16 Aralık 2019 Pazartesi

Rıfat Ilgaz - Karartma Geceleri

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Karartma Geceleri 1944'lerin İstanbul'unda, Alman faşizminin azgınlaştığı, dünyayı ateşe veren savaşın kapımıza dayandığı günlerde, hakkında iki tutuklama kararıyla İstanbul sokaklarına sığınan bir devrimcinin serüven dolu yaşamını anlatıyor.
Karartma Geceleri, Rıfat Ilgaz'ın anılarından kaynaklanır ama, bir anı-roman değildir. Anılar harmanlanıp bir zaman kurgusunda yeniden oluşturulmuştur.
Yurdumuzda ve uluslararası yarışmalarda birçok birincilik ödülü alan Karartma Geceleri'nin filmi de romanı kadar büyük bir ilgi görmüştür.

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Bunlar öyle küçük insanlıklardı ki, anlamını ancak bu cezaevlerinden gelip geçenler bilirdi. Sözgelimi, kapısız bir helanın önünde bir nöbetçinin arkasını dönüp dikilmesi bile bu tür insanlıklardan biri, belki de en önemlisiydi.(Sayfa: 8)
#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Sınırların ötesinde kalan uygar bir dünya, şimdi, aydınların boğazlandığı bir tutsaklar ülkesiydi. Bu topraklar üstünde kelepçe vardı, türlü işkenceler de vardı ama, henüz ölüm kampları, fırınlar, kurşuna dizilmeler yoktu. (Sayfa: 10)
***
"..Bir şair üzerine düşen işi yapmalı.
(..)
"..Aylığımız kaç lira bugün.? Seksen üç lira seksen beş kuruş.! Şurda, tramvay deposunun karşısında karnesiz ekmek satıyorlar, torbalar içinde. Tanesi.."
"Bir lira. Aldım geçen gün.!"
"Demek seksen dört ekmeğe öğretmenlik yapıyoruz."
"Buğdayımızı Almanlar'a veriyoruz, savaşa katılmamak için.."
"Savaşa girmemek için haraç.! Ama Hitler'i bize savaş açmaktan bu buğday alıkoymaz. Koşullar gerektirmesin yoksa.!" (Sayfa: 26)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

".. Ben henüz solcu olup olmadığımı bilmiyorum kesin olarak.Bildiğim bir şey varsa ezilen halktan yana oluşum. Halkın çektiği sıkıntıların benim çektiklerime tıpatıp uygun oluşu. Kurtuluşumu da halkın kurtuluşunda görüşüm. Bu birkaç düşünce kırıntısı solcu olmam için yeterse kendimi hiç de temize çıkarmaya çalışacak değilim." (Sayfa: 29)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Bilsem ki kimsenin parmağı yok
Bu sürüp giden işkencede,
Kılım bile kıpırdamadan bir sabah
Çekerdim darağacına kendimi
Bilsem ki suç bende.! (Sayfa: 42)

***
''(..) Sen yalnız sıradan bir öğretmen değilsin.! Şiirleri üzerinde durulan bir şairsin.! Sorumluluğun var.'' (..)
''Olumlu bir aydın olarak.. Bir şair, bir sanatçı.. Bırakalım bunları da kendi sağlığımdan sorumlu bir aydın olarak.. İnsan ileride utanmamalı, yaptıklarından.. (..)'' (Sayfa: 49)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

''Ne üzerine yemin ettirdiler.?''
''Önce müslümanca yemin ettirdiler. Şeflerinden biri, bu adamların böyle yeminler nesine dedi, buna şerefi üzerine yemin ettirelim..''
''Ettin mi.?''
''Ettim.!''
''Demek haber vereceksin öyle mi.?''
''Söz verdim vermesine ama..''
''Eee.?''
''Sen şerefin üzerine söz vermiş olsaydın, ne yapardın.?''
''Orada şerefin bir anlamı var mı.? Şerefli bir kişi olman dayaktan kurtarabildi mi seni.?'' (Sayfa: 88)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

''(..) Ama eğer sen önem verirsen şöyle de düşünebilirsin, bir şairin karısı olduğunu.! Bırak şairliğimi, halkın çilelerden kurtulmasını isteyen, onu seven, onun parasıyla okutulduğu için halkına, ulusuna karşı borcunu ödemeye çalışan bir öğretmenin karısı.. (..)'' (Sayfa: 96)
#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Onları ancak ''Öz''e önem veren şairlerden sayarlardı, aylak sınıfın eleştirmenleri. Şu içinde bulundukları darboğazda önemli olanın, biçim değil söylenecek söz olduğunu onlar da bilmez değillerdi. Bir de sorun çıkıyordu biçim için. Konu halka indikçe, tekdüzeliğe gidiliyordu ister istemez. Alışılmış biçimlere başvurarak, anlatılacak olanı yadırgatmadan verme çabası başlıyordu sanatçıda. Biçimcilik, halkı beğenisine aykırı bir uğraşıydı.
Ortaya konulan ürün, yazılıştan ötürü değil, yazılandan ötürü değerli olmalıydı. Biçimin hiç mi önemi yoktu sanat ürünü için.? Olmaz olur mu.? Halkla ilişki kurulmaya kalkışıldı mı en iyi biçimde, onun yadırgamayacağı biçimde verilmeliydi.. Ta ki bıkana kadar.! Eğer yeni biçimlere geçilecekse, halkın beğenisine uyarak geçilmeliydi. Yenilik her zaman için gerekli değildi. (Sayfa: 101)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

