16 Eylül 2020 Çarşamba

Hasan Hüseyin Kormazgil - Made in Turkey

 

*
Kitaptaki İTİN AĞASI adlı öykünün başına eklenmiş olan İTİN AĞASI ADLI ÖYKÜNÜN SOSYO-POLİTİK VE EKONOMİK PEK ÇOK İLGİNÇ ÖYKÜSÜ başlıklı yazı hakkında yazar, şöyle demektedir:
''İTİN AĞASI'' adlı öykü, gerek basında, gerekse Parlamentoda büyük gürültülere yol açmıştır. Bu gürültü, yıllarca sürmüştür. Bence, bu öykünün öyküsü, asıl öyküden daha da ilginçtir. Vaktiyle, Aziz Nesin'in yönettiği Zübük adlı gazetede yayımlanmış olan bu öyküden devrimci öğretmenlerin güç almağa çalışması, bugünkü toplumsal düzenden çıkarı bulunan kişi ve çevreleri dehşetli ürkütmüştür. Milliyetçiliğin, vatanseverliğin, köy sevgisinin ,köyü ve köylüyü bugünkü durumuyla sevmek demek olduğunu sananlar, İTİN AĞASI adlı öykünün anlatmak istediklerinden korkuya kapılmışlardır. Bunlar, elbette ki, balını yemesini bilmedikleri arıyı, iğnesinden ötürü öldürmeğe kalkışanlardır. Öyküdeki köylü Cemal Ağa ile 27 Mayıs'ın lideri Cemal Gürsel'i yanyana getirerek çirkin sonuçlar çıkaranlar ve bu sonuçları, biz devrimcileri sindirmek için bir silah gibi kullananlar, bu ülkeye, bu emekçi halka, en az, işbirlikçi dediklerimiz, faşist dediklerimiz, gerici dediklerimiz kadar zararlı olmaktadırlar. Bu kişileri kendi sözleri ve eylemleriyle yakalarından tutup ışığa çıkarmak, biz devrimcilerin görevimizdir. Ne çekiyorsak, bu ''bölmeli kafalar''dan çekiyoruz. İTİN AĞASI ADLI ÖYKÜNÜN ÖYKÜSÜ, bence, bu bakımdan çok ilginçtir. O yazıda herkes, okur karşısına kendi yüzü, kendi kimliğiyle çıkmaktadır. Devrimci öğretmenin çevresinde küçük bir köy kesiti niteliği taşıyan minicik bir öykünün başında yaratılan ve yıllarca süren gürültünün basına yansımış olan birazını aldım ve öykünün başına koydum. Bu kadarı bile, kimlerle savaşılması gerektiğini gösterir kanısındayım.''
AĞLAMA DUVARI adlı yazısının kitaba niçin alındığı konusunda da Korkmazgil şöyle demektedir:
''AĞLAMA DUVARI, elbette ki, alışılmış öykülerden değildir. Buna, ilk bakışta, öykü demek bile güçtür. Peki ama, öykü nedir.? 1967 başında Dost dergisinde yayımlanmış olan, bir gerçeği ortaya çıkarmağa çalıştığı gibi, bol bol da kahkahaya yol açan bu yazının bu kitaba girmesini ve okura ulaşmasını yararlı buldum. AĞLAMA DUVARI'na öykü değil demek hiçbir anlam taşımaz. Bence, bu konu çevresinde edilmiş bir takım sözleri eğlenceli bir dille eleştirirken, birtakım gerçekleri de altanalta söylemeğe, belirtmeğe çalışan, geliştirmeği çok istediğim bir öykü türüdür bu. Edebiyatımızda pek örneği yoktur sanıyorum. Kimilerinin ''mizah şaheseri'' dediği bu yazıyı kitaba alırken, yazının ilk yayımlandığı Ocak 1967'de olduğu gibi, birtakım kimselerin düşmanca davranışlarıyla yeniden karşılaşacağımı da iyi biliyorum.'' (Sayfa: 5-7)
*****
*
''Öküzün ağaçtan inmesi lâzım.! Öküz ağaçta kaldıkça, hiçbir şeyin düzelmesi mümkün değil. Fakat inmiyor öküz. Daha doğrusu inemiyor. Çünkü, ağaca çıkmakla ağaçtan inmenin koşulları başka başkadır. Kolay çıkılır da, güç inilir..'' 
(Sayfa: 13)
*****
''İTİN AĞASI'' ADLI ÖYKÜNÜN SOSYO-POLİTİK VE EKONOMİK PEK ÇOK İLGİNÇ ÖYKÜSÜ
*
''İtin Ağası'', 26 Kasım 1962 gün ve 43 sayılı Zübük'te yayımlandı. Arı-duru, dümdüz; köylünün okutulmasını, eğitilmesini istemiyenleri hafif-tertip yeren bir mizah öyküsüdür. ''İtin Ağası'', bilindiği gibi, ''aristokrat it'', ''ağa it'', ''kalantor it'', yani kısaca ''itoğluit'' demektir. Başkaca bir anlamı yoktur.
''İtin Ağası'' adlı öyküyü, okul ve eğitimle ilgili olduğu için, bir kız sanat enstitüsü öğretmeni monolog haline getirmiş ve okulun yılsonu müsamerisinde öğrencilere okutmak istemiştir. İstemiştir ama, ''General Bir'' adında bir general, müsamerenin ortasında fırlayıp ayağa, ''Olamaaz.! Bizi it yerine koyuyor bu komünist!'' diye bağırmıştır. Ortalık karışmıştır. (Sayfa: 18)
*****
*
- Boşversene bre Muhtar'' dedim, ''kılıma dokunamazlar onlar benim.! Sayit Ağa dediğin de kim.! Ben buraya yarının gençlerini yetiştirmeğe geldim. Ne yapabilirler bana.?''
Muhtar, ''vay yavrum vay.!'' der gibi güldü.
- ''Başka ne kellesi asabilirler kapıma.?''
- ''Asarlar Hocam.. Onlar asacak kelle bulurlar. Belki de benim kellemi asarlar ve de heç biriniz birşey yapamazsınız. Köylünün, her derdini sana danışmaya gelmesi, köylünün seninle yağlıballı olması bu herifleri gudurtuyor. Köylü senden yana gaydıkça forsları gırılıyor bu heriflerin. Seni burdan gaçırtmak için ellerinden gelen melâneti yapacaklar, bak görürsün; Muhtar bana dediydi, dersin..'' (Sayfa: 35)
*****
O gün köy çalkalandı: Öğretmen, Camal Ağanın itini dövmüş.!
Birkaç kişi gizlice kutladı beni, bu üstün başarımdan, yiğitliğimden ötürü.
Sonra.. Evet sonra, teneke bağladılar Camal Ağanın itinin kuyruğuna. Fakat bunun acısını ben çektim.
Maaş almak için ilçeye inmiştim. ''Kaymakam seninle görüşmek istiyor'' dediler. Vardım yanına. Kapıdan girer-girmez ilk sözü,
- ''Gel bakalım itçi öğretmen..'' oldu.
Hiç düşünmeden,
- ''Sayenizde..'' deyivermişim.
Ağzımdan çıkan ilk ve son söz bu oldu.. Meğer gırtlağına dek doluymuş bizi beyefendi; açtı ağzını, yumdu gözünü, üfürdü de üfürdü:
