15 Temmuz 2022 Cuma

Anais Nin - Henry ile June (Türkçesi: Nedret Tanyolaç Öztokat)


Arka Kapak
 ''Günce tutmanın bir hastalık olduğunu bu geceki kadar açıklıkla görmemiştim. Henry'yle kahvedeki o büyüleyici tartışmalarımızdan yorgun düşmüş bir halde eve döndüm; odama girerken çok mutluydum, perdeleri çektim, ateşe bir odun attım, bir sigara yaktım, Günce'yi tuvalet masamın altındaki son sakladığım yerden aldım, fildişi rengi pek yatak örtüsünün üstüne attım ve yatağa uzanmaya hazırlandım. Bir esrar içicisi de piposuna böyle hazırlanır diye düşünüyordum. Çünkü yaşamımı, bir düş, bir mitos, sonu olmayan bir öykü gibi gördüğüm bir andı bu. (..) Günce, benim afyonlu sigaram, haşhaşım, esrar pipom. Uyuşturucum ve kötü alışkanlığım.''

*
Anais Nin (Günce I)
*
''Anais Nin'i Günce'si, evrensel edebiyatın gerçekten önemli ve zenginleştirici yapıtları arasındadır.''
*
Henry Miller
*
Kapaktaki fotoğraf: Anais Nin Brooklin'de. (Foto: Marlis Schwieger)
*
ANAIS NIN'İN GÜNCELERİ ÜZERİNE:
*
''..''Söylemek istediğim, sanattan ve sanatçıdan tümüyle ayrı bir şeydir. Konuşmak isteyen bir kadın. Ve konuşmak isteyen yalnızca Anais adlı kadın değil. Çok sayıda kadın adına konuşmalıyım. Kendimi keşfettikçe, binlercesinin arasından birisi, bir simge olduğumu hissediyorum. Dünün ve bugünün kadınlarını anlamaya başlıyorum. Geçmiştekiler konuşmaktan yoksun, suskun sezgilerde sığınak arayan kadınlardı; bugünün kadınları, hepsi kendilerini hareketli yaşama adamış, erkeklere öykünen kadınlar. Bense iki türün arasındayım..'' diye yazar.'' (Sayfa: 6)
*
''Bizi umutsuzluğa iten şey, yaşamımızın tümünde evrensel, kozmik bir anlam bulmaya çalışmamız ve sonunda yaşamın saçma, mantıksız ve anlamsız olduğunu söylememizdir. Her şeye uyacak evrensel, kozmik bir anlam yoktur; her birimizin yaşamımıza verdiğimiz anlam vardır yalnızca; bireysel bir anlam, bireysel bir öykü; tıpkı kişisel bir roman gibi, her insan için bir kitap vardır. Mutlak birliği arayarak kendimizi kandırıyoruz. Bana doğru görünen insanın kendi yaşamına olabildiğince anlam katmasıdır. Örneğin, bağnazlık ve haksızlıkla dolu olduğunu düşündüğüm siyasal akımların hiçbirine katılmadım, ancak her insana insanca ve demokratça davranırım.'' (Sayfa: 7)
*
''Her insana hakettiğini veririm. Toplumsal sınıfı ve zenginliği önemsemem. Benim duyarlı olduğum şey düşünce yetisi, insansal değerler ve karşılayabildiğim oranda başkalarının gereksinimleridir. Benim kendi adıma yaptığımı hepimiz yapabilseydik ne savaş olurdu, ne de yoksulluk. Bana gelen her insanın yazgısından kişisel olarak sorumlu gördüm kendimi.'' (Sayfa: 7-8)
*
''Yirmi dokuz yaşında, yalın bir dille şunları yazar: ''Her zaman en az iki kadın vardı içimde; biri boğulduğunu hisseden yitik ve umutsuz kadın; öteki, güçsüzlük yetersizlik, umutsuzluktan başka bir şey olmayan gerçek duygularını gizleyerek insanlara bir gülümseyiş, istek, merak ve ilgi sunmak üzere sanki sahneye çıkmış bir kadın.''..'' (..) ''..''Yalnızca herkesin beni güncemden ayırmak istemesine üzülüyorum,'' diye yazar 1933 Haziranında. ''Güncem benim sadık dostum, bana yaşama gücü veren te dostumdu, çünkü insanların yanında bulduğum mutluluk öyle geçici ve içimi dökme isteği öylesine ender ki, en küçük ilgisizlik belirtisi sessizliğe gömülmeme yeter. Güncemde rahatım yerinde.''..'' (Sayfa: 9)
*
''Özellikle içinde olduğum an'ı yaşıyorum. Anımsadığım bir şeyin gerçekliği daha azmış gibi geliyor bana. Gerçekliğe öyle gereksinme duyuyorum ki. Yaşanan şey uzaklık ya da zamanın etkisiyle değişikliğe uğramadan, nerdeyse yaşarken beni yazmaya iten, işte bu her şeyi hemen not etme gereksinimidir.'' (..) ''1947'de yayımlanan On Writing (Yazmak Üzerine) başlıklı bir denemesinde Anais Nin şöyle yazar: ''Günce bana insanların kendilerini en gerçekçi biçimde, özellikle duygusal kriz anlarında ortaya koyduğunu öğretti. İnsanın kendisini ele verdiği bu önemli anları seçmeyi öğrendim.''..'' (Sayfa: 10)
*
''..''Aya gidiyoruz,'' diye yazmıştır Anais Nin. ''Çok uzak değil. İnsan kendi içinde de çok uzaklara gidebilir.''..'' (Sayfa: 12)
*
GUNTHER STUHLMANN, New York, Ekim 1965
*
Kış, 1931-1932


''..insanların bir nesne ya da bir kişiyi engellenen bir şeyin sorumlusu gibi gördüklerini; oysa o engelin gerçekte insanın kendi içinde olduğunu da iyi biliyorum.'' (Sayfa: 18)


''Günlük yaşam beni ilgilendirmiyor. Yalnızca önemli anların arayışındayım. Olağandışının ardına düşen gerçeküstücülere katılıyorum.'' (Sayfa: 19)
*
''..Rimbaud'nun açıkladığı gibi bilinçaltına tapma. Çılgınlık değil bu. Mantıksal düşüncenin kurduğu katı biçimleri aşmak için gösterilen bir çaba.'' (Sayfa: 27)


''Dürüst bir fotoğrafçı gibi yalnızca gördüğüne inanıyordu; şimdi düz ya da ters yansımalı binlerce aynanın ortasındaydı.'' (..) ''..bana gerçeği söylediği gün, onu gerçekten seveceğimden, ona sahip olacağımdan kuşkum yoktu. Benim savaştığım onun yalanlarıydı.'' (Sayfa: 30)
*
''Gerçek, yalnızca estetikten yoksun kişi ve nesnelerde bulunurmuş.'' (..) ''..Arapların, düşüncelerini açık edenlere saygı duymadıklarını okuduğumu anımsıyorum. Bir Arabın zekâsı dolambaçsız soruları istediği yönde yanıtlamasıyla ölçülürmüş. Bu, Kızılderililer ve Meksikalılar için de doğruymuş. Soruyu soran hep kuşku içinde kalırmış.'' (Sayfa: 31)
*
''Abartıdan, süsten uzak her şey ilgisini çekiyor, henüz saçını taramamış kadınlar, yapay gülümsemelerini ve papyonlarını takmamış garsonlar. Onun bu doğallık arayışı June'nun kopkoyu boyanmış gözleri karşısında durmuş olmalı; onu dinlerken düşünüyorum da, gün ışığının uzanamadığı bir kadın bu.
''June gündüzden nefret eder.''..'' (Sayfa: 34)


''O, büyük bir olay koleksiyoncusu ve zaman zaman olayların özünü göremiyor.'' (Sayfa: 36-37)
*
(30 aralık 1931)


''Ona şöyle dedim: ''Siz, bir kadının ne olması gerektiğine ilişkin alışılmadık düşüncelerime uyan tek kadınsınız.''
Beni şöyle yanıtladı: ''Gitsem iyi olacak. Yoksa yanıldığınızı hemen anlayacaksınız. Maskemi düşüreceksiniz. Bir kadının karşısında güçsüzüm ben. Bir kadına nasıl davranılacağını bilmem.'' (Sayfa: 43)


''- Kadınların gücünden korkan erkekleri sevmem.'' (Sayfa: 44)
*
''..'Benliğimi' genişletiyor, geliştiriyorum; tek, bütüncül, bildik, sınırı belli bir Anais olmaktan hoşlanmıyorum.'' (Sayfa: 49)
*
''..''Eğer gizemin bir açıklaması varsa o da şudur: kadınlar arasındaki aşk, bir sığınak, çatışma yerine uyum ve narsisizme bir kaçıştır,'' diyorum. ''Kadınla erkek arasındaki aşkta karşı koyma ve çatışma vardır. İki kadın birbirini yargılamaz. Bir birlik oluştururlar. Bir anlamda bu kendini sevmektir.'' (Sayfa: 65)
*
''Gide diyor ki: ''Dostoyevski'nin kişileri temelde gurur ya da gurur yoksunluğu yüzünden değişime uğrar.''..'' (Sayfa: 71)
*
(ŞUBAT 1932)
*
''Benliklerin çoğulluğu bana her zaman acı vermiştir. Kimi günler bunu zenginlik diye adlandırıyorum, kimi günler de bir hastalık, kanser gibi tehlikeli bir yayılma olarak görüyorum. Önceleri, çevremdeki tüm insanların tek bir bütünde toplanmış olduğunu düşünüyordum. Oysa ben bir yığın ''benlik''den, parçalardan oluşmuş gibiydim.'' (Sayfa: 72)


''Benim yaşamım, düşünceyle ve yaşadığım şeyleri anlama gereksinimiyle dizginlenmiş.'' (Sayfa: 74)


