7 Ekim 2020 Çarşamba

Osman Cemal Kaygılı - İstanbul'da Semai Kahvelri ve Meydan Şairleri



Arka Kapak:
Kültürümüzün ayrılmaz bir parçası olan kahvehanelerin ayrıksı bir bölümüyle; daha önce karşılaşmayanlar için sokağın ve hayatın neredeyse mükemmele ulaştığı ve her zaman söylendiği gibi sokağın sanatının aslında yüzyıllardır süregeldiği bir kesit beklerken; haberdar olan okuyucu içinse derinliklerine bir daha dalabilme olanağı sağlıyor bu metinler. Orada meydan şairlerinin ve semaların eşliğinde Zil İzzetlerden Arnavudun kahvesine, büyük ustalardan geçerli usullere, zor bir maninin gizeminin levhalara yazılıp kahveye asılmasından bilenlere verilen ödüllere, yıllardır biriken bir toplamdan ayrıntı tutkunlarının hoşuna gidecek lebdeğmez manilerin ayrıksılığına açılan bir kapı. Gerçekten dudakları birbirine değdirmeden söylenebilen bir mani yazabilecek kadar hassaslaşmış ve ustalaşmış bir dünya var olabilir mi, diye düşünenler için bir çıkış olanağı, bir soluklanma durağı.


On dokuzuncu asrın meşhur saz şairlerinden Dertli İbrahim, Tavukpazarı''ndaki Âşıklar Kahvesi'nin tavanına asılan şairane bilmeceyi hallederek, o zaman saz şairlerinin reisliğini aldıktan sonra, ortaya onun kadar kuvvetli bir saz şairi çıktığını pek bilmiyoruz. Zaten kendisiyle beraber o devirde âşık tarzının üstatları olan Bayburtlu Zihnî, Erzurumlu Emrah ve Seyrani gibi birkaç şairden başka, bunlar ayarında bir saz şairini edebiyat kitapları da kaydetmediği gibi böyle bir şairden tam anlayışla ve bilişle bahsedene de tesadüf olunmuyor. Yalnız, öteden beri şuradan buradan, şundan bundan ve çoğu derme çatma bilgilerle yarım yamalak dinlediğimiz bazı mani, semai, koşma, destan, kalenderi söyleyenler de vardır ki, onların da şahsiyetleri tam manasıyla tebellür etmiş ve eserleri toplanmış değildir. (Sayfa: 7)


Çalgılı kahvelerde ara sıra divan şairlerinden Enderunlu Vasıf gibilerin eserleri de okunup çalınır; fakat bunların halk şiirlerine vezin ve eda itibarı ile en yakın olanları seçilirdi. Çalgılı kahvelerde Emrah, Zihnî Seyranî, Gevherî, Âşık Ömer, Kuloğlu adlarını bilmeyenler bulunabilirdi. Ancak Dertli'yi hemen hemen herkes bilir, tanır ve ona tapınırdı. Bunun için Dertli'nin:
*
Haraba kul olduk bezm-i âlemde
Dünyada olsak da olmasak da bir
Düşdük çare nedir dame âlemde
Azâd olsak da bir olmasak da bir
*
diye başlayan meşhur koşması okunup çalınırken bütün başlar yere eğilir, gözler yarı kapanır, gövdeler put kesilirdi. Sonra yine Dertli'nin:
*
Sâkıyâ camında nedir bu esrar
Etti bir katresi mestâne beni
Şarab-ı lâlinde ne keyfiyet var
Söyletir efsâne efsâne beni
*
diye başlayan ve kesik kerem şeklinde bestelenip terennüm edilen koşmasıyla Gevherî'nin:
*
Bâd-ı sabâ yâre benden selam et
Mübarek hatırın sor suâl eyle
Vurup huzuruna feth-i kelâm et
Bana var mı meyli gör suâl eyle
*
matlalı koşması söylenirken kahvenin içi inim inim inlerdi. (Sayfa: 8-9)


