13 Temmuz 2020 Pazartesi

Vladimir Nabokov - Lolita, Çeviri: Fatih Özgüven

Vladimir Nabokov - Lolita, Çeviri: Fatih Özgüven
''Aslına bakarsanız, okuyucum ''dokuz'' ve ''on dört'' yaşlarını, üzerinde bu benim supericiklerinin yaşadığı, sis perdesi aradında gizli bir denizle çevrili, sahillerinde insanın aksini seyrettiği, kayalıkları gülpembesi, büyülü bir adanın sınırları olarak düşünsün isterim.''
(Sayfa: 20)
***
''..yirmi beş yaşında bir erkeğin on altı yaşında bir kızı elde etmesini onaylayan ama on iki yaşında kızlara el sürdürtmeyen bir uygarlıkta büyümeye başladığımı fark ettim.'' 
(Sayfa: 22)
***
''Belki de bir gün, bir yerde, daha az rezil bir zamanda yine karşılaşırız.''
(Sayfa: 121)
***
''Okuyucumu benimle ve benim zihinsel uyuşukluğumla dalga geçmemesi konusunda uyarmak isterim. Hem onun hem de benim için geçmişteki bir gizi oturup bugün de çözüme kavuşturmak iş değil tabii. Ama inanın bana, ağlarını ören kader, okurken tek yapmanız gereken şey ipuçlarını gözden uzak tutmamak olan o dürüst dedektif romanlarına benzemez. '' (..) ''Hepimizin, bizim için özel bir anlam ve önem taşıyan olayları üzerimize çekmek amacıyla tanrılar tarafından özenle seçilmiş ''kader nesneleri'' vardır; kimininki aralarda dönüp gelen bir manzaradır, kimininki bir sayıdır.'' (Sayfa: 244)
***
''Kendisiyle oyun oynamaktan vazgeçtiğimizde bir köpeğin kalbinin nasıl kırıldığını hangimiz bilebilir.?'' (Sayfa: 275)
***
''Çevre değişikliği, hesabı görülmüş ciğerlerle yüreklerin bel bağladığı geleneksel bir yanılgıdır.'' (Sayfa: 276)
***
''Toz pudra yoğunluğunda bir ışıkta tel üzerinde klasik bir zarafetle adım sektirmeksizin yürüyen cambaza imreniriz hepimiz; ne var ki korkuluk kılığıyla, gülünç bir sarhoşun taklidini yaparak gevşek bir ipin üzerinde yürümek çok daha az rastlanan bir beceridir.!''
(Sayfa: 288)
***
''Bir şeyi iyi bilmekten, ancak her şeyi bilmememden alçakgönüllülük duymaya yetecek kadar gurur duyarım.'' (Sayfa: 289)
***
''Bana -bugünkü halimle, kalbim, sakalım ve bütün çürümüşlüğümle bana- Dolores Haze adlı Kuzey Amerikalı bir çocuk-kızın manyağın biri tarafından çocukluğundan yoksun edilmesinin sonsuzluğun akışı içinde zırnık kadar önemi olmadığı kanıtlanmadıkça, işte bu kanıtlanmadıkça (ki bu kanıtlanırsa hayatın kötü bir şakadan başka bir şey olmadığı da ortaya çıkacaktır) zavallılığıma ancak bir tek şeyin ilaç olacağına inanıyorum; ağzı kalabalık sanatın yaratacağı nafile bir kocakarı merhemi etkisi.. Eski bir şairin dediği gibi:
*
Güzelliğin ölümlü bilincine ödenecek
Vergi biz ölümlülerin ahlâk bilincidir.'' (Sayfa: 326)
Vladimir Nabokov - Lolita, Çeviri: Fatih Özgüven
''-zorlanan her sınır kendisini aşan bir şeylerin de habercisidir-'' (Sayfa: 326)
Vladimir Nabokov - Lolita, Çeviri: Fatih Özgüven
''..şu karşılığı vermişti Lolita'cığım:
'Biliyor musun, ölmenin en korkunç yanı insanın bütün bütüne tek başına olması'..''
(Sayfa: 327)
***
''..o hayvanca birlikteliğimiz sırasında gelenekçi Lolitam, yavaş yavaş en sefil aile hayatının bile uzun sürede bu öksüze sunabileceğim en iyi şey olan bu baba kız aşkı bozuntusundan iyi olduğunu fark etmişti.'' (Sayfa: 331)
***
Ölçüleri hemen almayı, ameliyata girişmeden önce de ilk takımı hazırlamayı önerdi. Ağzım onun için paha biçilmez definelerle dolu bir mağaraydı, ama içeriye girmesini engelledim.
''Hayır,'' dedim, ''iyice bir düşündüm de, hepsini Dr. Molnar'a yaptıracağım. Ücreti sizinkinden daha yüksek ama, tabii sizden çok daha iyi bir dişçi.''
Okuyucularımdan bir teki bile hayat boyu böyle bir şey söyleme fırsatı ele geçirecekler mi bilemem. (Sayfa: 335)
Vladimir Nabokov - Lolita, Çeviri: Fatih Özgüven
''Aquinalı Thomas haklıydı. Hayatın önemli anlarında insanlar için görme duyusundan çok daha değersiz olan dokunma duyusu, gerçekliğe varma konusunda tek değilse de başlıca araçlarımızdan biri oluyor.'' (Sayfa: 351)
Vladimir Nabokov - Lolita, Çeviri: Fatih Özgüven
'LOLİTA ADLI BİR KİTAP ÜZERİNE'
...''gerçeklik'' (tırnak içine alınmadıkça hiçbir anlam vermeyen sözcüklerden biri de budur..
(Sayfa: 359)
***
Benim için bir sanat eseri, kabaca 'estetik mutluluk' diyebileceğim şeyi sağladığı sürece varolur. (Sayfa: 362)
Vladimir Nabokov - Lolita, Çeviri: Fatih Özgüven
..Hiçbir şey bağnazlığın bayağılığı kadar eğlendirici olamaz.. (Sayfa: 362)

