10 Haziran 2019 Pazartesi

Sabahattin Ali - Değirmen

#SabahattinAli #Değirmen

.. ama, bilir misin, bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır. Vicdan azabı dedikleri şey, ancak bir hafta sürer. Ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kâfi mazeretler tedarik etmiştir. (Sayfa: 14)

#SabahattinAli #Değirmen

#SabahattinAli #Değirmen

#SabahattinAli #Değirmen #BirDenizcininHikâyesi
#SabahattinAli #Değirmen #BirDenizcininHikâyesi
*
Zaten sıkmadan uzun uzun anlatmasını bilen yegâne geveze, denizdir. Ömürlerinin dörtte üçünü denizde geçiren ihtiyarların arasında bile, suların sesini sıkıcı, yeknesak bulan, bu sesten bıkan birine tesadüf edilmemiştir.
(Sayfa: 75)

9 Haziran 2019 Pazar

Sabahattin Ali - Canım Aliye Ruhum Filiz

28 Şubat 1935
*
Herkeslerden Sevgili Aliye,
İnsanların hepsi bir değildir. Senin anlattığın Selma'nın nikâhlısı gibi insanlar da bulunur, ''Viyolonsel'' hikâyesindeki gibi insanlar da.. Ben kendim iyi insan olmayı isterim, fakat kötü olanlara da hayretle bakmam. Hatta kızmam bile, ancak kötülükleri bana taalluk ederse kendimi müdafaa ederim. Şunu esas olarak kabul etmeliyiz ki insanların hemen ekserisi yalnız kendilerini düşünürler. Dünyadaki bütün felaketlerin, uygunsuzlukların, bayağılıkların sebebi işte bu her şeyden evvel kendini düşünmek illetidir. İlk bakışta insana bir kurnazlık ve akıllılık gibi görünen bu hal hakikatte aptallıktır. Çünkü dünyada bir insanın başka bir insanın yardım ve alakasına muhtaç olmadan yaşaması mümkün olamayacağına, hatta en kötü hayvanlarda bile birbirlerine yardım hissi mevcut bulunduğuna göre, sadece kendini düşünmek ve başkalarının da böyle yapmasını istemek kendi kendisinin kuyusunu kazmaktır. İnsan başkalarına yardım ettiği, başkalarını sevdiği kadar yükselir. Dünyada hayatın bir tek manası varsa o da sevmektir. Hatta mukabele edilmesini bile beklemeden sadece sevmek. Başka bir insanı bahtiyar edebilmek, kendini bahtiyar edebilmekten daha güç fakat daha insancadır. Bugün böyle düşünenlere saf, hatta enayi derler. Fakat, ne derlerse desinler, biz kalbimizin ve kafamızın doğru bulduğu şeyleri etrafın ne dediğine bakmadan yapmalıyız. Hayatta en büyük vazife ve saadet olarak şunu almak lazımdır: bize yakın ve uzak bütün insanlara yardım etmek, bütün insanların iyiliğine çalışmak.. Aliye, benim altın kalpli Aliye'ciğim, bu hususlarda ne kadar beraber olduğumuzu bilerek sana bunları yazıyorum. Mektupların senin göğsünde ne kadar temiz ve insan bir kalbin çarptığını bana gösteriyor, bu kalp bundan böyle benimki ile beraber çarpacağı için dünyanın en bahtiyar insanıyım.
Mektubunu bekler, güzel gözlerinden hasretle öperim. (Sayfa: 11-13)

#SabahattinAli#CanımAliyeRuhumFiliz

Etrafın seni sıktığı zaman kitap oku.. Ben şimdiye kadar her şeyden çok kitaplarımı severdim. Bundan sonra her şeyden çok seni seveceğim ve kitapları beraber seveceğiz. İnsan muhitin bayağı, manasız soğuk tesirlerinden kurtulmak istediği zaman yalnız okumak fayda verir. Bana en felaketli günlerimde kitaplarım arkadaş olmuştu. Fakat bu yetmiyor. Şiirlerimde de gördün ki kitaplara rağmen çok ıstırap çektim. Çünkü candan bir insanım yoktu. Sen benim yarım kalan tarafımı ikmal edeceksin. (Sayfa: 19)