- ''Senin bu yaptığın öğretmenlik değil.! Sen bu mesleğe leke getiriyorsun.! Öğretmen demek, geleneklere, göreneklere, ağaya, eşrafa saygılı kişi demektir. Gittiğin yerin büyüklerini saymak zorundasın. Bu, bizim vazifemizdir. Milliyetçilik, vatanseverlik budur.! Üçpınar köyü demek, Cemal Ağa demektir. Cemal Ağanın atına da, itine de, eşeğine de dokunamazsın.! Saygı duymak gerek. Çünkü efendim, oranın eşrafı odur. Cemal Ağanın itine taş atmak, Cemal Ağanın şahsına taş atmaktır ki, ne haddimize.! Hele de senin ne haddine.! Köylüyü Cemal Ağaya karşı kışkırtmak, saygısızlığa teşvik etmek senin ne haddine, a efendi.! Milliyetçi bir öğretmen, ağanın itini ağanın şahsı sayıp, ona hürmet eden öğretmendir. Bizler âdet ve erkân bilen kimseleriz. Ben şimdi nasıl bakarım Cemal Ağanın yüzüne.? Ondan sonra da durmadan şikâyet: Efendim bu köy, efendim şu köy.. Efendim huzursuzum, efendim canım tehlikede.. Tabii olur.! Ciddiyetini ve vekarını muhafaza etmeyen bir kimse..
Keltepe öğretmeni defolup gitmiş. Seni oraya aldırtacağım. Cemal Ağanın köyünde duramazsın sen artık.!''
(Sayfa: 39-40)
*****
*
''İnan ossun Irıza, devletin tiyatorusu didiklerinden heç bişiy ağnamadım. İş yok. Asıl oyuncu gızlar, kemanici erkekler salunda oturuyollar, senin benim gibi zavallı köylüler de acayip gılıklar içinde şanoya çıkmış, yırtınıp duruyollar. Ne didikleri didik, ne de çaldıkları düdük.. Heçbiri bizimkine benzemiyo. Ne ağnadım ben bu işden.? Emme, fırsat buldukça getmek isdiyom devletin tiyatorusuna. O kürklü börklü, o cıbıl sırtlı miski amber gokulu garılar şanoya bakarkene, ben de çaktırmadan gendilerine bakıyom.'' (Sayfa: 53)
*****
*
''Asfaltta eksi 20 derece soğuk vardı. Asfaltta, kadife otomobiller içinde dünyanın en yumuşak, en kalın, en parlak kürkleri vardı. Üşüyorlardı. Kürkler üşüyorlardı. En pahalı, en yumuşak, en kalın kürkler üşüyorlardı. Asfaltta yedi, sekiz, dokuz, on, onbeş yaşlarında, yalınayak çocuklar vardı. Birer ayakları durmadan gökyüzündeydi. Onlar da üşüyorlardı. Oysa, ''ayağını sıcak tut, başını serin'' demişlerdi atalar. Demek ki, ayak sıcak tutulmayınca baş serin olmuyordu. Yani, mutmeşcumdem.'' (Mutlakiyet, meşrutiyet, cumhuriyet, demokrasi) (Sayfa: 55)
*****
''(Koltuk, oturanındır; estâfurullah ise çekenin.. Yani, ters yoruma yer vermemek için şöyle demek gerekir: koltuk, onun üzerinde oturanındır, estâfurullah ise estâfurullah diyenin. Buradan mülkiyet sorunları çıkar ortaya. Örneğin; toprak, onu işleyenindir, vb.)'' (Sayfa: 56)
*****
''..Sosyalizmi sokaktaki amelenin kafasına göre anladığımız taktirde, bizlerin, yani münevverlerin durumu ve itibarı ne olacak.? Sosyalizmi bizler, ana kaynaklarından okuyoruz evlâdım. Almanca bilir misin sen.? Bilmezsin. Fransızca.? Bilmezsin. İngilizce.? Bilmezsin. Gördün mü ya.! Halbuki benim oğlan onbeşinde ve mükemmel almanca, ingilizce konuşuyor.'' (Sayfa: 62)
*****
Birinci koltuktaki:
- ''Marks der ki..''
Derin bir susuş.
Genç adamın gözü pencereden caddeye kaydı:
- ''Yürüyorlar..''
- ''Kimler.?''
- ''İşçiler.!''
Caddede, başı-sonu belirsiz bir işçi kalabalığı vardı. Ve ellerinde pankartlar.. Pankartlarda şöyle yazıyordu:: ''Sömürüye paydos.!'', ''İnsanca yaşamak istiyoruz.!'', ''Sosyal adalet.'', ''Emek bizden, yemek onlardan'', ''Hakkımızı koruyacağız'', ''Kahrolsun emperyalizm.!''
Camlı masadaki:
- ''Sokak sosyalistleri..''
Kahveci:
- ''Serseri takımı..''
Özel şoförlerden biri:
- ''Maskaralar..''
Özel şoförlerden bir başkası:
- ''Ah.!''
Özel şoförlerden daha bir başkası:
- ''Aslan gibi yürüyorlar.!''
Genç adam, kapıyı çekip çıktı:
- ''Gidinin eyyamcıları.!'' (Sayfa: 64)
GECELERDEN BİR GECE:
*
Kaygulandığımı gören karım,
- ''Biraz gerçekçi olsana Murat'' dedi. ''Herkeslere benzer miyiz biz.? Evde bebek var. Çocukları kime bırakır da nereye gideriz.? Yakarız sobamızı, otururuz çevresine, başbaşa geçiririz geceyi. Radyodan birşeyler dinleriz; çocuklar biraz oynaşır uyurlar; bir de birşeyler okuruz. Sanki, öteki gecelerden başka bir gece mi bu.? İşte Vietnam, işte Cezayir, işte Yunanistan, işte Bolivya, işte Ortadoğu.. Dünyanın her yanında insanlar kanlarını akıtırken biz burada nasıl güleriz, nasıl eğleniriz.? (..)
Karım böyle der de, ben nasıl gerçekçi olmam.? Onun evrensel yüreği önünde saygıyla iğildim. (Sayfa: 103)
*****
- ''Hadi canım, bırakalım şunu.!''
Karım birden sinirlendi:
- ''Aaa, ne demek o, Murat.? Bu gidişle hiçbir şey okuyamayız biz.! Hiç değilse şunu bitirelim bu gece..''
- ''Ama yavrucuğum, uyuyoruz ikimiz de..''
- ''Sen uyuyorsun ama, ben uyumuyorum. Hadi, istersen uzan sen şöyle.? Saat kaç.? Ooo 24'e geliyor.. Demek, biraz sonra yeni yıla giriyoruz ha.?''
Tam ağzımı açıyordum ki bebek ''Cüüüt.!'' diye doğruldu yatağında. Artık ne Cornfort kalmıştı, ne de yeni yıl. Hatice, önceden hazırladığı süt bardağını bebeğin ağzına dayadı.
Kitap, atılmışlığın öfkesiyle bakıyordu bize.
- ''İşte bu'' dedim, ''hepsi bu.! Bütün şu okuduklarımız, okumak istediklerimiz hep bunun için.! Şu bir bardak sütün var olması veya olmaması.. Bütün namuslu kitaplar, bu bir bardak sütün bu bebeğin hakkı olduğunu ispatlamağa çalışır. Bütün şu kitapları sıkarsın, sıkarsın, bir bardak süt çıkar içinden. Onlar diyorlar ki, bu bir bardak süt, hattâ bütün sütler bizim köpeğimizin hakkı. Biz de diyoruz ki, bu bir bardak süt, hattâ bütün sütler bizim bebeğimizin hakkı. Bütün gürültü bundan çıkıyor.!'' (Sayfa: 109-110)
*****
*
- ''Bu memleket birgün batar be abi.! Dinime allahıma batar.! Şu manzaraya bak allasen.! Ayda üçbin liralık apartmanlarda otur, elli santimden entari giy.. Sabahtan akşama caddelerde sürt, bacak göster, fingirdeş. Taş yağmasın da başımıza n'aapsın yani.? Hökümet ne haltetsin be abi.? 120 bin lira saymışım bu merete.. Bin liraya ayda 500 faiz.. Hem de beş apartımanı var deyyusun, milyoner.. Biz de sabahın köründen gecenin yarısına çile doldurup da sekiz nüfusa bakacağız.. Amerikalı da olmasa dinim hakkı için birbirimizi yeriz.! Şu fakülteli puştları anlamıyorum be abi; ne diye karşı çıkarlar Amerikalılara.?''