12 Temmuz 2020 Pazar

Jack London - Vahşetin Çağrısı

#JackLondon #VahşetinÇağrısı #ÇeviriLeventCinemre

#JackLondon #VahşetinÇağrısı #ÇeviriLeventCinemre

''Dayağını yedikten sonra adama yaltaklanan, kuyruk sallayan hatta elini yalayan köpekler gördü Buck, bu kabahati asla işlemedi ve adama yaltaklanmadı. Bir de ne emirlere uyan, ne de boyun eğen ve sonunda egemenlik mücadelesinde öldürülen bir köpek gördü.'' 
(Sayfa: 10)
***
''Demek burada işler böyle oluyordu. Adil oyun diye bir şey yoktu. Bir kere yere düştün mü sonun geldi demekti. Eğer öyleyse, o da hiçbir zaman yere düşmeyecekti.'' (Sayfa: 14)
***
''Buck'ın bu ilk hırsızlığı, onun acımasız Kuzey Toprakları ortamında hayatta kalabilecek bir köpek olduğunun işaretiydi. Yine bu hırsızlık, onun değişen koşullara kendini uydurma becerisini gösteriyordu ki böyle bir beceriden yoksun olmak, hızlı ve korkunç bir ölüm demekti. Ayrıca bu hırsızlık, hayatta kalmak için amansızca mücadele ederken anlamsızlaşan veya bu mücadeleye engel olmaya başlayan ahlaki değerlerinin bozulduğunu veya parçalandığını gösteriyordu. Güney Topraklarının sevgi ve paylaşım yasası altında yaşarken özel mülkiyete ve bireysel duyarlıklara saygı göstermek tamamdı da Kuzey Topraklarında, sopanın ve dişin yasası altında bu tür şeyleri önemseyenler enayi sayılırdı..''
(Sayfa: 21)

#JackLondon #VahşetinÇağrısı #ÇeviriLeventCinemre

*
Kolunu uçuruma doğru uzatarak, ''Atla Buck.!'' diye emretti. Bir sonraki an, Hans ile Pete onları güvenli bir yere çekene kadar, aşağı atlamasın diye uçurumun tam kenarında Buck ile göğüs göğüse mücadele ediyordu.
Her şey bitip biraz soluklandıktan sonra Pete,'' Esrarengiz bir şey,'' dedi.
Thornton ise başını sallayarak, ''Hayır,'' dedi, ''muhteşem bir şey ve aynı zamanda korkunç..'' 
(Sayfa: 79)
*
''Vahşi hayatta bir sabır vardır, hayatın kendisi gibi yorulmak bilmez bir ısrarcılıkla bir şeyin peşini bırakmayan azimdir; örümceğin bitmek bilmez saatler boyunca ağının başında beklemesi, yılanın halka halinde çöreklenip oturması, panterin pusuda hareketsiz durmasını sağlayan şey, bu sebattır; tuhaftır ama o anda henüz canlı olan besisini avlamak için bütün canlılığıyla peşinde koşan avcı da sahiptir bu sabra..'' (Sayfa: 100)

