16 Aralık 2021 Perşembe

Laozi - Tao Te Ching (Çince Aslından Çeviren: Sonya Özbey)

 

Arka Kapak:
*
Laozi: Hayatı hakkında çeşitli efsaneler olsa da kesin bir bilgi yoktur. İsmi Çincede hem "yaşlı usta" hem de "yaşlı çocuk" anlamlarına gelmektedir. Taoculuğun en önemli metni sayılan Tao Te Ching'in (Dao De Jing) yazarı olarak kabul edilir. Tao Te Ching klasik Çin edebiyatının en eski ve en ünlü örneklerinden biridir. Metin yüzyıllar boyunca birçok sanatçıya, düşünüre siyasetçiye ilham vermiş, çeşitli entelektüel tartışmalara yol açmıştır. Döneminin diğer metinleriyle kıyaslandığında metnin en ayırt edici özelliği insanı merkeze koymamasıdır. Tao Te Ching, döneminin diğer düşünce akımlarından farklı olarak doğayı, insan ahlâkına duyarlı ve insana hizmet eden bir güçler bütünü olarak değil, insan dâhil her şeye eşit davranan, tarafsız bir güç kaynağı olarak karakterize eder. Tao Te Ching'e göre yerin ve göğün arasındaki her şey aynı kanunlara tabidir. Değişik dönemlerde siyasi iklimlere göre değişik şekillerde yorumlanan Tao Te Ching'in yüzyıllar sonra bile okunmasının sebebi değindiği konuların her zaman geçerliliğini koruyacak nitelikte olmasıdır.
Dao De Jing, efsaneye göre, Laozi isimli bir ermiş tarafından yazılmıştır. İsmin Çincesi hem ''yaşlı usta'' hem de ''yaşlı çocuk'' anlamlarına gelmektedir.''
*
''Klasik Çincede isim ve yüklem ayrımı yoktur (bir başka deyişle aynı karakter hem isim, hem de yüklem olarak kullanılabilmektedir). Tüm bunlara ek olarak, Klasik Çin metinlerinde özne ve zaman bildiren karakterler nadiren kullanılmıştır. Buna bir de Antik Çin metinlerine özgü kısa ve öz anlatım biçimini ve karakter kullanımının Qin Hanedanlığı öncesinde standartlaşmamış olmasını (nitekim bazen eşsesli karakterler birbirleri yerine kullanılırdı) eklersek, tercümanlara geniş bir yorum alanı kaldığını söyleyebiliriz.''
*
''Hem metinde değinilen konuların içeriği hem de kullanılan dil itibarıyla hedef kitlenin aristokrat kesim ve devrin siyasi figürleri olduğu açıktır. Metnin siyasi boyutu ağır bassa da, elbette hayata dair daha genel ve temel konulara da değinilmektedir. Kitabın başlığında da yer alan 'dao' karakteri ''yol'', ''öğreti'' anlamlarına gelmekte olup, metinde bazen evrenin temelini oluşturan dinamik düzen anlamında da kullanılmıştır. 'De' karakteri ise aynı zamanda hem ''erdem hem de ''iktidar'', ''güç'' anlamlarına gelmektedir.''
*
''Çin düşünürlerine göre belli erdemlere sahip olmakla etkileyicilik ve güç sahibi olmak arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Metne göre iyi bir liderin gücü ve karizması belli erdemleri bünyesinde barındırmasından gelir ve bu güç, lider kasıtlı ve planlı bir harekette bulunmadan, kendiliğinden ona etkileyicilik katar. Burada belirtmek gerekir ki metnin ana temaların biri, kendiliğindenlik ve doğallıktır ve bu da planlı eylemde bulunmadan devlet işlerini halletme temasıyla yakından ilişkilidir. Dao De Jing'e göre iyi bir lider ülkesini o denli incelikli ve mahir yönetir ki halk onun varlığını bile hissetmez.''
*
''Metne göre bir toplumda halka ahlâk kuralları öğretilmesi, o toplumda hâlihazırda bir düzen kalmadığını gösterir.''
*
''Dao De Jing'in yazarları doğayı, insan ahlâkına duyarlı ve insana hizmet eden bir güçler bütünü olarak değil, içinde insan da olmak üzere her şeye eşit davranan ve insan değerlerine karşı tamamıyla duyarsız, tarafsız bir güç kaynağı olarak karakterize etmişlerdir. Dao De Jing'e göre yerin ve göğün arasındaki her şey aynı kanunlara tabidir.''
*
''..nasıl ki doğa kendiliğinden varsa ve kendiliğinden türlü varlıkları üretiyorsa, ermiş kişi de tıpkı doğa gibi kendiliğinden hareket eder, koşulları aktif bir şekilde biçimlendirmeye çalışmak yerine doğal akışın bir parçası olur.''
*
''..Dao De Jing'in ermiş kişiyi yalınlığı ve basitliği sembolize eden bir çocuğa veya edilgenliğin sembolü olan bir kadına benzetmesi de şaşılacak bir şey değildir. Bu metaforların kullanımı elbette kadının zayıf ve edilgen olduğu yönünde bir sava dayanmaz. Metin daha çok hâlihazırdaki imgelere ve bu imgelerin çağrıştırdıkları kavramlara alternatif değerler biçmeyi amaçlamıştır. Ermiş kişi ''eril'' olarak adlandırabileceğimiz, koşulları yönetme ve koşulları bir şablona göre yeniden biçimlendirme çabalarından uzaktır. Onun gücü dünyayı kontrol etme yetisinden değil, doğanın devinimine boyun eğebilmesinden gelir.''
*
Sonya Özbey, Şubat 2016 (Sayfa: V-X)
*
*
I
*
''Yol'' olarak tayin edilmiş yol nihai yol değildir.
''İsim'' olarak tayin edilmiş isim nihai isim değildir.
*
İsimsiz ki, o her şeyin başlangıcıdır.
İsimli ki, o her şeyin anasıdır.
*
İşte böylece her zaman
Arzulardan arın, esrarengizi gör;
Arzulara bürün, arzu uyandıranı gör.
*
İşte bu iki hâl,
Birlikte ortaya çıkar, fakat farklı adlar alır.
Birlikteliklerine gizem denir.
Gizemin kendisinden bile gizemli,
Onlar inceliklere açılan kapıdır. (Sayfa: 1)


