Emanet Çeyiz'in alt başlığı ''Mübadele İnsanları''dır. ''Değiş tokuş, bir şeyin başka bir şeyle değiştirilmesi'' anlamına gelen ''mübadele'' kelimesi burada, karşılıklı mecburi göçü, yerinden yurdundan zorla koparılışı anlatır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti ile Yunan hükümeti arasında, 30 Ocak 1923'te, Lozan'da imzalanan ''Türk ve Yunan Nüfus Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol''ün 1. maddesine göre, ''Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyrukları ile, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak, zorunlu mübadelesine girişilecektir. Bu kimselerden hiçbiri, Türk hükümetinin izni olmadıkça Türkiye'ye ya da Yunan hükümetinin izni olmadıkça Yunanistan'a dönerek orada yerleşemeyecektir.''
Bu sözleşme ve protokol sonucunda, Yunanistan'da yaşayan 388.146 Müslüman, Türkiye'ye; Türkiye'de yaşayan 189.916 Ortodoks, Yunanistan'a gönderildi. Aslında göçün büyük kısmı daha önce meydana gelmişti. 1912'deki Balkan Harbi'nin başlangıcından 1922 yılı sonuna kadarki on yıllık savaş döneminde iki milyon civarında ''Müslüman'' ve ''Ortodoks'' karşılıklı olarak göç etmek zorunda kalmıştı. Sözleşme ve Protokol'ün 3. maddesi, 18 Ekim 1912 tarihinden itibaren topraklarını bırakıp gitmiş olan bu insanları da Mübadele kapsamına alıyordu.
Mübadele, 20. yüzyılın en büyük acılarından ve kültürel yıkımlarından biridir.
Mübadele, milliyetlere göre değil dinlere göre yapılmıştır. Yunanistan'a giden Ortodoks Rumların önemli bir kısmı Yunanca, Türkiye'ye gelen Müslüman Türklerin önemli bir kısmı da Türkçe bilmiyordu. Dil bilmemek mübadillerin acılarını daha da artırmıştır.
Sözleşme ve Protokol'e göre mübadillerin geldikleri ülkeye dönmeleri kesinlikle yasaktı; elli yıl boyunca geldikleri köyleri, kentleri ziyaret bile edemeyeceklerdi. Kapılar, 1974 yılına kadar onlara kapalıydı. Geldikleri köyleri, kentleri bir daha göremeyen mübadillerin çoğu hasret içinde ölüp gitti, gözleri arkada kaldı.
Bu kitabımda on beş Rum ile on beş Türk mübadilin yaşam öykülerine yer verdim. Bu insanların hemen hemen hiçbiri artık hayatta değil. Onların sözleri hala kulaklarımda çınlıyor. Sizler elinizdeki kitapta bu insanların son sözlerini, vasiyetlerini okuyacaksınız. Emanet Çeyiz; büyük acının, vefanın, dostluğun, barışın, umudun ve insan sevgisinin romanıdır.
Büyük mübadelenin, yaşanan büyük acıların Türkiye ile Yunanistan arasındaki dostluğun barışın gelişmesine yardımcı olmasını, artık bir daha dünyanın hiçbir yerinde zorunlu sürgünlerin ve mübadelelerin yapılmamasını diliyorum.
Bu yeni baskıyı yapan Birzamanlar Yayıncılık'a ve bu baskıda emeği geçenlere teşekkürü bir borç bilirim.
*
Bochum, 30 Kasım 2005, Kemal Yalçın
Hayatta çok şey gördüm ve gördüklerim, yanımdakilerin gördüğünden çok daha fazladır. Görmeyi seviyorum, daha çok şey görmek istiyorum ve farklı görmek istiyorum. * Jack London, Martin Eden
23 Ağustos 2019 Cuma
21 Ağustos 2019 Çarşamba
Konca Altan - Rüyaların Öldüğü Ada
*
Rüyaların Öldüğü Ada, Kuzey Ege'nin şahsiyetli adasının, İmroz/Gökçeada'nın aşağı yukarı yüz yıllık macerasını anlatıyor. Adanın yerlisi bir Rum ailesinin ferdi olan Madam Maria'nın hayatına ve kederine tanıklık ederek.
