19 Ocak 2020 Pazar

Panait Istrati - Mihail

(..) ..çünkü her şeyden çok severdi postacıları, ''Mutluluğumuzu da, mutsuzluğumuzu da ellerine teslim ettiğimiz, devletin dilenmek zorunda bıraktığı, demokrasi paryaları,'' derdi onlar için. (..)
(Sayafa: 1)
***
(..) ''Kendine iyi bir yer sağlamak ha.? Ne demek bu.? Ensesi kalın bir işveren, göbekli bir tüccar olmak için mi uğraşacağım yani.? Peki, yalnız para sıkıntısı çekmemek, rahat yaşamak mıdır önemli olan.? Bütün şu zavallı insancıklar ve bu arada sen, bütün ömrümü nasıl servet sahibi olunacağını öğrenmeye harcamamı ve sonunda zengin olmamı istiyorsunuz. O zaman sayacaksıznı elbet beni.. Ama ben istemiyorum sizin bu saygınızı, zenginlik falan da umurumda değil. Kendi gözümle görüyorum varlıklı kişilerin yoksul yaşamını; nasıl yaşadıklarını, neyi sevdiklerini, neye tutulduklarını çok iyi biliyorum. İstemem, eksik olsun böyle zenginlik.! Dünyanın malını verseler değişmem şu anki duygularıma. İnsan değil, solucan bunlar. Yaşamın gerçek büyüklüğünden haberleri bile yok..'' (..) (Sayfa: 5)
***
(..) ''Olmaz, anacım olmaz.! diye bağırıyordu Adrien. ''İnsan aynı anda hem Tanrı'nın, hem şeytanın kulu olamaz.!''
''İyi ama, kimdir senin Tanrın, ey benim garip kuşum.! Nedir yapmak istediğin.? Nedir amacın.?''
''Amacım falan yok. Kendi yasama göre yaşıyor, karnımı doyurmak için pek az, kafamı, gönlümü doyurmak içinse çok şey istiyorum..'' (..) (Sayfa: 6)
***
(..)''Ördek yumurtalarının üstüne kuluçkaya yatmış tavuk gibiyim; iş gelip yüzmeye dayandı mı, yavrumun ardından gidemiyorum.!'' diyordu. (..) (Sayfa: 7)
***
(..) Doğrusunu isterseniz kitaplarla kaçıp gitmeler -zihnini ve gönlünü yıkayan bu iki şey- sağdan soldan kazandığı iki kuruşu yiyip yutuyor ve onu yine anasının sırtından geçinmek zorunda bırakıyordu, ama..
Ah, ah.! En son özür olarak dudağının ucuna dek gelen şu ''ama''yı kime anlatabilirdi ki.? Hangi dostun göğsüne yaslanıp ağlasın, usul usul inleyerek:
''İyi ama, seviyorum ben bu şeyleri..'' desindi. ''Canım benim bunlar. Onları elimden aldınız mı, yaşamamın anlamı kalmaz; ruhum karanlıklara gömülür..'' (..) (Sayfa: 9)
***
(..) İnsan.! İnsandan daha salak bir varlık daha var mıdır yeryüzünde.? Kim ilgilenir insanlar.? Ve hangi varlık insanoğlundan daha kuşku vericidir.? Bu insan, kitap okuyan biri de olsa.? Ne yani herkes kitap okur. Sırf kitap okuyor diye, omuzlarından tutup duvara yaslamak ve:
''Sakın kımıldama, gözlerine bakayım azıcık,'' mı demek gerekir.?(..)  (Sayfa: 18)
***
(..) İnsan ha.? -Esperanto da içlerinde olmak üzere, otuz altı dil konuşabilen bir varlıktır o, ama birine seslenmek istedi mi, anlaşılacağından emin değildir. Köpekteki merak bile yoktur onda. Neden gidesin başka bir insanın yanına.? Bakarsın seninle aynı görüşte değildir (her insanın bir görüşü vardır çünkü), öyleyse onu öldürmek ya da tek başına ölüme terk etmek gerekir ve aslında bu ikisi birdir. (..) (Sayfa: 19)
***
(..) Çok mu gördünüz buna benzer bir durumu.? Bitler tarafından yenirken, yutarcasına kitap okuyan kaç kişi gördünüz bugüne dek.? (..) (Sayfa: 21)
***
(..) ..Adrien'in bakışı, yaşamak üzere yaratıldığı ve açılmak için güneşi bekleyen tomurcuk gibi beklediği, ama varlığından habersiz olduğu dostluğu arayan, dostluğa susamış bakışı, bir anda, hiçbir şey göstermek istemeyen bu gözleri örten perdeyi yırtmış ve ardında, hiçbir umutsuzluğun söndüremeyeceği alevi yakalamıştı. Adrien, ömründe ilk kez, yaşamı aşan, ölüme baskın çıkan sevgi ateşiyle yanıp tutuştuğunu hissetti.
Aradığı arkadaş, onun arkadaşı oradaydı işte.! (..) (Sayfa: 22)
***
(..) Hem bir sevinç, hem bir korku dalgası kaplamıştı içini. İçgüdüyle biliyordu bulduğu şeyin değerini, kendi ''soyundan'' gelen, talihin bilmem nerelerden alıp ayağına getirdiği arkadaşı yanı başında hissediyordu; halk masalındaki büyücünün, kötü Fet-Frumos tanıyamasın diye ''kırk kanatlı'' taylarını çirkinleştirdiği gibi, insanların kötülüğü de, erdemlerini gizlemek üzere, Mihail'i çirkinleştirmişti. (Sayfa: 23)
***
(..) ''İlginizi çeker mi, ne düşündüğüm.?''
''Söyleyebilirseniz, hem de çok.''
''Pek hoşunuza gitmeyecek ama.!''
''Zararı yok, yine de söyleyin.! diye üsteledi Adrien, başını sallayarak. (..)
''Peki, söyleyeyim öyleyse,'' dedi, ''sizin burda, 'düşçüler'in de, bir işverenden, az önce sizin bana yaptığınız gibi, asıl ilgili kişiye fikrini sormadan, atını ya da eşeğini istercesine uşağını istediğini düşünüyorum.'' (Sayfa: 26)
***
(..) ''Nasıl, bizim liman işçileri, yani müşterileriniz hoşunuza gidiyor mu.?''
''Eğlendiriyorlar beni,'' diye bağırdı, dalgın dalgın ırmağa bakan Mihail.
''Eğlendiriyorlar mı.? Yok canım.. Sizin gibi kışlada simit satarken, askerler malları aşırırlardı ve ben hiç eğlenmezdim, çünkü sonunda Kir Nikolas'a hesap vermek gerekirdi.''
''Ben de hesap veriyorum, ancak Kir Nikolas 'bu müşterilerin, kuluçkanın altından hiç çaktırmadan yumurta çalacak' kadar usta olduklarını biliyor. Ben elimden geldiğince dikkat ediyorum, ama onlar yine de çalıyorlar. Bu da hoşuma gidiyor. Nasıl eğlenmeyeyim ki.! Bu işi yapan adamların çoğu aile reisi, yurdu için savaşacak yiğit kişiler. Yargıç önünde tanıklık ediyor; belediye başkanı ve milletvekili seçiyor, sonra gelip benim simit sepeti karşısında, iki kuruş eksik ödemek için, bin bir maskaralık yapıyorlar. Ayrıca şunu da belirteyim ki, zaman zaman aşırılan simidi görüyorum, ama bu işi öylesine ustalıkla yapıyorlar ki, elim kolum bağlanıyor. Sırf bu ustalık, daha bilmem kaç simide değer çünkü. O vakit, kendi kendime, 'Böylesine küçük bir şey için neden bunca zahmete giriliyor acaba.?' diyorum. Bir simit ya da çörek alamayacak kadar yoksul değiller. Hırsız da değiller; hepsi emekçi; hatta iyi de kazanıyorlar. Hırsızlıkla geçinen adamın çalıp çırpması şaşırtıcı değildir, ama geçinecek kadar para kazanan dürüst bir insanın iki kuruş için kendini küçük düşürmesine aklım ermiyor doğrusu. Sizin eriyor mu kuzum.'' diye sordu Mihail, büyük bir ciddiyetle. (..) (Sayfa: 51)
#PanaitIstrati #Mihail #ÇevirenBertanOnaran
(..) Sevdiğimiz insanda aynı tutkuyu yakaladığımız zaman bakışlarımıza yansıyan sevinçle ürperdiler. (..) 8Sayfa: 54)
***
(..) ''Bütün gerçek yengiler acı çekerek, ter dökerek elde edilir.'' (..) (Sayfa: 54)
***
(..) Mihail'i, haksızlığın yumruğu altında ezilmiş bir insan olarak görüyordu. (..) Doğduğu kent, böylesine değerli bir insana, vere vere yoksulluk ve aşağılanma vermişti. (..) (Sayfa: 57)
***
(..) (Yalnızlığa yenik düşmüş dost, dünyanın neresinde olursan ol, ansızın gelip sana kalbini açan tanımadığın kişi karşısında toparlan, acı gibi, neşe gibi yüce ol.! Önüne konan hazine karşısında, gizleme içindeki hazineyi.! Umutlarını yerle bir eden fırtınalar ne denli büyük olursa olsun, soylu, başkalarına güvenen bir insan olarak kal, hep inan içindeki sıcaklığa ve onu senden isteyeni geri çevirme. Bu sıcaklığı hissettiğin an, onun yalnız sende bulunmadığına emin olabilirsin -çünkü insanca yaşamak kimsenin tekelinde değildir- ve sana denk bir dosta haksızlık etmektense, bir saat içinde yüz kere aldanmak yeğdir.! (..) 
(Sayfa: 59-60)
***
(..) Yoksulluk, yaşamı olanaksız kılan gerçek yoksulluk, benim gibi kılıksız ve pasaklı olmak değildir, sevdiği yaşamı sürebilmek için bütün olanaklara sahipken insanca yaşayamayan adamın korkunç durumudur. Ben bu durumu tattım ve tam anlamıyla yoksulluk çektim.! Bugünse mutluyum; şimdi artık, eskiden yanına bile yaklaşamadığım sularda kulaç atıp dolaşıyorum. (..) (Sayfa: 64)
#PanaitIstrati #Mihail #ÇevirenBertanOnaran
(..) Kuş için kanat neyse, zihnimiz için de edebiyat odur; ama kuşun hiç şaşmadan uçabilmesi, kanatlarına değil, yanılmayan bakışlarına bağlıdır. (..) (Sayfa: 65)
#PanaitIstrati #Mihail #ÇevirenBertanOnaran
(..)..yeryüzünde dostluğumu anlayıp sevecek bir tek kişi bulunması yeter bana, bütün insanlığın yerine koyarım onu. Bulabilmek için dünyanın altını üstüne getirir, hiçbir zaman rastlayamasam da varlığına inanırım.. (..) (Sayfa: 71)
***
(..) Ben canlıyım henüz ve sevilmeye değerseniz, sizi dünyada hiç kimsenin, hatta annenizin bile sevemeyeceği kadar çok severim. (..) (Sayfa: 77)
#PanaitIstrati #Mihail #ÇevirenBertanOnaran
(..) ..ancak şu anda, bu gölcüğe kendi vahşi güzelliğinden ötürü hayran kaldığım, bir kitabı gerçek değerinden okuďuğum, herhangi bir hareketi ya da bir lafı bir güzelin kara kaşı kara gözü ya da bir beyin ince beğenisi için yapıp söylemediğim şu anda duyuyorum, gerçek sevinci. (..) (Sayfa: 80)
***
(..) Ne mutlu, yüreği dostluk sevgisiyle yanıp tutuşana. Yalnız odur yalnızlığı daha az öldürücü, yaşamı da çekilir kılan. (..) (Sayfa: 83)
***
(..) ..çünkü anam bir gün bana, 'Bir insanın elindekini zorla alabilirsin, ama ona zorla bir şey veremezsin,' demişti. (..) (Sayfa: 101)
***
(..) Tek bir iş yapmadan yaşar, çekinmeden en duyarlı yerinize vurur, insanın en güzel özlemlerini piç ederler. (..) (Sayfa: 108)
***
(..) Siz hiç sırtındaki onur kırıcı yükle hoplayıp zıplayan beygir gördünüz mü.? İnsanoğlu denen hayvanın yüreği ne denli unutkan ve kolay sevinir olursa olsun, yine de akıl erdiremiyorum, şu binlerce yıllık köleliğe neden katlandığına. (..) (Sayfa: 110)
***
(..) Hey gidi dostluk.. Seni açıklamaya falan kalkıştığım yok; türkünü söylemek bana yeter.. (..)
(Sayfa: 123)
***
(..)..yeryüzünde toplumsal koşulları sıfıra indiren bir insan soyu var besbelli.. (..) (Sayfa: 127)
***
(..) Canına tükürdüğümün işi.! Şimdi kalkıp bana aç karnına da okunur demeyeceksiniz herhalde.!''
''Evet, diyeceğim..''
''Eh, işte o zaman hiçbir şey anlayamıyorum.''
''Anlayacaksınız şimdi. Nedir sizin için kitap okumak.?''
''Mutluluktur.''
''Yetmez. Benim için besindir.'' (..) (Sayfa: 128)

