31 Mayıs 2020 Pazar

Daniel Keyes - Algernona Çiçekler, Çeviri: Handan Ünlü Haktanır

Daniel Keyes - Algernona Çiçekler, Çeviri: Handan Ünlü Haktanır
Arka Kapak:

Çok düşük bir IQ ile doğan Charlie, bilim adamlarının, zeka seviyesini artıracak deneysel ameliyatı gerçekleştirmeleri için kusursuz bir adaydır. Bu deney Algernon adındaki labaratuvar faresinde test edilmiş ve büyük bir başarı elde edilmiştir.
Ameliyattan sonra, Charlie'nin durumu günlüğüne yazdığı raporlarla takip edilmeye başlanır. İlk yazdığı raporlara çocuksu bir dil ve imla hataları hakimdir. Ve sonra ameliyat etkisini göstermeye başlar. Charlie artık, insanların kendisiyle dalga geçemeyeceğini ve bir sürü arkadaş edineceğini, aşık olduğu kadına açılabileceğini düşünür. Fakat zekası normalin çok üstüne fırladığından, çevresinde yadırganır, kıskanılır ve istemiş olduğu arkadaşları edinmekte yine başarısız olur ve yine yalnızdır.
*
Bu deney, son derece önemli bir buluş olarak görülüyordu, ta ki Algernon'da ani bir gerileme baş gösterene kadar.. Acaba Charlie'de aynı gerileme olacak mıydı.?
*
ALGERNON'A ÇİÇEKLER, bugüne dek 27 dilde 30 ülkede yayınlandı, 5 milyon adetten fazla sattı. Prestijli Hugo ve Nebula ödüllerini kazandı.

