14 Kasım 2019 Perşembe

Jack London - MartinEden (Çeviri: Yiğit Yavuz)

#JackLondon #MartinEden

#MartinEden #JackLondon

#JackLondon #MartinEden

..gemicilerin acayipliklerinden doğan mizah, yaşanan trajedileri hafifletiyordu.(Sayfa: 39)

#JackLondon #MartinEden

Müzik onu fazlasıyla etkiliyordu. İçindeki cüretkâr duyguları ateşleyen bir içki gibiydi müzik; hayal gücünü ele geçirip, onu bulutlara doğru uçuran bir uyuşturucuydu. Çirkin olguları kovuyor, zihnini güzellikle dolduruyor, aşkı serbest kılıp kanatlandırıyordu. (Sayfa: 40)


#JackLondon #MartinEden #ÇeviriYiğitYavuz

Okuduğu bir sürü kitap, huzursuzluğunu iyice biledi. Kitapların her bir sayfası, bilgi denizinden bir damla gibiydi. Oburca okudu ve okudukça açlığı arttı. (Sayfa: 64)

#JackLondon #MartinEden #ÇeviriYiğitYavuz

Bu gözlerdeki ruhu görünce, kendi ruhunu da görebilmişti.
(..)
Hayat ona bundan fazlasını ifade ediyorsa, o zaman hayattan daha fazlasını talep edecekti. (Sayfa: 71)
*
Bu gözlerdeki ruhu görünce, kendi ruhunu da görebilmişti. (Sayfa: 71)

*.. zihni ekilmemiş bir tarla gibiydi. Hayatı boyunca beklemişti ve kitaplardaki soyut düşüncelerin ekimine elverişli durumdaydı. Hiç yıpranmamış bir zihindi onunki ve kitaplardaki bilgileri yutarcasına hazmediyordu. (Sayfa: 72)



#JackLondon #MartinEden #ÇeviriYiğitYavuz

Güzelliğe âşıktı ve şiirde bu güzelliği bol bol buluyordu. Şiir, tıpkı müzik gibi, onda yoğun duygular uyandırıyor ve henüz farkında olmadığı biçimde, onu daha ağır işler için hazırlıyordu. (Sayfa: 74)

#JackLondon #MartinEden #ÇeviriYiğitYavuz

Hayatta çok şey gördüm ve gördüklerim, yanımdakilerin gördüğünden çok daha fazladır. Görmeyi seviyorum, daha çok şey görmek istiyorum ve farklı görmek istiyorum. (Sayfa: 79)

#JackLondon #MartinEden #ÇeviriYiğitYavuz

- Biliyor musunuz, dedi, Bay Butler için üzülüyorum. Doğru düşünemeyecek kadar gençti belki, ama sonuçta, yılda otuz bin dolar kazanmak için koca bir hayatı heba etti. Otuz binin tümünü verse, çocukken biriktirdiği on sentle alabileceği şeker ya da fıstığın tadını yakalayamaz artık; tiyatroda ucuz bir koltuk bile alamaz servetiyle. (Sayfa: 92)
*
Tanrının çılgın âşığı bir öpücük için her şeyi yapabilirdi, ama yılda otuz bin dolar için değil. Bay Butler'ın meslek hayatı onu tatmin etmemişti. Burada değersiz bir şey vardı. Yılda otuz bine diyecek yoktu ama, hazımsızlık ve insanca mutluluktan yoksunluk, bu parayı değersiz kılıyordu. (Sayfa: 94)
*
Ruth saf ve temizdi gerçekten, hem de Martin'in hayaline sığmayacak kadar. Ama vişneler onun da dudaklarını boyuyordu. O da kendisi gibi, evrenin acımasız kanunlarına tâbiydi.
(Sayfa: 119)
*
.. evreni toparlayıp, eline alarak inceledi; bu evrenin ara yollarından, geçitlerinden ve cangıllarından geçti. Gizemlerin arasında meçhul hedefini arayan korkmuş bir yolcu gibi değil; gözlemleyerek, kaydederek ve bilinmesi gereken her şeyi öğrenerek.. Öğrendikçe, evrene, hayata ve bütün her şeyin ortasındaki kendi yaşamına daha bir tutkuyla bağlandı.
(Sayfa: 129)
*
Evrendeki muhteşem şeylere karşı acı çekecek kadar duyarlıyken, çocuksu meselelerle cebelleşmek.. (Sayfa: 136)
*
- Güzelliğin bir varoluş sebebi vardır, ben önceden bunu bilmiyordum. Güzelliği anlamsız, rastgele ortaya çıkmış bir şey gibi görüyordum. Güzellik hakkında bir şey bildiğim yoktu. Ama artık biliyorum, daha doğrusu anlamaya başlıyorum. Otun neden ot olduğunu; onu var eden güneş, yağmur ve toprağın gizli kimyasını bildiğim için, ot şimdi bana daha güzel görünüyor. Çünkü otun yaşam hikâyesinde romantizm ve macera var. Bunu düşünmek beni heyecanlandırıyor. Bütün o güçlerin ve maddenin hareketlerini, gerçekleşen büyük mücadeleyi düşündüğümde, otlar hakkında bir destan yazasım geliyor. (Sayfa: 141)

#JackLondon #MartinEden #ÇeviriYiğitYavuz

Cennetteki azizler ancak güzel ve temiz olabilirdi elbette. Onları övmeye gerek yoktu. Ama ya çamur içindeki azizler.? Bitmek bilmez harikalar onlardaydı işte. Hayatı yaşanmaya değer kılan şey buradaydı: Düşkünlüğün lağım çukurundan yükselen büyük ahlaki değerleri görmek; üzerinden çamur damlayan gözlerle ayağa kalkıp, uzaklardaki solgun güzelliğe bakmak; zayıflık, güçsüzlük, kokuşmuşluk ve hoyratlığın içinden kuvvetin, hakikatin ve yüce ruhsal ihsanların doğması. (Sayfa: 145)