Adam aman..di..dedir..
Hakiki aşk ehlinin dildarı nadidedir.
Dildar için kanlı yaş akıtan na..didedir
*
Gedâî (Sayfa: 17)
*****
''Gene bir gün ya Beşiktaşlılar yahut Çeşmemeydanlılar ile Eyüp civarındaki manici ve semaiciler arasında bir rekabet başlamış, nihayet Bakırköylü Zil İzzet, Acem İsmail'in partilerinden olan Eyüplülere taş atan şu çok meşhur manisini söyleyerek onlardan hınç almış:
*
Adam aman.. İ...yi...bin
İşte meydan, işte at, biner isen iyi bin
Dört köşede meşhurdur dilencisi İyib'in.! (Sayfa: 18)


''..Tersaneli Ahmet Reis ki şimdi iki gözü kör olduğu halde Karagümrük'te oturan yetmişlik ve perişan bir ihtiyardır. Bir zamanlar tersanenin en iyi ustalarından ve zamanın en namlı ve acar tulumbacılarından olan Ahmet Baba, şu yepyeni manisini geçen akşam bana bunlara dair bazı izahat verdikten sonra söyledi. (..):
*
Adam adam..cı..nacak..
Felek kökten budadı vurdu bir acı nacak
Ellere ben acırken ben oldum acınacak.
*
Ve bunu söylemesi ile birlikte hıçkırarak yanımdan kalktı, sopasına dayanarak uzaklaştı.''
(Sayfa: 19)


''Çalgılı kahvelerde önce işe mani ile başlanırdı. Fakat asıl mani, koşma, semai faslı başlamadan önce muzika başlardı. Yukarıda yazdığım gibi klarnet, bir çığırtma denilen ince tahta düdük, bir çift nara, bir darbuka, bir zilli maşadan ibaret olan kahve muzikası en önce bir marş çalardı ve bu marş ekseriyetle alafranga marşlardan biri idi. Son zamanlarda ''İspanyol Marşı'' dedikleri bir marşla Maçiç İspanyol pek moda olmuştu. Bu marştan sonra ya bir polka ya polka ayarında bir-iki şey daha çalınıp nihavent makamından kıvrak ve alafrangaya yakın şarkılarla, kantolara geçilir, daha sonra çiftetelli gibi oyun havaları, alaturka bazı halk şarkıları çalınıp söylenir, bunların arkasından da kahve her taraftan gelen misafirlerle tamamıyla yükü alınca mani havası ile manilere başlanırdı. Bazen yarım, bazen bir saat kadar süren mani faslı çok defa alaylar, kahkahalar arasında birtakım atışmalar, birbirlerini bastırmalar, birbirlerini tehzil ve hicvetmeler içinde geçer; sonra sırasıyla koşma, semai, divan, yıldız, destan, kalenderiye geçilirdi.''
(Sayfa: 22)

''Üsküdarlı Vasıf'ın meşhur semailerinden biridir:
*
Efendim yoktur emsalin bulunmaz bir güzelsin sen
Nedir maksudun ey canım beni böyle üzersin sen
Adûyü bed-likalarla niçin daim gezersin sen
Seni ben sevmişim candan velâkin bî-habersin sen
Otursam reh-güzarında selam vermez geçersin sen
Görünce bendeni yavrum neden çeşmin süzersin sen
*
(Nakarat)
Gidip ağyara yar oldu benim halim harap oldu
Seninle gezdiğim gül-zâr kararmış bir tür-âb oldu
*
Vasıf'ın bu semaisinin sonundaki iki satırlık nakarat bazen şu şekilde de okunurmuş:*
*
Bugünlerde senin tavrın bana gayet merak oldu
Seninle içtiğim meyler niçin nar-ı firak oldu'' (Sayfa: 27)
*****
Şu da bir mizahi semainin başlığıdır ki alt tarafını bulamadım:
*
Efendim tar nasip tecelli taksirat mantar
Senin o bildiğin kantar niçin böyle yalan tartar.?'' (Sayfa: 27)


''..semaici Zil İzzet aynı zamanda o vaktin en usta muammacılarından sayılırdı.
İşte onun 'kayık küreği' manasından gelen bir muamması:
*
Geçen bir nesne gördüm sallanır bî-ruh durur
Kim ona el vurursa kuyruğuyla sallanır
Bunun canlı oluşu dar dibinden bağlıdır
Bu muammâ değil lâkin bir ağacın dalıdır.
*
Bu yazı üç yahut dört köşe süslü bir tahtanın üzerine yazılıp kurdeleler, çiçeklerle süslendikten sonra kahvenin tavanına asılır; bunu halledenlere bir lira, beş lira, sırasına göre on lira mükâfatlar vaat edilir ve bunu kim hallederse hem mükâfatı alır hem onun adı bütün çalgılı kahvelerde aylarca çalkalanırdı.'' (Sayfa: 29)
*****
''Adam aman.. ka..çalım..
Müsadeniz olursa artık buradan kaçalım
Lâkin bizim kaçmamızdan gelmesin halka çalım.''
*
Acem İsmail (Sayfa: 29)


