11 Ağustos 2021 Çarşamba

Binbir Gece Masalları Cilt 3/1, Fransızcaya Çeviren: Joseph Charles Mardrus, Fransızcadan Çeviren: Âlim Şerif Onaran


DOKUZUNCU KİTAP


Ebu Kir ile Ebu Sir'in Öyküsü:
*
"Kötülükten el çek.! Ve kötülüğün tasından içip sarhoş olma.! Kötü her zaman savrulup yere serilir.
Okyanus, yüzeyinde çölün iskeletlerinin yüzdüğünü görür: oysa dibinde, denizin dibinin kumları üzerinde, inciler sakince yatar.
Huzur ve mutluluk dolu bölgelerde, havanın saydam sayfalarında 'İyilik tohumunu serpen iyilik biçer.! Çünkü her şey aslına döner.!' yazılıdır.'' (Sayfa: 44)

*

Itırlı Bahçe'den İbret Verici Fıkralar:

*

Beyaz Var, Beyazcık Var:

*

''..bu kısa öykü, her çeşitten beyaz olduğunu ve ancak aklı başında kişinin aradaki farkı anlayabileceğini kanıtlamak içindir.'' (Sayfa: 54)

*

Genç Sarı Adamın Öyküsü:

*

''Şarap bardağı şuracıkta ve yakındaki sık ağaçlıktan kuş ötüyor; yüreğime diyorum ki: 'Ne vakte kadar mutluluğu iteceksin.? Uyan, yaşam ödenecek, kısa süreli bir borçtur.'..'' (Sayfa: 76)

*****

''Fakirlik bizi kendi ülkemizde yabancı kılıyor; paraysa yabancı bir ülkede vatan sağlıyor.!'' (Sayfa: 87)

*****
Gülnar ile Gülen Ay Öyküsü:

*

''..biliyorum ki, aşk; kadınların ve kızların yüzleri bir ar peçesiyle kapalı olduğundan, biz Müslümanlarda, çoğu zaman, gözlerden çok kulaklar yoluyla algılanır.!'' (Sayfa: 121)

*****

''Bilgeler 'Hoş karşılanmak dilersen, imkânsızı talep etme.!' demişlerdir.'' (Sayfa: 127)

*****

Musullu İshak'ın Kış Gecesi:

*

''Sana benzeyen adam, kendinden utansın.'' 
(Sayfa: 154)

*****

HALİFE İLE BALIKÇI HALİFE:

*

''..kötü baht, sabırlı bakımla patlayan ve iyileşen bir yara gibidir..'' (Sayfa: 163)

*****

''Beni kınayanlar, boyuna bitip tükenmeyen ıstırabımdan dolayı eleştiriyorlar.! Ama yürek tüm tesellileri reddederken ben ne yapabilirim.? Kendi başıma buyruk muyum, yürek benim iradem altında mı sanki.?'' (Sayfa: 188)

ONUNCU KİTAP

Hasan el-Basri'nin Serüvenleri:

*

''Yüreğim yer değiştirdi ve artık gözlerim uyumayı beceremiyor.! Ve aşkın değiştirdiğini, yine ancak aşk yerine getirir.'' (Sayfa: 245)

*****
*****

''Bana ölümü vermek ister misin.? Öyleyse bağışlama beni.! Aşkın başka kurbanları da vardır elbette.! Beni yaşama mı döndürmek istiyorsun.? Gözlerini üstüme çevir öyleyse, ey dünyanın süsü.!'' (Sayfa: 254)

*****
*****

Nezaket Kurallarına Aldırmayan Neşeli Kişiler Divanı:

*

Tarihsel Yellenme:

*

''Ayağa kalk arkadaş, bahar mevsiminin boşuna geçip gitmesine izin verme.!'' (Sayfa: 309)

*****
*****

Uyanık Uykucu Öyküsü:

*


''..bir daha asla ülkemin halkıyla düşüp kalkmayacağıma ve evimde sadece  yabancıları ağırlayacağıma yemin ettim; ama, dahası, deneylerim bana, kısa ve sıcak olan dostluğun uzun ve kötü biten dostluktan çok daha yeğlenecek olduğunu öğrettiğinden âdemoğulları arasında en hoş ve en çekici de olsa, hiç kimseyle birbirini izleyen iki gün düşüp kalkmamaya da yemin ettim..'' (Sayfa: 323)

*

''..hiçbir doğru adam ve yüreği yüce kişi yoktur ki, ceza görmemenin kötülerin sığınağı olmasından acı duymasın.!'' (Sayfa: 327)

*****
*****

Zeynü'l Mevasıf'ın Aşkları:

*

''Ah.! Bahtsızlara kalan tek avuntudur bu rüyalar.! Ama tatlı hayallerden ayrılınca uyanışın gözyaşları ne kadar acı.!'' (Sayfa: 391)

1 Ağustos 2021 Pazar

Jaroslav Haşek - Aslan Asker Şvayk, 2. Cilt (Çeviren: Zeyyat Özalpsan)


''İyi geceler yüreciğim
Sen ki dertleri de acıları da taşırsın
Gün artık erdi sona -
Salıver dertleri terli elinden
ta ki güneş kırların tarlaların
üstüne doğana kadar.'' (Sayfa: 69)

*****

''Kahramanları Karşılaştırma Komitesi''nden, kadidi çıkmış, dantelalar içindeki iki kadın, Yüzbaşı Sagner'i ziyaret ederek kendisine yirmi kutu kokulu tablet verdiler. Bunlar bir şeker firması tarafından yapılıp, reklam için dağıtılıyordu. Son derece güzel yapılmış kutuların kapağı üzerinde, genç bir Macar honvedi, genç bir Avusturyalı askerin elini sıkıyordu. Tepelrinde ise Sent Stefan haçı vardı. Yuvarlak kutu kapağına da Macarca ve Almanca olarak şunlar yazılmıştı: 
''Kayser, vatan ve Tanrı için.''
Karamela fabrikası o derece sadıktı ki, Kayser'in adına, Tanrımızınkinden evvel yer vermişti.'' (Sayfa: 127)