II
*
Dünyadaki herkes güzeli güzel olarak bilir
Ve çirkinlik de bu yüzden vardır.
Herkes iyiyi iyi olarak bilir
Ve kötülük de bu yüzden vardır.
*
İşte böylece,
Varlık ve yokluk birbirini doğurur,
Zor ve kolay birbirini tamamlar,
Uzun ve kısa birbirini şekillendirir,
Yukarı ve aşağı birbirini doldurur,
Sesler ve tonlar birbiriyle uyuşur,
Önce ve sonra birbirini izler.
*
İşte böylece, ermiş kişi:
Eyleme geçmeden iş bitirir,
Söz söylemeden öğreti üretir.
Binbir türlü şeyi çekip çevirir, ama hiçbirini başlatmaz.
Hamlesini yapar, ama sonuca bel bağlamaz.
İşleri tamamlar, ama üzerinde durmaz.
Ve üzerlerinde durmadığı için de,
Hiçbir iş yolundan çıkmaz. (Sayfa: 2)

III
*
Kodamanlara itibar gösterme ki,
İnsanlar birbiriyle çekişmesin.
Zor temin edilene değer verme ki,
İnsanlar çalıp çırpmasın.
Arzu edileni sergileme ki,
İnsanlar birbirine düşmesin.
*
Bu yüzdendir ki, ermiş kişi yönetirken:
Kalplerin boşalmasını*, ama karınların doymasını sağlar.
İstekleri zayıflatır, ama kemikleri kuvvetlendirir.
İnsanları daima âlimlikten* ve arzudan yoksun bırakır
Ve âlimler bir eyleme geçmeye cüret edemez.
Yaptıkları bunlardan ibarettir
Ve işte böylelikle düzensiz bir şey kalmaz.
*
*(Kalplerin boşalması): Klasik Çin felsefesinde hem düşünme ve yargılama, hem de hissetme organı olarak öne çıkar. Kalbin boşaltılması onun her tür önyargıdan ve içselleştirilmiş fikirden arınması anlamına gelir.
*
*(âlimlikten): ''Zhi'' karakteri birincil olarak ''bilmek'', ''anlamak'' anlamına gelmektedir. Eski metinlerde bazen ''bilgi'', ''irfan'' anlamlarına gelen ''zhi' karakteriyle dönüşümlü kullanıldığı da görülür. Dao De Jing'de çoğunlukla âlim olma ama bilge olmama (ki bu anlamıyla Konfüçyüsçülük'e yapılan bir gönderme olarak okumak mümkündür), ya da daha ender karşılaşılan ikincil nitelikteki ''gözü açıklık'', ''uyanıklık'' anlamıyla kullanıldığı görülür. (Sayfa: 3)

IV
''Yol dediğimiz bir boşluktur,
Kullanıldıkça dolmaz.'' (Sayfa: 4)

V
*
''Gök ve yer insancıl değildir,
Onlar için her şey samandan köpeklere eştir.
Ermişler insancıl değildir,
Onlar için herkes samandan köpeklere eştir.'' (Sayfa: 5)

VII
*
Gök kalıcı, yer uzun ömürlüdür.
Kalıcı ve uzun ömürlüdürler,
Zira kendileri için yaşamazlar.
Uzun yaşamaları da bundandır.
*
Bu yüzdendir ki ermiş kişi:
Kendini geriye atar, ama kendini ön safta bulur.
Kendini dışarıda tutar, ama kendini müesses bulur.
Bunlara sebep kişisel çıkarlarının olmaması değil midir.?
Ve kişisel çıkarlarını tam olarak böyle gerçekleştirir. (Sayfa: 7)


IX
*
''Altın ve yeşim taşlarıyla dolu bir odayı kimse koruyamaz.
Saygınlık, zenginlik ve kibir felaket getirir.
*
İşler yürürken kendini geriye çekmek:
İşte Göğün Yol'u budur.'' (Sayfa: 9)
x
*
''Liderlik yapar ama patronluk taslamaz.
Derin Erdem işte budur.'' (Sayfa: 10)

XI
*
Bir tekerleğin göbeğinin etrafında birleşmiş
Otuz parmaklığı düşün,
[Tekerin ortasındaki] boşluktur bir arabayı faydalı kılan.
*
Kilden yapılmış toprak bir kabı düşün,
[Kabın] boşluğudur onu faydalı kılan.
*
Oda yapmak için oyulmuş bir pencereyi, kapıyı düşün,
[Pencerenin ve kapının] boşluğudur bir odayı faydalı kılan.
*
İşte bu şekilde,
Varlık çıkar içindir,
Yokluk ve boşluksa fayda için. (Sayfa: 11)

XVIII
*
Büyük yol göz ardı edildiği zaman,
''İnsancıllık'' ve ''doğruluk'' prensipleri ortaya çıkar.*
Âlimlik ortaya çıktığı zaman,
Sahtelik de ortaya çıkar.
Ailevi ilişkilerde uyum kaybolduğu zaman,
''Anne babaya saygı'' ve ''merhamet''
Prensipleri ortaya çıkar.*
Devlet ve aile işleri kargaşa içinde olduğu zaman,
''Örnek devlet adamı'' mefhumu ortaya çıkar.
*
*''İnsancıllık'' ve ''doğruluk'' Konfüçyüsçülük'ün temel erdemlerindendir. Bu erdemlerin zorla öğretilmesi, ortada düzenin zaten olmadığını gösterir. Mühim olan insanların hâlihazırda iyi davranmasıdır.
*
*''Anne babaya saygı'' ve ''merhamet'' de Konfüçyüsçülük'ün temel erdemlerinden sayılır. (Sayfa: 18 )

xx
*
''Eğer ki halkın korktuğu biriysen,
Senin de halktan korkman kaçınılmazdır.'' (Sayfa: 20)

XXII
*
''Eskilerin ''Yalnız eğilerek bütün olabilirsin,'' sözü ne doğru,
Gerçekten de seni bütüne götüren budur.''
*
* Bir doğrunun eğilerek en mükemmel şekil sayılan daireyi oluşturması gibi, ancak esneklik ve mütevazılık göstererek bir insan mükemmelliğe erişebilir. (Sayfa: 23)