*
''Benim figanımı işiden bülbül,
Gülşeni terk edip sahraya kaçar,
Boynumu büktüğüm görünce sümbül,
Başını kaldırıp balâya kaçar.
*
Ahımdan âcizdir bağrı yanıklar,
Mest olur halimi gören ayıklar,
Zerrece zarimi duyan balıklar,
Gözükmez insana deryaya kaçar.
*
Acem İsmail (Sayfa: 36)
*****
''Senedin,
Bu mal benim diyorsun göster bana senedin,
El malına güvenme, çalış kendin, sen edin.''
*
Acem İsmail (Sayfa: 36)
*****
''Bülbül demi,
Görünce goncai veşi çekmez mi bülbül demi,
Kimse bilmez kabahat gülde mi, bülbülde mi.?''
*
Acem İsmail (Sayfa: 36)
*****
''Ey kader lütfunla zengin ehli vicdan var mıdır
Nimetinle müstefit bir âdil insan var mıdır
Mürtekiblerden mürekkebdir bugün efradın hep
Meclisinde müstakim allâme irfan var mıdır
Cahilü nadanı ihya eyliyorsun mâl ile
Şöyle nakdile defteri dânada handan var mıdır
Gadr eden zalimleri hükmünle kıldın muhteşem
Böyle hünhar zalimane başka ihsan var mıdır
Küstüm artık bu zamanın hükmüne takdirine
Safveta bilmem cihanda hakku mizan var mıdır.?''
*
Safvet Baba (Sayfa: 37)


*
''Ermeni ağzı semailer de mevcut. Ahbarlar arasında da sesi ve sözü sayılırlar da mebzul.. Bir tane de bunlarınkinden geçelim:
*
Efendim hu, nasibim bu.
Tecelli taksirat yahu
Topik yandı, kebap oldu
Getir ahbar, bir kova su..'' (Sayfa: 40)
*****
''Bak şu fellâha âlemde gezer
Âşıkın bağrını ezer
Tahtı Yemen, mülkü beden
Neden Âşık oldum bu fellâha ben.?
*
Canlı mı cansız mı, Yenir mi yenmez mi.? (Sana filân şehri, falan memleketi verelim) demeye kalkmayın, söyleyivereyim:
Kahve.!'' (Sayfa: 41)


*
''Bu işte kimsenin yok methali asla benimdir suç
Sana sık sık bakıp zorla gönlüm mübtela ettim''
*
Enderunlu Vasıf Bey (Sayfa: 47)


*
''Bu gibi maniler tabii, evvelce dudak değmeyen harflerden birleştirilmiş kelimeler ile vücuda getirilmiş bir mevzu üzerine tertip edilirler. Meselâ:
*
Eser seher sahrada sarsar salar lâleler
Ahder dede dergâhta elde elek lâl eler.
*
diye tertip edilmiş şu mani, ilk kafiyesi: lâle çiçeğinin seher vakti sahralarda esen rüzgârda sallanışından, ikinci kâfiyesi de dergahta ah çekerek elindeki elekle inci eleyen dededen bahsetmektedir. (..) Leb değmez manilerde [Adam aman] başlangıcı yerine [leleyli laleleyli] diye dudak değmeyen bir başlangıçtan sonra maniye geçilir.'' (Sayfa: 59)


*
Adam aman ''Çe midir''.?
Nefesin gül kokuyor
İçerin bahçe'midir.?
Beni baştan çıkaran
Yârimin perçe'midir
*****
Adam aman ''dertli koyun''
Zâlim kasab elinden
Ne çeker ''dertli koyun''.?
Bu sevdâyla ölürsem
Adımı ''dertli koyun''.!
*****
Adam aman ''yara savar''
Ne benden dert eksilir
Ne dilden yara savar
Bütün kuşlar içinde
Süt veren ''yarasa var''*
*
*Ahmet Rasim'in notu: Manici deyip de geçmeyin, bunların içinde Buffon'a eş sayılabilecek tabiattan anlayan kişiler de varmış. (Sayfa: 67-68)