***
Aklı başında olan herkes, insan gözünün iki nedenden dolayı şaşkınlık geçirdiğini ve iyi göremediğini bilir. Birinci neden, insanın aydınlıktan karanlığa geçmesi, ikinci neden ise karanlıktan aydınlığa çıkmasıdır. Bu, beden gözü için olduğu kadar akıl gözü için de geçerlidir. Bu gerçeği idrak eden kişi, kafası karışmış ve görüşü zayıflamış bir kişiyle karşılaştığında onun durumuna gülmemeli ve şu soruyu sormalıdır: Bu adamın akıl gözü daha aydınlık bir dünyadan geldiği için mi alışkın olmadığı karanlığı yadırgamakatadır, yoksa karanlıktan aydınlığa geçtiğinde karşılaştığı yoğun ışıktan dolayı mı körleşmiştir.? Bunların ilki mutlu olunacak ve beğenilecek, ikincisi ise acınacak bir durumdur, zira karanlığı yadırgayan göz, aydınlık bir dünyadan gelmiş demektir. Dolayısıyla, ona gülen kişinin asıl kendisi gülünç duruma düşer, ama karanlıktan aydınlığa geçtiği için iyi göremeyen bir kişi başkalarının ona gülmesini hak etmiştir.
*
Eflatun - Devlet
***
''Çok zor bi kitap okumaya başladık. Hiç bukadar zor bi kitap okumamıştım. Adı Robinson Crusoe ve ıssız bi adaya düşen bi adamla ilgili. Bu akıllı bi adam bissürü soruyu çözdü ve bi ev yaptı yicek şeyler buldu ve çokiyi yüzüyodu. Ama ben ona acıdım çünkü o yapyannızdı ve hiç arkadaşı yoktu. Ama bence orda o adada ondan başka birisinin olması lazım çünkü kitapta adamı o komik şemşiye ile gösteren bi resim var ve o resimde bazı ayakizlerine bakıyo. Umarım bi arkadaşı olur ve okadar yapayannız olmaz.'' (Sayfa: 41)
***
''Bayan Kinnian çok hızlı örendimi söylüyo. Bana ilerleme raporlarımın bazılarını okudu ve tuaf tuaf baktı. Bana sen iyi bir insansın dedi ve onlara günlerini göstereceksin. Ona neden die sordum. Boş ver dedi ama herkezin senin düşündün gibi olmadını örenince sakın üzülme. Tanrının pek azşey verdiği biri olarak sen beyinnerini kullanmayan pekçok kişiden çok daha fazlasını başardın dedi. Ona benim arkadaşlarım beni seviyolar ve bana bu güne kadar hiçbi kötülük etmediler dedim. Sonra o gözüme bişey kaçtı dedi ve tuvalete koştu.''
(Sayfa: 43)
***
''Zekan geliştikçe, sorunların da o ölçüde artacak, Charlie'' (Sayfa: 53)
***
''.. yeni bir düzeye erişmiştim ve öfke ve şüphe gibi duygular çevremdeki dünyaya verdiğim ilk yeni tepkilerdi.'' (Sayfa: 64)
***
''Senden çok hoşlanıyorum.'' Bunu söyledikten sonra onun gülmesinden korkmuştum ama onaylar gibi başını salladı ve gülümsedi.
''Ben de senden hoşlanıyorum, Charlie.''
''Ama benimki hoşlanmaktan da öte bir şey. Yani şunu söylemek istiyorum... lanet olsun.! Ne diyeceğimi bilmiyorum ben.'' Kıpkırmızı kesildiğimin farkındaydım, nereye bakacağımı şaşırmıştım ve ellerimi nereye koyacağımı bilmiyordum. Çatalımı düşürdüm ve onu almak isterken bir bardak suyu devirdim, sular onun giysisinin üzerine döküldü. Aniden, yeniden beceriksizleşmiş ve sakarlaşmıştım ve özür dilemeye kalkıştığımda dilimin ağzımın içinde pabuç kadar büyüdüğünü fark ettim. (Sayfa: 87-88)
***
''Okuduklarımda karşılaştığım bazı konular hakkında bir ekonomistle konuşmayı ne zamandır istiyordum. Özellikle de askeri ablukanın barış zamanında bir silah olarak kullanılmasının ahlaki yönleri beni rahatsız ediyordu. (..) Beni uzaklara bakarak sessizce dinledi. Onun bana yanıt vermek için düşüncelerini toparlamaya çalıştığını sanmıştım, ama birkaç dakika sonra boğazını temizledi ve başını olumsuz anlamada salladı. Özür dileyen bir tonla, bu konunun onun uzmanlık alanına girmediğini söyledi. (..) Benim II. Dünya Savaşı'nda uygulanan Savaş Ticaret Anlaşmaları konusunda bir tez yazmış olan Dr. Wesswy'i görmemi önerdi.''
(Sayfa: 106)
***
''Şimdi herkes bana ne kadar farklı görünüyor. Meğer profesörlerin entelektüel birer dev olduklarını düşünmekle ne kadar aptalmışım. Onlar da birer insan, hem de dünyadaki diğer insanların bunu fark etmesinden korkan insanlar..
Ve Alice de bir insan - o bir kadın, bir tanrıça değil - ve ben yarın akşam onu konsere götürüyorum.'' (Sayfa: 107)

Daniel Keyes - Algernona Çiçekler, Çeviri: Handan Ünlü Haktanır

Bana güldükleri ve benden daha akıllı göründükleri müddetçe bir sorun yoktu ama şimdi bir moronun karşısında kendilerini ikinci derecede görmeye başlamışlardı. Ben göstermiş olduğum hayret verici gelişmenin, onları ezdiğini ve yetersizliklerini açığa çıkardığını görmeye başlamıştım. Onlara ihanet etmiştim, benden o yüzden nefret ediyorlardı. (Sayfa: 115)