''Beni kutsallaştırmak, putlaştırmak, efsaneleştirmek istiyorlar. Beni yüceltmek, dualarını bana yöneltmek, bende avunma ve huzur bulmak istiyorlar. İnsanların beni korumak istemelerine, bana saygılı davranmalarına neden olan o aşırı incelik ve duyarlıkla, gurur ve kırılganlıkla beni her gün yüz yüze getiren imgeme lanet olsun. Hüzünlü ve derinlikli gözlerime, zarif ellerime, kayar gibi yürümeme, mırıl mırıl sesime, bir şiire girebilecek ve şiddete, zorlamaya, kullanılmaya gelemeyecek denli kırılgan neyim varsa lanet olsun. Yalnızlıktan ölecek gibiyim, yıkılmanın eşiğindeyim.'' (Sayfa: 77)


''..sadakatsiz olan sizin yalnızca bir parçanızla sevişen, gerisini de yadsıyan kişidir.'' (Sayfa: 77)


''..dölleyici bir mucize arıyordu. İlk doğum çoğunlukla başarısızdır. Başarılı olabilecek aşkı arıyordu. Tutku bunu başaramaz çünkü sevgilinin gerçek kimliğiyle ilgilenmez. Yalnızca aşk, sevgi nesnesini tanımak, yaratmak, onun yardımına koşmak ister.'' (Sayfa: 79)


''Eğer birisi yalnız devler görmeyi sürdürüyorsa, bu çevresine bir çocuğun gözleriyle baktığını gösterir. Kanımca erkeğin kadın karşısındaki korkusu, onu erkekleri yaratan anne olarak görmeye başlamasından ileri geliyor. Erkeği doğuran kadına acımak zordur.'' (Sayfa: 80)
*
''Proust doğru söylüyorsa ve mutluluk tutku eksikliğiyse eğer, o zaman mutluluğu hiçbir zaman tadamayacağım. Çünkü ben bilgi, deneyim ve yaratma tutkusunun kölesiyim.
Sanıyorum yaşamın apaçık bilincindeyim; bu da çok daha korkunç ve acı veriyor. Yaşadığım anla aramda bir süre, bir uzaklık yok. Anında bir bilinç bu. Ancak şurası da gerçek, sonradan yazarken daha açık görüyorum, daha iyi anlıyorum, geliştiriyor ve zenginleşiyorum.
Anında daha iyi yaşıyorum olayları. Sonradan anımsananlar bana o denli gerçek gözükmüyor. Nasıl da gerçeğe gereksinimin var.!'' (Sayfa: 95)


..bir Proust parçası:
*
''Öte yandan, aydın ve duyarlı erkeklerin kendilerini duyarsız ve basit kadınlara vermesi rastlantı değildir, (..) bu tür erkekler acı çekmeye gereksinim duyarlar, (..) Bu aydın ve duyarlı varlıkların yalana çok az eğilimleri vardır. Yalana hazırlıksız yakalandıkları gibi, çok zeki bile olsalar, olasılıklar dünyasında yaşarlar, az tepki gösterirler, bir kadının ne istediğini açıklıkla anlayacak yerde, kendilerine yaşattığı acıyla yaşarlar.. (..) Böylece, nasıl oluyor da bu erkeklerce seviliyor diye şaşılan sıradan kadın, zeki bir kadının beceremeyeceği denli onların evrenini zenginleştirir.
Yalanlar..
Bunların tümü, duyarlı aydının karşısına, kıskançlığın deşmek isteyeceği ve onun zekasını oyalamaktan da geri kalmayacak bir derinlikler evrenini çıkarır.'' (Sayfa: 96)
*
''..karmaşadan zenginlik, sarsıntılardan yeni tohumlar doğar.'' (Sayfa: 100)
*
''..'Kötülükten öyle keyif alıyorum ki..'' der Stavrogin'' (Sayfa: 101)
*
''Her zaman en sıradan sözlerden kaçınırım, çünkü tüm gerçeği asla anlatamazlar.'' (Sayfa: 105)
*
''Yazarların tek bir yaşamı olmaz, iki yaşam sürdürürler. Önce yaşarlar, sonra yazarlar; bu sonradan gerçekleşen bir tepki, bir 'geriye dönüş'tür.'' (Sayfa: 106)
*
Proust'tan:
*
''Zevki inatla yadsıyarak ne çok keyiften, ne güzel bir yaşamdan bizi mahrum etti, diyordum kendi kendime.'' (Sayfa: 106)


''- Bir çocuğun güveninin bir kez sarsılıp yıkılması tüm bir yaşamı bu denli etkileyebilir mi.? Niçin baba sevgisinin yetersizliği zamanla silinmez.? O beni terk ettiğinden beri yaşadığım tüm aşklar niçin bunu silmeye yetmedi.?'' (Sayfa: 109)
*
''Kadınlar psikanalize hiç katkıda bulunmadı. Kadınların tepkileri hâlâ bir bilmece ve savlarımızı temellendirmek için elimizde yalnızca erkeklere ilişkin bilgiler olduğu sürece psikanaliz eksik kalacaktır. Kadının bir erkek gibi tepki gösterdiğini sanıyoruz, ancak bu konuda hiçbir şey bilmiyoruz. Erkeğin kendini beğenmişliği kadınınkinden daha büyük -çünkü avlanmayanın ve güçsüz olanın ölüme bırakıldığı ilk çağlardan beri tüm varlığı erkeksi bir yenme duygusu üzerine kurulmuştur. Erkek son derece kendini beğenmiştir ve bu duyguya gelebilecek her türlü darbe onun için ölümcüldür.'' (Sayfa: 110)
*
(4 MAYIS 1932)
*
''Erkekler yalnızca kocaman göğüslü, iriyarı, sağlıklı kadınları severlermiş gibi geliyordu bana. Genç kızken annem zayıflığımı dert ediniyor, şu İspanyol atasözünü anıyordu: ''Kemikler köpekler içindir.'' Hoşa gidebileceğimi, kendim için bir aşk elde edebileceğimi sanmıyordum, bu yüzden de bana sunulanı minnetle kabul ediyordum. İşte bunu unutmak için bir sanatçı, bir yazar, ilginç, sevimli, mükemmel bir kişi olmaya karar verdim. Yeterince güzel olduğumdan emin değilim.'' (Sayfa: 117)
*
''Doktor Allendy: ''Evet, tüm giydikleriniz, yürüme, oturma, duruş biçiminiz çekici; yalnızca kendine güvenmeyen insanlar sürekli olarak çekici bir biçimde davranırlar ve hoşa gitmek için giyinirler.'' (Sayfa: 124)


Dinah Washington: What Difference A Day Makes


''İki sesim olduğunu söylüyor, biri ilk ayinini bile yapmamış bir çocuğun, titrek, güçlükle çıkan sesi, ötekiyse daha güçlü ve daha zengin bir ses. Bu ses kendime çok güvendiğimde çıkıyor. Böyle bir durumda siyah şarkıcı Dinah'ın şarkı söyleme biçimini taklit edebilirim.'' (Sayfa: 129)


''Bana öyle geliyor ki bir ilk darbe benim birliğimi bozdu ve ben kırık bir aynayım. Her parça kendi hayatını yaşamaya gitti.'' (Sayfa: 143)
*
(25 MAYIS 1932)
*
''Ayna bir kez kırıldı mı birlik ve neşe olanaklıdır.'' (Sayfa: 147)
*
''Bir kadının tanıdığı yalnızlığı, bir erkek hiçbir durumda bilemez. Erkek bir kadının karnında yalnızca güçlenmek için bulunur, bir birleşimle beslenir, sonra doğrulur ve dünyaya, işine, kavgaya, sanata meydan okur. Yalnız değildir. İşi gücü vardır.'' (Sayfa: 147)
*
''(Eskiden, ayrılığın sürekli dramını kendimden saklamak için duvar saatini suçluyordum. 'Şimdi gitmeliyim,' yerine 'gitme zamanı'ydı, çünkü insan ilişkileri, bu ilişkilerin sürekliliği benim için çok güç ve gerilimlidir.)'' (Sayfa: 148)
*
''İnsanın kendisiyle yaşamı arasına sanatı, zaman ve uzam, tarih ve felsefeyi koyması acıya egemen olmanın cesur bir yolu.
Sanat deliliğe karşı bir çare, Yaşamın acı ve korkunçluklarını dindiren bir ilaçtı.'' (Sayfa: 149)


''En iyisinin kimseyi sevmemek olduğuna karar verdim, çünkü birini seviyorsanız, sonra ondan ayrılmak gerekiyor ve bu çok acı veriyor.'' (Sayfa: 158)
*
(HAZİRAN 1932)
*
''Kardeşimi seviyorum ve kimi zaman, kardeşime olan bu sevgimin, erkeğin bir kardeş olduğunu bana hissettirdiğini biliyorum; bu da, benim erkeğe en küçük bir kötülük yapmamı engelleyen bir tür anlaşma ortaya çıkardı. Erkek, benim kardeşim.'' (Sayfa: 159)
*
''Benim, çirkinlik ortaya çıkmadan gitme eğilimim var. O sonuna kadar gitmek istiyor. Ben düşlerimi korumak istiyorum.'' (Sayfa: 168)
*
''Spengler'in ender bölümlerinden birini yeni okumuştum. Doğuluların evleri onların duygusal tavırlarını gösteriyordu. Dışarıya açılan pencere yok, pencereler içeriye, bir avluya açılıyor, mahrem bir yaşam. Ve tüm odalar bu avluya bağlanıyor. Gizlenmiş bir lüks. Gizlenmiş düşünceler.'' (Sayfa: 168)