#JackLondon #MartinEden #ÇeviriYiğitYavuz

- Çamurun içinden çıktın Martin Eden, dedi, gözlerini muhteşem ışıkla yıka, omuzların yıldızlara değsin. Hayatın yolunu izle, bırak ''maymun ve kaplan ölsün;''* hüküm süren güçlerden en yüce mirası koparıp al.
(*Tennyson'ın ''In Memoriam''şiirinden alıntı) (Sayfa: 158)

*
Çok derin uyumasına rağmen, kedi gibi bir anda ve isteklice uyanıyor, beş saatlik bilinçsizliğin bitmesine seviniyordu. Uyku denen kendinden geçme halinden nefret ediyordu. Yapacak çok iş, yaşanacak çok fazla şey vardı. Uykunun kendisinden çaldığı her yaşam anı için garez duyuyordu.. (Sayfa: 159)
*
Aşk bu dünyada sözlü konuşmadan önce gelmişti ve en eski zamanlarda geçerli olan yol ve yordamlar, hâlâ hükmünü kaybetmemişti. (..) Bu içgüdüler aşkla yaşıttı ve teamüllerden, fikirlerden sonradan ortaya çıkan her şeyden daha akıllıydılar. (Sayfa: 190)
*
Bırak senin gibi yaşayan, nefes alan bir kadını, bir taşın bile kalbini eritecek kadar güçlüydü aşkım. (Sayfa: 200)

#JackLondon #MartinEden #ÇeviriYiğitYavuz

Bir şeyden hoşlanmıyorsam hoşlanmıyorumdur, hepsi bu. Irkımın diğer üyeleri bir şeyden hoşlandı ya da hoşlanır gibi yaptı diye, kendimi aynı şekilde davranmaya zorlamam için hiçbir sebep yok. Hoşlandığım ya da hoşlanmadığım şeyler konusunda başkalarına göre hareket etmiyorum. (..) İkna edici olmayan bir yanılsama, yalandan farksızdır. (Sayfa: 227)
*
- Bana öyle geliyor ki, sadece toprak meselesini değil, herhangi bir konuyu anlamak için önce yaşamın öz maddesi ve yapısı hakkında bir şeyler bilmek gerekir. Yasaları ve kurumları, dinleri ve adetleri anlamak için, bunları oluşturan yaratıkların doğasının ötesinde, söz konusu yaratıkların yapıtaşlarının doğasını bilmek gerekmez mi.? Edebiyat, Mısır'ın mimarisi ve heykel sanatından daha mı az insanidir.? Kâinatta, evrim yasasına tâbi olmayan tek bir şey var mı.? Ah, çeşitli sanatların evrim sürecinin de incelendiğini biliyorum, ama o çok mekanik bir şey. Orada insan dışarıda bırakılmış. Aletlerin, arpın, müziğin, şarkıların ve dansların evrimi pek güzel ortaya konmuş ama, ya insanın kendi evrimi; insan daha ilk aletini yapmadan, ilk şarkısını mırıldanmadan önce içinde olan temel ve asli parçalar.? Sizin hesaba katmadığınız ve benim biyoloji dediğim bu işte. En geniş anlamıyla biyolojidir bu.. (Sayfa: 260)

#JackLondon #MartinEden #ÇeviriYiğitYavuz

Martin o zaman sözünü söylemişti:
- Sosyalistlerden korkuyor ve nefret ediyorsunuz. Ama neden.? Ne onları ne de öğretilerini tanıyorsunuz.
Bay Morse:
- Öğretiniz açıkça sosyalizmi akla getiriyor, (..)
Martin güleç bir yüzle:
- Cumhuriyetçilerin aptal olduğunu söylemek; özgürlük, eşitlik ve kardeşlik balonlarının artık patladığını savunmak beni sosyalist yapmaz; dedi, Jefferson'ı ve temel aldığı bilimsellik dışı Fransızları sorgulamak, beni sosyalist yapmaz. İnanın Bay Morse, açıkça düşmanı olduğum sosyalizme, siz benden çok daha yakınsınız.
Bay Morse:
- Şaka yapıyorsunuz galiba, diyebildi sadece.
- Hiç de değil. Söylediklerimde ciddiyim. Hâlâ eşitliğe inanıyor, ama büyük şirketler için çalışıyorsunuz. Büyük şirketler ise sürekli, eşitliği gömmeye çalışmakla meşgul. Sizse eşitliğe inanmadığım için, tam da yaşamınızın dayanağı olan şeyi onayladığım için bana sosyalist diyorsunuz. Cumhuriyetçiler eşitliğin düşmanıdır; ona karşı savaşırken eşitlik lafını ağızlarından düşürmezler oysa. Bu yüzden onlara aptal diyorum. Bana gelince, ben bireyciyim. Yarışı hızlı olanın, savaşı güçlü olanın kazanacağına inanıyorum.
(..)
Kişisel olarak entelektüel bir ahlakçıydı ve onu bayağı bir burnu büyüklükten de fazla rahatsız eden şey, çevresindekilerin ekonomi, metafizik, duygusal ve taklitçi unsurları çorba eden tuhaf ahlak anlayışıydı. (
Sayfa: 278-279)