*

''- Size soruyorum, beni tanıyor musunuz.?
- Belki sadece iyi tarafımı tanıyorsunuz benim.?
- Bekleyin hele. Bir de kötü tarafımı tanıyın.
- Sizi anırtmasını bilirim ben. Eşşek herifler.
- Kardeşleriniz var mı.?
- Onlar da herhalde sizin gibi eşşeklerdir.. Neredeler.. Cephedeler mi.? Pekâlâ. Asker olduğunuzu unutmayın.. Çek misiniz.? Ünlü Çek tarihçisi Palacky'nin ne dediğini biliyor musunuz.? Eğer bir Avusturya var olmasaydı, insan onu yaratmaya mecbur olacaktı.. Marş.!
Asteğmen Dub'un bu terbiye teftişi bütün yaptıklarına rağmen hiçbir sonuç vermemişti. Üç grup daha asker durdurdu ama ''herkesi anırtmak'' konusundaki pedagojik görüşü, geminin baştan kara etmesine sebep olmuştu. Zira, cepheye sevkedilen bu ''madde''lerin herbirinin gözlerinde Asteğmen Dub'a karşı en ufak bir sevgi beslemedikleri açıkça belli oluyordu. Gururunun kırıldığını hissetti ve tren hareket etmeden evvel, Yüzbaşı Sagner'e giderek, Şvayk'ın hapsedilmesi gerektiğini söyledi. Zira, bu garip adam bir takım garip düşüncelere sahipti ve subaylara çekinmeden cevaplar vermedeydi, eğer bu böyle devam edecek olursa, subayların hiçbir itibarı kalmayacaktı.'' (Sayfa: 132)

14 Temmuz 2021 Çarşamba

Jaroslav Haşek - Aslan Asker Şvayk, 1. CİLT (Çeviren: Zeyyat Özalpsan)

 

Arka Kapak:
*
Dünyanın belli başlı bütün dillerine çevrilen ve birçok ülkede oyunlaştırılarak sahneye de konan Aslan Asker Şvayk destansı bir romandır. Birinci Dünya Savaşı sonrası insanını simgeleyen yapıtın kahramanı Şvayk, doğup büyüdüğü topraklara olan özlemi ve acı çekenler karşısında derinden etkilenmesiyle halktan biridir. Şvayk sağduyusu ve kurnazlığıyla savaş sırasında aldığı emirleri öyle bir titizlikle yerine getirir ki, bu emirlerin saçmalığı kendiliğinden ortaya çıkar.
*****
*****
GİRİŞ
*
Büyük devirler, büyük insanlar yaratır. Napolyon'un şöhretinden yoksun kahramanlar vardır; yanlış anlaşılmış ve utangaç. Ama onların kişiliklerini inceleme, Makedonyalı Büyük İskender'in namını gölgede bırakabilir. Prag caddelerinde dolaşan bir adam görürsünüz. Üstü başı perişandır ve kendisi yeni zamanların tarihinde oynadığı rolün farkında bile değildir. Kendi yoluna gider utangaç. Kimseyi rahatsız etmez. Kimse de rahatsız etmez onu. Gazetecilerin, onunla bir röportaj yapmak, akıllarına bile gelmez. Eğer ona, adının ne olduğunu soracak olursanız, size son derece çekingen ve alçakgönüllülükle, ''Adım Şvayk,'' diye cevap verecektir.
Ve bu sessiz, sakin, üstü başı hırpani adam gerçekte, eski ve iyi asker Şvayk'tır. Avusturyalılar zamanında Böhmen Krallığı'nda onun adı düşmemiştir vatandaşların ağzından. Ve Aslan Asker Şvayk'ın şanı, Cumhuriyet devrinde de sararıp solmayacaktır.
Ben son derece severim cesur asker Şvayk'ı ve onun dünya savaşı süresince başına gelen maceraları yazıyorum. Hepinizin bu utangaç ve yanlış anlaşılmış kahramanı seveceğinizden eminim. Herostratos adındaki budala gibi, gazetelere ve okul kitaplarına geçebilmek için Efes'teki Tanrıça'nın mabedini yakmadı o.
Sanırım ki, bu kadarı da yeterlidir.
*
Jaroslav Haşek
*

BİRİNCİ KISIM, CEPHE GERİSİNDE:

*

''Yıllar öncesi toplanan bir askeri komisyonun, kesinlikle geri zekâlı olduğu gerekçesiyle askerlik görevinden affettiği ve o günden bu yana hayatını birtakım sokak köpeklerini çiftleştirerek, ortaya çıkan iğrenç yaratıkları safkan ve de cins hayvanlar olarak satan, şecerelerini de büyük bir ustalıkla kendisi sahte olarak tanzim eden Şvayk'a hizmetçisi:

- Şimdi de namı hesabımıza Ferdinand'ı temizlemişler, dedi.'' 
(Sayfa: 9)


Alay komutanı, Şvayk'ın burnunun dibine sokuldu.
- Şu anda ne düşündüğünü çok bilmek isterdim doğrusu, kobay oğlu kobay.
- Ben katiyen düşünmem doktor.
- Hay dinini imanını, ananı avradını.! diye bağırdı bir üye, kılıcını şakırdatarak. Bak hele sen. Katiyen düşünmezmiş. Peki neden düşünmüyorsun Siyam fili.?
- Düşünmem doktor. Çünkü, ordudaki askerlerin düşünmesi yasaktır. Bundan birkaç yıl evvel, doksan birinci alayda askerlik ederken yüzbaşımız, bize sık sık şöyle derdi: ''Bir asker asla düşünmeyecek. Üstü onun yerine düşünür. Bir asker düşünmeye başladı mı, o artık bir asker değil, Allahın belası bir sivildir. Aslında düşünmek iyi bir şey değildir..''
- Kes sesini, dedi komisyon başkanı. Çıldırmak üzereydi. Elimizde size ait bir rapor var. Bu herif, herkesin kendisini aptal sanacağına inandırıyor kendisini.. Sen aptal değilsin Şvayk. Akıllısın sen, zekisin, sen bir rezil, dolandırıcı, üçkağıtçı, sahtekârsın. Anladın mı.?
- Evet doktor.
- Sana, çeneni tut diye daha evvel emir vermedim mi.? İşittin mi ne dediğimi.?
- Evet doktor işittim. Dilimi tutmamı söylediniz.
- Allahım, sen bana sabır ver. O zaman tut çeneni. Emrediyorum sana. Susman gerektiğini gayet iyi biliyorsun.
- Evet doktor. Biliyorum. Susmam gerekiyor.
Subaylar birbirlerine bakıp, çavuşu çağırdılar.
- Bu herifi al, diye komisyon üyelerinden alay doktoru, Şvayk'ı işaret ederek söze başladı. İdareye götür ve orada bizden gelecek emirle raporu bekle. Domuz gibi sıhhatli ve bir değirmen kadar geveze. Üstlerine karşı maskaralık ediyor.. ve buraya sırf onu eğlendirmek için geldiğimiz kanısında. Üstelik savaşı da şaka ve eğlence sanıyor rezil.
Şvayk, çavuşla beraber idareye giderken, bahçede kendi kendine bir şarkı mırıldanmaya başladı.
*
Ben sanırdım talimi
Askerin eğlencesi
Ama sade bir hafta
Yahut en fazla iki
*
İdaredeki subay, Şvayk'a, onun gibi rezil deyyusların vurulması gerektiğini avaz avaz haykırırken, komisyon üyeleri de, koğuşta bir yaprak dökümüne başlamışlardı. Yetmiş hastadan sadece iki kişi kurtarabildi kendini. Birinin, bir el bombası bacağını götürmüştü. Öbüründe ise kemik çürümesi vardı.
Sadece bu ikisine, silah altına, denmemişti. Bütün diğerleri, hatta ölmek üzere olan üç veremli de savaşa yeterli bulundular. Eline böyle bir fırsat geçen alay doktoru bir nutuk atmaktan kendini alamadı. Konuşma genellikle değişik türde küfürlerden meydana geliyor ve herifin ne demek istediği pek anlaşılmıyordu. Bir kere hepsi köpoğlu köpek ve de bok soyuydular. Eğer Kayser için kahramanca çarpışacak olurlarsa, ancak o zaman insanların yaşadığı topluma dönebilirlerdi. Savaştan sonra afları düşünülebilirdi. Numara yapıp, askerden kaçmak istedikleri de unutulurdu belki. Ama o böyle bir şeye inanmıyordu. Tümünü birden bekleyen şey, yağlı ilmiklerdi. İşte o kadar.'' (Sayfa: 89-91)