''Haydi dostum.! dedi, ''İçelim.! Bi daha nerde karşılaşırız belli olmaz.! Ama Tevfik Fikret ergeç haklı çıkacak.! Bir gün sabah olacaktır, mutlaka.!''
''Hocam.!'' dedi, ''Benim öyle büyük laflara aklım ermez. Ben iktisatçı olmak için yola çıktım. Bak, ''İşletme''ye çalışıyorum. Şu var ki, sabah kimileri için çoktan oldu. Sen halkın uyanmasını bekliyorsun, oysa o namussuzlar, geceyi uzatmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu yüzden derim ki geceler çok uzun olacak buralarda. Savaşın sonu görünür gibi oldu. Bizim aracılar, savaş sonrası ürünlerinin kendilerine gönderilmesini bekliyorlar, keselerini şişirmek için.. Halkı, yalnız kendi adlarına soysalar canım yanmaz.! Başkalarının hesabına yapıyorlar bu işi, daha çok.!''
''Senin kitapların, söylediklerini açık açık yazıyor mu böyle.?''
''Yook, hiç yazar mı.! Ben çıkarıyorum satır aralarından.! Biraz da Nazım'ın şiirlerinden çıkarıyorum bunları.''
''Bu doğru işte.! Profesörden önce sanatçı söylüyor gerçekleri. Bir iktisatçının, bir hukukçunun çaktığı çiviyi, ertesi gün öbürleri, elinde kerpeten söküp çıkarır. Basın savcıları onlarda bir tehlike görselerdi, şairlerden önce onların peşine düşerlerdi.!''
''Yani sen sanatçıdan bekliyorsun uyarma görevini.!''
''Bekliyorum ama, gerçek sanatçıdan. Fikret bize hiçbir şey vermiyor artık. O, babamı yetiştirmiş o kadar. Bu mavi gök size bir gün acır, diyen sanatçıya inanmak biraz zor.! Bu mavi gök, bugüne kadar kimseye acımadı, İsa'sına bile. Hem halkın acınacak nesi var ki, hele emeğiyle uygarlıklar kurmuş halka acınır mı hiç.! Uyansın da kendi sırtından gökdelenler kuranlardan alsın hakkını. Ben önce edebiyat öğretmeniyim. Şairlerden çok şey bekliyorum. Asya, Afrika kıpırdanmaya başladı, yalnız sana şunu sorayım, endüstri çağına girdi de mi uyandı bu adamlar.? İşte böyle zamanlarda halkı atılımlara, devrimlere götürecek güçlü sanatçılara iş düşüyor önce, iktisatçılara değil.! Hadi içelim en büyük şairimizin özgürlüğüne.!''
Bursa cezaevinde yatan şair için bardak kaldırdıklarını anlamış olacaktı Nihat:
''Eğer, iş şairlerimiz, romancılarımızla olacaksa, çook Nâzım'lar gerekecek bize.!'' dedi, ''Çok aydınlar, çok sanatçılar, romancılar..'' (Sayfa: 105-106)

***
(..) Gerçekten bu, tam anlamıyla gazete değil, paçavraydı. Almanların yenilgileri, geri çekilmeleri bile bir zafer öyküsüne çevrilerek anlatılıyordu. İç sayfalarda Doğu cephesine gidip gelen bir generalin anıları vardı. Hele başyazı.. ''Yeni Nizam''ın yeryüzü düzeni için en elverişli bir nizam olduğunu, dünya uluslarının artık silahlarını bırakmaları gerektiğini sağlık veriyordu başyazar. İlginçti bu başyazı.! Savaştan yorulan, acaba dünya ulusları mıydı, yoksa salt Almanlar mı.? Haberin özetinden, işgal bölgelerinden Alman askerlerinin belli bir oranda geri çekildikleri, üzerlerine düşen görevi yerli ırkçılara bıraktıkları açıkça anlatılıyordu.
(Sayfa: 110)
***
Portakallarını göreceksin Dörtyol'un
Mersin silolarında bitlenen
Altın sarısı buğdayları.
Turfandadır diye el süremediğimiz
Çavuşları, kınalı yapıncakları
Yani bağı sorulmadan yenilen üzümleri
Salkım salkım. (Sayfa: 113)