Daniel Keyes - Algernona Çiçekler, Çeviri: Handan Ünlü Haktanır

Koltuğunun karşı tarafındaki duvarda Picasso'nun ''Anne ve Çocuk'' adlı tablosunun gösterişli bir şekilde çerçevelenmiş bir röprodüksiyonu asılıydı ve onun tam karşısında koltuğun arkasında kalan duvarda ise maskeli ve elinde bir kılıç tutan, havalı bir Rönesans soylusunu, pembe yanaklı, korkmuş bir genç kızı korurken gösteren bir tablo vardı. Bunların bir araya gelmesiyle yanlış olan bir durum ortaya çıkıyordu. Demek ki Alice, kendisinin kim olduğuna ve hangi dünyada yaşamak istediğine hâlâ karar verememişti. (Sayfa: 118)
***
''Nemur sürekli olarak bana beni ben yapanın o olduğunu veya günün birinde gerçek insan haline girecek benim gibi sürüyle insan olacağını söylüyor. (..) O da, geri zekalı bir kişiye baktıkları vakit, onun da duyguları olan bir insan olduğunu düşünmeden gülen diğer insanların yaptığı hatanın aynısını yapıyor. Benim de buraya gelmeden önce bir insan olduğumu unutuyor.'' (Sayfa: 155)
***
''.. ben istisnaiyim.. Bu, (bir zamanlar 'parlak ve geri zekalı' anlamında kullanılan) üstün yetenekli ve 'yoksun' gibi mahkum edici yaftalardan daha demokratik bir deyim. Eminim ki, ne anlama geldiğini insanlar kavramaya başladığı vakit, 'istisnai' sözcüğünü de değiştireceklerdir.'' (Sayfa: 163)
***
''Nasıl oluyor da, kolsuz ve bacaksız doğan insanlardan faydalanmayı akıllarından bile geçirmeyen dürüst ve duyarlı kişiler, düşük bir zeka düzeyiyle doğanları istismar etmekte bir mahsur görmezler.?'' (Sayfa: 210)
''Değer verdiğim bir kişinin önünde içimdeki iltihabı yakıyordum ve bu bana yeni bir soluk getiriyordu.'' (Sayfa: 215)
***
''Ben bir nesne değil, -pek çok var olma şekli arasında- bir var olma şekliyim ve hangi yolları takip ettiğimi ve hangilerini bıraktığımı bilmek, benim ne olmakta olduğumu anlamama yardımcı olacak. (..) İnsanın en çok canını sıkan şey, bizim psikologlarımızın insan zekası, bellek ve öğrenmeyle ilgili tüm inançlarını birtakım hüsnü kuruntulara dayandırmış olması.'' (Sayfa: 233)
***
''..her biri, bir parçasını kendisinden daha aza sahip olanlara vererek tatmin oluyordu.''
(Sayfa: 243)
***
''Bana ne olacağı önemli değil, henüz dünyaya gelmemiş bazı insanların hayatına bir şeyler katabilirsem eğer, kendimi binlerce kez normal bir hayat yaşamış gibi hissedeceğim.
Bu da bana yeter.'' (Sayfa: 253)
***
''Kim bilir, insanların yeterli bilgisi olmadığı veya yaratıcılık sürecine ve kendilerine yeterince inanmadıkları ve beyinlerinin bütününün çalışmasına izin vermedikleri için kaç problem çözümsüz kalmıştır.?'' (Sayfa: 255)
***
''Hiç kimse hiçbir zaman yeni bir şey başlatmıyor, Bayan Nemur,'' dedim. ''Herkes çalışmasını diğerlerinin hataları üzerine inşa ediyor. Bilimde gerçekten orjinal olan hiçbir şey yoktur. Önemli olan, her bir bilim adamının eldeki bilginin toplamına yaptığı katkıdır.''
(Sayfa: 256)
***
''Sevgi ve şefkat eli değmeyen zeka ve eğitim beş para etmez.'' (Sayfa: 262)
***
''Sevgi alma ve sevgi verme yeteneğinden yoksun olan zeka, zihinsel ve ahlaki çöküşe, nevroza ve muhtemelen psikoza bile yol açar. Ve ben-merkezci bir amaca odaklanan ve insan ilişkilerini dışlayan bir beynin, sadece şiddete ve acıya neden olacağını da eklemek istiyorum.'' (Sayfa: 263)
***
''Benim ışığımın senin karanlığından daha iyi olduğunu kim iddia edebilir.?'' (Sayfa: 265)
***
''Onu bedenimden daha çok seviyordum.'' (Sayfa: 307)