XXIX
*
''Dünyayı ele geçirmeyi isteyip öyle davrananların
Başarılı olamadıklarına şahit oldum.
Dünya ki tinsel bir alettir, yönetilemez.
Onu yöneten onu mahveder.
Onu gaspetmeye çalışan onu kaybeder.''
(Sayfa: 31)

XXXVI
*
''Bir şeyi daraltmak istiyorsan,
Önce onu genişletmelisin.
Bir şeyi zayıflatmak istiyorsan,
Önce onu güçlendirmelisin.
Bir şeyden ayrılmak istiyorsan,
Önce onunla birleşmelisin.
Bir şeyi almak istiyorsan,
Önce onu vermelisin.
Buna ''ince kavrayış'' denir.'' (Sayfa: 39)

XXXVIII
*
''En yüce Erdem erdemlilik taslamaz,
Bu yüzden de onda erdem mevcuttur.''
*
''En yüce Erdem ne eyleme kalkışır, ne de bunu tasarlar.
En yüce insancıllık eylemde bulunur, ama bunu tasarlamaz.'' (Sayfa: 41)

XLI
*
Büyük bilginler Yol'u duydukları zaman,
Özenle izinde yol alırlar.
Sıradan bilginler Yol'u duydukları zaman,
Kulak mı versinler, kulak arkası mı etsinler bilemezler.
Aşağı derecedeki bilginler Yol'u duydukları zaman,
Kahkahayla gülerler.
Onlar kahkahayla gülmeseydi,
Yol, Yol olarak addedilmeyi hak etmezdi.'' (Sayfa: 45)

XLII
*
''Binbir türlü varlıklar
Yin'i taşır, yang'ı kucaklar
Ve hayat enerjisiyle harmanlanıp ahenk yaratırlar.''
*
En eski çağlarda yin ve yang bir dağın güneşli ve karanlık kısımlarına verilen isimlerken (karanlık tarafa yin, aydınlık tarafa yang denirdi), daha sonraları yin ve yang evrenin iki temel kuvvetini temsilen kullanılmaya başlanmıştır. Han Hanedanlığı zamanına yaklaştıkça da dişilik ve erillik anlamları yin ve yang'a sırayla yüklenmiştir. (Sayfa: 46)
XLIII
*
Dünyanın en yumuşak varlığı,
En katı olanı ezip geçer.*
Mevcudiyeti olmayan,
Aralığı olmayan yerden geçer.
İşte böyle biliyorum,
yapmadan yapmanın* faydalarını.
*
Sözsüz öğretiye
Ve yapmadan yapmanın faydasına
Dünyada pek az kişi vasıl olur.
*
*Suyun kayaları şekillendirmesinden bahsedilir.
*Yapmadan yapmak: Önceden planlanmadan, spontane bir şekilde sonuca ulaşmak. (Sayfa: 47)

XLVI
*
''Dünyada Yol varken,
Binek atları tarlaları gübreler.
Dünyada Yol yokken,
Savaş atları varoşlarda yetiştirilir.'' (Sayfa: 50)

LII
*
''Küçüğü görmeye irfan sahibi olmak,
Zayıfı korumaya güçlü olmak denir.'' (Sayfa: 56)

LIII
*
''Saraylar temiz pak,
Ama tarlalar ayrıkotlarına bürünmüş,
Ambarlar bomboş..
Elbiseleri süslü ve renkli,
Kuşaklarında keskin kılıçlar,
Yemeğe doymuş, mala mülke boğulmuşlar..
Buna hırsızlık denir
Ve hırsızlık Yol'a göre değildir.'' (Sayfa: 57)
LVII
*
''Eğer dünyada tabu ve yasak çoksa,
İnsanlar asileşir.
Eğer halkın keskin silahları varsa,
Devlette ve ailelerde kargaşa artar.'' (Sayfa: 61)
LVIII
*
''Dimdik ol, ama kesici olma.
Keskin ol, ama delici olma.
Dobra ol, ama kontrolsüz olma.
Işık saç, ama göz kamaştırma.'' (Sayfa: 62)
LIX
*
''Halkı idare ve Gök'e hizmet etmek için,
Tutumluluktan daha iyisi yoktur.
Yalnızca tutumluluk hazırlıklı olmayı sağlar.
Hazırlıklı olmaya ''Erdemin çoğalıp birikmesi'' denir.'' (Sayfa: 63)
LXIII
*
''Kolayca vaatte bulunanlar elbette güven vermezler.
İşleri hafife alanlar elbette güçlük çekerler.'' (Sayfa: 67)

LXIV
*
''İki kolunla anca sarılabildiğin ağaçlar küçük bir filizden,
Dokuz katlı kuleler bir avuç topraktan ortaya çıkar.
Binlerce kilometrelik yüksekliklere çıkmak bir adımla başlar.'' (Sayfa: 68)

LXX
*
''Ermiş kişi belki paçavralara bürünmüştür,
Ama göğsünde bir yeşim taşı taşır.'' (Sayfa: 75)

LXXVI
*
Hayattayken insanoğlu esnek ve yumuşak;
Ölüyken gergin, sert ve kaskatıdır.
Hayattayken binbir türlü varlık,
Çimenler ve ağaçlar esnek ve canlı;
Ölüyken solgun ve kurudurlar.
*
Bu yüzden şöyle buyrulmuştur:
Sert ve katı, ölümün yoldaşlarıdır
Esnek ve yumuşak, hassas ve ince hayatın yoldaşlarıdır.
*
Bir silah katıysa mağlup olur,
Bir ağaç katıysa çatırdar.
*
Katı ve büyük olan toprağın altında,
Esnek ve yumuşak, hassas ve ince olansa toprağın üstündedir.
(Sayfa: 81)

LXXVII
*
''Ermiş kişi üretir, ama sahiplenmez.
İşleri tamamlar, ama üzerlerinde durmaz.
Bu şekilde kıymetini gözler önüne sermeyi arzulamaz.'' (Sayfa: 82)

LXXVIII
*
''Dünyada hiçbir şey sudan daha yumuşak ve kaygan değildir,
Ama hiçbir şey sert ve katı olana üstün gelmekte onu geçemez.'' (Sayfa: 83)