***
(..)''Yapım böyle. İstesem de değiştiremem.''
''Yoo, değiştirirsiniz. Değiştirebilmelisiniz. Yapı dediğiniz şey değişir çünkü. (..) (Sayfa: 129)
***
(..) Kimsenin bilmediği, sessiz acıda, büyük bir hazine gizlidir: Dinginlik. Ve bu, insanoğlunun, kendisini öldürmekte olan yaşamdan koparabileceği en değerli şeydir. Bu yengiye bir anda değil (..) adım adım ulaşılır. (..) (Sayfa: 131)
***
(..) Birinin çıkıp size el uzatması, kolunuzdan tutup ışığın değerinin daha iyi anlaşıldığı karanlıklar ve çamurlara batırması ya da eğer dokunuzda sanatçılık varsa, ensenizden tutup yalnız insanın çektiği ve içinden, çakmaktaşını bile koparacak güçlü çene kemikleriyle çıkılan kızgın yağ gibi kavurucu acıya daldırması gerekir. (..) (Sayfa: 132)
***
(..) Çünkü insanoğlu, bayağının bayağısı da olsa, içinde, farkına varmaksızın, tüm insanlığın aradığı evrensel yetkinlik tohumunu taşıyan bir hayvandır. (..) (Sayfa: 135)
***
(..) Ve Gospodin Prokop'un dürüst, temiz, ince kişiye onur verdiğini görünce, bizim zavallıcık fal taşı gibi açar gözlerin, ağzı açık ayran budalası gibi bakar, gülümser, göz kırpar, keyifle yere tükürür ve köşesine büzülür; bu saygı kendisine değildir, ama yine de sevinir, çünkü o, yarın yaratılacak dürüst, temizi, ince insanlığın bugünkü kaba atasıdır. Kendisi bunun farkında değildir. İnsan ahlakındaki gelişmenin öncüsü olan Prokop da bilmez ne olduğunu. O da bir yasaya, önderlik yasasına boyun eğmektedir. (..) (Sayfa: 136)
***
(..) ''Zaman zaman, kendi kendime, Tanrı'nın insaoğlunu yeryüzüne sırf öbür hayvanlara ne denli dürüst ve ince olduklarını kanıtlamak için mi getirdiğini sorarım.! (..) (Sayfa: 137)
***
(..) ..öbür insanlardan alabildiğine uzak ve terk edilmiş hissettiğim anda, yaşama umudu ile ürkünç ölüm sahneleri arasına gidip gelerek yaşadığım unutulmaz anlar.! Dünyanın bütün servetine değişmeyeceğim değerli dakikalardı onlar.! Bu anları yaşamamış insan, kral kadar zengin, akıllı mı akıllı olsa da, eksik ve yoksuldur, çünkü yaşamda her şey görecedir. (..)
(Sayfa: 146)
***
(..) Yenik düşen insan karşısında kendi derdini unutabilme, kendinden daha zayıf olan karşısında güçlenip onun doğrulmasına yardım edebilme yetisiydi bu. İnsanoğlunun hayvana üstünlüğü de buradadır zaten. Gerisi boş bir kendini beğenmişliktir. (..) (Sayfa: 149)
***
(..) Böyledir işte şu garip insan doğası, söylemek istemediğimiz şeyi merakla bekleyen kişi, dinlemeyi hiç arzulamadığımız şeyleri saatlerce anlatan kadar can sıkıcıdır. (..) (Sayfa: 162)
***
(..) ..iyi meyve verecekse, bencillik de yaşam ağacını besleyen özsulardan biri olabilir. (..)
(Sayfa: 168)
***
(..) Özgürlüğünü yitirmemiş insan, ruhunun yüce yanlarından da, zayıf yanlarından da habersizdir. (..) (Sayfa: 169)
***
(..) Arkadaş, arkadaş.! Dostluktan kaçan aşağılık dost, kaç bakalım nereye kadar kaçacaksan.! Seni şöyle bir kucaklayayım da, gör gününü.! (..) (Sayfa: 173)

