14 Ekim 2020 Çarşamba

Vergilius - Aeneis (Çeviri: Doç. Dr. Türkân Uzel)

 

Arka Kapak:
*
Arma virumque cano
*
Dünya edebiyatının en büyük eserlerinden olan Aeneis işte bu ünlü cümleyle başlıyor: “Savaşların ve bir yiğidin şarkısını söylüyorum.”
*
Roma bir yandan silahlarla, savaşlarla büyüyüp genişlerken diğer yandan ruhsal temellerini ve ufkunu oluşturan büyük bir şaire de sahipti. Ve bu şair, Aeneis ile Roma’ya bir kök, Latinceye bir dil panteonu, gelecek kuşaklara ölümsüz bir öykü bıraktı.
*
Aeneis, ondan etkilenen büyük ustalar ve onun kaynaklık ettiği hikâyeler sayesinde zaman geçtikçe Batı edebiyatının temel metinleri arasındaki yerini sağlamlaştırdı ve T. S. Eliot’ın deyimiyle “tüm Avrupa’nın klasiği” oldu.
*
Bu büyük eseri Türkan Uzel’in Latince aslından çevirisi ile sunuyoruz.
*
“Yoksa Vergilius musun sen, konuşunca
ağzından ırmaklar çağlayan.?
Ey beni yazdıklarının peşinde koşturan
emeğimi, sevgimi coşturan,
bütün ozanların onuru, önderi.”
*
- Dante
*****
“Vergilius. Yeryüzünün tüm şairleri arasında onunki
kadar sevgiyle kulak verilen başka bir şair yoktur.”
*
- Borges


''Donatus'un bildirdiğine göre ''iri bedenli, uzun boylu, esmer yüzü köylü yüzü gibi iri kemikli'' imiş Vergilius. Suessa Aurunca'da (Campania bölgesi) bulunan renkli bir mozaikte uygulanmış haline uymaktadır bu betimleme. Yaşlı ozan, Melpomene ile Clio arasında oturmuş, Aeneis'in rulosunu yarı açık tumaktadır dizlerinin üstünde. Aeneis'in 8. ve 9. dizeleri okunabiliyor:
*
Söyle Musa, anımsat bana tüm nedenlerini, hangi buyruğu çiğnendi, ne ağırına gitti..
(Sayfa: 12)

''İlk altı kitabı, Aeneas'ın denizlerde dolaşarak Hesperia'yı araması Odysseia'yı, yedinci kitaptan sonra da, Latium'a yerleşip Roma'yı kurmak için giriştiği mücadeleler İlyada'yı anımsatır; çünkü Vergilius, Homeros'un edebi geleneğini sürdürmektedir.'' (Sayfa: 14)


''Destan, evrenin ve doğanın düzenini, geçmişin olaylarını akılcı düzeyde gözlemleyip açıklayamayan toplumların, geçmişinden süzülüp gelmiş olayları, yalvaç gibi ozanların muhayyilesinde, dilinde efsaneleştirerek, tanrısal güçlerin varlığıyla yorumladığı, böylece varlığını ölümsüzleştirdiği, uzun soluklu, manzum bir türdür. Yazılı olabilse de, bir topluluk önünde belli bir ezgiyle inşat edilmek üzere sözlü gelenekle sürdürülmüş ya da daha sonraları özel olarak okunmak için yazılmış bir tür; en güçlünün egemen olduğu bir topluluğun başlıca sanat olayıdır.'' (Sayfa: 14)


''İnsanın felsefe yoluyla daha akılcı bir düzeye eriştiği dönemde, eski destanlar örneğince, ulusunun kahramanlarını, ulu kişilerini yüceltmek için şiire dökülmüş eserler de yaratılmıştır. Bu tür destan yolunu açan Vergilius olmuş: Aeneis ile ozan, kısmen tarihi gerçeklere dayanarak, hayal-gerçek ölçüsünü titizlikle dengeleyerek örmüş destanını, geçmişten geleceğe doğru geliştirmiş. Aeneis, kişileri, yer yer Homeros'un dönemine göre daha ileri bir çağın zihniyetini, yaşayış biçimini yansıtan bir ulusun özleminin, dünyaya egemen olmuş büyük bir ulusun, Roma İmparatorluğu'nun ve Augustus'un bir ozanın dilinden destanlaşmasıdır.'' (Sayfa: 15)


''Sanat doğayı taklittir'' der Aristotales. Bu taklit, bu yeniden yaratma, ozanın doğadan alıp kullandığı malzemelerin şekline, oranına, dengesine göre ayrı bir eser yaratma demektir. Gerisinde kalmış destan ozanlarına neler borçlu olduğunu bilmediğimiz Homeros bugün bize yerden fışkıran bir pınar gibi görünüyorsa, Vergilius'un Aeneis'i kentten özene bezene, sanatla yapılmış bir fıskiyeye benzer, ozanın hayalini işletip, ölçülerini kendince kullanarak yarattığı bir fıskiyeye. (Sayfa: 16)


