genel olarak çok iyi eğitime, bağımsızlığa ve yüksek düşünceye sahiptiler.


Antik dönemde kadınların eğitim alabildikleri hemen hemen tek yer Heteira okullarıydı. Bu bağlamda, filozof Lais, Lasthenia ve Leontion'nun adları anılabilir. Buna alternatif diğer tek eğitim yolu iyi eğitim görmüş babalar ya da kocalardı. Theano, Arete ve Hypatia'da olduğu gibi.''
(..)
''İlk kez Aspasia kız çocukları için de, erkek çocukları için açılan okullar gibi, okullar açılmasını dile getirdi. Onu tanımlayan ''özgür ruhlu bir kadın'' ifadesi bugün için kulaklara hoş gelebilir; ama zamanında onun için bir cezalandırma ve aşağılama ifadesiydi. Aspasia bu özgürlüğünü bir entelektüel toplantı merkezi açmakla göstermişti. Zamanının önde gelen etki sahibi erkekleri ve eşleri Aspasia'nın adını taşıyan bu merkeze geliyorlardı. Ünlü ve önde gelen politikacılar, sanatçılar ve filozoflar Aspasia toplantı merkezinin ziyaretçileri arasında yer alıyordu. Zaten ona ait freskoda yer alan kişilere bakıldığında bu açıkça görülür. Anaksagoras'tan Sokrates'e kadar birçok filozof bu freskoda yer alır.'' (Sayfa: 86)
*
''..mitostan logosa geçişin bize bıraktığı olumsuz mirasların başında kadın düşmanlığı gelir. Bunun ilk failinin kim olduğu tartışmalı olsa da kadının edilgen olarak madde ile, erkeğin de etkin olarak tanımlanan form ile özdeş kılınması kadının doğası bakımından eksik, az gelişmiş, ruhsuz ve çok doğal bir sonuç olarak değersiz olduğu yolundaki görüşlerin temelini oluşturmuştur.
Tüm bunlara karşın Antik dönemde çok sayıda filozof kadının varlığı ise bir gerçek. Antik dönemde yaşamış olan 60 ile 120 kadın filozofun adı bugüne kadar ulaşmıştır. Onlar da diğer filozoflar gibi öteki bilim alanlarında da çalışmalar yapmışlardı. Oysa felsefe tarihinde illa da filozof kadınlardan söz edilecekse bu ancak cinsellikle ilgili dedikodulardan öteye gitmemiştir; aynı Aspasia ve Lais'te olduğu gibi. Kadınların ve kölelerin eşit olduklarını öne süren felsefe okullarında var olan kadınların yine bu okullarda son derece etkin oldukları da bilinmektedir; ama zamanımızdaki felsefe ansiklopedilerinde ve sözlüklerinde onlarla ilgili hiçbir şey bulunmaz.'' (Sayfa: 87)
*
''Aspasia felsefe ve retorik konusunda mükemmel bir öğretmen olarak kabul ediliyordu. Sokrates ona akıl danışıyor, kendi öğrencilerini ona yönlendiriyordu. Ayrıca kentin zengin ve seçkin kişileri, bu akıllı ve kültürlü kadının görüşlerine büyük saygı duyuyorlardı. (..) Miletoslu Aspasia İyonya ruhuyla felsefeye yaşamın soluğunu taşıdı. Atina toplumunda kendisi yabancı biri, kadın olarak yabancı biriydi, ama bu onun düşünsel-politik yaşamda büyük bir atılımı başardığı gerçeğini değiştirmez. Belki de Aspasia'nın komedi yazarlarının saldırı hedefi haline gelmesinin asıl nedeni de buydu. Onun heteira olduğunu söylemek halk arasında hiçbir kabul göremezdi, ama onun cinsellik dolayımında Perikles'i etkilediği ve hatta onun istemesinden dolayı savaşlar yaptığı söylendiğinde durum daha farklı bir nitelik kazanabilirdi. Yine de tüm bu iddialar Aspasia'yı yok etmek için yeterli değildi. O nedenledir ki, Aspasia tanrıtanımazlıkla suçlandı, aynı Anaksagoras gibi. Aspasia'yı kötüleme, aşağılama ve yok etme girişimleri bu suçlamayla doruğa ulaştı ve hakkında dava açıldı. Perikles makkemede Aspasia'yı yaşlı gözlerle savundu ve sonunda suçsuz bulundu.'' (Sayfa: 91)
*
''O (Aspasia), Herakleitosçu bir ruh içinden felsefeyi kavrıyordu. Edinilmiş bilgi veya bilgi-toplayıcılığını anlamsız, önemsiz ve de işlevsiz görüyordu. Felsefe bilgi-toplayıcılığı değildi. Felsefe, yaşam ile doğrudan bir diyalog içinde olma etkinliğiydi.'' (Sayfa: 92-93)
*
''A. Schmidh, Perikles ve Çağı adlı yapıtında şöyle demektedir: ''Sokrates özellikle Aspasia ile düşünce alışverişi yapması sayesinde, bugün bizim de onu saydığımız gibi, büyük bir filozof olmaya ulaştı.. Felsefe yapmada ''Sokratik yöntem'' olarak bildiğimiz yöntemin hakikatte ''Aspasia'nın yöntemi'' olduğu ve onun öğrencisi olan Sokrates'in bunu gençlik yıllarında ondan öğrendiğidir.''..'' (Sayfa: 94)
*
''Aspasia'yı yetiştiren, akıl hocası olan biri yok; örneğin Hypatia gibi. O kimsenin öğrencisi de olmamıştı. Zaten Aspasia'yı Batılı erkeğin yazdığı felsefe tarihi içinden okumak umut verici değildir. Çünkü Aspasia kategorik olarak filozof olamazdı; çünkü o kadındı, güzel bir kadındı, akıllı bir kadındı ve de Miletosluydu.'' (Sayfa: 95)
*
Anaksimandros Düşüncesinde ''Apeiron'' ve ''Tanrısal Olan'' İlişkisi (Doç. Dr. H. Haluk Erdem):
*
''Aristotales'ten beri Miletos filozoflarını ''doğa filozofları'' adı altında sınıflandırıyoruz. Filozof, Metafizik adlı yapıtının dördüncü kitabında, ''(..) onlar kendilerinin Doğanın bütününü ve genel olarak varlığı inceleyen biricik kişiler olduklarını düşünmektedirler'' demektedir.'' (Sayfa: 97)
*
''Eski Yunan düşüncesinin ana kaynaklarından biri durumunda olan Miletoslu düşünürlerin ''her şeyin bir nedeni vardır'' ilkesine sahip olduklarını görüyoruz. Eskiçağ düşüncesi ''bir ontolojik zorunluluk olarak her nesneye, her değişime bir neden aramış'', nedensiz ya da açıklamasız olgulara varlık alanında izin vermemiştir. M.Ö. 5. yüzyılda Parmenides tarafından bir felsefe ilkesi olarak ileri sürülen ve Ortaçağ'da ''Ex nihilo nihil fit'' yargısıyla dile getirilen ''Hiçbir şey yoktan var olamaz ve hiçbir varlık da bütünüyle yok olamaz'' inancıyla Miletoslu filozoflar evreni varlıksal açıdan açıklamaya çalışmışlardır.'' (Sayfa: 98)