#JackLondon #VahşetinÇağrısı #ÇeviriLeventCinemre

Stefan Zweıg - Kızıl

Stefan Zweıg - Kızıl

7 Temmuz 2020 Salı

Azra Erhat - Mavi Yolculuk

Mavi Yolculuk I
Azra Erhat - Mavi Yolculuk
''Doğanın özenerek yarattığı ülkeler, bölgeler vardır. Oralara güzel deriz. Ama güzellik kavramı insana göre değişir. (..) Havası suyu iyi diye bir deyim var ya, yaradılışta sırf faydayı arayan insanlar doğal güzelliği görmezler bile..'' (Sayfa: 5)
***
''Bir bölgeyi kendi yerlileri dışarıya doğru değerlendiremez; dışarıdan gelip o bölgenin güzelliğini, elverirliğini yeni gören ve görünce de dile getirmek, anlatmak, yaymak hevesine kapılan şairler, yazarlar, aydınlar değerlendirir. Bizde bu çeşit aydın, parmakla gösterilebilecek kadar azdır. Aydın, dört duvar arasında İstanbul'da yaşar, mahallesini, bilemediniz adasını -o da Marmara adalarından biriyse- anlatır. Yok, köy romanı yazıyorsa, Anadolu'nun on binlerce köyünden birinin ötekine tıpatıp benzeyen çetin koşullu yaşayışını anlatır. O koşulları değiştirmek, o köyü kalkındırmak isteğini uyandırır bu romanlar okuyucuda; şair gözüyle görülmüş, şiir diliyle yazılmışsa oralarını tanıtır, belki sevdirir bile bize, ama orada yaşamak şöyle dursun, sanmam ki anlatılan yerleri gitmek görmek hevesini versin birimize. Nasıl versin ki bu gerçekten, yüzbinlerce tanıkları arasında bir tanık olmaktan ileri gidemeyeceğimizi anlar, tek başına ülkücülükle 20. yüzyıl dünyasında bir fayda sağlanamayacağını biliriz. Köy romancıları da, bir iki kitapları tutunduktan sonra köye bir daha dönmemecesine şehirde yaşamıyorlar mı.?'' (Sayfa: 5-6)
Azra Erhat - Mavi Yolculuk
''Halikarnas Balıkçısı, Bodrum'u kendine yurt edinmişti. Talihin cilveleri arasında mutluları da olur. Balıkçı Bodrum'a sürgün gitmişti. Adı yeraltı derinliğini, karanlığını yansıtan Bodrum meğer onun çocukluktan beri özlediği mavi sonsuzluğa açık, taşı ak, toprağı verimli bir ışık ve renk cennetiymiş.Balıkçı burada bir destan yazar ve bir destan yaşar. Dinleyin Mavi Sürgün'ün kapağında Sabahattin Eyüboğlu nasıl anlatmıştır bu destanı: ''Zindan karanlığını hürriyet mavisine döndürmüş bir yaman insan soluğudur bu kitaptaki. Bu soluk otuz yıldır, gittikçe daha gür, daha dolgun bir Batı Anadolu destanı savuruyor bize. Ege tanrılarının ve insanlarının yenmiş haklarını arayan bir destan.
Denizlerin en mavisiyle sarmaş dolaş olan bu destanda tanrılar bir insan sıcaklığı, insanlar bir Tanrı yüceliği kazanır, kara günler içinde ak günler doğar, yoksul ellerden bereket saçılır, en mutsuz yaşantılardan en mutlu ötelere yollar açılır, yürekler acısı gerçekler Tabiat Ana'nın gülümser bakışında erir, topraklar yeşerir, sürgünler mavileşir.
Bu destanda insanoğlu zaman zaman kirinden pasından arınıp yalın yürek sonsuz evrenin karşısına dikilir, bu canım dünyayı cehenneme çeviren savaşlara yuf diye, ekmeği, şarabı ve sanatı yaratan barışlara merhaba diye seslenir.'' (Sayfa: 9-10)

***
''Halikarnas Balıkçısı, Bodrum'u kendine yurt edinmişti. Talihin cilveleri arasında mutluları da olur. Balıkçı Bodrum'a sürgün gitmişti. Adı yeraltı derinliğini, karanlığını yansıtan Bodrum meğer onun çocukluktan beri özlediği mavi sonsuzluğa açık, taşı ak, toprağı verimli bir ışık ve renk cennetiymiş.Balıkçı burada bir destan yazar ve bir destan yaşar.'' (Sayfa: 9)
***
''Dinleyin Mavi Sürgün'ün kapağında Sabahattin Eyüboğlu nasıl anlatmıştır bu destanı: ''Zindan karanlığını hürriyet mavisine döndürmüş bir yaman insan soluğudur bu kitaptaki. Bu soluk otuz yıldır, gittikçe daha gür, daha dolgun bir Batı Anadolu destanı savuruyor bize. Ege tanrılarının ve insanlarının yenmiş haklarını arayan bir destan.
Denizlerin en mavisiyle sarmaş dolaş olan bu destanda tanrılar bir insan sıcaklığı, insanlar bir Tanrı yüceliği kazanır, kara günler içinde ak günler doğar, yoksul ellerden bereket saçılır, en mutsuz yaşantılardan en mutlu ötelere yollar açılır, yürekler acısı gerçekler Tabiat Ana'nın gülümser bakışında erir, topraklar yeşerir, sürgünler mavileşir.
Bu destanda insanoğlu zaman zaman kirinden pasından arınıp yalın yürek sonsuz evrenin karşısına dikilir, bu canım dünyayı cehenneme çeviren savaşlara yuf diye, ekmeği, şarabı ve sanatı yaratan barışlara merhaba diye seslenir.'' (Sayfa: 9-10)
***
''Ömrü tükenmeden bir insan mutlu mu mutsuz mu bilinmez, asıl mutluluk acıyla tatlının, iyiyle kötünün ölçülü karışımıdır..'' (Sayfa: 21)
***
''Balıktan yana talihimiz yok'' dedi biri.
''Elbette olmaz, deniz-tanrı Poseidon'a sunu sunmadık.''
''Ne sunabiliriz ki.? Testi dolusu şarabımız yok bizim.''
''Memişhanedeki kokulu nesneyi sunalım'' dedi Balıkçı ve yarısı ermiş kafuru kalıbını fırlattı attı denize. Poseidon bu sunudan hiç hoşlanmamış olacak ki Balıkçı'ya bir tek balık tutturmadı bundan böyle. (Sayfa: 52)