#SabahattinAli#CanımAliyeRuhumFiliz

#SabahattinAli#CanımAliyeRuhumFiliz

''Ben fena kız değilim, senin meyus olmayıp saadetin için hayatımı şimdi fedaya hazırım.!'' diyorsun. Aliye, bana böyle şeyler yazma.. Sonra sana deli gibi âşık olurum. (Sayfa: 17)
*
Mektubundaki ''Beni istediğim kadar sevmezsen ölürüm'' cümlesini belki elli defa okudum. Ah Aliye, seni isteyebileceğinden çok seveceğim. Benim nasıl seveceğimi göreceksin. (Sayfa:17)
*
Doğrusu, dünyada rahat yaşamak için aptal olmak lazım. Fakat aptal olmaktansa biraz daha rahatsız yaşamak daha iyidir. (Sayfa: 21)

#SabahattinAli#CanımAliyeRuhumFiliz

O kadar talihin kahrına uğramışım ki hayatta bana da mesut olmak nasip olabileceğine inanamayacağım geliyor.
(..)
Sen bu karanlık ömrümün içine bir sevinç ışığı gibi, kurumaya yüz tutan ekinlere can veren bir nisan yağmuru gibi birdenbire geldin. (Sayfa: 25)

#SabahattinAli#CanımAliyeRuhumFiliz

#SabahattinAli#CanımAliyeRuhumFiliz

Biz birbirimize en küçük bir sitem bile yapmadan ihtiyar olacağız. Düşün ki ben, aramızda ağırca bir laf geçen bir insanla bir daha yüz yüze bakışamam. (Sayfa: 43)

#SabahattinAli#CanımAliyeRuhumFiliz

Ben hayatımda o kadar ağır laflar dinlemeye mecbur oldum, bunlara o kadar sessizce tahammül ettim ki, sevdiğim, uğruna hayatımı bile verebileceğim bir insanın bana ufak bir sitemi, beni bugün fevkalade yaralıyor. Açık bir yaraya bir fiske vuruluyormuş gibi oluyor. (Sayfa: 51)

Sabahattin Ali - Yeni Dünya

#SabahattinAli #YeniDünya

#SabahattinAli #YeniDünya

6 Haziran 2019 Perşembe

Ferit Edgü - Hakkâri'de Bir Mevsim

🌠🌠🌠🌠🌠🌠🌠🌠🌠🌠🌠🌠
KIZILDERİLİ BÜYÜCÜ: ''- Bir savaşçı için düş demek gerçek demektir. Düş gücüyle verir kesin kararını ve ona göre davranır. Ya seçer alır, ya da defeder. Elindeki araçlardan, kendini başarıya ulaştıracakları seçer. Onları kullanır..''
*
GENÇ ETNOLOG:''- Don Juan Matus, düş ile gerçek arasında bir ayrım yoktur; düş gerçeğin kendisidir; demek istediğin bu mu.?''
*
KIZILDERİLİ BÜYÜCÜ: ''- Hiç kuşkusuz, düş gerçeğin ta kendisidir.''
*
GENÇ ETNOLOG: ''- Yani şu anda yaptığımız şey kadar mı gerçek.?''
*
KIZILDERİLİ BÜYÜCÜ: ''- İlle de bir karşılaştırma istiyorsan, daha da gerçek, derim. Düş görmek, düşlemek, bir güce sahip olmak demektir. Elindeki bu güçle çok şeyi değiştirebilir insan. Gizli kalmış nice şeyi bu güçle bulup ortaya koyabilir. Dilediği her şeyi denetimi altında tutabilir..''
*
CARLOS CASTENADA
journey to Ixtlan
🌠🌠🌠🌠🌠
B / Kazadan Sonra
*
Ey okuyucu.!
eğer yaşantın boyu, bir gün olsun
bir teknenin kaptanı olmadınsa
– ya da böylesi bir duyguya kapılmadın, böyle bir düş görmedinse –
teknen, bir gün ya da bir gece, yolunu şaşırmış,
bilmediğin sularda yol alırken
haritalarda görülmeyen kayalara çarpıp batmadıysa
ve kendini tek başına
– Tayfalar nerde? Dümencim n'oldu.? –
bir kumsalda değil, denizden kilometrelerce uzakta, üstelik bir dağ başında (rakım 2.100) bulmadınsa
ya da benzeri bir korkulu düşü,
gözün açık ya da kapalı görmedinse
bu kitapta yazılı olanları anlamakta güçlük çekebilirsin.
Çünkü anlamak ortak bir dil gerektirir.
Ortak dil ise,
ortak yaşam / ortak bilgi / ortak birikim / ortak düş
kimi yerde, ortak düşüş demektir.
Ortak değilse bile, yakın / benzer / gibi.
Ama diyebilirsin ki, Bana yabancı olanı arıyorum ben.
Öyleyse yolun açık olsun.
Ama gene de,
bu kitabı okurken elini altında, büyük gezginlerin sözlükleri, andaçları bulunsun, derim.
*
Burada yazılanlar, insancıl bir deneyin damıtılmış parçaları.
Ola ki, bir gün, yolunu şaşırmış ya da yitirmiş bir başka gezginin işine yarar. (..) (Sayfa: 10-11)
#FeritEdgü #HakkârideBirMevsim
#FeritEdgü #HakkârideBirMevsim
#FeritEdgü #HakkârideBirMevsim