6 Ekim 2020 Salı

Denis Diderot - Rameau'nun Yeğeni (Çeviri: Adnan Cemgil)

Arka Kapak:

*
 Denis Diderot (1713-1784): Aydınlanma döneminin en önemli yazar ve düşünürlerindendir. Encyclopédie'nin yayın yönetmenliğini üstlendi, yazdığı edebi ve felsefi eserlerin yanı sıra geçinmek için çeviriler yaptı. En önemli ve en kalıcı eserleri arasında yer alan Rameau'nun Yeğeni ölümünden sonra 1821 yılında yayımlandı. Yazar bu eserinde ahlak ve eğitim konularını ele alırken, döneminin ilişkilerini ve sanat anlayışını da eleştirmiştir. Diderot kuramları kadar bunları karşılıklı konuşma biçiminde sunuşuyla da ilgi çekmiştir.


''Dâhilerin sahip oldukları birçok değerli nitelik arasında hayran olmaktan yılmadığım bir tanesi var, o da sadece tek bir işe yaramaları; bunun dışında hiçbir işe yaramazlar. Yurttaşlık, babalık, ağabeylik, amcalık, dayılık, kuzenlik, dostluk nedir bilmezler (..) Bize insan lazım, dâhi değil.! Anlıyor musunuz.? Dünyayı altüst eden onlardır, fakat dünya öyle garip ki, onlara saygı gösterir.!'' (Sayfa: 7)


O. - Ama doğa bu kadar kudretli, bu kadar bilgeyse, neden bu adamları hem büyük hem de iyi yaratmamış.?
Ben. - Bu gibi taleplerle evrenin düzenini altüst etmekte olduğunuzun farkında mısınız.? Mükemmeliyetle ilgili fikirler diğerleri gibi görelidir. Yeryüzünde her şey mükemmel olsaydı, hiçbir şey mükemmel olamazdı ve daha da kötüsü var olan hiçbir şey var olamazdı. (Sayfa: 12)


''..O. - Rameau.! Rameau.! Sana neden içerlediler biliyor musun.? Biraz akıllıca, sağduyulu davranmak ne büyük çılgınlık.! Rameau, dostum, bu sana Tanrı'nın yarattığı gibi kalmanı ve hamilerinin istediklerini yapmanı öğretecek. Omuzlarından yakaladıkları gibi kapı dışarı ettiler. Arakandan şöyle diyorlardı: ''Seni hergele seni.! Çek arabanı bakalım.! Bir daha gözümüze gözükme.! Akıl, mantık sahibi olmaya kalkarsın ha.? Bizde senin gibilerden çok var.''..'' (Sayfa: 17)


''O. - (..) Kendi kendime birçok kez: ''Bak Rameau şu Paris'te her biri on beş yirmi kişi için hazırlanmış binlerce zengin sofrası var, ama bunların hiçbirinde senin yerin yok.! Ortada yeteneksiz, değersiz bir yığın insan, hiçbir çekiciliği olmayan bir sürü yaratık, şık giyinmiş bir sürü sıradan dalavereci var ve sen çıplak dolaşıyorsun.! Demek beş parasız kalacak kadar ahmak ve yeteneksizsin.' Sen de başkaları gibi dalkavukluk etmeyi, yalan söylemeyi, yerine getiremeyeceğin sözler vermeyi, yeminler etmeyi beceremez miydin.? Sen de ötekiler gibi dört ayak üstünde yürüyemez miydin.?'' (Sayfa: 19)


"Ölünün kulağı çan seslerini duymaz. (..) Mermerin altında da olsa, toprağın altında da olsa, çürümek çürümektir." (Sayfa: 23)
*****
"O.- (..)Zaten bu şehirde insanın biliyor göründüğü şeyleri bilmesi gerekmez ki.
Ben - Öğrendiğinden fazlasını da bilmesi gerekmediği gibi." (Sayfa: 25)