''Sanatın kendi yaşamı, gelişimi vardır dense de, özellikle Romalılar gibi, politikada ve askerlikte dünyanın o zaman bilinen tüm bölgelerine hâkim olacak kadar başarılı olmuş bir ulusta, askeri ve politik güç, sanatı etkilemeden olmaz. Homeros'un çağından Augustus'un çağına değin, yedi-sekiz yüzyıllık zaman ayrımı içinde, Romalılar düşüncede ve sanatta büyük aşamalardan geçmiş, Yunan-Roma sanat anlayışı ve Roma politikası Aeneis'i doğurmuştur.'' (Sayfa: 16)


''Homeros'la Vergilius arasındaki bir büyük ayrım da yaşadıkları çağ ve yaşayış biçimleri arasındadır. Homeros'un destanında krallar sığır güder, ava çıkar, tanrıların rahibi olarak kurban keserler, ellerindeki krallık belgesi bir değnektir; köken olarak çoban oldukları için. İlyada küçük sosyal yerleşimlerin, kent devletlerinin dönemi; Aeneis ise türlü uluslardan oluşmuş bir imparatorluğun dönemini anlatır. Homeros'un çağı, o günün genel anlayışına, görgüsüne bağlı, değişmez kurallara başı eğik insanların çağıdır; Vergilius'un çağı ise ara zamanda gelişen Yunan felsefesinin, şiirinin, tiyatrosunun eğitiminden geçmiş, yeni bir din anlayışına açık insanların çağıdır.'' (Sayfa: 21)


*
''Vergilius sanatın en sadesi, safı, dilin en temizi ile yazıyor destanını. Yer yer sevgi dolu ruhunu, acıma duygusunu katıyor diline, canlı-cansız her varlığıyla doğanın betimindeki sevecen, yumuşak anlatımı, ayrıcalıkları betimlemedeki titizliği ozana özgü. (..)
Vergilius'un sade bir üslubu var, ama bu sadeliğe ulaşmak için ne kadar emek verdiği biliniyor. Ozanda her söz öylesine yerli yerinde ki vezin yüzünden zorda kalmadan, bir sözcüğü yerinden oynatmak olası değil: Sözcüleri anlamları, renkleri, sesleriyle kendilerine en uygun yere, bir mozaik yapar gibi, uyum içinde oturtulmuş. Bu yüzden onun hak ettiği en büyük övgü belki üslubundaki güzellik ve denge için olmalı.'' (Sayfa: 21)


''Aeneis'te, İlyada'da olduğu gibi, zaman bakımından üç tür anlatım vardır: 1) Musa'nın esiniyle ozanın olayları zaman akışında anlatımı, 2) Ozanın zamanda geriye dönerek olayları anlatımı, 3) Çok kez tanrıların ya da yarı tanrıların, kehanet sahibi kişilerin, zamanda ileriye dönük kehanetlerinin, bir de mucizeler yoluyla (burada Vergilius anlatımında Homeros'tan ayrılır, kendine özgüdür) tanrı istencelerinin belirtilmesi, anlatımı.'' (Sayfa: 22)