''Yazgı diye adlandırdığımız şey gerçekte karakterimizdir ve karakter değişebilir. Eylemlerimizden ve tutumumuzdan sorumlu olduğumuzu bilmek ille de cesaret kırıcı değildir, çünkü bu, yazgımızı değiştirebileceğimiz anlamına da gelir. Duyguları oluşturan geçmişe, bir ırka, bir kalıta, bir ortama kimse boyun eğmemiştir. Tüm bunların bizi nasıl biçimlendirdiğini incelemeye cesaret edersek değişebilir bunlar.'' (Sayfa: 171)
*
''Anlayan bir kadın olduğum için her şeyi anlamam, her şeyi kabullenmem isteniyor.'' (Sayfa: 174)
*
''Başkalarını düşünen bir çocuk, kendini yok edecek denli her şeyini veren bir kadın olmaya gereksinimim yok artık.'' (Sayfa: 174)
*
''Allendy gibi erkeklerin mutlak ve sınırlı içtenliği beni ilgilendirmiyor. İnsan olarak rahatlatıcı bir şey bu, ancak Henry'nin yalanları, acı olayları, içtenlikten uzaklığı, yazınsal kaçamakları, gezintileri, deneyimleri, cesareti ve kötü şakaları denli ilginç değil.'' (Sayfa: 178)
*
(Kasım 1932)
*
''..''Arada sırada iyilik yaptım. Bundan ötürü mutluluk duymuyorum. Çoğu kez kötülük yaptım; bundan pişmanlık duymuyorum'' diye yazıyor Gauguin.'' (Sayfa: 190)
*
''Bir insandaki zayıflık bir yazarda iyi bir niteliğe dönüşür. Çünkü yazar, daha sonra yapıtında patlayacak olanı biriktirip saklar. Bu nedenle yazar dünyadaki en yalnız adamdır; çünkü yaşar, savaşır, ölür ve yeniden tek başına doğar, rollerini ancak perde indikten sonra oynar. Yaşamın içinde ayrıksı bir kişidir.'' (Sayfa: 195)


''Kendini tanıma zekânın ve bilgeliğin temeliydi.'' (Sayfa: 203)


''Jung şöyle demiş: ''Kendimize yumuşaklık kadar sertlik de katmalıyız, çünkü kişiliğimizin bir bölümün simgesel olarak başka bir bölümün sorumluluğu altına girmesine izin veremeyiz.''..'' (..)
''Jung şunları da yazıyor:
Hayvansı bilince doğru gerileyerek gelişemediğimize göre, daha yüksek bir bilincin daha sarp yolunu tutmaktan başka bir yol kalmıyor bize.''
''Yazık bize.!''..'' (Sayfa: 209)

14 Temmuz 2022 Perşembe

Jack London - Kızıl Veba (İngilizce Aslından Çeviren: Levent Cinemre)


Arka Kapak
 Jack London, 1912 yılında İngiltere’de London Magazine’de yayımlanmaya başlayan Kızıl Veba yapıtıyla “kıyamet sonrası” edebiyatın öncüleri arasına girmiştir. Nüfustaki, bilim ve teknikteki, ekonomideki sıçramaların büyüsüyle gözlerin kamaştığı bir çağda yazar, uygarlığımızın kırılganlığını anımsatır. Yapıtı milyonlarca insanın doldurduğu şehirlerin ve kırların ıssızlığa teslim oluşundaki hızı bütün çarpıcılığıyla ortaya koyar. Yalnızca nüfusun değil, bilginin, üretimin, hatta dilin yitirilişi, eski uygarlıkla köprü olan bir profesörün gözünden yeni insanlığa anlatılır. Peki yeni insanlık bu ihtiyara kulak verecek midir.? Kızıl Veba’da yirminci yüzyılın başından yüz yıl sonrasına, 2010’lar dünyasına bakan Jack London’ın öngörülerindeki keskinlik, kitabı bir klasik olmanın ötesinde, günümüz için hâlâ canlı bir eleştiri kılıyor.

*
''..''Geçici düzenler köpükler gibi uçar gider,'' diye mırıldandı, belli ki bir şiirden bir dize okumuştu. ''Aynen öyle, köpükler gibi, geçici. İnsanın bu dünyadaki bütün çalışması köpükten öte bir şey değil. İnsan kendine faydası olacak hayvanları evcilleştirip düşmanca davrananları yok etti, toprağın yabani bitki örtüsünü temizledi. Ama sonra insan yok oldu ve ilkel hayat geri dönüp onun elleriyle yaptığı her şeyi sildi süpürdü.'' (Sayfa: 10)
*
''Bize yiyecek getirenlere özgür insanlar derdik. Ne şaka ama.. Yöneten sınıflar olarak bizler bütün toprakların, bütün makinelerin, her şeyin sahibiydik. Yiyecek getirenlerse bizim kölelerimizdi. Ellerindeki bütün yiyecekleri kendimize alır, aç kalmayıp çalışarak bize yiyecek getirmeye devam etsinler diye onlara da azıcık bir şeyler verirdik..'' (Sayfa: 17)
*
''Uygarlık çöküyor ve artık herkes kendisi için yaşıyordu.'' (Sayfa: 34)
*
''İnsan eskiden beri metafizik bir kavram olarak mutlak adalete inanır ama anlaşılan o ki evrende adalet diye bir şey yoktur. Haktan, adaletten anlamayan, doğada kara bir leke gibi duran, gaddar, insafsız, düzenbaz bir vahşi olan o adam neden hayatta kalmıştı.? Otomobiller, benzin, garajlar ve makineler dışında, bir de son derece zevk aldığı bir şey olarak, salgından önceki dönemde yanlarında çalıştığı kişilere yönelik adi hırsızlıkları ve iğrenç düzenbazlıkları dışında konuşabileceği bir şey yoktu. Ancak ondan çok daha iyi olan milyonlarca, evet, milyarlarca insan ölüp giderken ona bir şey olmamıştı.'' (Sayfa: 49)

11 Temmuz 2022 Pazartesi

Elsa Triolet - Gün Doğarken Bülbül Susar (Fransızca'dan Çeviren: Okay Gönensin)


Arka Kapak:

*
Büyük Fransız şairi Louis Aragon'la yarım yüzyıla yaklaşan bir yaşam ve kavga arkadaşlığının yanı sıra, Elsa Triolet (doğumu 1896), Nazi işgali ve direniş yıllarının olaylarını konu alan romanlarıyla ün kazanmış, savş sonrası yıllarında da insanın ve toplumun daha genel sorunlarını işleyen başarılı romanlar yazmıştır.
*
''Gün Doğarken Bülbül Susar'' Triolet'in son romanıdır. Yazarın ölüm tarihi olan 1970 yılında yayımlanmıştır.
*
En çağdaş anlamıyla dopdulu bir yaşamın son basamaklarında, geriye, acıları ve mutluluklarıyla bütün bir geçmişe bakışın romanıdır bu. Bir parça kederli, fakat her şeyi olduğunca kabullenen, şiirle, yaşam üstüne derin gözlerle yüklü bir roman.
*
Sinema kurgusunu andıran, akıcı, dinamik, çağrışım ilmekleriyle örgülü başarılı anlatım da, romanın içeriğiyle bütünleşmektedir.
*
"Yüz elli sayfalık bu büyük kitapta ulaşılandan daha kesin ve açık bir başarı bilmiyorum.. Her sayfasında zekâ pırıldıyor ve bir yüreğin çarptığı işitiliyor." - Roger Giron (France Soir)
*
*
''Yaşlıların salgıladıkları sıkıntı, temelde onlarda her şeyin kesinlikle belirginleşmiş olmasından gelir, bilinmeyeni ayıklamış sabit yaşamöyküleri, yaşayacakları küçük geleceği belirleyen, acıklı yanından başkaca ayrıcalık simgelemeyen bir bitiş.'' (Sayfa: 13)
*
''Tolstoy ölmek için başını alıp gittiğinde gençleşmişti yeniden. Çalışmaları yaşamının sonunda bir buluşa ulaşan bilginin yaşı yoktur. Zaman yetersizliğinden yakınan, dilediği sonuca ulaşamayacağından korkana ise iki yaşam boyu gerekir, yaş başkaca önemlidir burada. Kendini yinelemeyen, kendisinden bir şeyler beklenen kişide ise önemi yoktur yaşın.'' (Sayfa: 14)
*
''Bilimin işe karışmasıyla, diye düşündü kadın, düşlerinden yoksun kalan insan derin bir yara aldı.'' (Sayfa: 17)
*
''Göz için siyah neyse, kulak için de odur suskunluk: Yokluğun bir bölümü yani.'' (Sayfa: 18)
*
''- Gerçek siyah bir gecede yaşamak.. İnsanlık eyleminin karşıt yönünde. Gece uyuyamayanındır bütün dünya.'' (Sayfa: 19)
*
''Gençliğimde uyku hapları kullanılmazdı, var olduklarını bile bilmezdim. O zamanlar uyumak için, kâğıt mendiller gibi buruşturulup atılan, kalıcı olmayan kitaplar okurdum. Uykuya giriş, düşünülmesi gereken ''bir başka şey''.. Sayılan koyunlar, denizin dalgaları. Hâlâ okur dururum cinayet romanlarını.'' (Sayfa: 20)
*
''- Gülüyor musunuz.?
- Oh.. Düş görüyordum.!
- Mutlu kadın.! Düşte gülüyor.!
- Yalnızlık düşlüyordum.
- Ve bu sizi güldürüyor.?
- Düş gördüğümü biliyordum.'' (Sayfa: 22)
*
''- Bir yaşam da geceden geceye yaşanır ancak..
Kadının sevdiği türden bir tenor sesi bu. Ama bu tenorun kendisinin, sesiyle hiç benzeşmediğini biliyor, sağolsun onu gizleyen gece.'' (Sayfa: 23)
*
''Aşklar, sevinçler, acılar saklanamaz, anımsanır; yeniden yaşanmaz hiçbir şey. Ne mutlu ki bir diş ağrısı çektiğimizi anımsamak o acıyı yeniden tattırmaz.'' (Sayfa: 27)
*
''- Her zaman yakışıklısın sen, yüzündeki kırışıklıklar da yakışıyor.. Bakma bana..
- Ne önemi var ki.? Biliyorsun, cüzzamlı olsan cüzzamı severdim.'' (Sayfa: 34)
*
''Her zaman beceriyor işini ortalama kafalılık, bütün ortalama kafalılar da destekliyor birbirlerini. Dehanın zaferi çekilmez bir şey, hem gizemli, hem kolayca yıkılabilir, yaralar ve ezer geçer olanakları. Nefret ediyorum ortalama kafalı insanlardan.'' (Sayfa: 37)
*
''Seni beklemekten başka bir şey yapmıyordum. Yokluğunun kölesiydim. Varlığının da. Benden bir şey kalmıyordu geriye.. Belki.. Bazı kalıntılar..''
*
''Gel olmayan bir yerden
Nereden olursa seni beklediğim'' (Sayfa: 42)
*
''Her şey geçiyor, geçiyordu. Oh, nasıl da bekliyordum seni.! Gelmeyeceksin hiçbir zaman. Yalnızca bir bekleyişim ben. Gelmeyecek olanı beklemek, uykuyu beklemek. Biri, öteki olmadan gelemez.. O zaman çıktım, titriyordum, beklemek titreme veriyordu bana, ateş ya da korku gibi.'' (Sayfa: 43)
*
''Ne de çok bekleyebilmişti tüm yaşamınca.. O uyurken gitmişlerdi, onu uyandırmak istememişler, ayaklarının ucuna basa basa uzaklaşmışlardı.'' (Sayfa: 44)
*
''Eskiden aşkın umursamazlığa dönüşemeyeceğine, aşk sonrasının, aşka duyulan saygı dolayısıyla ve aşkın kendisinden daha güçlü olarak ölüme dek süreceğine inanırdı.'' (Sayfa: 51)
*
''Ne kadar da güç bütün bir yaşam boyu ölmek.'' (Sayfa: 54)
*
''Çiçeklerin avucunda yazgımı okuyorum
Yok olmaktan başkası gelmiyor elimden..'' (Sayfa: 55)
*
''Evet, önemliydi. Çok istiyordu kadın sevilmeyi.!
- Peki, ya ben.? Sevmedim mi seni.?
- Hayır, çünkü geçmiş zamanda konuşuyorsun..'' (Sayfa: 56)
*
''Her şeyi çizmek ve yeni baştan yepyeni verilerle başlamak gerekiyor hesaba. Bu günlerde bol yıldızlı bir bayrağı ayın üstüne dikmeye gidecek olan uzay adamı, kendi iç ''kosmos''uyla, ruhundaki yaşlanmış ayla, tümüyle değişmiş olmalı. Düşünceler ve bilgilerle tamamen karışmış eski tedirginlikleri ve sevinçleriyle ''kaos''tan oraya gidiyor insanoğlu.'' (Sayfa: 66)