***
Koştum benek benek ışıkla sarılı teknem,
Çılgın teknem, ardımda yağız deniz atları
*
Rimbaud (Sayfa: 57)

***
''..Keramos'a vardık. Keramos diyorum, çünkü ilkçağda çanakçılığıyla ün salmış, adını bütün bir körfeze verecek kadar önemli bu şehrin biz adını değiştirmiş durmuşuz. Bodrum'da Gereme deniyor ona, oysa resmi adı Ören olmuş. Viran, ören, eski şehir kalıntıları bulunan yerlere denir Anadolu'da. Ama nerede bir harabe varsa, halk arasında yüzyıllardan beri kullanılagelen adını değiştirip de ona örenli, hisarlı, kaleli bir isim takmanın bugün bir anlamı, bir lüzumu olmasa gerek. Yoran'ı Yenihisar, Gereme'yi Ören yapmak adlarını Türkçeleştirmek midir.? Bu gidişle kökleri Türkçe değil diye, adlarını değiştirmemiz gereken şehirlerimizin birkaçını sayayım size: Ankara (Ankyra'dan), Kayseri (Kaesarea'dan), Trabzon (Trapezus'tan), Giresun (Kerasus'tan), Sinop (Sinope'den), Konya ( İkonion'dan), Bursa (Prusa'dan), Manisa (Magnesia'dan) vesaire vesaire. Anadolu'nun adını bile değiştirmeye varır bu gidiş. Kaldıki Yunanca sandığımız bu adların çoğu Anadolu'nun Yunan öncesi çağlarından kalmadır. Bu Anadolulu köklere Yunanlılar yalnız Yunanca ekler takmışlardı. Biz de aynı şeyi yapıp Türkçeleştirdik bu adları; Ankara, Kayseri, Trabzon, Konya gibi Gereme ve Yoran da özbeöz Türkçe adlar oldu. Bunları ne diye değiştirelim.? Bilgisizliğin ve yanlış bir anlayışın ürünü olan bu davranış yurdumuzun binlerce yıllık tarihini silmeye, Türkiye topraklarının yüzlerce ırk ve ulusu barındıran eşsiz bir uygarlık beşiği olduğunu bile bile unutturmaya varır.'' (Sayfa: 59-60)
***
İşte bu gökyüzüdür ki, Küçük Asya'daki Yunanlılar arasında ilk şairleri yetiştirmiş ve coşturmuştu. Yunan bilginleri bu toprakta doğdu. İlk tarih yazarları da bu ülkelerdendi.
*
Winckelmann (Sayfa: 71)
***
''Nietzsche'ye göre Yunan mucizesinin özünde iki öğe vardır, birer tanrısal varlıkla kişilendirilmiş iki kavram: Apollon ve Dionysos; insan çapındaki ölçülerle sınırlanan aydın yaratıcılık ile sınır tanımayan, tabiatla haşır neşir, coşkun, taşkın yaratıcılık. Bu iki akımın kaynaşmasından tragedya doğmuştur, mucizenin sırrını da bu zatların birleşmesinde aramalı. Ama Apollon da, Dionysos da Anadolu'nun yarattığı tanrısal kişilerdir. Apollon'un kaynağı Lykia, yani Fethiye'den Antalya'ya uzanan bölge olsa gerek. Dionysos da Asya'dan gelme, Yunanistan'ın neden sonra benimsediği bir tanrıdır. Hem aslına bakarsanız, o Anadolulu Ana Tanrıça Kybele'nin erkek tanrı kılığındaki bir başka kişilenmesidir. Yunan'ın yarattığı en üstün sanat türü bu iki öğeden katışıksa, öğelerin ikisi de Yunanistan'a Anadolu'dan gelmiştir. Birleşme, sentez Atina'da olmuş; tragedya Atina'da doğmuş, ona diyecek yok. Tragedya yüzlerce örnek arasında bir örnektir, felsefe, tarih, şiir için de öyle, hepsi Anadolu'dan çıkıyor gün ışığına, Atina'da eriyor yetkinliğe. Düşünceye kusursuz bir düzen vermek, böylece geleceğe kalmasını sağlamak Atina'nın insanlığa bağışıdır. Hümanizma çeşitli kaynaklardan gelen kültür öğelerini çığır açıcı yeni bir düzen içinde toplamaksa, Atina ilk Batılı hümanizmanın merkezi oldu diyebiliriz. Ama yanılmamak, tekmil kaynakları Atina'da görmek yanlışlığında düşmemek gerek.'' (Sayfa: 77)
***
Tatlı Venüs, Troya soyunun anası,
İnsanların, tanrıların sevinci.!
Sana gülümser durgun denizin suları,
Yaygın ışıklarla açılır sana gökler.
*
Lucretius (Sayfa: 79)
***
''Bahtsız Aphrodite şehri, hep yıkılmakmış alnının yazısı.! On dokuzuncu yüzyılda Mısır Valisi Mehmet Ali, Kahire'deki sarayını Knidos'tan götürdüğü gemiler dolusu mermerle yaptırmış. Birkaç yıl sonra Newton adlı bir İngiliz konsolosu Tekirburnu'ndan limana düşüp gömülen on bir tonluk mermer aslanı denizden çıkarmış ve haftalar süren bir çabadan sonra bir İngiliz harp gemisine yükleyip British Museum'a aktarmış. Knidos hasattan sonraki bir tarlaya benzer. Eşsiz sanat ürünlerini görmek için Avrupa müzelerini gezmekten başka çare yoktur.''
(Sayfa: 82)
***
''Şu sözü dillere destandır: ''Hayat kısa, meslek uzun, fırsat kaçıcı, deney aldatıcı, karar güç.!'' Hey gidi Hippokrates, binlerce yıl sonra da doktorlarımız bu senin sözünü söylemeyip de ne desinler.?'' (Sayfa: 85)
Azra Erhat - Mavi Yolculuk
Öyle büyük bir komedya ki bu İlyada, yüzyıllardan beri krallar, devletler, imparatorlar sanki ondan aldıkları rolleri oynuyorlar; bütün dünya bu komedyanın sahnesi oluyor.
*
Montaigne (Sayfa: 97)
***
''Geçmişi günümüze karıştırmayı beceremediğimiz için kültürsüz kalıyoruz. Kültürsüz kalmak ne demek.? Bence şudur: gördüğümüz bir yeri yalnız bugün olduğu gibi görmek, onun gözle görünen boyutlarına tarih, arkeoloji ve filoloji bilimlerinin sağlayabileceği derinlik boyutunu katamamak, dile getiremediğimiz bir put karşısında put gibi durmak, bilgisizliğin, kültürsüzlüğün kara duvarını aşamayıp Romantiklerin övmekle bitiremedikleri geçmişi yaşama zevkine bir türlü varamamak. Birkaç dostla birlikte bizim her yıl yapmaya giriştiğimiz ''mavi yolculuklar'' bu kültür zevkini tatmak içindir.'' (Sayfa: 102)