*
''Savaşların ve bir yiğidin şarkısını söylüyorum,
o yiğit ki Kader sürünce Troia'dan, en önde
ulaşır İtalya'ya, Lavinium sahillerine;
tanrıların zorbalığı, acımasız İuno'nun
sönmez hıncı yüzünden karalarda denizlerde
savrulur yıllar yılı. Kuruncaya dek kentini,
Latium'a taşıyıncaya dek tanrılarını,
çekmediği kalmaz savaşlardan. Latin soyu,
Albalı atalar, işte buradan türeyip gelmiş,
yüce Roma'nın surları işte bu çağdan kalmıştır.
*
Söyle Musa, anımsat bana tüm nedenlerini,
hangi buyruğu çiğnendi, ne ağırına gitti de
tanrıların ecesi dolayıverdi başına
bunca felaketi, bunca çileyi bu sadakatli,
dinine bütün adamın.? Gökteki tanrıların
böylesine mi yamanmış yüreklerindeki öfke.?'' (Sayfa: 25)
*****
''Ey kader yoldaşlarım.! Hiç felaket görmedik mi.?
Ey daha büyük acılara katlanmış yiğitler.!
Gün olup tanrı son verecek bu acılara da.!
Scylla'nın azgınlığıyla diplerde uğuldayan
deniz altı kayalarını sıyırtarak geçip giden
sizler değil miydiniz.? Sizler değil miydiniz
Cyclops kayalarının çilesine katlananlar.?
Eski cesaretine kavuşsun yüreğiniz,
atın kederi, korkuyu.! Gün olur anarsınız
seve seve bunları bile. Türlü rastlantılar
tehlikeler içinde giriyoruz Latium'a:
Orada kader sakin yuvalar gösteriyor bize,
orada Troia Krallığı'nı yeniden kurmak için
izin verdiler: Dayanın benim can kardeşlerim.!
Koruyun kendinizi iyi, mutlu günler için.!'' (Sayfa: 33)
*****
''..........Hani ilkyaz gelince nasıl
çırpınır arılar, gezinirler güneşin altında
çiçek çiçek kırları, çıkarırlar yaşlıları
oğul vermek için, kimi yoğunlaştırır balı,
gözeneklerini doldurur tatlı nektarla, kimi
gelenleri kurtarır yükten, kovarlar kovandan
tembel yaban arısını; cıvıl cıvıl bir çalışma
bir kaynaşmadır gider: Kekik kekik kokar ballar,
işte tıpkı böyleydi Tyrusluların çalışması da.
''Surlarını yapanlara ne mutlu.!'' der Aeneas.'' (Sayfa: 42)
*****
*
''.....Bu suçunu, bunca küstahlığını
yanına koymasınlar senin tanrılar, dilerim,
bu işleri gözeten Adalet varsa göklerde,
versinler layığını, hak ettiğin ödülü.
Şu gözlerimin önünde, oğlumun ölümünü
bana seyrettirdiğin ve bir babanın yüzünü
lekelediğin için öz oğlunun cesediyle.!'' (Sayfa: 77)
*****
''.....Hani çiftçiler
yaşlı bir dişbudak ağacını, yüce dağlarda
keserken indirir dururlar ya arka arkaya
çift yüzlü baltayı yarışır gibi ağaca,
ağaç direnir uzun zaman, her vuruşta doruk
şöyle bir sarsılır, sallar başını oynatır da,
sonra gitgide yenilip aldığı yaralara,
göklerdeki yerinden sökülür, şöyle bir inler,
can çekişir gibi son kez, sonra boylu boyunca
yere serilir ya, ona benzettim Troia'yı da.''


''Babamın evinin, eski konağın eşiğine
gelince, her şeyden önce babamı arıyorum,
yüksek bir tepeye çıkarmak istiyorum onu.
Oysa yaşamak istemiyor Troia'dan sonra,
sürgüne katlanmayı reddediyor babam, diyor ki:
'Siz kanları temiz gençler, sağlam güçleriyle
ayakta duran gençler.! Siz kaçın buradan..
Yaşamamı isteseydi gökteki tanrılar,
bu yerleri korurlardı benim için. Yurdumu
yıkılmış, esir olmuş görmek, ardında kalmak da,
zaten bana ölümden beter.'' (Sayfa: 81)


*
''-----Ah, lanetli altın hırsı,
nelere zorlamazsın sen insanların yüreğini.!'' (Sayfa: 91)
*****
*
"Derler ki bu yöre depremle, geniş çökmelerle,
her iki toprak da bir bütünken geçmiş zamanda
batıp ayrılmış birbirinden. Böylesi güçlüdür
zaman çehresini değiştirmek için dünyanın.
Araya saldırmış deniz, ayırmış sularıyla" (Sayfa: 106)


*
''Suların ardında Aetna görülüyor uzakta
Sicilya Adası'nın Aetna'sı. Uğultusunu
duyuyoruz her yanda denizin, ta uzaklarda
kayaları dövüp kırılan dalga seslerini.
Kabarıyor sığ deniz, kaynaşıyor fokur fokur
kumlarla.'' (Sayfa: 111)
(..)
''Yellerin kuytusundaki liman geniş, sakindi.
Ama yakınında Aetna korkunç çöküntülerle
gürleyip duruyor; zift dumanları, ak külleri,
kara kara bulutları fırlatıyordu içinden,
atıyordu lavları göklere dek, yalıyordu
yıldızları, kusuyordu kimi kayayı, taşı,
dağın böğründekileri homurdana inleye;
erimiş kayaları yağıyor açık havaya;
ta dibinden fokurduyor kor gibi lav külhanı.'' (Sayfa: 112)
*****
*
''Korkudur açığa vuran alçak ruhları.'' (Sayfa: 119)