''Dünyanın bütün ordularındaki papazlar, ekmeklerini yedikleri tarafın galip gelmesi için dua ederlerdi, aynı Tanrı'ya.'' (Sayfa: 147)
*****
*****
''- Bir şarapnel tepende patlayıp kelleni götürdüğü zaman, sen istediğin kadar umudunu kaybetme de, ne faydası olacağını gör bakalım. Bir sürü zevzekliğe inanmamızı istiyorlar. Bir sefer kilise üyesi olan mebuslardan biri bizleri ziyarete geldiği zaman, çektiği nutukta, Tanrı'nın barışçılığından, dünyamıza onun hükmettiğinden ve eğer O, savaş istemeyecek olursa, hep birlikte kardeşçe yaşayabileceğimiz söylemişti. Peki şu andaki durum ne.? Bütün kiliselerde silahın zaferi için dua edilip, Tanrı'dan savaşı idare eden, Genel Kurmay Başkanı gibi bahsediliyor. Yeteri kadar cenaze gördüm ben bu hastanede. Ayrıca, kesilen kol ve bacaklar da arabalar dolusu.'' (Sayfa: 182)
*****
*****
''Şvayk, bir yandan hayvanı okşarken, bir yandan da yumuşak bir sesle konuşuyordu:
''Bir zamanlar, albayın yanında oturan Foks adında bir köpekçik vardı. Hizmetçi kız her gün gezmeye götürürdü onu. Sonra bir bey gelip çaldı Foks'u. Derken efendim, Foks, orduda görevli bir teğmenin evinde soluğu aldı. İsmi Maks'tı artık.''
- Haydi Maks, yap bana bir raks.! Gördün mü bak rezil.! Eğer söz dinler, yaramazlık yapmazsan, seninle iyi arkadaş olacağız. Yoksa, savaş senin için hiç de kolay olmayacak.
Maks, Şvayk'ın kucağından atlayarak, zevkle koşmaya, yeni efendisinin etrafında dönmeye başladı. Akşam, teğmen kışladan döndüğü zaman, Maks'la Şvayk çok iyi arkadaş olmuşlardı.
Şvayk, Maks'a bakarak felsefe yaptı.
- Derin düşünecek olursan, aslında her asker de evinden çalınmıştır.'' (Sayfa: 235)
*

İKİNCİ KISIM, CEPHE YOLUNDA:

*
''Şvayk, bu yazıyı okuyup bitirdiği zaman, çavuş henüz geri dönmediğinden, nöbetçi odasındaki köylü erlerle konuşmaya başladı:
- Gerçekten çok güzel bir kahramanlık örneği. Bu şekilde ordumuzda sadece yeni koşum takımları bulunacak. Ama, ben Prag'da çıkan Praske Uredni Listi gazetesinde daha güzel bir kahramanlık hikâyesi okudum. Bir yıllık gönüllülerden, Dr. Josef  Vojen adında birinden bahsediyordu. Galiçya'da, Yedinci Sahra Avcı Alayı'nda görevliydi Dr. Josef. Süngü hücumuna kalktıkları zaman kafasına bir kurşun isabet ediyor ve ilk yardım istasyonuna götürdükleri vakit, bağırıp çağırıyor, onlara böyle bir çiziği sardırmam diye ve hemen birliğinin başına dönüyor. Fakat, bu sefer, patlayan bir bomba bacaklarını da alıp götürüyor. Gene geri götürmek istiyorlar ya, bırakan kim.? Hemen orada bulduğu bir sopayı alıp, düşmana karşı savunmaya başlıyor kendini. Patlayan bir bomba bu sefer sopayı tutan elini götürünce, hemen öbür eline aktarıyor sopayı. Eğer o anda tepesinde patlayan bir şarapnel adamın canını hepten almasa, sonunun nasıl olacağını ben de kestiremem doğrusu. Herhalde bu şekilde temizlenip yok olmasaydı, ona bir gümüş kahramanlık nişanı verirlerdi sanırım. Hatta kafası kopup yerde yuvarlanırken bile bağırıyormuş:
Öldürücü bir yara bile seni yere yıksa
Vazife kutsaldır, sakın kaçma.. diye.'' (Sayfa: 268)