13 Aralık 2021 Pazartesi

Sappho - Şiirler -Fragmanlar- Çeviren: Alova

 

Giriş
*
Her şeyden önce, bir aşk şairidir Sappho, bir aşk ve doğa şairi. Onun şiirinde kişisel duygular Lesbos coğrafyasından ayrılmaz. Sözgelimi,
*
Gel bana Giritlerden
bu kutsal tapınağa
güzelim elma koruna senin
sunakları günlük kokan
*
derken din, aşk, doğa örgüsü Sappho'nun kişisel tınısını birebir ele verir. Mitolojik göndermeleri aşkla ilgilidir. Himerios'un sözleriyle, ''bütün şiirini Aphrodite''ye ve Eros'a adamıştır. Şiirlerini-şarkılarını derleyenlerse, genellikle, bir genç kızlar çevresidir. Sappho'daki aşk duygusu Aphrodite tapımından ayrı düşünülemez. Aphrodite bir aşk tanrıçası, Sappho onun bir yakarıcısıysa, şair her zaman sevginin, aşkın hizmetinde demektir. Ve bu yaşam biçimini dizelerinde alabildiğine özgürce dile getirir.
Bir eğitmendir aynı zamanda Sappho. Şiir deneyimini Lesbos okulunda, ''Musa'lara hizmet edenlerin evi''nde Ada'nın ve İonia'nın soylu kızlarına aktarır. Arkadaşlarıysa, şiirlerini okuyan şarkıcılardır her zaman.
Alkaios ve Anakreon gibi, Sappho'da lirik bir şairdir. Şiirleri lir eşliğinde okumak üzere yazılmıştır. Kimi Yunan vazolarında Sappho lir çalarken tasvir edilmiştir. Bir tür lir çalma aracı olan plektrum'u Sappho'nun bulduğu söylenir; Athenaeus'a göre pektis adlı çalgıyı geliştirmiştir. Aristoksenos ise şairin mikso-lidya makamını bulduğunu yazar. Sappho'nun yaşadığı dönemde müziği şiirden ayırmanın olanaksız olduğu düşünülürse, bu durum doğaldır.
Solo şarkı ya da monodi, ölçü ve dil bakımından korallirik şiirden ayrılır. Sappho'nun yazdığı solo şarkılar, genellikle yinelenen kıtalar ve daha basit ölçülerden oluşur. Monodi şairlerinin bir özelliği de kendi lehçelerinde yazmalarıydı. Sappho'nun bulduğu söylenen vezin ise üç on birli ve bir beşlik dizeye dayanır.
Nedir Sappho'nun şiir tarihindeki yeri.? Burada sözü Azra Erhat'a bırakıyorum: ''Eusebius ozanın 45. Olimpiyat'ın ikinci yarısında (İÖ 600-599) en verimli çağını yaşadığını söylüyor. Bu dönemdde insanlık, yaşam görüşleri yönünden kökten değişiklikler geçiriyor. Bugün bu değişikliklerin amaçları çok aşılmıştır ama, o çağ için bir devrim söz konusudur. Uygarlığın önemli aşamalarından biri oluşmuştur. Birey bilincinin doğması, insanın içinde doğduğu koşulların gerektirdiği yaşayış ve düşünüş çerçevelerinden kurtularak, bilinciyle, istemiyle kendisine yeni gereksinmelerine uygun yeni bir yaşam, yeni bir düşünüş yolu yaratması dönemidir bu.. Bireyci dünya görüşü insan yaşamına önem verir. Kişiliğini, benliğini, kitleden ayrı bir bütün olarak görmek, bireyciliğin ilk ve açık eğilimidir. İşte bu bireycilik, kişilik bilinci, Yunan liriğini doğuruyor, geliştiriyor. Başta da söylediğim gibi, bu liriğin doruğunda Sappho vardır. Sappho kendi benliğinde yaşadığı duyumları dile getirmek gereksinimi duyan, bunu gerçekleştiren, insan duyumlarını özgürce açığa vurmak yoluna adımını atan kişidir.'' Şairin önemini vurgulayan bu sözler yeterince açıklayıcı. Sappho şu dizeleri söylerken kişisel deneyimi olanca yalınlığıyla yansıtıyordu:
*
Battı ay
yedi kandilli Süreyya;
gece yarısı, akıyor zaman
uyuyorum tek başıma
*
Sappho epik şiirden kişisel-lirik şiire geçişi simgeler. Onda betimleme, öyküleme yok, duyarlık vardır. Mitolojik öykülemeden bireysel deneyime yönelir. Yakarılarını, acılarını, sevinçlerini, tutkusunu neredeyse bir genç kız savunmasıyla doğrudan dinleyenin - okurun yüreğine iletir. Ay, yıldızlar, anasonlar, altın kupalar, tan vakti, Lidya işi sandallar, menekşe rengi giysiler, meşe ağaçları, bütün bunlar, Sappho'nun yapyalın tutkusunu dile getirmesine olanak veren nesne ve görüntülerdir.
Sappho'dan günümüze eksiksiz bir tek şiirin kalması alevler yüzündendir: Yanan kitaplıkların ve bağnazlığın alevleri.
*
Alova, Lesbos Boğazı, Eylül 2008 (Sayfa: VII-IX)

1 Halikarnassoslu Dionysios,
Edebi Kompozisyon Üzerine

''Gel, şimdi bana yeniden
kurtar beni zulmünden kaygının
söndür yanıp tutuşan gönlümü
kavgaya katıl benim safımda.'' (Sayfa: 4)

16 Aynı papirüs
*
''Kimi der, en güzel şey kara toprağın üstünde
bir süvari birliği; piyadelerden bir ordu;
kimi, gemilerden bir filo; derim ki
gönül verdiğidir insanın en güzel şey.'' (Sayfa: 8 )

