12 Ekim 2020 Pazartesi

Franz Kafka - Akbaba, Hazırlayan: Jorge Luis Borges, Çeviri: Esen Tezel

 

Arka Kapak:

*
“Kafka’nın en tartışılamaz erdemi, dayanılmaz durumlar yaratmasıdır. Ebediyen yaşayan yapıtlar yaratmak için birkaç satır yazmak onun için yeterlidir. Örneğin, ‘Hayvan, sahibinin elinden kırbacı çekip alır ve kendisi sahibe dönüşmek için kendini cezalandırır ve bunun kırbaçta oluşan yeni bir düğümün yarattığı bir yanılsamadan başka bir şey olmadığını anlayamaz.’ Ya da, ‘Tapınağı leoparlar istila eder ve kadehlerden şarap içerler; bu birçok kez tekrarlanır, sonunda ne olacağı önceden bilinir ve tapınaktaki ayinin bir parçası haline gelir.’ Kafka’da esas olan öykünün gelişimi ya da psikolojik etki değil konunun kendisi ve ortamdır. Bu nedenle öyküleri romanlarından önceliklidir; bu nedenle de bu öykü seçkisinin eşsiz yazarın değerini tam olarak ortaya koyduğunu iddia etme hakkı doğar.”

Jorge Luis Borges
*****
ÖNSÖZ
*
''..hüzünler ve ertelemeler, kuşkusuz, sonunda Kafka'yı yormuştur. Mutlu sayfalardan oluşan yapıtlar yazmak isterdi ancak dürüstlüğü bunları üretmesine izin vermedi.'' (Sayfa: 6)
*****
Kafka'nın, babası karşısında kendisini, İsrail'in Tanrı'sı karşısında hissettiği gibi, gizemli bir biçimde suçlu hissetmekten asla vazgeçmediğini herkes bilir. Kafka'yı insanlardan uzaklaştıran Yahudiliği onu karmaşık biçimde etkilemiş olmalı. Yaklaşan ölümün bilinci ve tüberkülozun hummalı yükselişi tüm yeteneklerini keskinleştirmiş olabilir. Bu gözlemler bir yana; aslında Whistler'in dediği gibi ''sanat vaki olur'' (..) ''İki düşünce, daha doğrusu, iki saplantı, Franz Kafka'nın yapıtlarına yön verir: Birincisi itaat, ikincisi ise sonsuzluktur. Hemen hemen tüm roman ve hikâyelerinde hiyerarşiler vardır ve bu hiyerarşiler sonsuzdur.'' 
(Sayfa: 7)
*****
''Kafka'nın en tartışılmaz erdemi, dayanılmaz durumlar yaratmasıdır. Ebediyen yaşayan yapıtlar yaratmak için birkaç satır yazmak onun için yeterlidir.'' (Sayfa: 8)
*
Jorge Luis Borges 