*
''---------------Evet Anna,
saklamayacağım senden; zavallı Sychaeus'un,
kocamın acı kaderinden sonra, kardeşimin
cinayetiyle evim barkım, ocak tanrılarım
dağıldıktan sonra, tek bu adam duygulandırdı,
tek bu çeldi, kararsız koydu gönlümü benim.
Canlanıyor içimde izleri eski bir yangının.'' (Sayfa: 120)
*****
''İliklerine işlemiş Dido'nun aşk ateşi,
için için can buluyor sevda yüreğinde.
Yanıp tutuşuyor mutsuz kadın, çılgınlar gibi,
dolanıp duruyor kenti. Girit ormanlarında
çoban uzaktan, kanatlı oku bırakırsa
rastgele geyiğin bağrında ve Dicta ormanlarında,
fundalıklarında nasıl kaçarsa geyik, ama
ölümcül ok saplı kalırsa yine bağrına,
tıpkı öyleydi Dido da.'' (Sayfa: 122)


*
''----------ama kim bilmez ki
aldanmış büyük bir aşkın acı yarası nedir'' (Sayfa: 149)
*****
''-----Güzel bedenle çünkü
birleşince yiğitlik daha çok hoşa gider.'' (Sayfa: 162)
*****
''Damarlarımdaki kan, gücüm daha yerindeyken,
kıskanç yaşlılık şakaklarıma ak düşürmeden
dövüşmeye alışkındım ben bu eldivenlerle.'' (Sayfa: 165)
*****
''Ateş aldı birden ok duru göklere uçarken,
çizdi yolunu alev alev ve hafif yellerde
kaybolup gitti tükenerek; hani gökten kopan
yıldızlar çok defa kayıp gider ya, arkalarından
sürükleyerekten saçlarını, tıpkı öyleydi.'' (Sayfa: 169)
*****
*
''Kimisi sattı öz yurdunu altına karşılık;
zorba efendiyi oturttu devletin başına.
Öteki yasa koydu, değiştirdi yasaları
rüşvet karşılığında.'' (Sayfa: 210)
*****
''Duraksayacak mıyız daha biz, eylemlerimizle
değerimizi göstermekten.?'' (Sayfa: 218)
*****
*
"--------------- Al güvenimi,
Sen de ver bana güvenini." (Sayfa: 263)
*****
''Göksel Olympus'tan ilkin indi Saturnus Baba,
kaçarak İuppiter'in silahından; krallığından
olmuş, düşmüştü sürgüne. Sarp dağlara dağılmış
bilgisiz insan soyunu topladı bir araya;
yasalar çıkardı, karar verdi Latium adıyla
anılmasına yörenin, tüm kıyılarında halk
saklanmıştı çünkü sağ salim. 'Altın Yüzyıl'
denir egemen olduğu çağlara, ulusları barış
içinde yönettiği sakin zamana. Ardından
yavaş yavaş geldi daha kötü, açık renkli çağ;
savaş çılgınlığı, varlık hırsı onun yerini
alıncaya kadar sürdü bu zaman.'' (Sayfa: 270)
*****
''----------------Cesur ol
konuğum varlığı hor görmeye ki böylece
tanrıya eş ol.! Gel buraya, hoş gör fakir halimizi.!'' 
(Sayfa: 271)


''Hafif tozluklarla, elektrona, altına çifte
su verilip yapılmış mızraklara, kalkanların
anlatılmaz işlenişine bakıyor hayranlıkla.
Kalkan üstüne kazımış kehanet bilen tanrı,
gelecekten haberdar, ateşe hâkim Vulcanus
İtalya tarihini, tüm Roma yengilerini;
Ascanius'un dölünden türeyecek soylar,
başarılar, savaşlar hepsi görülüyor üstünde
sıra sıra. Ayrıca Mars'ın yeşil mağarasında
betimliyordu kurdu: Doğumdan sonra iki
çocuk memelerine yapışmış süt emiyorlar
hiçbir korku duymadan anne kurttan, o da
düzgün başını çevirerek okşuyordu bir bir
çocukları, biçim veriyordu bedenlerine
yalayarak her birini.'' (Sayfa: 281)
*****
''Ama gök renkli dalgaların köpük köpük başı
bembeyazdır; gümüş işli açık renk yunuslar
döne döne yüzüyorlar, süpürüyorlar suyun
yüzünü kuyruklarıyla, yararak gemilerin
burgaçlarını..'' (Sayfa: 283)


*
''Buna karşı benim de kehanetlerim var:
Eşimi elimden alan bu suçlu soyu silahla
yok etmemi istiyorlar; böylece acı çeken
sadece Atreusoğulları değil, Mycenler de
sarılabilir silaha.! 'Yetmez mi bir kez ölmek.?'
denirse de, önceden işledikleri suç yetmeliydi:
Bütün kadın soyuna, hiç olmazsa bir kadına
derin nefret içinde olmalıydılar şu sıra''
(Sayfa: 292)
*****
*
''-----senin suçun ey aşk.!-
Sevgilisi Phaeton için ağıt yakan Cycnus,
kız kardeşlerinin dönüştüğü kavak gölgesi,
yaprakları arasında şarkı söylerken, derler ki
avutmaktayken kederli aşkını, bir de bakar
yaşlı bedeninden yumuşak tüyler belirmekte;
bırakır toprakları, şakıyarak yükselir göklere.''
(Sayfa: 329)