47 Tyreli Maksimos
Söylevler
*
''Meşelere binen rüzgâr gibi dağlarda
sarstı yüreğimi Eros.'' (Sayfa: 28)

48 Iulianos
Iamblikhos'a Mektup
*
''Geldin, gözümde tütüyordun
söndürdün arzudan tutuşan yüreğimi.'' (Sayfa: 29)

50 Galenos,
Bilime Özendirme
*
''güzeldir güzel olan göz gördükçe
ama iyi olan da güzel olacak sonunda'' (Sayfa: 31)

51 Khrysippos,
Yadsımalar
*
''N'eylesem, ikiye bölünmüş aklım'' (Sayfa: 32)

94 Yaklaşık 6. yüzyıl parşömeni
*
''Bırakıp giderken beni, dedi:
''Ah Sappho, ne talihmiş bizimkisi
İnan, geri geri gidiyor ayaklarım.''
*
Ben de dedim ki: ''Güle güle git,
unutma beni, hatırla
nasıl titredik senin üstüne.'' (Sayfa: 40)

129 Apollonios Dyskolos
Zamirler
*
''(a) ya unuttun beni
(b) ya da bir başkasını seviyorsun benden çok'' (Sayfa: 63)

130 Haphaestion,
Ölçüler Üzerine Elkitabı
*
''Elimin dizimin bağını çözen Eros
bir kez daha sarsıyor beni
kaçsan kaçılmaz, o tatlı-sert yaratık'' (Sayfa: 64)

137 Aristoteles,
Retorik
*
''Bir şey söylemek istiyorum sana...
ama söyleyemiyorum utancımdan.''
''Onurlu ve iyi olan çekseydi seni yalnız
ve dilin eğilimli olmasaydı kötü söze
kaplamazdı utanç gözlerini böyle
apaçık derdin diyeceğini.'' (Sayfa: 66)

138 Athenaeus,
Bilginler Akşam Yemeğinde
*
Öylece dur (önümde.?) beni seviyorsan
saç dört yana gözlerinden güzelliği (Sayfa: 67)

147 Dio Khrysostom,
Söylemler
*
Diyorum, gün gelir, bir hatırlayan çıkar bizi. (Sayfa: 72)

148 Skholiastes,
Pindaros Üzerine
*
Erdemsiz varsıllık zararsız değil komşuya;
ikisi bir arada, doruğundasın mutluluğun (Sayfa: 73)

158 Plutarkhos,
Öfkeyi Engellemek Üzerine
*
-----tutmayı bilmek zevzek dilini
göğsüne yayılınca öfke (Sayfa: 79)

168B Hephaestion,
Ölçüler Üzerine Elkitabı
*
Battı ay
yedi kandilli Süreyya;
gece yarısı, akıyor zaman
uyuyorum tek başıma (Sayfa: 84)

Notlar:
*
2) Halikarnassoslu Dionysos bu şiiri parlak ve canlı üsluba örnek gösterir. Sappho'dan günümüze eksiksiz kalan tek şiirdir. Şiir için şöyle diyor Azra Erhat: ''Bir de 'Hymnos' denen, tanrıya övgüler vardır. Ama benim bildiğim, okuduğum yakarışların hiçbirinde bu canlılık, bu tanrıçayı karşısına getirip de, onunla karşılıklı 'diyalog' kurma olayı yoktur. Bu şiir ilkçağ yazınında çok ayrı bir yer tutar; Halikarnassoslu Dionysos'un bunu tüm olarak vermesi boşuna değil.'' (Sayfa: 93)
*
1 Halikarnassoslu Dionysos,
Edebi Kopmozisyon Üzerine
*
Tahtı görkemli, ölümsüz Aphrodite
oyunbaz kızı Zeus'un, hanımım,
ezme yüreğimi yalvarırım
acı verip kaygılarla.
*
Gel yine eskisi gibi
duyunca sesimi uzaktan
koşup arabanı hemen
altın evinden babanın,
*
tez uçuşlu güzelim serçeler
pırpır edip kanatçıklarını
getirirdi seni tez elden
göklerden kara toprağa
*
ve sen, ölümsüz tanrıça
gülümseyip ölümsüz yüzünle
sorardın: ne oldu yine,
neden çağırdın beni.?
*
Niçin tutuştuğunu deli gönlümün:
''kimi getireyim bu kez aşkına,
kimdir ey Sappho
seni böyle dertlere salan.?
*
Kaçıp gitse de şimdi, tez düşer
peşine, getirir elceğiziyle
geri çevirdiği armağanı, bir gün
olur elbet, gönlü yoksa sende.''
*
Gel, şimdi bana yeniden
kurtar beni zulmünden kaygının
söndür yanıp tutuşan gönlümü
kavgaya katıl benim safımda. (Sayfa: 3-4)

10 Aralık 2021 Cuma

Vedat Türkali - Güven 2

 

"Haktan bahseden namuslu insanları, yağmurlu bir Mart akşamı topladılar; karanlık mahzenlerinde şehrin, cellatlara gün doğdu.'' (Sayfa: 8)

*

''İstanbul Birinci Şube'de, falakalı, işkenceli soruşturma sürerken, dayağa yatırılmış avukat Münir Belen'in ağzından, İstanbul Ticaret Odası'ndan iki tüccarın, Cemal Kitaplı, İbrahim Baştımar'ın, kurdukları hücrede bülten alıp okudukları ortaya çıkıverince; iyice şaşkına dönmüştü tutuklamayı yürüten asker yargıç Mutlugil; ateş bacayı mı sarıyordu yoksa.! ''Nedir bu durum İbrahim Bey.? Sizi de mi tutuklayalım şimdi.?'' demişti. Yapacağından değil, söylüyordu işte. Kumaş tüccarı İbrahim Baştımar'la, TKP Merkez Komitesi üyesi Zeki Baştımar kuzen olurlardı ya, Halk Partisi'nin İstanbul'daki en güçlü kodamanının da varlıklı bir ''Baştımar'', Saffet Baştımar oluşu işin ağır basan yanıydı. Usulca örtbas edildi tüccarlar olayı. Reşat'ın yöresindeki kimi eski komünistlerle işçiler, öğrenciler, bir iki küçük memur, zanaatkâr ayakkabıcı, esnaftı kalan. İşçilerin çoğu da, Ortaköy, Kasımpaşa yöresindeki, babadan oğula aile boyu komünistlik sürdüren, Yunanistan göçmeni tütün işçileriydi. Bir yılı bile bulamayan bu devinime, hevesi kursağında kalmış atılım da denebilirdi. Ama, tohum topraktaydı; soyulan ülkenin emekçi sahipleri vardı demek. Onlar da bunlardı işte.! Hücrede, ayakları falakadan parçalanmış yatan tütün işçisinin başına dikilmiş Birinci Şube polisi, ''Beni sen mi yönetecen ulan.!'' diyordu. Çelik kasalı, tapulu soyguncular, kravatlılar, apoletliler yönetecekti elbet ülkeyi de, kanlı Birinci Şube görevlilerini de. Yok, doğru dürüst okuryazar bile olamayan bu sünepe herifler mi yönetecekti.!'' (Sayfa: 11)