Hizmet edeceğin tek efendi, güzellik olsun. Ona hizmet et ve gerisini boş ver gitsin.! (..) Senin tatminin bir şeyi başarmak değil, o şeyi yapıyor olmak. Bana söyleyemiyorsun. Biliyorum bunu. Sen de biliyorsun. Güzellik canını yakıyor. İçinde dinmeyen bir acı, iyileşmeyen bir yara, alevden bir bıçak bu.
(Sayfa: 307)
*
Bir dervişin yüzüne sahip olsa da, tüm benliğiyle bir şehvet düşkünü olduğunu saklamıyordu. Ölmekten korkmuyor, hayatla ilgili her şeye buruk, alaycı bir gözle bakıyordu; bununla birlikte ölüme yaklaşırken hayatın her bir zerresini seviyordu. Çılgınca bir tutkuyla yaşamak, heyecan duymak, bir keresinde söylediği üzere, ''geldiği kozmik toz içinde habire kıvrılıp durmak'' istiyordu. (..) Martin'e anlattığı gibi, bir keresinde gönüllü olarak üç gün susuz kalmış, böyle bir susuzluğu dindirmenin hazzını yaşamak istemişti. Martin onun kim ya da ne olduğunu hiç öğrenemedi. Geçmişi olmayan, yakın gelecekte mezara girmesi kaçınılmaz, bugününü sancılı ateşler içinde geçiren bir adamdı o. (Sayfa: 310)

#JackLondon #MartinEden #ÇeviriYiğitYavuz

Bitirdim..
Sazımı koydum kenara.
Şimdi şarkılar sustu
Mor çiçekli yoncaları
Gölgeler sardı
Bitirdim..
Sazımı koydum kenara.
Nice şarkı söylemiştim
Dalda öten bir kuş gibi
Şimdi ben de susuverdim
Yorulmuş bülbül misali
Artık başka şarkım da yok
Geldim dayandım sınıra
Bitirdim..
Sazımı koydum kenara.
*
Yıldızlara gideceğim diye yola çıkıp, kendini kokuşmuş bir bataklıkta bulmuştu. (Sayfa: 373)
*
Henley'yi hatırlayarak mırıldandı:
- ''Zavallı bir serseri niye böyle kokuşmuş olduğunu izah ediyor''.. ''Bence yaşam aptalca bir gaf ve utanç.'' Evet.. Bir gaf ve utanç. (Sayfa: 387)
*
Martin şimdi, aslında Ruth'u sevmemiş olduğunu anlıyordu. Onun sevdiği, idealize edilmiş bir Ruth, kendi yarattığı insanüstü bir varlık, aşk şiirlerindeki o parlak, ışıltılı ruhtu. Bir burjuva olan, burjuvalara özgü zaafları, zihninde burjuva pisikolojisinin mengenesi bulunan hakiki Ruth'u sevmiş değildi. (Sayfa: 418)
*
''Korkuyor olsa yaşama sarılırdı. Korkmadığı için, giderek gölgelere gömülüyordu.'' (Sayfa: 431)

#JackLondon #MartinEden #ÇeviriYiğitYavuz

Aşkı ve hayatı pek çok sevmekten,
Umuttan ve korkudan âzâdeyiz artık
Şükür olsun meçhul Tanrılara ki
Hiçbir hayat sonsuz değil;
Ölüler hiç dirilmiyor;
En yorgun nehir bile sonunda
Güvenle denize dökülüyor. (Sayfa: 432)

12 Kasım 2019 Salı

Marques De Sade - Sodomun 120 Günü

#MarquesDeSade #Sodomun120Günü
''Parlamentodayken, masum olduklarını gayet iyi bildiğim zavallıların asılması için yüzlerce kez oy verdim ve her seferinde, bu küçük adaletsizlikle içimde haz organlarımı kısa sürede alev alev yakmaya başlayan bir kıvılcım hissettim. Daha fazlasını yaptığımda hissettiklerimi siz düşünün.'' ''Suçun,'' dedi Dük, Zephire'yi okşayarak yavaş yavaş baştan çıkmaya başlayan Dük, ''suçun kendisinde başka bir şeye ihtiyaç duymadan tüm duyguları ateşleyecek kadar çekicilik var ve şehvet oyunlarına en uzak görünen zulümlerin bile insanda cinsel istek doğurduğunu benden daha iyi bilen yoktur emin olun. Hırsızlık yaparken, adam öldürürken, bir yeri kundaklarken organımın sertleştiğini çok gördüm. Bizi harekete geçirenin şehvet nesnesi değil, kötülük olduğundan eminim. Sonuç olarak yalnızca kötülük sayesinde istek duyuyoruz, nesnesi sayesinde değil. Eğer bu nesne kötülük yapma olanağımızı yok etseydi, onun için istek duymazdık. ''Orası kesin,'' dedi Piskopos, ''En iğrenç olandan duyulan büyük haz de buradan kaynaklanmaktadır. Hazzın, suçtan doğurulması istenen ve suçun korkunç olmasını gerektiren sistemden asla uzaklaşmamamız gerekir. Bence baylar'' diye ekledi, ''bu sözünü ettiğiniz duyguyu deyim yerindeyse küçük suçlar için hissetmeme noktasına geldiğimi itiraf etmeliyim ve işlediğim suç yeterince felâket, yeterince kötülük, bir o kadar da dalavere ve ihanet getirmezse, bu duygu doğmuyor içimde artık.'' ''Peki,'' dedi Durcet, ''tasarladığımız ve burada sözünü ettiğimiz tarzda suçlar işlemek mümkün mü.? İtiraf etmeliyim ki, benim hayal gücüm her zaman yapabileceklerimin ötesine kayıyor. Her zaman yaptıklarımın bin katını tasarlıyorum ve her zaman bana ötesini hayal ettiren; ama yeterli olanağı vermeyen doğadan nefret ediyorum.'' ''Dünyada işlenecek iki ya da üç suç var.!'' dedi Curval ve ''bunları da yaptığınızda her şey bitmiş oluyor, artık her şey geride kalıyor ve hiçbir şey hissetmiyorsunuz. Kahretsin, kaç kere güneşe saldırı düzenlemek, tüm evreni ondan mahrum bırakmak ya da dünyayı yok etmek üzere kullanmak geçmiştir içinizden.? Asıl bunlar suç olmalı, bizim kendimizi adadığımız, bir yılda dünyada yığınla bulunan yaratıklardan bir düzinesini halletmeyle sınırlı küçük sapkınlıklar değil.'' (Sayfa: 189-190)