İmroz'dan Mısır'a, İstanbul'a, Atina'ya, Amerika'ya saçılan bir aile.. Aşk hikâyeleri.. ''Adalı'' olmanın, adada yaşamanın ruhu.. Ormanın, üzümün, şarabın, balığın göz kamaştırıcı bereketi.. Beri yandan fakirlik ve mahrumiyet.. Her şeye rağmen ''eğlencenin, dostluğun, İmrozlu olmanın tadının'' çıkarıldığı eğlenceler.. Adanın sadece adıyla değil nüfusuyla da ''Türkleştirilmesi''.. Devletler arası gerginliğin gölgesinde, Rumlar'ın büyüyen korkusu ve azalmaları, azalmaları.. Yine de terk etmeyenler, edemeyenler..
Konca Altan, yıllarca dostluk edip ömrünün seyrini dinlediği Madam Maria'nın ağzından, hüzünlü bir tarih ve acı tatlı insan hikâyeleri anlatıyor.
Dedelerinden gördükleri gibi, her yabani zeytin dalını kendi arazileri olmasa bile alıp başka bir yere dikerler. Köyün her yanı zeytin ağaçları ile dolup taşar, hatta sarp kayalıkları da bereketlendirmek için oralara tenekelerle su taşıyarak yeni fidanları sular, olmazı oldururlar. Adada Zeytinli köylülerinin: ''Dedesi teneke ile su taşımayan zeytinin kıymetini bilmez'' dedikleri söylenir. (Sayfa: 64)
Yunan mitolojisinde İmroz ile Bozcaada (Tenedos) adaları arasında denizler, depremler, atlar tanrısı Poseidon'un kanatlı atlarının ahırları olduğu, denizin dibindeki görkemli sarayından çıktığında Poseidon'un denizatlarının çektiği altın arabasıyla denizleri dolaşıp fırtınalar yarattığı anlatılır. Ege ne zaman kabarsa, coşsa adalılar Poseidon'un yine atlarıyla dolaştığını, adalılara kızgın olduğunu düşünür. Öyle zamanlarda ada ıssızdır, anakara ile bağlantı kesilir. İmroz'a gelen gemi demir atamaz, getirdiği yolcuları indirmeden yoluna devam eder. Tekneler limandan ayrılamaz, ada kaderiyle baş başadır.
(Sayfa: 106)
Agridia (Tepeköy) adanın en eski yerleşim yerlerindendir. Denizden gelebilecek korsanlardan korkan köylüler, evlerini Aya Dimitri tepesinin sırtlarına yapmışlar. Köye kadar kıvrılarak çıkan patika yol, varmak isteyenler açısından hep zorluk yaratmıştır. (..) Tepenin denize bakan yamacında teraslanmış minik tarlalar vardı. Düz arazisi olmayan Agridialılar, dik yamaçları bile ıslah edip, her türlü sebze meyveyi oralarda yetiştirmeyi becermişler. (Sayfa: 126)
Çocukluğumda dedemden dinlediğim o masalı hatırladım. Dedem beni yanına alırdı, bir zeytin ağacının gövdesine yaslanarak otururduk. Marimu, bundan yıllar, yıllar önce diye başlardı:
Atina şehrini hangi tanrının koruyacağı tartışması çıkmış. Zeus Tanrılar Meclisi'ni toplamış. Büyük kavgalardan, tartışmadan sonra, ''Kente en değerli armağanı veren Tanrı yarışmayı kazanır, Atina'nın koruyucusu olur,'' demişler. Çok hırslı olan deniz tanrısı Poseidon denizdeki savaşlarda çok işe yarayacak bir at yaratmış. At, neredeyse rüzgâr kadar hızlı koşabiliyormuş, güçlü görünümüyle de gerçekten göz kamaştırıcıymış. Onun ezeli rakibi, akıl, bilim ve sanat tanrıçası Pallas Athena'nın hediyesi ise bir zeytin dalıymış. Önce herkes bu hediyeye çok şaşırmış, o muhteşem atın yanında, zeytin dalını küçümsemişler. Ama Pallas Athena anlatmaya başlamış: ''Bu ağaç büyüyüp yüz yıllarca yaşayacak. Ağacın meyvesinden, lezzetli yemekler yapmak için bir sıvı akacak. Bu sıvı yaraları iyileştirecek, geceleri aydınlık saçacak, sıcak havalarda gölgesiyle insanları kucaklayacak, odunuyla onları ısıtacak,'' demiş. Böylelikle yarışın galibi Athena olmuş. Ağaç Akropolis'e dikilmiş. Sonra yıllar, yıllar geçmiş, bu zeytin dalı barışın sembolü, yerleşik kültürün, bereketin temsilcisi olmuş.