Azra Erhat - Mavi Yolculuk
''Garip bir dağdır bu Kazdağı, hem var hem yoktur. Uludağ gibi belli bir doruğu gözükmez, her an varlığını duyar da kendisini göremezsiniz bir türlü. Gizlenir sanki. Acaba bu göze görünmezliği yüzünden mi bunca efsaneye beşik olmuştur Kazdağı.? (..) Troya'ya yıkım getirecek diye kundakta bebekken İda Dağı'na bırakılan Paris'in bir dişi ayı tarafından emzirilmesi öyle, sonra da delikanlı çağına gelince üç tanrıça arasındaki güzellik ödülüne hakem olarak seçilmesi, öyle. (..)
Kazdağı'nın en esrarlı efsanesi hiç şüphesiz Sarı Kız'dır. Sarı Kız, Alevilerin bir haç yeri mi yalnız, yoksa Kazdağı'nın da haritalarda başka adına rastlanmayan doruğu mu.?'' Sayfa: 108)
***
''Yeryüzünde çoraklaşan topraklarımız ne haldeyse, denizlerimiz de öyle, karasularına fırlattığımız dinamit bombaları yüzünden Homeros'un deyimiyle ''ürün vermez'' olmuş. Balıkçılık diye bir meslek de kalmamış yahut yakında kalmayacak Türkiye'de.''
(Sayfa: 116)
***
''Hasanboğuldu efsanesini Sabahattin Ali anlatmıştır. Kazdağı'nın damgasını taşıyan acı bir efsane: Hasan bir Türkmen kızına gönül vermiş. Kazdağı'nın bir tepe köyünde oturan Türkmen kızı güzel ama mağrurmuş, benim varacağım erkek güçlü kuvvetli olmalı, bir koca çam kütüğünü köyüme kadar taşıyabilmeli, demiş. Hasan da girişmiş bu işe, omuzlamış kütüğü, yürümüş, çıkmış, saatlerce yürümüş, kendinden ağır olan ağaç her adımda daha çok eziyormuş omuzlarını, iki büklüm gövdesinin gücünü tüketiyormuş. Sutüven şelalesine vardığında keçiyolu büsbütün dikleşmiş. Şırıl şırıl sular akıyormuş Hasan'ın ayaklarının altında. İnsanların taştan yollarla kapattıkları bu sular baş döndürücü bir hızla çağlar yokuş aşağı. İki yanı uçurum bir tahta köprüyü de geçtiniz mi Hasanboğuldu'ya varırsınız. Duru bir dağ gölüdür. Hasan işte burada bir yudum su içeyim demiş, sırtındaki kütüğü yere bırakmadan eğilmiş, elini suya uzatmış, o anda başı dönmüş, olan olmuş, yuvarlanmış düşmüş gölün içine. Dağın duru gölleri kapkara kefendir, insan yutunca yüzeyi ürpermez bile.'' (Sayfa: 122)
***
''Yaradılışın yüzyılda büyüttüğü iki koca çamı iki insan elinin yarım saat içinde yok edebileceğine akıl erdiremiyorduk bir türlü.'' (Sayfa: 123)
***
''Bugünkü adını başşehri Mitylene'ye borçlu olan Lesbos Adası MÖ 7.-6. yüzyıllarda iki büyük şair yetiştirmişti: Bu şairlerden biri de kadındı. Alkaios'la Sappho şiirde öyle bir çığır açtılar ki Alkaios'un izinden Batı dünyasının binlerce lirik şairi yürüdü, ama Saphpho gibi bir kadın şair yetişmedi daha.'' (Sayfa: 127)
***
''Bedri Rahmi mavi gezinin şiirini yazmakla, her mavi gezide elinde kalem ve fırçaları, boya kutuları, paletleri ile her eline geçeni resme geçirmekle kalmamış, gezdiği yerlerde de kendinden bir şey bırakmak, doğaya da kendini katmak gereksinimini duymuştur. Fethiye Körfezi'nde Osmanağa suyu denilen bir koyda kocaman bir kayaya boyadığı kocaman balık; çamlar, çeşit çeşit ağaçlar, bitkiler ve çiçekler arasında insan elinin doğaya karışmasının parlak bir simgesidir. Bedri Rahmi oraya bir anıt dikmiştir. Mavi yolcuların hemen hepsi mavi gezinin güzelliğine bir güzellik katmak gereksinmesini duyarlar. Onun içindir ki Bedri Rahmi'nin ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu her gezide bir anıt yapmak üzere tertibat alır ve hiçbir geziden bir anı bırakmadan dönmezdi.'' (Sayfa: 175)
***
''Dostuma da düşmanıma da mavi yolculuk yapmasını dilerim, çünkü bu güzel dünyada dost-düşman, o birleştirici hava içinde insanlığın gerçek birliğini duyarlar, yaşarlar.'' (Sayfa: 184)
***
''..balık aracılığıyla falcılığa antik dünyanın başka bir yerinde rastlanmamaktadır. İster istemez Urfa'nın bugün de geçerli olan kutsal havuzuna gidiyor aklımız. Nasıl bir ilişki kurulabilir, araştırılmaya değer bir sorun. Labranda bütün bir eşsiz anıt ve anılarıyla rahat gezilip zevkle incelenecek bir örendir diyebiliriz.'' (Sayfa: 213)
Azra Erhat - Mavi Yolculuk
Knidos'un en ünlü yurttaşı, çok yönlü bir bilgin olan Eudoksos'tur. Aristo zamanında yaşayan bu Datçalı hem astronom, hem matematikçi, hem fizikçi, hem de filozofmuş. Ayrıca Knidos'un şehir planını kurmuş ve yeni kente yasalarını da vermiştir. Bilim tarihçileri bu Eudoksos üzerinde çok durmakta, kendisinin bilimin gelişmesinde eşsiz bir yer tuttuğunu ileri sürmektedirler. Eudoksos keşfettiği astronomi ve matematik ölçeği ile bilgisayar sisteminin ilk kurucusu olmuş, diyenler var. Asıl önemli ve ilginç nokta, bu ölçeğin taştan yapılmış bir örneğinin son Knidos kazılarında gün ışığına çıkarılmış olmasıdır. Eudoksos Knidos'ta rasathanesini Aphrodite Tapınağı'na kurmakla devrimci bir davranışta da bulunmuştur. Bu tutumun Anadolu'ya özgü olduğu, asrlar sonra Selçuk döneminde Caca Bey Camii'ne bir rasathane aklenmiş olmakla kanıtlanabilir.'' (Sayfa: 250)