''Anaksimandros'a göre su gibi bir maddeden ateş veya toprak gibi farklı şekilde var olanlar meydana gelemez. ''Dünyanın başlangıcındaki şey, ancak mevcut maddelerin hiçbiriyle özdeş olmayan, buna karşılık bu sınırsız sayı ve türdeki maddenin hepsini oluşturabilecek bir şey olabilir. Dolayısıyla, bu şeyin ayırt edici özelliği, başlı başına sınırsız oluşu olmalıdır ve bu yüzden Anaksimandros onu tam da bu isimle, apeiron olarak adlandırır. Antik Çağ'ın en iyi yorumcuları, bu sözcüğün sonsuzluğu ifade eden çok sayıda anlamı olduğu noktasında Aristotales'i takip etmişlerdir. Onlara göre bu, her tür Oluş'un gıdasını alıp beslendiği tükenmez bir ambar veya depo gibidir.'' Anaksimandros'un apeiron düşüncesinin Thales'in düşüncesine göre bir ilerleme olduğu söylenebilir. Su gibi belirli bir maddenin evrendeki karşıtlıkları açıklamakta yetersiz kaldığı açıktır.'' (Sayfa: 99-100)
*
''Miletlilerden ''bize pek az bilgi kalmış olması ve onlara ait herhangi tam bir şeyden yoksun olmamız, gerçekten bir bahtsızlıktır.'' (Nietzsche 1992: 23)'' (Sayfa: 107-108)
*
''Nietzsche (..) ''Yunan felsefesi görünüşte anlamsız bir esinti ile ve şu sözle başlıyor: su, her şeyin ''menşei'' ve ana kucağıdır.'' Bu nokta üzerinde ciddiyetle durulması gerektiğini belirten Nietzsche, bunu üç nedene dayandırarak açıklar:
*
''ilkin, bu söz, şeylerin menşei üzerine bir anlatışta bulunmaktadır; ikincisi, bunu tasvirsiz ve masalsız yapmaktadır; nihayet üçüncüsü, örtülü bir halde olmakla beraber, ''her şey birdir'' düşüncesini içinde taşımaktadır. İlk neden Thales'i din ve batıl inanç ile bir arada gösteriyor, fakat ikincisi, onu bu topluluğun içinden çıkarıp tabiat araştırıcısı olarak tanıtıyor; üçüncüsü sayesinde de Thales ilk Yunan filozofu sayılır'' (Nietzsche 1992: 28).'' (Sayfa: 112-113)
*
''Miletli filozofların doğayı bir canlı olarak, bir organizma olarak görmeleri, doğanın insanla birlikte ele alınması, düşünülmesi anlamında, çok önemli bir görüştür. İşte bu bağlamda, Thales var olanın birliğini görmüş ve onu söylemek için su'dan söz etmişse (Nietzsche 1992:31), insanı doğayla birlikte düşünmüş demektir. Böylesi bir birliktelik olmasa da, doğa-insan arasında bir benzerlik kozmos düşüncesinde vardı. Bildiğimiz kadarıyla, eski klasik görüşte, insan, evrenin küçük örneği, evren, insanın büyük örneği olmak üzere, her ikisi birer kozmos sayılır ve doğa makrokozmos diye adlandırılırdı. Bu yüzden ''Physis'' (Doğa) teriminin anlamı/anlamları ile ''kozmos terimi'' arasında son derece yakın bir bağlantı da kurulabilir.'' (Sayfa: 117)
*
''Belki de filozofların hep yapageldikleri şeyi ilk yapanlar Miletli filozoflardı. İlkin onlar yoldan çıktılar ve kendi yollarını kendileri belirlediler, sonra diğerlerini ve bizleri yoldan çıkardılar; onlar alışılmış olanın, o zamana dek düşünülenin, sanılanın dışına çıktılar. Böylesi bir düşünce bize yeni yollar, olanaklar açtı, açmaya da devam ediyor. Onlar ''görünen''le yetinmediler ve bu, bir geleneğin de başlangıcı oldu.'' (Sayfa: 119)
*
Heideggerci Bakışla Doğa Filozofları (Prof. Dr. A. Kadir Çüçen):
*
Heidegger; Anaksimandros, Parmenides ve Herakleitos'un Varlığı, yani başlangıcı düşünen ilk ve en köklü/ilksel/öncel düşünürler olduğunu ileri sürer. Heidegger, tabii ki bunları diğer tüm Yunan düşünürlerden ayrı tutar. Sokrates öncesi düşünürler daha önemli tarihsel felsefi dönemi temsil ederler, çünkü onlar hep ta en başlangıçta/kökende olan felsefi bir soruyu sorarlar, o da Varlık sorusudur.'' (Sayfa: 141)
*
''Herakleitos düşüncesinde varlıkların Varlığı, birlikte yayılan olarak görünür. Fakat Varlığın bu aydınlanması unutulmuş olarak kaldı.
Fakat Sokrates sonrası düşünürler Varlık sorusunu, ikinci planda ele aldılar. Bu yüzden, felsefenin konusu olan ''Varlık nedir.?'' sorusu yerini ''varolan nesneler ve objeler nedir.?'' sorusuna bırakmıştır. Sonuçta Platon'la başlayan idealar dünyasının görünüşler dünyasından ayrımı, Varlık ile nesneler arasındaki ayırıma yol açmıştır. Bu ayırım, felsefenin başlıca konusu olan varlıkbiliminin (ontolojinin) değer yitirmesine neden oldu. Heidegger'e göre, felsefenin amacı temel ontolojidir. Bundan dolayı, temel ontoloji geleneksel metafiziği ve felsefeyi yıkıp ''Varlık'ın anlamı nedir.?'' sorusunu cevaplandırabilecek tek inceleme ve araştırma yeridir. Çünkü felsefe tarihi, Heidegger'e göre ''Varlık'' sorusuna geleneksel ve metafiziksel bir yaklaşımla yanlış açıklama ve yorumlama getirmiştir. Böylece, felsefe tarihi yerini geleneksel (Aristotales) metafiziğe bırakıp, ''Varlık'' nesnelerden, ''varoluş'' ise ''öz''den ayrıldı. Bu farklılaşma sonucu bu kavramlar açık niteliği olmayan varsayımların etkisinde kaldı. Heidegger'e göre, özün varoluş üzerindeki öncelliği yüzünden varoluşun mutlak ve öncel olarak Varlık-olma anlamı kayboldu ve unutuldu. Böylece, ''Varlık'', felsefe tarihi içinde Bir, Logos, İdea, Ousia, Töz, Cogito, Algılama, Monad, Nesne, Ben, Ruh, İstenç ve Güç vs. gibi çeşitli anlamlarda yorumlandı.'' (Sayfa: 143-144)
*
Özlü Düşünme:
*
''Heidegger'e göre, sanat, özellikle şiir, -düşüncenin dolaysız anlatımı- varlığı Varlık olarak, yani hakikat olarak kavrar.'' (Sayfa: 148)
*
Metafiziksel Düşünme:


''Antik Yunan filozofları logos kavramını, modern dönemden çok farklı anlamda kullandılar. Logos; akıl, mantık, doğru söz gibi anlamlara gelmekle birlikte, Yunanda doğanın da ruhudur ve insan da, doğanın bir parçası olduğu için insan ve doğa arasında büyük bir ayrım ve başkalık yoktur. Stoalılarda olduğu gibi, akla uygun yaşamak, doğaya uygun yaşamaktır.'' (Sayfa: 149)
*
Hegel'in Anaksimandros Okuması (Çetin Türkyılmaz):
*
''Hegel, felsefe tarihinin önemli bazı filozoflarını Doğulu bir düşünceyi savunmakla suçlamıştır. Bunların başında da akozmizmi, Sonsuz tözle (tanrıyla) işe başlaması ve bireyselliği unutuşuyla Spinoza gelir. Anaksimandros'un ne anlamda ''doğulu'' olduğunu kavrayabilmek için Hegel'in ''doğulu'' ifadesiyle ne kastettiğine biraz yakından bakmak gerekiyor. Doğu, Hegel'in gözünde özelikle, İran, Hint ve Çin'le temsil edilen dünyaya gönderme yapıyor. Hegel'e göre, buralarda ortaya konan düşünceler, Doğunun tinselliğinin (daha doğrusu kendinin bilincinde olmayan tininin) bir yansımasıdır ve felsefe olmaktan ziyade dinsel bir tasarım niteliği taşımaktadır.'' (Sayfa: 158)
*
Bir Miras Olarak ''Αρχη'' (Birdal Akar-Celal Sabancı):


''Miletos'tan önceki yüzyıllarda hep Homeros ya da Hesiodos gibi, yaradılış düşüncesine yaslanan şairlerin kurgulamalarıyla temellendirilen dünya ve evren varlığına, ilk defa Miletos'ta bilimsel yöntemle yaklaşılmış ve dolayısıyla varoluş üzerine yapılan tartışmaların yönü kozmogoniden kozmolojiye evrilmiştir.'' (Sayfa: 164)
*
Miletli Filozoflar (Cemal Güzel):
*
''Yine Thales'le, düşünsel alanda, XVIII. yüzyıla kadar sürecek bir durum da başlar: filozof ile bilgin ayrı ayrı kişiler değildir, aynı kişinin kafasında bilim ile felsefe yan yanadır. Thales hem bilgin hem filozoftur. Felsefenin kendisiyle başlatıldığı Thales ilk astronomdur da. İ.Ö. 585 yılının Mayıs ayında gerçekleşmiş güneş tutulmasını da önceden bilmiş, Miletlilere söylemiş. Geometride de çeşitli konularda ilk kez dile getirilmiş açıklamaları olduğu da biliniyor. İnsan gölgesinden yola çıkıp piramitlerin yüksekliğini hesaplamak, birbirini kesen iki doğruda ters açıların eşit olduğu teoremi bunlardan bazıları.
Nedir, Thales, günümüzde felsefeye ilişkin alaysı tutuma muhatap olmuş ilk filozofmuş gibi de görünmektedir. İncelemek için yıldızlara bakarken kuyuya düşen, çığlıklarını duyan Trakyalı köle kızın ''daha bastığın yeri görmezken nasıl olur da gökyüzü hakkında her şeyi bilmek istersin.?'' sorusuyla karşı karşıya kalır. Bu 2500 yıl önce felsefenin karşı karşıya kaldığı ilk önemli saldırıdır. (Felsefenin bu saldırıyı bugün de savuşturup savuşturamadığı ayrı bir tartışma konusudur).'' (Sayfa: 182)
*
Doğa Felsefesinden İnsana Miletli Filozoflar (Berfin Kart):
*
''Miletli Anaksimandros'a göre, ''ilk canlılar dikenli kabuklara sarılı olarak yaşlık içinde meydana gelmişler, yaşları ilerleyince kuru yere çıkmışlar, kabuğun çepeçevre yırtılması ile kısa bir zaman başka bir şekilde yaşamışlar. - Başlangıçta insanların başka kılıktaki canlı varlıklardan meydana geldiğini söylüyor, çünkü ötekiler az zamanda kendiliklerinden yiyeceklerini buluyorlar, yalnız insan uzun süre bir bakıma gereksinim gösteriyor; bundan dolayı başlangıçta da kendini bu şekilde kurtarıp yaşatamazdı. - İnsanların ilk önceleri balıklar içinde meydana geldiklerini ve köpek balıkları gibi büyüdüklerini ve kendilerine bakabilecek hale geldikten sonra karaya el attıklarını anlatıyor'' (Kranz, 1994: 33) Dünyalar, Anaksimandros'ta evrime uğramıştır. Dünyaların ortaya konulduğu başlangıçsız ve bitimsiz bir devini vardır. Hayvan krallığında da bir evrim bulunmaktadır. Canlı yaratıklar güneşle buharlaşan nemli ana öğeden doğmuş, insan da öbür bütün hayvanlar gibi balıklardan. Başka tür hayvan da karışmış olmalı insanın özüne. Yoksa, insan uzun süren çocukluğu ardından özelliğini koruyamazdı (Russell, 2000: 148)'' (Sayfa: 197)

28 Ekim 2022 Cuma

Dylan Thomas - Deri Ticareti Serüvenleri (Çeviren: Ülker İnce)