Dedem masal bittiğinde ''Bu ağacın değerini hiç unutma Marimu,'' derdi. (Sayfa: 204-205)
Yol kenarında büyüyen deliceler yeniden yeşermişti, babamın onlar için ''En çorak yerde bile yaşamayı becerir, kökleri sert kayaların arasından geçer toprağa ulaşır. Deliceler yaşamda kalma ustasıdır,'' dediği aklıma geldi.
Babam deliceleri en verimli zeytin ağacının dalıyla aşıladığında, yeni bir hayat doğduğuna içten sevinirdi. ''Adanın neresinde olursa olsun, bir delice fidanı görürsen mutlaka aşılayıp, meyve vermesini sağlamalısın, onlar adanın geleceği,'' derdi. (Sayfa: 206)
Babam deliceleri en verimli zeytin ağacının dalıyla aşıladığında, yeni bir hayat doğduğuna içten sevinirdi. ''Adanın neresinde olursa olsun, bir delice fidanı görürsen mutlaka aşılayıp, meyve vermesini sağlamalısın, onlar adanın geleceği,'' derdi. (Sayfa: 206)
Her canlı bir diğerinin yaşam kaynağı oluyor. Birbirinden beslenenlerle dolu tabiat, kanunu böyle. Asıl olan bizzat hayat. Hayat devam ediyor. Mühüm olan da bu. Biz de hayatımızı sürdürmek zorundayız. Elbette günün birinde bir tuzağa düşeceğiz, ömrümüz bir şekilde bitecek. Fakat azıcık da olsa, salyangozunki gibi, bir iz bırakabilmek istiyor insan. İlk yağmurlarla silinecek olsa bile, bir iz..
(Sayfa: 300)
7 Temmuz 2019 Pazar
Yannis Ritsos - Çevrim
Denizin büyük görünümü, baş eğmez ufuk,
mutluluğu yok oluşun - yoruyordu onu bunlar. Sırtını döndü
utkusuna suların ve yürüdü bir gizli içe dalışla
sessiz patikaya bağların arasındaki
görmek için gün batımının görkemini, üzerinde
----- kanlı pencere camlarının,
evlerin duvarları üzerinde, derin yansıma, düşünceli, uysal,
şu dikdörtgen alçakgönüllülüğüyle yaşlı insanların.
Bir zavallı bostan dolabı üstlendi tüm açıklamasını dünyanın
yuvarlak sabrının acı veren, kutsal kitapsal gıcırtısıyla.
utkusuna suların ve yürüdü bir gizli içe dalışla
sessiz patikaya bağların arasındaki
görmek için gün batımının görkemini, üzerinde
----- kanlı pencere camlarının,
evlerin duvarları üzerinde, derin yansıma, düşünceli, uysal,
şu dikdörtgen alçakgönüllülüğüyle yaşlı insanların.
