30 Mayıs 2020 Cumartesi

Anita Daniel - Hayata Hürmet (Albert Schweitzer) - Çeviri: Mefharet Ersin

Bir misyonerin hayatı  ;)
Anita Daniel - Hayata Hürmet (Albert Schweitzer) - Çeviri: Mefharet Ersin
Yeryüzünde hiç kimse mevcudiyetinin başkaları üzerinde ne gibi tesirler bırakacağını, başkalarına ne gibi hizmetlerde bulunabileceğini evvelden kestiremez. Bu bize açıklanmamıştır ve açıklanmaması gerekmektedir. Ancak çok kereler, cesaretimizi kaybetmemekliğimiz için, mukadderatımızı tayin edecek ufacık ipuçlarını görmekliğimize imkân verilmiştir. (Sayfa: 5)
*
''Vücudunuzla beraber ülkülerinizi de besleyip büyütünüz. Onları benliğinizin bir parçası haline getiriniz ki, hayatın darbeleri bunları hiçbir zaman elinizden alamasın. Eğer hepimiz on dört yaşımızda iken ileride olmak istediğimiz insanlar olabilseydik, bu dünya ne kadar başka bir yer olurdu.'' (Sayfa: 9)
*
''Lâkin bu güzel memleket tekrar tekrar harplerle haince hırpalanmıştır. Asırlardan beri hem Fransa hem de Almanya Alsas'a sahip çıkmak için bıkmadan mücadele ettiler. Her savaştan sonra Alsas, kazanan tarafın oldu. Halk bazen Alman gibi düşünmeğe, hareket etmeğe, Almanca konuşmağa, bazen de Fransızları benimseyip Fransızca konuşmağa zorlandı. Mekteplerde, kâh Fransızca, kâh Almanca resmi dil oluyordu.'' (Sayfa: 10)
*
''Bir keresinde ona ''Beyzade'' diyerek, papazın oğlu olduğu için yüksek sınıfa mansub olduğunu ima eden, kendinden büyük bir çocukla kavgaya tutuştu. Yaşından beklenmiyen bir kuvvet ve maharetle büyük oğlanı altına aldı. Çocuk kinle Albert'e baktı ve, 'Ben de senin gibi haftada iki defa et yesem kuvvetli olurdum, anlıyor musun.?' diye bağırdı.
Bu sözler Albert'e çok tesir etti, çünkü Papazın oğlu olduğunu ispat ediyordu. O arkadaşlarından daha iyi bir hayat sürüyordu. Bunu biliyor ve kırılıyordu. Başkalarını kıskandıran, haset etmelerine sebebiyet veren bir insan olmak istemiyordu.'' (Sayfa: 12)

*
''Kendisi sıhhatli ve mes'uttu, ama başkalarının da öyle olmasını istiyordu. Hayatının istikametini çizecek olan inancı işte bu sırada doğdu: Mes'ut olanlar, Tanrının nimetlerinden mahrum insanlara ve hayvanlara yardım etmelidirler. Ancak böylelikle saadetlerinin kefaretini ödeyebilirler.'' (Sayfa: 15)
*
''Hayatımızı ve karakterimizi tayin etmeğe yarayan fikirler, bir tohum gibi, benliğimize, akıl sır ermeyen bir şekilde atılmıştır. Çocukluğumuzu geride bırakırken bu tohumlar filiz verir. Gençliğin iyiye ve doğruya karşı olan derin heyecanı ile bunlar çiçek açar meyve vermeğe başlar.'' (Sayfa: 22)
*
''Albert hüzünle anladı ki, en dindar geçinen insanlar bile, yalnız lâfla yetiniyor, başkalarına yardım etmeği akıllarına dahi getirmiyorlardı. (..) Şimdi yeni bir karar daha verdi ki, bu herkesi büsbütün deli etti: Afrika'ya gitmeden evvel tıp tahsili yapıp doktor olacaktı.'' (Sayfa: 26)
*
''Karakterini, yine ardı arkası kesilmeyen bir gayretle geliştirip güzelleştirmeğe çalışan bir insanın, ülkülerini kaybetmesine imkân yoktur, çünkü, böyle bir insan, iyilik ve doğruluk idealinin kudretini bizzat kendi nefsinde tecrübe etmiş olmaktadır.'' (Sayfa: 41)
*
*(''Çocukluk ve Gençlik Hatıraları'' adlı eserinden) 
*
''İyilik etmeye azmetmiş bir insan, yolunun üzerindeki taşların etrafındakiler tarafından temizlenip yok edileceği zannına kapılmamalı, bilâkis etrafındakilerin, bazen yolunun üzerine yıkacakları taşlardan bile yılmadan, sükûnetle işine devam etmeyi öğrenmelidir.''
*
(''Hayatım ve Düşüncelerim'' adlı eserden)
Dr. Albert Schweitzer (Sayfa: 55)