Konuşacak halde değildim, fakat..
- ''Amerikalı burda olduğu için sen, bin liraya ayda 500 faiz ödüyorsun aslanım'' dedim.
- ''Onlar gomonistlerin lâfı be abi.. Ben Amerikaya vermiyorum ki parayı, bizim deyyusa veriyorum''
- ''İşte o deyyus dediğin, Amerikalı ile işbirliği yapmış..''
(Sayfa: 117)
*****
*
''Benim anlayışım şu: alevi olsun, sünni olsun; sosyalist olsun, kapitalist olsun.. Yeter ki, kazan sen.! Kazanacağın bir parti olsun da isterse enginar partisi olsun, çay partisi olsun.. Bütün mesele, Meclise girmektir azizim.! Girdikten sonra, hepsi bir. Hadi, şerefe.! İçelim de işlesin şu bizim etkafalar..'' (Sayfa: 139)
*****
*
- ''Demek, öyle..''
- ''Öyle.. Öyle işte.! Evet, öyle.! Var mı bir diyeceğin Apti.? Altı yıl öncesini hatırlasana.! Baban senin açlıktan öldü, hatırlasana.! Sen bugün milyonlarla oynuyorsun, it.! Bense günde onbeş liraya fit. Benim böyle oluşum, senin böyle oluşundan. Nasıl oldu bu iş.? Benden daha mı zekiydin Apti.? Benden daha mı yakışıklıydın.? Benimle şimdi, şuracıkta, helva-ekmek yiyebilir misin Apti.? Benim içtiğim sigarayı içebilir misin.? Bugün yitirsen servetini, yaşıyabilir misin Apti.? İkimiz bir gemide olsak, fırtınaya tutulsak, gemi batsa, kurtulsak, bir adaya çıksak seninle, başka da kimsecikler bulunmasa.. Söyle ulan, söyle Domuz Apti kardeşim, aynı dili konuşabilir miyiz seninle.? Peki, şimdi neden, bir gemide olduğumuzu düşünmüyorsun.? Bu gemi birgün batarsa, diye düşünmüyorsun.? Sen ne hırsız teressin, ulan Apti, Donsuz Apti.!'' (Sayfa: 161)
*****
*
''Ne garip değil mi: pehlivanı pazusu öldürür, şarkıcıyı gırtlağı, şairi hayal gücü, kapitalisti para tutkusu, güzel kadını güzelliği öldürür.. Ne garip değil mi.?'' (Sayfa: 163)
*****
*
''Kitapçı vitrinlerine bakmayı severim. Bir saat önce baktığım vitrine, bir saat sonra, sanki ilk görüyormuşum gibi, durup yeniden bakarım. Biri gelir, yanıma dikilir, kitaplara bakar; onun baktıklarına da bakarım. Kitaplarla insanlar arasındaki alışverişi bulgulamağa çalışırım. Birinin satın aldığı kitaptan, o kimsenin dünyasını kurmağa çalışmak hoşuma gider.'' (Sayfa: 195)
*****
*
Kitabı aldım, merakla açtım kapağını. Şunu yazmıştı:
''Fikret Firfirik adlı enayiye sevgilerimle..
*
R. Blowder''
*
Ağzım bir karış açık:
- ''Nee.! Sen misin bu.? Hadi lan.!''
Yine eşşekçesine güldü.
- ''Enayi.! dedi. ''Altı ayda üçüncü basımını yaptı bu kitap. Başka türlü olsa, olur muydu.? Halkın halk tarafından halk için idaresi, de bakalım, metelik veren olur mu sana.! Oysa ki, demokrasi deyince önüne ilikliyor millet. Alman malı deme bakalım, satabilir misin şu dolmakalemi.! Bu halk ezilmiş be oğlum.! Bu halk yamyassı olmuş.! Kendine güveni kalmamış bu halkın.! Diskoteklerde cıyak cıyak ötüyor bir sürü oğlan ve para kesiyor, parra.! Türkçe söylesin bakalım o cıyaklamaları, metelik veren olur mu.! Ağzını yaya yaya ingilizce söyliyecek ki, sinek kâğıdı gibi üşüşsünler başına. Bu işler böyledir be oğlum.! Blowder diye bir hikâye uydurmıyacaktım da, BENİMKİ elden ele dolaşacaktı, ha.?'' (Sayfa: 200)
*****
*
''Şiir yazar, şiire benzemez. Roman yazar, romana benzemez. Hele müzik, o ayrı hikâye.! Ankara'da -siz, isterseniz, İstanbul da diyebilirsiniz- gece gündüz kaldırım ölçer; burjuva salonlarında egosunu uyutur; burjuva olanaklarından yararlanarak adını yazara, ozana, ressama çıkartır; hiçliğini, sanki bir ölçüymüş gibi, getirip kor ortaya. Ölçü.! Ne ölçüsü be.?
Bir dâvası yoktur, bir kavgası yoktur. 'İnsanlarım' dedikçe mangalda kül koymaz, sıkıyı gördü mü sağdan geri eder. Rahatlığın aslanıdır, gürültünün sıçanı. Bir eli emekçinin cebindedir, bir eli başka çevrelerin havasında.. Celâl Vardar'ın dediği gibi, 'Suya dokunmazmış-sabuna dokunmazmış-Pise bak.'
(..) Ağzının içinde geveler durur birtakım sözleri. Bunların anlaşılması değil, anlaşılmaması önemlidir. Anlaşılırsa hapı yuttu demektir. Zaten sermayesi ne ki.! 'İyi' dersin, 'bunalım. Anladık. Haklısın. Ama, hangi bunalım bu.? Kimin, neyin, nerenin, hangi ülkenin bunalımı bu.?'
Şaşkınlığı kareleşir, kübleşir. Kendini tanımıyor, çevresini tanımıyor ki.! Ne bilsin, kimin, neyin, nerenin bunalımı olduğunu.! Bunalım işte.. Bunalım.. (Sayfa: 204)
*****
''..Türkiye ne Ankara'nın Kızılayından, ne de İstanbul'un İstiklâl Caddesinden ibarettir. Halkımızın durumu işte ortadadır. Verilen savaş bellidir. Her konuda, sessiz veya sesli bir ölüm-kalım savaşı içine girilmiştir. Sanatçının, edebiyatçının toplumda bir yeri, bir görevi varsa eğer, bu görevi yerine getirmenin günü çoktan gelmiştir. Emperyalist ülkelerin şımarık burjuva sanatına özenip, kişisel bunalım ürünlerini bu halkın önüne sanat diye, edebiyat diye sürmenin gereği yoktur.! Yan çizmekse, budur yan çizmek; kaytarmaksa, budur kaytarmak; sorumsuzluksa, budur sorumsuzluk.! Ben sanatçıyım, ben edebiyatçıyım diyen kişi, külahını önüne koyup düşünmeli, Kayacan'ın dediği gibi, yıkılmışsa yıkılmışlığını, yenilmişse yenilmişliğini, ezilmişse ezilmişliğini anlatmalıdır. Meyhane dırdırlarıyla, pastane fiskoslarıyla, ucuz kahramanlık masallarıyla geçirilecek vaktimiz yoktur. Bu halkın sanatçı adı altında, edebiyatçı adı altında birtakım kaytarıkları beslemeğe gücü kalmamıştır artık.''
*
(Bu yazı, DOST dergisinin Ocak 1967 sayısında yayımlanmıştır. Dergi henüz basımevinde iken, bu yazının yazarı Hasan Hüseyin Korkmazgil, ''Kızılırmak'' adlı yapıtından ötürü tutuklanmış ve Ankara Cezaevine konulmuştur.) (Sayfa: 208)