18 Ocak 2020 Cumartesi

Panait Istrati - Kira Kiralina

(..) Dereler ırmaklara, ırmaklar da denizlere kavuştukları zaman ne kadar sevinirlerse.. (..) (Sayfa: 7)
#PanaitIstrati #KiraKiralina ,#ÇevirenBertanOnaran
(..) Ah, ah.! Ne çok haksızlık ediliyor yaşamda.! Bir bacağı ya da kolu kesik birini  görünce kimse kınamıyor, herkes adama acıyor; ruhu sakat adamaysa kimse acımıyor, herkes ondan kaçıyor. Oysa bu zavallı, yaşamın ortadireğinden yoksun. (..) (Sayfa: 18)
#PanaitIstrati #KiraKiralina ,#ÇevirenBertanOnaran
(..) Ne biliyoruz insan doğası konusunda.? Kuşkusuz hayvanlardan daha az şey.! (..) (Sayfa: 25)
#PanaitIstrati #KiraKiralina ,#ÇevirenBertanOnaran
(..)..bir şarkı tutturdu, yurdu olmayan insanların bildiği dilde, kâğıda dökülemeyen bir ezgiyle:
Çayırkuşu olsaydım,
Onun gibi maviliklere dalardım;
Ama bir daha inmezdim,
İnsanların buğday ekip biçtikleri,
Nedenini bilmeden ekip biçtikleri yeryüzünde. (Sayfa: 36)

#PanaitIstrati #KiraKiralina ,#ÇevirenBertanOnaran
(..) ''Yenildim'' dedi Mustafa Bey elimi sıkarken. ''Dileyin benden ne dilerseniz, hemen yerine getireceğim.''
''Peki'' dedim, ''İzin verin, bir kilometre önden başlayayım ve bir sonraki köyde beni yakalayamazsanız bir daha aramayacağınıza yemin edin.!''
Sinirlenmiş gibiydi:
''O kadar mı tiksindiniz benden.? Neyiniz eksik.? Kadın mı.? İstediğiniz kadar kadın sunayım size: Kendi haremimden vereyim ya da el değmemiş on dörtlük kızlar getirteyim. Ülkenin dört bir yanı kız kaynıyor, her renkten, her ırktan kız dolu, her kızoğlankızın önünde sonunda bir salağa rastlaması kaçınılmaz olduğuna göre, bizim kölemiz olmaktan başka bir istekleri yok zavallıların..''
''Mustafa Bey.!'' diye bağırdım, ''özgürlüğün kölelikten, sevilen bir 'salağın' da, nefret edilen bir beyzadeden çok daha değerli olduğunu biliyor musunuz.?''
''İşte bu doğru,'' diye karşılık verdi. ''Ama yaşarken doğru olanla değil, iyi olanla ilgilenin. Üstünde yaşayan hayvanlarıyla birlikte, bütün bu toprakların sahibiyiz. Öyleyse gücümüzün aptalca önümüze getirdiği şeylere el koyalım.''
İşte o an yaşam karşısında gözlerim bilinçli olarak açıldı. Mustafa Bey bütün köpeksiliğine karşın haklıydı: Gücünden dolayı her şey ona ''aptalca'' sunuluyordu. Kimseyi zorlamasına gerek yoktu.
Hem Türk toprağı hem Bulgar toprağı onundu, varlıklı ya da yoksul, Müslüman ya da Hıristiyan, hepsi uslu kölesiydi; genç bir kız bizi görüp saklanırken babası en iyi yatağını, en güzel koyununu sunar gibi güçlü beyin gözüne girebilmek için kızını seve seve harcamaya hazır oluyordu.
Gördüklerim, özgürlüğüme daha da güçlü biçimde sarılmama yol açtı. (Sayfa: 92-93)