Bir zavallı bostan dolabı üstlendi tüm açıklamasını dünyanın
yuvarlak sabrının acı veren, kutsal kitapsal gıcırtısıyla.
*
Çeviri: Özdemir İnce, Herkül Milas, İoanna Kuçuradi
3 Temmuz 2019 Çarşamba
Friedrich Wilhelm Nietzsche - İyinin ve Kötünün Ötesinde
..iyi ve saygın şeylerin değerini oluşturan şeyin, tam da o kötü, görünüşte zıt şeylerle nahoş bir şekilde akraba, bağlantılı, ilintili olması, hatta belki de aynı öze sahip olması mümkündü. Belki.! -
Ama böyle tehlikeli bir belkiyle kim ilgilenmek ister.! (Sayfa: 7)
Ama böyle tehlikeli bir belkiyle kim ilgilenmek ister.! (Sayfa: 7)
En yüksek kavrayışlarımız onlar için uygun ve belirlenmiş olmayanların kulaklarına izinsiz bir biçimde çarptıklarında, kulağa budalalık gibi, yerine göre suç gibi gelmelidirler. -gelmeleri gerekir de.!- Filozoflar arasında, Hintlilerde, Yunanlılarda, Perslerde ve Müslümanlarda, kısacası eşitliğe ve eşit haklara değil, bir hiyerarşiye inanılan her yerde ezelden beri birbirinden ayrılan egzoterik ve ezoterik - arasındaki tek fark, egzoterikçinin dışarıda durması ve içeriden değil dışarıdan bakması, değerlendirmesi, ölçmesi değildir: daha da önemlisi şeylere aşağıdan yukarı doğru bakmasıdır - ezoterikçi ise yukarıdan aşağıya bakar.! Ruhun öyle yükseklikleri vardır ki, oradan bakıldığında tragedya bile artık trajik bir etkide bulunmaz; dünyanın tüm acısı bir araya gelse, bu görüntünün zorunlu olarak acımaya ve böylelikle acının ikiye katlanmasına ayartıp ayartmayacağına ve buna zorlayıp zorlamayacağına karar vermeye kim cesaret edebilir.? Daha üst türden insanı besleyen ya da serinleten şey, çok farklı ve düşük bir tür için âdeta zehirdir. Sıradan bir adamın erdemleri belki de bir filozof için kötü huy ve zayıflık anlamına gelecektir; yüksek türden bir insanın yozlaştığını ve dibe vurduğunu varsayalım; işte dibine battığı o aşağı dünyada bundan böyle kendisine bir aziz gibi hürmet edilmesini sağlayacak niteliklere de ancak böyle sahip olabilirdi. Öyle kitaplar vardır ki, onlardan yararlananların alçak ruhlar ve muazzam bir enerji mi olduğuna göre ruh ve sağlık için birbirine zıt değerlere sahip olabilirler: birinci durumda tehlikeli, ufalayıcı, dağıtıcı kitaplardır; diğer durumda ise en cesurları kendi cesurluklarına davet eden ulak seslenişleridir. Herkese hitap eden kitaplar daima pis kokan kitaplardır: küçük-insan-kokusu sinmiştir üzerlerine. Halkın yiyip içtiği, hatta ibadet ettiği yer pis kokar. Temiz hava solumak isteyen, kiliselere gitmemeli.-- (Sayfa: 38-39)
***
İki tür deha vardır: Birisi her şeyden önce döller ve döllemek ister, diğeriyse döllenmeyi ve doğurmayı sever. Deha sahibi halklardan bazılarının payına kadınların hamilelik sorunu ve şekillendirme, olgunlaştırma, tamamlama gizli görevi düşmüştür - örneğin Yunanlılar bu türden bir halktı, Fransızlar da öyle -; peki ya döllemek ve yeni yaşam düzenlerinin sebebi olmak isteyen diğerleri, Yahudiler, Romalılar ve büyük bir mütevazılıkla sorarsak, Almanlar.? Bilinmeyen ihtiraslardan eziyeti ve cazibesiyle, karşı konulmaz bir biçimde kendi içinden dışarıya sürüklenerek, yabancı ırklara (''döllenmeye'' açık olanlara) sevdalanıp şehvet duyan ve bu sırada döllenme gücüyle ve bunun sonucunda ''tanrının inayetiyle'' dolu olduğunu bilen herkes gibi iktidar düşkünü olanlar. Bu iki deha türü erkek ve kadın gibi birbirlerini ararlar, ama birbirlerini yanlış da anlarlar, - erkek ve kadın gibi. (Sayfa: 183)
Yüksek Dağlardan Son Şarkı
İyinin ve Kötünün Ötesinde
Nietzsche, Sayfa: 233-235
************************** *******
Ah yaşamın öğleni. Neşeli zaman.!