Burada hayat bu.
Çaresiz.
*
Hadi kaldır kıçını oturduğun minderden. Burada bir başka hayat da olmalı.
Onu arayalım.
Hadi kalk.
Onu bulalım. (Sayfa: 61)
#FeritEdgü #HakkârideBirMevsim Sayfa: 64
(Nuh, hangi dili konuşmuştu teknesine doluşan hayvanlarla.?) İşte bir soru daha sevgili okuyucu. Bir tufan resmi ara kitaplarda, incele ve cevabı, bu kez sen ver. Çünkü, biliyorsun değil mi, okur olmak biraz da öğrenci olmaya benzer. Benzemez. Öyledir. (Sayfa: 64)
#FeritEdgü #HakkârideBirMevsim

4 Haziran 2019 Salı

Ergin Günçe - Mektup Başlıkları

 🌳🌳🌳🌳🌳🌳🌳🌳🌳🌳🌳🌳🌳🌳🌳🌳🌳🌳

Doğayı yeniden anladım şaşırtıcı bir hızla
----- Angutlar göç ediyordu kırmızıydılar
-----Göğü iyi düşünmüşsün, yanılgın yok usta.!
-----Her şey ustaca düşünülmektedir ve usulca.!!
*
Toplumu da yeniden kuramadık, kendimizi de
----- zeytin ağacının gölgesinde konuştuk
İyi oldu böylesi, dedi Tanrı bana
-Güneşi kulağından tutardık kocaman bir elimiz olsa
*
İçelim, söyleşelim
----- Hayat hem çok uzun, hem de masraflı
Bana bir mandolin hazırla
Bana bir yolculuğu anlat
*
Tanrıyı kimse kanıtlamasın bana
----- 10 alırdım her türlü geometriden
Ne zaman tahtaya kalksam
Ve sevinirdi annem
Şimdi öldü o da.
*
Dolaştı çobanlar gibi göğün kıyılarında
----- Tanrı ona rastlamadı
----- Bir buluşma olmadı
Çünkü onaltı yaşlarındaydı ve deliydi daha
*
Astı sonra kendini zerdaliye
Ya da attı bir kuyuya
----- Huysuz serseri çocuk
----- Sevgili köçek hem de alyanak
Sevdalı zelzele, sevdalı çoban, sevdalı köpek.
*
Sayfa: 25-27

31 Mayıs 2019 Cuma

Bilge Karasu - Gece

yenilmenin tohumunu taşır her pazartesi
*
Turgut Uyar
(Pazartesi YENİLGİ GÜNLÜĞÜ - Her Pazartesi)
(1)
Geceleri, çoğu zaman, uyanık, beklerim. Uyuyanların uykusunun kapısında dikilen nöbetçiyim ben; o uyku benden sorulur. Düşün kalıba girmez kütlesi üzerinde yüzen ruhum ben.
.......
...... uzak, tehlikeli bir geceye --geceler hep böyledir zaten-- girip yittiler.
......
...... simgenin karanlık anlamıyla yüklüydü o, gecede eğleşen, düşlerde eğleşen herkes gibi de tehlikeli. Düşleri, her biri bir simge olan kişiler, hayvanlar, bitkiler, nesneler şeneltir. Her biri güçlüdür bunların; bunları üreten kişi, kendini simgenin yerine koyduğunda da, bu gizemli güçten yararlanır. İmin gücü, düşün gücüdür......
*
(2)
Kendini kuran bireyliğin devinimi ...... gerçek dünyanın oluşumudur. (Sayfa: 11)