***
''Schweitzer için milliyet, din, ırk farkı diye bir şey yoktu, sadece insanlarını, ormanlarını, kilisesini çok severdi ama bunlara Alsaslı, Fransız veya Alman olarak değil, insan olarak bağlıydı. Harbin, tanıdığı bütün insanlara getireceği felâketi düşündükçe yüreği kan ağlıyordu. Din, ırk ve milliyet farkı gözetmeksizin yalnız iyilik ve yardım etmek isteyen bu adama yabancı bir düşman muamelesi yapmak cidden çok acıydı. İki memleketi ayıran sınırın ters tarafında doğmuş olduğu için şimdi kendi küçük evine hapsedilmişti. (..) Evin önüne silahlı nöbetçi dikildiği gün, Albert Schweitzer yazı masasının başına geçti.
'Bugün, medeniyetin çöktüğünü belirten birçok işaretlerle karşı karşıyayız.' Medeniyetin Felsefesi isimli kitabının ilk cümlesi böyle başlıyordu.'' (Sayfa: 57)

***
''O, bir canı kurtarmaya çalışırken, her gün binlerce insan ölüyordu. Değer miydi ki.?
Evet, değerdi, çünkü can çıkmadıkça ümitsizliğe düşmek bir doktora yakışmazdı. Şimdi bütün insanlık hastaydı. Filozof da doktor demekti. İnsanlığın hastalığına teşhis koyması lâzımdı.''

(Sayfa: 59)
***
''Eğer ben düşünen bir varlık isem, kendimden başkalarının hayatlarına da kendi hayatıma gösterdiğim saygıya eşit bir saygı göstermeliyim, çünkü onların da benliklerini, tıpkı benim gibi, doldurmak ve geliştirmek için çırpındıklarını takdir etmem lâzım gelir.''
*
(''Hayata Saygı'' adlı eserden)
Dr. Albert Schweitzer (Sayfa: 60)

***
''İnekleri için binlerce sap otu kesen köylü, eve dönerken yol kenarında büyüyen bir çiçeği koparıp yolmamalı. Zira ilkinde inekleri için otu kesmeğe mecburdur, fakat çiçeği koparmak lüzumsuz yere bir hayatı yok etmektir.'' (Sayfa: 62)
***
''İdeallerin kudreti inkâr kabul etmez bir hakikattir. Bir damla suda bulunan kudreti gözle göremeyiz, fakat bu bir damla su, bir kayanın kovuğuna girer ve burada donarsa, kayayı çatlatır. Yine böyle bir damla su buhar olursa, en kuvvetli motorların pistonunu işletir. Bütün mesele, onların içinde gizli olan kuvvet ve kudreti harekete getirecek olayı yaratabilmektedir.''
*
(''Çocukluk ve Gençlik Hatıraları'' adlı eserden)
Dr. Albert Schweitzer (Sayfa: 70)

***
''İnsan, ancak elinin erişebileceği, yaşayan her şeye yardım yolunda içinden gelen zorlamaya itaat ederse ve yaşayan her şeye zarar vermekten çekinirse, gerçekten ahlâk sahibidir.''
*
(''Medeniyet ve Ahlâk'' adlı eserden)
Dr. Albert Schweitzer (Sayfa: 78)