#PanaitIstrati #KiraKiralina ,#ÇevirenBertanOnaran
(..) ''İyi ama Ahmet, bu ülkede her şeyin altınla satın alınabildiğini söylerler,'' dedim.
''Evet, alınır elbet..'' diye mırıldandı. ''Özgürlüğü satan adamın, kendi kellesini kurtarmaya yetecek kadar altın alması gerekir.. Sizdeyse yeterince altın yok.'' (..) (Sayfa: 94)
***
(..) ''Ah, ah.!'' diye bağırdı; ''Demek bana böyle oyunlar oynayabiliyorsunuz.? İyi ama bilmez misiniz ki Müslüman'ın yakaladığını tanrı unutur.'' (..) (Sayfa: 96)

#PanaitIstrati #KiraKiralina ,#ÇevirenBertanOnaran
(..) Bu köpeğin gerçekten seçkin bir ruhu vardı. Aç olsa da yemeğini efendice yiyor, verdiklerimi yerden almak canını sıkıyormuş gibi davranıyor, uzun çiğniyor, kemikleri hiçbir zaman kemirmiyordu. Birilerine fena halde diş biliyor olmalıydı. Neden acaba kendini insanlara acındırıp besletmiyordu.? (İstanbul'da her Müslüman'ın ardında birkaç sokak köpeğinin dolaştığını, bunların günde bir kez o insanla birlikte fırına gidip azıklarını aldıklarını herkes bilir.) Bunu onur kırıcı mı buluyordu acaba.? Daha bağımsız yiyecek bulabilmek için dağ bayır dolaşmayı mı yeğliyordu.? Belki türdeşlerinin insanlarla edepsizce içli-dışlı olmalarından tiksiniyordu.? (..) (Sayfa: 98)
#PanaitIstrati #KiraKiralina ,#ÇevirenBertanOnaran
(..) İnsanın yaşamın ne olduğunu kavrayan bir varlık olduğunu söyleyenler yanılıyor. Anlama yetisi pek bir işe yaramaz; konuşuyor olması aptallığını yok etmez. Ancak insan kardeşinin acısını sezip duyumsamaya gelince, aptallığı hayvanlarınkini geçer.
Kimi zaman sokakta, yüzü gözü sararmış, dalgın bakışlı bir adam ya da hıçkırıklar içinde bir kadın görürüz. Gerçekten hayvandan üstün yaratıklar olsaydık, o adamla o kadını hemen durdurmamız, yardım elimizi uzatmamız gerekirdi. Benim gözümde insan denen varlığı hayvandan üstün kılan tek şey budur.! Oysa bunun izi bile yoktur. (..) (Sayfa: 112)
***
(..) Duygulu yüreklere çöken büyük acılarda insan, talihsizliğin gerçekten başına geldiğine, yapacak bir şey bulunmadığına inanmakta epey güçlük çeker. (..) (Sayfa: 113)

#PanaitIstrati #KiraKiralina ,#ÇevirenBertanOnaran
(..) ..tek bir adamın iyi yürekliliği, bin kişinin kötülüğünden daha güçlü; kötülük, onu yapanla birlikte ölüp gidiyor; iyilikse dürüst adamın yok oluşundan sonra bile ışık saçmayı sürdürüyor. (..) (Sayfa: 119)
#PanaitIstrati #KiraKiralina ,#ÇevirenBertanOnaran
(..) Güzellik çoğu kez küçük ayrıntılardadır. İyi de kim dinler ayrıntıyı.? Kim tadına varır.? En önemlisi kim anlar.? (..) (Sayfa: 124)
***
(..) Bayağıyla yüz yüzelik soluğumuzu kesince sözsüz yaşama, ıssız doğanın gözlere ve yüreğe seslendiği yaşama sığınıyorduk. (..) (Sayfa: 126)
***
(..) Kavrayışlı insan, er geç insanın yüreğindeki bilinçli dinginliği sever. Kasıp kavuran duygusal gürültü patırtının boşluğunu anlar. (..) Bunu olabildiğince erken anlayan insan mutludur. Böylece varoluşun tadını daha iyi çıkarır. (..) (Sayfa: 127)
***
(..) ..yaşam bize nerede, ne zaman tattırır ki gölgesiz sevinçleri.? (..) (Sayfa: 129)

17 Ocak 2020 Cuma

Panait Istrati - Baraganın Dikenleri

#PanaitIstrati #BaraganınDikenleri #ÇevirenBertanOnaran
(..) Gerektiğinde neşeyle gülmesini bilse de, daha çok saygıyla dinlemeyi sever. (..) (Sayfa: 2)
***
(..) Düş, düşünce, göğe yükseliş ve açlık, Baragan'da, yani suyu erişilmez derinliklerinde saklayan, dikenlerin dışında hiçbir şeyin ayak basmadığı bu uçsuz bucaksız topraklarda doğmuş insanı ciddileştirir. (..) (Sayfa: 3)

#PanaitIstrati #BaraganınDikenleri #ÇevirenBertanOnaran
(..) Kendini korumayı bilir bu yaban otu. Ayaktakımından insanlar gibi: ne kadar işe yaramazsa, kendini savunmayı o kadar iyi bilir. (..) (Sayfa: 3)
***
(..) Toprak insana yalnız karnını doyursun diye verilmemiştir. Yeryüzünün kimi köşeleri bir kenara çekilip düşünmek içindir. (..) (Sayfa: 4)

***
(..)
- Bize birer lokma ekmek verme sırası sizde, dedi Dişlek. Kendimize birer galuşka yapmayı unuttuk.
(Galuşka: (köfte) bizim ovalarda kimi çocukların çiğnedikten sonra yutmayıp top biçiminde ağızlarından çıkardıkları, daha sonra ''ikinci kez yeme'' keyfini tatmak üzere bir köşeye koydukları son ekmek ya da covrig (gevrek) lokmasıdır.) (..) (Sayfa: 53)

***
(..).. fazla şımartıldığınız için evden ayrılmadınız herhalde; ''Köpek pastadan değil, sopadan kaçar,'' der atasözü. (..) (Sayfa: 63)
***
(..) Toma Baba'nın elle çevrilen bir makinesi vardı. Alınamayacak kadar pahalı olduğu için köyün gözdesi olan makineyi Toma Baba her isteyene ödünç veriyordu, çünkü ''makine çağında, köylülerin, İsa Peygamber dönemindeki gibi, mısır koçanlarını bir çuvala doldurup sopalarla dövdüğünü'' görmek yüreğini sızlatıyordu. (..) (Sayfa: 77)
***
Halkı ayyaş yapan yoksulluktur.
Rumen ayyaş değildir, ama kederlenince içer. Özellikle de ''bıçağın, yoksulluk bıçağının kemiğe dayandığını duyumsadığı'' zaman içer. İçip tanınmaz hale gelir. Doğal halindeyken iyi yürekli, bilge bir adamken, suç işlemekten çekinmeyen kaba saba bir herife dönüşür. (..)