*

''Yazı makinesinin, çoğaltma aygıtının, ev sahibi Mutena Gökper'le, Suat Derviş'çe götürülüp Kirkor Sarafyanlarda saklandığı soruşturmayla ortaya çıkıncaya dek de aygıtların yerini söyletemediler Reşat'a. Kim bilir kaçıncı falakadan sonra, çırılçıplak, kollarından çarmıha gerer gibi, arkası dışarıya dönük biçimde açık pencereye astılar. Kar yağıyordu sırtına. Bütün gövdesini kaplayan bir ter bastığını anımsıyordu sadece. Doktorların sonradan, ''yaşamını kurtardı,'' dedikleri ter. ''Artık ölürsün demiştik Reşat.!'' diye sırıtmıştı ertesi gün gelen Komiser Parmaksız Hamdi. Aslında Reşat da düşünmemiş değildi bunu. Ama inanç gücü yaşatıyordu işte.!'' (Sayfa: 12)

*

''Atsız iti, bir açık mektup daha yayımlamış Başbakan'a. Sadrettin Celal'i, Pertev Naili Boratav'ı, Sabahattin Ali'yi, Ahmet Cevat Emre'yi, devlete sinsice sızmış eski komünistler olarak duyuruyor, işlerine hemen son verilerek, onları üniversiteye, konservatuvara, bakanlıktaki göreve atayıp koruyan Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel'in istifa etmesini, hükümet dışı bırakılmasını istiyordu Nihal Atsız.'' (Sayfa: 29)

*

''Asıl önemlisi namuslular susmuştur; korkuncu o.! İnsanoğlunun nice kazanımlarının yitirilmesi demektir.'' (Sayfa: 98)

*

''- Bak Rahmi Usta, dedi. Leningrad'da bulundum bir günler ben. Bir bölük partili gençler, Paris'ten gittik, Fransız Komünist Partisi'nden. İlk kez sana açıklıyorum bunu. Kısacık sürede o kadar çok Stalin duyduk, Stalin resmi gördük, Stalin sözü ettik ki, Paris'e dönünce bir ağırlık kalkmış gibi oldu üstümüzden.! Daha doğrusu ben öyle duyumsadım. Kimseye söyleyemiyordum:! Fransızlar durmaz; Sorbonne'da Felsefede asistan bir kız aldı bunu, tartışmaya getirdi. O da, onun gibi düşünen iki öğrenci de, Parti gençlik kolundan ''Troçkist.!'' denip atıldılar hemen. Hiç unutmam, karar bildirilince acılıkla güldü kız, ''Stalin'i biz sizden daha çok seviyormuşuz'' dedi.! O günler sustuğuma çok üzüldüm sonra ben. Ama en çok da, Komünist Partisi'nin tutumuna üzüldüm. Bu tutumla ancak mezarını kazar bir parti. Bunu ben söylemiyorum Rahmi Usta, Lenin söylüyor. Tarihte batan partilere üstünlüğümüz, otokritik yapabilmemizdir, diyor. Neyimiz kalır bu üstünlüğümüz gitti mi.? Herkes biliyor ki, Lenin böyle değildi.'' (Sayfa: 99)

*

''- Her duyduğuna senin gibi salaklar inanır Mithat, dedi. Yalan yok da yanlış var.!
Sustu bir an,
- Kızıl bayrak olsaydı keşke, dedi.
Gözlerini Sait'e dikmişlerdi. Biraz daha beklettikten sonra,
- Kocaman mahya gibi bir pano, dedi Sait. Adam boyu harflerle ''SARAÇOĞLU FAŞİSTTİR'' yazıyor üstünde. Kızıl bayrak diye biz çıkardık. (..)
- Kimmiş bunlar.?
Alaylı gülümsemeyle Mithat'a dönü Sait,
- Kimse kim, dedi. Sana ne.?'' (Sayfa: 104)

*

''- Evet Necla Hanım, dedi. Hitler zor durumda. Ama inananlar için çok önemli bir şeyi başardığı yadsınamaz. En ağır dersi o verdi komünistlere. İnsanlık bunu unutmayacak. Bolşevik sürüleri bugün Avrupa'ya koşturuyor. Ama bir duvara çarpacak sonunda. Bu duvarın temelini, Hitler'e bağlanan Almanlar attı.! Bunu da unutamaz insanlık.!
- İnsanlık mı.? Anlamadım, dedi Necla. Milyonlarca insanı doğradılar. Kitapları yakıp, bilim adamlarını kovdular. Kamplara yığdılar bir sürü düşünen başı. Yaktılar, yıktılar dünyayı, milyonlarca insana kıydılar. Hitler'i, itleriyle kuduz canavar sürüsü.! İnsan değiller ki insanlıkla ilgileri olsun bunların.
Gülümsemeye vurdu gene,
- Dilim varmıyor söylemeye, bağışlayın dedi Galip. Komünistler gibi konuşuyorsunuz diyeceğim nerdeyse.!
- Dediniz işte, dedi Necla. Hiç sevmem sinsiliği. Öyle diyorsanız öyle olsun.! Evet, önce komünistler söyledi bunları; şimdi dünya söylüyor. O ki inanıyorsunuz insanlık yolunda olduklarına, siz de ''faşistim'' desenize. Görüyorsunuz, zor durumda adamlar.! Dostlarından destek beklerler pek yerinde olarak. Siz de kromlarınızı satmak için İngilizlerden, Amerikalılardan öneri bekliyorsunuz. Yakışır bir yanı var mı bunun.?'' (Sayfa: 129)