3 Temmuz 2020 Cuma

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

Halikarnas Balıkçısı, duvara not tutar. Torunlarının -Aliye, Cevat, Deniz, Murat, Siren, Kibele ve Derya- boylarını, ''Merhaba Apartmanı'ndaki çalışma odasının duvarına renkli kalemlerle işaretler. Böylece, onların zaman içinde büyümelerini gözlemek ister.
Başka bir örnek: Roman yazmaktadır diyelim; duvara çeşitli notlar düşer: ''Mahmut yaralandı'', ''Ayşe sevgilisine kaçtı'', ''Haşmet öldü'' vb. Böylece kahramanlarının son durumlarını unutmamak; yazdıklarını yeniden okumak zorunda kalmamak ister..
Gelin görün ki, eşi Hatice Hanım, titiz ve temiz bir kadındır. Balıkçı'nın evde bulunmadığı bir sırada, onun odasını da boyatıverir. Bir dertlenir ki Balıkçı.
*
''Başkalarının çizdiği çizgiden gitmek özgürlüğüme dokunuyor'' diye çizgili kâğıt kullanmaz.''
*
Şadan Gökovalı, İzmir, 1973 (Sayfa: 11)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

Açıklıklar Yolcusu Öyküsü'nden
*
''Önünde en saf, en duru maviden pırıl pırıl ışıldayan bir enginlik yayılıyordu. Dalgacıklar, şıpırdayan su dillerini uzatıyor, geminin ayaklarını öpüyorlardı. Deniz, o taze taze tuz kokan ılık nefesiyle, seven bir kadın gibi kayığa doğru soluyordu. ''Gel.! Gel.!'' diye türkü söylüyordu. ''Gel koynuma gir.! Ben senin mavi saçlı, mavi bakışlı, mavi gülüşlü sevgilinim. Sana koynumda can vereceğim, sağnağımla ruh vereceğim, seni güçlü kanatlar üzerinde uçuracağım, neden orada cansız bir odun yığını gibi duruyorsun.? Sen ormandaki o köklü ve çakılı duruşundan bezip usanmadın mı.? Gel.. Işığa, güneşe, rüzgâra, denize, açıklara, uzaklara çık. Dalgaların üzerine binip yaylan. Kabaran göğsünle fırtınaları paçavralar gibi yırt, gerilere çarp, yunus balıklarının, uçar kefallerin, açık deniz kılıçlarının yoldaşı ol.! Denizcinin uçan yanık türküsü ol.!''
(Sayfa: 20-21)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

''..arabaya beygir koşulduğu gibi kayığınıza fırtınayı ve kasırgayı koşarsınız. Bilmezsiniz denizler ne güzeldir.''
(Sayfa: 23)


Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

''On beş mil ötemizde, ta uzaklarda yunus balıkları sevişiyorlardı. Onları gördük, yarımşar tonluk yunuslar ufuk çizgisinden yukarı sıçrıyorlar, güm diye denize düşüyorlardı. Bakındı ağalar, balık bir hız parçasıdır. Hız dediğinin, kendine en uygun biçime giresi gelse, mutlaka gider de balık olurdu. Hem de balıkların arasında yunusbalığı olurdu.'' (Sayfa: 24)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

''Foca (Fok) yavrusu, denizden ürken ördek değildir. Kendini, düşmanlarını dişleriyle ısırarak savunamaz. Canları yakılırsa yaşlar dökerek kadın gibi hüngür hüngür ağlarlar. Acaba biz eskiden foca mıydık.?'' (Sayfa: 26)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