----------Ah yaz bahçesi.!
Ayakta durup incelerken ve beklerken huzursuzca mutlu: -
Dostların yolunu gözlüyorum, gece gündüz hazır,
Nerede kaldınız a dostlar.! Gelin, tam zamanı, tam zamanı.!
*
Sizin için değil miydi, buzulun grisinin
----------Bugün güllerle süslenmesi.?
Sizi arıyor dere, özlemle itip yol açarak kendine,
Rüzgâr da, bulut da bugün daha yüksekteler mavide,
Sizin yolunuzu gözlüyorlar, en uzak kuşbakışından.
*
En yükseklerde kuruldu sofram sizler için: -
----------Kim yaşar yıldızlara böyle yakın,
Uçurumun en gri uzaklıklarına.?
Benim ülkem - hangi ülke bu kadar geniş.?
Benim balım - tadına kim baktı onun.?
*
- İşte buradasınız, dostlar.! Yazık, yoksa ben
----------değil miyim
----------yanına gitmek istemediğiniz.?
Tereddüt ediyorsunuz, şaşkın - ah, kükreseydiniz daha iyi.!
Ben - ben değil miyim o.? Elleri, adımları, yüzü değişmiş.?
Ne miyim ben, siz dostlara - o değil miyim ben.?
Başka birisi mi oldum.? Kendime yabancı mı.?
----------Kaçtım mı kendimden.?
Sık sık kendine yenilen bir güreşçi
Sık sık kendi gücüne karşı direnen,
Kendi zaferiyle yaralanan ve engellenen.?
*
Rüzgârın en sert estiği yeri mi aradım.?
----------Yaşamayı öğrendim
Hiç kimsenin yaşamadığı yerde, ıssız-kutup ayısı bölgelerinde
Unuttum mu insanı ve tanrıyı, bedduayı ve duayı.?
Bir hayalet mi oldum, buzulların üstünde gezinen.?
*
- Siz eski dostlar.! Bakın.! Şimdi solgun bakıyorsunuz,
----------Sevgiyle ve dehşetle.!
Hayır, gidin.! Öfkelenmeyin.! Burada - barınamazsınız siz:
Burada en uzak buzlar ve kayalar diyarında -
Burada bir avcı olmalı kişi ve de dağ keçileri gibi.
*
Berbat bir avcı oldum ben.! - Bakın, nasıl da taş gibi
----------Gerilmiş yayım.!
En güçlüydü, böylesine çeken kirişi --:
Yazık yine de.! Tehlikelidir bu ok,
Hiçbir okun olmadığı kadar - uzaklaşın buradan.! Kendi
----------selametiniz için.!
*
Dönüyor musunuz.? - Ah kalbim, yeterince taşıdın,
----------Umudunu korudun:
Açık tut kapılarını yeni dostlarına.!
Eskileri bırak.! Bırak anıları.!
Bir zamanlar gençtin sen, şimdi - daha iyi gençsin.!
*
Bizi hep bağlayan, bir umutla birleştiren, -
----------Kim okuyor işaretleri,
Bir zamanlar sevginin yazdığı, hâlâ solgunlar mı.?
