14 Eylül 2022 Çarşamba

André Aciman - Bul Beni (Türkçesi: Berrak Göçer)


Arka Kapak:
*
''Gurur, korkuya taktığımız bir lakap sadece."
*
Bazı anlara, insanlara ve aşklara saplanıp kalmak mümkün mü.? Neden bazı hatıralar ölümsüzleşirken bazıları kolayca unutulur.? Arzu ve özlem zamanı, mekânı ve önyargıları aşabilir mi.?
*
Adınla Çağır Beni'yle tüm dünyada geniş bir okur kitlesine ulaşan André Aciman, devam niteliğindeki romanı Bul Beni ile aşkın ve bağlılığın doğasına dair eşsiz bir anlatı kuruyor; kederle, arzuyla, tesadüflerle, pişmanlıklarla ve mutluluklarla örülü insan hikâyelerini, birbiriyle bağıntılı hayatları ve deneyimleri keşfe çıkıyor.

Bul Beni, zamanın acımasızlığına, hem kaçırılmış hem de yakalanan fırsatlara, paralel hayatlara, aşkın dönüştürücü gücüne ve kusursuz esrikliğine, Elio'ya, Oliver'a, hepimize dair bir unutulmaz roman..

*
*
Tempo
*
''Mesele yeni birilerinin büyüsünün hep çok çabuk sönmesi. Sahip olamayacağımız insanları istiyoruz. Hayatımızda iz bırakanlar ya bir noktada yitirdiğimiz ya da varlığımızın farkında bile olmayan kişiler. Diğerleri olsa olsa yankı yapıyor.'' (Sayfa: 16)
*
''..''Zerre âşık olmadan kıskanmak - zor birisin,''
(..)
''Tanışalı daha bir saat olmadı. Ama yine de beni bütünüyle anlıyorsun. Ne güzel.''..'' (Sayfa: 19)
*
''En korkunç ihtimaller de bunlar değil mi: olabilecekken asla olmamış ve ümidimizi tamamen yitirsek de hâlâ bir gün olabilecek şeyler.'' (Sayfa: 24)
*
''..oğlumuz Amerika'ya gittikten sonra paylaştığımız o kadar az şey kalmıştı ki onun tüm çocukluğu kaçınılmaz ayrılığımızın bir provası gibi göründü gözüme. Çok az konuşuyorduk, o nadir anlarda da aynı dili konuşmuyorduk. Birbirimize karşı olağanüstü derecede sıcak ve naziktik ama aynı odadayken bile kendimizi korkunç yalnız hissediyorduk. Aynı yemek masasında oturuyorduk ama yemeği birlikte yemiyorduk, aynı yatakta yatıyorduk ama birlikte değil; aynı programları seyrediyor, aynı şehirlere seyahat ediyor, aynı yoga dersine gidiyor, aynı şakalara gülüyorduk ama hiçbir zaman birlikte değil; kalabalık sinemalarda yan yana oturuyorduk ama dirseklerimiz birbirine hiç değmiyordu. Öyle bir an geldi ki yolda öpüşen ya da sadece sarılan iki sevgili gördüğümde neden öpüştüklerini anlayamaz oldum. Birlikte yalnızdık - ta ki bir gün ikimizden biri turşu tabağını kırana dek.'' (..)
''Hem tek başıma kalmaya dayanamıyorum hem de yalnız kalmak için sabırsızlanıyorum.'' (Sayfa: 25)
*
''..''ama ben sana açıldım, sen de bana açıldın. Bence ikimiz de böyle rahatça dürüst olabileceğimiz fazla kişi tanımıyoruz. Bunu trende tanışıp trende bırakılan klişe bir âna dönüştürmeyelim, bir şemsiye ya da bir yerde unutulmuş bir çift eldiven gibi.''..'' (Sayfa: 31)
*
''Karşılıklı gülüştük.
En son ne zamandı.?'' (Sayfa: 32)
*
''..ya öyle özenilecek bir hayatım vardı ki dileyecek bir şeyim kalmamıştı, ya da hayatım öyle korkunç derecede neşesizdi ki, dilek tutmak artık uğraşmaya bile değmeyecek bir lüks sayılıyordu.'' (Sayfa: 34)
*
''..belki sadece öylesine bakıyordu, bu da hoşuma gitti.
Gerçekten en son ne zamandı.?'' (Sayfa: 38)
*
''..sanki birbirimizi ezelden beri tanıyormuşuz da yakınlığımız karşılıklı duyduğumuz saygıyı hiçbir şekilde azaltmıyormuş gibi..'' (Sayfa: 40)
*
''Aklıma Paris'te, Marais'deki evinden ayrılmayan kemancı geldi, oysa polisin bir gece kapısına dayanacağını biliyordu. Gerçekten de dayandılar. Onları kemanını yanına almasına izin vermeye ikna bile etti, izin verdiler. Ama sonra elinden aldıkları ilk şey o oldu. Onu öldürdüler ama gaz odasında değil. Onun yerine toplama kampında döverek öldürdüler.'' (Sayfa: 42)
*
''Eskilerden Fransız bir şairin dediği gibi, bazı insanlar damarlarına nikotin yaymak için sigara içer, bazı insanlarsa kendileriyle başkalarını arasında duman perdesi örtmek için. Hepimiz yaşamla aramıza mesafe koymak için perdeler kullanırız. Benimki kâğıt.'' (Sayfa: 43)
*
''Kimse hayatını iki paralel yolda yaşadığını iddia etmek istemez ama hepimiz birden fazla hayat yaşarız, biri diğerinin altına sıkışmıştır ya da hemen yanı başındadır. Bazı hayatlar sıralarını beklerler çünkü hiç yaşanmamışlardır, bazıları daha miadını dolduramadan yok olur, başkaları ise yeterince yaşanmadıkları için tekrar yaşanmayı bekler.'' (Sayfa: 45)
*
''Gölge benliklerimizi başkalarına devrediyoruz; öğrendiklerimizi, yaşadıklarımızı, bildiklerimizi biz göçtükten sonra yaşayacak olanlara emanet ediyoruz.'' (Sayfa: 47)
*
''Bu adamların sundukları şeyler bende zaten var. İstedikleri şeylerinse hiçbirini hak etmiyorlar ya da ben onlara veremiyorum.'' (Sayfa: 49)
*
''..paradoks asla yanıt değildir, sadece çatlamış bir gerçektir, ayakta duramayan bir anlam süprüntüsü.'' (Sayfa: 50)
*
''Bazı insanların kalbi kırıktır, incitildikleri için değil, hiçbir zaman onları incitecek kadar önemli birini bulamadıkları için.'' (..) ''Kalbinin kırık olduğunu fark etmeyebilirsin bile. Doğmadan önce ikizini yediği söylenen fetüsü getiriyor bu aklıma. Kayıp ikizden geriye hiçbir iz kalmayabilir ama o çocuk büyürken hayatı boyunca varolmayan kardeşinin yokluğunu çekecektir - sevginin yokluğunu.'' (Sayfa: 53)