''Ancak iki-üç çeşit balık denizin yüzünde böyle durabilir. -Biz buna denizde yürümek deriz.- Onların biri de yunusbalığıdır. Kimi yunuslar kuyruklarıyla denizi sağa sola çarparak dimdik dinelip, birbirini -dişi erkek- karşılayarak kavuşurlar. Ama çarçabuk dermanları kesilir, beraber denize devrilirler. Bunu görenlerin gönlüne acımsı bir duygu çöker. Mavi gökte ve mavi denizde bu çırpıntılı cümbüşle, sanki deniz çıldırmaktadır sevinçten. Ne de olsa ağalarım deniz güzeldir.''
(Sayfa: 27)


Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

Eski Külot Öyküsü'nden:
*
''İnsandan insana selam skandal olabilir mi hiç.?'' (Sayfa: 41)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

Çiçeğin Edepsizliği Öyküsü'nden:
*
''Nejat kendini çiçekleriyle pırıl pırıl yanan bir portakal ağacının altında buldu. Yaprakların damarlarından akan yeşil kan, çiçekte bembeyaz bir alev oluyordu. Çiçek, solup ölmediği sürece bal yapıyor, sanki balayını yaşıyordu. Bal yapamayacak duruma gelince, inat etmiyor, ebedi sevgilerden söz etmiyor, sirkeleşip kalmıyor, sadece solup gidiyordu.'' (Sayfa: 65)
*
''Güneşe bakıyorum. Sevgini güneş ışığından yeğ tuttum. Yeryüzündeki kalıcılığımız, ancak yine kendimizdendir.''
(..) ''Bu çiçek konuşmuyor diye düşünürsünüz. Ve konuşmadığı için de duymadığını sanırsınız. Susuyor ve haykırmıyor.. Oysa suç çiçekte değildir. Sizdedir.'' (Sayfa: 67)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

Tükenmeyen Bakış Öyküsü'nden:
*
''A yavrum; biz 'hayatımız' dediğimiz zaman yaşamıyoruz. Sadece yaşadığımızı sanıyoruz. Yapmak zorunda olduğumuz bir sürü ufak tefek şeyler var. Her günkü ufak tefek üzüntüler. Gün ve gün yapılacak ufak tefek görevler. İşte bunların tümü, uykusunda yürüyenin korkunç düşü gibi bizi kavramış. Bu kâbusun dışında görülecek güzel düşler var. Elimizi sallayıp o düşe uzanamıyoruz. Uyanmıyoruz.'' (Sayfa: 71)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

Boğulmuş Enginliler Öyküsü'nden:
*
''Dünya güzel.! Ben de kör değilim. Gökyüzüyle gönüle giden güzellik orada çirkinlik bırakmıyor. Gözüm berrak, şeffaf bir göz. Göğün ve denizin özgür mavisi esince, gönlüm yay altındaki keman teli gibi öter. İçimdeki türkü yükseldikçe mutlu olurum. Cennetteki melekler bu kadar mutluysalar, ancak o zaman cennete gitmeye değer.'' (..) ''Dümeni kadere, pruvayı da engine, gönlümü de deryaların mavisine fırlatmak.. Mavilerin özgürlüğünü bürünmek.'' (Sayfa: 79-80)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

Boğulmuş Enginliler Öyküsü'nden:
*
''Kentleri dolduran insanlar arasında, doğdu doğalı geceyi görmemiş insanlar vardır. Onların gecesi gece değil, lambayla ya da elektrikli gündüzün bir taklididir. O pek yapmacık bir gecedir. Geceyi tanımak için yaradılışın tenha yerlerinde durmalı.'' 
(Sayfa: 82)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde


''Kabuğu kırılıp açılan bir yemiş gibi, bugünü açıp ısıracağım.'' (Sayfa: 113)
***
''Hız.! Hız.! Hız.! Durmaya vaktimiz yok.! Gidiyoruz.! Nereye.?'' (Sayfa: 116)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

*
''Güneş, Ege'nin kenarından kalkıp yeryüzüne bakınca, Ölüler İni'nin bir gün önce bulunduğu yerde ''Heraklit'in'' bir statüsünü aydınlattı. Altında, ''Gerçek hep akar..'' yazılıydı.'' (Sayfa: 129)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

*
''Sanki doğa başkaldırıyordu.. Ama neye.? Ne hırlayan denizde, ne gürleyen rüzgârda ve ne de çakan şimşeklerde bu sorunun cevabı vardı.. Doğa ya da fırtına, acaba bir atmosferik engele mi, yoksa sıkan bir geleneksel çemberine mi ''hayır'' diyordu.? Kasırganın gürleyişi, rüzgârın hırlayışı, ''statüko''ya bir koca ''hayır''dı.! ''Hayır, hayır.! Kesin olarak olamaz.!'' diye bağırıyordu sanki..'' (Sayfa: 136)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

*
''Şeref, insanların falan şeyde, falan halde tanıdığı şereflilik değerinden ibaret değildir. İnsan etinin, hücrelerinin, atomlarının tanıdığı daha öz bir değerdir..'' (Sayfa: 154)
*
Sağ kolunu Molla Hasan'a uzattı ve -düşman bağrına uzatılmış bir süngü sanki- işaretparmağını Molla'nın yüzüne doğrulttu;
''Doktor,'' diye bağırdı. ''Bu pezevenge ne soruyorsunuz.?''
Sonra hıçkırıklarla kıyılan bir sesle;
''Ölecek ya da yaşayacak olan benim çocuğumdur. Bu herif benim çocuğum hakkında nasıl karar verir.?''
Kadın ağır ağır soluyordu;
''Çocuk yaşayacak, ben öleceğim.!'' dedi. (Sayfa: 155)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