***
Şiir yazmak dünyanın neresinde suçtu, faşist ülkelerden başka.? (Sayfa: 119)
***
(..) Bu ülkeler onu bir gün buyur bile etseler kendi halkını kaderiyle baş başa bırakıp nereye gidebilirdi.? Bu halkın çocuğuydu, kurtuluşları da birlikte olmalıydı.! (..) Bu toprakların her ülkeden çok kendi aydınlarına gereksinimi vardı. (Sayfa: 120)
***
İşte şu en üst baştaki kitap da onun suçlanmış kitabıydı. Utanır gibi pembeleşmiş kapağıyla, Faris'in yazdığı kılıç gibi harflerle içeriğini belirtmeye çalışıyordu. Dört formalık kitaptan bile korkuyorlar, diye düşündü. Ne vardı içinde sanki.? Belirtmeye çalıştığı sınıf gerçeğinin en yalın dizelerle verilişi değil mi.? Gerçeklerden neden korkuyorlardı bu kadar.? Emekçinin uyanışından mı, yoksa işçinin uyanıp belli bir sınıfın adamı olduğunu benimsemesinden mi.? Peki, uyanırlarsa ne olurdu.? Hemen kendilerini sırtlarından silkeleyebileceklerine mi inanıyorlardı.? Bu, o kadar çabuk, o kadar kolay mı olacaktı.? (Sayfa: 159)
***
Halka dönük bir yazar oluşum çiziyor toplumsal kaderimi. (Sayfa: 161)
***
Şöyle bir sayfalarını çevirdi. Gözü Sabahattin Ali'nin adına takıldı satırların arasında.. Böyle bir dergide Sabahattin Ali'nin adı herhalde hayırla anılmayacaktı. Okudu:
''Bu hezeyanları yazan Sabahattin Ali, bugün kültür işlerinin mühim bir mevkiinde Marif Vekili Hasan Ali'nin şahsi sempatisi sayesinde Türk milletinin parasıyla rahatça yaşamaktadır.''
Batırmak istediği Türk milleti haaa.! Hangi toplumcu, Türk milletinin mutluluğu için işkencelere göğüs germekten yılmıştır bugüne kadar.? Hele Sabahattin Ali.. Pırıl pırıl yazılarıyla hep halkının geleceğine ışık tutmayı düşünmedi mi.?
Bilgisizlikten kurtulup insan gibi yaşaması için savaşmadı mı.?
Sayfaları şöyle hızla öfkeyle çevirdi. Başta Nâzım olmak üzere birçok toplumcu adlar karalanıyordu. Türk milletini batıran bu değerli sanatçılardı haaaa.! Gözlerini kırpmadan Almanların safına katılıp ulusun kaderini Hitler'in deliliğine teslim etmek isteyenler, ulusu soyup İsviçre bankalarına yatıranlar değil de, milleti batıranlar öyle mi.? Halkı için kafalarının ürünlerini ortaya döken aydınlar, sanatçılar, gazeteciler.. Çıkardıkları dergilerde ''Kelle kessem, kan içem.!'' diye şiirler yazıp, sen Çerkez'in, o Arnavut'tur, şunlar Laz'dır diyerek kendi halkını aşağılayanlar, sen bizdensin, bizim gibi Türkçü'sün diye zamanın Başbakanı'na açık mektuplar yayınlayıp Milli Eğitim Bakanı'nı solcu diye rapor edenler en değerli profesörleri, en seçme öğretmenleri isim isim jurnal edenler.. (Sayfa: 185)


Doğdun doğalı ne oyun gördün, ne oyuncak.!
Uyu benim maviş kızım
Dem geçecek, devran geçecek,
Keloğlan muradına erecek
Sökülecek hasbahçenin çitleri
Ağlayan nar gülecek.! (Sayfa: 186)
***
Alman ırkının üstünlüğüne inanan bizim yerli ırkçılarımız, kendi ırklarına bile güvenemedikleri halde nerden alıyorlardı bu coşup taşma hızını.? Biz yeryüzünde üstün ırk tanımıyor, kendi ırkımızı değil de kendi ulusumuzu hiçbir ulustan üstün görmesek bile, hiçbir ulustan da aşağı görmüyorduk. Eğer bir ulus bugün başka bir ulustan daha üstünse, bunun nedeni, ne kafa çevresinde ne de kanındaki alyuvarlarındaydı. Bu, bir ulusun egemen olma tutkusundan ileri gelmiyor muydu.? Afrika'yı, Asya'yı, biraz da Avrupa'yı sömürü düzenine zorla sokmuş bir ulusun kölesi olmaya özenmek övünülecek bir şey miydi.? (..)
''Biz..'' diyordu Mustafa, ''Halklar arasında, sınıflar arasında sömürünün sürüp gitmesini eleştiriyor, bir olanak eşitliği yaratılmasını istiyoruz. Onlar bizim bu kardeşçe isteklerimizin karşısına, kişiler nasıl eşit olabilirmiş diye kendi bencillikleri için çıkıyorlar.'' (Sayfa: 188)
***
''Her şair, biraz horoz değil midir, ötmesini bildiği için..''
''Evet. Vakitsiz öten bir horoz. Bu vakitsiz öten horozları tutarlar..''
''Beslemek için bir kümese kapatırlar..''
''Ama, sevimli bir kuş kümesin kapısını açıp salıverir. Sonra horoz, döner dolaşır, kendi çöplüğüne gelir, kanatlarını çırpa çırpa dolaşır..'' (Sayfa: 195)
***
''(..) İnsan, gireceği kavganın çapı kadar iyi olma gereğini duyuyor. Eğer insanın içinden geliyorsa kavgaya girmek, hazırlığı da o ölçüde başarılı oluyor.'' (Sayfa: 198)