31 Ekim 2019 Perşembe

İtalo Calvino - Atalarımız, Çeviren: Rekin Teksoy

#İtaloCalvino #Atalarımız #İkiyeBölünenVikont #ÇevirenRekinTeksoy

''Yengeç mi arıyorsun.?'' dedi Medardo, ''Ben ahtapot avlıyorum.'' Avladığı ahtapotları gösterdi. Kocaman koyu renkli ya da beyaz ahtapotlardı. Bir kılıç vuruşuyla ikiye bölünmüşlerdi, ama dokunaçlarını oynatmayı sürdürüyorlardı.
''Bütün olan her şey böyle ortadan bölünebilecek olsa,'' dedi, kayalara dizdiği, çırpınan yarım ahtapotları okşayan dayım, ''herkes körelmiş, cahil bütünlüğünden sıyrılırdı. Bütünken her şey doğal, bulanık, hava gibi saçmaydı benim için; her şeyi gördüğümü sanıyordum, oysa gördüğüm kabuktu sadece. Sen de bir gün kendinin yarısı olursan, ki olmanı dilerim evladım, tam beyinlerin sıradan akıllarının ötesinde neler bulunduğunu anlarsın. Kendinin, dünyanın yarısını yitirmiş olacaksın, ama kalan yarı, bin kez daha derin, daha değerli olacak. O zaman sen de, her şeyin kendin gibi bölünmesini, parçalanmasını isteyeceksin, çünkü güzellik de, bilgi de, adalet de ancak parçalara bölünmüş olanda vardır.'' Sayfa: 42)

#İtaloCalvino #Atalarımız #İkiyeBölünenVikont #ÇevirenRekinTeksoy

''Ben, sana sevdalanmaya karar verdim, Pamela,'' dedi ona.
''Bunun için mi,'' diye hemen karşılık verdi Pamela, ''doğadaki bütün canlıları boğazlıyorsunuz.?''
''Pamela,'' diye içini çekti vikont, ''bunun dışında konuşacak ortak bir dilimiz yok ki. Yeryüzünde karşılaşan iki varlık, hep birbirlerinin gözlerini oyarlar. Benimle gel, bu kötülüğü iyi biliyorum ben, yanımda, başka hiç kimseyle olamayacağın kadar güvencede olacaksın, ben de herkes gibi kötülük yapıyorum, ama başkalarından farkım, elimin keskin olması.'' (Sayfa: 46)

#İtaloCalvino #Atalarımız #İkiyeBölünenVikont #ÇevirenRekinTeksoy

''Bir açıklama istiyorum doktor, olmayan bacağımın çok yürümek nedeniyle ağrıdığı gibi bir duyguya kapılıyorum. Ne olabilir bu.?'' Sayfa: 50)

#İtaloCalvino #Atalarımız #AğacaTüneyenBaron #ÇevirenFilizÖzdem

#İtaloCalvino #Atallarımız #AğacaTüneyenBaron #ÇeviriFilizÖzdem

#İtaloCalvino #Atalarımız #AğacaTüneyenBaron #ÇevirenFilizÖzdem

Uzun lafın kısası, bu ağaç sevgisi, bütün gerçek sevgilerde olduğu gibi, amansız ve sancılı da olsa, büyütmek ve şekillendirmek adına yaralamayı ve kesip atmayı öğretti ona. Elbette, budarken ve ayıklarken yalnızca mal sahibinin çıkarını değil, yayanın yürüyeceği yolları en elverişli hale getirmeye çalışarak kendi çıkarını da gözetiyordu; dolayısıyla iki ağaç arasında köprü oluşturan dallara dokunmamaya özen gösterirdi, hatta diğer dalların temizlenmesinden bunlar güç kazanırdı. Böylece, Ombrosa'nın zaten pek uysal bulduğu bitki örtüsünü, sanatının katkılarıyla kendisi için daha elverişli hale getiriyor, gelecekte hem doğaya, hem kendisine dost kazandırıyordu. Bu çalışmanın meyvelerini daha ileriki yaşlarda topladı, ağaçların biçimi o zamanlarda azalan gücünün yardımına yetişti. Sonra yol yordam bilmeyen, öngörüsüz bir açgözlülüğe sahip, başta kendisi olmak üzere hiçbir şeyle barışık olmayan kuşakların gelmesi her şeyi değiştirmeye yetti, artık hiçbir Cosimo ağaçlarda boy gösteremezdi. (Sayfa: 187)

#İtaloCalvino #Atalarımız #AğacaTüneyenBaron #ÇevirenFilizÖzdem

Nekahet döneminde, ceviz ağacının üstünde hareket edemeden yatarken daha ciddi çalışmalara verdi kendini. O sırada, Ağaçların Üstünde Kurulacak İdeal Bir Devlet İçin Anayasa Taslağı'nı yazmaya başladı; dürüst insanların yaşadığı düşsel Ağaçlık Cumhuriyeti'ni anlatıyordu burada. Yasalar ve hükümetle ilgili bir inceleme olarak yazmaya başlamıştı; ama yazdıkça, çetrefil hikâyeler uydurma eğilimi üstün geldi ve sonucunda serüvenler, düellolar ve aile hukukuyla ilgili bölüme eklenen açık saçık fıkralarla arapsaçına dönmüş bir şey çıktı ortaya. Kitabın sonu şöyle olacaktı: Yazar, ağaçların üstünde kusursuz Devlet'i kurduktan ve bütün insanlığı mutlu bir hayat sürmek için ağaçların tepesinde yaşamaya ikna ettikten sonra, kendisi ıpıssız kalan yeryüzünde yaşamak için yere iniyordu. İnecekti, ama kitap yarım kaldı. Özetini, gösterişsiz bir ifadeyle, Ansiklopedi okuyucusu Cosimo Rondo diye imzalayarak Diderot'ya gönderdi. Diderot da ona, teşekkürlerini belirten bir pusulayla karşılık verdi. (Sayfa: 229)