***
''Dünya barışa nasıl kavuşur.? Ancak, insanlar ve milletler tekrar birbirinin itimadına lâyık oldukları zaman.'' (Sayfa: 82)
***
''İnsanlığın istikbali ve mukadderatı, her insanın kendi durumu içinde, kendi kudreti nisbetinde çalışıp ilerlemesine bağlıdır.''
*
(''Hayatım ve Düşüncelerim'' adlı eserden)
Dr. Albert Schweitzer (Sayfa: 101)

***
''Hayatta yapacakları işi tayin etmiş olanlar, yapacakları işin ne olduğunu bilmedikleri için durup bekleyenlerden daha mutludurlar. Hele kendilerini sonuna kadar ödevlerine hakkıyla ve tamamıyla verebilen insanlardan daha mesut hiç kimse yoktur.''
*
(''Hayatım ve Düşüncelerim'' adlı eserden)
Dr. Albert Schweitzer (Sayfa: 110)


29 Mayıs 2020 Cuma

Carlos María Domínguez - Kâğıt Ev

Carlos María Domínguez - Kâğıt Ev

''Kimse bir kitap kaybetmek istemez. Bir daha okumayacak olsak da başlığında eski, belki de kaybolmuş bir duyguyu taşıyan bir kitabı kaybetmektense bir yüzük, saat veya şemsiye kaybetmeyi yeğleriz.'' (Sayfa: 20)
***
''Bir ara iki daireyi birbirine bağlayan bir merdiven inşa etmeyi düşündüm ama kitapları gündelik hayatla kirletmemem gerektiğini zamanında fark ettim. İster istemez kirleniyorlar.'' (..)
''.. İnşa edilen bir kütüphane, yaratılan bir hayat demektir; yığılmış kitaplar toplamı değildir asla.'' (Sayfa: 38)
***
''Siz kitapları raflara diziyorsunuz ve hepsi bir toplam ediyor, ama bu sadece bir yanılsama. Çeşitli konuları takip ediyoruz ve insan bir süre sonra kendisine çeşitli dünyalar tayin etmiş oluyor; ya da şöyle diyelim, kendisine, elindeki izlerden yola çıkarak, bir seyahat rotası çiziyor. Bu, basit bir iş değil. Sahip olmadığımız bir kitaba yapılan göndermeler karşısında duyduğumuz ilgi sonucu kaynakçalarla tamamlanan bir süreç..'' (Sayfa: 39)
***
''.. bir okur zaten var olan bir yolda ilerleyen bir yolcudur. Ve bu yol sonsuzdur. Ağaç kaleme alınmıştır çoktan; taşı ve dalı kıpırdatan rüzgâr, bu dala duyulan özlem ve gölgelerini yasladıkları sevda.. Normalde yabancısı olacağım bir zaman dilimi olan günde birkaç saati bu yolda geçirmekten daha büyük bir mutluluk bilmiyorum. Bir ömür yetmez bu yolda yürümeye. Borges'in bir cümlesinin yarısını çalayım: Kütüphane zamana açılan bir kapıdır.''
(Sayfa: 44)
***
''İnsanlar kitapların kaderlerini de değiştirir.'' (Sayfa: 69)
***
''Kitapların, hayata dair birer fikir olmak yerine düzenli bir rafın parçası haline gelerek toz fırçasının gıdıklayışından, tozları yutan süpürgeden, uyumaktan ve sayfalarını belirleyen doğal şiddet ya da gücü hiçbir zaman ortaya sermeyen bir gururla ara sıra başvurulmaktan başka bir şey bilmeyişlerini gülünç bir şekilde kınadık beraber.'' (Sayfa: 79)
***
Kitaplara, okumaya ve aşka dair bir kitap.. Kalın ciltlerin arasında saklanacak bir mücevher..