''Aklıma aniden eski Yunanca fiil, όψίζω, opsizo geldi. Ona söylememek için kendimi tutmaya çalıştım ama sonunda dayanamadım. Opsizo'nun ziyafete geç kalmak, son içkiler bitmeden hemen önce varmak ya da bugün, boşa giden geçmiş yılların ağırlığıyla ziyafet çekmek anlamına geldiğini söyledim.
''Ne demek istiyorsun.?''
''Hiçbir şey.''
''Doğru.''..'' (Sayfa: 68)
*
"Bundan sonra hep şunu düşündüm: Işıkları söndüreceğiz, kapıları kilitleyeceğiz, panjurları indireceğiz ve bir daha asla umut etmemeyi öğreneceğiz. Bir ömür boyunca asla." (Sayfa: 74)
*
''..''O yıllarda en çok istediğin şey neydi.?''
''Beni içten dışa bilen biri, kısacası senin içinde ben olan biri.''..'' (Sayfa: 76)
*
''Goethe'den alıntı yaptım: ''Hayatımdaki her şey şu âna dek bir girizgâhtan ibaretti, bir gecikmeden ibaretti, bir meşgaleden ibaretti, bir vakit kaybından ibaretti, ta ki seninle tanışana kadar.''..'' (Sayfa: 77)
*
''..''Elbette bir sırrım var. Hepimizin vardır,'' dedim. ''Hepimiz ay gibiyiz, dünyaya yüzeyimizin sadece bir kısmını gösteriyoruz ama asla kürenin tamamını değil. Çoğumuz bütün yusyuvarlak benliğimizi anlayacak kimseyle tanışmıyoruz. Ben insanlara sadece idrak edebileceklerini düşündüğüm minik bir parçamı gösteriyorum. Ama her zaman kendime sakladığım karanlık bir yüzey var.''..'' (Sayfa: 78)
*
''Şu konuşman yok mu.. Buram buram sen kokuyorum.'' (Sayfa: 87)
*
''Öyle uzun zamandır yalnızdım ki, yalnız olmadığımı düşündüğüm zamanlarda bile, kan gibi gerçek bir şeyin tadı yokluğun tadından çok, çok daha iyiydi; yitip gitmiş kurak yılların, uzun yılların hiçliğinden.'' (Sayfa: 89)
*


''Onu bir de Napoli'deki Arkeoloji Müzesi'ne götürmek istiyorum. İki kardeş tarafından boğaya bağlanan Dirce heykelinin bir ustanın perspektifine ihtiyacı var.'' (Sayfa: 91)
*
''Ama onlarla olan dostluğumun ötesinde, bugün olduğum kişi olmamı başka herkesten çok sen sağladın. Seninle aramızda hiç sır olmadı, sen beni biliyorsun, ben seni iliyorum. Bu konuda kendimi yeryüzündeki an şanslı evlat olarak görüyorum. Sen bana sevmeyi öğrettin - kitapları sevmeyi, müziği, güzel fikirleri, insanları, zevki, hatta kendimi. Daha da güzeli sen bana sadece tek bir hayatımız olduğunu ve zamanın hep bize karşı olduğunu öğrettin. Gençliğime rağmen en azından bunu biliyorum. Sadece bazen dersi unutuyorum.'' (Sayfa: 102-103)
*
''Gurur, korkuya taktığımız bir lakap sadece.'' (Sayfa: 105)
*
Cadenza
*
''Kader, ileriye doğru, geriye doğru, çapraz, yanlamasına işliyor; amaçlarını bizim basit, önce ve sonra ayrımımıza nasıl uyarladığımızı zerre umursamıyor.'' (Sayfa: 121)
*
''..ona hiç yazmıyorsam bu umursamadığım için değil, bilakis bir parçam hâlâ umursadığı, her zaman da umursayacağı için; aynı şekilde ben de onun hâlâ umursadığını, hiç yazmama sebebinin de bu olduğunu biliyorum. Bunu bilmek de bana yetiyor.'' (Sayfa: 127)
*
"Son çoktan biliniyorsa harita ne işe yarar.?
Gemi durursa karanın görünmesi ne işe yarar.?
Kapı ardına kadar açıksa anahtar ne işe yarar.?" (Sayfa: 138)
*
''..ruhumu yıllar önce yitirdiğimi ama şimdi aslında hep içimde olduğunu anladığımı biliyor olmalıydı, sadece nerede arayacağımı ya da onsuz nasıl bulacağımı çözememiştim.'' (Sayfa: 141)
*
''Bu evde yaşadığım çocukluğu ya da gençliği düşmanımın başına dilemem. Hayat bir doktorun muayenehanesinde beklemek gibiydi, sıram hiç gelmezdi.'' (Sayfa: 151)