30 Mayıs 2020 Cumartesi

Anita Daniel - Hayata Hürmet (Albert Schweitzer) - Çeviri: Mefharet Ersin

Bir misyonerin hayatı  ;)
Anita Daniel - Hayata Hürmet (Albert Schweitzer) - Çeviri: Mefharet Ersin
Yeryüzünde hiç kimse mevcudiyetinin başkaları üzerinde ne gibi tesirler bırakacağını, başkalarına ne gibi hizmetlerde bulunabileceğini evvelden kestiremez. Bu bize açıklanmamıştır ve açıklanmaması gerekmektedir. Ancak çok kereler, cesaretimizi kaybetmemekliğimiz için, mukadderatımızı tayin edecek ufacık ipuçlarını görmekliğimize imkân verilmiştir. (Sayfa: 5)
*
''Vücudunuzla beraber ülkülerinizi de besleyip büyütünüz. Onları benliğinizin bir parçası haline getiriniz ki, hayatın darbeleri bunları hiçbir zaman elinizden alamasın. Eğer hepimiz on dört yaşımızda iken ileride olmak istediğimiz insanlar olabilseydik, bu dünya ne kadar başka bir yer olurdu.'' (Sayfa: 9)
*
''Lâkin bu güzel memleket tekrar tekrar harplerle haince hırpalanmıştır. Asırlardan beri hem Fransa hem de Almanya Alsas'a sahip çıkmak için bıkmadan mücadele ettiler. Her savaştan sonra Alsas, kazanan tarafın oldu. Halk bazen Alman gibi düşünmeğe, hareket etmeğe, Almanca konuşmağa, bazen de Fransızları benimseyip Fransızca konuşmağa zorlandı. Mekteplerde, kâh Fransızca, kâh Almanca resmi dil oluyordu.'' (Sayfa: 10)
*
''Bir keresinde ona ''Beyzade'' diyerek, papazın oğlu olduğu için yüksek sınıfa mansub olduğunu ima eden, kendinden büyük bir çocukla kavgaya tutuştu. Yaşından beklenmiyen bir kuvvet ve maharetle büyük oğlanı altına aldı. Çocuk kinle Albert'e baktı ve, 'Ben de senin gibi haftada iki defa et yesem kuvvetli olurdum, anlıyor musun.?' diye bağırdı.
Bu sözler Albert'e çok tesir etti, çünkü Papazın oğlu olduğunu ispat ediyordu. O arkadaşlarından daha iyi bir hayat sürüyordu. Bunu biliyor ve kırılıyordu. Başkalarını kıskandıran, haset etmelerine sebebiyet veren bir insan olmak istemiyordu.'' (Sayfa: 12)

*
''Kendisi sıhhatli ve mes'uttu, ama başkalarının da öyle olmasını istiyordu. Hayatının istikametini çizecek olan inancı işte bu sırada doğdu: Mes'ut olanlar, Tanrının nimetlerinden mahrum insanlara ve hayvanlara yardım etmelidirler. Ancak böylelikle saadetlerinin kefaretini ödeyebilirler.'' (Sayfa: 15)
*
''Hayatımızı ve karakterimizi tayin etmeğe yarayan fikirler, bir tohum gibi, benliğimize, akıl sır ermeyen bir şekilde atılmıştır. Çocukluğumuzu geride bırakırken bu tohumlar filiz verir. Gençliğin iyiye ve doğruya karşı olan derin heyecanı ile bunlar çiçek açar meyve vermeğe başlar.'' (Sayfa: 22)
*
''Albert hüzünle anladı ki, en dindar geçinen insanlar bile, yalnız lâfla yetiniyor, başkalarına yardım etmeği akıllarına dahi getirmiyorlardı. (..) Şimdi yeni bir karar daha verdi ki, bu herkesi büsbütün deli etti: Afrika'ya gitmeden evvel tıp tahsili yapıp doktor olacaktı.'' (Sayfa: 26)
*
''Karakterini, yine ardı arkası kesilmeyen bir gayretle geliştirip güzelleştirmeğe çalışan bir insanın, ülkülerini kaybetmesine imkân yoktur, çünkü, böyle bir insan, iyilik ve doğruluk idealinin kudretini bizzat kendi nefsinde tecrübe etmiş olmaktadır.'' (Sayfa: 41)
*
*(''Çocukluk ve Gençlik Hatıraları'' adlı eserinden) 
*
''İyilik etmeye azmetmiş bir insan, yolunun üzerindeki taşların etrafındakiler tarafından temizlenip yok edileceği zannına kapılmamalı, bilâkis etrafındakilerin, bazen yolunun üzerine yıkacakları taşlardan bile yılmadan, sükûnetle işine devam etmeyi öğrenmelidir.''
*
(''Hayatım ve Düşüncelerim'' adlı eserden)
Dr. Albert Schweitzer (Sayfa: 55)