# BilgeKarasu #Gece

Karanlığın gerçekliğe benzer tek yanı, konuşulabilmesi olacak. İki kişi arasında. İki duvar arasında.
Sonra soyunmağa başlayacak insanlar. Gecenin açtığı yaralar biraz daha acısın diye.
(..)
Bir tek diller bilecek, tepelerde, toprakaltı saraylarında yanan ışıkları; yalnız dil söyleyecek bu ışıkta yıkanan tek hücreli hayvanları.
Gece oluyor yavaş yavaş. Bağırsaklarımızın içinden yüreğimize gözlerimize doğru yükseliyor.
(Sayfa: 15-16)
Bir tek diller bilecek, tepelerde, toprakaltı saraylarında yanan ışıkları; yalnız dil söyleyecek bu ışıkta yıkanan tek hücreli hayvanları. Gece oluyor yavaş yavaş. Bağırsaklarımızın içinden yüreğimize gözlerimize doğru yükseliyor.

Gecenin işçileri, daha ikindi üzeri ortalıkta görünmekle yaratacaklarını bildikleri ---oysa başlangıçta, ancak, umdukları--- ürküntüyü sürdürmek, uzatmak, bu sürdürülen, uzatılan ürküntüyü daha da yeğinleştirmek üzere dalgalandırmak, yani gönüllerinin dilediğince azaltıp artırmak için çeşitli yollar denerler.. Sokaklardaki, evlerdeki insanların bu ürküntüyü pek değişik biçimlerde yaşamaları karşısında kendileri de, ürken insanlara bakarak duydukları hazları nasıl çeşitlendirebileceklerini araştırırlar; yeni yeni ürküntü yaratma yöntemleri hazırlanması için kendilerinden beklendiği üzere gözlem yaparlar.. Birkaç saat içerisinde daha ne incelikler bulup yaratacaklarını o gün, ortaya çıktıkları o ikindi saatlerinde, belki kendileri bile henüz bilmezler.
Şehrin ana caddesine açılan en geniş yan sokaklardan birinde yakaladıkları delikanlı olayında, bunun böyle olduğunu pek çok insan açıkça anladı. İşçilerin uyguladıkları işlem, ossaat gönüllerine doğuvermiş bir doğaçlamanın bütün tazeliğini, usta işi acemiliğini taşıyordu çünkü.
Ama gene o gün, daha da ince bir üzgüyü karanlık bastıktan sonra akıl edeceklerdi. Daha önce böyle bir şey düşünemediklerine biraz şaşarak, biraz da yerinerek.
Bu incenin incesi buluş, oldukça sudan bir şeydi üstelik. Bütün yaptıkları, susmak, kıpırdamamak oldu. O kadar. Görünmemek, susmak, yokmuş gibi davranmak. Birkaç saat boyunca.
Gizlendikleri karanlık köşelerden seyrettiler aydınlık pencerelerden kaygılı bakışların sağa sola kaçamak kaçamak bakarak perdelerinin ardında yitmesini, yüpürgen ellerin kapı önlerindeki çocukları kapıp içeri alıvermesini, karanlığa bakanların önlerine bakarak koşar adım evlere dalmasını. Kapıların sessizce sürgülendiğini işitti çakal kulakları. Işıkların teker teker söndüğünü gördüler. Karşı konmazı beklemenin, beklenenin gelmeyişiyle artan kaygının gitgide yeğinleştirdiği korkunun, karın boşluklarındaki kemiriciliğini duyar gibi oldular; dile gelmez hazlar duydular etlerinin her noktasında. (Sayfa: 25-26)
Şehrin ana caddesine açılan en geniş yan sokaklardan birinde yakaladıkları delikanlı olayında, bunun böyle olduğunu pek çok insan açıkça anladı. İşçilerin uyguladıkları işlem, ossaat gönüllerine doğuvermiş bir doğaçlamanın bütün tazeliğini, usta işi acemiliğini taşıyordu çünkü.