*
'---------------İnsanın ruhu
bilmez geleceğini, habersizdir yarınından.
Gülerse yüzüne kaderi, kaçırır ölçüyü."
(Sayfa: 341)
*****
*
''Bilmez değilim silahla kazanılan utkunun,
ilk çarpışmanın nasıl tatlı olur onuru,
nasıldır genç savaşçının zavallı ilk ödülü.'' (Sayfa: 365)


''---------------Herkesi çağırıyor
son çile. Pallas tapınağına, yüce kalesine
analarla birlikte, büyük topluluk halinde,
tırmanıyor kraliçe bir arabanın içinde;
armağanlar getiriyor, yanında da genç kızı,
bunca felaket nedeni olan Lavinia var.
Yere dikmiş güzel gözlerini; bütün kadınlar
giriyor tapınaktan içeri, günlük yakarak
tütsülüyorlar tapınağı ve yaslı ağıtlar
yakıyorlar yüksek eşikte...'' (Sayfa: 378)


*
''Hangi tanrı anlatacak bize onca acıyı.?
Ovalarda bir Turnus'un bir Troialı yiğidin
elinden çıkan ölümünü önderlerin şimdi;
dört yandaki kıyımı bir şarkıda.? Bu kadar mı
hoşlandın İuppiter, gün olup sonsuz bir barışta
birleşecek ulusları birbirine katmaktan.?''
(Sayfa: 417)

12 Ekim 2020 Pazartesi

Franz Kafka - Akbaba, Hazırlayan: Jorge Luis Borges, Çeviri: Esen Tezel

 

Arka Kapak:

*
“Kafka’nın en tartışılamaz erdemi, dayanılmaz durumlar yaratmasıdır. Ebediyen yaşayan yapıtlar yaratmak için birkaç satır yazmak onun için yeterlidir. Örneğin, ‘Hayvan, sahibinin elinden kırbacı çekip alır ve kendisi sahibe dönüşmek için kendini cezalandırır ve bunun kırbaçta oluşan yeni bir düğümün yarattığı bir yanılsamadan başka bir şey olmadığını anlayamaz.’ Ya da, ‘Tapınağı leoparlar istila eder ve kadehlerden şarap içerler; bu birçok kez tekrarlanır, sonunda ne olacağı önceden bilinir ve tapınaktaki ayinin bir parçası haline gelir.’ Kafka’da esas olan öykünün gelişimi ya da psikolojik etki değil konunun kendisi ve ortamdır. Bu nedenle öyküleri romanlarından önceliklidir; bu nedenle de bu öykü seçkisinin eşsiz yazarın değerini tam olarak ortaya koyduğunu iddia etme hakkı doğar.”

Jorge Luis Borges
*****
ÖNSÖZ
*
''..hüzünler ve ertelemeler, kuşkusuz, sonunda Kafka'yı yormuştur. Mutlu sayfalardan oluşan yapıtlar yazmak isterdi ancak dürüstlüğü bunları üretmesine izin vermedi.'' (Sayfa: 6)
*****
Kafka'nın, babası karşısında kendisini, İsrail'in Tanrı'sı karşısında hissettiği gibi, gizemli bir biçimde suçlu hissetmekten asla vazgeçmediğini herkes bilir. Kafka'yı insanlardan uzaklaştıran Yahudiliği onu karmaşık biçimde etkilemiş olmalı. Yaklaşan ölümün bilinci ve tüberkülozun hummalı yükselişi tüm yeteneklerini keskinleştirmiş olabilir. Bu gözlemler bir yana; aslında Whistler'in dediği gibi ''sanat vaki olur'' (..) ''İki düşünce, daha doğrusu, iki saplantı, Franz Kafka'nın yapıtlarına yön verir: Birincisi itaat, ikincisi ise sonsuzluktur. Hemen hemen tüm roman ve hikâyelerinde hiyerarşiler vardır ve bu hiyerarşiler sonsuzdur.'' 
(Sayfa: 7)
*****
''Kafka'nın en tartışılmaz erdemi, dayanılmaz durumlar yaratmasıdır. Ebediyen yaşayan yapıtlar yaratmak için birkaç satır yazmak onun için yeterlidir.'' (Sayfa: 8)
*
Jorge Luis Borges 