14 Eylül 2020 Pazartesi

Edip Cansever - Sonrası Kalır II

 

*
I
*
Gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda
Gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi
Büyük bahçelerin küçük içinde
Saksılardan birinde
Gördüm de
Uyurken uyandırılmış gibi
Beni bir sardunya büyüttü belki. (Sayfa: 17)
*****
*
''Kim görürdü o yolcuyu, yani kim farkederdi beni
Sıradan acılardır çünkü bütün ilgileri toplayan
Oysa sıkıntıyı buruşuk bir iç çamaşırı gibi saklayan
Bu kımıltısız gövde
Görülmemiştir ki hiç görülsün şimdi''
(..)
Ama var mıydı sanki görülmeyi isteyen
Var mıydı bir şeyler bekleyen yüreğimin eskittiklerinden.''
(Sayfa: 21)
*****
*
''Yıkılmış bir ağacın üstünde yıllarca oturdum da
Gözleri avına benzeyen bir avcıydım sanki
Ağaç da çürümüş zaten
Kazımış, oymuş bir yerlerinden gelip geçen onu
Ağaç mı, içi yıllarla dolu bir kutu mu
Çözmek için mi acaba içlerindeki bir gizi
- Gizi mi, bir giz gereksinmesini mi -
Yoklamışlar orasından burasından
Kim bilir.'' (Sayfa: 22)
*****
*
(Kaç türlü girilirdi anılardan içeri.?
1 - İşte.! bir zambağın özsuyunun içilişi gibi
2 - Süt emer gibi bir memeden
Bütün renklerin ve bütün kokuların bir bir bilinişi
3 - Dibini kazıyor alanlar: dünyanın iççekişi.)''
(Sayfa: 24)
*****
''Söylesek, yeniden mi söylesek şimdi de
Ben uzun yolları hiç sevmem
Doğacak bir çocuk gibi beklemeli anılar
Ansızın doğmalı, ansızın ölmeli saniyelerde.''
(Sayfa: 27)
*****
*
''(Nerdeyim
Kelebeklerden dokunuşlar alan bir yaprak gibi inceyim
Para bozduranların az çok bildiği
Adres soranların gene bildiği
Bir sokakta bir aşağı bir yukarı
Saatlerce dolaşanların hemen hemen bildiği
Amansız bir güceniğim)'' (Sayfa: 29)
*****
*
''Çakılların üstünden yürüdüm
Yürüdüm ki, bir sese benziyordum sanki
Yüzyıllarca önce kırılmış bir kemik sesi
İyice duydum'' (Sayfa: 31)


*
''Benim bütün yaşamımda hep karanfiller olmuştur
Her zaman hatırlarım
Sanki bir karanfilden sürekli doğmuşumdur'' (Sayfa: 38)
*****
''Kimseler bilmez
Ben işte gizli gizli onu sularım
Karanlık bir karanfilliği
Yoklukta bir karanfilliği
O gün bu gündür bütün çiçekler
Karanfildir benim için.'' (Sayfa: 39)
*****
''Anlaşılmak.! -değil mi ama- sanki kimsenin olamaz.''
(Sayfa: 40)
*****
''Zaten kelimeler sonludur
Öyle değil mi
Donuk donuk bakışıyoruz
Ben ölüme iyice yakın
O yaşamaktan uzak
Öyle bir gök içinde durmuş gibiyiz
Karanfiller ölürken
Karanfillerden bir deniz.'' (Sayfa: 42)
*****
*
''İşte
Isınmış parke yolun kokusu
Demek ki ben mutsuzum
Tuhaf bir su içmişim de sanki içim görünüyor
Gözlerim buzdan
İçimde yaz kırıkları.
*
Eklemek gerek
Büyümesi gibi bir salyangozun
Yıllarla değil, yıllarla değil
Saniyelerle kıvrılmıştır kabuğum.'' (Sayfa: 43)
*****
''Dünyada sayılmayan bir sabahtı
Ve sayılmayan bir adamdım
Nasıl duruyorsa gökyüzü sayılmadan
Boylu boyunca bir duvar
Ve uzay nasıl duruyorsa
-Uzay ki mutluluktur
Ele geçmeyen bir sonsuzluktur uzay-'' (Sayfa: 45)
*****
''Şöyle ki, bir ayakkabı çivisi gibi kendine batar
Şarabıyla batar, uykusuzluğuyla batar
Gülmesi hüznüne
Konuşması susmasına batar.'' (Sayfa: 51)


''Bir kış günüydü, kar yağıyordu
Gök sapından boşalmış papatya yaprakları gibi duruyordu''
(Sayfa: 52)


*
''Günlerden ne.? Pazartesi.! İyi bilirim
Ama gün nedir bilmem
Çiğlerle çiçeklerle çamlarla doldurulmuş gün
Göğsü bir martı göğsü gibi denizlere değen
Parklarda bahçelerde göz dolduran gün
Bir çocuğun gözlerinden gözyaşı içen
Sesini bir ayin gibi uzaklardan duyduğum
Gün nedir.'' (Sayfa: 81)
*****
*
''Bir kara parçası sanır insan
Düştü mü başı derde
Kendini açık denizlerde.'' (Sayfa: 86)
*****
''Günlerdir ilk olarak güldüm, gülümsedim
Yıllardır ilk olarak
Sanki ilk gözyaşının tarihini buldum, üstünü çizdim.''
(Sayfa: 92)
*****
*
''Bir ölü nedir ki bir ölüm nedir
Acıyla kirlenmektir, acıya sevinmektir.'' (Sayfa: 93)
*****
''Serlerden bahçelerden güne damlardım
Renklere karışırdım, kentin ışıklarına
İçinden soyulan bir portakal gibi
Kendi içdenizlerimi öper okşardım
Süslenmiş gibi olurdum
Kokular içinde kalırdım.'' (Sayfa: 93)
*****
''Omuzlarım kesik kesiktir, nasırlıdır
Her zaman bir ölü vardır omuzlarımda
O kadar ölü vardır ki her yanımda benim
-Ölüler içindeyim.! ölüler içindeyim.!-''  (Sayfa: 94)


''Ölüler ki bir gün gömülür
İçimizdeki ölüler, dışımızdaki ölüler
İnsan yaşıyorken özgürdür
İnsan
-----yaşıyorken
----------özgürdür.'' (Sayfa: 109)
*****
SEVDA İLE SEVGİ

*
Rengini dünyaya ilk defa sunan
Adsız bir çiçek gibi parlıyorsa gözlerim
Sevgilim
Bana 'sen bir şairsin' dediğin zaman.
*
Yalnız sana yazıyorum bu şiiri
İstersen bir şiir gibi okuma
Çünkü her yıl yeniden yazacağım onu
Soğuklar başlayınca havalanıp
Millerce yol katettikten sonra
Güneyi tadan bir kuşun sevinciyle.
*
Ve yazmış olacağım bir de
Her dönemde her çağda
Sevdanın kendine özgü diliyle. (Sayfa: 113)
*****
*
''Ve ağzında binlerce güneşin tadı
Dilinin ucunda yalnızca kendi adın
*
Çünkü sevdikçe beni sen kendini tanıdın'' (Sayfa: 114)
*****
*
''Ekledim ben tattığım her şeyi denizlere
Bildiğim ne varsa onlar da hep denizlerden
Sen de bir deniz gibi yerleştir onu istersen
Sevdayı
Ve köpüklendir
Ve yaşlandır ki işte kederi anlamasın
Ama dur, her deniz yaşlıdır zaten
Öğrenmez ama öğretir mutluluğu
Bizim sevdamız da öyledir, iyi şiirler gibi
Biraz da herkes içindir.'' (Sayfa: 119)
*****
*
''Evet
Dün akşam evinin önünden geçtim
İçim hem kimsesizdi hem kalabalık
Bu demektir ki sevgisiz düşünemiyorum sevdayı
Bana söz ver yarın akşam
Göze al her şeyi yeni baştan konuşmayı'' (Sayfa: 124)
*****
*
''Çünkü özlemler çeşit çeşit
Özlemler ki binlerce
Ah sevdadır ancak onları birleştirir'' (Sayfa: 126)
*****
''Isıt şu ekmeği avuçlarında
Ufacık dünyanı ısıt ısıt
Yoksulsun ya ölümün daha büyük
Entarin sümbüllü basma
Sümbüller binbir delik
Eh neden acısındı artık sana
Unutuldu acımak
Unutuldu bir kış daha'' (Sayfa: 129)


-Ve neydi, gene neydi bir hüznün özgül ağırlığı-
Bütün yüzler birbirine benzerdi
Bütün yüzler birbirinden doğardı
O kış mı, o kış mı
Evlerde, sokaklarda, fabrikalarda
Hemen hemen her yerde
Sanki herkes birbirine ağlardı. (Sayfa: 130)
*****
*
''Bin kişi üretiyor bir kişi yiyor'' (Sayfa: 137)
(..)
''Bir anlayan olsa anlatırdık gözyaşını da
Hem o zaman gözyaşı bile kınanırdı
Hüzün de kınanırdı, yalnızlık da
Ama çoğumuz bunları yazdı
Şiirde, romanda, öyküde yazdı
Örneğin bir roman güzelse biraz
O roman baştan sona bakımsızdı
*
Ve her şey
Bir yudum su içip başını yastığa koyan bir hasta gibi kaldı.''
(Sayfa: 138)