(Sayfa: 81)

16 Ocak 2020 Perşembe

Tennesse Williams - Sırça Kümes, Çeviren: Can Yücel

#TennesseWilliams #SırçaKümes #ÇevirenCanYücel
Wingfield'lerin dairesi, apartımanının arka tarafındadır. Yapı, aşağı orta sınıf diye anılan vatandaşlarımızın üstüste yaşadığı, alabildiğine kalabalık semtlerde mantar gibi türeyen ve Amerikan toplumunun sayıca üstün ama, en ezilmiş bölümüne giren bu insanlardaki canlılıktan ürküntü, farklılaşmadan kaçış, iç içe geçme, kişilikten yoksun yığınlar halinde yaşama güdüsüne elle tutulur bir tanık sayabileceğiniz o tek gözlü, arı kovanı benzeri, barınak yığışımlarından biridir.
Wingfield'lerin dairesi bir ara sokağa bakıyor; bir yangın merdiveninden giriliyor içeri. Rasgele belki ama, bu yangın merdiveninin şairce bir gerçeği, bir anlamı var. Çünkü bütün bu dev azmanı yapılar umutsuzluğun o sinsi, o amansız ateşiyle için için yanmaktadırlar. (Sayfa: 1)
*****
(..) Herkesin kendine göre aksıyan bir tarafı vardır. Sen sanıyor musun ki, hayal kırıklığına uğramış bir sen varsın hayatta. Herkes gül gibi yaşıyor, değil mi, sence, dertsiz öyle, sıkıntısız.? (..) (Sayfa: 82)
*****
(..) Hayal kırıklığı başka şey, cesaret kırılması başka. Hayal kırıklığına uğradım belki ama, bak, cesaretim kırılmadı benim.! (..) (Sayfa: 84)
*****
(..) Keşke kardeşin olsaydım senin. Güven aşılardım sana, kendine güvenmeyi öğretirdim. Ne varsa, değişik insanlarda var, başkalarına benzemeyen insanlarda. (..) Marifet mi sanki binlerce kişinin içinde rasgele biri olmak.! (..) (Sayfa: 92)
***** (..) Yaban otlar gibi onlar dal budak salmışlar dört yana. Ama sen öyle değilsin ki.. Sen.. Sen bir kuşkonmazsın.. (..) (Sayfa: 93)

11 Ocak 2020 Cumartesi

İtalo Calvino - Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu, Çeviri: Eren Yücesan Cendey

#İtaloCalvino #BirKışGecesiEğerBirYolcu #ÇevirenErenYücesanCendey

(..) Ayakları yerden kesmek, okumanın tadını çıkarmanın ilk koşuludur. (..) Sen, insanın içine gireceği en iyi beklentinin, en kötüden sakınmak olduğunu biliyorsun. (..) (Sayfa: 20)

*****

(..) (daha doğrusu: Belediye köpek toplama evinin kafeslerinde, eski yoldaşlarından birinin tasmasını çekiştiren sahibinin peşinden gidişini gözleyen sahipsiz köpeklere özgü bocalayan bakışlarıyla sana bakanlar raflardaki kitaplardı.) (..) (Sayfa: 22)

*****

(..) Okurum, sen peronu örten çatının altında, bakışlarımın eski istasyonlara özgü yuvarlak saatin mızraksı kollarına takıldığını, onları umutsuzca geriye çevirmeyi, dairevi kabirlerinde cansız uzanan saatler mezarlığında gerisingeriye yürümeyi arzuladığımı sanıyordun. Saatin rakamlarının dikdörtgen pencereciklerinden dışarıyı gözlemlemediklerini, her dakikanın giyotin bıçağı misali üzerime inmesini görmediğimi kim söyledi ki sana.? Kaldı ki sonuç fazla değişmeyecekti: Kaygan ve cilalı bir dünyada ilerlerken bile tekerlekli valizimin hafif sapını yakalamış olan elim, sanki akışkan bavulum benim için nankör ve huzursuz edici bir ağırlıkmış gibi içsel bir reddediş yaşayacaktır. (..) (Sayfa: 28)

*****

(..) ..olmamış olması gereken bir şeyin öncesindeki âna döneceğiz diye saatleri ve takvimleri geri döndürme takıntısına kafa yormanın manası yok. (..) (Sayfa: 29)

*****

(..) ..burada oyalandığım her dakika iz bırakmayı sürdürüyorum: Kimseyle konuşmazsam ağzını açmak istemeyen biri gibi damgalanacağımdan iz bırakıyorum; konuşursam sarf ettiğim her söz buracıkta kalacak, gelecekte tırnak arasına alınarak ya da alınmayarak bir yerlerden fırlayacak. (..) (Sayfa: 30)

#İtaloCalvino #BirKışGecesiEğerBirYolcu #ÇevirenErenYücesanCendey

(..) Sıradan ve küçük bir kentin akşam yaşantısına dışarıdan bakarken kim bilir ne zamandan beri sıradan akşamlar tarafından dışlandığımı düşünüyorum (..) (Sayfa: 32)

*****

(..) sıkı sıkı çizilmiş bir çerçeve içinde en küçük seçeneklerin bile belirlendiği bir hayat düşleyemem kendim için (..) (Sayfa: 34)

*****

(..) ..yıllardan beri kendi ağzına ve hayatına yapışan hiçlik tadının ona da bulaşmasını umut ediyor. (..) (Sayfa: 35)

*****

(..) ''Dünyada en çok istediğim şey,'' diyorum (..) ''saatleri geriye çevirebilmektir.''
Kadın da son derece sıradan bir yanıt veriyor: ''Akreple yelkovanı döndürmek yeter.'' Bense, ''Hayır, bunu düşüncemle, zamanda geri gitmeyi başaracak kadar yoğunlaşarak yapmak istiyorum,'' diyorum.. (..) (Sayfa: 36)

#İtaloCalvino #BirKışGecesiEğerBirYolcu #ÇevirenErenYücesanCendey

(..) ..geri döndüğümde ben dahil olmak üzere artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bu nedenle benimki sonsuza dek uzanan bir elvedaydı. (..) (Sayfa: 49)

*****

(..) belki de benim nesnelerle mekânlarla insanlarla ilişkimdi onun olan; zaten ben de o olmak üzereydim, hayatına ait insanlar ve nesneler arasında onun yerini alacaktım. (..) (Sayfa: 50)

*****

(..) Sayfalar barikatını kılıç darbesiyle yararak açmak, sözcüğün içinde barındırdığı ve gizlediği düşünceyle  yüz yüze gelmeni sağlıyor: Sık bir ormana dalmışçasına okumanın içinde ilerliyorsun. (..) (Sayfa: 54)

*****

(..) İşin sırrı, yazılı sözcüklere bakmayı reddetmek değildir; tam tersine onlar yok olana  dek dikkatle bakmaktır. (..) (Sayfa: 60)

*****

(..) İstediğiniz kadar uzak durabilirsiniz diyorum ben, ölülerin diliyle yazılmış bu kitaplar sizi ne ilgilendirir ki.? (..) (Sayfa: 63)