9 Temmuz 2022 Cumartesi

Madonna - Bay Peabody'nin Elmaları

 

Happville kasabasında öğretmen olan Bay Peabody, aynı zamanda beyzbol takımının koçudur. Bir gün maçtan sonra manavdan aldığı elmanın parasını ödemeyen Bay Peabody'i gören Tommy bunu tüm kasabaya yayar.
Fakat Tommy gerçeği bilmemektedir..
Bu kitap "Söz"ün gücü üzerine ve Madonna kitabını tüm öğretmenlere ithaf etmiştir.


















23 Haziran 2022 Perşembe

André Aciman - Adınla Çağır Beni (Türkçesi: Süha Sertabiboğlu)


"Birisinin hoşçakal demek için "daha sonra" sözcüklerini kullandığını hiç duymamıştım. Kaba, ters ve dışlayıcı bir etkisi var; sizi tekrar görmeyi ya da sesinizi duyup duymamayı hiç umursamayan birinin gizlenmiş kayıtsızlığıyla söylenmiş sanki." (Sayfa: 9)

*
"O gözlere asla uzun süre bakamazdınız ama niçin bakamadığınızı anlamak için bakmaya devam etmeniz gerekirdi." (Sayfa: 15)
*
"Biz tek bir çalgı için yazılmamışız; ne ben, ne de sen." (Sayfa: 18)
*
"Herkesin içini okuyordu, fakat onların içini net olarak okumasının nedeni, insanlarda baktığı ilk şeyin, kendisinde gördüğü ve başkalarının görmesini istemeyeceği şey olmasıydı." (Sayfa: 26)
*
"Bir insan başkasının düşünme tarzını, kendisi de zaten aynı düşünme tarzının aşinası değilse, nasıl sezebilir.?" (Sayfa: 27)
*
''Yapmam gereken tek şey, içimdeki mutluluk kaynağını bulmak ve bir dahaki sefere, onu tedarik etmek için başkasına muhtaç olmamaktı.'' (..)
''Sen benim vatana dönüşümsün. Seninle birlikteyken ve biz beraberken isteyeceğim başka hiçbir şey yok. Sen beni kimsem o, yani sen benimleyken olduğum kişi yapıyorsun..'' (..) ''Onun bir sözcüğüyle böylesine mutlu, başka bir sözcüğüyle de aynı şekilde kolayca perişan oluyorsam ve mutsuz olmak istemiyorsam, böyle küçük sevinçlerden sakınmayı öğrenmem gerektiğini hiç düşünmemiştim.'' (Sayfa: 54)
*
''Söylemek mi daha iyi, ölmek mi.?'' (Sayfa: 68)
*
''Ben buraya, bilinen dünyadan kaçmak ve kendi yarattığım, başka bir dünyayı bulmak için geliyordum.'' (..) ''-gözlerimi kaçırırdım, çünkü onun gözlerinin güzel, berrak gölünde davet edilmeden yüzmek istemiyordum-'' (Sayfa: 81)
*
''Kitap okuyanlar gizlenen insanlardır. Kim olduklarını gizlerler.'' (Sayfa: 118)
*
''..''Adınla çağır beni, ben de seni benimkiyle,'' dedi ki hayatım boyunca böyle bir şeyi hiç yapmamıştım ve kendi adımı sanki onun adıymış gibi söyler söylemez, hayatımda daha önce hiç paylaşmadığım ve sonrasında da paylaşmayacağım bir diyara götürdü beni bu.'' (Sayfa: 136)
*
''O benim kendime giden gizli kanalımdı; kim isek o haline gelmemizi sağlayan bir katalizör, hep doğru itkiler gönderen bir yabancı cisim, kalp pili, aşı kalemi, yama, bir askerin kemiğini bir arada tutan çelik çivi, Bizi nakilden öncekinden daha çok biz yapan, başka bir adamın kalbi gibi.'' (Sayfa: 145)
*
''Guido, diyorum ki bir gün Lapo, sen ve ben
Binelim kapıldığımız dehşetli bir büyüyle
Sihirli bir gemiye ve uçsun büyülü yelken
İstediği rüzgârla, düşüncemizin peşinde.''
*
Dante, İnferno'nun on beşinci kıtası (Sayfa: 174)
*
''..ister beğenin ister beğenmeyin, iş duygulara gelince, bütün insanlar aynı hayvani dili konuşur.'' (Sayfa: 189)


''Şimdi, yılların ötesinden, Napoliten şarkının bu sözlerini gün doğmak üzereyken söyleyen ve Roma'nın karanlık sokaklarında birbirlerine sarılıp tekrar tekrar öpüşürlerken, ikisi de bunun sevişecekleri son gece olacağını fark etmeyen iki gencin sesini duyar gibiyim.'' (Sayfa: 206)
*
''Kimse bir ada değildir, kendini başkalarına kapatamazsın, insanın insana ihtiyacı vardır..'' (Sayfa: 220)
*
''Emily Bronte'nin sözlerini düşünüyordum: Çünkü, ''o benden daha çok bendir.''..'' (Sayfa: 221)
*
''Güzel bir arkadaşlık yaşadın. Belki arkadaşlıktan da öte bir şey. Ve sana imreniyorum. Benim yerimde olsa babaların çoğu her şeyin geçip gitmesini diler yahut oğulları tekrar ayaklarının üzerine basar hale gelsin diye dua eder. Ama ben öyle bir baba değilim. Acın varsa tedavi et ve bir alev varsa üfleyip de söndürme, ona karşı sert davranma. Geri çekilmek, geceleri uykumuzu kaçırırsa korkunç bir şeydir, başkalarının bizi, unutulmak istemeyeceğimiz kadar kısa bir sürede unuttuğunu görmek de bunun kadar kötüdür. Biz olsak yapacağımızdan daha hızlı yapılan şeylerin ardından iyileşmek için kendimizden öyle çok şeyi fırlatıp atıyoruz ki, otuz yaşında iflas ediyoruz ve yeni birisiyle başladığımızda verecek pek bir şeyimiz kalmıyor. Ama bir şey hissetmemek için hiçbir şey hissetmemek.. yazık.!'' (..)
''Hayatını nasıl yaşayacağın sadece seni ilgilendirir. Fakat unutma, yüreklerimiz ve bedenlerimiz bize sadece bir kez için verilmiştir. Çoğumuz ister istemez, sanki yaşanacak iki hayatımız varmış, birisi taslak, öteki mükemmel versiyonmuş ve ikisinin arasında bir sürü versiyonlar varmış gibi yaşarız. Ama sadece bir tane vardır, sen bunu anlayamadan yüreğin yıpranır ve vücuduna gelince, ona bakacak pek kimsenin kalmayacağı, yaklaşmak isteyenin hiç olmadığı bir noktaya varırsın. Şimdi keder var. Ben acıya imrenmem. Ama senin acına imreniyorum.'' (Sayfa: 221- 222)
*
''..birden anladım ki bunun için gelmiştim buraya ben, ona, ''Öleceğim zaman elveda demek istediğim tek kişi sensin,'' demek için..'' (Sayfa: 238)
*
''..''Cor cordium'', yüreklerin yüreği; hayatım boyunca kimseye bundan daha doğru bir şey söylemedim.'' (Sayfa: 239)
*
''Biz yıldızları bulmuştuk, senle ben. Ve bu, sadece bir kez verilmişti bize.'' (Sayfa: 241)
*
''Adınla Çağır Beni''

