24 Ekim 2022 Pazartesi

Thomas Nagel - Her Şey Ne Anlama Geliyor.? (Çeviren: Hakan Gündoğdu)

 

Arka Kapak: 

*

Belli başlı ilgi alanları siyaset felsefesi, ahlak felsefesi, hukuk, bilgi felsefesi ve zihin felsefesi olan Thomas Nagel’in (d. 1937) elinizdeki bu kitabı özgün olarak ilk defa Oxford Üniversitesi Yayınları tarafından yayımlanmış ve yirmi dile çevrilmiştir.
*
Her şeyden önce, kitap Sokrates’in “sorgulanmamış bir yaşam” dediği şeye karşı dikkate değer bir meydan okuma içeriyor ve felsefi sorgulamanın temel soruları üzerinde duruyor: Gerçekten hür iradeye sahip miyiz.? Niçin ahlaklı olmalıyız.? Nasıl adil olabiliriz.? Zihnimiz ile beynimiz arasındaki ilişki nedir.? Ölüm nedir.? Yaşamlarımızın bir önemi var mıdır.?
*
Sorgulayan zihinlere bir rehber olması bakımından ideal bir kitap olan Her Şey Ne Anlama Geliyor? okuyucuyu kendisi ve dünya hakkında düşünmeye teşvik ediyor. Üstelik, kitabın felsefi konularda “derinlik” ve “açıklık” gibi çoğu zaman birbiriyle uzlaşmaz görünen iki özelliği bir arada içermesi de okuyucuya kendi başına düşünme konusunda yardımcı oluyor.
*
Giriş:
*
''Felsefenin özü düşünen insan zihninin doğal olarak bir bilmece gibi karmaşık bulduğu belli, kaçınılmaz sorularda yatar; felsefeyi öğrenmenin en iyi yolu ise doğrudan bu sorular üzerine düşünmektir. Bir defa bunu yaptığınızda, aynı problemleri çözmeye uğraşmış başkalarının çalışmalarını değerlendirmek ve takdir etmek açısından artık eskisinden daha iyi bir konumda olursunuz.'' (Sayfa: 12)
*
Herhangi Bir Şeyi Nasıl Biliyoruz.?
*
''Rüyalar hakkında alışılagelen şekilde düşündüğümüzde biliriz ki, rüyalarında insanlar adam öldürmek için ellerinde elektrikli bir testere ile Kansas sokaklarında bir baştan öbürüne koşuyor olsalar bile, rüyalar aslında gerçek bir evde ve gerçek bir yatakta yatmakta olan insanların zihninde olup biter. Aynı zamanda biz normal rüyaların, uykusu esnasında rüya gören kişinin beyninde olup bitenlere bağlı olduğunu da varsayarız.
Fakat bütün tecrübeleriniz kendisi dışında bir dış dünyanın var olmadığı muazzam bir rüyaya benzeyemez mi.? Olup bitenin bu olmadığını nasıl bileceğiz.?'' (Sayfa: 16)
*
ZİHİN-BEDEN PROBLEMİ:
*
''İnsanların fiziksel madde dışında başka bir şeyden oluşmadığı ve zihinsel hallerinin beyinlerindeki fiziksel haller olduğu görüşüne fizikalizm (ya da kimi zaman materyalizm) denilir.'' (Sayfa: 36)
*
Hem ikicilikten hem de fizikalizmden farklı, olası bir başka görüş daha vardır. İkicilik, sizin bir beden ve ruhtan oluştuğunuz ve zihinsel yaşamınızın ruhunuzda cereyan ettiği görüşüdür. Fizikalizm de zihinsel yaşamınızın beyninizdeki fiziksel süreçlerden oluştuğu görüşüdür. Ancak bir diğer olasılık ise zihinsel yaşamınızın beyninizde cereyan etmesiyle birlikte yine de bütün tecrübelerin, hislerin, düşüncelerin ve arzuların beyninizdeki fiziksel süreçlerden ibaret olmamasıdır. Bunun anlamı, kafanızdaki milyarlarca sinir hücresinden oluşan gri yığının sadece fiziksel bir nesne olmadığıdır. O, birçok fiziksel özelliklere sahip olduğu gibi (nitekim kimyasal ve elektriksel aktivitenin muazzam nitelikleri beynin içinde cereyan eder), aynı zamanda kendi içinde işleyen zihinsel süreçlere de sahiptir.
Beynin bilincin mahalli olduğu, ama onun bilinçli hallerinin sadece fiziksel haller olmadığı şeklindeki bu görüşe ikili veçhe teorisi denilir.'' (Sayfa: 38)
*
KELİMELERİN ANLAMI:
*
''Bizler küçük, sonlu varlıklarız ama anlam kâğıt üzerindeki işaretlerin veya seslerin yardımıyla bütün dünyayı ve içindeki pek çok şeyi idrak etmemizi, hatta önceden var olmayan ve belki de (biz olmasaydık) asla var olmayacak olan şeyler icat etmemizi saplıyor. Problem, bunun nasıl mümkün olduğunu açıklamaktır: Söylediğimiz ya da yazdığımız bir şey, bu kitaptaki bütün kelimeler de dahil, herhangi bir şeye nasıl anlam veriyor.?'' (Sayfa: 47)
*
HÜR İRADE:
*
''Bir kişinin tecrübelerinin, arzularının ve bilgilerinin toplamı, kalıtsal özellikleri, sosyal koşullar ve karşı karşıya kaldığı seçimin mahiyeti, tüm bunlar daha bilemediğimiz diğer faktörlerle birlikte, kaçınılmaz koşullarda spesifik bir eylem meydana getirmek için bir araya gelirler.
Bu görüşe determinizm denir. Fikir, evrenin tüm yasalarını bilemeyeceğimiz ve ne olacağını tahmin etmek için onları kullanamayacağımızdır.'' (Sayfa: 52)
*
DOĞRU VE YANLIŞ:
*
''..eğer Tanrı varsa ve yanlış olanı yasaklıyorsa, bu hâlâ bir şeyleri yanlış kılan olgu değildir. Cinayetin bizatihi kendisi yanlıştır ve bu da (eğer yasaklarsa) Tanrı'nın onu yasaklamasının nedenidir. Tanrı -sağ çorabınızdan önce sol çorabınızı giymeniz gibi- herhangi bir şeyi basitçe onu yasaklayarak yanlış kılamaz.'' (Sayfa: 62)
*
''Büyük olasılıkla bugün yanlış olduğunu düşündüğünüz kölelik, marabalık, insan kurban etmek, ırk ayrımcılığı, dini ve politik özgürlüğün reddi, soya dayalı kast sistemleri gibi birçok şey geçmişte büyük kitlelerce ahlaki açıdan doğru olarak kabul edilmişti. Yine büyük olasılıkla şu an doğru olduğunu düşündüğünüz bazı şeyler gelecekteki toplumlarda yanlış olarak düşünülecektir. Ne olduğundan emin olamasak bile, yine de tüm bunlara ilişkin bir tek hakikat bulunduğuna inanmak mı, yoksa doğru ve yanlışın belirli bir zaman, yer ve sosyal tecrübeye bağlı olduğuna inanmak mı daha makuldür.?'' (Sayfa: 69-70)

19 Ekim 2022 Çarşamba

Gary Cox - Nasıl Filozof Olunur.? (Çeviren: Ergün Ahmet Akça)