Önsöz
*
Dylan Thomas 1953 yılında 39 yaşındayken New York'ta öldüğü zaman, yirmi yıldan beri hayli tanınan, son yayımlanan Toplu Şiirleri'yle ününün doruğuna ulaşmış bir ozandı. Daha ilk ortaya çıkışından başlayarak, kuşakdaşlarının en yeteneklilerinden biri olarak alkışlanmıştı. Ülkemizde de 50'li yıllarda ilgi uyandırmış, şiir ve öyküleri çevrilmişti.
Elinizdeki kitapta onun kabaca 'öykü' denebilecek, Deri Ticareti Serüvenleri kitabından bir derleme bulacaksınız. Kitaba adını veren öykü, yazarının deyimiyle, bitmemiş bir roman. Ölümünden kısa bir süre önce Dylan Thomas bu öykünün tuhaf kahramanının daha sonraki serüvenlerini yazmaktan söz etmişti. Bunu gerçekleştiremedi, böylece öykünün bir ucu açık olarak kaldı. Ama okur isterse Dylan Thomas'ın yerine bu serüvenlerin gerisini getirir, hatta onları günümüze taşıyabilir. O zaman öykünün kahramanı bundan daha da hoşnut olacaktır, çünkü, o zaten hayatta hiçbir adım atmak istemiyor. Onun en büyük serüveni, kendisini rastlantılara bırakmak. Rastlantıların kendisini nereye götüreceğini görmek. Bir eylem ve girişim çılgınlığının yaşandığı şu günlerin ortasında eylemde bulunmayı yadsıyan, kımıldamadan duran bir oğlan, oldukça aykırı görünüyor kuşkusuz ve insanın aklına Lunaçarski'nin düşünce ile eylem konusundaki ilginç bir makalesini getiriyor. Orada, Lunaçarski, Lev Tolstoy'un bir sözü için şunları söylüyor: ''Onun anlamı şudur: İnsanlar her zaman kendilerine, çok önemli görünen kendi işlerine dalarlar, ama acaba bu işleri onlara çok nemliymiş gibi gösteren, hatta önemlerinden hiç kuşku bile duymamalarına yol açan şey, aslında bu işler nedeniyle içine düşülen hayhuyun, insana aklını başına toplayıp, kendisine şöyle biraz uzaktan bakacak zamanı vermemesi değil midir.? Acaba biraz durup düşünebilseler, bir an için gündelik yaşamın dağdağasının dışına çıkıp yüreklerinin derinliklerine, yaşama, doğaya bakabilselerdi, her şeyin önemi böylesine su götürmez görünecek miydi kendilerine.? Tolstoy görünmeyeceği kanısında.''
Biraz düşününce gerçekten de buradan çok ciddi sonuçlara kadar gitmek mümkün. Yani öykü kahramanının yapmak istediği şey, basitçe, bir bilgiçlik değil, belki de durup düşünmeye dolaylı bir çağrı.
Bu bitmemiş roman dışındaki kısa öykülerin kahramanları da çoğunlukla ya yetişkinler dünyasına girmemiş çocuklar ya da dünyanın dış sınırlarına itilmiş deliler, meczuplar, alıklar, sakatlanmış kişiler. Dylan Thomas insan yaşamında acımasızlıkla sevecenliğin, günahsızlıkla mantıksız kötülüğün her zaman yan yana ve iç içeliğini göstermek için daha çok onlardan yararlanıyor. Mizah ve taşlamanın arasından insan sıcaklığının ışıdığı şaşırtıcı öyküler.
*
Ülker İnce (Sayfa: 9-10)
*
Deri Ticareti Serüvenleri
*
1. İyi bir Başlangıç:
*
''..tekerlekler üzerinde hareket eden bu uzun evde, ayağını kapıya dayamış olarak tek başına dalgın dalgın oturuyor, penceresiz bir sessizliğin içinde yolculuk ediyor, kendisini bekleyen birinin olmadığı bir yere saatte 75 kilometre hızla yol alıyor olacaktı, trenin duracağı hiçbir yere yakınlık duymayan bir adam.'' (Sayfa: 23)
*
"..zincirlerinin içinde mutlu olan mutsuz insanlar.." (Sayfa: 25)
*
''Öldürecek zamanı olan soğuk, katı insanlar oturmuşlar, çaylarına, duvardaki saate bakıyor, sorulmayacak sorulara yanıtlar uyduruyor, geçmişteki, gelecekteki davranışlarının haklılığını kanıtlıyor, her ânı soluk almaya başlar başlamaz boğazlıyor, yalan söylüyor, dileklerde bulunuyor, kafalarındaki büyük korkuyla bütün trenleri kaçırıyorlardı; hepsi de son durakta yapayalnızdı. Odanın her yanında zaman ölüyordu. (..) ..bütün masalar boşaldı. Yalnız insanlardan oluşan kalabalık, ardında kül, çay yaprakları ve gazeteleri bırakarak cenaze alayı gibi çıkıp gitti.'' (Sayfa: 29)
*
''..Galiba insan nerede değilse oralarda bir şeyler oluyor. Her şey başka insanların başına geliyor.'' (Sayfa: 57)
*
Düşmanlar:
*
''Güçlü bir rüzgâr sakalını yakalayıp çekmiş, ayaklarının altındaki sebze dünyası kükremişti. Bir ekin kargası gökyüzünde kaybolmuştu, eşini çağırmak için sesler çıkarıyordu ama eşi gelmedi ve ekin kargası gagasında keder iniltisiyle batıya uçtu.'' (Sayfa: 99)
*
''..rüzgâr az ötedeki otların kafalarını geriye uçurur, her yeşil ağzı bir kehanete çevirirken patikaya çeki düzen veriyordu. Sabırla otları boğazlarından yakalıyordu, kökler çevrelerindeki toprakla boğuştuktan sonra topraktan çıkıyorlardı; kökler çıktıktan sonra kalan oyuklarda böcekler harıl harıl çalışıyorlardı, ama adamın parmaklarının arasında can verince hiçbir iz bırakmıyorlardı. Adam onların ölümlerinden bıktı, otların başlarının düşüşünden de bıktı, hem de, daha çok bıktı. Pat diye kökler çıkıyor, pat diye zavallı yeşil başlar düşüyordu.'' (Sayfa: 100)
*
Dışarıda toprağın boz renkli bedeni, otların yeşil derisi, Jarvis tepelerinin göğüsleri vardı; hayvansı toprağı ürperten bir rüzgâr, tarladaki çiyi içen bir güneş vardı; ağaçların derilerindeki deliklerden ter gibi fışkıran bir doğurganlık; uzak kıyılardaki kum tanecikleri üzerlerinde deniz yuvarlandıkça çoğalacaklardı.'' (Sayfa: 104)
*
''Masanın baş tarafında halının üzerinde diz çökmüş dururken karanlık beyne ve hantal kara gövdeye şaşkın şaşkın baktı. Baktı, dua etti, tıpkı düşmanlarıyla çevrilmiş eski bir Tanrı gibi.'' (Sayfa: 106)
*
Ağaç:
*
''..onun Tanrısı şu elma biçimli dünyada tıpkı bir ağaç gibi boy atmış, tomurcuklanıp Çocuklar vermiş ve Çocuklarını dallarından koparıp sürükleyen kış rüzgârlarının eline bırakmıştı; kışı ve ölümü aynı rüzgâr taşıyordu (..) Böyle gecelerde aşkın işe yaramadığını, aşkın çocuklarının çoğunun, kıyıma uğradığını düşünürdü.'' (Sayfa: 108)
*
''Tanrı tuhaf ağaçların içinde büyür, dedi yaşlı adam. Onun ağaçları gelir, tuhaf yerlerde dururlar.
Adam çarmıhın yedi evresinin öyküsünü anlatırken, ağaç, çocuğa dallarını sallıyordu. Bir havarinin sesi yükseliyordu katranlı ciğerlerden.
Sonra onu bir ağaca dayadılar, kanından ayaklarından çivilediler.
Mürver ağacının gövdesinde öğle güneşinin kanı vardı, kabuğunu lekelemişti.'' (Sayfa: 113)
*
Konuk:
*
''Aylar, yılların kilometrelerce içlerine akmış, kuru günlerin dairesi tamamlanmıştı.'' (Sayfa: 120)
*
''Güneşin altında kendi adından daha uzak bir şey yoktu, şiir, bir fasulye sırığının ipine dizilmiş sözcüklerdi. Dudaklarıyla küçük bir ses tonu biçimledi ve bir sözcük söyledi.
Ölüler için yarın yoktu. Bir dahaki akşamdan, o akşamın uykusundan sonra yaşamın, bir tabutun çatlaklarından dışarı fırlayan bir çiçek gibi fışkıracağını düşünemiyordu.'' (Sayfa: 121)
*
''Birtakım serin sözcükler düşündü, bir gölün dibinde boy atmış bir zeytin ağacı için bir dize kurdu. Ama ağaç, sözcüklerden oluşan bir ağaçtı, gölse bir başka sözcükle uyak yapıyordu.'' (Sayfa: 124)
*
''Ah, usulca bırakabilsem kendimi yere, usulca
-----koyabilsem başımı.
Usulca uyusam ölümün uykusunu, usulca duysam
-----sesini.
Akşam saati bahçede yürürken Yaradan.'' (Sayfa: 125)
*
Entari:
*
''Kadından doğma insanoğlunun gecesi yoktur, dedi deli.'' (Sayfa: 132)