*
''Tek istediğim, açlığıma hayran olmanızdı,'' dedi açlık sanatçısı. ''Hayranız zaten,'' diye karşılık verdi müdür. ''Ama hayran olmamalısınız,'' dedi açlık sanatçısı. ''Eh, o zaman hayran değiliz,'' dedi müdür, ''peki neden hayran olmamalıyız.?'' ''Çünkü aç kalmak zorundayım, başka türlüsü elimden gelmez,'' dedi açlık sanatçısı. ''Bak sen,'' dedi müdür, ''neden elinden gelmezmiş bakalım.?'' ''Çünkü,'' dedi açlık sanatçısı küçük kafasını kaldırıp söylediği her şey duyulsun diye öpücük yollar gibi uzattığı dudaklarını müdürün kulağına dayayarak, ''çünkü tadını beğendiğim bir yemek bulamadım. Bulsaydım inan gösteri yapmaz, senin gibi, herkes gibi tıka basa yerdim.'' Bu onun son sözleriydi ama kırgın bakışlarında hâlâ aç kalmayı sürdürebileceğine yönelik, artık gururlu olmasa da sağlam inanç vardı. (Sayfa: 29)
*****
*
''Sizin maymunluğunuz, beyler - tabii arkanızda buna benzer bir şey bıraktıysanız-, benim olduğumdan daha uzak olamaz sizlere. Yine de yeryüzündeki herkesin topuğu kaşınır; küçük şempanzenin de, büyük Aşil'in de.'' (Sayfa: 62)
*
''..yaşamak istiyorsam bir çıkış bulmak zorunda olduğumu ama bu çıkışı kaçarak bulamayacağımı en azından sezmişim.'' (Sayfa: 68)
*****
*
''Küçükken, daha bacaklarımızın üzerinde duramazken, öğretmenimizin bahçesinde çakıl taşlarından bir tür duvar yapmak zorunda olduğumuzu çok iyi hatırlıyorum; öğretmen cüppesini tutarak duvara doğru koşmuş, tabii bütün taşları dağıtmış ve bizi yaptığımız duvarın zayıflığı nedeniyle öyle bir azarlamıştı ki, ağlaya ağlaya çil yavrusu gibi dağılıp anne babalarımızın yanına koşmuştuk. Küçücük bir olay ama çağın ruhunu özetliyor.'' (Sayfa: 78)
*
''Babil Kulesi inşaatındaki emeğin gerisinde kalmayan, diğer yandan Tanrı'nın beğenisi açısından, en azından insan hesabına göre, o kulenin tam aksini temsil eden bir çalışma yapıldı.'' (Sayfa: 81)
*
''İnsan denen varlık özünde uçarıdır, doğası havada uçan toza benzer, elinin kolunun bağlanmasına katlanamaz; kendi kendini bağlasa da çok geçmeden deli gibi kelepçeleri çekiştirmeye başlayıp duvarı, zincirleri ve kendini paramparça ederek gökyüzünde dört bir yana dağılır.'' (Sayfa: 82)

11 Ekim 2020 Pazar

Metin Altıok'tan Zeynep'e Mektuplar

Arka Kapak:
*
Edebiyatımızın ''acıya kiracı'' şairi Metin Altıok'un, kızı Zeynep'ten çok uzaktayken ona yazdığı mektuplar sadece sevginin ve dindiremediği bir özlemin değil; onun şiirinin de aracısı. Altıok'un mektupları kâh Bingöl'den gönderiliyor, kâh İzmir'den, ''sevgili meleğine, biriciğine.''
Felsefe öğretmeni olarak atandığı Bingöl'den haberler verirken, iç dünyasının iniş çıkışlarını, sarsıntılarını, sitemlerini yine de en çok özlemini yazıyor Altıok. İçtenlikle yazıyor, ruhunu açıyor, onca uzaklıktan kızına ulaşmaya çalışıyor.
Bu mektuplarda bir babanın duyguları, özlemleri olduğu kadar öldürülen Cavit Orhan Tütengil'e ne oldu sorusu da, kendi yaptığı Kibele heykelciklerinin gözaltına alınışları veya Bingöl'ün yoksulluğu da var. Kısacası yalnız kalmış bir şairin dünyası.
Şair Metin Altıok'un yanında, baba Metin Altıok'u da tanımak isteyenler için bu mektuplar eşsiz birer ipucu..


*
''19 yıl oldu sonunda ayrılığımız. Her yıl aramızdaki özlem uçurumu açıldı. Hatırladıklarım sararmaya başladı. Anekdotlar, sözler, anılar taze kalsın aklımda diye unutmamak için dönüp dönüp baktığım mektuplar hiç eskimedi. Hiç azalmayan ve bulanıklaşmayan ise sevgi, özlem ve acı oldu. Şimdi yazsam ne yazacağım mektubuma.? 19 yıllık özlemimi mi, 19 yıllık insanlığın başına gelen felaketlerden mi haber vereceğim.? Babamın sevgiyle bağlı olduğu ülkesinde olanı biteni anlatmaya yüzüm olabilecek mi.? 10 yılını verdiği, ikinci üniversitem dediği Doğu'da yaşanan trajedinin onu ne kadar yaraladığını bilirken bugüne dair bir iyi haber koyamayacaksam mektubuma ne yazayım.? İnsana ve insanlığa gönülden bağlı ve bu kadar inanmış babamdan bugünün egemenleri tarafından yerleştirilmek istenen kin kültürünü nasıl saklayacağım.? Yok yazamıyorum yazmayı istediğim bu mektubu. ''Babacığım 52 yaşında bir hiç uğruna ölmedin, 34 dostunla birlikte sizin yok edilişinizden insanlık bir ders aldı. Birçok acıyı yendi, tamir etti. Adalet yerini buldu. 'Güzel günler göreceğiz' diyemeyeceksem ne yazacağım.? Hangi yüzle yazacağım babama ben.?''
*
Zeynep Altıok Akatlı:
Ne diyor Metin Altıok:
*
Hapishaneler insan dolu kum gibi.
Dışarıda bir buruk özgürlük zakkum gibi.
İçerde de dışarda da zor iş yaşamak;
Hem varım hem yokum gibi. (Sayfa: 8-9)
*****
Sevgili Tuncay Özkan'a (3 Mart 2012-İstanbul)