11 Aralık 2019 Çarşamba

Rıfat Ilgaz - Hoca Nasrettin ve Çömezleri

#RıfatIlgaz #HocaNasrettinVeÇömezleri
Rıfat Ilgaz, Hoca Nasrettin ve Çömezleri'ni çağdaş bir yaklaşımla yeniden üretiyor ve kendi mizah anlayışıyla Hoca'yı şöyle değerlendiriyor:
''..Her şeyi tatlıya bağlamaya çalışan yöneticileri, çıkarcıları, eyyamcıları, dalkavukları yere vurmaktır amacı. Hoca bu yerden yere vurma işini kahramanlar gibi zor kullanarak, bedensel gücünü göstererek yapmaz. Filozofça yapar. Güçsüzler, arkasız kalanlar, dar zamanlarında onun fıkralarına sığınıp güçlenerek ayakta kalmaya, tutunmaya, yaşayışlarını sürdürmeye çalışırlar.
Hocamız, halkı tümüyle kapsayan mizah anlayışıyla, ezene karşı ezilenden yana, bilinçle sabırla direnen, işi oluruna bağlamayan, yatıştırıcı olmaktan çok uyarıcı, yerel olduğu kadar da evrensel bir yergi ustasıdır..''
***

(..) Ocak 1944'te ''Sınıf'' adlı şiir kitabı çıktı. Sıkıyönetim kararıyla toplatıldı. Pertev Naili Boratav ''Sınıf'' için:
''Yeni Türk şiirine inanmayanlara, Rıfat Ilgaz'ın kitabını okuyup anlamalarını dilemekten başka yapılacak bir şey yoktur.'' diye yazdı.
(..)
Yıllarca kendisini bizden uzaklaştırmaya çalışan yöntemlerden sonra, demokrasi yolundaki ülkemizdeki gelişmeler Rıfat Ilgaz adını yeniden yücelttiyse de, Sivas olaylarının acısına dayanamayan duyarlılığı 7 Temmuz 1993 günü aramızdan ayrılmasına neden oldu.
1991'de yazdığı son şiirinde şöyle der:
Elim eline değsin
Isıtayım üşüdüyse
Boşa gitmesin son sıcaklığım.!''
************************
''Doğru dersin, baba.! Kargaların beni adam yerine koymaları için senin kavuğunu oturtmam gerek.!''
Kızmıştı Hoca. Kızmıştı ya, kızdığını kimseye belli etmemişti bugüne kadar:
''Bırak benim kavuğumu da başına Timur'un askerlerine giydirdiğin bakır tolgayı geçir. Sonra çık köyleri talana.! Timur'u görünce de ''Yaşa Başbuğ'' diye kurtlar gibi ulu.! Hatun, sen bu densize bakıp da gümüş sikkenden olurum diye korkma. Bunlarda kurt olup eşek parçalayacak yürek nerde. Sen çıkar ahırdan bizim küheylanı da bağdakiler soylu bir eşek görsünler.'' (Sayfa: 8)
***
Geçenlerde bir ziyafete gittim, yüzüme bakmadılar bile. Bizim imamın kürkünü giyip gittim, başköşeye buyur ettiler. Çıkardım sırtımdan kürkü. Onu oturttum ben de başköşeye. Buyur imamın kürkü, dedim. Bu itibar bana değil, sana.! Sokak köpeğinden tazı, asker kaçağından gazi olur mu.? Üzerine uygun bir çul geçirirsem neden olmasın.? (Sayfa: 24)
***
''.. köpeğin köpeklik etmesi için, karnının hiç doymaması gerektiğini bilirsin.'' (Sayfa: 26)
#RıfatIlgaz #HocaNasrettinVeÇömezleri
''Elbet bir bildiğimiz vardı gölü mayalarken.. Bu sütü bozuk zorbalardan ayran bile olmaz. Ben görmem ama yaşayanlar görür. Dışardan gelen saldırgana güvenip kendi memleketlisini ezmeye kalkışanların başı ilk önce ezilir.'' (Sayfa: 35)
***
''Ne olacak,'' dedi Hoca, düştüğü yerden, ''yüksek mevkilerin adamı olmadığımızdan yukarıda tutunamadık.'' (Sayfa: 39)
#RıfatIlgaz #HocaNasrettinVeÇömezleri
"Köylü seni bekliyor, Hocam.!"
"Zorları neymiş alacakaranlıkta.?"
"Kalksın sabah namazını kılsın diyorlar.."
"Allah'la kulun arasına girmeyi kim öğretmiş onlara.? Fille Timur'un arasına beni sokarlar, Allah'la benim arama kendileri girerler. Sıkıysa Timur'la filin arasına girsinler bakalım, tabansız herifler.!" (Sayfa: 62)
#RıfatIlgaz #HocaNasrettinVeÇömezleri
Heybelerden, torbalardan çıkanları reisin atının ayaklarının dibine yığmışlardı. Haramilerin başı, bu döküntülere hiç sevinir görünmüyordu.
''Bizden önce kim soydu sizi.?'' dedi. ''Bu ne hal.?''
''Kim mi soydu.! İlk önce Selçuklu sultanları, Karaman beyleri, onlardan sonra da Timur'un adamları. Şimdi de Timur'un fili talan ediyor, bağımızı, bostanımızı.!'' 
(Sayfa: 70)
#RıfatIlgaz #HocaNasrettinVeÇömezleri
(..) ''Çok tuhaf adamsın sen.! Birini dinledin, hak verdin. Ötekini dinledin, haklısın, dedin. Ne biçim iş bu.?''
''Vallahi hatun, sen de haklısın.!''
Bu kez Ferhat atıldı:
''Baba,'' dedi, ''Herkese hak verirsin de bana hiç hak vermezsin sen.!''
''Vermem,'' dedi Hoca, ''Hak vermek başka, haklı göstermek gene başka.!''
''Anlayamadım.''
''Daha, çooook ekmek yemen gerek anlaman için.!''
''Yani kimseye hak vermiyor musun sen şimdi.?''
''Vermiyorum, evlat. Verildi mi sadaka olur. Hak dediğin söke söke alınır. Birini haklı görmek başka, ona hak vermek gene başka.! Vermeye gelince. Bizim gibi hocalar hep almayı bilirler.! Huyumuz kurusun.!'' (Sayfa: 87)
***
(..) Açıkçası yaşamayı kim hak ettiyse o yaşar, hakanlar, başbuğlar değil.! (Sayfa: 89)
***
Bağevinin avlusundan çıktıktan sonra eşeğin boynuna bir şaplak atan Hoca:
''Yavuz eşekmişsin haaa.!'' dedi. ''Kim öğretti sana arap atları gibi rahvan gitmeyi böyle.? Yorma kendini bu kadar. Hayvanın aptalı rahvan, insanın aptalı pehlivan olur derler. Sen biraz mektep medrese görmüşe benziyorsun. Olmaaaz.! Ya başlamışken tam okuyacaksın, yahut da hiç başlamayacaksın.! Okumuşun cahili, acemi çomara benzer. Sağa sola boşuna havlayıp sürüye kurt getirir. Ortalıkta bu kadar kurt dolanıyorsa, acemi çomarların boşa havlamasından. Eğer Timur denilen deli herif hâlâ ayakta durabiliyorsa, kendini tam adam sanan buçuklu kişilere dayandığındandır.'' (Sayfa: 91)