''Her inkâr itirafları güçleştirir. Nasıl ki her itiraf da inkârı güçleştirirse.'' (Sayfa: 286)
*****
''Onun başını asıl derde sokan, paralı casusla çevre halkından muhbirler temin etmekti. Çevredeki halk çok dik kafalı olduğu için, böyle bir kimse temin edemeyen karakol komutanı en sonunda kurtuluş çaresini, bölgenin çobanı olan ''Pepik Hopp''da bulmuştu. Bu yaratık böyle çağrıldığını işitir işitmez, zıplardı olduğu yerde. Tabiatın ve insanların teptiği bu sakat adamcağız, yılda birkaç altına ve boğaz tokluğuna, Komün'ün hayvanlarına bakardı.
Çavuş onu çağırtıp karşısına aldı.
- Pepik, sen ihtiyar Prochazka'nın kim olduğunu biliyor musun.?
- Meee.
- Melemeyi bırak şimdi. Unutma ki, Majeste Kralımızı bu isimle çağırıyorlar. Kayser'in kim olduğunu biliyor musun.?
- Kayser, Kayser'dir.
- Aferin. Doğru cevap verdin Pepik. Şimdi beni dinle. Yemeğini almak için evden eve giderken, eğer birisinin Kayserimize, rezil, dümbük, kodoş gibi laflar ettiğini işitirsen, gelip hemen bana haber vereceksin. O zaman sana bir kadeh şnaps var. Eğer gene dolaşırken birinin savaşı kazanamayacağımızı söylediğini duyarsan, gene bana geleceksin, o zaman sana gene bir kadeh vereceğim. Yok eğer benden bir şey saklayacak olursan, o zaman işler değişir, seni kolundan tuttuğum gibi doğru, Pisek'e yollarım, Pepik. Hadi hopp.!
Pepik zıpladıktan sonra, kumandan adama iki kadeh içki verip, merkeze bir yazı yazarak, paralı bir muhbir tuttuğunu bildirdi.
Ertesi gün, karakola gelen kilisenin papazı, son derece gizli bir şekilde, köyün dışında Pepik'i gördüğünü ve kendisine şöyle dediğini açıkladı: ''Sayın efendimiz, jandarma kumandanı dün bana, Kayserimizin bir dümbük olduğunu ve savaşı kazanmamıza imkân olmadığını söyledi, meee hopp.!''
Papazla uzun süren bir konuşmadan ve açıklamadan sonra, kumandan Flanderka, hemn köyün çobanını tevkif ettirdi ve adamcağız, Prag'daki Hradçani zindanında, bozguncu konuşma yapmak, imparatora hakaret etmek, halkı isyana teşvik etmek ve daha bir sürü suçlardan on iki yıl kürek cezasına mahkûm oldu.
Pepik Hopp, mahkemede de aynı şekilde davrandı ve sorulan her soruya keçi gibi meleyerek cevap verdi. Mahkemenin sonunda ise, kararı dinledikten sonra, ''meee hopp'' deyip, bir de havaya sıçrayınca, kendisine fena halde kızan, mahkeme disiplin kurulu çobanı üç gün katıksız hücre hapsine mahkûm etti.
O günden sonra bir daha muhbir filan aranmadı. Merkeze yazdığı raporlarda, sadece uydurma bir isim vermekle yetindi ki, bu da onun gelirinin elli kron artmasına sebep olmuştu. Muhbir parasını da son meteliğine kadar ''Maçor Kedi'' meyhanesinde içerdi. Ancak, onuncu bardaktan sonra vicdanı burkulur, biranın tadı buruklaşır ve komşu masalardan daima aynı lafı duyardı.
- Jandarma kumandanının keyfi yok nedense bugün. Bir şeye mi canı sıkıldı acaba.?'' (Sayfa: 294-295)


''Kibir, daima düşüşten evvel gelir. Talih ve cam aynı kolaylıkla kırılır. İkaros bir zamanlar kendi kanatlarını yakmıştı. İnsanlar bir dev olmak isterler ama, aslında karıncadan iri değillerdir. İnsan hiçbir şeye güvenmemeli ve her şeye dikkat etmeli. Zira, şunu bilmek gerekir ki, her aşırı davranış muhakkak bir kötülük, bir aksilikle biter.'' (Sayfa: 325)
*****
*****
''- Uzun bir süreden beri Macaristan'a yollanacağımız biliniyordu zaten. Cepheye gidecek birlikler orada düzenlenecek, askerlere atış dersleri verilecek, keskin nişancı olmaları için talim yaptırılacak, Macarlarla boğuşulup hazırlıklar tamam olduktan sonra Karpatlar'a gönderileceğiz. Buradaki garnizona da Macarlar gelecek ve böylece ırk karışımı sağlanacak. İleri sürülen bir teoriye göre, ırkın dejenere olmasını önleyecek en iyi çare, başka milletlerden kızların ırzına geçmekmiş. Bu işi İsveçlilerle, İspanyollar otuz yıl savaşlarında, Fransızlar ise, Napolyon'un zamanında başarı ile tatbik ettiler. Şimdi ise Macarlar aynı şeyi Budejovice çevresinde yapmayı düşünüyorlar ama, buna pek ırza geçme hareketi demek doğru olmaz. Son derece basit bir değiş-tokuş bu. Çek askerleri Macar kızlarının koynuna girecekler, zavallı Çek kızları da bir Macar husarını ortak edecekler 
sıcacık yataklarına. Birkaç yüzyıl sonra da antropologlar, neden Malşe kıyılarındaki insanların, elmacık kemikleri çıkık Asya tipi kişiler olduğunu merak edecekler.'' (Sayfa: 351)
*****
*****
''- Yetmiş beşinci alayda bir yüzbaşı, alayın bütün parasını yedikten sonra, ordudan atılmıştı ama, bugün gene aynı alayda yüzbaşı. Ayrıca, bir çavuş tanırım, üniformaların kol ve paça kıvrımlarındaki kumaşları çalardı. Yirmi top kumaş yürüttü bu şekilde. Herife ne mi oldu diyorsunuz.? Ha ha ha.! Başçavuş oldu be.! Geçen gün de Sırbistan'da, bir askeri, konservesini bir defada yedi diye kurşuna dizmişler. Oysa, tam üç günde yemesi gerekirmiş fıkaranın.'' 
(Sayfa: 388-389)
*****
*****
''İnsan ne zaman bir dostundan ayrılsa, onu tekrar göreceğini umar.''
(Sayfa: 441)

5 Temmuz 2021 Pazartesi

Aleksandr Sergeyeviç Puşkin - Ruslan ve Ludmila (Çevire: Kayhan Yükseler)

ÇEVİRMENİN ÖNSÖZÜ:
*
''Altı şarkı ve epilogdan oluşan bu masal-poemada Güneş lakaplı Kiev Prensi Vladimir'in yiğit şövalyelerinden Rusalan ile Prens Vladimir'in kızı Prenses Ludmila'nın evlenmeleri, Ludmila'nın düğün gecesi bir büyücü tarafından kaçırılması, ardından, prensesi gizliden gizliye seven Prens Vladimir'in şövalyelerinden Rodgay, Farlaf ve Hazar Hanı Ratmir'in Ruslan'la birlikte Ludmila'yı arama girişimleri destansı-masalsı bir havada anlatılır.''
*
Kayhan Yükseler