*
''Tek istediğim, açlığıma hayran olmanızdı,'' dedi açlık sanatçısı. ''Hayranız zaten,'' diye karşılık verdi müdür. ''Ama hayran olmamalısınız,'' dedi açlık sanatçısı. ''Eh, o zaman hayran değiliz,'' dedi müdür, ''peki neden hayran olmamalıyız.?'' ''Çünkü aç kalmak zorundayım, başka türlüsü elimden gelmez,'' dedi açlık sanatçısı. ''Bak sen,'' dedi müdür, ''neden elinden gelmezmiş bakalım.?'' ''Çünkü,'' dedi açlık sanatçısı küçük kafasını kaldırıp söylediği her şey duyulsun diye öpücük yollar gibi uzattığı dudaklarını müdürün kulağına dayayarak, ''çünkü tadını beğendiğim bir yemek bulamadım. Bulsaydım inan gösteri yapmaz, senin gibi, herkes gibi tıka basa yerdim.'' Bu onun son sözleriydi ama kırgın bakışlarında hâlâ aç kalmayı sürdürebileceğine yönelik, artık gururlu olmasa da sağlam inanç vardı. (Sayfa: 29)
*****
*
''Sizin maymunluğunuz, beyler - tabii arkanızda buna benzer bir şey bıraktıysanız-, benim olduğumdan daha uzak olamaz sizlere. Yine de yeryüzündeki herkesin topuğu kaşınır; küçük şempanzenin de, büyük Aşil'in de.'' (Sayfa: 62)
*
''..yaşamak istiyorsam bir çıkış bulmak zorunda olduğumu ama bu çıkışı kaçarak bulamayacağımı en azından sezmişim.'' (Sayfa: 68)
*****
*
''Küçükken, daha bacaklarımızın üzerinde duramazken, öğretmenimizin bahçesinde çakıl taşlarından bir tür duvar yapmak zorunda olduğumuzu çok iyi hatırlıyorum; öğretmen cüppesini tutarak duvara doğru koşmuş, tabii bütün taşları dağıtmış ve bizi yaptığımız duvarın zayıflığı nedeniyle öyle bir azarlamıştı ki, ağlaya ağlaya çil yavrusu gibi dağılıp anne babalarımızın yanına koşmuştuk. Küçücük bir olay ama çağın ruhunu özetliyor.'' (Sayfa: 78)
*
''Babil Kulesi inşaatındaki emeğin gerisinde kalmayan, diğer yandan Tanrı'nın beğenisi açısından, en azından insan hesabına göre, o kulenin tam aksini temsil eden bir çalışma yapıldı.'' (Sayfa: 81)
*
''İnsan denen varlık özünde uçarıdır, doğası havada uçan toza benzer, elinin kolunun bağlanmasına katlanamaz; kendi kendini bağlasa da çok geçmeden deli gibi kelepçeleri çekiştirmeye başlayıp duvarı, zincirleri ve kendini paramparça ederek gökyüzünde dört bir yana dağılır.'' (Sayfa: 82)

11 Ekim 2020 Pazar

Metin Altıok'tan Zeynep'e Mektuplar

Arka Kapak:
*
Edebiyatımızın ''acıya kiracı'' şairi Metin Altıok'un, kızı Zeynep'ten çok uzaktayken ona yazdığı mektuplar sadece sevginin ve dindiremediği bir özlemin değil; onun şiirinin de aracısı. Altıok'un mektupları kâh Bingöl'den gönderiliyor, kâh İzmir'den, ''sevgili meleğine, biriciğine.''
Felsefe öğretmeni olarak atandığı Bingöl'den haberler verirken, iç dünyasının iniş çıkışlarını, sarsıntılarını, sitemlerini yine de en çok özlemini yazıyor Altıok. İçtenlikle yazıyor, ruhunu açıyor, onca uzaklıktan kızına ulaşmaya çalışıyor.
Bu mektuplarda bir babanın duyguları, özlemleri olduğu kadar öldürülen Cavit Orhan Tütengil'e ne oldu sorusu da, kendi yaptığı Kibele heykelciklerinin gözaltına alınışları veya Bingöl'ün yoksulluğu da var. Kısacası yalnız kalmış bir şairin dünyası.
Şair Metin Altıok'un yanında, baba Metin Altıok'u da tanımak isteyenler için bu mektuplar eşsiz birer ipucu..