14 Haziran 2022 Salı

Mehmed Uzun - Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık (Kürtçeden Çeviren: Muhsin Kızılkaya)


Gılgamış, insan-akrebin dediğini yaptı; güneş yolunu, güneşin doğuş yönünde dağdan geçerek izlemeye koyuldu. Bir fersah yol alınca, çevresini saran karanlık yoğunlaştı. Işık yoktu, Gılgamış, önünü ardını göremiyordu. İki fersah yol alınca, çevresini saran karanlık yoğunlaştı. Işık yoktu; Gılgamış önünü ardını göremiyordu. Üç fersah yol alınca, çevresini saran karanlık yoğunlaştı. Işık yoktu, Gılgamış önünü ardını göremiyordu. Dört fersah yol alınca, çevresini saran karanlık yoğunlaştı. Işık yoktu; Gılgamış önünü ardını göremiyordu. Beş fersah yol alınca, çevresini saran karanlık yoğunlaştı. Işık yoktu; Gılgamış önünü ardını göremiyordu. Altı fersah yol alınca, karanlık yine yoğunlaştı. Ne önünü ne ardını görebildi. Altı fersah yol alınca, karanlık yine yoğunlaştı. Ne önünü ardını görebildi. Sekiz fersah yol alınca, Gılgamış acı acı haykırdı; ne önünü, ne ardını görebiliyordu. Dokuzuncu fersahtan sonra kuzey rüzgarının esintisini yüzünde duydu; ama karanlık yoğundu, önü de ardı da görünmüyordu. Onuncu fersahtan sonra artık yolun sonuna gelmişti. On birinci fersahtan sonra, şafağın ışıkları belirdi. Ve on ikinci fersahın sonunda, güneş ışınları sel gibi aktı.”

*
GILGAMIŞ DESTANI (Sayfa: 7)
*
"Hiçbir şeyden haberi olmayan çocuklar ise ağlıyor. Ülke, toprak, göç, zaman, devran nedir bilmeyen çocuklar, bu büyük göçte çocukluklarını elden bırakmıyorlar." (Sayfa: 31) * "..bu toprakların gerçek sahibi umutluydu. Toprak onlarındı, atalarından kalmıştı. Ataları burada hayata gözlerini açmış, yine burada yaşama veda etmişlerdi. Yetmiş yedi göbek bu toprakların sahibi onlardı." (Sayfa: 32) * "Attıkları ilk adım, kanlı bir adımdı. Sonrakiler de kanla devam etti. Bütün muhaliflerin sesini kıstılar, muhalif teşkilatları lağvettiler; bu teşkilatların on altı liderini idam ettiler. Geride kalanları hapishaneye attılar. Grevi, lokavtı, her türlü yürüyüşü yasakladılar. Birçok gazete kapattılar, sakıncalı gördükleri kitapları, dergileri yasakladılar. (Yalnızca kendilerine methiye düzenlere izin verdiler.) Bütün ülkeyi, ilan ettikleri sıkıyönetimin demirden postalları altında inim inim inlettiler. Bugün herkes, generallerin koyduğu kurallara göre yaşamak, hattâ yemek yemek, oturup kalkmak, konuşmak, düşünmek zorunda." (Sayfa: 54) * "..zaten hayat da uyum ve uyumsuzluklar arasında gidip gelen bir salıncak değil miydi.? Önemli olan sevgi, kalıcı olan aşktı. Aşk en paslı kilidi bile açacak güçteydi. Aşk her şeye muktedirdi." (Sayfa: 97) * "Ezik kadınların yalvaran bakışları, baskı altında sıkışmış erkeklerin alınlarında biriken ter damlaları, acılı çocukların yanaklarından süzülen gözyaşları, yaşlı adamların gırtlaklarından çıkan stran'ların kırık nağmeleri, çaresiz kitleleri harekete geçiren söylentiler ve direnmeye ahdetmiş insanların haykırışları, çağrıları niçin onları bu kadar etkiliyor, yüreklerini burkuyor.?" (Sayfa: 98-99) * "Ütopyalar, düşler için de önce hayat lâzım. O nasıl bir edebiyattır ki, içinde hayat yok, ruhsuz, kansız.? Edebiyat nedir.? Eğer edebiyat hayat ve aydınlığın türküsünü okumayacaksa edebiyatın anlamı kalır mı.? Eğer edebiyat hayatı anlatmayacaksa anlamı var mı edebiyatın.?" (Sayfa: 144) * "Roman aydınlığı anlatmalı. Çünkü hayat zaten karanlık.. Aydınlık ve karanlık, işte bütün edebiyat tarihine damgasını vurmuş iki ana tema. Gılgamış destanını bilirsiniz muhakkak.?" (Sayfa: 149) * "Eğer edebiyatın üstündeki kabuğu soyup çekirdeğine ulaşırsanız, orada başarılı bir edebiyat yapıtının temel sorunu olan aydınlıkla karanlığı görürsünüz. Gılgamış'tan bugüne bu sorun hiç değişmedi." (Sayfa: 150) * "Ölüm hiçbir zaman çare değil. Yokoluştur ölüm, yok olmak ne zaman çare oldu ki.? Tek çare hayattır, en kötüsü, en çaresizi bile çaredir unutma. Çünkü umut vardır hayatta, her koşulda hayat umut taşır içinde." (Sayfa: 160) * "..en kötü düşman tabiat değil, insandır unutma. İnsanın en zorlu düşmanı yine insandır." (Sayfa: 207) * "..yiğitler, yol gösterenler aya benzer, önce büyür, her yeri ışığa boğar, sonra kaybolup giderler." (Sayfa: 274) * "Bakışlar, iç kıpırtılarının, duyguların dili, yüreğin konuşması, ruhun dile gelmesi, başka bir insanı tanımanın yolu.. Bakışlar, birbirine değen yüreklerin şimşek gibi çakması.." (Sayfa: 275) * "..Kevok, hiç beklenmeyen bir şey söylüyor, "Varlığımızı niçin kabul etmiyorsunuz.? Bizi niçin rahat bırakmıyorsunuz, neden hep bizi değiştirmek istiyorsunuz.?" Baz gülüyor, "Kızım, hani seninle anlaşmıştık, hani biz siz yoktu. Sadece biz varız, siz de biziz, biz de biziz, öyle değil mi.?" "Ama.." diyor Kevok, konuştuğuna pişman olmuş, "bu ülkenin insanları nasılsalar öyle kalmak istiyorlar, öyle yaşamak istiyorlar. Çok şey mi istiyorlar.?" (Sayfa: 287) * "Kevok yerinden kalkmaya cesaret edemiyor. Fransız kadın öğretmenleri soru dolu gözlerle onlara bakıyor, yanlarına gelip duruyor. Arkadaşı başıyla Kevok'u göstererek gülümsüyor ve öğretmene, "reglés" diyor ve ardından "minstruation, menstrue" diye ekliyor. Mavi gözlü, uzun saçlı, yaşı bir hayli geçkin olan öğretmen gülümsüyor ve Kevok'u şefkatle kucaklıyor. "Mon pétite fille.." diyor, "akan bir hayat pınarına dönüşüyorsun, hayata kaynaklık edeceksin. Hayırlı olsun.".." (Sayfa: 291) * "Uyku, niçin böyle bir oyun oynuyor, niçin eli kanlı katillerle masumları, suçlularla mazlumların yüzünü aynı biçime sokuyor, hepsini sakinleştiriyor, hepsine dingin bir ifade takıyor.?" (Sayfa: 293) * "Birbirine çok zıt olan duygular bile birbirine çok yakındır." (Sayfa: 302) * "Aşk nedir, nefret nedir, gece ve gündüz nedir, karanlık ve aydınlık nedir.? Biri olmadan diğeri olabilir mi.? Ben sana söyleyeyim, nefret ve aşk, gece ve gündüz, karanlık ve aydınlık ikizdir. Aralarındaki mesafe kıl payı kadardır. Saçının teli kadar yani." (Sayfa: 303)
*
''Çünkü aşk bir rüyadır, bir hayaldir,'' diyor Mader (..) ''Çünkü aşk çaresiz, sıkışmış insanların gördüğü bir rüyadır; çaresizlerin hayalidir. Çünkü aşk, yoldan sapmış insanların önüne çıkan bilmedikleri yeni bir yoldur. Hiç bilmediğim, ama çok duyduğum o ülke, çaresizlerin ülkesidir. Gördükleri rüyalar, kurdukları hayaller bu tür yerlerde yaşayan insanların suyu, ekmeğidir. Çünkü o insanların hayatlarını sürdürebilmeleri için, aydınlık yeni yolların hayallerini kurmaları lazım. Sen de artık farkına varmadan o ülke insanlarından biri haline geldin. Dünya böyle işte oğlum, zorla değil, yolla, yordamla..'' (Sayfa: 303)
*
"..bildiğim tek şey dünya zorla değil yolla düzene giriyor. Zor hiçbir zaman yolun yerini tutamaz benim sevgili, benim bilgili oğlum. Söyle bakalım bana, zor kullanarak şiddetli esen bir rüzgârın yönünü değiştirebilir misin.? Geceyi gündüze dönüştürebilir misin.? Ayı, güneş yapabilir misin.? İnsanların ruhu da böyledir. İnsan ruhu zorla terbiye edilmez." (Sayfa: 304)
*
"Çünkü senin böyle bir hastalığa ihtiyacın vardı. Çünkü ancak böyle bir hastalık, karanlıklar içindeki insan ruhunu aydınlığa çıkarabilir. Çünkü senin için şimdiye kadar insanlar insan değildi, karın, çocukların, ben de dahil, senin için birer araçtık, senin içinde bulunduğun, hizmet ettiğin o büyük sistemin bir aracı. Çünkü seni tanıdığımdan beri, sen hiçbir zaman insanların duygularını, yüreklerinin içini görmedin, aldırış etmedin ve en kötüsü bunları görmek için çaba da harcamadın. Ama şimdi artık bunları göreceksin. Çünkü aşk hastalığına tutuluyorsun, bu ateş duygusal bir ateştir, insanidir. Artık bugünden sonra insanları göreceksin, onları düşüneceksin, kafa yoracaksın onlara. Çünkü aşk, insani bir hastalıktır, insanı insan yapar.." (Sayfa: 304-305)
*
"İnançları farklı, dilleri farklı, kimlikleri farklı diye insanlar birbirine düşman olmamalı. İnsan bir kimliğe, bir dine, bir dile sahip olarak dünyaya geliyor ve bunlarla büyüyüp yaşıyor. Bunda insanın günahı, suçu ne.?" (Sayfa: 317)
*
"Yaşamak için adım atmak lazım, hep yenilenmek lazım, yeni bir hayat yaşamak için değişmek lazım. Biraz cesaret, biraz çaba, biraz da yiğitlik lazım. Korkaklar yeni adımlar atamaz, onlar kendilerini korkunun ve utancın paslı zincirlerinden kurtaramazlar. Korkan bir yürek, hiçbir zaman emeline ulaşamaz." (Sayfa: 324)