24 Ekim 2022 Pazartesi

Thomas Nagel - Her Şey Ne Anlama Geliyor.? (Çeviren: Hakan Gündoğdu)

 

Arka Kapak: 

*

Belli başlı ilgi alanları siyaset felsefesi, ahlak felsefesi, hukuk, bilgi felsefesi ve zihin felsefesi olan Thomas Nagel’in (d. 1937) elinizdeki bu kitabı özgün olarak ilk defa Oxford Üniversitesi Yayınları tarafından yayımlanmış ve yirmi dile çevrilmiştir.
*
Her şeyden önce, kitap Sokrates’in “sorgulanmamış bir yaşam” dediği şeye karşı dikkate değer bir meydan okuma içeriyor ve felsefi sorgulamanın temel soruları üzerinde duruyor: Gerçekten hür iradeye sahip miyiz.? Niçin ahlaklı olmalıyız.? Nasıl adil olabiliriz.? Zihnimiz ile beynimiz arasındaki ilişki nedir.? Ölüm nedir.? Yaşamlarımızın bir önemi var mıdır.?
*
Sorgulayan zihinlere bir rehber olması bakımından ideal bir kitap olan Her Şey Ne Anlama Geliyor? okuyucuyu kendisi ve dünya hakkında düşünmeye teşvik ediyor. Üstelik, kitabın felsefi konularda “derinlik” ve “açıklık” gibi çoğu zaman birbiriyle uzlaşmaz görünen iki özelliği bir arada içermesi de okuyucuya kendi başına düşünme konusunda yardımcı oluyor.
*
Giriş:
*
''Felsefenin özü düşünen insan zihninin doğal olarak bir bilmece gibi karmaşık bulduğu belli, kaçınılmaz sorularda yatar; felsefeyi öğrenmenin en iyi yolu ise doğrudan bu sorular üzerine düşünmektir. Bir defa bunu yaptığınızda, aynı problemleri çözmeye uğraşmış başkalarının çalışmalarını değerlendirmek ve takdir etmek açısından artık eskisinden daha iyi bir konumda olursunuz.'' (Sayfa: 12)
*
Herhangi Bir Şeyi Nasıl Biliyoruz.?
*
''Rüyalar hakkında alışılagelen şekilde düşündüğümüzde biliriz ki, rüyalarında insanlar adam öldürmek için ellerinde elektrikli bir testere ile Kansas sokaklarında bir baştan öbürüne koşuyor olsalar bile, rüyalar aslında gerçek bir evde ve gerçek bir yatakta yatmakta olan insanların zihninde olup biter. Aynı zamanda biz normal rüyaların, uykusu esnasında rüya gören kişinin beyninde olup bitenlere bağlı olduğunu da varsayarız.
Fakat bütün tecrübeleriniz kendisi dışında bir dış dünyanın var olmadığı muazzam bir rüyaya benzeyemez mi.? Olup bitenin bu olmadığını nasıl bileceğiz.?'' (Sayfa: 16)
*
ZİHİN-BEDEN PROBLEMİ:
*
''İnsanların fiziksel madde dışında başka bir şeyden oluşmadığı ve zihinsel hallerinin beyinlerindeki fiziksel haller olduğu görüşüne fizikalizm (ya da kimi zaman materyalizm) denilir.'' (Sayfa: 36)
*
Hem ikicilikten hem de fizikalizmden farklı, olası bir başka görüş daha vardır. İkicilik, sizin bir beden ve ruhtan oluştuğunuz ve zihinsel yaşamınızın ruhunuzda cereyan ettiği görüşüdür. Fizikalizm de zihinsel yaşamınızın beyninizdeki fiziksel süreçlerden oluştuğu görüşüdür. Ancak bir diğer olasılık ise zihinsel yaşamınızın beyninizde cereyan etmesiyle birlikte yine de bütün tecrübelerin, hislerin, düşüncelerin ve arzuların beyninizdeki fiziksel süreçlerden ibaret olmamasıdır. Bunun anlamı, kafanızdaki milyarlarca sinir hücresinden oluşan gri yığının sadece fiziksel bir nesne olmadığıdır. O, birçok fiziksel özelliklere sahip olduğu gibi (nitekim kimyasal ve elektriksel aktivitenin muazzam nitelikleri beynin içinde cereyan eder), aynı zamanda kendi içinde işleyen zihinsel süreçlere de sahiptir.
Beynin bilincin mahalli olduğu, ama onun bilinçli hallerinin sadece fiziksel haller olmadığı şeklindeki bu görüşe ikili veçhe teorisi denilir.'' (Sayfa: 38)
*
KELİMELERİN ANLAMI:
*
''Bizler küçük, sonlu varlıklarız ama anlam kâğıt üzerindeki işaretlerin veya seslerin yardımıyla bütün dünyayı ve içindeki pek çok şeyi idrak etmemizi, hatta önceden var olmayan ve belki de (biz olmasaydık) asla var olmayacak olan şeyler icat etmemizi saplıyor. Problem, bunun nasıl mümkün olduğunu açıklamaktır: Söylediğimiz ya da yazdığımız bir şey, bu kitaptaki bütün kelimeler de dahil, herhangi bir şeye nasıl anlam veriyor.?'' (Sayfa: 47)
*
HÜR İRADE:
*
''Bir kişinin tecrübelerinin, arzularının ve bilgilerinin toplamı, kalıtsal özellikleri, sosyal koşullar ve karşı karşıya kaldığı seçimin mahiyeti, tüm bunlar daha bilemediğimiz diğer faktörlerle birlikte, kaçınılmaz koşullarda spesifik bir eylem meydana getirmek için bir araya gelirler.
Bu görüşe determinizm denir. Fikir, evrenin tüm yasalarını bilemeyeceğimiz ve ne olacağını tahmin etmek için onları kullanamayacağımızdır.'' (Sayfa: 52)
*
DOĞRU VE YANLIŞ:
*
''..eğer Tanrı varsa ve yanlış olanı yasaklıyorsa, bu hâlâ bir şeyleri yanlış kılan olgu değildir. Cinayetin bizatihi kendisi yanlıştır ve bu da (eğer yasaklarsa) Tanrı'nın onu yasaklamasının nedenidir. Tanrı -sağ çorabınızdan önce sol çorabınızı giymeniz gibi- herhangi bir şeyi basitçe onu yasaklayarak yanlış kılamaz.'' (Sayfa: 62)
*
''Büyük olasılıkla bugün yanlış olduğunu düşündüğünüz kölelik, marabalık, insan kurban etmek, ırk ayrımcılığı, dini ve politik özgürlüğün reddi, soya dayalı kast sistemleri gibi birçok şey geçmişte büyük kitlelerce ahlaki açıdan doğru olarak kabul edilmişti. Yine büyük olasılıkla şu an doğru olduğunu düşündüğünüz bazı şeyler gelecekteki toplumlarda yanlış olarak düşünülecektir. Ne olduğundan emin olamasak bile, yine de tüm bunlara ilişkin bir tek hakikat bulunduğuna inanmak mı, yoksa doğru ve yanlışın belirli bir zaman, yer ve sosyal tecrübeye bağlı olduğuna inanmak mı daha makuldür.?'' (Sayfa: 69-70)