 

İTHAF
*
Sizin için, gönlümün sultanları,
Güzelleri, sizin için sadece
Yazdım güvenilir elimle
Evvel zaman masalları,
Fısıltısı altında geveze geçmişin
Ve altın boş vakitlerimde;
Kabul edin bu neşeli dizelerimi.!
Kimseden bir övgü beklemeden.!
Tatlı bir umutla mutluyum şimdi,
Belki de genç bir kız aşk titremesiyle
Bakacak diye gizli gizli
Benim günahkâr şiirlerime.
*
Koyun kenarında yeşil bir meşe vardır;
Meşenin üzerinde de altın bir zincir:
Bilge bir kesi gündüz gece
Durmadan dolaşır zincirde;
Sağa gitti mi - şarkı çığırır,
Sola gitti mi - masal anlatır.
*
Orası harika: Orada orman cini dolaşıyor,
Denizkızı oturuyor dalların üzerinde;
Orada gizemli yollarda benzersiz
Vahşi hayvanların izleri;
Orada tavuk ayaklar üzerinde
Bir kulübe dikiliyor kapısız penceresiz;
Orası orman ve vadidir göz alabildiğine;
Orada dalgalar boşanır gürleye gürleye
Şafağa doğru kumlu ve ıssız kıyıya,
Ve otuz yakışıklı şövalye birbirinin ardından
Çıkıyor berrak, parıltılı sulardan,
Ve onlarla birlikte denizci amcaları;
Prens önünden geçerken orada
Tutsak ediyor korkunç çarı;
Orada namlı bir bahadırı
Halkın önünde ormanlardan, denizlerden
Bulutlar içinde götürüyor büyücü;
Orada prenses kederleniyor zindanda,
Sadakatle hizmet ediyor bir bozkurt ona;
Orada Baba-Yaga havanı ile
Gezinip duruyor kendi kendine;
Orada Kral Kaşçey altınların başında çürüyor;
Orada Rus ruhu var.. Orası Rus kokuyor.!
Ben de oradaydım ve bal şarabı içtim;
Gördüm denizin kıyısındaki yeşil meşeyi;
Altında oturdum ve bilge bir kedi
Kendi masallarını anlattı bana.
Birini hatırlıyorum: Bu masalı
Aktaracağım şimdi dünyaya.. (Sayfa: 11-12)
*****

İkinci Şarkı

*
''Bu görkemli teremde neşe olur mu,
İçinde sevgiliyi göremedikten sonra.!'' (Sayfa: 37)
*****
*****
''Gerçeğe gönül verip de,
Kalbin karanlık dehlizlerini görenler
Kendilerinden mutlaka bilirler:
Eğer bir kadın kederler içinde
Ağlayarak, kimseye belli etmeden,
Alışkanlığa ve sağduyuya inat,
Bir gün aynaya bakmayı bırakırsa -
O zaman acısı ciddidir gerçekten.'' (Sayfa: 38)
*****

Üçüncü Şarkı:

*
''Duymuşluğum vardır bir gerçeği: 'Başı büyük olanın, ufak olurmuş beyni.!'..'' (Sayfa: 54)

9 Haziran 2021 Çarşamba

Aziz Nesin - Zübük



''Bir tarihte bu adama her nasılsa üçyüz lira borç vermiştim. Daha o zaman evlenmemiş. Anasıyla da aramızdan su sızmıyor. Gece gündüz beraberiz. Derken bir de duyduk ki evlenmiyor mu.. Düğün hazırlıklarına başlamışlar. Anasına, ''Oğlun evlenmesini biliyor. Düğün dernek yapacağına kızımın üçyüz lirasını versin önce. Benim kızım, o parayı öğretmenlik maaşından bir bir biriktirdi,'' dedim. Biz dediğimizle kaldık. Parayı vermediler. Zübükzade de evlendi. Ne yapalım, Allah mesut etsin.. Lakin bizim para ne olacak.? Ben buna haber yolladım: ''Kızımın parasını verecekse versin, yoksa onu bütün memlekete rezil ederim.''

Benimkisi de akıl işte. Herif öyle rezilliklerden utanacak gibi değil. Hatta rezil edebilsek, ''Aman ne iyi, propagandamı yaptılar. Bir de üste ne versek de haklarını ödesek.!'' diyecek.'' (Sayfa: 15)

*****
*****

''Günlerden cumartesi.. Cumartesi oldu muydu, Zübükzade İbraam Bey, ilkin öğretmenler derneğine gelir. Biriki laf atar. Bizim de kafamız iyice kızdı yani.. Yahu, nedir bu herifin cakasından, şişinmesinden çektiğimiz.. Elin zibidi Zübük'ünün yanına salavatsız varılmıyor. Herifin namussuzluğunu cümlemiz bilmekteyiz. Velakin karşı karşıya geldik mi, her ne hikmetse, herif bizim ağzımızı dilimizi bağlıyor. Ağız mı açabiliyorsun karşısında.? En küçük lafı, vekil vükela.. Alçakgönüllülüğü tutarsa, vali sözünü ağzına alıyor. Validen aşağısına kendisi rütbe vermiş ki, hâşâ huzurdan, meclisten dışarı, söylenecek bir söz değil.'' (Sayfa: 30)

*****
*****

''Büyük adam sen ben gibi değil. Bir oturdular mı oturulan yerden kalkmazlar. Bir kapıdan girdiler mi, girdikleri kapıdan bir daha öldür Allah çıkmazlar. Usul böyle..'' (Sayfa: 55)



''Bu Zübükzade sağu sağlattı, bizi karılar gibi ağlattı. Hayır, bize kimseler etmedi, biz bize ettik.. Bilesin, hem de öyle oldu. Elin yaban kopuğunu, ''Beyim sen şöylesin, beyim sen böylesin,'' diyerek zorla başımıza bey ettik. Şimdengeri iş işten geçti. Nice yansak yakılsak boş.. Bizi yakıp kül edip, külümüzü yele savurmada namussuz.. Artık nice yansak yakılsak, bu kudurmuşun elinden amanımız yoktur.'' (..) Yahu, bu bizim bura insanında hiç mi zihin yok.? Bunların hepsi bilir ki, bu Zübükzade, tarihlerin yazmadığı bir namussuz. Tek ayak üstünde seksen yalan kıvırır. Uykusunda şeytan aldatmaya gelse, şeytanın ırzına geçip, ''Gözünün yaşını sil.!'' diye donunu da eline verir. (Sayfa: 80)