''Bana gölü göstereceğini söyledi. ''Bana Corot'yu hatırlatıyor. Burada hava hep akşamüstü gibi, hiç güneş yok. Corot'nun resimlerinde kayıkçının başlığında hep bir damla kırmızı olur -kasım günlerinde, üstünde hiç kar görülmeyen kasvetli tarlalarda bir neşe dalı. Bu bana annemi hatırlatıyor; gözyaşlarına boğulmasına hep ramak kalırdı ama bir kere bile hıçkırmazdı. Buranın doğası beni mutlu ediyor, belki benden daha kasvetli olduğunu hissettiğim için.''..'' (Sayfa: 156)
*
''..genç halim hayatta o kadar çok şeyi yüzüne gözüne bulaştırarak, acelece geçiştirerek yaşadı ki. İnsanın yaşı ilerlemiş hali daha tutumlu, daha temkinli, dolayısıyla bir daha asla bulamayacağından korktuğu şeylere atılma konusunda daha çekimser -ya da daha atılgan- oluyor.'' (Sayfa: 162)
*
''..''Kader diye bir şey varsa şayet,'' dedi, ''döngüleriyle bizimle oyun oynuyor, oysa bunlar belki de döngü bile değiller, hâlâ çözümlenmeye çalışılan daralmış bir anlama işaret ediyorlar. (..) ..hayatlarımızın aslında bir kazı çalışması olduğunu hatırlatıyor, hep düşündüğümüzden daha derin katmanları ortaya çıkan bir kazı. Ya da belki hiçbir şey değildir, sadece bir hiçtir.''..'' (Sayfa: 163)
*
''Elimde olsaydı sesini öperdim.'' (Sayfa: 167)
*
''..hayatın insana aslında ne kadar az şey sunduğunu günbegün daha iyi gördüğünde, belki o zaman küçük tesadüfler dikkatini çekmeye başlar, mucizeye dönüşen, hayatlarımızı baştan yazan, her şeyin üstüne göz alıcı bir ışık yayan tesadüfler; bu ışık büyük resme bakıldığında kolaylıkla anlamsız gelebiliyor insana. Oysa bu anlamsız değil.'' (Sayfa: 175)
*
''..sevdiğimiz için tanıdığımızı sandığımız insanların, görmediğimiz daha ne kadar farklı katmanları var.?'' (Sayfa: 179)
*
''..hayat aslında nihayetinde hiç de özgün değil. Esrarengiz bir şekilde bizlere hatırlatıyor ki Tanrı olmasa bile kaderin kartları dağıtışında, geri dönülüp bakıldığında fark edilen muazzam bir ahenk var. Bize elli iki kart dağıtmıyor, diyelim ki dört-beş tane dağıtıyor ve bunlar babalarımızın, dedelerimizin, büyük dedelerimizin oynadığı kartların aynıları. Epey aşınmış ve katlanmış görünüyorlar. Diziliş seçenekleri sınırlı: Kartlar bir noktada tekrar etmeye başlayacak, nadiren aynı sırada ama her zaman esrarengiz bir şekilde tanıdık gelen bir döngüde. Bazen son kart hayatı biten kişi tarafından oynanmıyor bile. Kader bizim hayatın sonu saydığımız şeye her zaman saygı duymuyor. Son kartını senden sonra gelene veriyor. Bence bu yüzden tüm hayatlar yarım kalmaya mahkûm. Hepimizin kabul etmesi gereken acı verici gerçek bu. Sona varıyoruz ama hayatımız bitmemiş oluyor, hem de hiç.! Daha yeni başladığımız projeler, çözülmemiş ve ortalığa dağılmış konular oluyor. Yaşamak, kursağında pişmanlıklarla ölmek anlamına geliyor. Fransız şairin (Aragon) dediği gibi, yaşamayı öğrendiğimizde çok geç kalmış oluyoruz. Yine de başkalarının hayatlarını tamamlayacak, onların açık bıraktığı hesap defterini kapatıp son kartlarını onlar adına oynayacak bir noktada durduğumuzu bilmek insana az da olsa neşe katıyor. Hayatını tamamlama, bitirme görevinin hep başka birine kalacağını bilmekten daha tatmin edici bir şey olabilir mi.? Sevdiğimiz ve bizi yeterince seven birine.'' (Sayfa: 186-187)
*
Capriccio
*
''Yoksa müzik sadece hayat denen şeyin bir öncüsü müydü; kıvrımlarına müzikle sihir sızdığı için somutlaşan, daha gerçek -ya da daha az gerçek- görünen hayatın.? (..) Müzik hayatını değiştirmezse sevgili dostum, en azından tamamıyla sana ait bir şeyleri hatırlatabilir sana; belki gözden yitirdiğin ama aslında hiçbir zaman yitmeyen, doğru notalarla çağrıldığında hâlâ yanıt veren bir şeyleri, tıpkı bir parmağın doğru dokunuşu ve notalar arasındaki doğru es sayesinde uzun uykusundan nazikçe uyandırılmış bir ruh gibi.'' (Sayfa: 204)
*
''Müzik bana hayatımın olması gereken ama olmayan halini hatırlatıyor. Ama beni değiştirmiyor.
Belki de diyor dâhi, müzik bizi o kadar çok değiştirmiyor, büyük sanat eserleri de öyle. Onun yerine bize tüm iddialarımıza ya da inkârlarımıza rağmen kim olduğumuzu hatırlatıyor, olduğumuzu ve öyle kalacağımızı her zaman bildiğimiz kişiyi. Bize, gömüp gizlediğimiz, sonra da kaybettiğimiz mihenk taşlarını hatırlatıyor; yalanlarımıza rağmen, geçen yıllara rağmen önemini koruyan insanları ve şeyleri. Müzik sadece pişmanlıklarımızın sesinin kadansa dönüştürülmüş hali, insana zevk ve ümit yanılsaması veren bir kadansa. Dünyada çok kısa bir süre kalacağımızı, hayatlarımızı yaşamayı ihmal ettiğimizi, atladığımızı ya da daha da kötüsü, yaşamayı başaramadığımızı hatırlatıyor bize. Müzik yaşanmamış hayattır. Sen yanlış hayatı yaşadın dostum, yaşaman için verileni de neredeyse bozdun.'' (Sayfa: 209-210)
*
''Her şey bir perdeydi, hayatın kendisi dikkat dağıtıcı bir araçtı.
Şimdi önemli olan tek şey yaşanmayandı.'' (Sayfa: 213)
*
Da Capo
*
''..yaşanmamış hayatın bedeli her daim zaman.'' (Sayfa: 225)
*
''..birbirimizi hiç aramamamızın sebebi aslında hiçbir zaman tam ayrılmamış olmamızdı..'' (Sayfa: 230)


7 Eylül 2022 Çarşamba

Kalidasa - Şakuntala (Türkçesi: Korhan Kaya)


Arka Kapak:
*
Kalidasa Hindistan'ın Shakespeare'idir. Aslında Shakespeare İngiltere'nin Kalidasa'sıdır demek daha doğru olur. MÖ 4. yüzyılda yaşadığı düşünülen bu büyük şair ve yazarın birçok güzel eserinin arasında Şakuntala'nın yeri bambaşkadır. Bu Hint dramında aşk, bütün boyutlarıyla son derece incelikli bir anlatımla betimlenmektedir. Öyle ki, çağlar boyunca bu eseri okuyan birçok büyük şair ve yazar hayranlıklarını gizleyememiştir. Bunlardan biri olan Goethe, Şakuntala için şunları söylemiştir:

*
"İlkbaharın çiçeklerini mi,
Yoksa sonbaharın meyvelerini mi istersin.?
Dinlenmek, haz almak veya sarhoş olmak mı istersin.?
Bir kelimeyle yeri ve göğü kavramak mı istersin.?
Şakuntala derim..''
*
ÖNSÖZ:


''..Hindistan'da ısrarla gelişen ve Buddhizm'de taçlanan bir kavram vardır ki o da ''Merhamet'' kavramıdır.
Bir klasik dönem eseri olan Şakuntala, tahminen MÖ 4. yüzyılda yaşamış olan büyük Sanskrit üstadı, büyük şair ve yazar Kalidasa'nın başyapıtırdır. Merhamet kavramının aşk ile örüldüğü, şiddetin ve kaba gücün doğal yaşamın zarifliği karşısında nasıl dize geldiğinin anlatıldığı bu eserde, Hind'i, gerçek aşkı, saflığı, doğayı, arkadaş bağlılığını, merhameti, insan duygularının en incesini bulmak mümkündür. Bu küçük hacimli eserde büyük değerler vardır. Edebiyatla ilgilenmeyen bir kimse bile bunda bir şeyler bulabilir. Örneğin beyin gücüne ilgi duyanlar ya da havada uçan araçlarla ilgilenenler.'' (Sayfa: 7-8)


''Aşk'ın ''aşk'' olabilmesi için istenilen, kukla gibi iki cinsin kalıbını ortaya koyması değil, kişilerin niteliği olmalıdır.'' (Sayfa: 8 )
*
Prof. Dr. Korhan Kaya, Ankara, Mart 2005
*
Kalidasa ve Şakuntala Üzerine:
*
''..kısa yaşamı ve adının nereden geldiği şu şekilde anlatılır:


Kalidasa bir Brahman ailesinde doğmuş ama altı ay sonra öksüz kalmıştı. Bir manda çobanı onu evlatlık edinmişti. Hiçbir eğitim görmeden büyümüş ve kendi de bir manda çobanı olmuştu. Çok yakışıklı bir delikanlı idi. Bu sırada Benares'de çok güzel bir prenses yaşıyordu. Ona birçok talipliler çıkıyor fakat biraz şımarık olan kız bunları birbiri ardından reddediyordu. Talipliler arasında bulunan kralın vezirini de reddetmişti.
Vezir prensesten öç almak için bir plan hazırladı. Kalidasa'ya bilginlerin giydiği elbiselerden giydirerek onu iyice süsledi, yanına bir alay çömez kattı, prensesin sorduklarına hiç cevap vermemesini tembih etti ve çobanı bu haliyle prensesin karşısına bir talipli olarak çıkardı. Prenses bu yakışıklı delikanlıyı daha ilk görüşte sevdi, ona bazı sorular sordu, hiç cevap alamadı ama bunu gencin bilgisinin derinliğine verdi. Hemen evlendiler. Törenin sonunda Kalidasa bir boğa(*) hayali gördü. Çok geçmeden prenses kocasının gerçek durumunu öğrendi. Küplere bindi. Damadın yalvarmaları üzerine biraz yatıştı, ona tanrıça Kali'ye dua ederek, ondan bilgi ve ilham vermesi için yalvarmasını istedi. Damat bunu yaptı ve duası kabul edildi. Manda çobanı mucize kabilinden bir şair oldu. Bu olaydan sonra damat, Kali'nin kölesi anlamında Kalidasa adını aldı.''
*
(*) Boğa tanrı Şiva'nın binek hayvanıdır. Şiva hikmet tanrısı ve şairlerin üstadı olarak bilinir. (Sayfa: 15-16)
*
''Onun devrinde dram ve şiir sanatı çok ince ve ayrıntılı kayıt ve ölçülere bağlıydı. O, hem bilgi hem de duyuş yönünden kuvvetliydi. Edebi sanatları, felsefeyi, astronomiyi, hukuk ve coğrafya ile aşk sanatını (Kamasutra) iyi bilirdi.'' (Sayfa: 16)
*
''1789'da bu dramın İngilizce tercümesi basılmıştır. 1791'de ise Almancaya tercüme edildi ve derhal Goethe'ye gönderildi. O, bunu Almancaya uyarlayıp benzerini yapmayı düşündü, fakat bu düşüncesinden vazgeçti, öünkü bu 'derin' eser üzerinde biraz olsun işlemek ona zor geldi. Bununla birlikte, Faust'un girişi Şakuntala'nın girişinden ilham alınarak meydana getirilmiştir. İngilizce çevirileri ise pek çok kez İngiliz tiyatrolarında temsil edilmiştir.'' (Walter Ruben)
*
Kalidasa'nın Metinde Yaptığı Değişiklikler:


''Kalidasa'nın dramı, Sütradhara denilen Sahne Müdürü'nün ön konuşmasıyla açılır. Bu, Walter Ruben'e göre, Karagöz-Hacivat kukla oyunundaki şakacı ve yaşamı umursamaz tavrın başlangıç noktasıdır. Hint dramlarının mutlulukla bitmesi de bu tezi desteklemektedir. Yine Ruben'e göre Hint dramı, dinsel amaçlı danslardan doğmuştur.'' (Sayfa: 27)

Abhicnana Şakuntala:
*
Dua
*
''O ki Yaratıcı'nın ilk yarattığıdır; o ki uygun kutsal törenlere sunu taşıyandır; o ki sunuyu sunandır; şu iki zamanı (Ay ve Güneş) yapandır; o ki yeri ve göğü kaplayandır; işitilebilen nitelikler onundur; tüm tohumların kaynağıdır; onun sayesinde tüm canlılar soluk alırlar; bu sekiz görünür biçimiyle Tanrı hepimizi korusun.!''
*
Birinci Perde:


"Silahınız, sıkıntılara çare olsun diye yaratılmıştır, masumları öldürmek için değil." (Sayfa: 35)


"Aydaki benek, tüm karanlığına rağmen, onun büyüsünü artırır." (Sayfa: 38)


"..sorunlar şüpheyle kaplandığında, iyi insanın en iyi rehberi, kalbinin kışkırtmalarıdır." (Sayfa: 39)


"..bedenim öne doğru ilerliyor, fakat kalbim, tıpkı rüzgâra karşı taşınan ipek bir bayrak gibi geri dönüyor." (Sayfa: 46)


İkinci Perde:
*
''Aklı çelinmiş âşık işte böyledir, sevgilisinin duygularını kendisininmiş gibi düşünür.'' (Sayfa: 48)
*
''..çileciler, mistik yaşayan seçkin kimselerdir; içlerinde güneş kristallerine benzeyen, dokunulması hoş bir ateş saklarlar ve yabancı bir parıltı gördüklerinde onu dışarı çıkartırlar.'' (Sayfa: 51)