#İtaloCalvino #Atalarımız #AğacaTüneyenBaron #ÇevirenFilizÖzdem Sayfa: 251

#İtaloCalvino #Atalarımız #AğacaTüneyenBaron #ÇevirenFilizÖzdem Sayfa: 265

#İtaloCalvino #Atalarımız #VarolmayanŞövalye #ÇevirenNeyyireGülIşık
Bu öykünün geçtiği çağda dünyanın düzeni henüz karışıktı. Varolan hiçbir şeyin karşılık vermediği adlara, düşüncelere, kalıplara, kurumlara rastlamak olağandı. Öte yandan yeryüzü adsız, öteki şeylerden ayrımsız cisimlerle, kişilerle, yetilerle kaynaşıyordu. Öyle bir çağdı ki, varolma, iz bırakma, varolan her şeyle sürtüşme iradesi ve direnci henüz tümüyle kullanılmıyordu, çünkü çok kişi -yoksulluktan, bilgisizlikten, ya da tam tersine, her şey böyle de pekâlâ yürüdüğünden ötürü- bundan hiç yararlanmıyordu, bu yüzden bir miktarı boşlukta öylece yitip gidiyordu. İşte o zaman, böyle erimiş durumda bulunan irade ve özbilincin, tıpkı algılanamayacak kadar minik su zerrelerinin yoğunlaşıp buluta dönüştüğü gibi, bir noktada yoğunlaştığı oluyordu; bu toprak rastlantı sonucu ya da içgüdüyle o zamanlar çoğu yerde açık bulunan bir ada, bir soya, askeri kadrolarda bir rütbeye, bir yerine getirilecek görevler ve saplanmış kurallar öbeğine tosluyordu; -en önemlisi- boş bir zırha rastlıyordu, en önemlisi dedim, çünkü o olmazsa varolan biri bile yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalırdı, siz bir de varolmayanı düşünün.. Guildivernizade Agilulfo'nun da yiğitlik gösterip şanının yürümesi böyle başlamıştı işte. (Sayfa: 339)
#İtaloCalvino #Atalarımız #VarolmayanŞövalye #ÇevirenNeyyireGülIşık
#İtaloCalvino #Atalarımız #VarolmayanŞövalye #ÇevirenNeyyireGülIşık
#İtaloCalvino #Atalarımız #VarolmayanŞövalye #ÇevirenNeyyireGülIşık
#İtaloCalvino #Atalarımız #VarolmayanŞövalye #ÇevirenNeyyireGülIşık
#İtaloCalvino #Atalarımız #VarolmayanŞövalye #ÇevirenNeyyireGülIşık
Sayfanın yararlı yanı onu çevirdiğindedir, ardında kitabın bütün sayfalarını zorlayan, darmadağın eden yaşam vardır. Kalemi iten güç, o seni yıllar boyunca koşturan zevktir. (..)
..işte ey gelecek, senin atının eyerine atladım. Daha temelleri atılmamış kentlerin kulelerinin burçlarından hangi bayrakları dalgalandırarak karşılıyorsun beni.? (..) Hangi beklenmedik altın çağdır hazırladığın, sen ele avuca sığmayan, sen bedeli yüksek hazinelerin habercisi, sen fethedilmeyi bekleyen krallığım benim, ey gelecek..

28 Ekim 2019 Pazartesi

Sophokles - Antigone, Çeviren: Ari Çokona

Antik çağlarda Yunanlılar ölülerinin kutsal olduklarına inanır, ruhlarının huzura kavuşması için onlara görkemli cenaze merasimleri düzenlerdi. Önce yakın akrabaları ölünün gözlerini kapatıp ağzını bağlar, altmış yaşından büyük kadınlar onu tören için hazırlardı. Ardından yüzü örtülür, bedeni yıkanıp kokulu yağlar sürülür, başına yaşam mücadelesindeki zaferini simgeleyen, çiçeklerden örülmüş ya da altından bir çelenk konurdu. Ertesi gün ölüye beyaz giysiler giydirilip yatağın çevresine ballı çörekler bırakılır, akraba ve dostları ziyaretine gelirdi. Yas tutanlar siyah elbiseler giyip saçlarını kısa keserdi
Cenaze bir sonraki gün şafak vaktinde, akrabalarının omuzlarında ya da at arabasıyla şehir surları dışında bulunan mezarlığa taşınırdı. Zengin aileler, ağlayıp dövünmek üzere genelde Karyalı kadınlardan oluşan profesyonel ağıt yakıcılar tutardı. Mezara, ölünün gideceği yerde ihtiyacı olacağına inanılan kişisel eşyaları ve yiyecekler de konurdu. MÖ XI. yüzyıldan itibaren Doğu halklarının ve özellikle Hititlerin etkisiyle yetişkin ölülerin yakılması geleneği de yayıldı. Salgın hastalıkların önlenmesi amacıyla savaş dönemlerinde tercih edilen ölüleri yakma uygulaması Hristiyanlığın yayılmasıyla terk edildi.
Antigone, ağabeyi Polyneikes'e yapılan bu haksızlığı kabullenemez ve devletin başı olan Kreon'un emrini tanımaz. Önce cesedin üstünü toprakla örter, nöbetçilerin toprağı süpürmesi üzerine de tekrar bir sembolik cenaze düzenlemeye hazırlanırken suçüstü yakalanır. Genç kız: ''Öbür dünyada kim bilir nasıldır ''iyi''nin tanımı.!'' sözleriyle kralı emirlerini yeniden düşünmeye çağırır. ''Nefret etmek için değil, sevmek için yaratıldım,'' cümlesiyle de çağlar ötesinden günümüze bir insanlık dersi verir. Kreon, emrine karşı geldiği gerekçesiyle Antigone'yi ölüme mahkûm eder: Canlı canlı bir kaya mezara konulacak ve orada ölecektir.
Antigone ile Kreon'un çatışması kaçınılmazdır. Aileye ve ölülere saygı gösterilmesini öngören tanrı yasalarına itaat eden bir genç kızın Antigone gibi, iktidarını savunmak zorunda kalan bir kralın da Kreon gibi davranması beklenirdi. Sempatiyle yaklaştığımız Antigone'nin tragedyasının yanında, yanlış gerekçelere dayandırdığı boş bir inat yüzünden her şeyini yitiren Kreon'un tragedyası da vardır.