''O. - (..) hiç dillerinden düşürmedikleri halde asla uymadıkları herhangi bir ahlakın genel ilkelerini bu davranış tarzına uygulamaya kalkarsanız, siyaha beyaz, beyaza siyah denildiğini görürsünüz.'' (Sayfa: 31)
*****
''O. - Kral, bakan, banker, hâkim, subay, edebiyatçı, avukat, savcı, tüccar, zanaatkâr, şan hocası, dans hocası çok onurlu kimseler oldukları halde birçok tavırları genel davranış kalıplarına aykırıdır ve ahlaki deyimlerle doludur. Kurumlar ne kadar eskiyse deyimler de o kadar çoktur.''
(Sayfa: 32)
*****
''O. - (..) Doğada bütün türler birbirlerini boğazlıyor, toplumda da tüm yaşam koşulları birbirleriyle çatışıyor. (..)'' (Sayfa: 33)


''O. - (..) Bouret'nin ona çok düşkün bir köpeği vardı ve bu köpek adalet bakanının garip giysilerinden çok korkuyordu. (..) Bouret işe, tıpkı adalet bakanına benzeyen bir maske yaptırmakla başladı. Bir uşaktan bakanın bol cüppesini aldı. Maskeyi yüzüne, cüppeyi sırtına geçirdikten sonra köpeği çağırdı, sevdi, okşadı, simit verdi. Sonra bakanın cüppesini ve maskesini çıkarıp köpeği kırbaçlamaya başladı. İki üç gün boyunca sabahtan akşama kadar süren bu uygulamanın ardından köpek artık sarraf Bouret'den kaçıp, adalet bakanı Bouret'ye sokulmaya alışmıştı.'' (Sayfa: 45)
*****
''Ingenii largitor venter.'' (Deha, açlığın hediyesidir.) (Sayfa: 48)


''O. - Hoşumuza giden yalanları avuç avuç yutarız, ama acı gerçekleri yudum yudum içeriz. Üstelik kendimize çok güvenen, kavrayışlı bir tavır takınırız.'' (Sayfa: 49)
*****
''O. - (..) Sanki Tanrı bunları, bir adam yüzüne bakıp hakkında karar verenleri ve budala bir görünüş altında zeki bir adamın, zeki bir görünüş altında bir budalanın bulunduğunu aynalarından öğrenmeleri gerekenleri cezalandırmak için yaratmıştır..'' (Sayfa: 51)


''O. - (..) Kralın uzun zamandan beri resmi soytarısı olduğu halde, resmi bir filozofu olduğu hiç görülmemiştir. (..) Bilge kişinin asla soytarısı yoktur, soytarısı olan da bilge değildir; bilge olmayan kişi soytarıdır ve belki de kral bile olsa soytarısının soytarısı olur. (..)'' (Sayfa: 53)
*****
''O. - (..) Bizi yanlarına aldıklarında menfaat düşkünü, aşağılık ve hain adamlar olduğumuzu bilmiyorlar mıydı.? Mademki biliyorlardı, o halde mesele yok. Aramızdaki gizli bir anlaşma gereğince bize iyilik yapılacak, fakat biz er geç yapılan iyiliğe kötülükle karşılık vereceğiz. İnsanla papağanı ve maymunu arasında da böyle bir anlaşma yok mu.? (..)'' (Sayfa: 59)
*****
''O. - (..) Bu dünyada her davranışın layık olduğu bir karşılık vardır. İki tür savcı vardır. Biri kapınıza dayanıp topluma karşı işlenen suçları cezalandırır, diğeri doğadır. O, kanunları çerçevesinin dışında kalan bütün kusurların yakasına yapışır. (..)'' (Sayfa: 61)


''O. - (..) Küçük bir yankesicinin yüzüne tükürürler, ama eli kanlı bir katile saygı göstermekten kendilerini alamazlar. Cesaretine şaşar kalır, zalimliği karşısında titrerler. (..)'' (Sayfa: 62)
*****
''Çünkü sessizlik bile seslerle ifade edilebilir.'' (Sayfa: 73)


''O. - (..) Ne lânet bir ekonomik sistem.! Bir yandan tıka basa karnını doyuranlar, öte yanda mideleri de kendileri gibi bahtsız olan ve yiyecek bir lokma ekmek bulamayanlar. (..)'' (Sayfa: 89)


''O. - (..) Bir krallıkta dilediğince yürüyen tek bir adam vardır: Kral. Diğerleri hep bir pozdan diğerine geçmek zorundadırlar.'' (Sayfa: 90)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...