''her şeyin üstünde sulusepken bir kar;
bir aşkı delik deşik ediyordu/lar.
bense inatla susuyordum
ve kızımı seviyordum ekmek kadar
*
diyen şair Metin Altıok'un kızıyım.'' (Sayfa: 11)


''İnsanların çifte standartlarını, ''aydın''ların ikiye bölünmüşlüğünü, havada uçuşan ve içi boşalan yaftaların yaralayıcılığını, kini, nefreti sanki en özgürlükçü en liberalmiş gibi yapanların besleyişini, karşı nefreti, hoşgörüsüzlüğü sindiremiyorum artık. Oysa benim canım annem Füsun Akatlı bana en güzel örnekti. Sağduyu, muhakeme, akıl ve hoşgörüyü birleştiren dimdik bir anneydi. Artık o da yok. Ve bu hoyratlık beni yoruyor. İnsanların ''birilerinin arkadaşı'' olarak yürüttükleri protestoları ve aynı haksızlıklara uğrayan diğer isimlere tercih edilmiş uzaklıklarını kahredici buluyorum. Kimsenin fikrine katılmak, onaylamak zorunda değiliz ama mazlumun hakkı dururken ''ama'' ile başlayan cümleler kurmak suçladıkları zihniyetten farklı değil.''
(Sayfa: 13)
*****
*


''Sana bir şiir yazdım. Bu şiirden de anlayacağın gibi senden uzakta olmak benim için katlanılması çok güç bir durum. (..):
*
Yeni çekilmiş bir dişin
Yadırganan boşluğu
Dilimin ucunda ismin.
Somunu yitik bir vida
Düştü düşecek yüreğim
Biran önce gel buraya
Karpuz, kavun yiyelim.
*
Bilmem ki ne diyeyim
Tek sözcük yok örselenmemiş
Dostluğun böğründe sancı,
Sevgi toza belenmiş
Havı dökülmüş sevincin.
Bir an önce gel buraya
Karpuz, kavun yiyelim.
*
Batıp çıkıyorum durmadan
Ben bilirsin iyi yüzemem.
Çarşafım diş gösteriyor.
Dalgalı bir deniz kaç gündür
Sallanan bir döşeğim.
Bir an önce gel buraya
Karpuz, kavuz yiyelim.
*
Metin Altıok (Sayfa: 21)



''Sevgili Meleğim;
Seni ne kadar özledim bilemezsin. Hasretin canıma yetti. Bilmem gelecek günlere sensiz nasıl katlanacağım. Nazım Hikmet'in deyişiyle; hayatım elini içinden çektiğin bir eldiven gibi boşaldı.'' (Sayfa: 29)


*
''Arka sayfadaki şiiri senden haber almazdan önce yazmıştım. Ama yine de sana gönderiyorum. Çünkü bu şiir benim sana olan sevgimin ne denli büyük olduğunu kanıtlıyor. Ve sana yemin ederim ki yazdığım her satır doğru. Gerçekten seni düşlerimde görüyorum. Seni uzaktan ancak düşlerimde öpüyor, öpüyorum. Ve sabahleyin bildiğin odada sensiz uyanıyorum. İçimden ağlamak geliyor.'' (Sayfa: 29)
*
SİTEM
*
Her gece düşüme bir çocuk giriyor
Uykumun malalanmış yumuşak yüzeyinde
Koşup oynayarak çukurlar açıyor.
*
Üzüm gözlüm nasıl unuturum seni,
Ayak izlerin hep aklımda duruyor.
*
Her gece düşümde bir çocuk
Koşarak telaşla yanıma geliyor,
Burnu kanamış dudağından aşağıya akıyor.
*
Ay yüzlüm nasıl unuturum seni,
Burnunun kanı hala parmaklarımda duruyor.
*
Sen beni unuttun mu yoksa.?
Bir tek mektup yazmadın.
Babacık hasretle senden haber bekliyor.
*
Nasıl unutursun beni nar çiçeğim,
Öpücüğün yanağımda duruyor. (Sayfa: 32)