Yaşar Kemal - Yolda

#YaşarKemal #Yolda #HazırlayanGüvenTuran
Büyük Ustadan Küçük Anlatılar
***
Yaşar Kemal, sadece dönemimizin değil, roman türünün büyük ustalarından biridir. Onun tarihle mitosu, düşle gerçekliği, aleladeyle olağandışıyı birleştiren büyük hacimli, epik ruhlu romanları aynı zamanda birer dil şölenidir de. Bu dil, romanların geçtiği yörenin özel kelimeleriyle Anadolu Türkçesinin zengin dil hazinesinin harmanlanmasından oluşmuştur. Üslup canbazlığı yapmayan bir üslupçudur Yaşar Kemal. Yer yer gerçekten şiire dönüşen şiirsel dili, sözünü ettiğim epik ruhun bir yansımasıdır.
Roman alanındaki bu olağanüstü konumu onun diğer yazın ustalıklarını gözden kaçırtmaktadır. Bence bunların başında, daha İnce Memed'i yayımlamadan adının duyulmasına neden olan ''muharir''liği gelir. Önce bir röportaj ustası olarak duyurmuştur adını 1950'lerin ilk yıllarında. Röportaj, ondokuzuncu yüzyıldan başlayarak, yazın alanında son derece etkin olmuştur. Özellikle yirminci yüzyılda, pek çok büyük yazar, özellikle romancı, hele hele romanlarıyla hayatı kavrayan romancılar, ilk yazma denemelerinde büyük gazetelerin muharrirliğinden geçmiştir. Ernest Hemingway, Dos Pasos, William Faulkner, John Steinbeck bunların önde gelenleridir. Şunu hemen belirtelim, son yıllarda röportajla söyleşi eş anlamlı gibi kullanılmaktadır.. İkisi arasında en önemli fark, söyleşinin iki kişi arasında soru cevap şeklinde yapılmasına karşın röportajın bir haber öğesi etrafında işlenmesi ve araştırma ile gözlemle de güçlendirilmesidir. Röportajın bir başka özelliğiyse az ve öz anlatımıdır.
Yaşar Kemal'in yazarlığını iyi tanıyabilmek için şu soruyu da sormak gerekir: Onu besleyen damarlar nelerdir.? Bu soru, onun hakkında pek çok kişide olan yanlış bir yargıyı, hatta önyargıyı silmek için de gereklidir. Yanıtı yaşamında bulabiliriz. Biliyoruz ki Yaşar Kemal, çok küçük yaşta, şiire eğilim göstermiş ve yaşadığı çevrenin de etkisiyle ''âşık'' edebiyatına yönelmiştir. Gezgin âşıkları dinlemiş, onlardan şiirler ama daha çok da ağıtlar derlemiştir. Yani bir damarı doğrudan doğruya halk kültürünün, halk edebiyatının içinden taşımaktadır yazarlık malzemesini ama burada bitmemektedir Yaşar Kemal'i besleyen damarların sayısı. Gene yaşamına göz attığımızda, onun bir dönem, Dino kardeşlerin de yardımıyla, teşvikiyle, Adana'da, Halkevi Ramazanoğlu Kütüphanesi'nde çalıştığını görüyoruz. Burada, kütüphanedeki bütün klasikler dizisini hatta nerdeyse kütüphanenin bütün kitaplarını okumuştur. Yani sanıldığı gibi sadece bir halk kültürü birikimi yoktur. Ciddi bir klasik dünya edebiyatı birikimi de vardır. Bir kitap kurdudur Yaşar Kemal, bir hayat kurdu olduğu kadar. Bugün bile müthiş bir okurdur. Bütün büyük yazarlar gibi bu birikimlerini içselleştirmiş ve bu bilgiyle kendinin olanı bulmuştur.
Sayfa hesabına vurulduğunda, Yaşar Kemal'in öyküleri, romanları yanında oylumca küçük bir yer tutar. Ama ilk gençlik yıllarındaki sevgilisi şiirden sonra el attığı alan öyküdür. İlk öyküsüyse bugün okunduğunda bile hiçbir acemilik izi taşımayan ''Pis Hikaye''dir.. 1946'da yazmıştır bu öyküyü.. İlk öykü kitabı Sarı Sıcak 195'de basılmıştır. Bugün, toplu öykülerinin yer aldığı kitabın adı da Sarı Sıcak'tır. Bu kitabından yaptığımız bu küçük seçki Yaşar Kemal'le ilk karşılaşacaklar için, büyük bir dünyanın kapısını aralamaktadır.
*
Güven Turan
***