*
''Ey sonbahar, ey o en büyük çiçek.'' (Sayfa: 140)


*
Seni günlere böldüm, seni aylara
Daha yıllara, yüzyıllara böleceğim
Ve her zaman söyleyeceğim ki beni anla
Böyle eskitilmiş de olsa bu kalbi
Minesi çatlamış bir diş gibi durduracağım karşında.
*
Şiirler söylenir, şiirler biter
Biz bu sevdayı neresine sakladıkdı sen ona bak da
Kahverengi avuçlarına mı gözlerinin
Tam oradan mı kahverengi yağan bir aydınlığa.
*
Bütün günler yenileşir her bekleyişte
Ve bütün dünler, bütün geçmişler
Kapını açarsın ki bir de, hiç kimseler yok
Çaresiz, benim sana gelişim de hep böyle.
*
Dün akşama doğru turuncu bir bulut geçti
Sonra bütün bulutlar hep birden geçti
Anılar, anılar, belki hepsi bir kelime. (Sayfa: 141)
*****
*
''Çünkü düşler gerçekle
Gerçekler düşle
Anlayınca bir gün buluştuğunu
Geçirir her günceye kısa bir yolculuğu'' (Sayfa: 143)
*****
*
''Yüzüm dünyanın ilk şairi gibi
Ve hiç öfkelenmeden söylüyorum
Arayan sularda arasın beni
Sularda arasın bundan böyle
Yorgun bir eriyik gibi suların engin kalbinde'' (Sayfa: 145)
(..)
''Gene söylüyorum, değilim ''bir aşk kırgını'' ben
Yüzüme sindi çoktan gözlerinin rengi
Bir güneş yanığı gibi yüzüme
Denizlerdir şimdi gözyaşları, iççekmeleri de
Saçları uzanıp yattığım çimenlerdir
Ağzımda bir sap çiçekle
Bulutlardır bir inip bir yükselen karnı
Doğadır artık o, doğadır
Kaynaşıp yitmiştir doğayla bu küçük gövde
Bulamaz ölüm onu
Bulamam yanyana gelsek bile ben de'' (Sayfa: 147)
(..)
''Değilim ''bir aşk kırgını'' işte
Bir çarmıh hazırlayıp arduvazdan
Gök mavisi renginde
Onu dört çiviyle gömeceğim kendi ruhuna
Tam üç yıl beklediğim kadını
Bir sevdayı ve bütün sevdaları
Ama sevgiyi değil
Yüceltmek istiyorum yalnızca onu
Onu
Yalnızca.
*
Doğayım ben.'' (Sayfa: 148)


*
Bitti o sevda, kesildi çığlıkları martıların
Su gibi bitti, suya karşıt gibi bitti
İtti kıyıyı adına deniz dediğimiz bir şey
Adına deniz demediğimiz bir şey ile birlikte
Unuttuk ikimiz de her türlü yetinmezliği
Kaybetti kumarda gözlerim
Kaybetti kumarda gözleri.
*
Bir koru rüzgârlandı göğüs boşluğumuzda sanki
Uzaklaştı ağaçlar birbirlerinden
Yakınlaştı ağaçlar birbirlerine
Yani her soluk alıp verişimizde bizim
Bir mekik gibi kalbin
Bir mekik gibi kalbim
İşleyip durdu bu yitikliği yeniden.
*
Ne kaldı
Farkında mısın bilmem
Gündüzler..
Gündüzler biraz azaldı. (Sayfa: 149)


*
''Deniz ötemde
Deniz içimde
Hayır hiç yadırgamıyorum yokluğunu
Sarılıp gövdesine sımsıkı
Bir kadın kendini doğurabilir isterse'' (Sayfa: 151)


*
''Ve işin tuhafı bense
Alışıyorum gittikçe
Her gün bir parça daha alışıyorum yalnızlığıma.'' 
(Sayfa: 156)


''Böyle gelişigüzel, böyle kırık dökük
Sanki hiç kimselerin kullanmadığı bir gün kalmış bana.''
(..)
''Bir sigara yakıyorum, bir kâğıda bir iki dize yazıyorum
Yerini iyi bilen, onurlu bir iki sözcük daha
Ama hiç kımıldamıyor, akrep de, yelkovan da
Yani tam böyle bir şeye benziyor zaman
Yılgın ve çarpıcı renkler içinde pek kımıldamayan
Çıkageliyor sonra, saat on iki.''
(Sayfa: 157)
*
''Anlıyorum
Yaşam elbette uzun biz duyabildikçe sevgiyi
Yalnızca bunun için uzun
Yani sevgiyle de sevebilir insan, sevdayla da
Örneğin
Bir sevgiyi yontup onarmak için
Döğüşmek de sevgidir
Ve benim bildiğim kadarıyla
Her şeydir bir insan, her şeydir
Yalandır kısalığı yaşamın
Ve özellikle insan dediğimiz şey
İnançlı bir insan soyunun parçasıysa''
(Sayfa: 158)
*****
*
''Bir gök yapıyordum deniz kabuklarından
Senin çocukça gülüşüne benzer bir gök''
(Sayfa: 159)


''Kısaca söyleyeyim anlamak yordu beni''
(Sayfa: 160)
*****
*
''Üstüme pek uymayan bu yalnızlığı ben
Taşımışım bir yolcu gibi çocukluğumdan bu yana.''
(Sayfa: 162)
*****
*
''Yürek yalnız bir kez görür,
sonra gözler görür.''
*
Howard Fast (Sayfa: 169)
*
''Ve bu yorgun, bu üzünçlü yüreği
Benim değilmiş gibi, benim değilmiş gibi
Kimse görmeden şöyle bir yol kenarına bıraksam.''
(Sayfa: 172)
*****
*
BAŞLANGIÇ
*
Doğanın bana verdiği bu ödülden
Çıldırıp yitmemek için
İki insan gibi kaldım
Birbiriyle konuşan iki insan. (Sayfa: 177)
*****
*
''Doğasın sen, doğasın, yarat beni yeniden
Ey yalnızlığımı kuşatan yalnızlık.'' (Sayfa: 180)
*****
*
''Anlatmalıyım kendimi
Yıllar yılı deniz kenarında yaşamış bir kızla
Hiç deniz görmemiş bir oğlanın karşılaşmasını
Anlatır gibi
Bir çeşit dilsizliği, bir çeşit beraberliği.''
(Sayfa: 181)


*
''Bazı eşyalar anıdır'' -bunu bilmezdim-
''Bazı anılar eşya'' (Sayfa: 199)
*****
*
''Portakal ağaçları, portakal ağaçları.!
Unutur muyum hiç
Ellerim de sizsiniz, ellerim de.'' (Sayfa: 201)
*****
*
''Ve
İnsansız anı yoktur. Var mıdır.?'' (Sayfa: 204)


*
SU ALTINDA KANAT ÇIRPAN ÜVEYİK
*
I
*
''Hayır hiç yenilmedik, çekildik yalnız
Ve şimdi olduğumuz yerde
Ve ayaktayız'' (Sayfa: 218)


*
''Her şey o kadar dokunaklı ki
Eylülsem, istemeden kırılıyorsam bazen
Dağınık, renksiz bir mozayık gibiysem
Üstelik yalnızsam bir de -telefonda kuş sesleri-
Aynalardan duvarlara bir üzünç akıntısı
Bu dünyada çekingen olmak çok iyi bir şeydir baylar.''
(Sayfa: 228)


BEZİK OYNAYAN KADINLAR
*
*
''Yanılmak her şeyi yeniden görmek gibi bir şey oluyor''
(Sayfa: 251)


*
''Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
Hiçbir yere gitmiyor.''(Sayfa: 257)
*****
*
''Yaşlı bir çocuğum ben, çocukların en yaşlısı
Ağzımda sakız tatlısının hiç eksilmeyen tadı
Sevilince kendimi tadıyorum bir de
Kendime dönüşüyorum
-Ah içimin derin rengi
Yoğun kokusu-'' (Sayfa: 269)