*
''19 yıl oldu sonunda ayrılığımız. Her yıl aramızdaki özlem uçurumu açıldı. Hatırladıklarım sararmaya başladı. Anekdotlar, sözler, anılar taze kalsın aklımda diye unutmamak için dönüp dönüp baktığım mektuplar hiç eskimedi. Hiç azalmayan ve bulanıklaşmayan ise sevgi, özlem ve acı oldu. Şimdi yazsam ne yazacağım mektubuma.? 19 yıllık özlemimi mi, 19 yıllık insanlığın başına gelen felaketlerden mi haber vereceğim.? Babamın sevgiyle bağlı olduğu ülkesinde olanı biteni anlatmaya yüzüm olabilecek mi.? 10 yılını verdiği, ikinci üniversitem dediği Doğu'da yaşanan trajedinin onu ne kadar yaraladığını bilirken bugüne dair bir iyi haber koyamayacaksam mektubuma ne yazayım.? İnsana ve insanlığa gönülden bağlı ve bu kadar inanmış babamdan bugünün egemenleri tarafından yerleştirilmek istenen kin kültürünü nasıl saklayacağım.? Yok yazamıyorum yazmayı istediğim bu mektubu. ''Babacığım 52 yaşında bir hiç uğruna ölmedin, 34 dostunla birlikte sizin yok edilişinizden insanlık bir ders aldı. Birçok acıyı yendi, tamir etti. Adalet yerini buldu. 'Güzel günler göreceğiz' diyemeyeceksem ne yazacağım.? Hangi yüzle yazacağım babama ben.?''
*
Zeynep Altıok Akatlı:
Ne diyor Metin Altıok:
*
Hapishaneler insan dolu kum gibi.
Dışarıda bir buruk özgürlük zakkum gibi.
İçerde de dışarda da zor iş yaşamak;
Hem varım hem yokum gibi. (Sayfa: 8-9)
*****
Sevgili Tuncay Özkan'a (3 Mart 2012-İstanbul)


''her şeyin üstünde sulusepken bir kar;
bir aşkı delik deşik ediyordu/lar.
bense inatla susuyordum
ve kızımı seviyordum ekmek kadar
*
diyen şair Metin Altıok'un kızıyım.'' (Sayfa: 11)


''İnsanların çifte standartlarını, ''aydın''ların ikiye bölünmüşlüğünü, havada uçuşan ve içi boşalan yaftaların yaralayıcılığını, kini, nefreti sanki en özgürlükçü en liberalmiş gibi yapanların besleyişini, karşı nefreti, hoşgörüsüzlüğü sindiremiyorum artık. Oysa benim canım annem Füsun Akatlı bana en güzel örnekti. Sağduyu, muhakeme, akıl ve hoşgörüyü birleştiren dimdik bir anneydi. Artık o da yok. Ve bu hoyratlık beni yoruyor. İnsanların ''birilerinin arkadaşı'' olarak yürüttükleri protestoları ve aynı haksızlıklara uğrayan diğer isimlere tercih edilmiş uzaklıklarını kahredici buluyorum. Kimsenin fikrine katılmak, onaylamak zorunda değiliz ama mazlumun hakkı dururken ''ama'' ile başlayan cümleler kurmak suçladıkları zihniyetten farklı değil.''
(Sayfa: 13)
*****
*


''Sana bir şiir yazdım. Bu şiirden de anlayacağın gibi senden uzakta olmak benim için katlanılması çok güç bir durum. (..):
*
Yeni çekilmiş bir dişin
Yadırganan boşluğu
Dilimin ucunda ismin.
Somunu yitik bir vida
Düştü düşecek yüreğim
Biran önce gel buraya
Karpuz, kavun yiyelim.
*
Bilmem ki ne diyeyim
Tek sözcük yok örselenmemiş
Dostluğun böğründe sancı,
Sevgi toza belenmiş
Havı dökülmüş sevincin.
Bir an önce gel buraya
Karpuz, kavun yiyelim.
*
Batıp çıkıyorum durmadan
Ben bilirsin iyi yüzemem.
Çarşafım diş gösteriyor.
Dalgalı bir deniz kaç gündür
Sallanan bir döşeğim.
Bir an önce gel buraya
Karpuz, kavuz yiyelim.
*
Metin Altıok (Sayfa: 21)



''Sevgili Meleğim;
Seni ne kadar özledim bilemezsin. Hasretin canıma yetti. Bilmem gelecek günlere sensiz nasıl katlanacağım. Nazım Hikmet'in deyişiyle; hayatım elini içinden çektiğin bir eldiven gibi boşaldı.'' (Sayfa: 29)