*****
*****

''Başımı iki elimin arasına aldım, derinlere daldım, düşündüm: Biz neden böyleyiz.? Öyle ya canım, bu anasının oğlu, babası bellisiz Zübük, başımıza getirmedik bela bırakmamış. Hepimizin ayrı ayrı canını yakmış. Biz her birimiz, bunun ipini çekmeye gönüllüyüz, öyleyken neden bu uğursuzu daha aramızda yaşatırız, neden yalanlarına inanmayız da, inanır görünürüz.? Benimkisi korkudan.. Korku dağları bekler, demişler. İnsan yüreği dağ olsa bunca yalanın saldığı korkuya dayanamaz.'' (Sayfa: 83)

*****
*****

''Tranasit yolundan geçenler Alman da olsa, İranlı da olsa, yanlarında Amerikan cıgarası bulunuyor. Buralılar Amerikan cıgarasını yalnızken içmiyorlar, toplu olunca içiyorlar; daha çok ikram cıgarası..

Şimdilik anlayabildiğim, Amerika, uygarlığını önce cıgarasıyla yaymaya başlamış.'' (Sayfa: 103)

*****
*****
''Burada herkesin ağzında bir Zübükzade İbraam Bey.. Herkes onu anlatıyor, onun sözünü ediyor. Merhaba der demez, arkasından Zübükzade şöyle yaptı, böyle etti diye başlıyorlar.

Adını daha tirendeyken duymuştum. Bir kompartımanda yolculuk ettiklerimizden iki kişi, hiç durmadan saatlerce Zübükzade İbraam Beyin zulmünden, kötülüğünden dert yandı. Onların uzun uzun yakınmalarını dinlerken, hiç sıkılmadım. Anlattıkları çok ilginç ama, inanılır şeyler değildi. Tirenden inince, ancak bir saat kadar kalabildiğim vilayette de, ondan bundan yine Zübükzade İbraam Beyin meraklı serüvenlerini dinledim. Kanarya sarısı kaptıkaçtıda da, yol boyunca yine o adamın sözü edildi. İşin şaşılası yanı, bu adamın serüvenlerini dinlerken insan hiç bıkıp usanmıyor. Destan gibi bir adam. Yalnız, kötü bir destan, yani yergi, taşlama.. Herkes anlatıp anlatıp, ''Allah belanı versin ulan Zübük.. Çilemiz dolmadı mı ki, seni Azrail hiç görmez,'' diye sözünü bitiriyor.'' (Sayfa: 107)



''Ah bre oğlum, ciğerimiz yanık. Bu #Zübükzade alçağından bizim bir çekmediğimiz mi kaldı.? Herif bizi eşşek yerine koydu da, hemi de yularsız, palansız güttü. Yok öyle değil, herifin günahını almayayım. Biz herifi, paçasından, yeninden, zorla çekip sırtımıza bindirdik. Eşşek bile eşşekken kafasını diker, tepmik atar, çifteler. Biz şu insanlığımızla onu bile yapamadık.'' (Sayfa: 109)

*****
*****

''Beygirler bile beygir aklıyla, canavarı gördü mü, baş başa verir birleşir de art ayaklarını canavara dönerler. Bizim de birleşme zamanımız.'' (Sayfa: 110)

*****
*****

''Bizde, yok yere ahbaplığı sıkıladın da canciğer göründün mü, arkasından bir alicengiz oyunuyla kazık atılacağını cümlemiz biliriz.'' (Sayfa: 111)

*****
*****

''Herkes, partimizde bir namussuzun olduğunda ve bunun aramızdan atılmasında birlik. Gelgelelim, hiçbiri de şu içimizdeki alçağın adını söyleyemiyordu. Bu bizim insanımızda yürek yok, yürek.. Ulan korkacak ne var.? Söylesenize şu herifin adını.. Tuh yüreksizler.! Herkes birbirine, ''Öyle değil mi.?'', ''Ne dersin.?'' diye sorarak belayı savuştura savuştura, dönüp dolaşıp gene bana geldi.'' (Sayfa: 113)



''Merkez, ya bu herifi partiden atar, ya biz toptan partiden istifa ederiz. Çünkü bu #Zübükzade ile aynı partide olmak şerefimize dokunuyor ve o partide oldukça hiçbir zaman seçimi kazanamayız.'' (Sayfa: 120)

*****
*****
''Yalvar yakar olduk, önüne yatıp yuvarlandık.
- Sayende İbraam Bey, şu kasaba şenlensin.. Gel bizi kırma. Belediyemize reisliği kabul et.!
Zübükzade İbraam Bey'in iki gözünden iki damla yaş süzüldü,
- Kabul ediyorum.. dedi, durdu.
Acaba gene ne gibi bir keramet buyuracak diye ağzının içine bakıyoruz.
- Velakin..
Gene durdu. Edepsizin ağzından laf dirhem dirhem çıkıyor.
- Buyur İbraam Bey, buyur. Velakin dedin durdun..
- Velakin bazı şartlarım var.
Çiftverenoğlu da gayrı belediye reisliğinin elden gittiğini anlamış, hiç değilse Zübük'le arayı açmayayım diye, o hepimizden ateşli,
- Her ne gibi şartın şurtun varsa, her bir buyruğun can baş üstüne.! dedi.
Zübükzade ahlaksızı zorla gözünden akıttığı iki damla yaş çenesinden süzülürken,
- Arkadaşlar, dedi, birinci şartım şu ki, hep insanız, beşer şaşar.. Yanılmak insanoğluna vergi. Evelallah belediye seçimini kazanırız. Ben de, madem istediniz belediye reisi olurum. Makam insanın başını döndürür. Eğer benim de başım dönre, yanlış bir iş yaparsam ve de sizler beni doğru yola getirmezseniz, namertsiniz..
Bey, bu Zübük'ün bir sesi var, beribenzer tiyatro oyuncusunda böyle ses bulunmaz. Yahu, herifin alçaklığını benden iyi bilen yokken, o sözleri dinleyince içim bir hoş oldu, gözlerim sulandı. Bu kez ağlama sırası bize geldi. Sesini titrete titrete, ''Beni doğru yola getirmezseniz, namertsiniz,'' demiyor mu, insanın hamiyet damarları kabarıp yaşlar gözpınarlarından taşıyor.
Çiftverenoğlu Hamza dürzüsü,
- Namerdiz.! diye bağırdı.
Tüccardan Emin Efendi yaşından başından utanmadan,
- Başka emrin.? diye sordu.
- Estağfurullah.. İkinci şartım şu ki, hiçbir kimseden dalkavukluk istemem. Çünkü, neden derseniz, bu alkışa, dalkavukluğa insanoğlunun yüzü yumuşak. Ola ki ben de şeytana uyar sapıtırım.
Hâşâ peygamberler gibi konuşuyor.
- Beni baştan çıkarmayacaksınız. Bana doğru yolu göstermezseniz alçaksınız.
Kendimi zaptedemedim,
- Alçağız.! diye bağırdım.
- Üçüncü şartım şu ki..
- Buyur İbraam Bey.!
- Dediğimden dışarı çıkmayacaksınız.
Aklı Evvel Bedir Hoca denen sakallı keçi,
- Çıkan, vicdansız.! diye bağırdı.'' (Sayfa: 136-137)
*****
*****
''Biz bu püsküllü belayı zorla başımıza aldık. Her ne çektiysek, kendi beyinsizliğimizden. Bizde bu kafa varken, bizim gibilerine bir değil, on Zübük az gelir.
Belediye reisi oldu, sonra da bize kan kusturdu. Kimse etmedi bize, n'ettikse kendi kendimize ettik. Yılanın başı küçükken ezilecekti. Şimdengeri ne desek boş, olan oldu..'' (Sayfa: 141)