Balıkçılar sokağındaki olay herkesi üzdü, ama kimseyi şaşırtmadı.
Şehrin ana caddesine açılan en geniş yan sokaklardan birinde, Bakkallar sokağı köşesinden üç adım beride, Balıkçılar sokağının en civcivli saatinde, gecenin işçileri o gence niçin saldırdılar, bilinmiyor.
Söylentilere bakılırsa, elinde götürmekte olduğu ekmek dörtköşe değilmiş; saçının rengi kara değilmiş; ya da aksayarak yürüyormuş.. Söylenti elbet, bütün bunlar. Doğrusunu kimse bilmiyor. Ayrıca, bilinecek bir doğru var mı.? O bile bilinmiyor. Bilinebilen, görülebilen ise, işçilerin, ansızın duvarlardan, köşelerden, kapı ağızlarından sıyrılarak o genci kalabalığın içinden çekip ortalarına aldıkları, bir daha dağılıp gözden yittiklerindeyse ortada kanlı, tanınmaz bir et yığını kalmış olduğu. Genci, gecenin işçilerinin ortasında yitmeden önce görebilenlerin söylediğine göre, bu et parçası, o alımlı delikanlının yarısı kadar bile olamazdı. Bu kanlı etin üzerine talaş serpildi, kuru yapraklar örtüldü.
Ertesi sabah oradan geçenler, bir türlü aydınlanamayan günün donuk ışığında, asfaltın üzerinde esmerce bir lekeden başka bir şey göremediler gencin parçalanmış olduğu yerde.
İnsanlar artık yalanan ağızlar, pençeler arıyor insanların yüzlerine, ellerine bakarken. Oysa işçiler, gecenin işçileri oldukları için, güpegündüz görünmezler sokaklarda. Gecenin işçileri herkes gibi miydi bir zamanlar.? Böyle olduğuna inanmak isteyenler var.
Daha mı az ürkecekler böyle olsa.? (
Sayfa: 28-29)

#BilgeKarasu #Gece

#BilgeKarasu #Gece
Sayfa: 34 - Görsel: Pavel Kuczynski

#BilgeKarasu #Gece

#BilgeKarasu #Gece

#BilgeKarasu #Gece

Bir insanın bir insanı vurması, öldürmesi, genellikle, öfke, korku ya da baskıyla açıklanan, açıklanmak istenen bir iştir. Öfke, korku, baskı, kolaylıkla birbirine dönüşür, birbirinin kılığına girer; dışarıdan geleni içten, içten geleni dışarıdan gelirmiş gibi gözükür. Benin, benliğin altta kaldığı duygusunun, birer görünümüdür üçü de. Benin, benliğin altta kaldığı duygusunun, birer görünümüdür üçü de. Gecenin işçileri hep altta kaldığı duygusuyla bunalmış insanlardan mı derlendi.? Çocukluğundaki umacılardan kurtulamayan, sevdiklerini gönüllerince saramayan, etlerini istedikleri etle birleştiremeyen insanlar mıdır hep, bu işçiler.? (Sayfa: 59)