***
''Schweitzer için milliyet, din, ırk farkı diye bir şey yoktu, sadece insanlarını, ormanlarını, kilisesini çok severdi ama bunlara Alsaslı, Fransız veya Alman olarak değil, insan olarak bağlıydı. Harbin, tanıdığı bütün insanlara getireceği felâketi düşündükçe yüreği kan ağlıyordu. Din, ırk ve milliyet farkı gözetmeksizin yalnız iyilik ve yardım etmek isteyen bu adama yabancı bir düşman muamelesi yapmak cidden çok acıydı. İki memleketi ayıran sınırın ters tarafında doğmuş olduğu için şimdi kendi küçük evine hapsedilmişti. (..) Evin önüne silahlı nöbetçi dikildiği gün, Albert Schweitzer yazı masasının başına geçti.
'Bugün, medeniyetin çöktüğünü belirten birçok işaretlerle karşı karşıyayız.' Medeniyetin Felsefesi isimli kitabının ilk cümlesi böyle başlıyordu.'' (Sayfa: 57)

***
''O, bir canı kurtarmaya çalışırken, her gün binlerce insan ölüyordu. Değer miydi ki.?
Evet, değerdi, çünkü can çıkmadıkça ümitsizliğe düşmek bir doktora yakışmazdı. Şimdi bütün insanlık hastaydı. Filozof da doktor demekti. İnsanlığın hastalığına teşhis koyması lâzımdı.''

(Sayfa: 59)
***
''Eğer ben düşünen bir varlık isem, kendimden başkalarının hayatlarına da kendi hayatıma gösterdiğim saygıya eşit bir saygı göstermeliyim, çünkü onların da benliklerini, tıpkı benim gibi, doldurmak ve geliştirmek için çırpındıklarını takdir etmem lâzım gelir.''
*
(''Hayata Saygı'' adlı eserden)
Dr. Albert Schweitzer (Sayfa: 60)

***
''İnekleri için binlerce sap otu kesen köylü, eve dönerken yol kenarında büyüyen bir çiçeği koparıp yolmamalı. Zira ilkinde inekleri için otu kesmeğe mecburdur, fakat çiçeği koparmak lüzumsuz yere bir hayatı yok etmektir.'' (Sayfa: 62)
***
''İdeallerin kudreti inkâr kabul etmez bir hakikattir. Bir damla suda bulunan kudreti gözle göremeyiz, fakat bu bir damla su, bir kayanın kovuğuna girer ve burada donarsa, kayayı çatlatır. Yine böyle bir damla su buhar olursa, en kuvvetli motorların pistonunu işletir. Bütün mesele, onların içinde gizli olan kuvvet ve kudreti harekete getirecek olayı yaratabilmektedir.''
*
(''Çocukluk ve Gençlik Hatıraları'' adlı eserden)
Dr. Albert Schweitzer (Sayfa: 70)

***
''İnsan, ancak elinin erişebileceği, yaşayan her şeye yardım yolunda içinden gelen zorlamaya itaat ederse ve yaşayan her şeye zarar vermekten çekinirse, gerçekten ahlâk sahibidir.''
*
(''Medeniyet ve Ahlâk'' adlı eserden)
Dr. Albert Schweitzer (Sayfa: 78)

***
''Dünya barışa nasıl kavuşur.? Ancak, insanlar ve milletler tekrar birbirinin itimadına lâyık oldukları zaman.'' (Sayfa: 82)
***
''İnsanlığın istikbali ve mukadderatı, her insanın kendi durumu içinde, kendi kudreti nisbetinde çalışıp ilerlemesine bağlıdır.''
*
(''Hayatım ve Düşüncelerim'' adlı eserden)
Dr. Albert Schweitzer (Sayfa: 101)

***
''Hayatta yapacakları işi tayin etmiş olanlar, yapacakları işin ne olduğunu bilmedikleri için durup bekleyenlerden daha mutludurlar. Hele kendilerini sonuna kadar ödevlerine hakkıyla ve tamamıyla verebilen insanlardan daha mesut hiç kimse yoktur.''
*
(''Hayatım ve Düşüncelerim'' adlı eserden)
Dr. Albert Schweitzer (Sayfa: 110)