*
''Arka sayfadaki şiiri senden haber almazdan önce yazmıştım. Ama yine de sana gönderiyorum. Çünkü bu şiir benim sana olan sevgimin ne denli büyük olduğunu kanıtlıyor. Ve sana yemin ederim ki yazdığım her satır doğru. Gerçekten seni düşlerimde görüyorum. Seni uzaktan ancak düşlerimde öpüyor, öpüyorum. Ve sabahleyin bildiğin odada sensiz uyanıyorum. İçimden ağlamak geliyor.'' (Sayfa: 29)
*
SİTEM
*
Her gece düşüme bir çocuk giriyor
Uykumun malalanmış yumuşak yüzeyinde
Koşup oynayarak çukurlar açıyor.
*
Üzüm gözlüm nasıl unuturum seni,
Ayak izlerin hep aklımda duruyor.
*
Her gece düşümde bir çocuk
Koşarak telaşla yanıma geliyor,
Burnu kanamış dudağından aşağıya akıyor.
*
Ay yüzlüm nasıl unuturum seni,
Burnunun kanı hala parmaklarımda duruyor.
*
Sen beni unuttun mu yoksa.?
Bir tek mektup yazmadın.
Babacık hasretle senden haber bekliyor.
*
Nasıl unutursun beni nar çiçeğim,
Öpücüğün yanağımda duruyor. (Sayfa: 32)




''Zaten benim yuvadan yana hayatta hiç şansım olmadı.''
*
Damdaki Kedi Baba (Sayfa: 43)


''Erken olmuş yemişim, dalımın yaralısı;
(..) Hatırlar mısın seninle bir vakitler ceplerimize sarı yapraklar doldurmuş, evde onları uhu ile birbirlerine yapıştırarak bakır tepsi için bir sonbahar örtüsü yapmıştık.'' (Sayfa: 63)


''Nar çiçeğim; burada yaşamımı ayakta tutan iki temel direk var. Önce sen, sonra şiir. Seni çok seviyorum bunu bil. Aramız derya-deniz de olsa, sıra dağlar da en ufak bir sıkıntıda aşar gelirim. Hep babanın var olduğunu bilerek yaşa.'' (Sayfa: 65)


''Sahi Cavit Orhan Tütengil'i kim vurdu.? İşte bunu kimse bilmiyor ve merak da etmiyor. Bak Tütengil gibilerinin kanı yerde kalmaya mahkûmdur.'' (Sayfa: 79)


''Ben burada bir acıya sürgünüm. Hasretin canıma yetti. Ama ne yaparsın eninde sonunda ekmek parası işte. Kimse kimseye boşa lokma vermiyor. Geçim derdi insanları oradan oraya savuruyor. Babayı çocuktan, karıyı kocadan ayırıyor.'' (Sayfa: 81)


''Önemli olan geç kalmak gecikmek değil yarışa devam edebilmektir. İnatçı takipçisi olmaktır hayatın.'' 
*
''Ben bu yıl orta iki'lerin resim derslerine giriyorum. Senin yaşında öğrencilerim var. Onlarla ilgilenirken hep seni düşünüyorum. Onlara senden söz ediyorum, resmini gösteriyorum. Onlar seni tanımadan seviyorlar. Ben de onları seviyorum senin adına. Bilsen nasıl zavallı, nasıl fakir çocuklar. Morarmış ellerle geliyorlar okula, üstlerinde bir önlükle ve resim yapmaya çalışıyorlar.'' (Sayfa: 85)



''Hayat bazı duygusuzların sandığı gibi düz değil. Hele bir şair için iki tarafı keskin bir kılıç. Kendinle ve içinde yaşadığın ortamla boğuşmak ve yenilmemek. Bu da insanı oldukça yıpratıyor.'' (Sayfa: 103)


''Bir yanda sürek avı, bir yanda çılgın fiesta. Dünya kupası ve savaş. Binlerce insanın öldüğü, çocukların sakat kaldığı bir dünya. Kekre bir yaşam. Payımıza düşen sadece acı.''
*
Bu mektup Metin Altıok'un Bingöl'de bir genç kız ve erkeğin cansız bedenlerinin jandarma tarafından çırılçıplak soyularak şehir meydanında teşhir edilmesinden etkilenerek girdiği ağır bunalımın ardından yazılmıştır. Altıok bu olayın ardından Kimliksiz Ölüler şiirini yazmıştır.
(Sayfa: 105)


''Zeynep'çiğim; seni bilmem ama ben hayata karamsar bakıyorum ve bu karamsarlığımın nedenleri gittikçe çoğalıyor. Çünkü her saati pislik ve kan, konserve kutusu, naylon poşet, şampuan; her saati gırtlağımızı zorlayan bir curuf yığını oldu şimdilerde yaşanan.
Çünkü spor toto, lotto, altılı ganyan; iğdiş bir umutla sahici kılınan bir yalan oldu hayatımız. Ve yeni orkitle daha güvenli kadınlarımız. Erkeklerimiz daha güçlü güne arkoyla başlayan. Çocuklarımız bunca cikletle daha mutlu.
Gözümün bebeği; işte ben burada ödün vermemenin, boyun eğmemenin, yani onurlu bir yaşamanın faturasını ödüyorum. K.D.V.'si içinde olaraktan.'' (Sayfa: 113)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...