Arka Kapak

*
Kimilerince hayatın büyük soruları kabul edilen felsefi sorular kafanızı mı karıştırıyor.? İçinden nasıl çıkacağınızı, hangi yöne gitmenin daha doğru bir seçim olacağı konusunda kararsızlık mı yaşıyorsunuz.? Nasıl Filozof Olunur.? filozofların yüzyıllardır sorup yanıtlamaya çalıştığı bu tür sorular için benzersiz bir rehber: bu kitap sizi bir filozof gibi düşünmeye sevk etmekle kalmıyor, bu soruların bazılarına yanıt bulmanızı sağlarken, bazılarının da aslında yanıtları olmadığını fark etmenizi sağlıyor. Bu doğrultuda, mizahi bir dili de bırakmadan, felsefi fikirleri Family Guy, Monty Python’s Flying Circus, The Matrix ve Red Dwarf gibi eserlerden alınan örneklerle açıklıyor.
Nasıl Filozof Olunur’un en önemli iddiası ise felsefe yapmayı öğrenmenin kendi hayatınız hakkında daha net ve dürüst düşünmenize yardımcı olacağını savunması.
*
Giriş:
*
''..felsefe ormanında kadim bir söz vardır: Felsefenin küçük bir tümseği olmak, cehaletin büyük bir hendeği olmaktan iyidir.'' (Sayfa: 13)
*
''Filozoflar için ölüme mahkûm olmaktan çok daha yakın bir tehdit vardır: Nihilizme düşmek. (..)
Hayatın toptan saçma olduğu yargısı umutsuzluğa yol açar mı.? Aslında bu nihilistik felsefi konuma toslayan birçok filozof bu mağlubiyetten büyük bir zafer çıkartmasını bilmiştir: Şayet hayat toptan saçmaysa ve kendinde bir anlama sahip değilse, o zaman her bir tekil hayatın anlamı, kişinin ona verdiği anlam olacaktır. Friedrich Nietzsche ve Jean Paul Sartre gibi varoluşçu filozoflarca savunulan bu anti- nihilistik konum, kişisel düzeyde hem olumlu hem de güçlendirici bir etkiye sahiptir. Bu bakış, baskıcı dinsel anlayışı yolumuzun üstünden kaldırarak insanı kendi kaderinin efendisi yapar.'' (Sayfa: 17)
*
''Felsefe, sırların en derinine ulaşmaya çalışır, cehalet mağarasının cinlerinden ve hayaletlerinden kurtulup aklın aydınlığına yürür.'' (Sayfa: 20)
*
Felsefe Nedir.?
*
''İnsan yaşamına dair hiçbir şey filozofların incelemesinden ve analizinden kaçamaz. Bilimin, matematiğin, politikanın, tarihin, eğitimin, psikolojinin, hukukun, duyguların, seksin ve hatta futbolun felsefesi vardır. Bu durumda herhalde şaşırmazsınız: Felsefenin de felsefesi vardır. Filozoflar kadim zamanlardan beri felsefenin ne olduğu hakkında da felsefe yapmışlardır.'' (Sayfa: 21)
*
''..''Felsefe'' sözcüğü ''sevgi'' anlamına gelen Yunanca philos ve Yunanca ''bilgelik'' anlamına gelen sophia sözcüklerinden türetilmiştir. Böylece düzanlamıyla, felsefe bilgelik sevgisi, filozof ise bilgelik sever anlamına gelir. Daha fazla uzatmadan felsefede nadir görülen bir kesinlikle şunu söyleyebiliriz: Şayet filozof olmak istiyorsanız, bilgi ve hakikati başka bir şeye araç olarak değil de kendileri uğruna arayan bir bilgelik sever olmalısınız. (..) Bir filozof, hakikati sırf kendisi için aramalı ve sırf kendi duygularına hitap ediyor diye bir şeye inanmaktan sakınmalıdır.'' (Sayfa: 27)
*
''Gerçek bir filozof mu olmak istiyorsunuz.? O zaman inançlarınıza ve görüşlerinize sağlam, yansız ve nesnel bir akıl yürütme yoluyla ulaşmış olmanız gerekir. Bu şekilde ulaşılan görüşler bulanık, işlenmemiş, öznel, hesabı verilemeyen görüşler olamaz. Şöyle bir bakın çevrenize. Bu işlenmemiş, akla dayanmayan dogmaların eleştiriler karşısında kendilerini sadece tehdit ve şiddetten başka bir şeyle savunamadıklarını hemen fark edeceksiniz.'' (Sayfa: 29-30)
*
''İyi bir filozof başkalarının söylediği şeylerdeki çelişkileri saptamakta usta olduğu kadar, kendi söylediklerinde de çelişki bulunmaması konusunda da titiz davranan kişidir.'' (Sayfa: 36)
*
''1970'lerde Peter Falk tarafından canlandırılan kirli ve buruşuk pardösülü Komiser Kolombo, Sokratik yöntem sanatında ustaydı. Kolombo şüpheliyi sorgularken aptal numarası yapardı. Başını kaşır, karısından bahseder, pardösüsünün ceplerini karıştırırdı. İyice rahatlayan şüpheli aşırı güven içinde serbestçe konuşmaya başlardı: ''Bu sefil dedektif ona ne yapabilirdi ki.? Standart sorularını soracak ve uydurduğu öyküyü dinledikten sonra onu bırakacaktı.'' Ama Komiser Kolombo tam kapıdan çıkmak üzereyken, ''Son bir şey daha var,'' diyerek dönerdi. İşte bu noktada Kolombo, şüphelinin öyküsündeki küçücük bir çelişkiye dikkat çekerdi. Ama şüpheli, bu çelişkiyi kapamak için çabaladıkça batardı. Şüpheli öfkelendikçe nezaketi elden bırakmayan komiser, öykünün saçmalığını göstererek adamın suçlu olduğunu kanıtlardı. Kolombo başka bakımlardan da Sokrates'e benzer. Ufak ve dağınıktır. İnsanlar onu aptal sanırlar ama o, zekâsıyla hepsini alt eder.'' (Sayfa: 37-38)
*
Felsefe ve İfade Özgürlüğü:
*
''Bazen işgüzar, kaba, siyaseten doğru liberaller de insanların özgürlüklerini en az faşistler kadar engelleyebiliyorlar.'' (Sayfa: 43)
*
Batı Felsefesinin Babası:
*
''..Platon doğru cevaplarıyla değil, doğru sorularıyla felsefeyi yaratıcı bir istikamete sevk etmiştir. Platon'un etkisi çok büyüktür. Bu nedenle ona ''felsefenin babası'' denmiştir. Alfred North Whitehead'e göre, ''bütün Batı felsefesi Platon'a düşülen dipnotlardan ibarettir.'' (Sayfa: 45-46)
*
Doğru Eylem Felsefesi:
*
''..''Kantçı etik'' ve ''deontolojik etik'' neredeyse eşanlamlı hale gelmiştir. Kant'ın ahlak teorisinin merkezinde kategorik buyruk denilen bir ilke bulunur. İlk bakışta bu, ''Kendine nasıl davranılmasını istiyorsan başkalarına öyle davran.!'' ilkesinin farklı bir biçimi gibi görünür. Ama daha kesin bir şekilde ifade etmek gerekirse, ilke, sizden yapmak istediğiniz şeyi yapmadan önce kendinize, ''Ya bunu herkes yapsaydı.?'' diye sormanızı ister. Eğer yapmak istediğin eylemi herkesin yapması bir imkânsızlık doğuruyorsa, o zaman ödevin, bu eylemi yapmamaktır.'' (Sayfa: 60)
*
Erdem Teorisi:
*
''Aristotales bir erekçiydi; doğadaki her şeyin bir telos'u, yani gerçekleştirmeye çalıştığı bir gayesi olduğunu düşünüyordu. Örneğin, bir meşe palamudunun telos'u kendi meşe palamutlarını veren iyi bir meşe ağacı haline gelmektir. Bir şeyin telos'unu başarması, onun kendini gerçekleştirmesi demektir. Aristotales'in erdem teorisi insanın kendini gerçekleştirmesi için gerekli olan erdemleri belirlemeye çalışır. Aristotales'in altın orta dediği kurala uyan bu erdemler insanın dolu, değerli, başarılı, doyurucu bir hayat yaşamasını, kısaca, insanın kendini gerçekleştirmesini sağlarlar.'' (Sayfa: 64)
*
''Aristotales'in altın orta kavramı Gautama Buddha'nın orta yol anlayışına benzer. Büyük kafalar, detaylarda anlaşamasalar da, benzer şekilde düşünürler. Altın ortayı bulmak için insan, yaklaşımlarında bir denge tutturmalı, ne ifrata ne tefrite kaçmalıdır. Buddha bir defasında şöyle demişti: ''Kişi bir müzik aleti gibidir. Yaşamı aletin ayarlanmasıdır. Eğer yaşam biçimi çok gevşek ya da çok gergin olursa, ayarsız bir yaşamı olur.''..'' (Sayfa: 65)