Parşömene benzetiyorum onu, elin
Tutmaya çekindiği - onun gibi kararıp, yanan.
*
Dost değil artık, bunlar - ne diyeyim ben onlara.? -
----------Yalnızca dost - hayaletleri.!
Hâlâ tıklatıyor geceleri kalbimi ve penceremi,
Bakıyor bana ve diyor ki: ''bizlerdik onlar, değil mi.?''
- Ah, solmuş söz kokardı eskiden güller gibi.!
*
Ah, gençlik özlemi, kendini yanlış anlayan.!
----------Benim özlediğim,
Kendime akraba - dönüşmüş sandığım,
Onların yaşlı oluşları, uzaklaştırdı onları:
Yalnızca dönüşenler akraba kalır bana.
*
Ey yaşamın öğlesi.! İkinci bahar.!
----------Ey yaz bahçesi.!
Huzursuzca mutlu, ayakta durarak, gözleyerek ve bekleyerek.!
Dostların yolunu gözlüyorum, gündüz gece hazır,
Yeni dostların.! Gelin.! Zamanıdır, tam zamanı.!
İyinin ve Kötünün Ötesinde
Nietzsche, Sayfa: 233-235
**************************
Ah yaşamın öğleni. Neşeli zaman.!
----------Ah yaz bahçesi.!
Ayakta durup incelerken ve beklerken huzursuzca mutlu: -
Dostların yolunu gözlüyorum, gece gündüz hazır,
Nerede kaldınız a dostlar.! Gelin, tam zamanı, tam zamanı.!
*
Sizin için değil miydi, buzulun grisinin
----------Bugün güllerle süslenmesi.?
Sizi arıyor dere, özlemle itip yol açarak kendine,
Rüzgâr da, bulut da bugün daha yüksekteler mavide,
Sizin yolunuzu gözlüyorlar, en uzak kuşbakışından.
*
En yükseklerde kuruldu sofram sizler için: -
----------Kim yaşar yıldızlara böyle yakın,
Uçurumun en gri uzaklıklarına.?
Benim ülkem - hangi ülke bu kadar geniş.?
Benim balım - tadına kim baktı onun.?
*
- İşte buradasınız, dostlar.! Yazık, yoksa ben
----------değil miyim
----------yanına gitmek istemediğiniz.?
Tereddüt ediyorsunuz, şaşkın - ah, kükreseydiniz daha iyi.!
Ben - ben değil miyim o.? Elleri, adımları, yüzü değişmiş.?
Ne miyim ben, siz dostlara - o değil miyim ben.?
Başka birisi mi oldum.? Kendime yabancı mı.?
----------Kaçtım mı kendimden.?
Sık sık kendine yenilen bir güreşçi
Sık sık kendi gücüne karşı direnen,
Kendi zaferiyle yaralanan ve engellenen.?
*
Rüzgârın en sert estiği yeri mi aradım.?
----------Yaşamayı öğrendim
Hiç kimsenin yaşamadığı yerde, ıssız-kutup ayısı bölgelerinde
Unuttum mu insanı ve tanrıyı, bedduayı ve duayı.?
Bir hayalet mi oldum, buzulların üstünde gezinen.?
*
- Siz eski dostlar.! Bakın.! Şimdi solgun bakıyorsunuz,
----------Sevgiyle ve dehşetle.!
Hayır, gidin.! Öfkelenmeyin.! Burada - barınamazsınız siz:
Burada en uzak buzlar ve kayalar diyarında -
Burada bir avcı olmalı kişi ve de dağ keçileri gibi.
*
Berbat bir avcı oldum ben.! - Bakın, nasıl da taş gibi
----------Gerilmiş yayım.!
En güçlüydü, böylesine çeken kirişi --:
Yazık yine de.! Tehlikelidir bu ok,
Hiçbir okun olmadığı kadar - uzaklaşın buradan.! Kendi
----------selametiniz için.!