#BilgeKarasu #Gece

Büyük işlerin küçük ahlâk ölçülerine kapanarak görülmeyeceğini bizden önce söyleyenler çok.. Bizse, bir yandan --o da yerine göre-- o küçük ölçüleri daha da daraltmak üzere bağırıp çağırırken, yapılması gereken temizliği her türlü ölçünün dışına taşımak gereğini bir inanç haline getirmek için uğraşırken, herkese boyun eğdirmek isteyenin engel bilmez, engel tanımaz davranışını (kendi aramızda bile) üstü kapalı bir biçimde benimsemek istiyoruz. Gizliliği, yani bilinmeyeni, korkuyu, gözdağını, yıldırmayı başkalarına karşı kullanırken, içimizde de bunları en yeğin biçimleriyle kurduğumuzun, neden sonra, farkına vardık. Bugün hiçbirimiz geri dönemez, hiçbirimiz vazgeçemeyiz. Oysa hiç değilse birkaçımız, biliyoruz ki birtakım dönülmez sanılan yerlerden her zaman dönülebilir; yeter ki durduğumuz yerden ileriye değil, ileriden, durduğumuz yere bakabilelim. Güçtür bu iş, ama olmayacak, yapılmayacak bir şey de değildir. Evet, hiç değilse birkaçımız bunu hâlâ biliyoruz, daha unutmadık. Ama unutacağımız günler yakın gözüküyor.
Anlatmak istediğim, epey karışık; bilmem becerebilecek miyim.? Bir oyun düşünün: Kara taşların kazanması gerekiyor. Karaların yanında kırmızılar, sarılar var. Karşılarında yeşiller, morlar, aklar. Bir taşa bir taş almak oyunu çok uzatır, kazanmanızı önleyebilir. Nasıl oynamalı ki bir taşa karşı iki, üç taş alınsın karşıdan.? Dahası, sizin yanınızda oynayanlardan da bir, iki, üç taş alabilesiniz.?
Bu soruya, niye gizleyeyim, onun da yardımıyla, gerçekten doyurucu yanıtlardan birini ben buldum. Ama, görüyorsunuz, övünemiyorum. (
Sayfa: 127-128)

#BilgeKarasu #Gece
(..) Doğrusunu isterseniz, ''Geceyi Örenler'' adlı yazınızda, oyun oynayan çocukların kendi aralarında işlev bölümü yapar, birine ''sen haydut ol'', ötekine ''sen polis ol'', berikine ''sen casus ol'' derken içlerinden en esmer olanına, handiyese zenci sayılabilecek olanına ''sen de gece ol'' diye görev vermeleri ne denli gerçek bir çocukça düşünce gibi geldiyse bana, ''büyükler arasında geceyi örenler sabırlı ellerinde uzun şişleri, önce korkunun yününü, ilmek ilmek, sıra sıra ördüler; kendilerini de yakacak ateş yününün yumakları, torbalarında, sırasını bekliyordu, ''deyişinizi o denli özentili, size yakışmaz bulmuş ama derin bir kuşkuya da kapılmıştım. Bize, bir şeyler bildiğinizi mi anlatmak istiyordunuz.? Neden sonra kararımı verdim; olsa olsa bir sezgiydi bu.
Oysa korku, bizim gerçekten, isterseniz bilimsel diyebileceğiniz bir yolda, kullanmağı kararlaştırdığımız bir duyguydu. Çeşitli biçimlerde kullandık onu, siz de biliyorsunuz, hem de iyi biliyorsunuz. Ama demin ''buluşum'' diyerek övündüğümü söylediğim bir biçimi vardı ki bu kullanışımızın.. Ana düşüncemiz şuydu: Bütün varlıklarıyla Hareket'e bağlanmış gençleri --özellikle gençleri-- bir büyük çelişki içine düşürmek.. Bir yandan, en aşırı davranışlarında bile, korkacakları bir şey olmadığını, kimsenin onlara gerçekten bir şey yapamayacağını duyurmak; bir yandan da.. (Sayfa: 129-130)
#BilgeKarasu #Gece
Yanınızdaki (önünüzdeki, karşınızdaki) adamın, iriliği (boyu, posu, eni) oranında bir gömüt gerektireceğini,
bu kıyımı ölçüsünde toprakaltı canlılarını besleyeceğini,
anasının babasının
doğumundan başlayarak gösterdikleri sevgi, ilgi, çaba
ile
bu gövdeyi besleyip büyütmesinin,
daha sonra, bu gövdeyi taşıyanın
yaşamayı beslenme, yeyip içme diye tasarladığı ölçüde, boğuşa, uğraşa, didine karnını doyurmasının
kim bilir, buna ''gönlünü doyurmasının'' demek
belki çok daha doğru olur
gerçekte, ölümünü özene bezene hazırlamak olduğunu düşünmüş müsünüzdür.? Kendi hakkından başka belki bir belki iki kişinin rızkını yiyerek, başına büsbütün üşüşülecek, iştah kabartacak
solucanları, kurtları, böcekleri, düşünüyorum
elbette şu anda
bir ölü, kendisini gömütlüğe taşıyacak olanları büsbütün terletecek, yoracak, görkemli bir ölü, ağırlıklı bir ölü haline gelmek için uğraştığını düşünmüş müsünüzdür.? Bilmiyorum.
Ama ben, bu dediklerimi, gördüğüm her besili insan karşısında, her gün düşünürüm. ''Biraz toplamışsın,'' diyen herkesin beni tiksintiyle karışık bir kaygıya salması bundan belki de..
Ölümü kurmaksızın yaşamı kurmanın olanaksızlığını duymak, özellikle duymak, hastalık belirtisi sayılsın varsın; nasıl olsa, ne yaparsak yapalım, ölüme hazırlandığımıza göre, bir yaşam dengesi tasarlayabilmek pek çılgınca bir şey olmasa gerek. (..) (Sayfa: 166-167)
#BilgeKarasu #Gece
#BilgeKarasu #Gece
#BilgeKarasu #Gece  💙💙💙💙💙💙💙💙💙💙💙
''Büyüsünden sıyrılmamız gereken sözcüklerden biri --en önemlilerinden biri-- de 'insan' sözcüğü. Bir tılsım gibi kullanıp en yüce duyguların aracı haline getiririz onu; tek tek insanı, kişiyi (dostumuz olsun düşmanımız olsun) o sözcüğün yardımı, aracılığıyla ezmekten, yıkmaktan çekinmeyiz. Düşlediğimiz, tasarladığımız, kurduğumuz, dilediğimiz bir anlamı yükleyiverdiğimiz 'insan' sözcüğü, sırasında en güçlü aracımız, saldırganlık kargımız olur.
İnsanı en yüksek yere yerleştirmekten, hayvanlardan, bitkilerden, sulardan, dağlardan çok önemli olduğuna, her şeyin insan için yaratılıp insana kulluk etmesi gerektiğine inanırmış gibi yaşamaktan vazgeçelim. Belki o zaman insanın değerini öğrenir, hayvanla, bitkiyle, suyla, dağla, taşla birlikte bir anlamı olduğunu, olabileceğini anlar, belki o zaman insana saygı duymasını başarırız.
(..) (
Sayfa: 218-219)