''Zaten benim yuvadan yana hayatta hiç şansım olmadı.''
*
Damdaki Kedi Baba (Sayfa: 43)


''Erken olmuş yemişim, dalımın yaralısı;
(..) Hatırlar mısın seninle bir vakitler ceplerimize sarı yapraklar doldurmuş, evde onları uhu ile birbirlerine yapıştırarak bakır tepsi için bir sonbahar örtüsü yapmıştık.'' (Sayfa: 63)


''Nar çiçeğim; burada yaşamımı ayakta tutan iki temel direk var. Önce sen, sonra şiir. Seni çok seviyorum bunu bil. Aramız derya-deniz de olsa, sıra dağlar da en ufak bir sıkıntıda aşar gelirim. Hep babanın var olduğunu bilerek yaşa.'' (Sayfa: 65)


''Sahi Cavit Orhan Tütengil'i kim vurdu.? İşte bunu kimse bilmiyor ve merak da etmiyor. Bak Tütengil gibilerinin kanı yerde kalmaya mahkûmdur.'' (Sayfa: 79)


''Ben burada bir acıya sürgünüm. Hasretin canıma yetti. Ama ne yaparsın eninde sonunda ekmek parası işte. Kimse kimseye boşa lokma vermiyor. Geçim derdi insanları oradan oraya savuruyor. Babayı çocuktan, karıyı kocadan ayırıyor.'' (Sayfa: 81)


''Önemli olan geç kalmak gecikmek değil yarışa devam edebilmektir. İnatçı takipçisi olmaktır hayatın.'' 
*
''Ben bu yıl orta iki'lerin resim derslerine giriyorum. Senin yaşında öğrencilerim var. Onlarla ilgilenirken hep seni düşünüyorum. Onlara senden söz ediyorum, resmini gösteriyorum. Onlar seni tanımadan seviyorlar. Ben de onları seviyorum senin adına. Bilsen nasıl zavallı, nasıl fakir çocuklar. Morarmış ellerle geliyorlar okula, üstlerinde bir önlükle ve resim yapmaya çalışıyorlar.'' (Sayfa: 85)



''Hayat bazı duygusuzların sandığı gibi düz değil. Hele bir şair için iki tarafı keskin bir kılıç. Kendinle ve içinde yaşadığın ortamla boğuşmak ve yenilmemek. Bu da insanı oldukça yıpratıyor.'' (Sayfa: 103)


''Bir yanda sürek avı, bir yanda çılgın fiesta. Dünya kupası ve savaş. Binlerce insanın öldüğü, çocukların sakat kaldığı bir dünya. Kekre bir yaşam. Payımıza düşen sadece acı.''
*
Bu mektup Metin Altıok'un Bingöl'de bir genç kız ve erkeğin cansız bedenlerinin jandarma tarafından çırılçıplak soyularak şehir meydanında teşhir edilmesinden etkilenerek girdiği ağır bunalımın ardından yazılmıştır. Altıok bu olayın ardından Kimliksiz Ölüler şiirini yazmıştır.
(Sayfa: 105)


''Zeynep'çiğim; seni bilmem ama ben hayata karamsar bakıyorum ve bu karamsarlığımın nedenleri gittikçe çoğalıyor. Çünkü her saati pislik ve kan, konserve kutusu, naylon poşet, şampuan; her saati gırtlağımızı zorlayan bir curuf yığını oldu şimdilerde yaşanan.
Çünkü spor toto, lotto, altılı ganyan; iğdiş bir umutla sahici kılınan bir yalan oldu hayatımız. Ve yeni orkitle daha güvenli kadınlarımız. Erkeklerimiz daha güçlü güne arkoyla başlayan. Çocuklarımız bunca cikletle daha mutlu.
Gözümün bebeği; işte ben burada ödün vermemenin, boyun eğmemenin, yani onurlu bir yaşamanın faturasını ödüyorum. K.D.V.'si içinde olaraktan.'' (Sayfa: 113)