19 Ekim 2022 Çarşamba

Gary Cox - Nasıl Filozof Olunur.? (Çeviren: Ergün Ahmet Akça)


Arka Kapak

*
Kimilerince hayatın büyük soruları kabul edilen felsefi sorular kafanızı mı karıştırıyor.? İçinden nasıl çıkacağınızı, hangi yöne gitmenin daha doğru bir seçim olacağı konusunda kararsızlık mı yaşıyorsunuz.? Nasıl Filozof Olunur.? filozofların yüzyıllardır sorup yanıtlamaya çalıştığı bu tür sorular için benzersiz bir rehber: bu kitap sizi bir filozof gibi düşünmeye sevk etmekle kalmıyor, bu soruların bazılarına yanıt bulmanızı sağlarken, bazılarının da aslında yanıtları olmadığını fark etmenizi sağlıyor. Bu doğrultuda, mizahi bir dili de bırakmadan, felsefi fikirleri Family Guy, Monty Python’s Flying Circus, The Matrix ve Red Dwarf gibi eserlerden alınan örneklerle açıklıyor.
Nasıl Filozof Olunur’un en önemli iddiası ise felsefe yapmayı öğrenmenin kendi hayatınız hakkında daha net ve dürüst düşünmenize yardımcı olacağını savunması.
*
Giriş:
*
''..felsefe ormanında kadim bir söz vardır: Felsefenin küçük bir tümseği olmak, cehaletin büyük bir hendeği olmaktan iyidir.'' (Sayfa: 13)
*
''Filozoflar için ölüme mahkûm olmaktan çok daha yakın bir tehdit vardır: Nihilizme düşmek. (..)
Hayatın toptan saçma olduğu yargısı umutsuzluğa yol açar mı.? Aslında bu nihilistik felsefi konuma toslayan birçok filozof bu mağlubiyetten büyük bir zafer çıkartmasını bilmiştir: Şayet hayat toptan saçmaysa ve kendinde bir anlama sahip değilse, o zaman her bir tekil hayatın anlamı, kişinin ona verdiği anlam olacaktır. Friedrich Nietzsche ve Jean Paul Sartre gibi varoluşçu filozoflarca savunulan bu anti- nihilistik konum, kişisel düzeyde hem olumlu hem de güçlendirici bir etkiye sahiptir. Bu bakış, baskıcı dinsel anlayışı yolumuzun üstünden kaldırarak insanı kendi kaderinin efendisi yapar.'' (Sayfa: 17)
*
''Felsefe, sırların en derinine ulaşmaya çalışır, cehalet mağarasının cinlerinden ve hayaletlerinden kurtulup aklın aydınlığına yürür.'' (Sayfa: 20)
*
Felsefe Nedir.?
*
''İnsan yaşamına dair hiçbir şey filozofların incelemesinden ve analizinden kaçamaz. Bilimin, matematiğin, politikanın, tarihin, eğitimin, psikolojinin, hukukun, duyguların, seksin ve hatta futbolun felsefesi vardır. Bu durumda herhalde şaşırmazsınız: Felsefenin de felsefesi vardır. Filozoflar kadim zamanlardan beri felsefenin ne olduğu hakkında da felsefe yapmışlardır.'' (Sayfa: 21)
*
''..''Felsefe'' sözcüğü ''sevgi'' anlamına gelen Yunanca philos ve Yunanca ''bilgelik'' anlamına gelen sophia sözcüklerinden türetilmiştir. Böylece düzanlamıyla, felsefe bilgelik sevgisi, filozof ise bilgelik sever anlamına gelir. Daha fazla uzatmadan felsefede nadir görülen bir kesinlikle şunu söyleyebiliriz: Şayet filozof olmak istiyorsanız, bilgi ve hakikati başka bir şeye araç olarak değil de kendileri uğruna arayan bir bilgelik sever olmalısınız. (..) Bir filozof, hakikati sırf kendisi için aramalı ve sırf kendi duygularına hitap ediyor diye bir şeye inanmaktan sakınmalıdır.'' (Sayfa: 27)
*
''Gerçek bir filozof mu olmak istiyorsunuz.? O zaman inançlarınıza ve görüşlerinize sağlam, yansız ve nesnel bir akıl yürütme yoluyla ulaşmış olmanız gerekir. Bu şekilde ulaşılan görüşler bulanık, işlenmemiş, öznel, hesabı verilemeyen görüşler olamaz. Şöyle bir bakın çevrenize. Bu işlenmemiş, akla dayanmayan dogmaların eleştiriler karşısında kendilerini sadece tehdit ve şiddetten başka bir şeyle savunamadıklarını hemen fark edeceksiniz.'' (Sayfa: 29-30)
*
''İyi bir filozof başkalarının söylediği şeylerdeki çelişkileri saptamakta usta olduğu kadar, kendi söylediklerinde de çelişki bulunmaması konusunda da titiz davranan kişidir.'' (Sayfa: 36)
*
''1970'lerde Peter Falk tarafından canlandırılan kirli ve buruşuk pardösülü Komiser Kolombo, Sokratik yöntem sanatında ustaydı. Kolombo şüpheliyi sorgularken aptal numarası yapardı. Başını kaşır, karısından bahseder, pardösüsünün ceplerini karıştırırdı. İyice rahatlayan şüpheli aşırı güven içinde serbestçe konuşmaya başlardı: ''Bu sefil dedektif ona ne yapabilirdi ki.? Standart sorularını soracak ve uydurduğu öyküyü dinledikten sonra onu bırakacaktı.'' Ama Komiser Kolombo tam kapıdan çıkmak üzereyken, ''Son bir şey daha var,'' diyerek dönerdi. İşte bu noktada Kolombo, şüphelinin öyküsündeki küçücük bir çelişkiye dikkat çekerdi. Ama şüpheli, bu çelişkiyi kapamak için çabaladıkça batardı. Şüpheli öfkelendikçe nezaketi elden bırakmayan komiser, öykünün saçmalığını göstererek adamın suçlu olduğunu kanıtlardı. Kolombo başka bakımlardan da Sokrates'e benzer. Ufak ve dağınıktır. İnsanlar onu aptal sanırlar ama o, zekâsıyla hepsini alt eder.'' (Sayfa: 37-38)
*
Felsefe ve İfade Özgürlüğü:
*
''Bazen işgüzar, kaba, siyaseten doğru liberaller de insanların özgürlüklerini en az faşistler kadar engelleyebiliyorlar.'' (Sayfa: 43)
*
Batı Felsefesinin Babası:
*
''..Platon doğru cevaplarıyla değil, doğru sorularıyla felsefeyi yaratıcı bir istikamete sevk etmiştir. Platon'un etkisi çok büyüktür. Bu nedenle ona ''felsefenin babası'' denmiştir. Alfred North Whitehead'e göre, ''bütün Batı felsefesi Platon'a düşülen dipnotlardan ibarettir.'' (Sayfa: 45-46)
*
Doğru Eylem Felsefesi:
*
''..''Kantçı etik'' ve ''deontolojik etik'' neredeyse eşanlamlı hale gelmiştir. Kant'ın ahlak teorisinin merkezinde kategorik buyruk denilen bir ilke bulunur. İlk bakışta bu, ''Kendine nasıl davranılmasını istiyorsan başkalarına öyle davran.!'' ilkesinin farklı bir biçimi gibi görünür. Ama daha kesin bir şekilde ifade etmek gerekirse, ilke, sizden yapmak istediğiniz şeyi yapmadan önce kendinize, ''Ya bunu herkes yapsaydı.?'' diye sormanızı ister. Eğer yapmak istediğin eylemi herkesin yapması bir imkânsızlık doğuruyorsa, o zaman ödevin, bu eylemi yapmamaktır.'' (Sayfa: 60)
*
Erdem Teorisi:
*
''Aristotales bir erekçiydi; doğadaki her şeyin bir telos'u, yani gerçekleştirmeye çalıştığı bir gayesi olduğunu düşünüyordu. Örneğin, bir meşe palamudunun telos'u kendi meşe palamutlarını veren iyi bir meşe ağacı haline gelmektir. Bir şeyin telos'unu başarması, onun kendini gerçekleştirmesi demektir. Aristotales'in erdem teorisi insanın kendini gerçekleştirmesi için gerekli olan erdemleri belirlemeye çalışır. Aristotales'in altın orta dediği kurala uyan bu erdemler insanın dolu, değerli, başarılı, doyurucu bir hayat yaşamasını, kısaca, insanın kendini gerçekleştirmesini sağlarlar.'' (Sayfa: 64)
*
''Aristotales'in altın orta kavramı Gautama Buddha'nın orta yol anlayışına benzer. Büyük kafalar, detaylarda anlaşamasalar da, benzer şekilde düşünürler. Altın ortayı bulmak için insan, yaklaşımlarında bir denge tutturmalı, ne ifrata ne tefrite kaçmalıdır. Buddha bir defasında şöyle demişti: ''Kişi bir müzik aleti gibidir. Yaşamı aletin ayarlanmasıdır. Eğer yaşam biçimi çok gevşek ya da çok gergin olursa, ayarsız bir yaşamı olur.''..'' (Sayfa: 65)