#Sophokles #Antigone #ÇevirenAriÇokona Sayfa: IX-X
#Sophokles #Antigone #ÇevirenAriÇokona

26 Ekim 2019 Cumartesi

Bilge Karasu - İmbilim Ders Notları (Yayına Hazırlayan: Cemal Güzel)

#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel

Alışmamız gerekenler:
1) Her bildiğimizi, her okuduğumuzu, karşımızda konuşanın da bilmesi, okumuş olması gerekmez.
Oysa beğendiğimiz, değer verdiğimiz kimselerden bunu bekleriz, genellikle.
Şu beklenti, acaba, 'ne'den kaynaklanıyor.?
*
Bilmediğimiz, bilmediğimizin farkına vardığımız bir konuyu, bir bilenin, bize 'derli toplu' anlatmasını, anlatabilmesini isteriz. Oysa, kabul etmekte isteksiz davrandığımız bir şey vardır: ''Toparlayıcılık'', ''derli toplu'' anlatmak işi, bir bakıma, ''konservecilik''tir.
*
a) ''Toparlayıcılık'' konserveciliktir.
b) Yaşayan düşünce; dilin içinde, bir adamın belli bir noktada (tarih, toplum, kültür v.b.) bir sezgiyi iletilebilir bir biçim içinde ''verebilmek'' için geçtiği yolların hepsini kapsayan bir ''yaşayan'' düşünce ile, değiş-tokuşa yarayan birtakım ''paralara'' dönüşmüş düşünce arasında doldurulamaz bir boşluk vardır.
ba) Düşünceleri ''kaynağından'' okumak.
bb) ''Daha kolay kavranabilir'' biçimdeki toparlayıcılık ya da özetleme göreceliği.
*
2) Her şeyi anlamak zorunda, değiliz. (Her şeyi bilmek, okumak..)
2a) Anlamak, bilmek, okumak, birtakım koşullara bağlıdır. Bu koşullar her zaman denetimimizde değildir. (Örneğin neler.?)
2aa) Denetimimizde olan koşullar ise, ancak kişisel, sürekli bir çaba ile ürün verebilir. Okumayı da, düşünmeyi de sürekli olarak öğrenmek, yetkinleştirmek zorundayız. Elimizden geleni öğrenmek, ona göre eylemek zorundayız.
3) Hiçbir düşünce her şeyi açıklayıp her şeye çare bulduracak değildir.
Gitgide genişleyen kavrama çerçeveleri. Öğrendiklerimizin birbirine basamak oluşu. (Bir bakıma, bildiklerimizin sözünü etmek için, bildiklerimizi ''toparlamak'' için, çizdiğimiz yeni bir çerçeve; bildiklerimizi sığdıracak, temel düzeneği öne alacak, buna karşılık gitgide soyutlaşacak, bir alan. ''Konservecilik'' dediğim, bu süreç. Bunu kendi için kullanan adama yararlıdır bu. Ama başkasına aktarılacak şey bu olunca, doğrusu çok ''az'' şey aktarılmış oluyor. Yaşanmamış bir sürecin sonuçları pek ''zenginleştirici'' değildir..)
(..)
* Beklentilerimizi karşılamak için yapacağımız şey, gidip aramaktır. (Sayfa: 13-15)
***
İm/bilim
*
Bilim.. Bir bakıma, ''belli'' bir alana yönelmiş olan araştırmalar bütünüdür. (Bu tanımın eksiği çok ama, önemli noktaları..) Alanın belirlenmesi, ereknesnelerin seçimi, yöntemlerin seçimi pek çok etmene bağlıdır. O araştırmaların bize ''öğrettiği'' var, yarattığı olanaklar var; bunun yanı sıra neleri bilmediğimizin farkına vardırmak gibi bir yararı da var. Bilmediğimizi bilmediğimiz olanın bir parçacığı bilmediğimizi 'bildiklerimiz' arasına giriveriyor. (..)
İmbilimle uğraşan herkesin anlaştığı önemli bir nokta var: İmbilim, kurulmakta, oluşturulmakta olan bir bilim niteliği taşıyor. (..)
İmbilimin amaçladığı, kabaca söylendikte, anlam üretimi biçimlerinin, anlam üretim biçimlerinin düzenlenişinin incelenmesi, bu alanda biçimselleştirilmiş, niceleştirilmiş birtakım sonuçlara varılabilmesi. (Bu da imbilimi bir bilim haline getirmenin önemli bir adımıdır. Buraya giderken kendisine terimler arar.) (Sayfa: 16-17)
#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
[Herkes hep anı şeyleri okursa durumumuz bir yoksulluğa varır.
Okumada çeşitlilik gerekir.] Bu, ilgilerde de çeşitlilik demektir.
İlgiler değişik, olanaklar değişiktir. Ama bu başka başka okumalar, terimlerden biri olan ''metinlerarası'' bütün ya da bütünce üzerinde dururken, birden, başka bir anlam kazanacaktır.
[Bir metne yaklaşırken her insanda şu durumlar vardır: İlgimizin var olup olmaması; olanakların var olup olmaması; bizim getirdiklerimiz ile getirmediklerimiz. Bu bizi okuma sorununa götürür. Başka başka okumalar, okunanlar dünyasını oluşturur. Metinlerarası bütünce (bütünce: bir dil olayını incelemek amacıyla araştırmacının derlediği sözlü ya da yazılı örnekler bütünü) iki türlü anlaşılabilir: 1- Ortada olan metinlerin oluşturduğu bütün -bu oldukça somut bir bütündür. 2- Her birimizin okuyarak oluşturduğu bütün. Bu ikisi arasında önemli bir fark vardır. Diğerlerini okumadıkça o diğerleri bizim için yoktur. Okumanın yarattığı sorun, okur olarak metne getirdiklerimiz konusunda epey düşünmek gerekir. Metinden bir şey almadan metne bir şey vermelidir. Metni kurmak -boş bırakılan yerleri doldurmak- gerekir. (Sayfa: 18-19)