Filozof Olma - Birinci Safha
*
Her Şeyden Şüphelenme
*
Düzgün Felsefe Yapma:
*
''..gündelik yaşamınızda hiç sorgusuz sualsiz kabul ettiğiniz şeylerden şüphelenerek başlamalısınız. Bu küçük, özgül meselelerle uğraştıkça bir yandan felsefe yapma tekniğiniz gelişecek, diğer yandan da güveniniz artacak. Bu da en azından daha büyük felsefi sorunların anlamına dair bir görüş geliştirmenizi sağlayacak.'' (Sayfa: 75)
*
''Nietzsche'nin dediği gibi: ''Bir düşünür olmak - her günün en az üçte birini tutkular, insanlar ve kitaplar olmadan geçirmiyorsa, biri nasıl düşünür olabilir ki.?'' Nietzsche'nin çok iyi bildiği ama bahsetmediği bir şey daha var. Düşünürken not almak çok yararlıdır. Eski bir hocamın söylediği gibi: ''Yazmak, düşünmektir.'' (Sayfa: 79)
*
''Morpheus Neo'ya durumun gerçekliğini olduğu gibi gösterecek kırmızı hap ile Matrix'in sanal dünyasını sorgusuzca kabul etmesini sağlayacak mavi hap seçeneklerini sunarken şöyle der: ''Unutma, sana vaat ettiğim tek şey gerçek, daha fazlası değil.'' İşte, felsefe yapmak, kırmızı hapı seçmek gibidir.'' (Sayfa: 87-88)
*
Modern Felsefenin Babası:


''Descartes özellikle matematik ve geometride iyiydi, felsefeden önce adını bu alanlarda duyurmuştu. Birçok filozof gibi o da felsefe ve matematiğin birbiriyle yakından bağlantılı olduğunu düşünüyordu. Matematik, Descartes gibi rasyonalist filozofların, duyularımız yoluyla karşılaştığımız kusurlu, deneysel dünyadan daha gerçek olduklarını düşündükleri yüksek bir kesinlik dünyasını açığa çıkartır ya da açığa çıkarır gibi görünür. Descartes'a bugün bile bir matematikçi olarak saygı duyulmakta; teorileri hâlâ dünyanın her yerindeki okullarda öğretilmektedir.'' (Sayfa: 102-103)
*
''Meditasyonlar üzerine çalışırken çilekeş öğrencilerime dediğim gibi: ''Bu kitap Descartes hakkında değildir. Her birimiz şüphelenen, kesinliği arayan, felsefe yapan bir Destartes'ız.'' Aslında gerçekte bunları tam olarak hiç söylemedim. Ama hep söylemek istedim. Şimdi, elimi Meditasyonlar'a vurarak söylüyorum işte: ''Görmüyor musunuz, hepimiz Descartes'ız.''..'' (Sayfa: 107)
*
Descartes ve Şüphe Yöntemi:
*
''Descartes Meditasyonlar'a şu ünlü sözleriyle başlar: ''Hayatımın ilk yıllarından itibaren birçok yanlış kanıyı doğru kabul etmiş olduğumun ve o zamandan beri bu derece güvenilmez ilkeler üzerine kurduğum her şeyin de, pek kuşkulu ve kesinlikten uzak olduğunun farkına bugün varıyor değilim.'' (Sayfa: 107)
*
''Descartes rasyonalist ve şüpheci bir filozof olarak tanınmasının yanı sıra temelselci (foundationalist) olarak da bilinir. Bir filozof olarak projesi, şüphe güllesini kullanarak köhnemiş, harap olmuş, kesinlikten uzak bilgi yapısını yıkmaktır; bu yıkım sürecinin sonunda sağlam bir zemin bulacağını ummaktadır; bu sağlam zemine dayanarak o ve başkaları kesinliğin yeni, aydınlık gökdelenini kurmaya başlayacaktır.'' (Sayfa: 109)
*
''Kadim Yunan filozoflarına kadar uzanan filozoflar zincirinde yer alan birçok filozof gibi Descartes'ın da ilk şüphelendiği şey duyuların güvenilirliğidir -görme, tatma, dokunma, koklama ve işitme yetileri. Kendi sözleriyle: ''Şimdiye dek en doğru ve güvenilir olarak ne öğrendimse, duyulardan veya duyular yoluyla öğrenmiş, ama zaman zaman bu duyuların aldatıcı olduğunu da yaşayarak görmüşümdür; oysa bizi bir kez bile olsun yanıltmış şeylere asla güvenmemek sakınganlık gereğidir.''..'' (Sayfa: 110)
*
Filozof Olma - İkinci Safha: Ağaç Sorusu

Family Guy, Animasyon, Dizi

''Doğayla konuşabilmesinin şokundan çabucak kurtulan Peter ağaca ölümsüz popüler felsefi soruyu sorma fırsatını kaçırmaz: ''Hey ağaç. Aranızdan biri devrilse ve etrafta da hiç kimse olmasa, ses çıkarır mısınız.?''..'' (Sayfa: 134-135)


David Hume ve Mantıkçı Pozitivizm:
*
''Hume'a göre, zihin doğuştan boş bir levhadır, deneyci önceli Locke'un deyişiyle bir tabula rasa'dır. Bu boş levhaya yazılan tüm bilgi, duyular deneyimler aracılığıyla gelir. Hume bilebileceğimiz iki türlü bilgi olduğunu öne sürer - idea (fikir) bağıntıları ve olgu durumları.'' (Sayfa: 145)
*
''Hume'un anlamlı önermelerini idea bağıntıları ve olgu durumları olarak ikiye ayırması ''Hume Çatalı'' olarak bilinir. Bu ne yemek çatalları gibi dört dişli, ne de şeytanın yabası gibi üç dişlidir. Hume'un çatalı iki dişli et kesme çatalıdır. Eğer bir önerme onun düşlerinden birine takılmazsa, o zaman dosdoğru anlamsızlık çöp tenekesini boylar, çünkü iddia edilen bir şeyin doğruluğunu ya da yanlışlığını belirlemenin başka bir yolu yoktur.'' (Sayfa: 148)
*
Ses, Ses Bilincidir:
*
''..''Herhangi biri tarafından algılanmayan bir dünya nasıldır.? Bu dünya deneyimlendiği zaman olduğuyla aynı mıdır, yoksa ondan kökten farklı mıdır.?'' Bu soruyla ilgilenen felsefe dalı tuhaf bir isme sahiptir: Transandaltal İdealizm.'' (Sayfa: 154)