''Bre Bey, nasıl vasfetsem, herif soluk alır verir gibi yalan kıvırıyor.'' (Sayfa: 142)



''Anlatılanlara bakılırsa, dünyanın en kötü adamı.. Ama dikkat ediyorum da söylediklerine, hiçkimseyi de kandırmamış. Kandırılanlar, zorla, yalvararak kendilerini kandırtmışlar. Sanki, Zübükzade'yi zorlaya zorlaya kötü yapmışlar.'' (Sayfa: 162)

*****
*****
''Askeriye muzıkası vurmaya başladı, ağırdan bir makam.. Cami avlusuna varıldı. Şehit tabutta.. Aklı Evvel Bedir Hoca cenaze namazını kıldırdı. Tabutu aldık yürüdük. Önde muzıka vuruyor. Şehit kabristana gömüldü. Arkadan nutuklar başladı. Velakin Ankara'nın adamı dehşetli nutuk çekiyor. Ankara nutukçusunun dediğinden hiçbişey anlaşılmıyor, velakin bir nutuk ki insanı ağlatıyor. Ben ağladım.. Baktım, Çiftverenoğlu da ağlıyor, Emin Efendi de ağlıyor. Ağlamayan yok canım.. Erkek kısmı ağlar mı.? Elin oğlu ağlatıyor Bey. O nutku duyup da ağlamamak olamaz.
Çiftverenoğlu,
- İyi nutuk çekiyor ya, dediklerini bir anlasaydık.. dedi.
Benim anlayabildiğim bir ''Vatan seması..''
Mezarın başına geçen,
- Vatan seması.. diye başladı mı, gözyaşı zapt olmuyor.
Emin Efendi,
- Yahu, ben ağlamaktan öldüm, dedi, bir insanda bu kadar gözyaşı mı olurmuş.? Demek insanın içi, bir gözyaşı torbası.
En sonunda bizim Aklı Evvel Bedir Hocamız çıkıp duaya başladı. Ne dersin Bey, bizim Bedir Hoca, hepsini bastırdı. Evet, Bedir Hoca alçağında iş varmış. Onun duasının yanında nutukçuların ses titremesi on para etmez.
Kalaycı Kör Nuri yanı başımda belirdi,
- İyi ki, dedi, gözümün biri yok.. Öbür gözüm de olaymış, içimin suyu hep akacakmış da kuruyacakmışım. Bu ağlamaya tek göz yetmez oldu.
Kör Nuri'de laf çok, durup durup yumurtluyor:
- Emmi, ben bişey keşfettim.
- Nedir oğlum.?
- Yahu, bu insanoğlu anlamadığı bir laf oldu mu ağlıyor demek.. Bak, demin efendiler, Allah razı olsun, nutuk çektiler. Anladık mı.? Yok.. Gelgelelim ağladık. Şimdi de Arabi üzerine dua okur. Ne anladık.? Hiç.. Velakin ağlamaktan gözpınarlarım kurudu, ötey gözüm de kör olacak.. Demek bu beni beşer, anlamadığı söze ağlıyor, he mi.?
- Besbelli öyle olacak..'' (Sayfa: 170-171)
*****
*****
''-Bu memleket.. şehit şüheda yüzü suyu hürmetine yaşıyor..
- Ona ne şüphe İbraam Bey..
- Vatan için canını verenlerin..
Sesi titriyor, sözü hıçkırıklardan kesiliyor.
- Vatan için ve memleket için ve de millet için ve de..
Hüngür hüngür, sarsılarak ağlıyor.
- Aman İbraam Bey, ölenle ölünmez kardaş..
- Bir koç yiğit, öyle bir koç yiğit..
Boğazıma bir yumruk geldi, tıkandı. Ben yüreği dayanıksız, gözü yaşlı bir adamım. Gözlerim bulandı. İçimden, ''Aman oğlum İhsan, tut kendini.!'' diyorum kendime, ne mümkün.. Şurama bir düğüm geldi oturdu, başıma da bir ağrı saplandı. Ağlasam açılacağım ya, ayıp olur diye kendimi tutuyorum..
- Bu vatanın her bir karış toprağı mübarek şehit kanlarıyla sulanmış olup..
İki gözü iki çeşme ağlıyor. Gözyaşlarını sildiği çevre, ıslanmış da bulaşıkbezine dönmüş.
Gözpınarlarım gevşedi. Ağlarken beni görüyorlar mı diye Emin Efendiyle Hamza Beye baktım. Hamza Bey, ceketinin yeniyle gözlerini siliyor, Emin Efendi zavallısı da burnunu çekiyor.
- Bir millet.. Şehitlerinin.. Her karış vatan toprağı.. Aklıma geldikçe kendimi tutamıyorum. Biz millet yolunda, vatan uğruna..
Gayrı tutamadık kendimizi, biz de bir hüngürtüdür tutturduk. Ağla gözüm ağla.. Minderlerin üstüne kapanıp başladık ağlamaya.. Gözlerimizden kanlı yaşlar gidiyor, gözyaşı sel olmuş.
Hem ağlıyorum, hem de kendi kendime,
- Yahu, tut kendini. Bu da Zübük itinin yeni bir numarası işte.. Bizi kazıklayacak besbelli.. Ağlayacak ne var.? diyorum ama olmuyor.
Sesini titrete titrete ağladıkça, karşısında mezar taşı olsa cana gelir de ağlar.'' (Sayfa: 179)
*****
*****
''- Kasabamıza bir cami yaptıracağız ki, beribenzer bir cami değil, vilayette bile eşi olmayacak.. İki minareli ve her minaresinde üçer şerefeli ve sekiz kubbeli ve ramazanda mahyalı ve kubbe içi altın yaldız bezeli ve içi mermer döşeli ve kapıları ince iş oymalı ve sedef kakmalı ve mihrabı halis somaki taşı ve mimberi nakışlı ve Kâbe örtülü ve ayrıca, ''Sakal-ı Şerif''li ve kürsüleri cevizden.. Ve de kasabamızın şerefine layık, Müslümanın göğsünü kabartan bir cami.. Karşısına geç bak, seyrine doyum yok.. Salkım salkım kandilleri nurlu..
Herifin ağzından bal akıyor. Anlattı, anlattı,
- Nasıl, istemez misiniz böyle bir cami.? diye sordu.
- Aman istenmez mi İbraam Bey, bir de sorarsın..
- Öyleyse hemen kasabamızda bir cami yaptırma derneği kurulacak..
Yahu, şimdi durup dururken bu cami de nerden çıktı.? Anlaşılan, kabristanda nafile namazı kılmak Zübük'ün hoşuna gitmedi de, cami yaptıracak..
Camiye hep sevindik. Ençok sevinen Aklı Evvel Bedir Hoca..
Satılmış Bey,
- Sormak ayıp olmasın ya, bunun parası nerden çıkacak.? dedi.
Zübük,
- - Parası kolay, dedi, Müslüman isterse, bir cami yapar ki, tüm kasabamız kubbesinin altına girer.'' (Sayfa: 190)
*****
*****
''Arkadaşlar, darphane bile Zübük İbraam gibi para basamaz. Adam durduğu yerde icat çıkarıp bir para kaynağı buluyor. Bugüne dek biz hangi ramazanda davulcudan para alırdık. Zübük'teki akla bak sen, ramazan davulculuğunu artırmaya çıkardı da, milleti birbirine düşürüp, ramazan davulculuğunu beşyüz pangınota kiraladı, belediyeye gelir sağladı. Şu kasabada kaç kişiyiz, hangimizin yaşayıp hangimizin ölü olduğu belli bile değil. Zübükzade, muhtara verdiği akılla, kayıtta kimini ölü, kimini diri gösteriyor. Herifteki akla bak ki sen, ölüleri diriltti, dirileri öldürttü.. Vergi borcu geleni öldürtüyor, hazineden alacağı olan ölüyü diri gösteriyor. Ölü diri birbirimize karıştık be..'' (Sayfa: 206)