27 Mayıs 2019 Pazartesi

Yaşar Kemâl - Hüyükteki Nar Ağacı

Yaşar Kemâl'in ''doğa-insan ilişkilerini en iyi anlamda verdiğim yapıtlarımdan biri'' dediği Hüyükteki Nar Ağacı, traktörün tarıma girmesiyle birlikte işsiz kalan yarıcılar ve mevsimlik işçilerin dramını konu alıyor. Kapitalizmin Çukurovaya'ya düşen büyük gölgesi, her satırla görünür kılınıyor.
***
''İşte bu romanı ve Yaşar Kemâl'in pek çok yapıtını güçlü kılan şey şu ''doğa-insan ilişkisi'' sözlerinde saklanıyor. Çünkü Yaşar Kemâl bu ilişkiye insanın en temel, en eski, dil yaratma yetisiyle özdeş bir niteliğiyle yaklaşıyor. Mitos yaratmak..''
*
Güven Turan
***
''Hüyükteki Nar Ağacı adlı romandaki tüm unsurların büyüleyici olması dışında Yaşar Kemâl bu romanında kâinatın dışından kelimeleri ve Anadolu'da gizlenmiş mikrokosmos hayatlar ve hayaller ile epik yazarların kosmosunu yaratmayı başarmıştır.''
*
Frankfurter Allgemeine Zeitung (Almanya)
***
''Yaşar Kemâl romanlarının çoğu, kuş uçmaz kervan geçmez Kilikya'da, sıtmanın kol gezdiği bereketli Çukurova'da, İstanbul'a bile başka bir dünya gibi görünen topraklarda geçer. Bu ücra, zorlu bölgeyi dünya edebiyatına taşıyan Yaşar Kemâl, çok iyi bildiği eski mitlerden yola çıkarak çağdaş yapıtlar yaratıyor.''
*
Karl-Markus Gauss, Süddeutsche Zeitung (Almanya)