Kant ve Transandantal İdealizm:
*
''Pirsing'in sözleriyle: ''Kant zihnin içinde ve zihnin dışında olanla ilgili düşüncenin bu büyük karlı dağına tırmanırken daima yöntemli, direşken, düzenli ve titizdir.''
Kant şu üç şeyle ünlüdür: (1) Memleketi Alman Doğu Prusya'nın liman kenti Konisberg'in (şimdiki Litvanya ile Polonya arasına sıkışmış, Almanca konuşan, Rusya'ya bağlı bir vilayet) 30 mil uzağından öteye hiç gitmemesiyle (2) David Hume'un İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme adlı eserini okumaya daldığı gün dışında, her öğleden sonra hep aynı saatte yaptığı yürüyüşleriyle ve (3) felsefeyi yeniden tanımlayan bir dizi temel eleştiri yazmasıyla. Bu eleştirilerin ilki ve en önemlisi, Kant'ın felsefesi tranasandantal idealizmini ortaya koyduğu Saf Aklın Eleştirisidir (1781).'' (Sayfa: 155-156)


Sartre: Farklılaşmış ve Farklılaşmamış Varlık:
*
''Sartre'a göre, tek diğer varlık türü varlık-olmayan veya hiçliktir. Varlık-olmayan, gerçekte kendinde-varlıktan ayrı değildir; sadece kendinde-varlıkla münasebeti içinde var olur. Tuhaf ama kendinde-varlığın yadsınması, kendinde-varlığın bir eksikliği, kendinde-varlığın olumsuzlanması olarak var olur. Bir aynadaki yansıma bütün varlığını, yansıttığı şeye borçludur. Bu yüzden Sartre bazen ona ödünç alınmış varlık da der.'' (Sayfa: 162)


Felsefeyle Hayatınızı Kazanmak:
*
''..felsefe lisans diploması her türden meslek için mükemmel bir pasaporttur. Felsefe bölümünde okumak, insana birçok alanda kullanabileceği beceriler kazandırır. Eğitimli felsefeciler, tüm bilginin temel ilkelerini anladıkları için, meseleleri çok hızlı ve derinden kavrarlar. Felsefeci olmayanlarda bulunmayan sorgulama, çözümleme, araştırma ve kavramlaştırma yetenekleriyle hem iyi sorun çözücü hem de yenilikçidirler. Birçok alanda başarılı olmanın temel koşulları olan tutarlı akıl yürütme, yazma ve konuşma yeteneklerine sahiptirler. Yapılan araştırmalar, felsefe lisans programından mezun olan öğrencilerin çok farklı alanlardaki meslek kurslarını bitirdiklerinde alanın uzmanları kadar başarılı olduklarını göstermektedir.
Araştırmaların ortaya çıkarttığı bir başka konu da felsefe öğrencilerinin mezun olduktan sonra meslek seçmekte daha yavaş davrandıklarıdır. Ancak, çalışacakları alanı bir kez seçtiklerinde genellikle alanın en başarılı ve en yaratıcıları arasında yer almaktadırlar. Üniversite öğrencilerinin mezun olduktan üç ay sonraki mesleki durumlarına bakıldığında, felsefe mezunları listenin sonunda yer almaktadır. Ancak, bunun en önemli nedeni, felsefe mezunlarının geleneksel çalışma alanlarının dışına yönelmek istemeleri ve yaratıcılıklarını sergileyebilecekleri alanları bulmak için uygun fırsatların çıkmasını beklemeleridir.'' (Sayfa: 170-171)

17 Ekim 2022 Pazartesi

Arthur Schopenhauer - Aşkın Metafiziği (Çeviren: Selahattin Hilav)


Arka Kapak

*
“..hayatın gürültü patırtısına göz atacak olursak, bütün insanların, yaşamanın ge­rekleri ve zavallılıkları ile uğraştıklarını, bütün güçleriyle bu yaşamanın bitmek tükenmek bilmeyen gereksinimlerini gidermeye ve çeşitli acılarını uzaklaştırmaya çalıştıklarını ve buna karşılık, bu acı çeken varlığı daha bir süre devam ettirmekten başka bir şeyi ummaya bile kalkışmadıklarını görürüz. Bununla birlikte, bu gürültü patırtının içinde âşıkların, istek dolu bakışlarla birbirlerini süzdüklerini de görürüz. Peki, bu bakışlar niçin gizli, ürkek ve kaçamaktır.? Çünkü âşıklar, bütün bu yoksun­luğu ve düşkünlüğü sürdürmek isteyen hainlerdir; onlar olmasa, yoksunluk ve düş­künlük sona erer. Âşıkların boşa çıkarmak istediği, tıpkı kendilerinden öncekilerin çıkardığı bu sona eriştir işte.!”
*
Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği’nde sevgi ve aşkın oluşumunu, insan ilişkile­ri içindeki görünürlüğünü ve işlevlerini kendi özgün felsefesi içinde inceliyor. Aşkın Metafiziği’ne Schopenhauer’ın seçme metinleri ve kitabın çevirmeni Selahattin Hilav’ın Schopenhauer’ın felsefesine dair incelikli değerlendirmesi eşlik ediyor.
*
Yaşamöyküsü ve Yapıtları:
*
''Schopenhauer yaradılıştan kötümserdir; yaşamın anlamsızlığı, boşunalığı, insan varoluşunun acılı yanı, sürekli olarak kendini duyurur ona. Bu deneyimi irdelemek, ona ilişkin apaçık bir görüş ortaya koymak Schopenhauer'ın temel çabasıdır. Benliğinde duyduğu şeyi, yani sürekli doyum vermeyen her isteği, sevilen ve istenen her yeni şeyin elde edilmesi için harcanan çabayı, evrenin tümünü kapsayan, onun özünde bulunan bir gerçek olarak görür. Kötümserliği, kendi yaşamının güç olmasından, başına tatsız olayalar gelmesinden kaynaklanmaz. Kendisinin de belirttiği gibi, insanların en talihlileri arasında yer alan bir kimsedir Schopenhauer. Yaşamak için, istemediği bir işi yapmak zorunda kalmamıştır. Bu özgürlüğü de babasına, Danzig'li zengin tüccar Heinrich Floris Schopenhauer'a borçludur.'' (Sayfa: 10)
*
AHLAK FELSEFESİ:
*
''İsteğin doyuma ulaştırılması ve sona ermesi ise mutluluktur. Ama mutluluğa ulaşılabilir mi.? Schopenhauer, bu soruya olumsuz cevap veriyor. Çünkü irade yöneldiği amaçlara ulaşmış olsaydı, tam bir hareketsizlik haline girecek; dürtü, içtepi, istek ortadan kalkacak ve böylece irade, yaşama-iradesi olarak ortadan silinip gidecekti. Demek ki doyuma ulaşmanın olanaksızlığının, yaşama-iradesinin doğasında ve özünde bulunması gerekir. Schopenhauer'ın kötümserliği, işte bu temele dayanır.'' (Sayfa: 25)
*
Aşkın Metafiziği Çevirisi ve
Schopenhauer'ın Felsefesi, Yazko Yay, 1983
*
Aşkın Metafiziği:
*
''Doğrudan başka hiçbir şey güzel değildir; yalnız doğrudur sevilmeye değer.''
*
BOILEAU (Sayfa: 29)
*
''Görüşüm, temel bakımından, metafizik ve geniş kapsamlı olsa bile, onlara, gereğinden fazla maddesel ve tensel görünecektir. Ama biz yine de, ''şiirler ve türküler yazarak güzelliğini bugün övdükleri kimseler, on sekiz yaş daha büyük olsalardı acaba o zaman başlarını çevirip bakarlar mıydı.? diye sorarak düşünelim biraz.
Gerçekte de, en incelmiş ve yücelmiş bir aşk bile, kaynağını yalnız ve yalnız cinsel içtepide bulur.'' (Sayfa: 31)
*
''..günümüzün kuşaklarının bütün aşk serüvenleri, insanlığın tümü için, ciddi bir ''İçinden sayısız kuşağın çıkacağı, gelecek kuşağın kuruluşu üzerine düşünme''dir. Bireyin başına gelecek iyiliğin ya da kötülüğün pek önem taşımadığı ve aslında, gelecek insan türünün varlığının ve özel yapısının söz konusu olduğu ve bu bakımdan bireysel iradelerin kendilerinde olmayan bir gücü edinerek türün iradesi gibi ortaya çıktıkları bir durum, binlerce yıldan beri, şairlerin bıkıp usanmadan sayısız örneklerde dile getirdikleri gönül serüvenlerinin yüce ve iç burkucu yanının kaynağıdır. Çünkü hiçbir tema (ana konu), bu tema kadar ilgi çekici değildir.'' (Sayfa: 32-33)
*
''..tutku ne kadar bireyselleşmişse, şiddeti o kadar artmıştır. Yani, sevilen bir kimse, vücudu ve manevi nitelikleri bakımından, âşığının isteğine ve âşığının bireyselliğinin doğurduğu gereksinimlere ne kadar uygunsa, bu duygu da o kadar şiddetli olur.'' (Sayfa: 36)
*
''Kaba, kuvvetli ve budala erkeklerle; yumuşak, duygulu, ince düşünceli ve kültürlü kadınların evlendiklerini ya da kocanın bir dâhi olduğu halde, kadının bir kuş beyinli olduğunu sık sık görürüz.'' (..) ''Bir kadının, sırf kafası ve kültürü yüzünden bir erkeğe âşık olduğunu söylemesi, saçma ve beyhude bir iddiadır; ya da yozlaşmış bir mizacın sonucudur.'' (Sayfa: 45) 🤪
*