*****

(..) Taş, ortak bir öze sahip olduğumuz ve bu nedenle varlığımı oluşturan özelliklerin daim olacağı, dünyanın sonuyla ortadan yok olmayacağı konusunda beni uyarıyordu: Hayatın, benim hayatımın ve hiçbir anımın olmadığı  çölde her zaman bir iletişim mümkün olacaktı. (..) (Sayfa: 66)

*****

(..)..ben, gün içinde karşıma çıkan olayların birbirlerini izleyişinde dünyanın benden yana niyetlerini çözmeye çalışıyorum ve nesnelerde gizlenen karanlık imaların ağırlığını sözcüklere dökecek bir sözlük olmadığını bilerek el yordamıyla ilerliyorum. Havada süzülen bu önsezilerin ve kuşkuların beni okuyacak kişi tarafından yazdıklarımı anlama konusunda rastlantısal bir engel olarak değil, özün bizzat kendisi olarak algılanmasını isterim; düşüncelerimin akışı, onları izlemek isteyecek kişinin kökten değişim göstermiş zihinsel alışkanlıklardan yola çıkması nedeniyle kaypaklık etse bile, önemli olan nesnelerin satır aralarında beni bekleyen şeyin kaçamak anlamını okuyabilmek için gösterdiğim çabanın okura iletilebilmesidir. (..) (Sayfa: 71)

*****

(..) ''Resim yapmayı bilseydim sadece cansız nesnelerin biçimlerini incelerdim,'' dedim; kaldı ki nesnelerin kımıltısız mutsuzluğunda kendi ruh halimi bulmak konusunda doğal bir eğilimim olduğunu hissediyorum. (..) (Sayfa: 72)

*****

(..) Bu nesnenin bana bir mesajı olduğunu ve bunu çözmem gerektiğini anladım: Çıpa, bir yerde takılıp tutunup kalmam, yere basmam, bu yüzer gezer ve su yüzeyinde kalma durumumdan kurtulmam konusunda bir çağrı olabilirdi. Ne var ki bu yorumun uyandırdığı kuşkular  da yok değildi: Belki de demir alıp denizlere açılmam gerekiyordu. Filika çıpası biçimindeki bir şey, dört çengelli diş, dipteki kayalara sürtünerek yıpranmış dört demir kol bana paralanmadan, acı çekmeden hiçbir kararın alınamayacağını hatırlatıyordu. Neyse ki söz konusu olan açık denizlerde kullanılacak ağır bir demir değil, küçük bir çıpaydı: Demek ki benden istenen gençliğin olanaklarından vazgeçmem değildi; bir an için mola vermem, düşünmem, içimdeki karanlığa sonda indirerek yoklamam gerekiyordu. (..) (Sayfa: 72-73)

*****

(..) Hayat, bir koku alışverişinden başka bir şey değil. (..) (Sayfa: 73)

*****

(..) .. filolojiyi ve bilimsel bilgiyi, öykünün anlattığından daha fazla önemsediğine inandığın anda bunun tam tersinin doğru olduğunu fark ediyorsun. (..) ..okumanın içinde bir balık gibi yüzüyor, el hareketleri (yüzgeç misali ellerini iki yana açıyor), dudak hareketleri (sözcükler hava kabarcıkları gibi çıkıyor), bakışları (gözleri deniz dibini tarayan balık gözleri ya da ışıklı akvaryum içinde yüzen balığı seyreden izleyici gözleri gibi sayfayı tarıyordu) buna eşlik ediyordu. (..) (Sayfa: 78-79)

*****

(..) Uçurumun kıyısına kök salmaya çalışırken, ''Nerede devam ederler.?'' diye soruyorsunuz.? ''Neyin ötesinde.?''
''Kitaplar eşiğin basamaklarıdır.. (..) Bunun ardından ölülerin sözcük barındırmayan ve sadece ölülerin diliyle söylenebilecek şeyleri söyleyen dili gelir. (..) Ve eşiğin dilidir.! İnsan buraya öteye kulak kabartmak için gelir. Dinleyin..'' (..) Sürekli yenisini kovalayan, buna ek olarak henüz gözlerinin önünde durmayan, şimdilik var olmayan ama o istediğine göre var olmaması için bir neden bulunmayan kitapları bile okuyan bu kadına nasıl yetişeceksin.? (..) (Sayfa: 81)

*****

(..) ''Okumak,'' diyor, ''her zaman şudur: Şurada yazıdan oluşmuş, nesnel, maddesel, değiştirilemeyen bir şey vardır, bu şey aracılığıyla var olmayan, manevi dünyaya ait, görünmeyen, sadece düşünülebilen, hayal edilebilen ya da bir zamanlar olmuş, ama artık olmayan, geçmiş, yitmiş, ulaşılamayan, ölüler dünyasında bulunan başka bir şeyle karşılaştırma yapmak mümkündür.''
''..O belki şu anda burada değildir, çünkü henüz yoktur, arzulanan, korkulan, olası ya da olanaksız bir şeydir,'' diyor Ludmilla, ''okumak, olmak üzere olan ve şimdilik kimsenin olacağını bilmediği bir şeye doğru ilerlemektir..'' (..) (Sayfa: 82)

*****

(..) Her boşluk boşlukla devam ediyor, ne kadar küçük olursa olsun her uçurum bir başka uçuruma açılıyor, her yar sonsuz bir derinlikle bütünleşiyor. (..) (Sayfa: 90)

*****

(..) Her sözcüğün altında bir hiçlik var. (..) Başım en beklemediğim anda, ufukta bir tehlike olmadığı zaman da dönüverir. Yükseklik ya da alçaklık değildir söz konusu olan.. Göğe, geceye baktığımda, yıldızların uzaklığını düşündüğümde.. Hatta gündüz de.. Sözgelişi şuraya uzansam, gözlerimi tepeye diksem, başım döner..'' Bunu söylerken rüzgârın itişiyle hızla sürüklenen bulutları gösterdi. Baş dönmesinden, çekimine kapıldığı bir dürtüymüş gibi söz ediyor. (..) (Sayfa: 91)

*****

(..) ''Tuzaklar iç içe geçmiş haldeler ve hep birlikte kapanıyorlar.'' (..) (Sayfa: 93)

*****

(..) ''Çok uzun senelerden beri yayınevinde çalışıyorum.. Elimden sayısız kitap geçiyor.. Ama okuyabildiğimi söyleyebilir miyim.? Ben buna okumak demem.. Köyümde az kitap vardı, ama okurdum, işte o zaman gerçekten okurdum. Emekli olduğumda köyüme döneceğimi ve oturup eskisi gibi kitap okuyacağımı hayal ediyorum. Arada sırada bir kenara bir kitap ayırıyorum ve bunu emekliliğimde okuyacağım diyorum, ama sonra, artık aynı şey olmayacağını düşünüyorum.. Bu gece bir rüya gördüm, köyümde, evimin kümesindeyim, kümeste bir şeyi arayıp duruyorum, tavukların yumurtladıkları sepetin içinde ne buldum dersiniz.? Bir kitap, ta çocukluğumda okuduğum kitaplardan biri, yerel bir baskı, sayfaları paramparça olmuş, siyah beyaz çizimler, pastel boyalarla tarafımdan boyanmış.. Biliyor musunuz.? Çocukken okuyabilmek için hep kümese saklanırdım..'' (..) (Sayfa: 104)