#Yaşar Kemâl #HüyüktekiNarAğacı
#Yaşar Kemâl #HüyüktekiNarAğacı

25 Mayıs 2019 Cumartesi

Hermann Hesse - Doğu Yolculuğu

#HermannHesse #DoğuYolculuğu

Bir keresinde şunları söyleyen Doğulu bilge dostumuz Siddhartha'yla hemfikirim:
Sözcükler gizli saklı anlamı zedeliyor; dile getirilen her şey o an değişiyor biraz, biraz çirkin, biraz aptalca niteliğe bürünüyor -evet, bu da çok iyi bir şey, bu da çok hoşuma gidiyor, bir insanın hazinesini ve bilgeliğini oluşturan şeyin bir başkasının kulağına her zaman aptalca gelmesine de hiç diyeceğim yok. (Sayfa: 13)
***
Bana öyle geliyor ki, dünya tarihi, insanların en şiddetli, en kör arzusu olan unutma arzusunu yansıtan bir resimli kitaptan başka bir şey değil. Her yeni kuşak bir önceki kuşağın en önemsediği şeyleri yasaklarla, susup geçiştirmelerle, alaylarla yok etmiyor mu.? Yıllarca süren büyük, dehşet verici bir savaşın bütün halklar tarafından yıllar yılı unutulduğunu, inkâr edildiğini, bastırıldığını ve sanki sihirle yok edildiğini ve şimdi azıcık dinlenip kendine gelen bu halkların, birkaç yıl önceki budalalıklarını ve acılarını sürükleyici savaş romanlarıyla anımsamaya çalıştıklarını görmüyor muyuz.? (Sayfa: 14)

#HermannHesse #DoğuYolculuğu

 Pişmanlık tek başına işe yaramaz; af, pişmanlıkla satın alınamaz, hiçbir şeyle satın alınamaz. (Sayfa: 22)
***
Biz nasıl kendi yolumuzda gidiyorsak, onlar da kendi yollarında gidiyorlardı, her birinin kendi hayali, kendi arzusu, yüreğinde gizli bir oyunu vardı, yine de büyük ırmakta hepsi birlikte akıyordu ve hepsi bir bütündü, yüreklerinde aynı huşuyu, aynı inancı taşıyorlardı, aynı yemini etmişlerdi.! (Sayfa: 23)
***
Bizim tek hedefimiz Doğu'ya varmak değildi, daha doğrusu ''bizim Doğu''muz salt bir ülke ya da coğrafi bir şey değil, ruhun yurdu ve gençliğiydi, hem her yerdi hem de hiçbir yer, tüm zamanların yekvücut olmasıydı. (Sayfa: 25)
***
Çünkü benim mutluluğum, düşlerdeki mutlulukla aynı gizden oluşuyordu gerçekten de; akla gelebilecek her şeyi aynı anda yaşama, iç ve dışın yerlerini kolayca değiştirme, zaman ve mekânı kulis gibi kaydırma özgürlüğünden oluşuyordu.
(Sayfa: 26)
#HermannHesse #DoğuYolculuğu

Aslında en güzel yaşantılar, onların ruhundan bizzat etkilenmiş olanlara anlatılabilir. (Sayfa: 27)
***
- ama bu sanatçılar ya da bunlardan bazıları çok canlı ve sevimli kişiler olsa da, yarattıkları kişiler yaratıcılarından istisnasız daha canlı, daha güzel, daha neşeli, denilebilir ki daha doğru, daha gerçekti. (Sayfa: 29)
***
Hizmetkâr Leo'ya, sanatçıların yarattığı imgelerin kesinlikle çok canlı olmasına rağmen, kendilerinin neden bazen yarım insan gibi göründüğünü sordum. Leo bana baktı, soruma şaşırmıştı. Sonra kucağındaki kaniş köpeğini yere bırakıp dedi ki: ''Anneler de böyledir. Çocuklarını doğurup onlara sütlerini ve güzelliklerini ve güçlerini verdikten sonra kendileri görünmez olurlar. Artık kimse onları arayıp sormaz.''
''Ne kadar üzücü,'' dedim, aslında pek de düşünmeden.
''Bence diğer tüm şeylerden daha üzücü değil,'' dedi Leo, ''üzücü belki ama bir yandan da güzel. Yasa böyle gerektiriyor.'' (Sayfa: 29)
#HermannHesse #DoğuYolculuğu

Hizmet yasası. Uzun ömürlü olmak isteyen, hizmet etmek zorundadır. Fakat hükmetmek isteyen uzun ömürlü olmaz. (Sayfa: 30)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...