''Ten rengi ile ilintili cinsel düşünce ve değerlendirmeler de besbelli ve kesindir. Sarışınlar, kara yağız ya da esmer kimseleri beğenirler. Ama sonuncuların birincileri her zaman beğendiğini görmüyoruz. Bunun nedeni, açık renk saçın ve mavi gözün, tıpkı beyaz fareler ya da kır atlar gibi, gerçek tipin değişik bir örneği, hatta bir çeşit anormallik olmasıdır. Bu tipler, dünyanın hiçbir yerinde ve hatta kutupların yakınında bile yerli halk olarak görülmüyor. Yalnız, Avrupa'da böyle olduklarını ve ana yurtlarının İskandinavya olduğunu açıkça biliyoruz. Bu arada, derinin beyaz renkli olmasının insanlar için doğal bir şey sayılmayacağını da belirtmek isterim. İnsanın doğal rengi, atalarımız Hintlilerin derisi gibi kara ya da kahverengidir. Bu bakımdan, beyaz renkli bir adamın, doğanın içinden doğrudan doğruya hiçbir zaman çıkmamış olduğunu ve beyaz ırk diye bir şeyden söz etmenin de anlam taşımadığını unutmamalıyız. Beyaz insan dediğimiz şey, asıl rengini atmış ve ağarmış bir insandır. İçinde sadece bir egzotik bitki gibi yaşayabildiği ve bundan ötürü kışın sıcak bir yer bulmak zorunda kaldığı şu yabancı dünyaya sürülmüş olan insan, binlerce yıl sonra beyazlaşmıştır. Dört yüz yıl kadar önce göç etmiş bir Hint ırkı olan Çingeneler, Hintlilerin ten renginden, bizim ten rengimize nasıl geçilmiş olduğunu açıkça göstermektedir. Bundan ötürü doğa, cinsel aşk aracılığı ile, o ilk tipe, yani siyah saça ve kahverengi göze dönmek ister.'' (Sayfa: 48-49)
*
''..en yüce bir tutkuda bile, asıl göz önünde tutulan amacın, sevilen insanı elde etmek olduğu; bu tutkunun da başka tutkuların da, giderildikleri ve doygunluğa eriştikleri zaman ortadan kalkmalarıyla açıkça belli olmaktadır.'' (Sayfa: 52)
*
''Kendinde ölçü de düzen de bulunmayan şeyi, akılla yönetemezsin.'' (Sayfa: 61)
*
SCHOPENHAUER'DAN SEÇMELER
*
HAYATIN ACILARI:
*
''Kimi zaman saçma önyargılar, kimi zaman da sinsi bir politika insanları savaşa sürüklüyor; birkaç kişini aklına eseni gerçekleştirmek ya da hatasını tamir etmek için kitlelerin kurban edildiği görülüyor.'' (Sayfa: 69)
*
Şu dünyayı Tanrı yarattıysa, onun yerinde olmak istemem doğrusu. Çünkü, dünyanın sefaleti yüreğimi parçalar.
Yaratıcı bir ruh düşünülürse, yarattığı şeyi ona göstererek ona şöyle bağırmak hakkımızdır: ''Bunca mutsuzluğu ve boğuntuyu ortaya çıkarmak uğruna, hiçliğin sessizliğini ve kıpırdamazlığını bozmaya nasıl kalkıştın.?'' (Sayfa: 70)
*
SANAT:
*
''..hiçbir sanat, dünyanın gerçek özünü, müzik gibi dolaysız ve derin bir biçimde dile getiremez. Güzel ve yüce melodiler duymak, ruhu yıkamak gibidir; insanı bütün pisliklerden, bütün zavallılıklardan ve bayağılıklardan arıtır.'' (Sayfa: 76)
*
Ahlâk:
*
''Hayvanlara karşı duyulan acıma, karakterin iyiliği ile öylesine ilintilidir ki, hayvanlara kötü muamele eden bir kimsenin iyi bir insan olduğu görülmemiştir.'' (Sayfa: 78)

15 Ekim 2022 Cumartesi

Arthur Schopenhauer - Mutlu Olma Sanatı (Çeviren: Şebnem Sunar)