Filozof Olma - Birinci Safha
*
Her Şeyden Şüphelenme
*
Düzgün Felsefe Yapma:
*
''..gündelik yaşamınızda hiç sorgusuz sualsiz kabul ettiğiniz şeylerden şüphelenerek başlamalısınız. Bu küçük, özgül meselelerle uğraştıkça bir yandan felsefe yapma tekniğiniz gelişecek, diğer yandan da güveniniz artacak. Bu da en azından daha büyük felsefi sorunların anlamına dair bir görüş geliştirmenizi sağlayacak.'' (Sayfa: 75)
*
''Nietzsche'nin dediği gibi: ''Bir düşünür olmak - her günün en az üçte birini tutkular, insanlar ve kitaplar olmadan geçirmiyorsa, biri nasıl düşünür olabilir ki.?'' Nietzsche'nin çok iyi bildiği ama bahsetmediği bir şey daha var. Düşünürken not almak çok yararlıdır. Eski bir hocamın söylediği gibi: ''Yazmak, düşünmektir.'' (Sayfa: 79)
*
''Morpheus Neo'ya durumun gerçekliğini olduğu gibi gösterecek kırmızı hap ile Matrix'in sanal dünyasını sorgusuzca kabul etmesini sağlayacak mavi hap seçeneklerini sunarken şöyle der: ''Unutma, sana vaat ettiğim tek şey gerçek, daha fazlası değil.'' İşte, felsefe yapmak, kırmızı hapı seçmek gibidir.'' (Sayfa: 87-88)
*
Modern Felsefenin Babası:


''Descartes özellikle matematik ve geometride iyiydi, felsefeden önce adını bu alanlarda duyurmuştu. Birçok filozof gibi o da felsefe ve matematiğin birbiriyle yakından bağlantılı olduğunu düşünüyordu. Matematik, Descartes gibi rasyonalist filozofların, duyularımız yoluyla karşılaştığımız kusurlu, deneysel dünyadan daha gerçek olduklarını düşündükleri yüksek bir kesinlik dünyasını açığa çıkartır ya da açığa çıkarır gibi görünür. Descartes'a bugün bile bir matematikçi olarak saygı duyulmakta; teorileri hâlâ dünyanın her yerindeki okullarda öğretilmektedir.'' (Sayfa: 102-103)
*
''Meditasyonlar üzerine çalışırken çilekeş öğrencilerime dediğim gibi: ''Bu kitap Descartes hakkında değildir. Her birimiz şüphelenen, kesinliği arayan, felsefe yapan bir Destartes'ız.'' Aslında gerçekte bunları tam olarak hiç söylemedim. Ama hep söylemek istedim. Şimdi, elimi Meditasyonlar'a vurarak söylüyorum işte: ''Görmüyor musunuz, hepimiz Descartes'ız.''..'' (Sayfa: 107)
*
Descartes ve Şüphe Yöntemi:
*
''Descartes Meditasyonlar'a şu ünlü sözleriyle başlar: ''Hayatımın ilk yıllarından itibaren birçok yanlış kanıyı doğru kabul etmiş olduğumun ve o zamandan beri bu derece güvenilmez ilkeler üzerine kurduğum her şeyin de, pek kuşkulu ve kesinlikten uzak olduğunun farkına bugün varıyor değilim.'' (Sayfa: 107)
*
''Descartes rasyonalist ve şüpheci bir filozof olarak tanınmasının yanı sıra temelselci (foundationalist) olarak da bilinir. Bir filozof olarak projesi, şüphe güllesini kullanarak köhnemiş, harap olmuş, kesinlikten uzak bilgi yapısını yıkmaktır; bu yıkım sürecinin sonunda sağlam bir zemin bulacağını ummaktadır; bu sağlam zemine dayanarak o ve başkaları kesinliğin yeni, aydınlık gökdelenini kurmaya başlayacaktır.'' (Sayfa: 109)
*
''Kadim Yunan filozoflarına kadar uzanan filozoflar zincirinde yer alan birçok filozof gibi Descartes'ın da ilk şüphelendiği şey duyuların güvenilirliğidir -görme, tatma, dokunma, koklama ve işitme yetileri. Kendi sözleriyle: ''Şimdiye dek en doğru ve güvenilir olarak ne öğrendimse, duyulardan veya duyular yoluyla öğrenmiş, ama zaman zaman bu duyuların aldatıcı olduğunu da yaşayarak görmüşümdür; oysa bizi bir kez bile olsun yanıltmış şeylere asla güvenmemek sakınganlık gereğidir.''..'' (Sayfa: 110)
*
Filozof Olma - İkinci Safha: Ağaç Sorusu

Family Guy, Animasyon, Dizi

''Doğayla konuşabilmesinin şokundan çabucak kurtulan Peter ağaca ölümsüz popüler felsefi soruyu sorma fırsatını kaçırmaz: ''Hey ağaç. Aranızdan biri devrilse ve etrafta da hiç kimse olmasa, ses çıkarır mısınız.?''..'' (Sayfa: 134-135)


David Hume ve Mantıkçı Pozitivizm:
*
''Hume'a göre, zihin doğuştan boş bir levhadır, deneyci önceli Locke'un deyişiyle bir tabula rasa'dır. Bu boş levhaya yazılan tüm bilgi, duyular deneyimler aracılığıyla gelir. Hume bilebileceğimiz iki türlü bilgi olduğunu öne sürer - idea (fikir) bağıntıları ve olgu durumları.'' (Sayfa: 145)
*
''Hume'un anlamlı önermelerini idea bağıntıları ve olgu durumları olarak ikiye ayırması ''Hume Çatalı'' olarak bilinir. Bu ne yemek çatalları gibi dört dişli, ne de şeytanın yabası gibi üç dişlidir. Hume'un çatalı iki dişli et kesme çatalıdır. Eğer bir önerme onun düşlerinden birine takılmazsa, o zaman dosdoğru anlamsızlık çöp tenekesini boylar, çünkü iddia edilen bir şeyin doğruluğunu ya da yanlışlığını belirlemenin başka bir yolu yoktur.'' (Sayfa: 148)
*
Ses, Ses Bilincidir:
*
''..''Herhangi biri tarafından algılanmayan bir dünya nasıldır.? Bu dünya deneyimlendiği zaman olduğuyla aynı mıdır, yoksa ondan kökten farklı mıdır.?'' Bu soruyla ilgilenen felsefe dalı tuhaf bir isme sahiptir: Transandaltal İdealizm.'' (Sayfa: 154)


Kant ve Transandantal İdealizm:
*
''Pirsing'in sözleriyle: ''Kant zihnin içinde ve zihnin dışında olanla ilgili düşüncenin bu büyük karlı dağına tırmanırken daima yöntemli, direşken, düzenli ve titizdir.''
Kant şu üç şeyle ünlüdür: (1) Memleketi Alman Doğu Prusya'nın liman kenti Konisberg'in (şimdiki Litvanya ile Polonya arasına sıkışmış, Almanca konuşan, Rusya'ya bağlı bir vilayet) 30 mil uzağından öteye hiç gitmemesiyle (2) David Hume'un İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme adlı eserini okumaya daldığı gün dışında, her öğleden sonra hep aynı saatte yaptığı yürüyüşleriyle ve (3) felsefeyi yeniden tanımlayan bir dizi temel eleştiri yazmasıyla. Bu eleştirilerin ilki ve en önemlisi, Kant'ın felsefesi tranasandantal idealizmini ortaya koyduğu Saf Aklın Eleştirisidir (1781).'' (Sayfa: 155-156)


Sartre: Farklılaşmış ve Farklılaşmamış Varlık:
*
''Sartre'a göre, tek diğer varlık türü varlık-olmayan veya hiçliktir. Varlık-olmayan, gerçekte kendinde-varlıktan ayrı değildir; sadece kendinde-varlıkla münasebeti içinde var olur. Tuhaf ama kendinde-varlığın yadsınması, kendinde-varlığın bir eksikliği, kendinde-varlığın olumsuzlanması olarak var olur. Bir aynadaki yansıma bütün varlığını, yansıttığı şeye borçludur. Bu yüzden Sartre bazen ona ödünç alınmış varlık da der.'' (Sayfa: 162)


Felsefeyle Hayatınızı Kazanmak:
*
''..felsefe lisans diploması her türden meslek için mükemmel bir pasaporttur. Felsefe bölümünde okumak, insana birçok alanda kullanabileceği beceriler kazandırır. Eğitimli felsefeciler, tüm bilginin temel ilkelerini anladıkları için, meseleleri çok hızlı ve derinden kavrarlar. Felsefeci olmayanlarda bulunmayan sorgulama, çözümleme, araştırma ve kavramlaştırma yetenekleriyle hem iyi sorun çözücü hem de yenilikçidirler. Birçok alanda başarılı olmanın temel koşulları olan tutarlı akıl yürütme, yazma ve konuşma yeteneklerine sahiptirler. Yapılan araştırmalar, felsefe lisans programından mezun olan öğrencilerin çok farklı alanlardaki meslek kurslarını bitirdiklerinde alanın uzmanları kadar başarılı olduklarını göstermektedir.
Araştırmaların ortaya çıkarttığı bir başka konu da felsefe öğrencilerinin mezun olduktan sonra meslek seçmekte daha yavaş davrandıklarıdır. Ancak, çalışacakları alanı bir kez seçtiklerinde genellikle alanın en başarılı ve en yaratıcıları arasında yer almaktadırlar. Üniversite öğrencilerinin mezun olduktan üç ay sonraki mesleki durumlarına bakıldığında, felsefe mezunları listenin sonunda yer almaktadır. Ancak, bunun en önemli nedeni, felsefe mezunlarının geleneksel çalışma alanlarının dışına yönelmek istemeleri ve yaratıcılıklarını sergileyebilecekleri alanları bulmak için uygun fırsatların çıkmasını beklemeleridir.'' (Sayfa: 170-171)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...