#RıfatIlgaz #HocaNasrettinVeÇömezleri
''Onlar köpek ararlar havlatacak. Önce köpeğin, adını kendinden alan dişini sökerler. Sökemezlerse törpüleyip altın kaplarlar ısıramasın diye.. Hiç, midesi dolu, ağzında yağlıca bir but olan köpeğin ısırdığı görülmüş mü.? Ağzını açıp havlayamaz bile. Neden havlasın. Sonra but parçası düşüverir ağzından.''
(Sayfa: 92)
***
(..) Memleket çok laftan battı der köylümüz. Doğrudur bu. Laf üretmekten iş üretmeye fırsat bulamadılar başları kavuklular. Bu hale soktular, gül gibi Akşehir'i. (Sayfa: 94)
***
''Kavuğunu gördüm de uzaktan, ben de seni okumuş bir adam sandıydım..''
''O kavuk senin gibi daha kimleri kandırmadı ki..'' (Sayfa: 104)
***
''Tavuğu kadına mı kestiriyorsun.?''
''Kime kestireyim ya.?''
''Yenmez kadının kestiği tavuk.''
''Pişirdiği pilav yenir de, kestiği tavuk mu yenmez, haaa.?''
''Asla yenmez.''
''Ben yedim oldu, Muhzır Efendi. Sana buyur edersem yeme.!''
(Sayfa: 119)

#RıfatIlgaz #HocaNasrettinVeÇömezleri
Dünyaya insan gelip insan gideceğini sanırdı, birçok eşekler.
(Sayfa: 125)

#RıfatIlgaz #HocaNasrettinVeÇömezleri
(..) Körlerin dördü de ayağa kalkmış birbirinin üzerine atlıyor, keseyi bulmaya çalışıyordu. Kesenin ortaya çıkmayışı deliye döndürmüştü hepsini. Kese mutlaka dördünden birinde olmalıydı. İş adamakıllı kızışmış, tekmeden tokattan ağız burun kanamaya başlamıştı. Hoca uzaktan:
''Görüyorsun ya, Ferhat,'' dedi, ''Buna kördövüşü derler. İşte memleketin hali. Timur'un sizin gibilere yaptığı da bundan farklı değil. Hadi yolun açık olsun. Aslan gibi delikanlı kardeşlerin Timur'un mahpus damlarında yatarken sen Akşehir'den buralara gel, kızkardeşini elin itlerine satmaya çalış. Benim satılık kızım yok. Terslik edilecek yeri öğrendiğin gün Timur gibiler tası tarağı toplayıp giderler buradan.!'' (Sayfa: 140)