Arka Kapak * Mutlu olmak, mutlu yaşamak mümkün müdür.? * Schopenhauer’in radikal kötümserliği, onun felsefesini mutluluk düşüncesiyle bağdaştırma girişimlerini daha doğmadan boğar. Schopenhauer’e göre yaratıkların en mutsuzu insandır ve her türlü oluşun kaynağı olan irade, dünyadaki bütün kötülüklerin çıkış noktasıdır. Dünya kötü bir yerdir ve kötülüğünün en belirleyici yönü, acı ve mutsuzluğun her yerde hazır ve nazır oluşudur. * Mutlu Olma Sanatı, iyimser dünya görüşüne karşı çıkan ve yaşadığımız dünyayı olası dünyaların en kötüsü sayan Schopenhauer’den umulmadık bir kılavuz. Adını felsefe tarihine kötümser olarak yazdıran filozofun bu küçük kitabı, mutluluğa ulaşma çabası olarak hayata dair pratik bir felsefeyi de olanaklı kılıyor.
*
''..eudemonia, büyük bir feragatte bulunmadan ve kendini zapt etmeden, amaçları için olası araçları gözetmekten başka bir şey yapmayan, diğerleri olmadan, nasıl olabildiğince mutlu yaşanabileceğini öğretir.'' (..) ''En başta pozitif ve kusursuz bir mutluluğun imkânsız olduğu önermesi yer alır; oysa sadece nispeten daha az acı çekilen bir durum beklenmelidir.'' (Sayfa: 9-10)
*
DİPNOT: ''EUDEMONOLOJİ'': Mutluluk. Erdemlere, anlamlı ve amaçlı bir hayat sürmeye dayalı mutlak mutluluk öğretisi. (Sayfa: 9)
*
''(En iyisini doğa yapar. Yine de bize bağlı olan şeyler vardır.)'' (Sayfa: 11)
*
HAYAT KURALI NO. 1:
*
''Aklı başında kişi hoş olanın değil, acı vermeyenin peşindedir.''
*
Aristotales (Sayfa: 12)
*
Hayat Kuralı No. 2:
*
''..''Başkasının mutlu olması seni rahatsız ediyorsa, asla mutlu olamazsın.'' (Seneca)
*
Hiçbir şey kıskançlık kadar uzlaşmasız ve acımasız değildir. Yine de kıskançlık uyandırmak için durmaksızın çaba harcarız.!'' (Sayfa: 12)
*
HAYAT KURALI NO. 3:
*
''..insan hep aynı olsa da her zaman kendini anlamaz. tam tersine asıl özfarkındalığını kısmen edininceye kadar kendini sıklıkla yanlış anlar. Salt doğal dürtü olarak amprik karakter kendinde akıl dışıdır. Hatta kendini ifade edişi akılla ayrıca kesintiye uğratılır; dahası, insan ne kadar dirayet ve düşünce gücü sahibiyse o denli sık kesintiye uğratılır.'' (Sayfa: 13)
*
''Dünya üzerindeki fiziki yolumuzun yüzey değil de her zaman sadece düz bir çizgi olmasından ötürü, Bir Şey'i tutup ona sahip olmak istediğimizde hayatta sayısız başka şeyden feragat ederek bunların sağından solundan geçip gitmek zorunda kalırız. Karar veremez de yanlarından geçip giderken bizi cezbeden her şeye, panayıra gelen çocuklar gibi el atarsak, o zaman bu tersine bir çaba, yani yol çizgimizi yüzeye dönüştürme çabası olur. Bundan sonra zikzaklar çizeriz, oradan oraya amaçsızca koşturup dururuz ve hiçbir şeye ulaşamayız.'' (..) ''..salt isteme ve yapabilme kendi içinde henüz yeterli değildir, aynı zamanda insan ne istediğini bilmelidir ve ne yapabileceğini bilmelidir. Ancak bu şekilde karakter gösterebilir ve ancak o zaman doğru bir şey yapabilir.'' (Sayfa: 14)
*
''..nasıl ki balıklar suda, kuşlar havada, köstebek toprağın altında rahatsa, her insan da sadece kendine uygun atmosferde rahat eder (..) Tüm bunlara ilişkin yeterince içgörü sahibi olmadığından bazısı çeşitli başarısız denemelerde bulunacak, kendi karakteriyle bilhassa mücadele edecek ama sonunda yine ona boyun eğecektir. Kendi doğasına karşı güçlükle elde ettiği şeyse ona zevk vermeyecektir; bu şekilde kazandığı edinim ölü olacak, hatta etik bakımdan saf, dolaysız bir güdüden değil bir kavramdan, dogmadan kaynaklanan, kendi karakterine göre fazla asil kaçan eylem, peşi sıra bencilce bir pişmanlıkla onun gözünde bile bütün değerini yitirecektir.
*
''İsteme, öğrenilmez'' (Epistuloe od Lucilium)'' (Sayfa: 15)
*
''..gerçekte insanın kendi güçlerini kullanmasından ve hissetmesinden başka hiçbir zevk yoktur ve en büyük acı, insanın güce ihtiyaç duyduğunda yokluğunu hissetmesidir.'' (..) ''Başkalarının niteliklerini ve özelliklerini taklit etmek, başkalarının kıyafetlerini giymekten çok daha onur kırıcıdır.''(Sayfa: 17)
*
HAYAT KURALI NO. 5:
*
Ölçüsüz sevinç ve acı üzerine..
*
''İnsan şeyleri her zaman bütün olarak ve kendi bağlamlarında net bir şekilde görmeye cesaret edebilseydi ve onlara görmeyi arzu ettiği renkleri atfetmekten kararlı bir şekilde sakınabilseydi sonuç olarak ikisinden de kaçınabilirdi. Stoacı etik esas duygu durumunu her türlü kuruntudan ve sonuçlarından kurtarmanın ve bunun yerine ona sarsılmaz bir itidal kazandırmanın peşindedir. Horatius'un ünlü odu bu içgörüyle doludur;
*
''Zor zamanlarda itidalini korumayı, güzel anlarda da aşırı sevincini dizginlemeyi hatırla.''
*
Horatius, Carmina (Odlar)'' (Sayfa: 24-25)
*
HAYAT KURALI NO. 10:
*
''Her şeye boyun eğdirmek istiyorsan, akla boyun eğ, der Seneca'' (Sayfa: 27)
*
HAYAT KURALI NO. 11:
*
Bir talihsizlik gerçekleşip de elimizden bir şey gelmediğinde, her şeyin başka türlü olabileceği fikriyle kendimizi şımartmayız: Tıpkı Kral Davud tutsak filler gibi. Aksi taktirde insan ''Kendi kendinin işkencesi (Terentius)'' olur. Fakat bunun tersi, kendimizi terbiye etmek suretiyle bir başka sefere bizi daha temkinli kılma faydası sağlar.'' (Sayfa: 27)
*
HAYAT KURALI NO. 14:
*
''Bazıları (gamsızlar) fazlasıyla mevcut anda, bazıları da (korkaklar ve tedirginler) fazlasıyla gelecekte yaşarlar; ölçüyü tutturanlar nadirdir.'' (Sayfa: 29)
*
HAYAT KURALI NO. 21:
*
''Çoğu talihsizlik, iyimserlikle desteklenen cehaletten kaynaklanır.''
(Sayfa: 37)
*
HAYAT KURALI NO. 22:
*
''Hayat zar atmaya benzer: Zar ihtiyaç duyduğun şekilde düşmezse, rastlantının sunduğunu sanat düzenlemek zorunda kalır.'' (Terentius) (Sayfa: 38)
*
HAYAT KURALI NO. 31:
*
''Sağlık olduğunda her şey bir zevk kaynağıdır. Bu nedenle sağlıklı bir dilenci, hasta bir kraldan daha mutludur.'' (Sayfa: 44)
*
HAYAT KURALI NO. 35:
*
''Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.''
*
Juvenal, Satryae (Yergiler) (Sayfa: 46)
*
HAYAT KURALI NO. 40:
*
''..''En büyük mutluluk, kişiliktir.''
*
Goethe (Doğu-Batı Divanı)
*
İnsan her konuda esas olarak yalnızca kendisinden zevk alır: Benlik pek uygun değilse bütün zevkler safra tadı yayılmış bir ağızdaki lezzetli şaraplar gibidir.'' (Sayfa: 50)
*
HAYAT KURALI NO. 42:
*
''Saksonya krallarına ait olan ve Moritzburg av şatosunda bulunan 17. yüzyıldan kalma bir ziyaretçi defterine bir asilzade şöyle yazmıştır:
*
''Gerçek aşk
Dayanıklı dostluk
Geri kalan her şey cehenneme.'' (Sayfa: 51)
*
HAYAT KURALI NO. 45:
*
''..ahmak her zaman ahmaktır ve ruhsuz bir hödük sonsuza dek ruhsuz bir hödük olarak kalır, isterse cennette çevresini huriler sarsın. ''En büyük mutluluk, kişiliktir.'' (West-Östlicher Divan)'' (Sayfa: 53)