''Aşkın yolu alçakgönüllülükle kontrol edildiği için, ne açıkça gösterilebilir, ne de bütünüyle saklanabilir.'' (Sayfa: 52)
*
Üçüncü Perde:
*
''..taşınabilir olması için kederin, birbirini seven dostlar tarafından paylaşılması gerekir.''
*
''Sevgili dostum, şansın var ki sevgin sana layık bir kişiye karşı.'' (Sayfa: 61)
*
''Arayan servete kavuşur ya da kavuşmaz; peki, ya servet arayanı bulursa arayan ne yapsın.?'' (Sayfa: 62)
*
ŞAKUNTALA: Sizin duygularınızı bilmiyorum; fakat ey zalim insan, benim her tarafım gece gündüz sizin aşkınızla yanıyor.
KRAL: Ey narin kız, aşk asıl sürekli bitip tükenen beni yakıyor; zira gün, lotusu, ayın soldurduğu kadar soldurmaz. (Sayfa: 63)
*
KRAL: ..krallığımdaki pek çok bilge kişinin kızı Gandharva usulüyle evlenmiştir ve babaları da bunu onaylamıştır.
*
DİPNOT: Hiçbir tanık olmaksızın, kadın ve erkeğin sevişerek gerçekleştirdikleri evlilik biçimi. (Sayfa: 65)


''..Ey kalbim, isteğine ulaşmak üzereydin, ama sen cesaret gösteremedin; o halde şimdi neden pişmanlıkla doluyor ve ayrılık acısına kapılıyorsun.?'' (Sayfa: 66-67)
*
''Ey dişi Çakravaka kuşu, eşine elveda de, zira gece yaklaşıyor.''
*
DİPNOT: Bu kuşların, gün bitince ayrı düştükleri ve gece boyunca yas tuttukları rivayet edilir. (Sayfa: 66)
*
Dördüncü Perde:
*
''İşte gün ağarıyor.! Çünkü bir tarafta şifalı bitkilerin efendisi batı dağının doruğundan batarken, diğer taraftan Aruna tarafından müjdelenen güneş görünür hale geliyor. Gökyüzünün bu doğan ve batan ikiz ışığını izleyen insanlar, adeta yaşamlarındaki doğuş ve batışları da izler gibiler. Yine demek gerekir ki, ay saklandığı zaman gece lotusu göze daha fazla zevk vermez olur, onun güzelliği artık sadece hafızalardadır. Sevdiğinden ayrı düşmüş narin bir kızın kederi de her türlü ölçünün dışında büyüklükte taşınabilir bir yüktür.''
*
DİPNOT: Aruna: Güneşin arabacısı olarak kişileştirilmiş olan şafak vakti. (Sayfa: 72)
*
''(Gökyüzünden bir ses duyulur)
Yeşil lotustan yataklarla kaplı, hoş göllerle aralanmış, güneş ışınlarının ağaç gölgeleriyle etkisizleştirilmiş olduğu, tozu lotus poleni gibi yumuşatılmış, yumuşak ve hoş esen meltemiyle insanı mutlu eden yolun açık olsun.!
(Herkes hayretle dinler.
GAUTAMİ: Yavrum, sana akrabaların kadar yakın olan kutsal ormanın tanrıları gitmene izin veriyorlar. Onlara saygını göster.'' (Sayfa: 78)


''..Umut, ayrılığın acısını taşınabilir kılar.'' (Sayfa: 80)
*
''Tıpkı Malaya dağının yamacından sökülüp atılmış taze bir sandal ağacı gibi, babamın kucağından ayrılıp bilmediğim topraklarda nasıl yaşayacağım.?'' (Sayfa: 81)


''Büyük sevgi, büyük endişeler yaratır.'' (Sayfa: 82)
*
Beşinci Perde:
*
''Ey arı, sen ki taze bal için ne kadar istekliydin,
Bunun için önce geldin ve mango çiçeğini öptün,
Sonra da lotus içinde yaşamanın doygunluğuyla
Onu unuttun..'' (Sayfa: 85)


''Arzulanan şey elde edildiği zaman sadece tutkulu bir istek yok edilir; oysaki elde edilmiş olanı elinde tutmak çok daha acı vericidir.'' (Sayfa: 87)


''..ağaçlar meyvelerinin bolluğundan yere doğru eğilirler; bulutlar yağmurla dolu olduklarında yere yaklaşırlar; iyi insanlar zenginlikle mutlu olmazlar. İyi insanların doğası böyledir.'' (Sayfa: 89)


''Dişilerin kurnazlığı insan ırkının dışında bile gözlenebilir ve bu, akıllı olanlarda daha fazladır. Pek iyi bilinir ki dişi guguk kuşları, gökte uçar hale gelmeden önce yavrularının başka kuşların yuvalarında yetişmesini sağlarlar.'' (Sayfa: 93-94)
*
''Birbirinin kalbini tanımayanların aşkı böyle nefrete dönüşür.'' (Sayfa: 94)
*
Altıncı Perde:
*
''Ey mango filizi, seni, yayını doğrultmuş olan aşk tanrısı Kama'ya sunuyorum. Bunu, sevgililerinden ayrı düşmüş kızlar için görkemli bir ok haline getirsin.'' (Sayfa: 103)


''Bela zayıf noktaya doğru gelir.'' (Sayfa: 106)
*
''..ateşin yakıtı karıştırılırsa alevler coşar; yılanı kızdırırsan başını şişirir; bunun gibi, kışkırtıldığı zaman bir insan da gerçek gücüne geri döner.'' (Sayfa: 118)
*
Yedinci Perde:
*
''Daha önceden değeri bilinmeyen mutluluklar kuşkusuz acıya dönüşür.'' (Sayfa: 123)


''Ne mutlu o kişilere ki, anlamsız gülümsemeleri sırasında tomurcuk gibi belli belirsiz gözüken dişleriyle, tatlı peltek konuşmalarıyla, sevgiyle kucağa gelmek isteyen çocuklarının tozuyla üstleri başları kirlenir.'' (Sayfa: 124-125)
*
''Dünyayı korumak için önceleri her türlü duyu zevkleriyle dolu saraylarda oturanlar, sonradan ağaçların diplerini ev edinip oralarda çile doldururlar.'' (Sayfa: 125)