Furûğ Ferruhzâd - Yeryüzü Ayetleri

Furûğ Ferruhzâd - Yeryüzü Ayetleri Çeviri: Prof. Dr. Ali Güzelyüz

''Esir''de ben sadece dış dünyayı yalın bir şekilde açıklıyordum. O zamanlar şiir, ruhuma işlememişti. Aksine kendisiyle aynı evde yaşadığımız bir eş, bir arkadaş gibiydik. Sonraları şiir bende kök saldı. Böylece benim için şiirin konusu değişmiş oldu. Artık şiiri sadece kendi duygularımı açıklamak için bir araç olarak görmüyorum. Aksine şiirin kökü bende sağlamlaştıkça, ben parçalara ayrıldım ve daha yeni dünyalar keşfettim.''
*
''Bana göre şiir, ona yaklaştığımda kendi kendine açılan bir penceredir. Yanında oturuyorum, bakıyorum, şarkı söylüyorum, bağırıyorum, ağlıyorum.. Pencerenin öte yanında bir varlık olduğunu; orada birinin, belki de iki, üç yüz yıl sonra yaşayacak birinin beni dinlediğini biliyorum. Şiir, geniş anlamıyla ''varlık''a bağlanmak için bir araçtır. Onun en iyi yönü, insanın şiir söylerken ''Ben de varım'' ya da ''Ben de var idim'' diyebilmesidir. Ben, şiirimde bir şey aramıyorum. Aksine şiirimde kendimi yeni yeni buluyorum.''
*
Şair olmak demek, insan olmak demektir. Kimilerini tanırım, günlük davranışlarının şiirle ilgisi yoktur. Yani sadece şiir söyledikleri zaman şairdirler. Sonra iş bitiyor.. Ben bu kişilerin sözlerini kabul edemem.''
*
Ve bu benim
Yalnız kadın
Soğuk mevsimin eşiğinde
Toprağa bulanmış varlığı anlamanın başlangıcında
Ve sâde ümitsizlik ve gökyüzünün hüznü
Ve bu çimentolu ellerin güçsüzlüğü
Zaman geçti
Zaman geçti ve saat dört kez çaldı
Dört kez çaldı
Bugün Dey (Aralık-Ocak) ayının ilk günü
Mevsimlerin sırrını biliyorum ben
Ve anların sözünü anlıyorum..

10 Aralık 2019 Salı

Herakleitos - Fragmanlar, Çeviren: Cengiz Çakmak

#Herakleitos #Fragmanlar #ÇevirenCengizÇakmak

Bütün yollarını yürüsen bile
ruhun sınırlarına ulaşamazsın,
öylesine derindir ruhun logos'u.
***
Herakleitos'um ben.! Niçin beni oraya buraya çekiştiriyorsunuz ey cahiller.!
Sizler için uğraşmadım ki bunca, sözüm anlayana,
bir kişi gözümde bin kişi, metelik vermem kalabalığa.!
Bunu bilir, bunu söylerim, ah,
Persephone'nin huzurunda da.! (Sayfa: 7)

#Herakleitos #Fragmanlar #ÇevirenCengizÇakmak

Fragmanlarından ve Diogenes Laertios'un aktardığı öykülerden Herakleitos'un çoğunluğu anlayışsız ve değersiz olarak gördüğünü çıkartabiliriz. Kendi döneminde yaygın olan dinsel inanç ve âdetlerle açıkça alay etmektedir. Bilgece bir yaşam sürmekten yoksun olan çoğunluğu birçok fragmanında hayvanlarla eş tutar. Ancak buradan hareketle Herakleitos'u insan sevmez (misanthropos) biri olarak değerlendirmek yerine, onun hayvan gibi yaşamayı seçenlerden hoşlanmadığını söylemek daha uygun düşecektir. Dönemindeki işgalci Pers güçleriyle işbirliği yaparak zenginleşen tüccar sınıfına ve Yunan'ın geleneksel demokrasi anlayışına sert bir şekilde muhalefet etmiş, böylelikle egemen sınıfın politik oyunlarına alet olmak istememiştir. Bu yüzden kendisinden kent için yasalar yapmasını isteyen Ephesosluların teklifini geri çevirmiştir. Diogenes Laertios'un aktardığı bir öyküye göre yasa yapmayı kabul etmeyen Herakleitos, Ephesoslularla anlaşmaktansa Artemis Tapınağı yakınlarında çocuklarla aşık oynamayı tercih etmiştir. (Sayfa: 16)

*****
*****

Barış için bir konuşma yapması istenince, bir bardak su içine arpa unu serperek içmiş ve hiçbir şey söylemeden çekip gitmiştir. Aktarılan bu öykü onun hem ''konuşma'' hem de yaşama tarzına uygundur. Herakleitos az sözcükle çok şey anlatmak isteyen bir filozoftur. Su ile arpa ununu karıştırıp içmesi, Ephesoslulara aç gözlü olmamalarını ve basit bir yaşam sürmelerini anlatmak amacını taşıyor olabilir.
(Sayfa: 19)

*****
*****

Bu her zaman mevcut olan logosu insanlar yalnızca işitmeden önce değil, işittikten sonra da anlamıyorlar. Her şey bu logosa göre olup bittiği ve ben her şeyi doğasına göre ayırt ettiğim ve nasıl olduğunu bildirip açıkladığım halde, söylediklerimle ve yaptıklarımla karşılaştıklarında acemi gibi davranıyorlar. Uykudayken ne yaptığını unutan diğer insanlar gibi bunlar da uyanıkken ne yaptıklarının farkında değiller.