8 Ekim 2022 Cumartesi

Toni Morrison - Sevgili (İngilizceden Çeviren: Güner Fansa)


Arka Kapak

*
Toni Morrison'ın yazarlık çizgisini izleyenler 1993 Nobel Edebiyat Ödülü'nün günümüz Amerikan edebiyatının bu seçkin temsilcisine verilmesine şaşırmadılar. ''Sevgili'', yayınlarımız arasında daha önce ''Süleyman'ın Şarkısı'' adlı yapıtı yayınlanan Toni Morrison'ın 1988'de yayınlanan ve yazara ''Pulitzer'' ödülünü kazandıran romanıdır. Bebeğini kölelikten kurtarmak için onu öldüren bir zenci annenin acılı yaşamının öyküsü olan bu roman yayınlandığı dönemde bütün Amerika'yı sözcüğün tam anlamıyla sarsmış, alışılmamış ölçüde büyük tirajlara ulaşmıştı. Henüz Nobel Edebiyat Ödülü'nü almadan önce de hakkında yapılan değerlendirmelerde, ''Morrison bir yıldız, hatta şimdiden efsane haline geldi'' denilmekteydi.. ''Sevgili'yi okurlarımıza kıvançla sunuyoruz.
*
''Kavmim olmayana kavmim,
sevgili olmayana sevgili, diyeceğim.''
*
(İncil, Romalılara mektup, 9.25) (Sayfa: 7)
*
BİRİNCİ BÖLÜM:
*
''Ölmüş zencilerin kederleriyle çatısına kadar dolu olmayan bir ev var mıdır dünyada.?'' (Sayfa: 13)
*
''Kendimi ne kadar kötü hissedersem, o kadar iyi görünüyorum.'' (Sayfa: 15)
*
''Ocakta yemek pişirirken giysisini beline kadar indirmişti. Nasıl oluyor da hâlâ yarı giyiniktiler.! Belki de Bebe Suggs'ın her zaman dediği gibi erkek erkekti. Önce ağırlığını ellerine bırakman için yüreklendirirler, sen tam kendini hafiflemiş ve rahatlamış hissederken yara bereni inceler, dertlerini deşerler; sonra Paul D'nin yaptığı gibi, çocuklarını dışlar ve evini darmadağın ederlerdi.'' (Sayfa: 28-29)
*
''Bebe Suggs, ''Erkek erkektir,'' derdi. ''Ama erkek evlat.. İşte o özel biridir.''..'' (Sayfa: 29)
(..) Bebe'nin ve Sethe'nin yaşamı boyunca beyazlar, kadınlar ve erkeklerle dama taşı gibi oynamışlardı. Bebe Suggs'ın tanıdığı ya da sevdiği herkes kaçmamış ya da asılmamışsa, ya bir yere kiralanmış, ya ödünç verilmiş, satın alınmış, ipoteklenmiş, çalınmış ya da kaçıp yakalanmıştı. Bu yüzden Bebe'nin sekiz çocuğunun altı değişik babası vardı. Dama taşı gibi insanlarla oynamanın çocuklarını da kapsadığını öğrendiği zaman geçirdiği şoktan sonra yaşamı iğrenç bulmaya başladı.'' (Sayfa: 29-30)
*
''Evi bir bina olarak değil de hep insan gibi görmüştü. Ağlayan, iç geçiren, titreyen, kızıp bağıran bir kişi gibi.'' (Sayfa: 35)
*
''Zaman hakkında konuşuyordum. İnanması o kadar zor ki. Bazı şeyler geçip gidiyor, bazıları kalıyor. Önceleri belleğin bir oyunu sanırdım. Yani bazı şeyleri unutup bazılarını anımsamak gibi. Ama iş öyle değil. Eğer bir ev yanarsa, biter kül olur, ama yeri, yerin resmi yalnızca aklında değil, yeryüzünde de kalır. Bütün anımsadıklarım, kafamın dışında bir yerlerde dolaşıp duruyor. Düşünmesem de, hatta ölsem bile, bütün yaptıklarım, bildiklerim ya da gördüklerimin resmi bir yerlerde duruyordur. Tam oldukları yerlerde.'' (Sayfa: 40)
*
''En iyisi her şeyi azıcık sevmekti. Öyle olunca, çocuğun boynunu kırıp çuvala tıktıklarında, ondan sonra doğacak çocuk için bir parça sevgin kalabilirdi.'' (Sayfa: 48)
*
''Bir keresinde on dört yaşında bir çocuğa rastladı. Tek başına ormanda yaşıyordu; başka bir yerde yaşadığını anımsamadığını söylemişti. Aklını kaçırmış zenci bir kadın görmüştü. Kadın, çocukları sandığı ördekleri çaldığı için hapse atılmış ve asılmıştı.'' (Sayfa: 67)
*
''Beyin her şeyi kabul ediyordu. Acılar, pişmanlıklar, nefret dolu resimler içeri giriyor ve orada kalıyordu. Obur bir çocuk gibi her şeyi yalayıp yutuyordu. Bir kerecik olsun, ''Teşekkür ederim. Artık yeter. Bir lokma daha alamam.'' diyemez miydi.?'' (Sayfa: 70)
*
''Başkaları aklını oynatıyordu da, neden onun aklı başında kalmıştı.? Başkalarının beyni duruyor, sonra dönüp yeni bir şeye takılıyordu.'' (..) ''Dudakları yana çekip ağıza gem vurulduğu zaman erkeklerin, delikanlıların, küçük kızların ve kadınların gözlerinde beliren delice bakışları anımsadı. Demir parçası ağızdan çıkarıldıktan sonra, ağız kenarına kaz yağı sürülürdü. Fakat dili rahatlatmak ya da gözlerdeki o bakışı silmek için bir şey yapılamazdı.''(Sayfa: 71)
*
''Geceden o kadar korkmuyordu, çünkü derisiyle aynı renkteydi. Fakat gündüzleri attığı her adım bir silah sesine ya da insan avcısının kollarına düşmesine neden olabilirdi.'' (Sayfa: 77)
*
''Irmak kıyısında oyuklar içinde büyüyen eğrelti otu tohumları suya doğru gümüş mavisi çizgiler halinde uzanırlar. Onları ancak yakınlarına gelirsen, güneş ışınları alçaldığı zaman görebilirsin. Çoğunlukla böcek sanılırlar, ama onlar geleceklerine güven duyarak uyuyan bir kuşağın tohumlarıdır. Bir an için her birinin içeriğiyle birlikte programlandığı kadar yaşayacağına inanmak kolaydır. Belki de bu düşünce tohumdan daha uzun yaşayacaktır.'' (Sayfa: 83)
*
''Her şey ne kadar bildiğine ve nerede duracağını anlamana bağlıdır.'' (Sayfa: 85)
*
''..Şu beyazlar, elimde avucumda ne varsa, hayallerimle birlikte alıp götürdüler,'' demişti. ''Kalbimi de kırdılar. Dünyada beyaz insanlardan başka kötü talih yoktur.''..'' (Sayfa: 87)
*
''..''Burada kaç tane kilise var.? On yıldan beri hiç kiliseye adımımı atmadım.''
''Nasıl oldu bu.?''
''Civarda kilise yoktu. Tanrı artık beni unutmuştur.''
''Peder Pike'ı görün. Sizi tekrar Tanrıyla tanıştırır.''
''Ona ihtiyacım yok. Kendim de tanışırım. Asıl istediğim çocuklarımla tanışmak.'' (Sayfa: 141)
*