Mustafa'nın zayıf, bir deri bir kemik yüzü yalımdan daha kırmızı. Kırmızı yüz, boncuk boncuk terlemiş. Terler parlıyor. İçerde yalımlar nasıl da boğuşuyor.! Sağ yandan gelen kocaman kocaman yalım dalgası, orta yerde arkadan gelen bir sürü ince yalımla sarmaş dolaş oluyor. Sonra bu sarmaş dolaş olmuş bir top yalım, ocağın ağzından dışarıya fışkırıyor. Dışarıda kopup, karanlıkta bir parlayıp sönüyor.
Mustafa kulak kesildi: Her çalıyı atışta büyük bir çıtırtı, bir uğultu, bir inleme, ağlayan bebelerin sesi gibi bir vızıldama geliyor içerden.
İçinden: ''Vay,'' dedi. ''Çalılar da ağlıyor.'' (Sayfa: 46)
***
''İnsan,'' derim, ''düşmanından bir şey isteyemez ki, dost tutar dostun elinden. Düşman tutmaz ki..'' (Sayfa: 97)

25 Mayıs 2020 Pazartesi

Aslı Erdoğan - Mucizevi Mandarin

#AslıErdoğan #MucizeviMandarin

Küçük bir çocukken -kulağıma komik geliyor doğrusu ama ben de bir zamanlar küçük bir çocuktum- dünyanın kahverengi gözlülere değişik görünüp görünmediğini merak ederdim. Benim gözlerim mavi-gri, aslında maviden çok gri. Çok satan aşk ve casus romanlarının erkek kahramanları, hep sert ve keskin bakışlı, ''karakter sahibi'' ve her nedense gri gözlüdür. Polisiye romanlarda da katillerin çoğunun gri gözlü olduğu istatistiksel olarak saptanabilirdi herhalde; gri, şüphenin, esrarın, tıkır tıkır işleyen ölümcül bir beynin rengi olarak sunulur. Artık yeterince büyüdüm, en azından dünyayı başkalarından farklı görüyorsam, bunun nedeninin gözlerimin rengi olmadığını bilecek kadar. Ben büyüdükçe gözlerim de maviden griye dönüştü. Mavi renkli çocuk, duman renkli bir kadın şimdi; gizemli roman kahramanları kadar olmasa bile kuşku dolu üstelik. (Sayfa: 15)

#AslıErdoğan #MucizeviMandarin

''Kral Oidipus'un bir gözü fazlaydı.'' Akıl hastanesinde yatarken böyle demiş Hölderlin. Son aylarda kafama takılan soru şu: Oidipus'un bir gözü oyulmadan önce mi, yoksa sonra mı fazlaydı.? Hölderlin'in bu olağanüstü gizemli cümlesini yorumlayamam elbette ama yitik gözümün, sol gözümün bulmacayı çözdüğünü, akıldan, bellekten ve söylencelerden yardım almaksızın, kendi başına sırrı keşfettiğini sezebiliyorum.
''Aşkın bir gözü fazladır,'' der Mahabarata, ''Aşkın bir gözü fazladır.'' (Sayfa: 16)

#AslıErdoğan #MucizeviMandarin

''Zaten dünyanın neresinde olursa olsun, gece yarısından sonra sokaklarda bir başına dolaşan kesinlikle yabancıdır. Kendisine hiç de kucak açmamış bu yeni diyarı, karanlığı da ardına alıp yabani yabani seyretmekte, onu buralara dek kaçırtmış geçmişin ağır yüküyle iki büklüm, ha bire dolanmaktadır. Bir zamanlar katlanamadığı ülkesi, şimdi yitik, düşsel bir cennete dönüşmüştür, ama artık o, düşlerine de inanamaz. Acılarla dolu bir geçmiş ve korkutucu gelecek arasında donup kalmış, içinde bulunduğu âna da bir türlü ulaşamamaktadır. Kaçtığını sanırken asıl şimdi kapana kısılmıştır. Göçmenliğe dair söyleyebileceğim tek iyimser söz şu: İnsana hayatı bu denli iyi belleten bir başka deneyim bilmiyorum.'' (..)  ''Yazarken ayrı bir varlığa, bir göze dönüşürüm ve yalnızca bir bakış olduğum sürece daha farklı bir gerçeklik kazanırım.''(Sayfa: 21)