*

(Herakletios, 'leğo' (legein: söylemek, anlatmak, konuşmak) fiilinden türetilen 'logos' terimini fragmanlarda üç temel anlamda kullanır: (1) Söz, söyleme, anlatma ve söylem; (2) yasa, kural, ölçü, ilke ve miktar; (3) saygınlık ve ün.) (Sayfa: 33-34)

*****
*****

Kana bulanarak arındırmaya çalışıyorlar kendilerini, çamura batmış birinin kendini çamurlu suyla yıkaması gibi. Çamurla temizlenen birine herkes deli der. Karşılarındaki tanrı heykellerine yakarıyorlar, konuşur gibi duvarlarıyla evlerin. Ne tanrılar ne de kahramanlar hakkında bir şey bildikleri var. (Sayfa: 43)

*****
*****

Güneş her gün yenidir. (Sayfa: 45)

*****
*****

Karşıt olan şeyler bir araya gelir ve uzlaşmaz olanlardan en güzel uyum doğar. [Her şey çatışma sonucunda meydana gelir.] (Sayfa: 49)

*****
*****

Eşekler samanı altına tercih eder. (Sayfa: 51)

*****
*****

Beklenmeyeni beklemezsen, onu bulamazsın. Çünkü ne bir iz vardır ne de bir yol.
(Sayfa: 69)

*****
*****

Dinlemeyi bilmediklerinden konuşmayı da bilmiyorlar. (Sayfa: 71)

*****
*****

Doğduklarında yaşamayı ve ölmektense paylarına karşı direnmeyi istiyorlar; arkalarında da payları belli çocuklar bırakıyorlar.

*

Herakleitos'a göre insana iki temel pay düşmüştür.

1) Beden ve ölüm payı;
2) bilgelik ve tanrısal pay.

Ancak insanlar bedenlerine öncelik verip tanrısal yanlarını öldürürler ve bilgelik yaşamı yerine beden yaşamını seçerler. Üstelik ölüm payına direnerek bedence sonsuz bir yaşam sürmeyi arzularlar ve bilgeliklerini artırmak yerine soyca çoğalmak isterler. (Sayfa: 73)

*****
*****

Altın arayanlar çok fazla toprak kazarlar ve çok az bulurlar.

*

Altın, Herakleitos'a göre hakikatin simgesidir. O derindedir ve öyle kolaylıkla kendini ele vermez. Hakikate ulaşmak için derinleşmek ve üzerini örten ön yargılardan kurtulmak gerekir. Bu da sıradan insan için çok zor bir uğraştır. Çünkü bu tür insanlar çerçöpü bilgiye tercih ederler. (Sayfa: 77)

*****
*****

Ölümde insanları ummadıkları, hayal edemedikleri şeyler bekler. (Sayfa: 87)

*****
*****

Bütünün kendisi olan bu kosmosu ne bir tanrı ne de bir insan meydana getirmiştir. O, daima belli ölçülere göre yanan, belli ölçülere göre sönen ezeli ve ebedi ateştir. (Sayfa: 93)

*****
*****
Bilgelik tektir; her şeyi her şeyle yöneten düşünceyi bilmektir. (Sayfa: 115)
*****
*****
Yay'ın adı yaşam'dır, ama işi ölümdür. (Sayfa: 129)
*****
*****

Bana göre bir insan çok iyi ise bin kişidir. (Sayfa: 131)

*****
*****

Uzlaşmaz şeylerin kendi aralarında nasıl uzlaştığını anlamazlar. Karşıt dönüşlerin uyumu; yay ve lirdeki gibi. (Sayfa: 137)

*****
*****

İnsanlar görünür şeyleri kavramada bütün Yunanların en bilgesi olarak bilinen Homeros gibi yanıldılar. Çünkü o bitlerini kıran çocuklar tarafından ''Görüp yakaladıklarımızı bırakıyoruz, görmeyip yakalamadıklarımızı da götürüyoruz,'' denerek aldatıldı.

*

Herakleitos Yunan dünyasında yaygın olan bir öyküyü Homeros'u hırpalamak amacıyla kullanıyor. ''Kör'' olduğu söylenen Homeros dere kenarında balık tutan çocuklara rastlar. Balık tutamayan ve bundan dolayı sıkılarak birbirlerinin bitlerini ayıklayan çocuklara balık tutup tutmadıklarını sorar. Çocuklar da onu bulmaca tarzında yanıtlar: ''Yakaladığımız bitleri başımızdan atıyoruz, yakalamadıklarımızı ise başımızda götürüyoruz.'' Bu fragmanda görünür şeylerin yanıltıcı olduğu değil, insanların görünür olanı tanıyamadığı söylenmektedir.
(Sayfa: 147)

*****
*****

Çoğunluğun öğretmeni olan ve çok bildiği söylenen Hesiodos gece ile gündüzün ne olduğunu bilmezdi. Gece ile gündüz birdir.

*

Herakleitos kendisinden önce gelen ve bilgide otorite olarak kabul edilen şairlerin söylediklerine itibar edilmemesi gerektiğini vurguluyor. Herakleitos'a göre, Hesiodos gündüz ile geceyi meydana getirenin güneşin günlük hareketleri olduğunu anlayamamıştır. Gece ve gündüz Herakleitos'a göre günün doğasını meydana getiren iki karşıt öğedir. (Sayfa: 149)

*****
*****

İnen ve çıkan yol bir ve aynıdır.