*
''Ne vardı ortalıkta maviden başka
Sadece bir martı -o da maviyle beslenen-
Gördün mü demiştim kendi kendime
Mavilik de çocukluk gibi
Unutulmayacak hiç.'' (Sayfa: 275)
*
''Sürdün dudaklarına gelincikleri, sürdün sürdün
İri bir ruj lekesine benzetinceye kadar
Sonra da öptün kendini, öptün öptün
Orası neresiydi, unuttun şimdi
Adsızlığa çok yakışan bir yerdi.'' (Sayfa: 277)
*
''İnsan iki kişi olmalı, değil mi
En azından iki kişi
Sen yalnızsın
Yalnızlığın her zamanki ikindisi.'' (Sayfa: 279)


*
''Kapı mı çalınıyor ne -gidip açıyorum-
Kimse yok
Peki
Nasıl karşılanır yok olan bir şey
Karşılıyorum
Birlikte salona geçiyoruz.
Oturuyoruz karşı karşıya
Yok olan şeyle ikimiz
Sarı koltuğa çöküyor o -her şey sarı zaten-
Ben kahverengi koltuğa oturuyorum -her şey kahverengi-
Kimse görmüyor bizi
Göremezler ki
Uçup uçup konuyoruz yerlerimize
Bir konfeti demetinden kopmuş gibi
Düşlerimizden saçılmış gibi'' (Sayfa: 281-282)
*
''Anlıyorum
Gezintiye çıkmış mutluluk o
O, yok olan şey
Büyüyünce bulacak
Büyüyünce sevecek beni.'' (Sayfa: 283)
*****
*
''Yıllar geçmedi, yıllar eskidi
Dokunduğum yerde kalıyorum
Yaşlı bir kelebek gibi.''
*
''Benzersiz bir geyiği okşar gibi
Sevgisizliği okşayıp geçtim
Yol boyunca insanların
Uzak yakınlığını
Okşayıp geçtim'' (Sayfa: 285)
*
''Her günkü sözler, her günkü konuşmalar
Aynı plaklarda aynı şarkılar
Tutmuyor hiç birbirini
Ve
Mutluluk
Bir kibrit çöpü ne kadarcık yanarsa.'' (Sayfa: 286)
*
''Arada mektup yazıyorum sana
Ah, olmayan sana. Hiç olmadın ki'' (Sayfa: 287)
*****
*
''Ah bu nisan yağmurları
Hüznünü kaybetmiş çocuklar gibi şaşkın
Yağıp bitiyor
Bitsin
Çok tenha bir kahvedeyim
-Ah, aşkların çocuk bahçesi
Neden ömrün çok kısa-
Neden buruk bir özlemdir anılar
Ve özlem olarak kalacaktır da'' (Sayfa: 293)
*****
*
''(Ölen her canlının son sesi
Bir yaşam dolusu sesten
Daha çok akılda kalıyor)'' (Sayfa: 296)
*
''Zamanlar geçtikçe neden
Mutluluk mahzunluk oluyor fotoğraflarda
Acaba
Kader mi, acı mı, hüzün mü dünyanın rengi
Mahzunluk mu yoksa yaşam
Ve doğruyu söyleyen yalnız
O mu, Rilke mi
Ölümünü içinde taşıyan.''
(..)
''-Ah, aşkların çocuk bahçesi
Neden ömrün çok kısa-'' (Sayfa: 298)
*****
*
''Hiçbir şey elimde değil
Sevmek istiyorum, sevemiyorum
Çarpıyor birbirine kalbimin kapıları
Gülmek istiyorum, gülemiyorum
Öne geçiyor acılarımın çizgileri
Vermek istiyorum, veremiyorum
Geri çekiyor beni tenimin güçlü dokusu
Konuşmak istiyorum, konuşamıyorum
Kapanıyor büsbütün dudaklarım'' (Sayfa: 299)
*
''Ve şimdi
Her yengi, her yenilgi
Her tutarsızlık, her ikilem
Güzelliğimi doldurur benim
İstesem de eskiyemem
Ve artık
Çok sesli bir müziğimdir ki ben
Tek zevki duyarken gövdemde
Kendimi kendime sunarken.'' (Sayfa: 301)
*
''Giyinip dışarı çıkıyorum hemen
Ben bu 'evler'e sığamam.'' (Sayfa: 302)


*
''Ah güzel yaşam.! sevgilim ölüm.!
Ben yalnız ikinize hayranım'' 
*
''Kapandım kapandım kapandım
Kabuklu bir deniz hayvanı gibi demin
Yağmurluğumun içine
Fırladım caddelere çıktım
Günaydın, dedim, sütünü esirgemeyen
Eski bir mezar taşına
Günaydın.!
Ne güzel bir duruşun var senin
Doğayı kımıldatmadan
Islandım
Kıyılara indim, ıslak kumlara bastım
Ayak izlerimi sevdim, okşadım''
*
''Not: ben bugün biraz
Yaşamı kımıldattım
Bir bardak konyak içtim ve
Ölüme kurulandım.'' (Sayfa: 305)
*****
*
''Porselenler yapıştıran bir ermeni var-
Kuşlar kuşların yanına, yapraklar
Yaprakların yanına
Hiçbir şey yalnız kalmıyor
İnsandan başka dünyada'' (Sayfa: 309)
*****
*
KENDİME
*
''Her şey ki bir yorumdu, sonuç değildi
Sonuç ki zaten yoktu'' (Sayfa: 317)
*****
*
Ben ben idim, onlar oydular
Karanlık indi bize sığındı
Yılları çok çağlar gibiyiz
Günleri çok yıllar gibiyiz
Uzun sessiz bir ağlamak gibiyiz
Geyik akarsuları özleyince
Akmamız yok, çekilmiş nehirler gibiyiz
*
Yelin sürdüğü yaprağı mı iteceğim
Kötülük nedir, var mıydı bilenimiz
İyilik nedir, var mıydı bilenimiz
Ana karnında sütten
Bembeyaz örülmüşüz de
Derim ki -demek istemem- vahşetin imleriyiz
*
Ben ben idim, onlar oydular
Geçip de geri dönmeyen bir yeliz
İnsan akar insanı özleyince
Yılları çok bir gün gibiyiz
*
Akmadık. (Sayfa: 321)
*****
*
''Ki bazı sözlerin anlamı
O sözlerin söylenişindedir''
*
''Ben bu derinliği bu kadar
Nerden bulayım
Ki herkes nerden bulsun
Bulmanın dili aramaktır.'' (Sayfa: 324)
*****
*
''Ey benim ıslak yalnızlığım
Umudum senden doğsun.'' (Sayfa: 325)
*****
*
Ve ağzım ağzını öptü ise
Çünkü için sözle doludur
Elim eline değdi ise
Çünkü elin yaratılmış işler doğurur
Gözlerine baktım ise
Ki bakmışımdır
Onlar bir denizi sezme derinliğindedir
Ve saçlarına
Ve boynuna
Ve omuzlarına
Baktım ise
Ki bakmışımdır
Onlar bir kuşun uçuşunu
Sezme derinliğindedir
*
Ey sözlerim benim
Onlar ki bana her zaman
Bir diriliş verenedir
*
Meselim bitmeyendedir. (Sayfa: 333)
*****
*
I
*
KAÇIŞINA UĞRAYAN ÇİÇEK:
*
''Ah şu yağmurlar durmasa ya
Ne güzel ıslanıyor ilkyaz
Ne güzel ne güzel ne güzel
Denize zorla sokulmuş
Ağlamaklı bir çocuk gibi.'' (Sayfa: 347)
*****
*
''Örneğin parmak uçlarıyla satın alınan bir pul
Yol aldıkça büyürdü geçtiği ülkelerde'' (Sayfa: 354)
*****
*
''Duydum duydum
Yağmurgillerden bir boğuntu bu
İlkyazı dışta bırakmazsam
Soruyorum kendime
Sıkıntıgillerden bir olarak
Bu dünya kaç boğumlu.'' (Sayfa: 360)
*****
*
''Ah bu çekik gözlü akşamüstleri.!
Ve kahverengi
-----(Herhangi bir yarın
-----Herhangi bir yarından sonra)'' (Sayfa: 364)
(..)
''Bir fotoğrafta çıkmak gibi oluyor her şey
Anlamadığı bu
-Ve anladığı-
Ben ki bir boy fotoğrafıyım -diyor-
Yaşarken yaşamazken
İkisi de aynı şey
Aynı
Yani bir fotoğrafta çıkmak
-Ah bu kımıltısız akşamüstleri.!-
*
Boşluğun ölüsünü kaldırıyorlar
Kadınlar kirpikleriyle
Adamlar yere bakarak
Çocuklar incecik dudaklarıyla
O
'Bir fotoğrafta çıkmak.!'
Durarak kaldırıyor boşluğu
Çünkü
Fotoğrafta çıkmak
Çoktan ödünç almış oluyor onu.'' (Sayfa: 365)
*****
*
''İlkyazları sevmiyoruz artık, yaşlandık da ondan mı
Aşkımızı seyrediyoruz sanki uzaktan
Oysa yok biten bir şey aramızda, yok da
Hep aynı kalmıyor ki yakın duygular
Demiştin bunları bir bir, anımsıyorum
Mutlu da olsa insan mutsuz da
Her an yeniden yaratabilirmiş kendini
Demiştin, bir sabah, bir başka aşkla.
*
Sen ölüm.!
Seni hiç düşünmeden yaşadık
Seni hiç düşünmeden yaşayacağız bundan sonra da.''
(Sayfa: 367)
*****
*
''Üzülmüş bir denizmiş, çok sessiz bir denizmiş de
Sanki en küçüğünden bir balık kalmış'' (Sayfa: 373)
*****
*
SONA KALSA:
*
''Evet, aralık kapıdan soğuk geliyor
Tam kalbimin üzerine bu akşam.'' (Sayfa: 380)
*****
*
''Bir uzaklığı teraziyle ölçer gibi
Göğsümde yoğunlaşan sıkıntı
Ve
Masamın üstü karmakarışık
Şiirlerin de ski tadı kalmadı.'' (Sayfa: 382)