29 Mayıs 2020 Cuma

Carlos María Domínguez - Kâğıt Ev

Carlos María Domínguez - Kâğıt Ev

''Kimse bir kitap kaybetmek istemez. Bir daha okumayacak olsak da başlığında eski, belki de kaybolmuş bir duyguyu taşıyan bir kitabı kaybetmektense bir yüzük, saat veya şemsiye kaybetmeyi yeğleriz.'' (Sayfa: 20)
***
''Bir ara iki daireyi birbirine bağlayan bir merdiven inşa etmeyi düşündüm ama kitapları gündelik hayatla kirletmemem gerektiğini zamanında fark ettim. İster istemez kirleniyorlar.'' (..)
''.. İnşa edilen bir kütüphane, yaratılan bir hayat demektir; yığılmış kitaplar toplamı değildir asla.'' (Sayfa: 38)
***
''Siz kitapları raflara diziyorsunuz ve hepsi bir toplam ediyor, ama bu sadece bir yanılsama. Çeşitli konuları takip ediyoruz ve insan bir süre sonra kendisine çeşitli dünyalar tayin etmiş oluyor; ya da şöyle diyelim, kendisine, elindeki izlerden yola çıkarak, bir seyahat rotası çiziyor. Bu, basit bir iş değil. Sahip olmadığımız bir kitaba yapılan göndermeler karşısında duyduğumuz ilgi sonucu kaynakçalarla tamamlanan bir süreç..'' (Sayfa: 39)
***
''.. bir okur zaten var olan bir yolda ilerleyen bir yolcudur. Ve bu yol sonsuzdur. Ağaç kaleme alınmıştır çoktan; taşı ve dalı kıpırdatan rüzgâr, bu dala duyulan özlem ve gölgelerini yasladıkları sevda.. Normalde yabancısı olacağım bir zaman dilimi olan günde birkaç saati bu yolda geçirmekten daha büyük bir mutluluk bilmiyorum. Bir ömür yetmez bu yolda yürümeye. Borges'in bir cümlesinin yarısını çalayım: Kütüphane zamana açılan bir kapıdır.''
(Sayfa: 44)
***
''İnsanlar kitapların kaderlerini de değiştirir.'' (Sayfa: 69)
***
''Kitapların, hayata dair birer fikir olmak yerine düzenli bir rafın parçası haline gelerek toz fırçasının gıdıklayışından, tozları yutan süpürgeden, uyumaktan ve sayfalarını belirleyen doğal şiddet ya da gücü hiçbir zaman ortaya sermeyen bir gururla ara sıra başvurulmaktan başka bir şey bilmeyişlerini gülünç bir şekilde kınadık beraber.'' (Sayfa: 79)
***
Kitaplara, okumaya ve aşka dair bir kitap.. Kalın ciltlerin arasında saklanacak bir mücevher..