#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
[Değişik okumalar: Okumalardan biri fiziksel açıdan ele alınabilir: sıyırarak okuma, tarayarak okuma gibi. Bu burada bir kenara bırakılacaktır.
Anlamanın nasıl anlaşılacağı üzerine: değişik zamanlarda yapılan okumalar. Diyelimki okumaya girişilen metin hakkında hiçbir şey bilinmiyor.Okur hiç bilmediği bir metinle karşılaşıyor. Kişi, bu durumda, okurken okurken yavaş yavaş bir şeyler anlayabilir. (Okuma okurun etkin olarak katılmak zorunda olduğu bir süreçtir. Her adımda metnin bizi nereye götürdüğünü bilmek zorundayız.)
Okur bir metni okuduktan sonra yeniden başa döndüğünde, bir şeyleri atladığını düşünür. Bu 'atlama' değildir. 'Atlama' gibi görünen, bir şeyleri bir yerlere yerleştirememektir.
Aynı metni, uzunca bir süre sonra ikinci kez okuduğumuzda, başka bir gözle okuruz. Geçen sürede başka bilgiler, başka yaşantılar, başka okumalar vardır.
Metnin başında bir şey bilmiyoruz. Metni okudukça anlıyoruz. Bunu sağlayan metin içi bağıntılardır. Metin içi işleyiş okumaya yardımcı olabiliyor.
Yaşantılar metin dışında getirilenlerdir. Bunlar da metni anlamaya yardımcı oluyor. Yaşama, bilinenlerin genişletilmesidir.
Dolayısıyla okuduğumuz metni anlamada
a) metin içi
b) metin dışı öğeler işe karışmaktadır.] (
Sayfa: 19-20)
#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
[Dilbilim tümcenin bittiği yerde biter; en çok tümceye gelesiye kadar iş görür. İmbilim bunun geldiği yerden başlar. Tümcenin sonrası, yani bağlam imbilimin alanına girer.
''Bu deyimi gökyüzüne attım.''
(..) Bu tümce anlaşılır mı.? Bu soruya iki yanıt verilir:
1) anlıyoruz,
2) anlamıyoruz.
Niye anlamadık.? Tümce sözdizimi kurallarına uygun. Ama sözdizimi kurallarına uygun olması anlamamıza yetmiyor. Neden.? Tümce ne demek istiyor.? ''Demek istemek'' bizi anlama getirir. Bir iletinin uyması gereken kurallardan ilk öbek sözdizimi kuralları, ikinci öbekse anlam kurallarıdır. Bu örnekte anlam kurallarına aykırılık sözkonusudur.] (Sayfa:27)
#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
[Adla bir şeyi bir yokluktan çıkartıp var ederiz. Belli bir şey haline getiririz. Hükmümüzü adlar yoluyla yürütürüz. Belli bir şeyi dile getirdiğimizde onu hükmümüz altına alırız. Ad bir büyüdür. Adlar yalnız seçip ayıklamada kullandığımız şeyler değildirler. Dünyayı kurmamızı sağlarlar. Çünkü dünyayı adlarla kurarız. Ne ki, bir adı bilmekle de iş bitmez. Bir nesnenin ondan başka adı olup olmadığını da hesaba katmalıyız. Birtakım kuralların olması yetmez. Bunlardan başka kuralların olmadığı da bilinmelidir. Bir şeyi tanımak için olduğu şeyleri tanımak yetmez, olmadığı şeyleri de bilmek zorundayız.
Bazı adlarda uzlaşım sözkonusudur. Ama uzlaşımın dışına da çıkabilir. Öte yandan uzlaşımın sözkonusu olmadığı alanlar da vardır. Örneğin sanat alanı. İnce Memed, Anna Karanina v.s v.s. bunlar bir kullanıma özgü adlardır. ''Ahmet mi Mehmet mi.?'' sorusunu yadırgamayız. Çünkü Ahmet Mehmet de olabilirdi. Ama olmamış. Öte yandan ''Hamlet mi Budala mı.?'' sorusunu yadırgarız. Çünkü kişiyle adı arasındaki ilişki ile sanat eseriyle sanat eserinin adı arasındaki ilişki başkadır da ondan. Sanat alanında yapıtlar adlarıyla gelirler; okurun önüne öyle çıkarlar. Sanat eserinin adı hemen onu ayırmaktadır hem de onun bir çeşit tanımıdır. Bir tanedir, başka şeye de benzemez. Sanat eserinin adında, insan ya da nesne adlarında olmayan bir şey daha vardır: Örneğin Levent Levent'i açıklamaz ama Anna Karanina Anna Karanina'yı açıklamak içindir. Bir öyküyü okuyup unuttuğumuzda, o öyküde anımsadığımız en ufak bir parça bile onu ''var kılar''. Öykünün adı o yapıta bağlanmıştır. Nedeni de açıklayıcı olmasıdır. Adın açıklayıcılığıysa imbilim açısından çok önemlidir. Çünkü bir süreci, hangi yoldan gitmemiz, okumamız gerektiğini verir. Hem yalnız sanat alanında değil, bilim, felsefe alanında da ipucunu, kitabın yolculuğunu verir. Bir kitabın adı, bizim bir ad taşımamızdan daha önemlidir. Bir kitabın adı, o kitabın açıklayıcı bir girişi olabilir. Bir resmin adı, o resmi nasıl okuyacağımıza bir yaklaşım olabilir. Resmin adı, resmin nasıl okunacağını bakana gösterebilir; bir okuma önerisi olabilir. (Sayfa: 28-30)
#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
[Duruk metinler bir tek önermeyle özetlenebilirler. Duruk bir metin karşısında okur, şimdi ne denecek diye merak etmez.]
(..)
[Anlatı metninde herhangi bir öğe baştan değilleniyor ya da evetleniyor olabilir. Bu öğe baştan değilleniyorsa sonda evetlenecek, evetleniyorsa da değillenecektir.]
Masalların yoksul Keloğlan'ı sonunda zengin olur. Başlangıç durumunu değilleyen bir son duruma dönüşümü taşıyan bir metne anlatısal metin diyoruz. (Sayfa: 39)