30 Ağustos 2022 Salı

Orhan Kemâl - Sarhoşlar


DELİBOZUK ÖYKÜSÜ'NDEN:
*
''Sonra bir başka türkü. Bu da arada erkek sesiyle, ''Yalan dünya senden geçtim hoy.!'' diyordu. Geçilen bu yalan dünya, insanların pek çoğuna kalleşlik etmiş, yormuş, aldatmış, saadetlerini ellerinden almış, fındıkçı, işvebaz, yalancı, oynak bir dünyaydı ve bu ''Hoy.!''da da, coşmaktan çok koşmaktan yorulmuşluk, boşalmışlık vardı.
Daha sonra başka, daha başka ses çağlayanları..
Nihayet sesler perde perde ağırlaştı ve sustu. Fakat olan olmuştu. Yürekler yıkanmış, arınmış, pırıl pırıldı. O an hiç olmazsa, ne aydınlatma ne temizlik vergisi, ne ev kirası ne de odun kömür derdi. Hurda demir işçisi de devamlı iş bulamayışının kederinden kurtulmuştu. Heyecanla, ''Seni icat edenden Allah razı olsun.!'' dedi.
''Amin, amin..'' sesleri yükseldi. Sonra kara, kapkara, korkunç bir sükût oldu. Ve bir homurtu:
''Tövbe, estağfurullaaaah.!''
Gözler o tarafa çevrildi. Kahve ocağına yakın, alçak bir iskemleye çökmüş, kırış kırış bir ihtiyar, kalın siyah kaşları, kara sakalı ve bıyığıyla sert sert bakmaktaydı.
Birden tepesi atan hurda demir işçisi yanına yaklaşıp sordu:
''Niye tövbe estağfurullahmış.?''
Beriki kekeledi:
''Çünkü, çünkü..''
''Bunu icat eden gâvur mu.? Kabuklu mu.?''
''Orasını kendin düşün.!''
''Düşündüm, bir değil, bin kere razı olsun Allah.!''
Ve ekledi:
''Senin müslümanlığından bana ne be.?''
Çıktı gitti..
Neden sonra kara sakallı homurdandı:
''Delibozuk.!''..''
*
1953 (Sayfa: 114-115)

*
İŞADAMI ÖYKÜSÜ'NDEN:
*
''Düşman, anlayışlarımızın yarattığı korkulardır.'' (..) ''Menfaatlerimizi baltalayan her şey belki.'' (Sayfa: 140)
*
''..''..Volter ne demiş bilir misiniz.?
''Ne demiş.?''
''Allah'ı inkâr eden bir dostuna: sizin de eviniz, mükellef bir sofranız olsaydı, uşağınızın yanında Allah'ı inkâr etmekten çekinirdiniz, demiş.''..'' (Sayfa: 141)

28 Ağustos 2022 Pazar

Alâeddin Şenel (Adam Şenel) - Teleandregenos Ütopyasında Evlilik Hayatı


Ön Kapak:

*
Platon'un "Devlet"i, Thomas More'un "Utopia"sı, Aldous Huxley'in "Yeni Dünya"sı en deli dolu mutlu dünya hayallerinin çizilip, en cesur ve amansız toplumsal eleştirilerin yapıldığı "ütopyalar" geleneğini altın halkalarıdır.
*
Adam Şenel'in 'Teleandregenos'u da bu geleneği izliyor.
*
Evlilik kurumunu eleştirmeyi görev edinmiş kendisine bir masal anlatımı içinde binbir gerçeğe değinerek..
*
Arka Kapak:
*
Uygarlık ufuklarında bir bulut var ki, insan yaşamının bir yöresini karartmakta, mutluluk çimenlerinin bu yörede yeşermesini engellemekte.
Bu kara bulut, gözden geçirilmesi zamanı çoktan gelip geçmiş olan aile kurumudur.
Bugünkü biçimiyle buzullardan kaçıp mağaralara sığınan taş devrinin insanları için kuşkusuz yararlı bir kurumdu.
Ne var ki, fosilleşmekten kurtulan bir kurum, insanları, taş devri ilişkilerini zorlayagelmekte.
Bu kurum, kadının yazgısını erkeğin ayaklarına kösteklemekte, çocukların yazgısını ana babaların yazgısıyla damgalamakta.
Artık yeter. Bu insanlık öncesi kurumun yeni filizlenecek soyların duygularını ve düşüncelerini fosilleştirmesine fazla göz yummayalım. Onu, mutluluğun altında, aklın yargısı önüne çıkaralım artık.
*
ADEM İLE HAVVA
*
- Adam ve kadın
bir ömür boyunca
paralel çizdiler
aynı yapılardan çıkıp
aynı sokaklardan geçip
aynı caddelerde gezdiler.
*
= Hiç mi
birbirine aykırı düşmek istemedi
bu iki çizgi.?
Hiç mi
birbirlerini kesmek geçmedi
içlerinden.?
*
- Ben orasını bilmem
Bildiğim
günlerine birlikte başladılar
birlikte bitirdiler
aynı çarşaflar üzerinde
birbirlerine paralel
gecelerini birlikte geçirdiler.
*
= Hiç mi
içlerinden
zig-zag çizmek isteği
geçmedi.?
Gerçekten bu iki çizgiden hiçbiri
Salt ötekisine dikey olsun diye
kendini asmak istemedi.?
*
- Ben orasını bilmem.
Bildiğim
bir ömür boyunca
aynı tavır, aynı yüz,
aynı vücut, aynı ses,
aynı koku, aynı seks.
*
= Hiç mi
yalnız kalmak isteği
iliklerine işlemedi.?
Hiç mi
öğürmek gelmedi
içlerinden.?
*
- Ben orasını bilmem.
Bildiğim
bu iki çizgi
o raydan ayrılmadan
kömürlerini bitirdiler
yitirdiler ömürlerini
bir cehennem azabı içinde
yitirdiler.
*
- Hiç mi
elleri
birbirinin elinden başkasına
değmedi.?
içlerinde
bir kez olsun
başkalarıyla paralel çizmek tutkusu
filizlenmedi mi.?
*
- Ben orasını bilmem.
Bildiğim
sonsuzda bile birleşmedi
bu iki çizgi,
toplum
birbirlerine paralel
mezarlara yatırdı
bu iki cinsi.
*
= Yani bu iki çizgiden
Hiçbiri hiç
özgürlük nedir, mutluluk nedir
bilmedi mi.?
*
- Ben orasını bilmem.
*
- Peki bu köleliği
kendileri mi istedi ki.?
Değilse
bunun sorumluları kimdi.?
*
- Ben orasını bilmem dedim,
bildiğim,
bu iki çizgi
birbirine zincirliydi.
*
Eylül, 1965, Ankara (Sayfa: 9-11)
*
Ben sana paralel
Sen bana paralel
Paralel paralel paralelli
Taralel taralel taralelli
*
Ümit Yaşar Oğuzcan (Sayfa: 13)
*
*
''..''Bu gerçek, 'biliciler', 'buyrukçular', 'dinciler' ve 'kuyrukçular' arasında bir 'meslek sırrı' şimdi. (Unutmadan söyleyeyim, kılavuzum da bir 'bilici' idi.) Sen ülkenden bildiğine göre, ben bu sırrı açarak tabuyu yıkmış sayılmam.
Kılavuzum burada daha da ciddileşerek, ''ama şunu kafanıza sokun ki, bunu 'buyrukçulara' açarsan, seni bırakmaz, yaşamının sonuna dek gözaltında tutarlar, 'konukluk sınırlarını aşıp içişlerimize karıştın' diye. Halkı zehirlemenden korktukları için. Halka açarsan, bir kez inanmaz, sonra da 'geleneklerimizi, göreneklerimizi, duygularımızı ve düşüncelerimizi de aşağıladı' diye parçalarlar'' dedi. Baktım ikizi olan karısı başını sallayarak onaylıyordu kocasını. Yıkıldım.'' (Sayfa: 26)
*
''Ama ben biliyorum ki, bu göbek kordonu koparılabilir. (..) Göbek kordonunu putlaştırmış, tabulaştırmış kafalara nasıl sokulabilir ki bunlar.?'' (Sayfa: 28)
*
''Babalar, kız çocuklarına karşı, bir acıma duygusu ve bu duygunun zoruyla gönülsüz bir ilgi gösterirler. Analar, oğlan çocuklarına karşı, zayıflardaki güçlü olma isteğinin ürünü olan, güçlü olana karşı duyulan tutkulu hayranlığı duyarlar.'' (Sayfa: 29)
*
''..çocuklar, ana babalarının bütün zamanlarını, kendileri ile birlikte bu dünyada geçirmelerini isterler. Ana babalar, buna yanaşmadıkları gibi, ''çalışamıyorum'' ya da ''dinlenemiyorum'' diye, çocukların söz konusu gürültülü dünyalarının sesini kısmaya ya da tümüyle kesmeye çalışırlar. Çocuklarının oyun ve hayal dünyalarına katılmadıkları gibi, ''dur'', ''sus'', ''yapma'', ''ayıp'', ''döverim'' gibi sözlerle, bu dünyalarını sık sık çiğner, yıkarlar.'' (Sayfa: 35)
*
''..çocuklar bir şeyi yaparak öğrenmezler. Neyi, nasıl düşünecekleri kendilerine öğretilir. Daha önce başkalarınca bilinen şeyler, kendilerine ''belletilir''. Çocukları, kendi istekleriyle ve kendi eğilimlerine göre bir şeyi ellerine alıp incelemeye kalkmadan, onu çocuklarının eline verirler. Çocukları o şeyi elinde, evirip çevirmeye başlamadan, ana babaları evirip çevirirler. Neresini yalayıp, neresini ısırması gerektiğini, daha çok neresine bakması, neresine dokunması, nereye atmaması gerektiğini anlatırlar. Çocuğa sorun çıkaracak noktaları, çocuk o sorunla karşılaşmadan, çözemeyip kendilerine sormadan açıklarlar.'' (Sayfa: 37)
*
''..çocuklarla ana babalar arasında bu kez besin değil, bilgi taşıyan görünmez bir kordonun bulunduğu söylenebilir. (..) ''..çocukların kendi kendilerine ve istediklerince bilgi ve deneyim kazanmalarına ne olanak ne de izin verilir. Bu yolları zorlayan çocuklar, doğuştan ''anormal'' ve ''asosyal'' kimseler olarak görülürler.'' (Sayfa: 38)
*
''..bir sürtüşme çıktığında, kimin haklı kimin haksız olduğunu araştırıp, gereğini yapmak yerine, ''kardeşin oraya gitmek istemişse, sen de gidiver kızım'', ''kardeşin şuraya gitmekten hoşlanmıyorsa, sen de gitmeyiver kızım'', ''özenmişse veriver kızım'', ''yapıver kızım'', ''uyuver kızım'' demeye başlarlar.'' (Sayfa: 41)
*
''Kızların oğlan oyunlarına, oğlanların kız oyunlarına katılmalarına hiçbir zaman izin verilmez. Bu gibi katılmaları toplum kınar. Ana babalar ise ''gereğini yapar''..'' (Sayfa: 43)
*
''..kız çocuğunun önüne hiçbir zaman aşamayacağı bir engel konur. Sekiz yaşından sonra, kız oyunlarıyla birlikte ''aman ne de güzel ayak bileklerindeki halkalar'' gibi uyutmalarla, gelişme hızını yavaşlatmak için ayağına takılan köstek yerine, bu kez doğrudan doğruya kendisi süslü bir kafese ''cinsiyet kafesine'' konur. İşte daha önce sözünü ettiğim kurt kapanı budur.'' (Sayfa: 44)