7 Ekim 2020 Çarşamba

Osman Cemal Kaygılı - İstanbul'da Semai Kahvelri ve Meydan Şairleri



Arka Kapak:
Kültürümüzün ayrılmaz bir parçası olan kahvehanelerin ayrıksı bir bölümüyle; daha önce karşılaşmayanlar için sokağın ve hayatın neredeyse mükemmele ulaştığı ve her zaman söylendiği gibi sokağın sanatının aslında yüzyıllardır süregeldiği bir kesit beklerken; haberdar olan okuyucu içinse derinliklerine bir daha dalabilme olanağı sağlıyor bu metinler. Orada meydan şairlerinin ve semaların eşliğinde Zil İzzetlerden Arnavudun kahvesine, büyük ustalardan geçerli usullere, zor bir maninin gizeminin levhalara yazılıp kahveye asılmasından bilenlere verilen ödüllere, yıllardır biriken bir toplamdan ayrıntı tutkunlarının hoşuna gidecek lebdeğmez manilerin ayrıksılığına açılan bir kapı. Gerçekten dudakları birbirine değdirmeden söylenebilen bir mani yazabilecek kadar hassaslaşmış ve ustalaşmış bir dünya var olabilir mi, diye düşünenler için bir çıkış olanağı, bir soluklanma durağı.


On dokuzuncu asrın meşhur saz şairlerinden Dertli İbrahim, Tavukpazarı''ndaki Âşıklar Kahvesi'nin tavanına asılan şairane bilmeceyi hallederek, o zaman saz şairlerinin reisliğini aldıktan sonra, ortaya onun kadar kuvvetli bir saz şairi çıktığını pek bilmiyoruz. Zaten kendisiyle beraber o devirde âşık tarzının üstatları olan Bayburtlu Zihnî, Erzurumlu Emrah ve Seyrani gibi birkaç şairden başka, bunlar ayarında bir saz şairini edebiyat kitapları da kaydetmediği gibi böyle bir şairden tam anlayışla ve bilişle bahsedene de tesadüf olunmuyor. Yalnız, öteden beri şuradan buradan, şundan bundan ve çoğu derme çatma bilgilerle yarım yamalak dinlediğimiz bazı mani, semai, koşma, destan, kalenderi söyleyenler de vardır ki, onların da şahsiyetleri tam manasıyla tebellür etmiş ve eserleri toplanmış değildir. (Sayfa: 7)


Çalgılı kahvelerde ara sıra divan şairlerinden Enderunlu Vasıf gibilerin eserleri de okunup çalınır; fakat bunların halk şiirlerine vezin ve eda itibarı ile en yakın olanları seçilirdi. Çalgılı kahvelerde Emrah, Zihnî Seyranî, Gevherî, Âşık Ömer, Kuloğlu adlarını bilmeyenler bulunabilirdi. Ancak Dertli'yi hemen hemen herkes bilir, tanır ve ona tapınırdı. Bunun için Dertli'nin:
*
Haraba kul olduk bezm-i âlemde
Dünyada olsak da olmasak da bir
Düşdük çare nedir dame âlemde
Azâd olsak da bir olmasak da bir
*
diye başlayan meşhur koşması okunup çalınırken bütün başlar yere eğilir, gözler yarı kapanır, gövdeler put kesilirdi. Sonra yine Dertli'nin:
*
Sâkıyâ camında nedir bu esrar
Etti bir katresi mestâne beni
Şarab-ı lâlinde ne keyfiyet var
Söyletir efsâne efsâne beni
*
diye başlayan ve kesik kerem şeklinde bestelenip terennüm edilen koşmasıyla Gevherî'nin:
*
Bâd-ı sabâ yâre benden selam et
Mübarek hatırın sor suâl eyle
Vurup huzuruna feth-i kelâm et
Bana var mı meyli gör suâl eyle
*
matlalı koşması söylenirken kahvenin içi inim inim inlerdi. (Sayfa: 8-9)


Adam aman..di..dedir..
Hakiki aşk ehlinin dildarı nadidedir.
Dildar için kanlı yaş akıtan na..didedir
*
Gedâî (Sayfa: 17)
*****
''Gene bir gün ya Beşiktaşlılar yahut Çeşmemeydanlılar ile Eyüp civarındaki manici ve semaiciler arasında bir rekabet başlamış, nihayet Bakırköylü Zil İzzet, Acem İsmail'in partilerinden olan Eyüplülere taş atan şu çok meşhur manisini söyleyerek onlardan hınç almış:
*
Adam aman.. İ...yi...bin
İşte meydan, işte at, biner isen iyi bin
Dört köşede meşhurdur dilencisi İyib'in.! (Sayfa: 18)