12 Haziran 2022 Pazar

Friedrich Nietzsche - Deccal (Çeviri: Oruç Aruoba)

 

Metin Üzerine Not
*
Burada sunulan çeviri, Nietzsche'nin yayına hazır kitap tasarısı olarak tamamlayıp 30 Eylül 1888 tarihini ve Antichrist: Fluch auf das Christenthum başlığını attığı metnin, 1961'de (Podach) ve 1969'da (KGW), elyazmasına dayanılarak gerçekleştirilen güvenilir basımlarından yapılmış çevirisidir. Kitap, bu basımlardan önce, çeşitli nedenlerle çeşitli metinsel bozukluklar içerir biçimde yayınlandığından, önceki yayınlamış biçimleri burada hesaba katılmamıştır.
Metin ve yayınlanmasının tarihiyle ilgili bazı noktalar ve kaynakların gönderileri, Çevirenin Notları'na konmuştur. Aynı şekilde, Türkçe okuyan için metinde karanlık kalabilecek bazı konular ve deyimlerle ilgili Açıklamalar ile metinde yabancı dillerde bırakılan yerlerin anlamları, cildin sonundaki Notlar'a, bölüm sayısı belirtilerek eklenmiştir.
*
Oruç Aruoba, İstanbul, Şubat 1986 (Sayfa: 7)
*
Önsöz
*
''Bu kitap en azlarındır. Belki de onlardan hiçbiri yaşamıyor daha. Onlar benim Zerdüşt'ümü anlayanlar olacaklar: kendimi daha bugünden işitilecek kulaklar bulanlarla nasıl karıştırabilirdim ki.? Ancak öbür gündür benim olan. Kimileri öldükten sonra doğar.
Kişinin beni anlamasının, hem de zorunlukla anlamasının koşulları -bunları pek iyi bilirim. Benim yalnızca içtenliğime, tutkuma dayanabilmek için, düşünsel konularda katılık kertesinde dürüst olması gerekir kişinin. Dağlarda yaşamaya alışkın olması gerekir - çağın siyasetinin ve halkların çıkarcılıklarının sefil gevezeliğini kendi altında görmeye. Aldırmaz olmuş olması gerekir, hiç sormaması gerekir, doğruluk yararlı mıdır diye, bir kötü kader olup çıkar mı diye..
Bugün kimsenin sorma yürekliliğini göstermediği sorulara sertliğin verdiği yatkınlık; yasaklanmış olana yüreklilik; labirente önceden-belirlenmişlik.. Yedi yalnızlıkta edinilmiş bir deneyim. Yeni bir müzik için yeni kulaklar. En uzaklar için yeni gözler. Şimdiye dek sağır kalınmış doğrular için yeni bir vicdan. Ve yüce üslubun iktisat sistemi: gücünü, heyecanlanmalarını derli toplu tutmak.. Kendi kendine saygı; kendi kendine sevgi; kendi kendisi karşısında koşulsuz bir özgürlük..
İşte.! Bunlardır benim okurlarım ancak, benim sahici okurlarım, benim önceden belirlenmiş okurlarım: geri kalan neye yarar ki - geri kalan insanlıktır yalnızca. Kişinin gücüyle, ruhunun yüksekliğiyle insanlığa tepeden bakması gerekir - horgörüsüyle..
*
Friedrich Nietzsche (Sayfa: 13-14)