*
''Telandregenos'lularda bir görgü kuralı vardır: ''erkeğin konuştuğu yerde kadın susar.''..'' (Sayfa: 47)
*
''..bana gösterilen konukseverliği ve her şeyi sorabilmek konusunda tanıdıkları özgürlüğü kötüye kullanıp kafamda zincirleniveren şu soruları sormamak için kendimi güç tuttum: ''Günahın işlenebilmesi için bir değil iki yanın gerektiğine göre, kafes neden ikisine de geçirilmiyor.?''; ''bu kafesin, bedeni çepeçevre sarmak yerine, belli bölgeleri güvene alması yetmez mi.?''; ''Kafes neden kız geliştikçe daha genişiyle değiştirilmiyor.?..'' (Sayfa: 48)
*
''Teleandregenos'lular aksamadan tıkır tıkır çalışan bir düzen kurmuşlardı. Kafes bu biçimiyle, düzenin önemli bir çarkıydı. Onu değiştirmek, tıkırtıların düzenini bozabilir, dahası, çarkları durdurabilirdi.'' (..) ''Cinsiyet kafesi, Teleandregenos'lu kızlara, cinsel erginlik çağına ulaşmalarından çok daha önceki yaşlarda ''özendirilir''. Küçük kız çocukları, kendilerini, cinsel erginlik çağına ulaşmış kızların tantanalı kafes törenlerinin çekimine kaptırırlar. Cinsiyet kafesleri yalnızca atölyelerde değil, öykülerde, türkülerde allanıp pullanır. Sonunda genç kızlar, güneşin altında pırıl pırıl pırıldayan, bütün bedeni sımsıkı saran bu ''büyük süs'' içine bir an önce girmek için sabırsızlanmaya başlarlar. (..) Genç kızlar önceleri, cinsiyet kafesi taşıma ayrıcalığına kavuşmuş olmanın onuruyla burunları yukarda dolaşırlar bir süre. Herkesin kendilerine hayranlıkla baktığından kuşkuları yoktur.''(Sayfa: 48-49)
*
''Çocukluğundaki inatçı, direnen kişiliği ile hiçbir ilgisi kalmaz. Her çekilen yere gidecek, her söyleneni yapacak kadar sindirmiştir kafes onu. Şimdi çelik kafes içinde, vahşi bir hayvan değil, gereksiz yere kafese konmuş evcil, uysal bir ev kedisi gibidir. Öyle ki, kafesten çıkarılsa da artık, kafes içinde davrandığından farklı davranmaz. (..) Genç kızın direnme gücünün kırıldığı tümüyle anlaşılır anlaşılmaz, erkeklerden yana yontan değerlerin ve inançların sunulmasının zamanı gelmiş demektir. Babaların ya da ''erkekten çok erkekçi'' olmuş anaların telkinlerini benimsemeye hazırdır şimdi. (..) Artık ana babasının ''kadın, erkeğin hizmet ve zevk aracından, toplumun çocuk makinesinden başka bir şey değildir'' görüşüne karşı çıkamayacaktır. Yapışık yaşamlarında erkeğin ''amaç'', kendisinin ''araç'' olduğunu anlamıştır. İşte birinci cinsiyet kafesi dönemi, genç kızı bu anlayış düzeyine yükseltecek ''evliliğe hazırlık'' dönemidir.'' (Sayfa: 50)
*
''Genç kız içindeki iğrenç (!) cinsel isteklerine karşı verdiği savaşta, hiçbir sonuca varamaz; gücü yiter, yenik düşer ve kendisinin şehvet düşkünü, kötü ve günahkâr bir insan olduğunu düşünmeye başlar.'' (Sayfa: 54)
*
''Yaşamlarının en verimli düşünsel etkinlik çağının yıllarını, birbirlerinden başka bir şey düşünmeyerek ve bu ''çelik engel''i aşmanın yollarını düşünerek harcarlar. Hiçbir sonuca ulaşamadan, gece gündüz cinsel sorunlarını çözecek yollar düşünmek, hem kendileri hem toplum bakımından yararsız bir beyin gücü erozyonu değil de nedir.?'' (Sayfa: 56)
*
''Şimdi size ikinci cinsiyet kafesi süresince karı koca ilişkilerini anlatmalıyım. Daha önce de söylediğim gibi meslekler erkeklere ayrılmıştır. Kadınlar ''karılık'' dışında bir meslek edinemezler; gelir sağlayan bir iş sahibi olamazlar. Bu gerçek Teleandregenos'luların ağzında şöyle dile getirilir; ''erkek üretir kadın tüketir.''..'' (Sayfa: 59)
*
''Ben, erkeklerin ''araçları'' olan kadınların bile yaşamlarından yaşamalarından şikayetçi olmayıp ''hoşnutuz'' dedikleri bir düzeni yıkılmaz buluyorum. Çünkü böyle bir toplumda, en alt tabakanın erkekleri bile, karıları hoşnutuz dediklerine göre, karılarının kendilerine sağladığı rahatlıkları göz önüne alarak ve karılarına karşı duydukları ''üstünlük duygusu''nu hesaba katarak, ''hoşnut değiliz'' demeyecekler, düzenin kendilerinden yana, iyi bir düzen olduğuna kendilerini inandıracaklardır.'' (Sayfa: 61)
*
''..''bu dövüşler ve çığlıklar, Teleandregenos kutsal ailesinin temellerini sağlamlaştıran, sevinçle karşılanması gereken olaylardır. Bir kere kadın dövülmekten, erkek de dövmekten hoşlanır. Bu durumda kadının anası, babası da olsan karışamazsın. Sonra hemen her dövüşmeyi bir sevişme izler. Sizin anlayacağınız dövüşmeler sevişme başlangıcıdır.''
Dövmeyi ''dövüşme'' olarak gördüğüne göre ''sevişme'' dediği de ''tecavüz'' olmalı diye düşünürken, sözü bitmemiş, ekledi: ''ayrıca, kadına konumunu arada sırada anımsatmaya ve kocasına olan bağlılığını artırmaya yarar.''..'' (Sayfa: 63-64)
*
''Bir insan, sevdikleriyle birlikte olmaktan ne kadar hoşlanırsa hoşlansın, gene de, bir başkasıyla paylaşmak zorunda olmadığı bir boş zamanı, bir başkasıyla uzlaşmak zorunda kalmadan yapabileceği işleri olmalı. Karı kocanın yapışık olmaları, bırakın bir başkasıyla baş başa olmayı, kendileriyle baş başa olma, doğayla baş başa kalma hakkı tanımaz. ''Mutluluk, bir orman gibi birlikte'' ve ''Bir ağaç gibi tek ve özgür'' yaşamaksa, Teleandregenos'da mutluluğun bir boyutu noksan demektir.'' (Sayfa: 66)
*
''Yapışıklık, hareketi durdurur, çeşitlenmeyi engeller, değişikliği, dolayısıyla sevgiyi de öldürür. Durmadan aynı şeye bakan göz, önce güzel bulduğunu, sonra bulmaz. Önce sevdiğini, sonra sevmez olur. Yaşam çeşitlenmeden yanadır; evrimin altın anahtarları da hep çeşitliliğe açılan kapıları açmaktadır.'' (Sayfa: 67)
*
''Bu karşılıklı nefretin en tipik belirtisi, birinin sevdiğini ötekinin sevmemesi, birinin istediğini ötekinin istememesidir.'' (Sayfa: 69)
*
''Gözlerimin önüne bilicilerde ve emircilerde ve onların eşlerinde görüp halkta görmediğim, rahatlık, uygarlık, yumuşaklık geldi. Birbirlerinin eşlerine karşı gösterdikleri incelik de buna eklenince, kuşkularım güçlendi. Bence Teleandregenos'lu bilicilerin ve emircilerin cinsel yaşamları hiç ''sıkıcı'' değildi. Birbirlerinin eşleriyle kaçamak yapabiliyorlardı. Kaçamaktan öte, aralarında gizli bir ''centilmenlik anlaşması'' vardı. Halka hiçbir ipucu sızdırılmayan, kendi aralarında kollektif bir cinsel yaşamları vardı. Öteki alanlarda da böyle kaçamakları, böyle gizli ayrıcalıkları varsa, düzenden niye yakınsınlardı.'' (Sayfa: 76)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...