''..Tersaneli Ahmet Reis ki şimdi iki gözü kör olduğu halde Karagümrük'te oturan yetmişlik ve perişan bir ihtiyardır. Bir zamanlar tersanenin en iyi ustalarından ve zamanın en namlı ve acar tulumbacılarından olan Ahmet Baba, şu yepyeni manisini geçen akşam bana bunlara dair bazı izahat verdikten sonra söyledi. (..):
*
Adam adam..cı..nacak..
Felek kökten budadı vurdu bir acı nacak
Ellere ben acırken ben oldum acınacak.
*
Ve bunu söylemesi ile birlikte hıçkırarak yanımdan kalktı, sopasına dayanarak uzaklaştı.''
(Sayfa: 19)


''Çalgılı kahvelerde önce işe mani ile başlanırdı. Fakat asıl mani, koşma, semai faslı başlamadan önce muzika başlardı. Yukarıda yazdığım gibi klarnet, bir çığırtma denilen ince tahta düdük, bir çift nara, bir darbuka, bir zilli maşadan ibaret olan kahve muzikası en önce bir marş çalardı ve bu marş ekseriyetle alafranga marşlardan biri idi. Son zamanlarda ''İspanyol Marşı'' dedikleri bir marşla Maçiç İspanyol pek moda olmuştu. Bu marştan sonra ya bir polka ya polka ayarında bir-iki şey daha çalınıp nihavent makamından kıvrak ve alafrangaya yakın şarkılarla, kantolara geçilir, daha sonra çiftetelli gibi oyun havaları, alaturka bazı halk şarkıları çalınıp söylenir, bunların arkasından da kahve her taraftan gelen misafirlerle tamamıyla yükü alınca mani havası ile manilere başlanırdı. Bazen yarım, bazen bir saat kadar süren mani faslı çok defa alaylar, kahkahalar arasında birtakım atışmalar, birbirlerini bastırmalar, birbirlerini tehzil ve hicvetmeler içinde geçer; sonra sırasıyla koşma, semai, divan, yıldız, destan, kalenderiye geçilirdi.''
(Sayfa: 22)

''Üsküdarlı Vasıf'ın meşhur semailerinden biridir:
*
Efendim yoktur emsalin bulunmaz bir güzelsin sen
Nedir maksudun ey canım beni böyle üzersin sen
Adûyü bed-likalarla niçin daim gezersin sen
Seni ben sevmişim candan velâkin bî-habersin sen
Otursam reh-güzarında selam vermez geçersin sen
Görünce bendeni yavrum neden çeşmin süzersin sen
*
(Nakarat)
Gidip ağyara yar oldu benim halim harap oldu
Seninle gezdiğim gül-zâr kararmış bir tür-âb oldu
*
Vasıf'ın bu semaisinin sonundaki iki satırlık nakarat bazen şu şekilde de okunurmuş:*
*
Bugünlerde senin tavrın bana gayet merak oldu
Seninle içtiğim meyler niçin nar-ı firak oldu'' (Sayfa: 27)
*****
Şu da bir mizahi semainin başlığıdır ki alt tarafını bulamadım:
*
Efendim tar nasip tecelli taksirat mantar
Senin o bildiğin kantar niçin böyle yalan tartar.?'' (Sayfa: 27)


''..semaici Zil İzzet aynı zamanda o vaktin en usta muammacılarından sayılırdı.
İşte onun 'kayık küreği' manasından gelen bir muamması:
*
Geçen bir nesne gördüm sallanır bî-ruh durur
Kim ona el vurursa kuyruğuyla sallanır
Bunun canlı oluşu dar dibinden bağlıdır
Bu muammâ değil lâkin bir ağacın dalıdır.
*
Bu yazı üç yahut dört köşe süslü bir tahtanın üzerine yazılıp kurdeleler, çiçeklerle süslendikten sonra kahvenin tavanına asılır; bunu halledenlere bir lira, beş lira, sırasına göre on lira mükâfatlar vaat edilir ve bunu kim hallederse hem mükâfatı alır hem onun adı bütün çalgılı kahvelerde aylarca çalkalanırdı.'' (Sayfa: 29)
*****
''Adam aman.. ka..çalım..
Müsadeniz olursa artık buradan kaçalım
Lâkin bizim kaçmamızdan gelmesin halka çalım.''
*
Acem İsmail (Sayfa: 29)