#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
Bir arkadaşınız, işlenenleri ilginç, yararlı bulmakla birlikte, bunların kendisini ürküttüğünü söyledi. ''Okumaktan korkar oldum..'' dedi.
Bir bakıma, dile getirdiği şu: Kimi şeyi bilmek, okumanın kendiliğindenliğini, ''doğal''lığını ortadan kaldırıyor. Kendini ''kaptırmak'' gitgide güçleşiyor.. (Oysa, kendiliğindenliğin, kaptırmanın hazzı, çocukluğumuzla birlikte yitirmeğe başladığımız bir haz türüdür. ''Yitik cennet'' mythosu, bildiğimiz kadarıyla, her kültürün demirbaş öğelerindendir. Belki öğrenmemizi sürdürdükçe o cennete dönmenin yolunu, bambaşka bir biçimde, yeniden bulabiliriz. Bu da, 'büyük uygarlıkların' demirbaş öğelerinden biridir.
Ama şunu da unutmamalı: Bu öğrendiklerimizi sindirdikçe okumamız ağırlaşmaz derinleşir. [Hızlı okuma sorunu ayrıca ele alınacak bir sorundur.] Zamanla, okumamız gene hızlanabilir. Ama verimi artmış bir okumanın, hızlı olmakla kalan bir okumadan daha ilginç olacağı söylenebilir sanırım.
Gene hızlanabilir okumamız; çünkü sözü edilen çözümleme işlemleri artık ''kendiliğinden'' hem de çok çabuk, çok yönlü olarak yapılacaktır.
Elbette, okuduklarımız üzerine 'yazmak' başka bir iştir. (
Sayfa: 62-63)

21 Ekim 2019 Pazartesi

Patrıck Süskınd - Koku (Çeviri: Tevfik Turan)

#PatrıckSüskınd  #Koku

#PatrıckSüskınd  #Koku

#PatrıckSüskınd  #Koku #ÇeviriTevfikTuran

Kokuların öyle bir inandırıcılığı vardır ki, sözden, gözle görmekten, duygudan, iradeden daha güçlüdür. Savulup atılamaz bu inandırıcılık, soluduğumuz havanın ciğerlerimize işleyişi gibi, o da içimize işler, doldurur bizi, hepten ele geçirir, çaresi yoktur. (Sayfa: 92)

#PatrıckSüskınd  #Koku #ÇeviriTevfikTuran

Dip Not:
*
Argos: Yunan mitolojisinden bir figür. Başının ya da bedeninin her yanına dağılmış 100 gözünden dolayı Panopones diye adlandırılmıştır. (Sayfa: 101)

#PatrıckSüskınd  #Koku #ÇeviriTevfikTuran

Bugüne kadar hep, büzülüp uzaklaşması gereken şeyin genel olarak dünya olduğunu sanmıştı. Oysa dünya değildi, insanlardı. Öyle görünüyordu ki dünyada, insanları boşalmış bir dünyada pekâlâ yaşanabilirdi. (Sayfa: 125)

#PatrıckSüskınd  #Koku #ÇeviriTevfikTuran

İnzivayı seçen insanlar vardır, bilinir: bir günahın kefaretini ödemek isteyenler, başarısızlığa uğramışlar, azizler ya da peygamberler. Böyleleri çöllere çekilip çekirge ve yaban balı yiyerek yaşamayı yeğler. Kimisi de kenarda köşede kalmış adalarda, mağaralarda, dehlizlerde ya da -biraz daha gösterişlisi- sırıklar üzerinde kurulmuş, göklere uzanan kafeslerde yaşarlar. Amaçları Tanrı'ya daha yakın olmaktır. Kendilerini yalnızlıkla cezalandırıp günahlarının ceremesini çekerler. Böyle davranırken Tanrı'nın hoşnut olacağı bir yaşam sürdükleri inancı içindedirler. Ya da aylarca, yıllarca, kendilerine yalnızlıkları içinde bir Tanrı haberi ulaşmasını bekler, gelince bir acele insanlar arasında yaymaya yeltenirler.
Bunlardan hiçbiri Grenouille'a uymuyordu. Tanrı'la en ufak bir alışverişi yoktu. Günah çıkarmıyor, yüce bir ilham beklemiyordu. Sadece kendi öz, biricik eğlencesi için çekilmişti mağaraya, kendi kendine yakın olmak için sadece. Başka hiçbir şeyin gölgelemediği kendi varlığı içinde yüzüyor ve bu ona harika geliyordu. Kendi cenazesi gibi, neredeyse soluk bile almadan, neredeyse kalbi atmaz olmuş gibi yatıyordu o kaya çukurunda
-ama öyle yoğun, öyle taşkınca bir hayat sürüyordu ki, dışarıdaki dünyada benim diyen zevkusefa düşkünü, benzerini yaşamamıştır. (
Sayfa: 132-133)

#PatrıckSüskınd  #Koku #ÇeviriTevfikTuran

''İlk kez sevgiyle bir şey yapmışlardı.'' (Sayfa: 263)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...