#AslıErdoğan #MucizeviMandarin

''Bak güzelim, ne olursun aldırma ona. Bir erkek, karşına kurulmuş, sanki sen onun kaburga kemiği bile etmezmişsin gibi bir tavırla, senin hakkında, geçmişin, geleceğin, ne olduğun, ne olamayacağın hakkında ahkâm kesmeye kalkışınca onu sakın dinleme. Sana kalçalarının fazla yağlı, göğüslerinin sarkık, gözlerinin daima uykulu olduğunu, kafanın pek hızlı işlemediğini söylüyorsa, edebiyat zevkini bayağı bulup, lisansüstü çalışmana ya da acemiliklerle dolu ilk şiirlerine, bestelerine bıyık altından gülüyorsa anında bırak onu. Hele hele, bir de tutmuş senin asla mutlu olamayacağını ileri sürüyorsa, haddini bilmez bir alçaktır, burnunun üzerine bir yumruk hak etmiştir.'' (Sayfa: 35-36)
***
Tek gözlü bir kadının kuğulardan, güzellikten hatta mutluluktan söz etmesinden daha iç burkucu ne olabilir ki.?
Aşktan söz etmesi. (Sayfa: 36)

#AslıErdoğan #MucizeviMandarin

Bir Aşk Öyküsü
***
''Yaşamın yüreğinde bir boşluktum, bir yorumdan, bir soru işaretinden, bir bakıştan, yani bir hiçten başka bir şey değildim.'' (Sayfa: 48)

#AslıErdoğan #MucizeviMandarin

Sergio ve Michelle
***
''Irmakları bile tersine çevirebilen tek güç bellek.'' (Sayfa: 50)
***
''Gerçek hayat kurmaca öykülere benzemez, biraz buruk, biraz hüzünlü değildir; delilik gibi, düşler gibi saçmalıkla, tuzaklarla, karmaşayla doludur.'' (Sayfa: 52)
***
Sergio ile Konuşmalar
******
''Sen umutsuzluğun ne olduğunu biliyor musun.? Hiçbir kaçış olanağının kalmadığı, ölüm dahil bütün çıkışların kapalı olduğunu anladığın noktaya hiç vardın mı.?'' 
(Sayfa: 62)

#AslıErdoğan #MucizeviMandarin

Sergio ile Konuşmalar
******
''Seni nasıl böylesine hırpaladılar.? Aşk sözcüğünü duyar duymaz karmakarışık korkulara kapılıp gitmene; iki insanın birbirine en yakın olması gereken zamanlarda, uçuruma yuvarlanır gibi kendi içine dönmene; bakman, istemen ve sorman gerektiğinde başını öne eğmene; bedenin çırılçıplakken kafanı yastıkların altına gömmene kim neden oldu.? Senden neyi esirgediler.?'' (Sayfa: 63)
***
''Neden hiç anadilini konuşmuyorsun.? Bana Türkçe bir-iki cümle söylesene.''
''Ne diyebilirim ki durup dururken.? 'Merhaba, nasılsın, iyi misin.' gibi şeyler mi öğrenmek istiyorsun.?''
''Bana bir şiir oku. Herhangi bir şiir olabilir, tek istediğim seni kendi dilinde dinlemek.''
''O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey,
incecik melankolisiymiş yalnızlığının.
İntihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam,
kara tüllere sarılmış mor bir karadağ tabancasıyla
caddelerinden ölümler aşkı Pera'nın.''
''Sadece melankoliyi anlayabildim. Benim için İngilizce'ye çevirebilir misin.?''
''Hayır, çeviremem. Çevirsem de anlayamazsın.'' (Sayfa: 64)