Barba Vangel Öyküsü'nden:
*
''Ada denince usa, denizle çevrili bir kara parçası gelir. Ama buralarda, adalarla çevrili deniz parçası gelir. Bu nedenle de buralara adaların denizi denir. Gece zindan gibi karanlıkta, gölge üstüne gölge gibi görünen iki adanın arasından geçilecekti. Denizler, hemen hemen kapanmış kara kirpikler arasından hayal meyal ağaran bir göz akı gibi duruyordu.'' (Sayfa: 164)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

*
''İçi, anlayış ve duyguyla dolu söze varıncaya dek, insanoğlu kim bilir kaç yüz bin yıl ağlamış, bağırmış, birbirini kırıp geçirmişti.'' (Sayfa: 166)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

*
''Deli gönül uslanır mı hiç.? Özlem çekiyordum. Gönlüm bu güzelliklere kanmıyor da kanmıyordu. Deniz suyunu bir kez içen, içtikçe susarmış.''  (Sayfa: 180)
***
''Sevmek sözcüğünün ya da duygusunun gövdesi ve kemiği varsa, sevmenin taa apak kemiklerine, pür ateş iliklerine kadar sevdim.'' (Sayfa: 181)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

*
''Ege Denizi'nin bir çeşit kırmızı midyesi vardır. Buna ''Pina'' derler. Bir metre boyunda olanları vardır. Pinaların hepsi bir değildir. Dişi ve erkek olmak üzere bir çifttir ve besileri, içtikleri yeşil ışıktır. Yuvalarını o ışıkla, sedefle döşerler. Yuvanın içinde yaşayan çift de, yuva da hep aynı gövdedir. Kabuk, kapak, yuva, ev, saray her neyse; pinanın kendi gövdesidir. Sarayının mimarı da, sarayının harcı da, sultanı da hep kendisidir. Alaca aydınlığın sıcak loşluğunda düşlerine dalmışlardır. Yeşil ay ışığı, bir yandan vücutlarında inci olurken, öte yandan ''ruhlara'' bitki kökleri gibi tutunan, uzun teller olur. ''Bisüs'' denilen bu teller, camdan saydam, pırlantadan parlak, ipek ve örümcek ağından daha incedir. Ege kıyılarının kadınları, pembe, yeşil pine incilerden çok, pina tellerini ararlar. O telleri saçlarının örgüleri boyunca uzatarak saçlarını örerler. Saçlarına ışık dolamış, ay aydınlığından yüzlerine hale edinmiş olurlar.'' (Sayfa: 183)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

*
''Senin ömrün, bir insanın önünde ancak bir kez açılan bir fırsattır. Onu yabana atma. Ne duruyorsun.?'' (Sayfa: 217)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

*
''İnsanın dış yanları, yani derisi, acıdan korunmak için duyguyu yitirdikçe, nasır diye katılaşıp kabuk bağlar. Nasır, katılaşa katılaşa, vücudu koruyan dört güdük ayaklı kutu olur. Kaplumbağada, yengeçte, kabuk; sığır ve sıpada ise alınlar tokuşa tokuşa boynuz olur. Geyiklerde dallı budaklı pek süslü galak olur. Doğa savunmada ne kadar direnirse, aklıyla davranış özgürlüğünden o kadar kaybediyordu. Kaplumbağa koşamıyordu, ortada sersem sersem debelenip duruyordu. İnsan da sığır, sıpa gibi, başıyla savaşır. Hatta uygarlığın, aya gidecek kadar en üst katına varan süper devletler bile, savunma yarışıyla güzelim dünyayı cehenneme çevirirler ve ortada savunulacak bir şey kalmaz.'' (Sayfa: 228)
*
Prangaya vurulanlar arasında, Kerem'le Aslı gibi bağlantıları gerçek gönül katında olanlar, ilk günlerindeki sevgilerini ömürlerinin sonuna dek sürdürürlerdi. Ama bunlar yüzbinlerce insan arasında parmakla gösterilecek kadar seyrekti. Başkalarıysa -bunlar da az değildir- prangalandıklarını görünce fena öfkelenirler ve ayrılmak için zincirlerini tartmaya koyulurlar. Ayrılmayı başaranlar dört ayaklı yaratıklıktan vazgeçerek, kendi iki ayaklarıyla çekip giderler. Ayrılamayanlar hafiften dalaşmaya koyulurlar ki bu, aradan çok geçmeden saç saça ve baş başa gelmekle sonuçlanır. Bunun nedeni evlenmenin bir ağır forsa zinciri değil de, takılması pek hoşa giden yakutlu, zümrütlü, incecik bir altın pandantif ya da bir gerdanlık, başa takılan hem de pırıl pırıl pırlantalı bir uzun küpe sayılmış olmasındandır. Bu bağlantının pranga sayılagelmiş olması, altın pandantifin zarplı bir tepkisidir.'' (Sayfa: 231)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

*
''Milyonlarca yıldan beri, kuşaktan kuşağa pek yavaş yavaş olagelen uygar duygular, açlığın etkisiyle birkaç gün içinde silinip süpürülür. İnsan, pek uzak bir geçmişin karanlıkları içinde kaybolmuş olan yamyamlık çağına, hızla gerisin geriye süzülür.'' (Sayfa: 233)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

*
''İnsan, her kim olursa olsun, aslında içinden, uzaktan uzağa ağlayan bir çocuktur.'' (Sayfa: 233)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

*
''..her doğum, ölümün yenilgisiydi.'' (Sayfa: 234)

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) - Gençlik Denizlerinde

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...