*

Kozmik açıdan bakıldığında inen ya da aşağı giden yol (Kato), ateşin sırasıyla hava, su ve toprağa dönüşmesidir. Yukarı giden yol (ano) ise toprağın suya ve havaya dönüşmesidir. Bu iki yolun birlikte işlemesi, kozmik düzen içindeki oluş ve bozuluş süreçlerinin ortaya çıkmasına neden olur. Bir yandan nesneler bozulur ve ölürken diğer yandan başka nesneler oluşa gelir ve yaşam kazanır. İnen ve çıkan yolun bir ve aynı olması bu iki sürecin kozmik düzende bir bütün oluşturmasından dolayıdır. (Sayfa: 155)

*****
*****

Deniz hem en saf hem de en kirli sudur. Balıklar için içilebilir ve can verici; insanlar için içilemez ve öldürücü. (Sayfa: 157)

*****
*****

Ölümsüzler ölümlü, ölümlüler ölümsüz. Biri diğerinin ölümünü yaşar, diğeri de ötekinin yaşamını ölür. (Sayfa: 159)

*****
*****
- Aynı şeydir yaşayan ve ölen, uyanık ve uyuyan, genç ve yaşlı. Çünkü sonrakiler öncekilerle, öncekiler sonrakilerle yer değiştirir.
*
''Yer değiştirir'' diye çevirdiğimiz terim 'metapesontadır'. Terim 'öteye taşımak, bir şeyin bir yerden başka bir yere taşınması' anlamına gelir. Fragman hem kozmik hem de antropolojik dönüşümler açısından ele alınabilir. Kozmik açıdan ölüm ve yaşam, genç (yeni) ve yaşlı (eski), uyanık (bilinçli) ve uyuyan (bilinçsiz) nesneler dünyasında aynı anda bulunur ve birbirleriyle yer değiştirirler. Antropolojik açıdan bakıldığında sahip olduğumuz ruhsal durumlar arasında birbirleriyle sürekli bir geçişlilik söz konusudur. Başka deyişle bir yönümüzle ölümsüz diğer bir yönümüzle ölümlü, kimi zaman genç kimi zaman yaşlıyızdır. Zaman içinde bir durumdan diğerine geçeriz.
(Sayfa: 215)

*****
*****

- Köpekler tanımadıklarına havlar.

*

Sahte olan ''Kötü insanlar gerçeklerin düşmanıdır.'' (Fragman 113) fragmanıyla her bakımdan benzerlik gösterir.
Kendi dar ilgileri ve sorgulamadan kabul ettikleri görüşleriyle yaşayan insanlar hem hakikatin ne olduğunu bilmezler hem de hakikate karşı direnip muhalefet ederler. (Sayfa: 233)

*****
*****

- Kendimi keşfettim.

*

Bu kısa ve özlü fragmanda geçtiği şekliyle ''edizesamen'' fiili ''soruşturmak ve aramak'' anlamlarına gelen ''dizemai'' fiilinden türemiştir. (fr. 22)
Bu fiil ''kehanet sözlerinin anlamını açığa çıkarmak, bir bilmeceyi çözmek, bir şeyin asıl yapısını ve işlevini açığa çıkartmak'' anlamlarına gelecek biçimde kullanılmıştır. Herakleitos sözcüğü, ''kendime sorular sorarak kendimi soruşturdum ve kendimi tanıdım'' anlamlarında kullanır. Bu fragman bir bakıma Gnothi s'auton (Kendini tanı.!) ifadesini çağrıştırır. (Sayfa: 241)

*****
*****

- Gözler kulaklardan daha iyi tanıktır. (Sayfa: 243)

*****
*****

- Çemberin çevresinde başlangıç ve son ortaktır.

*

Herakleitos'un kosmos anlayışı zamansaldır. Çemberdeki başlangıç ve sonun ortak olması kozmik düzenin ebedi ve ezeli bir dönüş içinde bulunması anlamına gelir. Kozmik düzen içinde bulunan hiçbir şey kalıcı değildir. Sürekli olarak ölüm ile yaşam, bolluk ile kıtlık, yaz ile kış yer değiştirir, ama kozmik düzenin kendisi her zaman varolmaya devam eder. Yunan anlayışına göre dairesel hareket ölümsüz olmanın bir göstergesidir. Bu bakımdan kosmosun kendisi, ölçülere göre yanan ve sönen bir ateş olarak ölümsüzdür. (Sayfa: 247)

*****
*****

- Ruhları barbar olanların gözleri ile kulakları kötü tanıklardır.
(Sayfa: 255)

*****
*****

- Kendini tanıma ve ölçülü olma olanağı her insanda bulunur.
(Sayfa: 273)

*****
*****

- İnsanın karakteri kaderidir. (Sayfa: 279)

*****
*****

- Hiç eksik olmasın zenginliğiniz Ephesoslular. Olmasın ki, alçaklığınız belli olsun. (Sayfa: 293)
#Herakleitos #Fragmanlar #ÇevirenCengizÇakmak

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...