#AslıErdoğan #MucizeviMandarin

Sergio ile Konuşmalar
***
''Oysa insanın bir başkasını küllerinden bile olsa yeniden yaratmak istemesi, sonsuz bir yetki üstlenmeyi, bir tanrı olmayı arzulamasıdır. Bu da onun acı çekmesini ya da ölmesini istemekten daha masum değildir.'' (Sayfa: 65)
***
Sonuçta, birisini var olmayan bir dünyaya inandırmak, hiç gelmeyecek bir mutluluğa hazırlamak, zavallı bir sokak köpeğini, ömür boyu tekmeler, taşlar görecekken şefkate alıştırmak suçtur.'' 
(Sayfa: 66)
***
Bir Ayrılık Öyküsü
*****
''Her ayrılıkta ölüm tadı buluyorum'' (Sayfa: 78)
***
Köprü
******
''Artık hiçbir şey canımı acıtmıyor, hiçbir şey beni korkutmuyor. Çünkü korku etin içindedir, arzu gibi. Arınmışım, kutsanmışım.'' (Sayfa: 82)

#AslıErdoğan #MucizeviMandarin

*
''Zaten günümüzde herkes insanın üzüntüsünü göstermek 'amacıyla' ağladığına inanıyor. Bir insanın mutsuzluğunu kavramaktan öyle acizler ki, öylesine ufalıyorlar ki acının karşısında, gülünçler. İnsanlık için hiçbir umuda yer bırakmıyorlar.'' (Sayfa: 98)

#AslıErdoğan #MucizeviMandarin

*
''..inanın sessizliğin de sırları var, hatta hâlâ geriye kalmış bütün sırlar onda. Sessizliğin şiddeti en keskin olanıdır; gökyüzünü anlayabilmek için, susmak ve dinlemek gerekiyor.'' (Sayfa: 98)
***
*
''Tek bir veda bütün bir ömür sürüyor.'' (Sayfa: 103)
***
*
''Acıyı kaslarında, karnında duyumsamak, dünyayı rahminde taşımak. Kırılan tırnaklarla çizmek. Kendi ellerinle konuşmak. Ölmek. Olmak. Bir ağacın köklerinden başlayıp doğan güneşe doğru bir yolculuk yapmak ve varoluşunun gerçek öyküsünü bir ağaçtan dinlemek.''
(Sayfa: 110)
***
*
Gökyüzünde yürüyorum
Yanımda bir kuş
KIZILDERİLİ ŞİİRİ (Sayfa: 117)
***
*
''İstanbul, yorgun ve alımlı bir kadın,'' diye düşündüm, ''onca hor kullanılmış olmasına karşın güzel kalmayı başarmış, kalbi yaralı bir yosma. Değerini hiç bilmeyen erkeklerle yatmış; güzelliğini, her defasında azar azar yitirerek sunmuş onlara ve hep bağışlamış. Kolayca ele geçirilen ama hiç ulaşılamayan mağrur, benzersiz bir kadın.'' (Sayfa: 134)
***
*
''Bir insanı gerçekten sevmek, onun tuhaflıklarını, hiç kimsenin, kendisinin bile benimseyemediği, hatta fark etmediği huylarını sevmektir. İnsanların en esaslı yönleri uyumsuzluklarında saklıdır çünkü.'' (Sayfa: 138)
***
*
''Yarısı Tanrı'ya, yarısı insana ait bir semt burası, her adım başında bir cami, yaşamsız insanlara sonsuzluk vaat ediyor.'' (Sayfa: 150)
***
*
''Lire'' dergisi tarafından ''Geleceğin 50 Yazarı'' arasında gösterilen Aslı Erdoğan'ın ilk öykü kitabı Mucizevi Mandarin, merhametini yitirmiş hoyrat bir dünyayı, ödünsüz bir melankoliyle yüklü şiirsel, yoğun ve zarif bir dille anlatıyor.
*
''Dimdik dururuz ayakta, yan yana, güçlü, birbirimize bakmadan, dokunmadan. Beraberce aynı uyumlu dansı tekrarlarız sürekli. Toprağın uzantısıyızdır gökyüzüne, güneşin uzak çocukları, gün ışığının sahipleri. Gün gelip de teker teker yıkılacağımızı, dansın ise hep süreceğini biliriz.''

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...