*
''Gökyüzüm oldukça diri
Kalbimde yüzüyor yıldızlarım
Ya ayaklarım
Mahzun bir atınki gibi kırlarda
O kadar sersem.'' (Sayfa: 386)
*****
*
''Gözlerinden uzat dudaklarını bana.'' (Sayfa: 388)
*****
*
''Şunu da söyleyeyim, sen benim
Bilmemin başlangıcısın olsa olsa.'' (Sayfa: 394)
*****
*
3.
*
Duyuyorum çıtırtısını gözlerimde
Önümde uzayıp giden kumsalın
Bir deniz minaresinin diliyle
Farkındayım sessizliğe ve
Sonsuzluğa çağrıldığımın.'' (Sayfa: 399)


6
*
- Kim söyler caz şarkılarını en iyi
- Zenciler, zenciler
- Ama sen beyazsın ne haber
- Benim de kapkara yaptılar içimi. (Sayfa: 400)
*
7
*
Söyledim miydi sana
Bir düş olduğunu onun, ödünç aldığım
İki beklenti arasında bir düş
Onunla en yakınken uzanıyorum senin yanına
Onunla iç içeyken sarılıyorum sana
Çekilince ondan özlüyorum seni
Çünkü sen
Sen benim sevmemin başlangıcısın olsa olsa. (Sayfa: 401)
*
13
*
Yukarda taş bulutlar, taş
Yıkıldı yıkılacak
Aşağıda, çok aşağıda
Bir telaş, bir kaçış, bir çırpınış
Akarsudan yapılmış bir ölüm gibi yaşamak. (Sayfa: 402)
*****
*
YÜZME HAVUZU
*
''- Ama biz dağınık kaldık.
- Sevgimizle, sevgisizliğimizle.
- Mutluluğumuzla, mutsuzluğumuzla.
- Özlemlerimizle, yitikliğimizle.
- Her neyse, her neyse..'' (Sayfa: 415)


*
''Örneğin
Ne zaman açık kalsa bir piyano
Sol la si do
Sol la si o
Sol la si do
Sol la si o
Sanırım işittiniz. Şimdi
Lütfen şu boşluğu biraz çekiniz
Çekiniz ki şu görkemli bahçeye
Bir kez daha geçelim -bilmem ki ne dersiniz-'' (Sayfa: 420)
****
*
''Işıklarımı söndürdüm, sabah
İşte sabah, dedim, sesimi
Bir ay ışığı likörü gibi dilimde kaydırarak
Bir çakıl kaç yönü gösterirdi. Kristal
Bir prizma kaç yönü
Tam o kadar penceremi boşluğa açtım'' (Sayfa: 422)
(..)
''Düşünülmemiş bir sessizlik içindeydi ortalık -çünkü
Düşünülmüş sessizlik yoktur-'' (Sayfa: 424)
*****
*
OTEL MÜDÜRÜNÜN YARDIMCISI:
*
''Taş kovuğundan düz kumlara seğirten
Mor gözlü, arsız bir ahtapotun
-Her bitişi bir başlangıca ekleyen 
Sürekli- 
O doyumsuz seyircisiyim ben.'' (Sayfa: 430)
*****
*
''Ah sonsuz uyum, sonsuz uyum
Sapsarı, güz kokulu, yanık sümbül gözlü bir kızdım
Daha sapsarı, daha güz kokulu, daha yanık sümbül gözlü bir kadın oldum.
*
Yaşamın huyuydum artık. Kim bilir kimin
Kimlerin anısıydım
Üstü haçlı deniz kabuklarını işler gibi
Yaşanan bir çağın arasından fışkırmış
Yepyeni bir çağı işler gibi
Ağır ağır işledi bir deniz beni
Suyu suyuma vurdu
Suyu suyuma uydu
Büyülenmiş bir kırlangıçtı da sanki
Sonunda
O sonsuz
O derin
O görkemli uyumu buldurdu bana.
*
Ve ben ki
Güzel yazmayan ama güzel anlatan
Ve güzel anlatılan
Bir sanemdim de saklamamı dışa çıkardım
Ve eşsiz kâselerimle içkimi sundum
Ve bir ortaçağ sahafı gibi
Özenle yerleştirdim kendimi
Yaşamın büyük suyuna
Kösnül suyuna
Kendimi buldum.
*
Nedir ki, dedim, bir büyük aşk bir çoğul aşktan başka
Onu ben yaratmadım ki
Öyleyse ben kullanıyordum.'' (Sayfa: 440)
*****
*
''Bir kiraz ağacında iki tek kiraz
Dua sözleri söyler gibi bir ağzın ucunda kımıldadılar'' (Sayfa: 441)
*
''Sana kendimi kattım, uyumun benimle başlasın, dedim
Hiç kimseyi tedirgin etmemişimdir ben, biliyor musun
İçimdeki geceyi bile'' (Sayfa: 442)