*****

(..) ..tek bir hayat bile peşimden sürükleyemeyeceğim kadar yoğun, dallı budaklı, karmaşık geliyorsa, siz bir de pek çok hayatı düşünün; her birinin kendi geçmişi vardı ve başka hayatların geçmişleri birbirlerine düğümleniyordu. Her seferinde keyifle şöyle derdim: Şimdi ferahladım, kilometreyi sıfırlıyorum, tahtayı siliyorum: Yeni bir memlekete geldiğim günün ertesinde bu sıfır çoktan pek çok basamaklı bir rakama dönüşmüş olurdu ve göstergelere sığmazdı; insanlar, mekânlar, sevgiler, nefretler, yanlış adamlar tahtanın bir ucundan öteki ucuna kadar uzar giderdi. (..) (Sayfa: 111)

*****

(..) Geçmişi, uzadıkça uzayan, kendi içine kıvrılmış, yalnız bir tenya gibi içimde taşırım (..)  İnsan tek bir hayat yaşar, tek bir tane; dokunmuş olduğu ipliklerin seçilemediği keçeleşmiş battaniye misali, hayat tekdüzedir; kendiyle aynıdır. (..) (Sayfa: 112)

*****

(..) ..olaylara uzaktan bakmak ve onları geçmiş bir şey gibi anlatmak da bir hazdır. (..)  (Sayfa: 116)

*****

(..) Bu sürüngen ihtirasıyla bana kötülüğün onun için tek yaşamsal unsur olduğunu, dünyanın, asla kaçamayacağım bir timsah çukurundan başka bir şey olmadığını hatırlatmak istiyordu. (..) 
(Sayfa: 118)

*****

(..) Nesnelerle ilişkin kişisel ve seçici: Yalnızca senin olduğunu hissettiğin şeyler senin oluyor. (..) Bir kez onu senin kıldığında, sana ait olduğu damgasını vurduğunda, artık orada öylesine duruyor olmaktan kurtuluyorlar, sanki bir söyleşinin parçasıymış, işaret ve simgelerden oluşmuş bir anıymış gibi bir anlam kazanıyorlar. (..) (Sayfa: 145)

*****

(..) Zihninde durulacak ya da koşulacak zamanları ayırmaya yarayan içsel duvarlar var, böylece paralel yollarda seçenekler yaratarak bunlara yoğunlaşabiliyorsun. Aynı anda birkaç hayat yaşamak istediğin anlamına gelebilir mi bu.? (..) Okumak yalnızlıktır. Açık bir kitabın iki yüzü, istiridyeyi barındıran kabukları misali Ludmilla'yı koruyor. (..) İki kişi bir arada olunduğunda bile insan yalnız başına okur. O halde ne arıyorsun burada.? Okumakta olduğu kitap sayfalarına nüfuz ederek, kabuğunun içine sızmak mı istiyorsun.? Erkek Okur ile Kadın Okur arasındaki ilişki birbirinden ayrı olan ve sadece ayrı deneyimlerin kısmi karşılaştırılmalarıyla iletişim kuran iki istiridye kabuğundan farklı değildir. (..) (Sayfa: 148)

*****

(..) Okurlar benim vampirlerimdir. Bakışlarını omuzlarımın üzerinden aşırtan, kâğıda döküldükçe sözcükleri sahiplenen okur kalabalığının varlığını hissediyorum. (..) (Sayfa: 168)

#İtaloCalvino #BirKışGecesiEğerBirYolcu #ÇevirenErenYücesanCendey

(..) Olmasaydım, ne güzel yazardım.! Eğer beyaz kâğıt ve zihnimde dolaşan sözcükler ve biçim kazanan ve kimse yazamadan yok olan öyküler arasına o rahatsız edici set, bizzat ben girmeseydim. Biçem, beğeni, kişisel felsefe, öznellik, kültürel oluşum, yaşanmış deneyim, psikoloji, yetenek, meslek numaraları: Bütün bu unsurlar yazdığımın bana ait olduğuna işaret eden ipuçlarıdır ve olanaklarımı kısıtlayan bir kafes gibi görünürler gözüme. Yalnızca bir el, kalem tutan ve yazan kopuk bir el olsaydım.. Bu eli kim hareket ettirecekti.? Adı sanı olmayan kalabalık mı.? Zamanların ruhu mu.? Ortak bilinçdışı mı.? Bilmiyorum. Tanımlanabilecek bir şeyin sözcüsü olmak için kendi kendimi yok etme arzusu duymuyorum. Yalnızca yazılmayı bekleyen yazılabilir ile hiç kimsenin anlatmadığı anlatılabiliri iletmek için istiyorum. (..) ..kitap yazıya dönüştürülmüş, yazılmamış dünyanın eşdeğerinden başka bir şey olmamalı. Bazen de yazılacak kitap ile zaten var olan şeyler arasında sadece bir tür tamamlayıcılık söz konusu olabileceğini kavrar gibi oluyorum: Kitap, yazılmamış dünyanın yazılmış karşı tarafı olmalı; konusu yazılmadan olmayan, olamayacak şey olmalı, ama noksanlığı içerisindeki boşluğu zar zor hissedilmeli. (..)  (Sayfa: 169)

*****

(..) Bir kitapta okuduğuma göre düşüncenin tarafsızlığını belirtmek için düşünmek fiilinin üçüncü tekil şahıssız halini kullanmak gerekliymiş: ''Ben düşünüyorum'' değil, aynen ''yağmur yağıyor'' der gibi ''düşünüyor'' denebilirmiş. Evrende düşünce vardır, her sefer hareket noktamız olması gereken saptama budur. (..) (Sayfa: 173)

*****

(..) Ben de kendimi silmek, her kitap için farklı bir ben, farklı bir ses, ad bulmak, yeniden doğmak isterdim, ama amacım kitapta merkezi olmaksızın, ben'i olmaksızın okunamayan dünyayı yakalamaktır. (..) (Sayfa: 177)

*****

(..) Kendi dışındakilere söz hakkı vermek için kendi kendini yok etmek isteyen yazarın önünde iki yol açılır: Ya sayfalarında bütün her şeyi içeren o biricik kitabı yazacaktır ya da bütün kitapları yazacak, bütünü kısmi parçaları aracılığıyla izleyecektir. Bütünü kapsayan biricik kitap, kutsal metinden, dile getirilmiş sözün toplamından başka bir şey olmayacaktır. Ama ben bütünlüğün dile sığabileceğine inanmıyorum; benim derdim dışta kalan, yazılmayan, yazılamayandır. Tek seçeneğim bütün kitapları yazmak, olası bütün yazarların kitaplarını kaleme almaktır. (..) (Sayfa: 178)