Yaşar Kemal - Yolda

#YaşarKemal #Yolda #HazırlayanGüvenTuran
Büyük Ustadan Küçük Anlatılar
***
Yaşar Kemal, sadece dönemimizin değil, roman türünün büyük ustalarından biridir. Onun tarihle mitosu, düşle gerçekliği, aleladeyle olağandışıyı birleştiren büyük hacimli, epik ruhlu romanları aynı zamanda birer dil şölenidir de. Bu dil, romanların geçtiği yörenin özel kelimeleriyle Anadolu Türkçesinin zengin dil hazinesinin harmanlanmasından oluşmuştur. Üslup canbazlığı yapmayan bir üslupçudur Yaşar Kemal. Yer yer gerçekten şiire dönüşen şiirsel dili, sözünü ettiğim epik ruhun bir yansımasıdır.
Roman alanındaki bu olağanüstü konumu onun diğer yazın ustalıklarını gözden kaçırtmaktadır. Bence bunların başında, daha İnce Memed'i yayımlamadan adının duyulmasına neden olan ''muharir''liği gelir. Önce bir röportaj ustası olarak duyurmuştur adını 1950'lerin ilk yıllarında. Röportaj, ondokuzuncu yüzyıldan başlayarak, yazın alanında son derece etkin olmuştur. Özellikle yirminci yüzyılda, pek çok büyük yazar, özellikle romancı, hele hele romanlarıyla hayatı kavrayan romancılar, ilk yazma denemelerinde büyük gazetelerin muharrirliğinden geçmiştir. Ernest Hemingway, Dos Pasos, William Faulkner, John Steinbeck bunların önde gelenleridir. Şunu hemen belirtelim, son yıllarda röportajla söyleşi eş anlamlı gibi kullanılmaktadır.. İkisi arasında en önemli fark, söyleşinin iki kişi arasında soru cevap şeklinde yapılmasına karşın röportajın bir haber öğesi etrafında işlenmesi ve araştırma ile gözlemle de güçlendirilmesidir. Röportajın bir başka özelliğiyse az ve öz anlatımıdır.
Yaşar Kemal'in yazarlığını iyi tanıyabilmek için şu soruyu da sormak gerekir: Onu besleyen damarlar nelerdir.? Bu soru, onun hakkında pek çok kişide olan yanlış bir yargıyı, hatta önyargıyı silmek için de gereklidir. Yanıtı yaşamında bulabiliriz. Biliyoruz ki Yaşar Kemal, çok küçük yaşta, şiire eğilim göstermiş ve yaşadığı çevrenin de etkisiyle ''âşık'' edebiyatına yönelmiştir. Gezgin âşıkları dinlemiş, onlardan şiirler ama daha çok da ağıtlar derlemiştir. Yani bir damarı doğrudan doğruya halk kültürünün, halk edebiyatının içinden taşımaktadır yazarlık malzemesini ama burada bitmemektedir Yaşar Kemal'i besleyen damarların sayısı. Gene yaşamına göz attığımızda, onun bir dönem, Dino kardeşlerin de yardımıyla, teşvikiyle, Adana'da, Halkevi Ramazanoğlu Kütüphanesi'nde çalıştığını görüyoruz. Burada, kütüphanedeki bütün klasikler dizisini hatta nerdeyse kütüphanenin bütün kitaplarını okumuştur. Yani sanıldığı gibi sadece bir halk kültürü birikimi yoktur. Ciddi bir klasik dünya edebiyatı birikimi de vardır. Bir kitap kurdudur Yaşar Kemal, bir hayat kurdu olduğu kadar. Bugün bile müthiş bir okurdur. Bütün büyük yazarlar gibi bu birikimlerini içselleştirmiş ve bu bilgiyle kendinin olanı bulmuştur.
Sayfa hesabına vurulduğunda, Yaşar Kemal'in öyküleri, romanları yanında oylumca küçük bir yer tutar. Ama ilk gençlik yıllarındaki sevgilisi şiirden sonra el attığı alan öyküdür. İlk öyküsüyse bugün okunduğunda bile hiçbir acemilik izi taşımayan ''Pis Hikaye''dir.. 1946'da yazmıştır bu öyküyü.. İlk öykü kitabı Sarı Sıcak 195'de basılmıştır. Bugün, toplu öykülerinin yer aldığı kitabın adı da Sarı Sıcak'tır. Bu kitabından yaptığımız bu küçük seçki Yaşar Kemal'le ilk karşılaşacaklar için, büyük bir dünyanın kapısını aralamaktadır.
*
Güven Turan
***

Mustafa'nın zayıf, bir deri bir kemik yüzü yalımdan daha kırmızı. Kırmızı yüz, boncuk boncuk terlemiş. Terler parlıyor. İçerde yalımlar nasıl da boğuşuyor.! Sağ yandan gelen kocaman kocaman yalım dalgası, orta yerde arkadan gelen bir sürü ince yalımla sarmaş dolaş oluyor. Sonra bu sarmaş dolaş olmuş bir top yalım, ocağın ağzından dışarıya fışkırıyor. Dışarıda kopup, karanlıkta bir parlayıp sönüyor.
Mustafa kulak kesildi: Her çalıyı atışta büyük bir çıtırtı, bir uğultu, bir inleme, ağlayan bebelerin sesi gibi bir vızıldama geliyor içerden.
İçinden: ''Vay,'' dedi. ''Çalılar da ağlıyor.'' (Sayfa: 46)
***
''İnsan,'' derim, ''düşmanından bir şey isteyemez ki, dost tutar dostun elinden. Düşman tutmaz ki..'' (Sayfa: 97)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...