YANLIŞ GİDİYORUZ
*
İlçe ortaokulunun Almanca öğretmeni bir arkadaşına şu mektubu yazıyordu:
*
''Büyük şehirlerde oturup, halk için düşünmek ne kolay.. Buraya gelmeden önceki iyi niyetli aptallığımı düşünüyorum, içimi bir halk dalkavukluğu kaplamıştı. Bizi nasıl kandırdılar, aldattılar, sonunda halk dalkavuğu yaptılar. Halk bilir, halk herşeyi bilir, halkta büyük bir sezgi vardır.
Yalan, hepsi yalan.. ''Halk herşeyi bilir'' demek dalkavukluğu bile, halkı kendilerinden ayrı, bambaşka, umacı, koskocaman bir dev yaratık görmek değil de nedir.? Yalandan halkı sever göründükçe, halka dalkavukluk ettikçe, bu yalanlara gerçekten inanan benim gibi tek tük kişiler, bilgisizliğin, görgüsüzlüğün, geriliğin kızgın, sonsuz çölüne sızan cılız sular gibi kuruyup, bitip gideceğiz.'' (Sayfa: 226)


''Halkı ilkin kandıran şehir aydını değil, kasaba aydını. Kasabalı aydın, halkı şehirli aydının kandırmasında yardımcılık, aracılık ediyor.'' (Sayfa: 227)
*
''Bu köylünün hepsi de İstanbul hanlarında, apartmanlarında kapıcı durmuşlar, o hanların, apartmanların kaloriferli, mavi, pembe, beyaz fayans döşeli helalarını yıkayıp tamizlemişler. Kullanmışlar da.. Ama köylerine dönüşlerinde kendilerine hela yapmamışlar.
Neden.? Neden böyle, diye hiç düşünüyor muyuz.?
Görgüsüzlük desen, değil, işte helanın en güzelini yıllarca görmüşler, temizlemişler, kullanmışlar da.. Ama yine de kendilerine hela yapmıyorlar. Görmek, tek başına bir işe yaramıyor. Kişinin, o gördüğünü alacak, benimseyecek bir düzeye yükselmesi gerekiyor. O yere yükselmedikçe, ne görse boş.. Bunlar, yıllarca temizledikleri helaların, kendileri gibi insanlar için değil, yalnız kapıcı odacı durdukları han ve apartmanlarda yaşayan insanlar için olduğunu sanıyorlar.
İşte biz bu halka ''akıllı, bilgili, anlayışlı, sezgili'' diyoruz. Yalan. Onları da, bizi de kandırmışlar, aldatmışlar. Biz de o yalanlara aldanıp körü körüne halk dalkavuğu olmuşuz. Acı gerçekleri öğrensek, öğretilmeden, eğitilmeden, halkın bilgili, anlayışlı olamayacağını kavrasak, o zaman ne yapmamız gerektiği üzerinde düşüneceğiz. Ama, ''Halk bilir, anlar,'' deyince düşünceye yer kalmıyor artık.'' (Sayfa: 230)


''Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Hepimizde birer parça olan zübüklük birleşip işte başımıza böyle zübükler çıkıyor. Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde. Onları biz, kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra, kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübük'te birleştiğini görünce ona kızıyoruz.
Bu zübükler her yerde var, biz zübükler nerde varsak, onlar da orda.. (..)
..biz önce kendimizi kandırıp, onları da bizi kandırsınlar diye zorluyoruz. Kendi içimizdeki zübüklükleri biriktirip, birleştirip zorlaya zorlaya zübük yaratıyoruz. Gerçekte, zübük biziz, benim, sensin.. Karşımıza bir zübük çıkıyorsa, onun zübüklüğünde bizim de bir parçamız var.'' (Sayfa: 268)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...