''Pistte dans edenler vardı orta salonda. Küçük masalar çevresine yer yer koltuklar, kanepeler sandalyeler konmuştu iç salonlarda; yarı boştu; kadınlı erkekli çoğu kişi ayakta yiyip içmeyi, çene çalmayı yeğliyordu. Pamuk gibi bira francalalarından minik sandviçlerle, tavuklu, çirozlu, çeşitli peynirli kanepelerle dolu tepsilere uzanırken, elinde olmadan boğazında bir şey düğümleniyordu Turgut'un. Bir avuç çamur gibi ekmeğin karneye bağlandığı ülkeden, nerden bulmuşlardı bunları.? Bunca malı mülkü bulan bunları mı bulamayacak.!''
(..)
''Yiyin efendiler yiyin.! Tıksırıncaya çatlayıncaya kadar..'' (Sayfa: 189)
*
''Çocuk olmak güzel de, asıl, bir sürü çocuk bir arada olmak güzel. Büyüklerin yasasını çiğneyip kendi yasalarını koyuyorlar hemen.!'' (Sayfa: 190)
*
''Yaşamayı hak edenler ölüyor; ölümü hak edenler yaşıyor.!'' (Sayfa: 192)
*
Bahsedilen yazılar Hikmet Kıvılcımlı'nın Yazıları
*
''Tarihe çok yalan karıştırıldığından söz ederdi arada, kendine özgü alaylı diliyle. Alaturka musikiye konan yasağa kadar, devrimler adı altında yapılan reformlardan yana olmuştu, hele kadınlara verilen haklar konusunda. Yasak günlerinde radyoyu açmadı. Daha çok kanun çaldı evde. Okumaya düşkündü aslında; divan okurdu. Elinden düşürmedikleri Naili'yle Fuzuli'ydi. Sahirleri gösterdiği kâğıtlar da ilgisini çekmişti. Bir göz atayım deyip yanına altığı, Kürt sorununu inceleyen yazıların tümünü okumuştu Sahirler gelmeden. İlk sorusu, ''Kimindir bu yazılar.?'' oldu.
- Dedim ya, dedi Sahir. Anadolu'ya atanan tanıdık bir yaşlı öğretmenin. Götüremedi, emanet bıraktı bize.
- Ne öğretmenidir.?
- Tarih.
Başını salladı ağırdan; sağ başparmağıyla çenesini okşadı kaşır gibi,
- Kimseye göstermeyin bunları, dedi. Dert açar başınıza. Tekin değildir bu Kürt işi.
- Nasıl buldunuz.?
- Nasıl bulacağım evladım.! Söyledikleri doğru. Derleyip toparlayıp güzelce anlatmış. Komonist.! Namuslu bir adam. Kimsenin eline geçmesin yalnız.! Bu adamın adını da vermeyin sakın kimseye.! Bir sürü adam asıldı bu yüzden. Bizim bahçenin ötesindeki konak, biliyorsunuz, İsmail Müştaklarındır. İpe gidiyordu onlar da İstiklal Mahkemesi'nde; güç kurtardılar kellelerini. Ebuzziya Velid, Ahmet Emin, Ahmet Şükrü filan..'' (Sayfa: 201)

''Durağan bir şey var bu toplumda. Kafalara hep üniforma giydirilmiş.'' (Sayfa: 207)
*
''Konuşmadan, yazmadan nasıl bulacağız doğruları.? Sopa kimin elindeyse o konuşacak; doğruları da o söyleyecek.!'' (Sayfa: 208)
*
''Bir yere varacağına inanman için, düştüğün yolun doğruluğuna güven duyacaksın.'' (Sayfa: 217)
*
''Onurlu kaldığına pişmanlık duyuyorsa biri, korkulur ondan.''
(..)
''- Çocuklar, dedi. Siz bizden çok biliyorsunuz belki; biz de sizden çok yaşadık, çok gördük. Ne aşırı güvenin insanlara, ne de umudunuzu kesin.! Bir çarktır dönüp gidiyor işte.! Uyanık olacaksınız.!'' (Sayfa: 224)
*
''Sorun sende; insanlarda değil. Yarıp içine bakmak istiyorsun insanların.! İçinde ne olduğunu, kendi bile bilmez. Bilir bilmesine de, ''hasır altı'' eder.! Bilinçaltı diyorsun.! Bilinçaltında ne olduğunu kim biliyor ki.? Senin bilinçaltında neler var, biliyor musun.?'' (Sayfa: 225)

*

''Benim yanılmam bana zarar verir. Yığınların tapar gibi bağlandığı birinin yanılması, benim yanılmama benzemez.'' (Sayfa: 243)
*
''Sermaye birikimi için tek olanak emekçi halkın iliklerine kadar soyulmasıydı. Ücretlerin en alt düzeyde tutulması için yedek işsiz ordusu gerekliydi. Yardımı olamadan yaşayamayacağını bildiği yabancı sermayeye dişe dokunur pay ayırmak için artıdeğer vurgununda ölçü tanınmamasıydı istediği. Bunlar oldu. Bütün bunlara karşı koyan tek siyasal örgüte, Komünist Partisi'ne yabanıl saldırısının asıl nedenleri bu. İşçileri bölüp parçalamak, örgütsüz bırakmak, satın alamayacağı bilinçli önderleri temizleyip başıboş sürüye döndürmek emekçileri; ya da kendi emirlerindeki önderlere bağlamaktı.'' (Sayfa: 253)

*

''Hapishanelerinde yattım / Köpekbalıklarıyla dolu denizlerine battım.!'' * Nâzım Hikmet (Sayfa: 289)
*
''Karı bağırıp çağırmaya başlayınca yan salona geçtim. Tutuklatmam gerekecek yoksa. Öyle şeyler söylüyor ki, komünist dersin.! Hırsız pezevenkler.! Soyguncu orospu çocukları.! Böyle bağırıyor. Yetmedi mi fakir fukaranın kanını emdiğiniz. Millet ekmek bulamıyor.! Bok yiyin.! Şarkınıza da sıçayım, ağzınıza da.! Yeri göğü inletiyor.!'' (Sayfa: 331)
*
''- Hoş geldin Halil Yoldaş.! dedi, çok da ciddi bir tonda.! Ses çıkarmamıştı Halil, - Nerde olduğunu biliyor musun.? Halil gene sessizdi. Ağır ağır aldı Nazif, - Önce şunu bil.! dedi. Öyle bir yerdesin ki, burda, ne insanlık var, ne yasa var, ne devlet var, ne Allah var.!'' (Sayfa: 406)