*
Dönüyor musunuz.? - Ah kalbim, yeterince taşıdın,
----------Umudunu korudun:
Açık tut kapılarını yeni dostlarına.!
Eskileri bırak.! Bırak anıları.!
Bir zamanlar gençtin sen, şimdi - daha iyi gençsin.!
*
Bizi hep bağlayan, bir umutla birleştiren, -
----------Kim okuyor işaretleri,
Bir zamanlar sevginin yazdığı, hâlâ solgunlar mı.?
Parşömene benzetiyorum onu, elin
Tutmaya çekindiği - onun gibi kararıp, yanan.
*
Dost değil artık, bunlar - ne diyeyim ben onlara.? -
----------Yalnızca dost - hayaletleri.!
Hâlâ tıklatıyor geceleri kalbimi ve penceremi,
Bakıyor bana ve diyor ki: ''bizlerdik onlar, değil mi.?''
- Ah, solmuş söz kokardı eskiden güller gibi.!
*
Ah, gençlik özlemi, kendini yanlış anlayan.!
----------Benim özlediğim,
Kendime akraba - dönüşmüş sandığım,
Onların yaşlı oluşları, uzaklaştırdı onları:
Yalnızca dönüşenler akraba kalır bana.
*
Ey yaşamın öğlesi.! İkinci bahar.!
----------Ey yaz bahçesi.!
Huzursuzca mutlu, ayakta durarak, gözleyerek ve bekleyerek.!
Dostların yolunu gözlüyorum, gündüz gece hazır,
Yeni dostların.! Gelin.! Zamanıdır, tam zamanı.!
🌟🌟🌟
Bu şarkı bitti, - özlemin tatlı çığlığı
----------Tükendi ağızda:
Bir büyücü yaptı onu, doğru zamanda gelen bir dost,
Öğle - dostu - hayır.! Sormayın, kimdi o diye -
Öğle vaktiydi, bir çıktı ikiye..
*
Şimdi kutluyoruz biz, birleşik zaferimizden emin,
----------Ölenlerin şölenini:
Dost Zerdüşt geldi, misafirlerin misafiri.!
Şimdi gülüyor dünya, korkunç perde yırtıldı,
Düğünüdür ışık ile karanlığın..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)
HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...
-
su damlasının üstündeki iskeleye benzeyen bir günaydın sana gittiği yere köprüsünü taşıyan bir dere bir tüyün tutunduğu kuşu geçmesi gibi b...
-
Hangi türden olursa olsun, bir sanat ürününün tadılması, onun kavranılmasıyla doğru orantılıdır. Eseri ne kadar çok anlamışsak, elde edec...
-
Onlara * Zannetme ki dâim bi şekcesine Siz her anırdıkça huu çeker millet Alkış beklerken siz eşşekçesine Verir hakkınızı, yuu çeker ...
-
ACILARA KARŞI * İyi ki silahlanmışız acılara karşı Türküsüz çıkmamışız yollara Ekmekten ve gömlekten önce Aşk Ve sevinç doldurmuşuz koynum...
-
I * Denizde bir şey var Deniz bembeyaz bir dañ.! Köpürdelâ Köpürcük Köpürgân * II Ne benim ellerim çalışkan eskisi gibi Ne senin kalbin ben...
-
1929-1935 YILLARI ARASINDA YAZDIĞI, AMA SAĞLIĞINDA YAYIMLANAN KİTAPLARINA ALMADIĞI ŞİİRLERİ Şafaklar sarmadan dağları Işıklarla sular ...
-
Ağaçlar hep en etkileyici vaizler olmuştur benim için. Ormanlar ve korularda halklar ve aileler halinde yaşayan ağaçlara hayranım ben. Tek...
-
Nikos Kazancakis, Zorba, Arka Kapak Nikos Kazancakis, çağdaş Yunan edebiyatının ancak buzlucam ardından seçilebilen, tedirgin ve büyü...