*****

(..) Yazılış koşulları en iyi bilinen kutsal kitap Kuran'dır. Bütün ile kitap arasında en azından iki aracı vardı: Muhammed, Allah'ın sözünü dinliyor, yazıcılarına yazdırıyordu. Bir keresinde -Peygamber'in yaşam öyküsünü yazanların söylediğine göre- Muhammed, yazıcı Abdullah'a sözleri yazdırırken bir cümleyi yarım bırakmış. Yazıcı, içgüdüsel bir biçimde cümlenin devamını fısıldamış ona. Dalgınlığa kapılmış olan Peygamber, Abdullah'ın ağzından çıkanı ilahi bir kelam gibi kabul etmiş. Bu olay yazıcıyı öylesine öfkelendirmiş ki Peygamber'i terk etmiş ve imandan çıkmış.
Yanılıyordu. Sonuç olarak cümlenin düzenlenişi ona düşen bir sorumluluktu; yazılı dilin iç tutarlılığıyla, dilbilgisi ve sözdizimi kurallarıyla hesaplaşması; her dilin sözcük haline gelmeden dışına taşan bir düşüncenin ve Peygamber'e ait olan özellikle akıcı bir sözcüğün akıcılığını yakalaması gereken oydu. Allah'ın kendini yazılı bir metinle ifade etmeye gerektiğine karar verdiği andan itibaren yazıcının işbirliği şarttı. Muhammed bunu biliyordu ve cümleleri sonlandırma ayrıcalığını yazıcıya bırakıyordu; ne var ki Abdullah donandığı gücün bilincinde değildi. Allah'a inancını yitirdi, çünkü yazıya ve yazının aracı olarak kendine inancı eksikti.
Eğer bir gavurun Peygamber ile ilgili efsaneler üzerine çeşitlemeler yapmasına izin verilseydi şunu önerirdim: Abdullah inancını yitirdi, çünkü dikte edilerek yazma işleminde bir hata yaptı ve Muhammed bunu fark ettiği halde onu düzeltmemeye karar verdi, çünkü kendi yazdırdığı sözün tercihan hatalı olduğunu düşündü. Bu durumda da Abdullah öfkelenmekle haksız olurdu. Sözcük, Peygamberin vecdiyle ağzından çıkmış olsa bile daha önce değil, ancak sayfanın üzerine kaydolduğunda kesinlik kazanır, yazı olur. Yazılı-olmayanın enginliği bizim yazma eylemimizin sınırlılığı aracılığıyla, yani imla konusundaki kuşkular, yanılgılar, dil sürçmeler, sözün ve kalemin denetlenemeyen atlamaları aracılığıyla okunur hale gelir. Yoksa bizim dışımızda olan, sözlü ya da konuşulan sözcükle iletişim kurabildiğini sanmasın: İletilerini yollamak için başka yollar bulsun.
İşte beyaz kelebek bütün vadiyi aştı ve kadın okurun kitabından gelip benim yazmakta olduğum sayfanın üstüne kondu. (Sayfa: 178-179)

*****

(..) Okurlardan kitaplarımda benim bilmediğim bir şeyleri bulmalarını beklerim, ama bunu sadece bilmedikleri bir şeyi okumayı bekleyenlerden bekleyebilirim. (..) (Sayfa: 181)

*****

(..) ''Ludmilla yazarları bizzat tanımamanın daha iyi olduğunu savunur, çünkü yazarın kendi, kitabı okurken edinilen izlenimden çok farklıdır.''
Bu Ludmilla'nın ideal okurum olduğunu söyleyebilirim. (..) (Sayfa: 182)

*****

(..) ..henüz tanımadığım o gerçekliği dile getiren tek tek sözcüklerden bir nehir yaratmalıyım. (..)
(Sayfa: 185)

*****

(..) Neden tam kendimi bir cezaevindeymiş gibi kendi kendime zincirlenmiş hissettiğim anda gelip buluyorlar beni.? (..)
''İlgimi en fazla çeken romanlar.'' dedi Ludmilla, ''olabildiğince karanlık, acımasız ve yoldan çıkmış insan ilişkilerinin düğüm noktasında saydamlık yanılsaması yaratandır.'' (..) (Sayfa: 188)

*****

(..) Apokrif, Yunanca apokryphos (gizli, saklı): 1) Başlangıçta dinsel mezheplerin 'gizli kitapları'; sonra da vahiy yoluyla gönderilen metinlerle kural koyan dinlerde kural olarak tanınmayan metinler için kullanılmıştır; 2) Hatalı olarak farklı bir yazar ya da çağa ait olduğu söylenen metin anlamında. (..) ..yazmak, her zaman sonradan ortaya çıkarılacak bir şeyi yazmak anlamına gelir; çünkü benim kalemimden çıkabilecek gerçeklik, şiddetli bir vuruş nedeniyle kayadan kopup uzağa fırlamış bir parça gibidir; çünkü düzmece dışında gerçeklik yoktur. (..) Ona göre düzmece iş yapan kişi, romancıların bol ve bereketli olduğu topraklara yerleşmeliydi; böylece dalaverelerini zengin özgün hammedde ürünlerinin arasına karıştırabilirdi. (..) (Sayfa: 189)

*****

(..) Benim olduğuna emin olduğum kitaplar sadece henüz yazmadıklarımdır. (..) (Sayfa: 191)

*****

(..) O Erkek Okur ile son konuşmam üzerine düşündüm. Belki de öyle yoğun bir okuma yapıyordu ki, romanın özünü daha baştan içine çekiyordu; geriye bir şey kalmıyordu. Bu yazarken benim başıma gelen bir durumdu: Bir süredir yazamaya başladığım romanlar sanki söyleyecek her şeyi tüketmişim gibi yarıda kalıveriyordu. (..) (Sayfa: 192)

*****

(..) Duyarlılığın mekansal ve zamansal olarak yoğunlaşabilmesi için algı alanının geniş bir bölümü üzerinde duyum olmaması gereklidir; aynen müzikte, üstteki notaların ayrışabilmesi için alttaki sessizliğin gerekli olduğu gibi. (..) (Sayfa: 197)

*****

(..) Ormanın sınırlı kıvrımları üzerinde asılı duran şafak sanki önümde yeni bir gün açar gibiydi; ama bu bütün öteki günlerden önce gelen bir gündü; günlerin henüz yeni olduğu, insanların günün anlamını kavradıkları bir zamandı. (..) (Sayfa: 215)

*****

(..) Öykü ilk kez gördüğüm yerlerde yaşanan tedirginliğin yanı sıra aynı zamanda bellekte bir anı değil, bir boşluk bırakmış olan mekânların duygusunu da aktarmalı. Şimdi, görüntüler bu boşlukları doldurmaya çalışıyor, ama onlar da göründükleri an unutulan rüyaların rengine boyanmaktan başka çare bulamıyor. (..) (Sayfa: 217)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...