*

''- Hey, durun, dedi Nazif.
Nuri iverek masadaki öteberiyi toplarken yavaşça kayıp masa dibine düşen En'am takılmıştı gözüne,
- Bunu da alın, dedi.
Pabucunun burnu ile iteleyip beton üstünde kapıya doğru kaydırdı En'am'ı.
- Yanına koyun onu da, dedi. Öbür dünyada işine yarar belki.! Ölü çıkarılıp da kapı kapanınca durulur gibi oldu Galip.
- Eğitim zaiyatı.!
Nazif'e baktı anlamadan.
- Orduda bir deyimdir bu.! dedi Nazif. Kuşkulu bir er temizlendi mi, raporuna öyle yazılır.'' (Sayfa: 430)

*

''Ben kendimi bilirim.! İçimdeki çoğu güzellikleri yerle bir ettikten sonra geçip gitti o kasırga.!'' (Sayfa: 448)

*

''Karmaşık görünümünün çekiciliğine kaptırmadan, derinliğine eğilip baktın mı, dayanılmaz biçimde yalınkattı yaşam denen öykü.!'' (Sayfa: 459)

*

''- Din konusunda önemli işler yaptı Kemalistler. Güç bir iş bu.! Çözümü kolay değil. Sorunu çözmekten çok azdırırlar bunlar da.! Bizim Doktor Hikmet, bir karikatür çizmiş Diyarbakır'da. Falakanın altında kafasında şimşekler çakan adam, ''Allah.!'' diye bağırıyor acıdan. Vuran pezevengin dediği de, ''Bakın görüyor musunuz gericiyi; ''Allah.!'' diyor.'' Acıdan umarsız kalmış insan başka ne bok yiyecek.? Soygunla birlikte yoksulluk, karanlığın en bitek toprağı. Öyle geliyor ki bana, bu ülkede din muhalefeti, bizim ilerici muhalefetimizden ne yazık ki, çok daha güçlü.'' (Sayfa: 511)

*

''Fransız Devrimi, burjuvayı da, işçiyi, köylüyü de yanına almış; kiliseye, dine de karşı devrim. Varına yoğuna el koymuşlar kilisenin. Sen benden iyi bilirsin bunları.! Büyük burjuvazi kiliseyle anlaşmış sonunda derler ama, temel sağlam oturmuş, maya tutmuş baştan.! Bizim burjuvazinin ideolojisi yamalı bohça; yıllar yılı Nazilerden akıl aldılar. Aslında da da ite kaka, gönülsüz başlamış işe; Kemalistlerin zoruyla.! Kemalistler de şaşkın bugün. Temel ne durumda belli değil.! Aynı bir yanımız da var. İslamlık yalnız egemen sınıfların dini olmamış; ezilen sınıfların, köylülüğün muhalefetine de ideoloji üretmiş, destek vermiş.! Babai başkaldırmaları, Baba İlyas, Baba İshak, Bedrettin, Pir Sultan, ne bileyim, bir sürüsü. Nâzım'ın da destanı var, biliyorsun.'' (Sayfa: 512)

*

''Kırmızı ibiğimizi saklasak da, sesimizden tanıyor herifler.!'' (Sayfa: 514)

*

''..Doktor Nurettin'i alıyorlar. Kalabalık bir odada Sahir'le yüzleştiriyorlar. Doktorun bir şey sakladığı yok ki. ''Ben Kürt'üm, bize yaptıklarınızı da bağışlamam; isterseniz asın beni.!'' diyor, Sahir'i gösterip, ''Kafası bana hiç uymuyor ama, içinize nasılsa, namuslu bir adam karışmış, ona da dayanamıyorsunuz.!'' diyor. Sille tokat girişiyorlar Sahir'in önünde. Sahir'e vurmamışlar.! Fakat Sahir'ciğim, dayanamıyor ondan sonra.! Bağırmalara başlıyor hücrede. Anlamsız sözler filan.! Anlıyorlar bozulduğunu. Bakırköy'e gönderdiler.'' (Sayfa: 533)
*
''..neyi aradığını bildiği kadar, seçmesini de biliyordu artık. Anahtar elindeydi.!'' (Sayfa: 536)
*
''- Doktor Nurettin'e, söylemeyi göze aldığı bir çift söz için, kuduz köpek gibi saldırdılar, dövüyorlar önümde.! O anda hemen aklıma gelen, bana da vurup vurmayacaklarıydı.! Adamı dövmelerine başkaldırmak değil.! Doğal.! Korunma güdüsü. Korkuyla, önce kendini düşünüyorsun.! Bana dokunmadan getirip hücreye kapatıldığımda, kendimle baş başa kalınca anladım asıl çirkin gerçeği.! Nedendi o tavrım biliyor musunuz.? Çünkü, Doktor'un gerici olduğuna inanıyordum. Düşüncelerine kızıyordum adamın. Dövenler bir şovenliğe karşı çıkmış oluyorlardı.! O koşullarda bile, beni onlardan ayırmıştı Kürt Doktor.! İçinizde bir adam var, diye beni göstermişti.! Öyle sanıyordu demek.! Yoktu oysa.! Ben de o saldıranlardan biriydim.! Bizim bu ülkede ilerici kafamız bu işte.!'' (Sayfa: 540-541)
*
''- Ne derdimiz varsa, pasaklı karıların süprüntüsü gibi, el çabukluğuyla, kilimin, hasırın altına ittik. Hasırlar, kilimler kalkınca ne olacak bakalım.?'' (Sayfa: 542)
*
''Marx ne diyor.? ''Tarih öldüreceklerinin önce gözlerini kör eder.!''
(..)
''- Bizim tarihe yenik yanımız da bu, dedi. Niye biliyor musun.? Üstünde korkusuzca konuşamıyoruz çünkü.! Biz burdan yıkılacağız diye korkuyorum.!'' (Sayfa: 543)
*
''Acısı etine değmeden, kimse görmez doğruları.!'' (Sayfa: 545)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...