''Mutluluğu keşfettik biz, yolu biliyoruz artık, binlerce yılın labirentinden çıkışı bulduk. Başka kim bulabilirdi ki bu çıkışı.? - Modern insan mı.? - ''Ne ettiğimi bilmiyorum; ne ettiğini bilmeyen her şeyim ben,'' diye iç geçirir modern insan.. Bu modernlikti bizi hasta eden - tembel barışlar, korkak tavizler, modern Evet ve Hayır'ın bütün erdemli kirliliği. Her şeyi ''kavradığından'' dolayı her şeyi ''bağışlayan'' bu hoşgörü, bu manda yüreklilik, bizim için scirocco'dur.'' (Sayfa: 15)
*
''Yozlaşmışlıktan anladığım, sanırım şimdiden sezinlendi, decadence anlamında: savım da, insanlığın bugün kendi en üst istenebilirliklerini bir araya topladığı değerlerin hepsinin decadence değerleri olduğu.
Bir canlıya, bir türe, bir bireye, içgüdülerini yitirmişse, kendisine zararlı olanı seçiyor, yeğliyorsa, yozlaşmış derim. ''Yüce duygular''ın, ''insanlık idealleri''nin bir tarihi -olası ki bu tarihi anlatmak da bana düşecek- insanın neden böylesine yozlaştığının açıklaması olurdu neredeyse.
Yaşamın kendisiydi benim için büyümenin, dayanıklığın, kuvvetlerin birikmesinin içgüdüsü, gücün içgüdüsü: güç isteminin eksik olduğu yerde düşüş vardır. Savım, insanlığın bütün en üst değerlerinde bu istemin eksik olduğudur -en kutsal adlara bürünerek egemenliği elinde tutanların düşüş değerleri, nihilistik değerler olduğu.'' (Sayfa: 18)
*
''-acıma nihilizmin pratiğidir. (..) -acıma, hiçliğe inandırır.! ''Hiçlik'' denmez tabii buna: ''Öte'' denir, ya da ''Tanrı'', ya da ''Hakiki hayat'' denir, ya da Nirvana, Kurtuluş, Kutsanmışlık.. Dinsel-ahlaksal idiosynkrasi alanından edinilme bu masum retorik, burada hangi eğilimin derin sözcüklerin kılığına büründüğü kavranınca, hemen çok daha az masum görünmeye başlar: yaşam düşmanı eğilimdir bu.''
*
İdiosynkrasi: (Yun.) Belirli türden (o kişiye özel) alerji, aşırı uyarılabilirlik durumları; buna bağlı olarak bireysel, anlamı ''kapalı tutan'' konuşma biçimi. (Sayfa: 19)
*
''Saf tin, safi yalandır.. Rahip, yaşamın bu meslekten yoksayıcısı, yalanlayıcısı, zehirleyicisi, yüksek bir insan türü sayıldığı sürece, doğru nedir sorusuna hiçbir yanıt bulunamaz. Hiçin ve olumsuzlamanın bu bilinçli avukatı, ''Hakikat''in sözcüsü yerine konduğunda, doğru zaten tepesi üstüne çevrilmiştir.'' (Sayfa: 20-21)
*
''Tanrıbilimciler hükümdarların (ya da halkların) ''vicdan''ları yoluyla güce el attıkları zaman da, temelde hep neyin olup bittiğinden kuşkumuz olmaz: Son istemi, nihilistik istem, gücü istemektir..'' (Sayfa: 21)
*
Kant için:
*
''- Yaşam içgüdüsüyle yapılan bir eylem, bu eylemin yapılmasıyla duyulan hazda, doğru, haklı, yerinde bir eylem olduğunun kanıtını bulur: o Hıristiyan-dogmatik barsaklı nihilistin hazdan anladığı ise bir yergidir.. İç zorunluk olmaksızın, derin bir kişisel-özel seçim olmaksızın, zorunluk olmaksızın, ''ödev''in otomatı olarak çalışmak, düşünmek, duymak kadar hızla yıkan başka ne olabilir.? Bu tam da decadence'ın reçetesidir, hatta budalalığın reçetesi..'' (Sayfa: 23)
*
''Akıllandık artık. Her bakımdan daha alçakgönüllü olduk. İnsanı artık ''tin''den, ''tanrısallık''tan türetmiyoruz. Onu hayvanların arasındaki yerine geri koyduk. En güçlü hayvandır o bizim için, çünkü en kurnazıdır: bunun bir sonucudur tinselliği. Öte yandan, burada da dile gelmek isteyen bir kendini beğenmişlikten koruyoruz kendimizi: sanki insan, hayvanların gelişmesinin büyük art niyetiymiş gibi. Hiç de yaratıcının tacı değildir o; her varlık, onun yanında, eşit bir yetkinlik basamağında durur.. Bunu savlamakla da çok şey savlamış oluyoruz: İnsan, göreceli olarak, en bozuk yapılı hayvan, en hastalıklı hayvandır, içgüdülerinden en tehlikeli biçimde uzaklaşmış olan hayvan -tabii, bütün bunlarla, aynı zamanda hayvanların en ilginci.'' (Sayfa: 25)
*
''Kişinin iyi olan tanrı kadar kötü olana da gereksinimi vardır: kişi kendi varoluşunu yalnızca hoşgörüye, insancıllığa borçlu değildir ki.. Öfkeyi, öcü, kıskançlığı, alayı, kurnazlığı, şiddeti tanımayan bir tanrı neye yarardı ki.? Daha zafer kazanmanın ve yıkımın gerektirdiği çabalamanın baştan çıkarıcı zorluğunu bile tanımayan bir tanrı.? Kişi böyle bir tanrıyı anlamazdı bile: ona niye sahip olsundu ki.? -Ama tabii, bir halk batmaktayken; geleceğe olan inancının, özgürlük umudunun hepten yitmekte olduğunu duyarken; boyun eğmek en yararlı şey olarak, boyun eğmişin erdemleri ayakta durmasının koşulları olarak bilincine yerleşmekteyken, o zaman tanrısının da değişmesi zorunludur. Şimdi bir ödlek haline gelir o da, ürkek, alçakgönüllü olur, ''ruh barışı'' salık verir, nefretten uzaklaşma, hoşgörü, dostu da düşmanı da ''sevme'' çağrısında bulunur. Sürekli ahlaksallık dağıtmaya başlar, her özel erdemin inine girer sürüne sürüne, herkesin tanrısı haline gelir, kozmopolit olur.. Eskiden bir halkı, bir halkın güçlülüğünü, bir halkın ruhunda saldırgan ve güce susamış ne varsa onları temsil ediyordu: şimdi ise iyi bir tanrıdan başka bir şey değil.. Gerçekten de tanrıların başka seçenekleri yok: ya güç istemidirler -öyle oldukları sürece de halk tanrıları olurlar- ya da gücün güçsüzlüğüdürler -o zaman da zorunlu olarak iyi hale gelirler..'' (Sayfa: 28)
*
''Budizm, bir daha söylersek, yüz kez daha soğukkanlı, dürüst, nesneldir. Acısını, acı duyabilirliğini, kendi kendine, günah yorumu yoluyla saygıdeğer kılmak zorunda değildir artık -düşündüğünü açıkça söyler: ''acı çekiyorum''. Barbarlar için ise acı kendi başına saygıdeğer bir şey değildir: acı çektiğini kendi kendine kabul ettirebilmek için önce bir yorum gerekser (içgüdüsü daha çok acıyı yadsımaya, ona sessizce katlanmaya yöneliktir). Burada ''şeytan'' sözcüğü bir rahatlamadır: kişinin son derece güçlü ve korkunç bir düşmanı vardır -böyle bir düşmandan dolayı çektiği acıdan da utanması gerekmez.'' (Sayfa: 35)
*
''Sevgi insanın şeyleri en olmadıkları gibi gördüğü durumdur. Sanrı gücü en yüksek noktasındadır, aynı zamanda tatlılaştırıcı, ferahlatıcı güç de. Kişi sevgi içindeyken, başka zamanlarda dayanabileceğinden çok daha fazlasına dayanır, her şeye katlanır. İş sevgi duyurabilecek bir din icat etmekteydi: böylelikle kişi yaşamın fenalıklarının ötesine geçebilirdi -artık görmezdi bile onları.'' (Sayfa: 36)
*
''Decadence, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta güce ulaşmaya çalışan insan türü, bu rahipçe tür için yalnızca bir araçtır: bu insan türünün yaşamsal çıkarı, insanlığı hasta kılmaktı ve ''iyi'' ile ''kötü'', ''doğru'' ve ''yanlış'' kavramlarını, yaşam için tehlikeli ve dünyayı karalayıcı bir anlamda çevirmekte yatıyordu.'' (Sayfa: 38)
*
''İsrael tarihinin güçlü, son derece özgür nitelikli kişiliklerini, gereksinime göre, zavallı korkak ikiyüzlüler haline, ya da ''tanrısızlar'' haline sokmuşlar, her büyük olayın psikolojisini, budalaca ''tanrıya itaat ya da itaatsizlik'' formülüne indirgemişlerdir. Bir adım daha: ''Tanrının iradesi''nin, yani rahibin gücünün korunma koşullarının tanınması gerekir -bu amaç için de bir ''vahiy'' gereklidir. Çevirirsek: büyük bir yazınsal kalpazanlık gereklidir, bir ''Kutsal Kitap'' keşfedilecektir -bütün ruhani törensellikle uzun ''günah'' dönemi için pişmanlık günleri ve sefalet çığırtkanlığıyla da kamuya tanıtılacaktır bu ''Kitap'' -''Tanrının İradesi'' çoktan bellidir aslında: bütün bozukluk, insanların ''Kutsal Kitap''a yabancılaşmış olmasındandır.. Daha Musa'ya bile inmişti ''Tanrının İradesi''.. Ne olmuştu.? Rahip, kesinlikle, en küçük kılları kırka yararak, kendisine verilecek en büyük ve en küçük vergilere varasıya (en leziz et parçasını da unutmadan, çünkü rahip beefsteak (biftek) tıkınır), tek bir seferde formüle etmişti neyi elde etmek istediğini. ''Tanrının İradesi''nin ne olduğunu..'' (Sayfa: 41)
*
''..''tanrıyla barışmanın yolu'', bilindiği gibi, rahibe boyun eğmenin daha da temelden sağlanmasının yoludur: ancak rahip ''kurtarabilir''.. Psikolojik olarak hesaplanınca, rahipler çevresinde örgütlenmiş her toplumda, ''günahlar'' olmadan edilemez: onlar gücün sahici tutamaklarıdır; rahip günahlar sayesinde yaşar, ''günah işlenmesi'' bir gerekliliktir onun için.. Baş ilke: ''Kim ki nedamet getirir, Tanrı onu affeder.'' Çevirirsek: Kim ki rahibe boyun eğer.'' (Sayfa: 42)
*
''Peygamber, Messias, geleceğin yargıcı, ahlak hocası, mucizeler yaratıcısı, Vaftizci Yahya -hepsi bu tipi yanlış anlamanın yolları.. Sonunda da her büyük, yani tarikat kurucu yüceltmenin kendine özgünlüğünü de yabana atmayalım: böyle bir yüceltme, yücelttiği varlığın özgün ve çoğunlukla garip gelen yabancı çizgilerini, acayipliklerini silip yok eder -onun kendisini görmez. Ne yazık ki decadent'lerin bu en ilgincinin yakınında bir Dostoyevski yaşamamış; yani böylesine bir derinlik, hastalık ve çocukluk karışımının tam da en sürükleyicisinin çekiciliğini duyabilecek biri.'' (Sayfa: 47)
*