*
''Benim figanımı işiden bülbül,
Gülşeni terk edip sahraya kaçar,
Boynumu büktüğüm görünce sümbül,
Başını kaldırıp balâya kaçar.
*
Ahımdan âcizdir bağrı yanıklar,
Mest olur halimi gören ayıklar,
Zerrece zarimi duyan balıklar,
Gözükmez insana deryaya kaçar.
*
Acem İsmail (Sayfa: 36)
*****
''Senedin,
Bu mal benim diyorsun göster bana senedin,
El malına güvenme, çalış kendin, sen edin.''
*
Acem İsmail (Sayfa: 36)
*****
''Bülbül demi,
Görünce goncai veşi çekmez mi bülbül demi,
Kimse bilmez kabahat gülde mi, bülbülde mi.?''
*
Acem İsmail (Sayfa: 36)
*****
''Ey kader lütfunla zengin ehli vicdan var mıdır
Nimetinle müstefit bir âdil insan var mıdır
Mürtekiblerden mürekkebdir bugün efradın hep
Meclisinde müstakim allâme irfan var mıdır
Cahilü nadanı ihya eyliyorsun mâl ile
Şöyle nakdile defteri dânada handan var mıdır
Gadr eden zalimleri hükmünle kıldın muhteşem
Böyle hünhar zalimane başka ihsan var mıdır
Küstüm artık bu zamanın hükmüne takdirine
Safveta bilmem cihanda hakku mizan var mıdır.?''
*
Safvet Baba (Sayfa: 37)


*
''Ermeni ağzı semailer de mevcut. Ahbarlar arasında da sesi ve sözü sayılırlar da mebzul.. Bir tane de bunlarınkinden geçelim:
*
Efendim hu, nasibim bu.
Tecelli taksirat yahu
Topik yandı, kebap oldu
Getir ahbar, bir kova su..'' (Sayfa: 40)
*****
''Bak şu fellâha âlemde gezer
Âşıkın bağrını ezer
Tahtı Yemen, mülkü beden
Neden Âşık oldum bu fellâha ben.?
*
Canlı mı cansız mı, Yenir mi yenmez mi.? (Sana filân şehri, falan memleketi verelim) demeye kalkmayın, söyleyivereyim:
Kahve.!'' (Sayfa: 41)


*
''Bu işte kimsenin yok methali asla benimdir suç
Sana sık sık bakıp zorla gönlüm mübtela ettim''
*
Enderunlu Vasıf Bey (Sayfa: 47)


*
''Bu gibi maniler tabii, evvelce dudak değmeyen harflerden birleştirilmiş kelimeler ile vücuda getirilmiş bir mevzu üzerine tertip edilirler. Meselâ:
*
Eser seher sahrada sarsar salar lâleler
Ahder dede dergâhta elde elek lâl eler.
*
diye tertip edilmiş şu mani, ilk kafiyesi: lâle çiçeğinin seher vakti sahralarda esen rüzgârda sallanışından, ikinci kâfiyesi de dergahta ah çekerek elindeki elekle inci eleyen dededen bahsetmektedir. (..) Leb değmez manilerde [Adam aman] başlangıcı yerine [leleyli laleleyli] diye dudak değmeyen bir başlangıçtan sonra maniye geçilir.'' (Sayfa: 59)


*
Adam aman ''Çe midir''.?
Nefesin gül kokuyor
İçerin bahçe'midir.?
Beni baştan çıkaran
Yârimin perçe'midir
*****
Adam aman ''dertli koyun''
Zâlim kasab elinden
Ne çeker ''dertli koyun''.?
Bu sevdâyla ölürsem
Adımı ''dertli koyun''.!
*****
Adam aman ''yara savar''
Ne benden dert eksilir
Ne dilden yara savar
Bütün kuşlar içinde
Süt veren ''yarasa var''*
*
*Ahmet Rasim'in notu: Manici deyip de geçmeyin, bunların içinde Buffon'a eş sayılabilecek tabiattan anlayan kişiler de varmış. (Sayfa: 67-68)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...