''Paul D., gazete kupürünü Stamp'ın avucundan aldı. Yazılar ona bir şey demediği için bakmadı bile -Başını hayır anlamında sallayarak resime baktı -Hayır. Ağıza hayır. Karalamalar ne diyorsa, onlara da hayır- ve Stamp Paid ne öğrenmesini istiyorsa -ona da hayır- Bir zencinin yüzünü gazetede görünce yüreğin korkudan hoplardı. Çünkü zencinin sağlıklı bir bebeği olunca, bir sokak kavgasından kurtulunca, öldürülünce, yaralanınca, yakalanınca, yanınca, hapse girince, kırbaçlanınca, tahliye edilince, ezilince, ırzına geçilince ya da dolandırılınca adı gazetelere geçmezdi ki -olağan dışı bir şey olmalıydı- beyazların ilginç bulacağı bir şey, onlara değişik gelen ve bir iki dakika şaşkınlık sesleri çıkartacak bir şey-'' (Sayfa: 148-149)
*
''..kumruların sesini dinlerdi. Onlardan hoşlanmaya bile hakkı yoktu, çünkü orada sis, kumrular, güneş ışığı, bakır, toprak, ay, her şey eli silahlı adamlara aitti. Bazısı iri yarı, bazıları ufak tefek adamlardı. Onları istese bir dal parçası gibi kırabilirdi. O adamlar erkekliklerinin yalnız ellerindeki silahlarda olduğunu biliyordu. Onlar ay ışığını ve kumruları sevmene engel olabiliyordu. O yüzden kendini korumak için azıcık sevgiyle yetinmek zorundaydın. Uyumadan önce kendine küçük bir yıldız seçebilirdin, kertenkele, örümcek, ağaçkakan, böcekler ve karıncaları sevebilirdin. Daha büyük şeyler olmazdı. Bir kadın, çocuk, kardeş sevgisi seni paramparça edebilirdi. (..) İzin almadan istediğini sevmek özgürlük demekti.'' (Sayfa: 154)
*
''Sevgi ya vardır ya yoktur. Az sevmek diye bir şey yoktur.'' (Sayfa: 156)
*
İKİNCİ BÖLÜM:
*
''1874 yılındaydılar ve beyazların acımasızlığı bitmemişti. Bütün şehirler zencilerden temizlenmişti, yalnız Kentucky'de bir yıl içinde seksen yedi linç vakası olmuş; dört zenci okulu yakılmış, kocaman adamları çocuk gibi dövmüşler, çocuklar da yetişkinler gibi dayak yemiş; zenci kadınların ırzına geçilmiş, zencilerin malları ellerinden alınmış, boyunları kırılmıştı. Stamp'ın burnuna insan eti ve taze kan kokusu geliyordu, linç edilerek ateşte yakılan insan etinden çok kan kokusu etrafa sinerdi. (..) ..kendi kendine söylendi ''Bunlar ne biçim insanlar.? Söyle bana Tanrım bunlar nedir.?''..'' (Sayfa: 169)
*
''..''Senin aklın fikrin hayaletlerle dolu. Nereye baksan onları görürsün.''
''Sen de benim gibi bilirsin ki kötü biçimde ölenler, toprağın altında kalmaz.''
Bunu yadsıyamadı. Öyle ya Hz. İsa da kalmamıştı.'' (Sayfa: 176)
*
''Onlar anasının sütünü kurutmuşlar; sırtına dayakla bir ağaç kondurmuşlardı. Karnı burnundayken onu ormana sürüklemişlerdi. Beyazlardan gelen her şey kokuşmuştu. Onlar, Halle'nin yüzünü tereyağına bulamışlar; Paul D'nin ağzına demir koymuşlar; Sixo'yu yakmışlar ve annesini asmışlardı. Artık beyazlardan gelecek hiçbir haberle ilgili değildi.'' (Sayfa: 177)
*
''..''..Peki sence bu hırsızlık değil mi.?''
''Hayır, efendim. Değildir.''
''Öyleyse nedir.?''
''Size ait olan malı geliştiriyorum, efendim.''
''Nee.?''
''Hayvanı iyi beslemek için Sixo çavdar ekti. Daha iyi ürün alabilmeniz için Sixo toprağı sürdü. Sixo daha iyi çalışabilsin diye Sixo'yu besledi.''
Akıllı ve hazır cevaptı ama Öğretmen ona kimin efendi kimin köle olduğunu göstermek için dövdü.'' (Sayfa: 179)
*
''Beyazlar, zenciler ne kadar terbiyeli olursa olsun, kara derilerinin altında vahşi orman var sanırlardı. (..) Karaderililer beyazlara nazik, yumuşak, insancıl ve akıllı olabildiklerini kanıtlamaya uğraşırken, onların tavırlarına karşılık, içlerindeki vahşi dürtünün arttığını bilirlerdi. Siyahların geldikleri yerlerden getirdikleri vahşi orman önemli değildi. Asıl beyazlar, siyahların içine vahşet tohumlarını ekiyordu. Tohumlar büyüdü. Etrafa saçıldı.'' (Sayfa: 186)
*
''Paul D sırtının ürperdiğini hissetti. İliklerine kadar üşüyünce, dizlerini elleriyle sıkıştırdı. Bu üşümenin nedeni hangisiydi.? Kötü viski mi, mahzende geçen geceler mi, domuz humması mı, ağza takılan demirden gem mi, gülümseyen horozlar mı, ateşte yanan ayaklar mı, ölürken gülen adamlar mı, yağmur mu, hışırdayan otlar mı, elma ağacı çiçekleri mi, boyna geçirilen demir gerdanlık mı, mezbahadaki Judy'mi, tereyağına bulanmış Halle mi, hayaletin gezindiği beyaza boyanmış merdivenler mi, yabani kiraz ağacı mı, kurdeledeki broş mu, kavak ağaçları mı, Paul A'nın yüzü mü, domuz sucuğu ya da kaybolan kırmızı yüreği mi.?
''Söyle bana, Stamp,'' dedi. Gözleri buğuluydu. ''Tek bir şey söyle. Bir zenci daha ne kadar yük kaldırabilir.? Ne kadar.?''
''Kaldırabildiği kadar'' dedi Stamp Paid. ''Kaldırabildiği kadar.''
''Niçin.? Niçin.? Niçin.? Niçin.? Niçin.?''..'' (Sayfa: 223)
*
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:
*
''Beyazlar seni yalnızca çalıştırmaz, öldürmez ya da yaralamazdı. Seni kirletip bırakırlardı. O kadar ki artık kendinden iğrenir, kim olduğunu unutur, ne yapacağını bilemezdin.'' (Sayfa: 238)
*
''..eskiden yapılan hatalar ne olursa olsun, bugünü mahvetmeye hak kazanamazdı.'' (Sayfa: 243)
*
''Bazı yalnızlıklar, sallayarak uyutulabilir. Dizleri yukarı çekip kolları kavuşturarak bu hareketi, gemi sallanışının tam aksine, tekrarlaya tekrarlaya sallanabilir ve huzura kavuşabilirsin. Bu içten gelen bir şeydir -deri gibi sıkıca sarar seni- Ama bazı yalnızlıklar dolaşıp durur. Sallayarak onu yerinde tutamazsın. Kendi başına canlıdır. İnsana kendi ayak sesleri uzaklardan geliyormuş gibi çevreye yayılır.'' (Sayfa: 261)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...