''Biliyoruz, vicdanımız biliyor bugün, rahiplerin ve Kilise'nin bu korkunç buluşlarının değerinin ne olduğunu, neye yaradıklarını, insanlığın iğrenç bir görünüm kazanabilmesine yol açan bu kendini aşağılama durumuna ulaşılmasını nasıl sağladıklarını - ''öte dünya'', ''yargı günü'', ''ruhun ölümsüzlüğü'' kavramları, ''ruh'' kavramının kendisi: bunlar rahibin egemen olmasına, egemen kalmasına yarayan işkence aletleridir, acımasızlık düzenekleridir.. Herkes biliyor bunları: ve gene de her şey eskisi gibi duruyor. Aslında son derece soğuk, kolay etkilenmeyen bir insan türü, ve sapına kadar eylem deccalleri olan devlet adamlarımız bile kendilerini Hıristiyan diye niteleyip Akşamyemeği ayinlerine giderken, son dürüstlük duygusu, kendi kendine saygı duygusu nereye gitti.?'' (Sayfa: 55)
*
''Nasıl da tek bir vuruşta sonu gelmişti Evangelium'un.! Suça karşılık kurban düşüncesi, hem de en iğrenç, en barbarca biçimiyle: suçlunun günahları için suçsuzun kurban edilmesi.!'' (Sayfa: 59)
*
''Bu küçük adamların kafalarına taktıklarından, Usta'larının ağzına soktuklarından bir-iki örnek veriyorum: hepsi de ''güzel ruhlar''ın itirafları: (Sayfa: 65)
*
''Doğrusu size derim: Burada duranlardan bazıları vardır ki, Allah'ın melekûtunun kudretle geldiğini görmeden, ölümü hiç tatmayacaktır.'' (Markos 9,1)
*
İyi yalan salladın, Aslan.'' (Sayfa: 66)
*
''Paulus ''dünya bilgeliğini'' rezil-rüsva etmek istemektedir: düşmanları, İskenderiye'de yetişmiş iyi filolog ve hekimlerdir -onlara savaş açar. Sahiden de kişi filolog ve hekim olup da aynı zamanda Deccal olmadan edemiyor. Çünkü filolog olarak ''kutsal kitaplar''ın ardına bakıyor, hekim olarak da tipik Hıristiyanın fizyolojik çarpıklığının ardına.. Hekim ''iflah olmaz'' diyor, filolog da ''düzenbazlık''..'' (Sayfa: 71)
*
''Yaşlı tanrı, tümüyle ''tin'', tümüyle yüce rahip, tümüyle yetkin, bahçesinde zevk-ü sefa gezisindedir: ama canı sıkılıyordur. Can sıkıntısıyla tanrılar bile baş edemez. Ne yapsın.? İnsan icat eder -insan eğlendiricidir.. Ama gelin görün ki bu kez de insanın canı sıkılmaya başlar. Tanrı bütün cennetlerin tek derdi konusunda son derece anlayışlıdır: hemen başka hayvanlar yaratır. Tanrının ilk hatası: İnsan için hayvanlar eğlendirici değildir -onlar üzerinde egemenlik kurar, kendisi ''hayvan'' olmaya yanaşmaz. -O zaman da tanrı kadını yaratır. Ve sahiden de, işte, artık can sıkıntısının sonu gelmiştir -ama başka şeylerin sonuyla birlikte.! Kadın, tanrının ikinci hatasıdır. -''Kadın, özü bakımından, yılandır; Heva'dır'' -bunu her rahip bilir, ''dünyadaki bütün belalar kadından gelir'' -bunu da bilir her rahip. ''Demek ki bilim de ondan gelir''.. İlkin kadından öğrenir insan, Bilgi Ağacı'nın meyvesinin tadını -Ne olmuştur.? Yaşlı tanrıyı bir cehennem korkusu sarar. İnsanın kendisi onun en büyük hatası olmuştur; kendine bir rakip yaratmıştır; bilim tanrısallaştırır -insan bilimsel hale gelince, rahiplerin ve tanrıların sonu gelir.!'' (Sayfa: 71-72)
*
''Suç ve ödek kavramı, bütün ''ahlaksal dünya düzeni'', bilime karşı icat edilmiştir..'' (Sayfa: 72)
*
''..''Doğruluk'', bu sözcüğün, her peygamberin, her mezhepçinin, her özgür tinlinin, her sosyalistin, her kilise adamının anladığı anlamıyla, küçük, en küçük bir doğrunun bulunması için bile gerekli tinsel yetişme ve kendini aşmanın daha başlangıcında olunmadığının tam bir kanıtıdır. -Şehit olarak ölmek, arada söyleyelim, tarih için büyük bir şanssızlık olmuştur: bu baştan çıkarmıştır.. Bütün ahmakların, bu arada kadınların ve halkın da çıkardığı sonuç; birisi onun uğruna öldü diye (ya da, hatta ilk Hıristiyanlıktaki gibi ölüme susamışlık salgınları yarattı diye) bir konunun öneminin ortaya çıktığı sonucu; bu sonuç, incelenmeye, inceleyici ve dikkatli tine, ölçülmez derecede ket vurmuştur. Şehitler doğruluğa zarar vermişlerdir.. Bugün bile, en sıradan tarikatçılığın saygın bir san elde etmesi için tek bir kaba kovuşturmaya uğraması yetiyor. -Ne yani.? Birisi onun için yaşamı terk ediyor diye, bir şeyin değerinde bir değişiklik mi meydana geliyor.? -Saygın hale gelmiş bir yanılgı, bir ek ayartıcı etki kazanmış bir yanılgıdır: sanıyor musunuz ki, siz Tanrıbilimci Efendiler, yalanlarınız için şehitler yaratmanıza izin vereceğiz.?'' (Sayfa: 79-80)
*
''Bugün bile kadınlar bir yanılgının önünde diz çöküyorlar, çünkü birisi onlara birisinin bunun için çarmıhta öldüğünü söylemiş. Ya peki çarmıh bir kanıtlama mıdır.?
- Bu konuda ise tek biri var, bütün bu konularda asıl sözü söyleyen, binlerce yıldır söylenmesi gerekli sözleri söyleyen: Zerdüşt.
*
Kanla işaretler yazarlar yürüdükleri yolda, ahmaklıkları da onlara öğretir ki, kişi kanla hakikati kanıtlar.
Oysa kan en kötü tanığıdır hakikatin; kan en saf öğretiyi bile zehirler, yürek çılgınlığına, yürek nefretine dönüştürür.
Ve birisi öğretisi için ateşin içinden geçse -neyi kanıtlar ki bu.? Çok daha önemlisi, kendi yangınından kendi öğretisinin çıkması.''
*
Zerdüşt gönderisi, ''Rahipler Üzerine'' adlı bölümden (II. Kısım, 4. Bölüm) (Sayfa: 80)
*
''Bir tin büyük şeyler istiyorsa, bunlara ulaşmanın yolunu da istiyorsa, zorunlu olarak kuşkucudur. Her türlü kanıdan bağımsız, güçlülüğe aittir, özgürce görebilmeye..'' (Sayfa: 80-81)
*
''Her inancın kendisi, bir kendisizleşme, bir kendine yabancılaşma ifadesidir..'' (Sayfa: 81)
*
''En yaygın yalan, kişinin kendi kendine söylediği yalandır, başkalarına yalan söylemek görece ender bir durumdur.'' (Sayfa: 82)
*
''..''Biz bu kanıdayız: bütün dünya önünde onu yükleniyoruz, onun için yaşıyor, onun için ölüyoruz -kanıları olan her şeye saygı.!'' -Buna benzer şeyleri Antisemitlerin* bile ağızlarından işittim. Tersine, Efendiler.! Bir Antisemit, bir ilkeden çıkarak yalan söylüyor diye hiç de daha saygın hale gelmez..'' (Sayfa: 83)
*
*Yahudi düşmanı Alman. Doruk noktasını Nazizmde bulacak olan ırk düşüncesine dayalı Alman milliyetçiliği ile Yahudi aleyhtarlığı, bu sıralarda (özellikle Wagner'in çevresinde) ''serpilmeye'' başlamıştı. Nietzsche bunlara başından beri şiddetle karşı çıkmıştır. (Sayfa: 125)
*
''Manu Yasalar Kitabı'ndan başka, kadına onca incelikli ve iyilikli şeylerin söylediği bir kitap bilmiyorum; bu yaşlı kırsakallılar ve kutsal kişiler, kadınlara karşı belki de aşılmamış nezakette bir davranış biçimine sahipler. Bir yerde şöyle deniyor: ''Kadın ağzı, kız göğsü, çocuk duası, kurban dumanı, bunlar her zaman temizdir.'' Bir başka yer: ''Güneşin ışığından, ineğin gölgesinden, havadan, sudan, ateşten ve bir kızın nefesinden daha temiz şey yoktur.'' Son bir yer (belki de kutsal bir yalan aynı zamanda): ''Gövdenin göbek üstündeki bütün delikleri temiz, bütün altındakiler de pistir. Yalnızca kızların bütün bedeni temizdir.''..'' (Sayfa: 85)
*
HIRİSTİYANLIĞA KARŞI YASA:
*
Madde Bir: Doğaya her türden aykırılık günahtır. En günahkâr insan, rahiptir: o, doğaya aykırılığı öğretir. Rahibe gösterilecek olan, nedenler değildir, tımarhanedir.
*
Madde Dört: Saffet vaaz etmek, doğaya aykırı olmaya kamusal bir kışkırtmadır. Cinsel yaşamın her horlanması, ''kirlilik'' kavramıyla her kirletilmesi, yaşamın kutsal ruhuna karşı işlenmiş sahici günahtır.
*
DECCAL (Sayfa: 101)
*
Çevirenin Notları (Oruç Aruoba):
*
''Alman dilinin bilinçli bir ustası olmaktan öte, Nietzsche, filolog olarak bildiği klasik diller yanında, hemen bütün Avrupa dillerini bilir ve bunlardan alınma deyimleme biçimlerini yazılarında bol bol kullanırdı. Bu tutum zamanında gelişmekte olan milliyetçi, ''saf Almancacı'' akımlara karşı bir tavır olduğu kadar (bir yerde, belki Almancadan çok Almanlara çatmak için, Zerdüşt'ü Fransızca yazmamış olmasından pişman olduğunu söyler), bu tavra bağlı, ''iyi Avrupalı'' olma ilkesi doğrultusunda, Avrupa kültürünü ''uluslara'' ayırmadan bir bütün olarak benimseme tavrını içerir. Örneğin, buradaki metinde Hıristiyanlığa uyguladığı ''ahlaklar'' çözümlemesinin en önemli iki kavramını (Almanca sözcükler bulabileceği halde) Fransızca sözcüklerle karşılar: ressentiment ve decadence. Aynı şekilde, metinleri Grekçe, Latince, İtalyanca vb deyimlerle doldurur -bir düşünceyi, bir kavramı, hangi dilde ''oturtabiliyorsa'', o dilde yazmaktan çekinmez.'' (Sayfa: 105)
*
Ey istemim benim, sen her zorluğun mucizesi, zorunluğum benim.! Koru beni bütün küçük yengilerden.!
Sen yazısı ruhumun, yazgı dediğim.! Sen içimdeki.! Üstümdeki.! Koru ve esirge beni bir büyük yazgı için.!
Ve son büyüklüğümüzü, istemim, esirge en sonuncun için -ki amansız olasın yengin içinde. Ah, kimler yenilmedi ki kendi yengilerine.!
Ah, kimlerin gözü kararmadı ki o esrik alacakaranlıkta.! Ah, kimlerin ayağı kaymadı ki ve unutmadı ki yengisinde -ayakta durmayı.!
- ki ben bir kez dolu ve olgun olayım büyük öğlede: dolu ve olgun, tıpkı eriyik maden gibi, şimşek yüklü bulut gibi, şişmiş meme gibi: -
- dolu ve olgun kendimle ve en gizli istemim için, okunu özleyen bir yay, yıldızını özleyen bir ok:
- bir yıldız, dolu ve olgun öğlesinde, eriyik, delik deşik kutsanmış yokedici güneş oklarıyla: - kendisi bir güneş ve amansız bir güneş sistemi, yengisinde yok etmeye hazır.!
- Ey istem.! her zorluğun dönüm noktası, sen benim zorunluğum.! Esirge beni bir büyük yengi için.! (Sayfa: 129)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...