''Herkes alıp götürüyor -ne kaldı-
Geri getiriyorlar sonra -ne kaldı-
Çok acı, çok acı
İlk kez böyle olmuyor
Son kez de böyle olmuyor
Hemen hemen hep böyle
Geri verilenler
Alıp götürdüklerine
Hiç mi hiç benzemiyor.'' (Sayfa: 446)
*
''Bunca yıl geçti, ne tuhaf
Önce yüzünü unuttum
Nedense önce yüzünü'' (Sayfa: 448)
*
''Ne yapsam bütünleşemiyordu olup bitenler bende. Oluşuna şaşırmış bir çakıl gibiydi yüzüm. Dümdüz, çizgi tutmayan bir çakıl gibi. Tek bir anlam çizgisi yer etmemişti yüzümde ya da bana öyle geliyordu. Dışımdaki varoluş biçimleri, dışımdaki devinimler de durumumun yansımasıydı bir bakıma. Tanrı adı gibiydi bütün adlar, tanrı yüzü gibiydi bütün yüzler.'' (Sayfa: 451)
*
''Ansızın bir cenaze arabası belirdi kapının önünde. Çiçeklerle gökyüzünün arasında sıkışıp kalmıştı sanki.
Dedim ki, kurtuluyorum işte. Düş bir bataklıktır gerçeklik de.'' (Sayfa: 452)
*
''- Öyleyse bir kadeh cin, bir kadehcik cin
Limonlu cin, portakallı cin
Adamakıllı bir cin, dopdolu bir cin
Nasıl olursa olsun bir cin
Sıradan bir cin, yapayalnız bir cin
Benim gibi bir cin, onun gibi bir cin
Hepimiz gibi bir cin
Evet
Lütfen.'' (Sayfa: 453)
*****
*
''Her şey kaçınılmaz bir ayrılıktı çünkü. Her şey bir belirsizlik, bir yanıtsızlık, bir.. Yani bir avucumuz hep öteki avucumuzda. Öyle değil mi.?'' (Sayfa: 460)
*
''İsterse tutardı iki gaz lambası arasında ve yansıtırdı günlerce bir hüznün gittikçe ölen mavisini. Öyleydi. Bir dudak büküşüyle aşkın doğasını ölçer ölçer ve üzünçler biriktirirdi. Ve yetinmezdi. Buğulu bir cam imgesini eliyle siler gibi yaparak ister ister isterdi. Haklıydı. Çünkü biz iki ayrı kavimdik de sanki, sınırlarımıza gelince.. nedense bir bilinmezlikti.'' 
(..)
''Yüzyılların tortusundan yaratılmış gibiydi. Yüzüyse her çağa uygun bir yüzdü. İç çekişi ilkel bir gülümsemeyle kucaklaşırdı, ağlaması çok eski bir şarkıyla. ''Uzaklardan geldin, atını değiştirdin, yeniden uzaklara gittin, geceyi bir handa geçirdin, uyanınca baktın ki yola çıktığın yerdesin,'' derdi. Ve derdi: Ayrılıklar tanışmamış gibi olmanın gene de bir suretidir. Ey suret.! neden iki kişisin.?'' (Sayfa: 461)
*****
*
''Çok sevmek sevmemenin içgüdüsel bir çılgınlığı mıydı acaba.?'' (Sayfa: 462)
*****
*
''Ey geçmiş.! silindikçe, silindikçe bugünle donanırsın
*
Ey şimdi.! geçmişle süslenirsin sen de.
*
Ey zaman aralıkları, zaman aralıkları.! bilmem ki ne isterdiniz bir gidiş-dönüş biletine.'' (Sayfa: 465)
*****
*
''Eh ben de neyim ki zaten, yıllardır
Kâğıttan bir gemi gibi suların akışına kapılmış
Umarsız, sevgisiz, başıboş
Yaşamışım yazgının o hileli zarını'' (Sayfa: 469)
*****
*
''Dışarı çıkmadık, çünkü hep dışardaydık
İçeri girmedik, çünkü hep içerdeydik
Bir oteldik ki hepimiz
Öylece otel kaldık.'' (Sayfa: 477)


*
HOPARLÖRDEKİ SES: Acılarınıza iyi bakın.! Sevinçlerinize iyi bakın.! Çiçeklerinize iyi bakın.! (Sayfa: 482)
(..)
METRDOTEL: Düşünüyorum da, niye bağlanmalı iki insan birbirine.? Niye.? Sevginin sadece sevgiye benzemesini anlayamıyorum ben. Çok yapay, çok alışılmış bir şey bu. Nedense çoğunluk böyle yaşıyor. O çoğunluk ki, yüzyıllar boyu sevginin gerçek dengesini bozmuş, yaşamın gerçek yüceltisini altüst etmiş.
*
BAYAN SARA: Birlikte yaşamak, yaşamayı birlikte süslemek daha görkemli geliyor bana. Adı ne olursa olsun; siz aşk deyin, ne derseniz deyin, benim tek gerçeğim bu. Ama..
*
METRDOTEL: Evet, Bayan Sara.?
*
BAYAN SARA: Ama oyunun kurallarını çok iyi bilmek gerekir. Hayır, hayır.! Oyun sözcüğünü yanlış kullandım. Ancak iki kişilik somut bir yaşamı, somut bir sevgiyi amaçladığımı söylemek istemiştim. Oysa siz aşkı da, dolayısıyla yaşamı da soyutluyorsunuz. Sorarım, bu durumda cinsellikten başka ne kalır geriye.? Hiçbir şey.!
*
METRDOTEL: Tersine, çok şey kalır, Bayan Sara. Sevginin çeşitlenerek zenginleşeceğine, kişiyi daha güçlü yapacağına inanıyorum ben. Şimdilik düşünülmesi bile güç gelebilir size. (Sayfa: 485)
(..)
BAYAN SARA: Evliydim. Üstelik ilginç bir yaşamımız vardı. Çok tuhaf.! Sevgiyi sevgiyle yıkmak istedik sanki. Tam öyle işte. Evlendikten kısa bir süre sonra her şey birden değişiverdi. Ben diye, o diye bir şey yoktu artık. İkimiz diye bir şey de yoktu. Öyle ki, içinde bulunduğumuz boşluğu bir heykel yaratır gibi yonta yonta, sonunda yokluk denen anıtı tamamlayıverdik.
*
HOPARLÖRDEKİ SES: Karşılıklı sevginin özgürlükle de, bağlılıkla da hiçbir ilgisi yoktur. Sevgi demek çelişki demektir. Denge bozulmalı, çelişkiler altüst etmeli her şeyi. Gruşenka ile Dimitriy'i anımsayın. Çelişkiler ayırdı onları, çelişkiler birleştirdi sonunda. Mutluluk sürüp giden çelişkilerdir. (Sayfa: 486)
***
II. BÖLÜM:
*
BAYAN SARA: Neden olmasın.? Görmesini bilenler için müzik görülür. Hatta dokunulur bile ona. (Sayfa: 493)
*****
*
HERHANGİ BİR GÜN:
*
(- Peki ben hangi rolü oynuyorum
- Sen salağın birisin, onun için insan ruhunu oynayacaksın)*
*
* ''Yedinci Mühür'', İngmar Bergman (Edip Cansever'in notu.)
*
(Gösteri, Mayıs 1987) (Sayfa: 504)
*****
*
''Bükülüp uçurumuna sapından
Kendini öpüyordur kalbindeki papatya.''
*
(Yayımlanmamıştır, 15 Mart 1986) (Sayfa: 506)
*****
*
Biçilen ot rengi bir alışkanlıkla
Başımı yukarıya kaldırıyorum
Her şey ne kadar yakın, her şey ne kadar uzak
Gözyaşlarım bile
Gülüşlerimle örtülü.
*
Otlarla çiçeklerle bezeli
Dar yolda yürüyorum usul usul
Parmakları süslü bir tanrıçayı
İncitmekten çekinir gibi.
*
(Adam Sanat, Aralık 1985) (Sayfa: 508)


*
- Bana hiç görmediğin bir çiçek adı söyle
- Bir değil, birkaç değil, binlerce
Bir yaşam boyu besledim onu
Büyütüp can verdim gözlerimde
*
- Bana bir giz gibi bir çiçek adı söyle
- Önümüz ilkyaz, menekşe değilse ne.?
*
(Yayımlanmamıştır) (Sayfa: 520)


*
YAYLA GEZİNTİSİ
*
Sıradağlar canfeslenir ıslanır,
Ala sabah yaylalara yaslanır,
Kolca kopuz aşk ilinde paslanır,
*
Yandı yollar; dağlar yeşil, pembe mor
Suna boylum şadırvanda bekliyor
*
Burcu burcu, ipek ipek gülleri
Meyvaları çekmez olur dalları
Çiğdemlidir nane kokan yolları
*
Yandı yollar; dağlar yeşil, pembe mor
Suna boylum şadırvanda bekliyor
*
Yayla beli akşam üstü allanır,
Son ışıklar bahçelerde pullanır,
Gül fidanlar gonca verir dallanır,
*
Yandı yollar; dağlar yeşil, pembe mor
Suna boylum şadırvanda bekliyor
*
EDİP CANSEVER
(İstanbul, C.1, S. 7, 1 Mart 1944, s. 14) (Sayfa: 523)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...